PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Gönül Damlaları


SARAH
5. May 2009, 09:38 PM
Can'a Iraksak, Canan Nerde?

can ‘a ıraksak, canan nerde?


ne garib;

buralarda terk edilen ile

terk eden bir.

ya “bir olan”a vefa ne alemde!

…….

buralarda, bir “terkedilmişlik” seziliyor.

bir terk eden ; vefayı katleden ,

bir de terk edilen; mazlum, mahsun, vefası katledilen.

buralarda bir hüzün seziliyor şimdilerde ;

bir yorgunluk , umutsuzluk, çaresizlik.

mavisini yitirmiş yaşamak *; sema gri,

toprak , yağmur’a hasret , yağmur özü olan su’yun arayışında

su, özü olduğu insandan şikayetçi ;

özü su olan, su’yun katili şimdilerde..

buralarda bir “ terkedilmişlik” seziliyor…


buralarda bir “sevgisizlik” seziliyor

hakiki aşıklardan söz edilmez olmuş;

karın doyurmak için yazılan sevgi sözleriyle

doymaya çalışıyor, sevgiye aç yürekler.

yok yok! yürekler tanımamışlar,

mutlak sevdayı yüreklerine azık eyleyip yemeden doyanları,

halden anlayıp, hal diliyle her şeyi anlatanlar, tanıtılmamış buralarda

“rıfk” hiç kimsenin sıfatı olmamış ;

“güzel”, hiç karşılığını bulmamış ; yetim kalmış

buralarda hiç kimse “kardeş” olmayı teklif etmemiş

annesinin evladından başkasına,

buralarda bir “sevgisizlik” seziliyor….



buralarda bir “vazgeçmişlik” seziliyor;

her niyazın hemen bekleniyor karşılığı , niyazda ısrarcı olmanın,

acziyeti derin yaşamanın gerekliliği tartışılır olmuş.

şartlar değiştiği vakit , sevginin rotası değişivermiş ,

bir menzil seçmez olmuş artık insanlar

“ahsen”, hatrına fedakarlık yapılan değilmiş ;

güzeller hatrına yaşanır olmuş alem;

güzellerin hatrına söz eylenir; saz çalınır olmuş

buralarda bir’den vazgeçmişlik seziliyor….



buralarda bir “şükürsüzlük” seziliyor;

insanlar, teşekkür etmez olmuşlar birbirlerine;

herkes başarıyı , kendinden bilir olmuş

bundandır ki nimet, fark edilmez olmuş;

nimeti sahiplenmiş olanlar , “şakir “kelimesini sahiplenmemişler,

“şakir” halktan ırak düşmüş, kuytu köşeleri mekan bilmiş…

nimetin sahibi’ni fikredene de, sual soran kalmamış;

fikreden, yüreğinde yaşar olmuş “marifet” makamını,

marifete iltifat eden kalmamış…



buralarda bir “kararsızlık” seziliyor

zihinler , med-cezirler yaşar her eyyam-ı biyzde**

yürekler hep öteleri özler ;

ama ayaklarının bağlandığı kürenin, kurşundan olduğunu unutur olmuş

yürekler , özgürleşmeyi diler;

ama kendi dünyasının sınırlarını , birilerinin çizmesini bekler.

bir’in müjdelediği inşirahı dilerken diller,

birilerinin hatrına yaşanır hayatlar.

buralarda bir kara(rsız)lık seziliyor…..



buralarda bir “terkedilmişlik “ seziliyor;

terk edenler , yeni terklere hazırlanırken

terk edilenler, acıyı boğazlarındaki düğümlerde hıfzederler;

hesap’ta şahidlik etsin diye…

terk edilenler ,rahatça ağlayamaz buralarda

çünkü ”sebepsiz ağlanmaz (!)”

….

buralarda öz’ü terk ediş seziliyor;

oysa öz’üyle dost olanlar, hiç yüreklerini terk etmemişti;

çünkü öz’le dost olmak, yüreği “amir” eylemeyi gerektiriyordu,

öz’le dost olmak, yürekle söz birliğine varmayı gerektiriyordu.



buralar çok garip; buralar, insana ırak!

can’a ırak!

canan’a ırak!

buralarda “yolcu” olmak gerek!

ve artık demir almak gerek!

…..

mola bitti; ama “can” sıkıldı….

SARAH
5. May 2009, 09:44 PM
şehrimin (çıkmaz) sokakları



çok sokak bu kalbe çıkar da
bu kalp beni sokağa çıkarmaz
yüzüme bakmaya gelirler
öyle akşama uygun öyle redifli
çünkü herkese yetiyor trenler

sen avuçlarını yukarı çevir
hüznün devirdiği mumlar içinden
eski bahçeler birden yükselir
bir sarışınlık iner odalara
saçları kendinden uzun
çırpınıp duran kimdir
öyle ağlamaklı öyle dumandan yana

bu kalp beni sokağa çıkarmaz
çok sokak bu kalbe çıksa da...



her sokak kalbime çıkar bu şehirde; her sokakta yüreğime inen yağmur damlaları; her sokakta yüreğime sinen kokular; her sokak, yüreğimin bir köşesin(d)e yeni bir sokak olur; bazen de bir çıkmaz sokak bu anlarda bu kalp beni yar sokağına çıkarmaz…



her sokak kalbime çıkar bu şehirde; şehrin müdavimleri dolaşır yürek evimde; donuk bakışlar süzer soluk sîmamı, üşüyen yüreğime kaftan olur ısıtmayan ipeksi kumaşlar…ve..ben tatmin olamam; tahmin ettiklerim olmadı diye etrafımda. her sokak kalbime çıkar; kalbim bir çıkmaz(d)a….



her sokak kalbime çıkar bu şehirde; herkesin yüreğimde bıraktıklarıyla oyalanırım hayatta. Şehir beni muhatap bilir kendine, ben şehrin kuytu köşelerini. Ben severim kuytuluğu, severim yalınlığımı, yalnızlığımı… Heyhat! Şehir beni sever; ben şehrin şahsiyetime bıraktıklarını. Ben şehrin izleriyle izlerim hayatı; hayretimle izlerim…



her sokak kalbime kâl eyler; kalırım bu şehirde…

kalırım kaybolduğum bu kentte…

bir sevdiklerim müdâvimidir kentimin bir de sevme gayretinde olduğum sûretler, gölgeler… Nefreti yetim bırakma gayretindeyim muhitimde; sevdayı yüceltme davasındayım. Hayretim, hasretimi besler; harap olmuş bir kenti imar etme gayretimi besler.



her sokak kalbimle haldâş olur; ahvalini anlayayım diye bu şehrin.

hâl ehli olayım diye…

SARAH
5. May 2009, 09:48 PM
“Elif” Olmak…
"elif" olmak zordur
cünkü "elif" olmak
yuvarlak bir dünyada dik durmanın
dik ve önde
belki acıyla
ama vazgeçmeden durmanın
dünya ne kadar dönerse dönsün
olduğu yerde kalmanın adıdır “elif” olmak

……….

zordur “elif” olmak
“elif” olmak hep vurulmaktır
“elif” olmak yalnızca “elif” olmaktır
……..

”elif” demeden hiçbir şey denilemez
ben “elif” dedim
artık her şeyi söyleyebilirim*



/ dostum, “elif” olmayı dilemişim sanırım bir vakt-i seherde, bir cesaretle….zor(luğunu) bilmemişim o zamanlarda; dilemişim..yar’ın huzurunda bir “elif” misali durabilmeyi dilemişim; oysa şimdilerde dizlerimin bağı çözülür; diz çökerim..be’ye meylederim; “başlasın bu cümle artık!” derken yine “elif” misali kalıveririm bir bir’in huzurunda..yine zorlukla, yalnızca, yalın-ca…/



“elif” olmak zor imiş!

ama her elif’in yanında akvâ olan’ın yardımı, yar’lığı var imiş!!



dostum, bilir misin “elif “ olmaya talip olmak nedir, bilir misin insan nasıl “elif” olur? dilersin o’ndan sadece o’nun yar-lığını, dilenirsin…o’nun kucağından başka mekanlar sana soğuk gelir, üşürsün bir ağustos sıcağında..yürüdüğün yollar sana yabancı gelir; bildik mekanlar sıkar seni..tanımadığın sîmalar sana âşina gelir, tanımadığın kişiler senin niyazına girer; tanıdıkların ise yabancı nazarlarla bakarlar sana. hikmetine eremediğin hallerle örülür hayatın; susmayı seversin; sükûtu seversin; sükûtu hal edinenleri seversin…



dostum, bilir misin, “elif” bağlanmaz kendisinden sonraki harfe…sadece kendinden önceki harfe bağlanır; en önceki’ne belki de..sen, dünyana sonradan girenlere sıkıca bağlandığın vakit “elif” olmaz adın..sanırsın ki o zaman üzerindeki zorluklar kalkacak; ama herkes yüklenir üzerine..yardımsız yar’lar doluşur dünyana..”yardımıyla gelen yar” gitti diye…



aklımın al(a)madığı hallerin eteğinde gezinir dururum; belki aklım acziyetiyle susabilmeyi öğrenir diye..başımı tâ yüreğime kadar eğer, dinlerim o kısık fısıltıyı şimdilerde…



dostum, şimdilerde “elif” der susarım; elimi bileğime koyar dinlerim nabzımı..atışları, dünyadaki hiç kimsenin isminde artmaz…yüreğim dünyadaki kimsenin isminde titremez; bu belki de lütuftur, yar’dandır …bu, belki de “elif “olmanın gereğidir.

/Allahu A’lem…/



“elif” olmayı dileten de “var”imiş dostum;

“yar” olmayı dileyen imiş…

SARAH
6. May 2009, 12:40 AM
Tûfan’dan sonradır hayat!



…tufandan önce…



/içimizde serzenişler mi olur, “yâr” dediğimize karşı..teslim olamamışlık mı, bu fırtınanın sebebi. sular kabarıyor; yüreğimiz nûh’un imarını bekliyor .

ey içimizdeki umman, ey yüreğim, bir cûdi var ilerde; biraz sabır..

ilerde bir yeni nesille doğacağız aşk’a, aşk’ı doğuracağız belki de…/



…ve..tufan…

ve hayat’ı diliyoruz yâr’dan;

bir fısıltı sol yanımızdan;

“hayat, ilimle çağrılır….”

h i ç….



hayat….

bir arayış; bir var’da yok oluşun adı. bir teselli vesilesi,âlemde ayaklar üzerinde yürüyebilmek için; bir arayış gerçeği. hay olan’a meyledişin adı. hayat, iki tarih arasında kısacık çizginin adı görünürde. bir dirilik sevdası oysa, bir sevdada dirilme gayreti. can’a yakınlaşma gayretinin adı; aşkın, Allah’ın rengine boyanma gayretinin adı. hayat, birlikte hayat’a erdiğine yakışma sevdasının adıdır.



ilim….

hayatı can’a yakışır şekilde yaşama metodu. korkunun ve umudun sûretini çizen bir el. ilim ki, murtazâ olabilmenin gereklerini yaşamın içinden süzüp sunar bize. ilim ki, cehaletin çölünde susuzluğunun adını dahi bilmeyene bir su damlası. ilim ki, kuyusunun farkında olmayan yûsuflara uzanan bir el, bir yakup niyazı kuyudakilere…ilim ki, can’ın vasfını konu alıp, canın sûretini satırların ardına çizendir. ilim, yüreğin dostu; ilim, yüreğin var’a hiç’liği hal edinerek varacağını anlatan bir sadık dost. ilim ki, bir umman; esma’nın zahiriyle süslenmiş. kula acziyetiyle diz çöküşü emreden bir amir. ilim ki aşk’ın talimi onun gölgesinde şekillenir, rengini bulur..

ilim ki, kendimizi okuduğumuz vakit söze dokunanlar…



çağırmak…

yüreğin, yar’la konuşmasıdır. lisanın dua oluşu, halini ancak o’na arz edip, o’na yönelmenin fiiliyata geçmiş hali.geceyi bir seslenişe şahit kılmak yani. sükutun, arş’ı taşıyan melekleri istiğfâra davet etmesi. arşın, arzdakiler için selâma durması için arzdakilerin her dem arzın ve arşın sahibine yönelişi…

çağırmak, içeriye çağrılmak için her vakt-i seherde ona el açmaktır, bilinmek isteyen’e…



ve…

tûfan ancak ilimle geçilir; tûfandan sonra hayat’a ancak ilimle erilir…cûdi, insanın kendisidir aslında; tûfandan sonraki nesil de aşkın imar ettiği bir yüreğin halleridir. hayat ki, hiçliği özümsemekle varılan nokta….



tufandan sonra hayat bahşedecek olan öğretir duayı;

“ve de ki; “rabbim! beni mübarek bir menzile indir. sen konuklatanların en hayırlısısın.”*

bir emir gelir âlemin amirinden;

”ey yeryüzü suyunu yut! ey gökyüzü sen de suyunu kes!”**



ve tufandan sonra’dır artık söylenen sözlerin zamanı…



..”hayat, ilimle çağrılır….”

ve hayat, “h i ç” olmaktır; bunu kabullenmek….

nokta!



*mü’minun suresi,29

** hûd suresi , 44

SARAH
6. May 2009, 12:42 AM
Ey Ölüm!
ey ölüm yüzlü sevgili,

içimdeki kuşun şefkatine ihtiyacı var…

….

ey ölüm yüzlü sevgili,

içimden kanat sesi geliyor; çırpınışı yüreğimi yaralıyor

tuz bastığım yaraları var içimin,

her gün acılarını azdırdığım.

sabrın dilencisi olan dilimin sükuneti kayda değsin indinde.



ey ölüm yüzlü sevgili,

sıvazla sırtımı müheymin vasfınla,

ayağım takıldığı vakit sığ denizlerde boğulurum,

aşkın dalgalarında,

sıvazla aklımı ihsanınla, ikramınla…



ey ölüm yüzlü sevgili,

donuk bakışlarım seni üzmesin, buğulu gözlerim

isyan dokunmasın dilimin kıyısına, zehrolmasın aşk

aşk’a mehdiye okuyan dilim, acının zerresinde erimesin

ah etmem semaya karşı,

ah etmem geceye, gün’e gayrı,

yeter ki ellerim avuçlarında olsun,

yüreğim dua omzunda…



ey ölüm yüzlü sevgili,

bırakma beni; üşür yüreğim, çırpınır içim

bırakma beni; ölüm kadar yakın ol bana,

bir nefes kadar yakın…

SARAH
6. May 2009, 12:44 AM
Ölüm Yazılırken Alnımıza...
/vedâ sözleri yankılanırken çevremde,

ben miyim gör(e))meyen bu siluetimden vedâlaşarak gidenleri?

ben miyim sadece sessizce ağlayan…/



ben miyim bu yüreği, ellerinden yaşlı kız,

aynadaki bu sûret neden yalnızlığın korkusuna bürünmüş,

neden ağlamaz olmuş bebekler beşiğinde,

anneler başucunda geleceği için ağlarken…



tarihler bir şehrin ölümünü yazarken yakılacak kütüphane arşivlerine,

yüreğimin katilini kim yazar kaybolmayan satırlara.



bulanmış zihnim aklanır elbet bir gün,

zamanın kıskacından kurtarırım kaybolup gidenleri,

hatırlarım belki o zaman ruhumun hangi seferde şehit edildiğini,

hatırlarım hangi kervandan, niçin geri kaldığımı.



ben miyim bu yüreği, ellerinden yaşlı kız,

nasıl geçti ki içimde bunca kayıtsız seneler,

aşk nasıl teğet geçti yüreğimin kıyısından,

nasıl kör oldum ki seherde ben,

kafile zikirden nasiplenirken

SARAH
6. May 2009, 12:46 AM
Yetimliğimizin Gölgesinde, Özleyen Yüreğimiz...
Aşk ve ölüm iki yanımızda durur
birlikte ve iç içe yürürler hayatın yokuşlarında
biri sonsuza kadar alıngan
diğeri cesur*

…..

/sineme ruhundan üfleyen yâr’in letafetindendir aşk ve ölümün dostluğu, öyle kol kola gezişi… Ve yüreğimin aşk’a özlemindendir bu imrenerek bakışım./



Öteler…

Bağrında gidenlerin aşkları kitabeleşir; ölümün aşk’a okuduğu methiyeler duyulur. Dostlar, aşk adına dokunurlar yalnızca söze. İflah olmayan yüreklerin aşkı konuşulmaz senin semanda; ıslah olan yüreklerin sözü işitilir. yusufî sevdalarla dokunur aşk’ın ölüme nakşı. Yakışır ölümün bağrına aşk, yakışır ötelerin özlemine bu nam.



Meryem…

Aşk’ına ölümü yakıştıran iffet deryası. Hani dünyayı iffetinin ve aşk’ının gölgesinde öldürmüştün de rabbin seni yüceltmişti her iki âlemde; adını kelam’a ve yüreklere nakşetmişti. Yüreklerimiz durmuştu hani o teslimiyetin karşısında. Hani ‘’ben rabbime dua etmekle hiç bedbaht olmadım ki’’** demiştin de mucîb olan’ın yakınlığından emin oluvermiştik. Hani sokulmuştuk yalnızlığımızın mabedine de ümitsizce izlerdik öteleri; aşktan yara almıştık. o zaman bizi diriltmişti ayağa kalkışın, bir dağın başında yalnızlığının bağrında rabbine inancınla İsa’ya ana oluşun; bizi diriltmişti rabbinin iffetini yüceltmesi. Aşkının iradeni hükmettiği yerde rabbin yüreğinin üzerine şefkat elini koydu; umurunda olmadı kötü nefeslerin sana dokunan kokusu, ölümün korkusu. Aşk dedin sustun; aşk dedin eslem oldun.



Meryem…

Öteler senin gibilerin varlığında kıymet buldu; özlendi. Aşk ve ölümün dostluğu hiç bu kadar göze gelmedi. Aşkın, onulmaz yaralarını ölümün ötesi sardı; ölümün ahirindeki yalnızlığına aşk’ın ötelerdeki vefası yetişti. Ve aşk ve ölümün birbirine vefası sende iffeti, rabbine itaati, sabrı, şükrü doğurdu.



Şimdilerde, aşkın derinliğinde ölümün sevdasını göremeyen yürekler ne aşka dokunuyor ne de ölümden söz ediyor. Ölüm ki, ufka çizilen muamma; aşk ki yüreğin ölüme öylece hayran hayran bakışı… İkisi de terk edilmiş, yetimliğimizin gölgesinde.

SARAH
6. May 2009, 12:49 AM
Zulüm Hiç Yakışmadı Bu Nazik Ellerimize
B…(sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lakin göğüsler içindeki kalpler kör olur.



Nice ülkeler var ki, zulmedip dururlarken onlara mühlet verdim. Sonunda onları yakaladım. Dönüş yalnız banadır.*

………..

Düşünecek kalbimiz ve işitecek kulağımız….

Nazar kıldıklarımızın zekatını verebilelim diye rabbimizin bahşettiği nimetler; şükrümüzün vesilesi.Nazar kıldığımız her şey karşısında körün parmak uçları** kadar hassastır aslında yüreğimiz; her nazar bir iz bırakır derinlerde, her söz bir nişan. Bundandır ki kendimizi dinlediğimiz vakit bir çok ses duyarız ötelerden, duymak istemediğimiz bir çok ses. Unutmak istediğimiz için içimize bastırdığımız bir çok ses; duymaktan çekindiğimiz birçok ses.

Başımız ellerimizin arasında karmaşalarda can çekişiriz geceler boyu; gözümüze dokunanların sessiz çığlıkları duyulur gecenin sessizliğinde. Ne kadar derinlere gömsek de biz içimize bastıklarımızla varız. İçimize sakladıklarımıza karşı kör olduğumuz vakit düşünecek vasıfta yaratılan kalbimiz isyan edecek, ahirette işiten kulağımız şahitlik edecek. Ve bir zaman sonra yüreklerimiz yanı başına gömdüklerimiz yanında kör olacak; gayretimiz ancak buna yetecek belki de… körleştirmeye!

Ne kadar zalimiz aslında, ne kadar cahil. Zulmedip durduğumuz bizim kendi nefsimiz; yüreğimiz, elimiz, ayağımız, bedenimiz. Alemin şahadetinde boynumuz büküldüğü vakit farkına varacağız zulmetimizin; ama bize verilen mühlet dolmuş olacak. Dilimiz bir cümlenin soğukluğunda serinleyecek belki de o gün ‘’keşke toprak olsaydım…’’***

Heyhat! Zulüm hiç yakışmadı bu nazik ellerimize! Zulme layık değil bu özenle yaratılmış yüreğimiz, bedenimiz, nefsimiz. Zulüm dokunursa yar’dan üflenen nutfeye, nasıl veririz ki hesabımızı, nasıl kaldırırız bu başımızı hesap’ta.

Hüzün dokunduğu vakit, içimizin kuytularına sığınırız; gözlerimizi kapatıp, kulaklarımızı tıkarız, ellerimizi avuçlarımıza alır gerçekleri setreylemeyi tercih ederiz.yani zulmü seçeriz farkına varmadan; yüreğimizin düşünme yetisini elinden alırız. Kim bilir belki de içimizin sokakları düşündürür kalbimizi; düşündüğümüz vakit kurtuluruz asıl kör’lükten…

SARAH
6. May 2009, 01:15 PM
Bil(M)iyorum
Hangi ruh ikliminde hangi satırlarla avutuyorum bu serseri gönlümü bil(m)iyorum.

Bir uçtan bir uca ruhumun en derin yerinden gelen bu acı da niye ?

Bil(m)iyorum,

En azından bilmeyişlerimin bir nedeninin var olduğunu bil(m)iyorum;

Ya da bildiğimi zannediyorum.



Nedendir bilmem,

Her kafamı, benim olmayan yastıklara koyuşumda

Kurtarıyorum dünyayı,

Dünyamı kurtarabildiğimi bile bilmezken

Ötelerimi düşünüyorum

Ötelerin ötesini belki de

Düşün(m)üyorum düşün(m)üyorum

Başım ağrıyor

Kafam yastığa,

Benim olmayan yastıklara alışıyor.



Ve farkediyorum ki,

Benim olmayan sadece kafamın ağırlığını taşıyan yastık değil.

Ruhumun ağırlığını taşıyorsa eğer bedenim

Bir sebebi vardır diyorum sessizce

Sessiz ve sakince

Bu aralar uyuyorum

Ruhumun en derin yerinden gelen acıyı, dünyayı, öteleri,

Hatırlayamıyorum, kurtaramıyorum, duyamıyorum.

Sana dair ve Sen'den uzak oluşumun hesabını veremiyorum.

Bil(m)iyorum yoksa artık yavaş yavaş ölüyor muyum ?

SARAH
6. May 2009, 01:19 PM
Kelebek Kanadında...
Gün hiç bu kadar erken

Gece hiç bu kadar karanlık olmamıştı Bana.

Soluklandığım bu ülke boğuyor Ben’i

İki yabancı gitgide daha bir uzaklaşıyor

Ben kafamı gömmeye çalışıyorum

Toprağın en derinine

Ben gömüyorum,

Toprak tükürüyor Beni



Geçmişimin ahları

Yakama yapıştı

Giydiğim elbiseyle ahenk içinde

Hayatın modasını yakından takip ediyor.



Umarım anlıyorsundur Beni

Anla ki susasın

Anla ki için acısın

Anla

An.



Orda mısın bilmiyorum?



Dardayım yalanım yok.

Sana şöyle,

Göz ucuyla baktığım andayım

Yasdayım

Siğaramın dumanında

Kalemin ucundayım.

Uykumun sabahında,

Kâh orda kâh burdayım.



Yaa Hû Ben nerdeyim?

SARAH
6. May 2009, 01:21 PM
Zamanın bittiği yerdeyim

Günesin battığı

Beyazın griye,

Grinin siyaha döndüğü yerdeyim.



Gafletteyim.



Sardunya kokulu günlerim,

Yaşlı gözlerim,

Çocukluğum,

Artık uzaklardasınız,

Biliyorum.



Bu kentin kokusunda sardunya yok

Gözlerimde yas var

Afacan çocukluğum mu?

Derinde belkide

Kaybettiğim yerinde.



“ Uzun ince bir yoldaymışım,

Gidiyormuşum gündüz gece “

Bu kalbim bunca yükle

Uçsun uçabildiği yere.



Bir İstanbul masalıydım

Anlattım

Dinledim

Ve bittim…

SARAH
6. May 2009, 01:25 PM
Fanî Hüsn-ü An…
Sahraların elması naz yapıyor mecnuna

Mecnuna dağlara sorar, bulamaz adresini

Göklerin maviliği, çölün sarı kumları

Uğulduyor geceler şeytan sofralarında.



Çiçeklerin sultanı bülbülü ağlatıyor

Gönlümdeki ırmağın gözeleri kuruyor

Her sözü eğri hançer, kanatıyor kalbimi

Bengi duygularımı yüce söğüt anlıyor.



Gezdiğim bu çöllerde Leyla”nın sedası yok

Saba nesim estikçe nefes alamıyorum.

Gül cemale baktıkça dilim çak çak oluyor

Ceylânın sözlerini gözleri yalanlıyor.





Yüce varlığa şükür, var eyledin âlemi

Zorlu imtihanlarla sınarsın âdemleri

Mal, mülk hepsi senindir, irade yalnız sende

İstersen gül zar eder, dost eylersin kalpleri



Gök kubbenin altında nice sözler söylendi

Saadet meclisinden sayısız üstat geçti

Nedim, Nabi, Nesimi, Şeyh Galipler, Itrîler

Her biri bir gülüne pervazı nakşeyledi.





Amacımız incitmek değildir özge canı

İncitilmek pek ağır gelir efhâmımıza

Ne mümkün, gayri mümkün, yalnız biraz iltifat

Anlayana sözümüz, arif olanlar anlar.

SARAH
6. May 2009, 01:27 PM
Doğum Sancısı...
Çektiğin sancıları hissediyorum,

Mağma gibi hareketlidir duyguların.

Henüz ağarmaktadır tanyeri,

Sefil bir dünyanın doğumudur bu.



İpliğini sanatkârca çekiyor örümcek.

Bol kazançlar dilemeli pusudaki aslana.

Tırtıl habersizce örerken kozasını,

Müstehak mı ki kaynar suya atılmaya?



Toprak canlanmış, çalışmakta karıncalar,

Yaban arısının bal yapmaya niyeti yok.

Fakir çiftçi örtmeye çalışırken tanelerini,

Kargalar haykırmakta açlığını uzaklara.



‘’Çözüm bendedir’’diyor Etna hışımla,

Küllerim çok fayda verecek canlıya, cansıza.

Ey insan! Ey nebat! Ey hayvanat!

Sabredebilirseniz bahara kadar.



Uyku akmakta gözlerinden baykuşun,

Şarkı söylemekte şelale hicaz makamında.

Kara şapkalı adamların uzayan gölgeleri,

Büyük Reis’in çadırına düşmektedir şimdi.



İnsanlık için demiryolları uzatmalı kıt’a aşırı,

Hayvanları koruma adına ulusal parklar yapmalı.(!)

Afrika öksüzlerine yardım için kurulan örgütler,

Özgürleştiriyorlar Eski Dünya’yı Yeni Dünyadakiler (!)

SARAH
11. May 2009, 11:33 PM
Ahh Ben Var Ya Ben!
Bir benim var, benden önde gider

Bazen yanımda, bazen arkama düşer

Düşer, düşer ama her defasında ayağa kalkar

Ne azimlidir ne hırslıdır bu ben



Ben benim coğu zaman kuklasıyımdır

İftihar etmem, bu hâllerimden

Değiştirmek de isterim,

Beni bende hapsedip sıfırlamak

Yok etmek

Hiçliğin ötesindeki zindan da tutsak olsun isterim.



Ama neyleyim ki

Ötedeki zindanda

Tutsak olanımdır aslında.

Tutsak olanımdır

Sol yanımdır,

Tutsak olduğumun farkında olmayanımdır.



Kimi der,

Ben, ben’den öte git

Git gidebildiğin kadar git

Git ve gittigin yerde kendini yok et.



Kimi de der ki,

Gel, ben’den öne gel

Sen önde kal, ben arkada

Yolun sonuna kadar

Gidelim beraber.

Yolun sonunda sen kaybol.

Ben ise hesabın ve yanılgının sıcaklığında

Tek başına, çaresiz.



İşte o zaman ne ben

Ne de ben de ben kalır

Yalnızca bir ben kalır ki

Çaresiz af diler

Af diler ve titrer

Ve anlar

Artık geride kalır

Sürekli önnmde giden ben



Ahlanıp vahlansam da

Ne çare

Yalnızım artık

Sorular sorular sorular

Dilim döner mi

Var mıdır verilecek cevaplar

Şimdiden bir şey diyemem

Bilirim ki ahlanıp vahlanmak boşadır

Meydan herkesin meydanıdır

Meydan er kişinin meydanıdır.



Ya Rabbi,

Sen her kişinin meydanından

Er kişi çıkar beni.






Birden bire bir gürültü

Kızım Rana

Oyuncaklarla dolu kutuyu devirdi

Uyandırdı beni.



Uyuyakalmışım bir başıma,

İnsan bir başına uyuyakalır mı,

Bu koskoca dünyada?

Zannederdim ki bir ben varım yalnızca

Anladım ki bir ben

Bir de ben de ben var kısaca

Uyandırdı beni,

Yarışa kaldığımız yerden devam etmek için

Kızım Rana.

Eeee dedim, nerde kaldık kızım,

Mücadele etmek lazım

Varmak için bitiş noktasına.



Ahh ben var ya ben!

SARAH
11. May 2009, 11:35 PM
Bil(M)iyorum
Hangi ruh ikliminde hangi satırlarla avutuyorum bu serseri gönlümü bil(m)iyorum.

Bir uçtan bir uca ruhumun en derin yerinden gelen bu acı da niye ?

Bil(m)iyorum,

En azından bilmeyişlerimin bir nedeninin var olduğunu bil(m)iyorum;

Ya da bildiğimi zannediyorum.



Nedendir bilmem,

Her kafamı, benim olmayan yastıklara koyuşumda

Kurtarıyorum dünyayı,

Dünyamı kurtarabildiğimi bile bilmezken

Ötelerimi düşünüyorum

Ötelerin ötesini belki de

Düşün(m)üyorum düşün(m)üyorum

Başım ağrıyor

Kafam yastığa,

Benim olmayan yastıklara alışıyor.



Ve farkediyorum ki,

Benim olmayan sadece kafamın ağırlığını taşıyan yastık değil.

Ruhumun ağırlığını taşıyorsa eğer bedenim

Bir sebebi vardır diyorum sessizce

Sessiz ve sakince

Bu aralar uyuyorum

Ruhumun en derin yerinden gelen acıyı, dünyayı, öteleri,

Hatırlayamıyorum, kurtaramıyorum, duyamıyorum.

Sana dair ve Sen'den uzak oluşumun hesabını veremiyorum.

Bil(m)iyorum yoksa artık yavaş yavaş ölüyor muyum ?

SARAH
11. May 2009, 11:39 PM
Üveykler Üzülmesin!
Belletmen, yanan bir köz gibidir. Eğer tam yanamamışsa ateşi kızgın kor olur, yakar düştüğü yeri. Bu da çoğu zaman en sevdikleri olur. Diline, kalbine, özüne hâkim olup kirli duygularına gem vurmayı başarabilendir belletmen. Üşüdüğünde Mevlana’nın şefkatli kollarında ısınan yine belletmenin ta kendisidir. Zira aşk ateşinde erimesi lazımdır.

ÂŞIK

Âşık olan kırılsa da kırmaz kimseyi

Sokulsa da yılan gibi okşar başları

Gönül koymaz öyle unutur olanları

Açar ellerini inler gece yarısı.

Kalbini oklardan alamaz Âşık.

Bakışlar karanlık hastadır artık..

İdraksiz dostlara aldırma Âşık

Sen sevdanı söndürme, yansın artık.

Bizim Âşık hoş tutar gönülleri

Durmaz Aşık; bulsun diye Rabb’ini..

Âşık olan tutar herkesin elinden

Sever ölesiye, canlı tüm bedeni.

Sen nasıl aşıksın Yunus misali?!

Bu nasıl yemindir? Kesilse başı;

Durmak yok, öteleri bulmalı.

Âşık söyle, kalbin neyle boyalı?

Gönül evidir, insanı dengede tutan. “Gönül yarasıdır, kapanmaz” dememişler mi hem?!... “Evin kristalden ise kimsenin camına taş atma!” sözünü çok tekrar ederdi abim.. örümceklerle, akreplerle bile geçinmesini bilen; Havari timsali, çiçek kokulu, fütüvvet ruhlu, babayiğit, gönülsüz, elsiz, dilsiz, dipdiri canlar gerek.. hayatı hamlelerle dolu, bir ayağı uçuruma gider gibi görünse bile.. dönüşlerde düşse bile.. yokuşlarda yorulsa bile.. çile sokaklarında gözü yaşsız olsa bile.. olur be dostum, üzülme sen! Yeter ki Hz. Ömer (R.A.) gibi “Havf-Reca” dengesini unutma.. Mus’ab’ın (R.A.) sadakatini tak boynuna.. edep imandandır; o halde haya elbiseni sakın çıkarma! Gönül al, gönül ver. İzin ver, girsinler ama kırılma, sıkılma, çatlama, gönül koyma! Hele hele sakın kin tutma!

Hocamız şöyle diyor; “ Delikanlılık bir dönemeçtir. Bu dönemde hırs, inat ve şehvet insanda en azami şekilde kendini gösterir zaten bunlar insanda olur ve de en ileri şekilde olmalı. İşte delikanlı gerçek yiğit; iradesini ortaya koyup bunları dizginlemesini bilen ve müspet yola kanalize edendir. Bu dönemde ben, beraber olduğum bütün arkadaşlarımı şimdi gidiyor, köylerinde de olsa buluyor, arkadaşlarımdan haklarını helal etmelerini istiyorum.”

Biz hayatı kimden öğrendik ki ?! Bizatihi yaşayan ve anlatandan değil mi?! İşte bize bir şey daha öğretiyor; gençlikte geçimsizlikler bazı hareketlerimizden dolayı olur ama önemli olan bunu ahirete götürmeyip burada hakları helal ederek gönülleri hoş tutmaktır.

Hoşgörü ve diyalog adına gönülsüz de olunur, cansız da… Sevgi çağlayana dönüşmeli. Çeşmeler kurmalıyız, susayan gönülleri sulamak için… Köprü olmalı. Basmalılar, acıtmalılar gönlümü; karşıdaki gerçek hayatın Kevserinden kana kana içmeleri için… Hemen yakınma, vazgeçme dostum! Anlamıyorlar diye onlara niye kızıyorsun? İçine at.. kendin yan.. deliler gibi dolaş ama anlatma onların çirkin yanlarını.. dön bak kendine.. sen anladın mı abini? Üzmedin mi hiç?!... Hem kalbinde olan acıyla yatıp, bu acıyla kalkıp, yepyeni bir yüzle; “Günaydın!” demek, tebessümle koltuğunun altına almak, onu bitirebilir, kim bilir?! Dinlemiyorlar diye niye onları suçluyorsun? Demek ki dinletmesini bilmiyorsun! Aralarında dolaş, dertlerine derman ol; yılan gibi soksalar bile, konuşmasını bilmeseler bile… Onlar yanlış konuşuyor da odalarına bile girmek istemiyorsan suç sende! Niye onları öyle konuşturuyorsun? Ne yapıyorsun onlara?! “Yılanın başı küçükken ezilir!” Niye müdahale etmedin? Kaçma onlardan, hiçbir şeyi halledemezsin! Sırt sırta vermiş, düello edeceksin neredeyse!.. Dön! Hemen, gel yüz yüze.. sevdiğini göster. Her şeye rağmen ona deliler gibi yandığını anlasın. Hata yapmak kolaydır. Hataya sabretmek zordur. Biz zora talip olmadık mı Dostum?! O halde bu erken pes de nerden çıktı, daha yolun yarısındayken?!... Daha çok işler yok mu?! Onların susadığını nasıl hissetmezsin? Bu kadar kalpsiz misin?!

Onların istediği ağabeyliği bir gül demeti halinde onlara sunacaksın. Koklayacaklar, koklayacaklar; “Abim!” deyip abisiyle yatacaklar. Düşlerinde abisini görecekler. Onları alacaksın içine, alacaksın kalbine.. bahçevan gibi su vereceksin.. ışıklarını kontrol edeceksin. Fidan onlar. Çiçeklere gösterdiği titizliği onlara da göstermelisin. Fidan büyüyüp meyve vermeli. Çürütme onları!!!...

Talebeleriyle problemleri olan bir belletmene...

SARAH
11. May 2009, 11:48 PM
Ufukta bir güneş doğdu, adını SİNAN koydum.

Yoklukta var olan küçük nesne; işte ben oydum.



Hiç ve hep; budur benim yazılan asil çilem,

Sonum onda gizli.. o da SADAKAT DİLEKÇEM!



Acı ve keder; yoğurur beni iki büklüm,

Sana geldim… Amel sandığı omzumda yüküm.



Divane bir yolcusuyken şu fani dünyanın,

Bekçisi ben kalmışım; sevgili kabristanın!



Hayat zor bir yokuştur; zirvede bekler ölüm!

Issız çöl kumlarında, beni tarihe gömün!

SARAH
12. May 2009, 10:46 AM
Kendim için bazı şeylerden "vazgeçtim" ya da "vazgeçmek zorunda kaldım" desem daha iyi olacak..


Ben kendi isteğimle değil "CAN" yerine koyduğum biri benden "vazgeçtiği için vazgeçtim..."


ilk önce ellerinden "vazgeçtim.." Hani bir zamanlar tutmaya kıyamadığım usul usul korka korka tuttuğum ellerden "vazgeçtim.." Kendim istediğim için değil...CAN'ım öyle istedi.. Ben CAN'ımı dinlerim.. Bir zamanlar CAN yerine koyduğumu dinledim...


Sonra bakmaya doyamadığım gözlerden "vazgeçtim..." Hani hep bakmaya doyamadığınız gözler varya.. İşte ben o gözlerden "vazgeçtim.." "Bıktığım" ya da "İstemediğim" için değil sadece CAN yerine koyduğum CANım Vazgeçti diye Vazgeçtim... Usulca korkarak...


Kısa bir ara sonra dudaklarından Vazgeçtim.. Karşınızda onun sizinle konuşmasını sağlayan o dudaklardan Vazgeçtim... İsteyemeyerek de olsa "vazgeçtim..." Yine ben istediğim için değil CAN yerine koyduğum CAN'ım istediği için "vazgeçtim.."


Bir zaman sonra CAN'ımla ilgili düşler kurmaktan vazgeçtim.. Çünkü CAN'ım çoktan Vazgeçmişti ve "Benden de istiyordu" bende sırf CAN'ım istediği için VAZGEÇTİM.... Korkarak, ürkerek VAZGEÇTİM....


Ama o bilmiyordu ki ondan her uzaklaşmam aslında kendimden Vazgeçmemdi.... Hayallerimden Vazgeçmem.... Vazgeçtiklerimin hepsi CANımdı.. Bana ait olan şeylerdi...


Ve Şimdi...
Ellerinden, gözlerinden, hayallerinden..
Ben CAN'ımdan Vazgeçtim..