PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Ey hanne'nin adağı


Hanne
5. May 2009, 12:41 AM
EY HANNE'NİN ADAĞI,
Ey ibadet ve takvayı yüreğine ram eden İFFET!
Kavrulan çöl toprağı misali sıcaksın inancında
ve öğrettin bize biliyoruz;
" Adanmışlığın kölelik değil hürriyet olduğunu
Kanat çırpmanın, yani özgürlüğün secdeyle beslendiğini...."
Evet hayatına dair herşeyi biliyoruz
İffetli bakışları ve iffetli duruşları öğret...
ve gülümse bana
seni gerçekten anladığım gün gülümse!
Güzel öğrendik seni, güzel tanıdık...
Fakat sen!
Hem kendi tarihine, hem bu topluma şunu öğrettin:
"Allah' a adanmış bir hayatın izzet ve şeref olduğunu
İbadet ve iffetle coşturduğun damarlarında ki kanı
damarlarıma taşı önce...
ve uzat, iffetli ellerini benliğime...
ve sana neler yaptıklarından daha çok
"nasıl mücadele ettiğini" anlat
Cahil ve zorba olan bir halkın karşısında
İnançlı bir kadının ve bir evladın gücünü...
ve bazen...
kadının susmasının iffetten bir parça olduğunu...
Her bir direnişin, bir mucize doğurduğunu anlat
ve annesizlikten bahset,yada babasızlığın ağır bir
yalnızlık olduğundan
Fakat sonra de ki;
"Allah yalnızların eğiticisidir"
ve öğret bana EY MERYEM!
Dünyanın en hayırlı kadını olabilmeyi,
Kadın iken güçlü olabilmeyi,
sen yokken de senin gibi yaşayabilmeyi
seni anlarken seni unutmamayı
Bir inkılabın ve bir devrimin
Kadının yüreğinde saklı olduğunu...
Öğret bana;
Bir gün üzerimde taşıyacağım yükün..
ve bütün kelepçelerin önce yürekte kırılacağını"
Ah kendi tarihinde mabede adanan ÖZGÜRLÜK...
Ahlarımın gizeminde saklı sancının ağırlığı kadar zordur sana seslenmek,
İffetli bakışları ve iffetli duruşları öğret...
ve gülümse bana
seni gerçekten anladığım gün gülümse!

SARAH
5. May 2009, 09:27 PM
/şimdilik avuçlarıma alamıyorum gülü,

dikenlerini avuçlayabiliyorum.

razı oluyorum can’ımın yanmasına;

can’ımı yakıyorum avuçlarımı sıkarak…/



ey benim sîne-i nurum,

ey benim nûr-u aynım,

ey benim sabrı cemîl’im,

ey avuçlarımı dikenlerine rağmen kendine toprak bildiğim gül’üm,

şimdilerde yakubî bir soluktur içime çektiğim,

dilimin kıyısına dokunan, bir baba yüreğinin niyazı kadar beyaz;

“artık bana güzel bir sabır yakışır!”

dilim, yusuf’umu besleyen bir dua için dokunur söze.

bir yusuf kuyumda ağlar, arşta yükselirken adı

bir yusuf nazarımdaki kıymetini bilmez, eza olurken ahvali sol yanıma…

bir yusuf, yusufluğunu bilmez;

ve ben korkarım bir hasetlik canına dokunur yusuf’un diye…

ben korkarım karanlık eza olur yüreğe diye…



ey benim derûnumdaki sevda,

yarınlarıma dair hüsn-ü zannım,

hatrına niyaza dokunur dilim her dem,

hatrına yüreğim buruk heyecanlar yaşar doğan günle,

hatrına boyun bükerim sevgili’ye,

hatırı sayılır olurum diye yar nazarında..



ey benim avuçlarımı kanatan sevda,

derinliğim kadardır avuçlarımda açtığın yara,

ne içimi imar ediyorsun sevinçle,

ne de sûretime mutluluğun resmini çizebiliyorsun.

ben üzerine titriyorum bir çocuk gibi,

büyümeni istiyorum,

büyütmeni istiyorum beni yâr nazarında..



ey benim lisanını hala anlayamadığım sevda,

sükûtun dağlar gibi içimde,

rengin gece misali.

leyl’im der susarım şimdilerde -sen gibi-,

yücelirim “yâr” makamına diye…



ey cemil’in letafeti,

yûsufî güzellikte değil sûretim

yakub kadar sabırlı da değilim,

ama bilirim ki içimde büyürsen;

sultanı olacağım bir beldenin.

gözlerim aydınlanacak,

aydınlık olacağım mısır’a..



ey içimdeki sevda,

içimin nil’i olursan, ereriz huzura;

can oluruz bir kurak beldeye…