PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Genel olarak kur'ân’ın üslub özellikleri


hasyetullah
29. April 2009, 12:54 PM
Kur'an nasıl bir üslup kullanır? Doç. Dr. Düzenli Kur'an dilinin farklı yönlerini ele alıyor.


Doç.Dr. Yaşar Düzenli

Üslup kelimesi, sözlük açısından takip edilen yol, tarz, eda, stil anlamına gelmektedir. Söz açısından kullanıldığı zaman; söyleyenin sözün inşasında, gerek lafızların seçimi ve gerekse onları telif ederken tercih ettiği ve böylece kendisini başkalarından farklı kıldığı ifade tarzı anlaşılır. Herkesin duygusunu, düşüncesini, his ve hayallerini anlatmak için şahsi bir ifade tarzı vardır. Bu tarz onun üslubudur.1 Tefsir usulünde kullanılan bir terkip olarak Üslubu’l-Kur'ân; Kur'ân’ın, kelamı telif edişi ve lafızları seçişinde kendisine mahsus tarzı olarak tanımlanmaktadır.2


Kur’ân-ı Kerim’in üslubu çeşitli açılardan değerlendirilmiştir. Bilhassa lafız-mana ilişkisi, muhatap aldığı kitlenin sosyal ve kültürel statüsünün çeşitliliğine rağmen, aynı anda her kesime hitap etmesi, sözün akışında hem aklı, hem de duyguları tatmin etmesi, ses düzenindeki ahenk ve ritim gibi birçok açıdan dikkat çekici özellikleri öne çıkarılmıştır.3 Bizim bu başlık altında söylemek istediğimiz, Kur'ân’ın üslubunun bu yönlerine değil, daha çok üzerinde açıklamalarda bulunduğu alanlarla ilgili, özellikle de gayb alanı ile ilgili açıklamalarını yaparken gerçekleştirdiği tarz, yöntem ve eda keyfiyetleri olacaktır.


Bilindiği gibi Kur'ân, tüm insanlara yapılmış evrensel bir mesajdır. Muhatabı, anlama ve kavrama yeteneğine sahip herkestir. (41/2) Pek tabii ki, insanlar bilgi, anlayış ve kavrayış bakımından birbirlerinden farklıdırlar. Bu da son derece doğaldır. Kur'ân, mesajını hitap ettiği tüm kesimlerin anlayabileceği tarzda iletmek durumundadır. Bunun için Kur’ân, mesajını muhataplarının zihinlerine yaklaştırarak anlatma cihetine gitmiştir. Bu işlevini de çeşitli ifade tarzları ve anlatım çeşitliği içerisinde yerine getirmiştir. Böyle bir yöntemi seçtiğini de zaten Kur'ân açıkça söylemektedir: “Bak, iyice anlasınlar diye, mesajları nasıl her yönüyle açıklıyoruz.” (6/46, 65; 17/41, 89; 18/ 44) İşte bu çok yönlü açıklamaları; teşbihler, kıssalar, meseller ve kullandığı antropomorfist dil vasıtasıyla yapmaktadır.4


Her şeyden önce Kur’ân-ı Kerim nüzul seyri çerçevesinde her şey önceden planlanarak ve belli bir muhatap kitlesi hedeflenerek yazılmış bir kitap olarak değil, bir hitap şeklinde nazil olmuştur. O, yazılı bir metin değil, şifahi bir sözdür; yani bir hitaptır. Bu husus, üzerinde yoğunlukla durmayı hak eden bir konudur. Çünkü maksadın ortaya konulması açısından, muhatabın anlama ve algılama durumunun hemen gözlemlenmesi ve buna göre ifadenin yönlendirilmesi, vurguların ve kullanılan argümanların atmosfere göre değiştirlmesi hitapta çoğu zaman kaçınılmaz iken, yazılı metinde büyük oranda bu mümkün olmamaktadır. Bundan dolayı Kur'ân-ı Kerim, 23 yıllık zaman diliminde değişik olaylar ve buna paralel gelişmeler üzerine nazil olmuş, konu itibariyle çoğu kez birbirinden bağımsız pasajlar içermektedir. Bu durum, orada kronolojik, planlı, programlı; giriş, gelişme ve sonuç bölümlü bir metin ortaya koymaya manidir. Bu ifadeler Kur'ân’ın kendi içerisinde tutarlı bir anlamlar bütünü sunmadığı anlamına asla gelmemektedir. Daha önce de belirtildiği gibi Kur'ân, topyekûn varlık dünyasına dair ilahi bir okumadır, ilahi bir dünya görüşüdür. Bundan dolayıda tutarlı olmak zorundadır ve zaten tutarlıdır. Tutarlı oluşu, aynı zamanda onun Allah katından olduğunun da bir teminatıdır. (4/82)


Dolayısıyla onda, yazılı bir metnin özelliklerinden ziyade, hitaba ve söze dair özellikler aranmalıdır. Zira Kur’an, uzun bir sürede, okuma yazma bilme oranı son derecede düşük olan ümmi bir topluma, salt bir zihni egsersiz yaptırmak için değil, fakat bütüncül bir dünya görüşü ve buna paralel düzeyde davranış kalıpları kazandırmak için, olgudan nassa, nasdan olguya şeklinde gerçekleşen ve aşamalı olarak yapılmış bir konuşma metnidir. Kur'ân’da konuşan; gerek sözleri ve yönlendirmeleriyle ve gerekse tüm olayların arkasındaki aktif güç olarak varlığını hissettirmesi ile gerçek mütekellim Allah’tır. Bu açıdan bakıldığında Kur'ân’da göze çarpan hâkim üslup Allah merkezli (theosentric)dir. Her yerde ve her zaman, her olayın gerçek faili yalnız Allah’tır. Öyle ki, bahis konusu edilen bütün olayların arkasında mutlak irade ve güç sahibi olarak Allâh vardır. Makro ve mikro boyutuyla fizik âlemin bütün olaylarında fail güç O’dur. Yıldızları sevk ve idare eden O olduğu gibi (7/54; 16/12), spermanın teşekkülünden yumurta hücresiyle birleşip yeni bir yaratığa dönüşmesine kadar geçen bütün safhalarda (23/12–14) yine o vardır.5 Ancak bu durumun, hedef ve gaye açısından değil, üslup açısından böyle olduğunun altının çizilmesi gerekir. Fazlur Rahman’ın da isabetle belirttiği gibi, Kur'ân’da Allah lafzı altı binden fazla geçmiş olmasına rağmen, haddizatında onun geçtiği bütün bu ifadelerindeki ilgi, merkeze yerleştirdiği insan hakkında olması kimseye şaşırtıcı gelmemelidir.6


Burada bahis konusu yaptığımız usluba dair, Mevdudi’nin söylediklerini kayda değer bulduğumuz için, alıntılamak istiyoruz: “Sıradan kitapların aksine Kur'ân, edebi bir sıraya göre tertip edilmiş belirli konular hakkında bilgi, fikir ve tartışmaları ele almaz. Bu nedenle Kur'ân’a yabancı olan kişi, onunla ilk karşılaştığında, bölümler ve kısımlara ayrılmamış veya farklı konuların farklı bir şekilde ele alınmamış ve hayatın farklı yönleri ile ilgili emirlerin düzenli bir şekilde verilmemiş olduğunu görünce şaşkınlığa düşer. Buna mukabil, daha önceden hiç karşılaşmadığı ve onun kitap anlayışına hiç uymayan bir şeyle karşılaşır. Kur'ân’ın imanla ilgilendiğini, ahlaki direktifler verdiğini, kanunlar koyduğunu, insanları İslam’a çağırdığını, kâfirleri uyardığını, tarihi olaylardan ibret dersleri verdiğini, uyarılarda bulunduğunu, müjde verdiğini ve bunların hepsinin bir ahenk içinde sunulduğunu görür. Aynı konu farklı şekillerde tekrar edilir ve görünürde hiç ilgisi olmayan bir konu diğerini takip eder. Bazen hiç görünür bir sebep yokken, bir konunun ortasında başka bir konu anlatılır. Konuşmacı, hitaplar ve hitabın yönü hiçbir kurala uymaksızın sürekli değişir. Hiçbir yerde bölüm ve konuları ayıran bir işaret yoktur. Tarihsel olaylar anlatılır; fakat anlatım tarih kitaplarındaki gibi değildir. Felsefe ve metafizik sorunlar bu konulardaki ders kitaplarından çok farklı bir şekilde ele alınır. İnsandan ve evrenden, tabiat bilimlerindekinden farklı bir dille bahsedilir… Kur'ân başlangıçta, ele aldığı konuları ve ulaşmak istediği amaçları liste halinde sunmaz. Açıklama, üslup ve usulü genelde okunan kitaplara benzemez ve herhangi bir kitap düzenini takip etmez. Bunun da ötesinde Kur'ân, kelimenin genelde anlaşılan anlamıyla bir “din” kitabı değildir. Kur'ân’ın birçok yerinde arka plan tasvir edilmez ve pasajın özel nüzul sebebi olan durum ve olaylara değinmez. Bunların bir sonucu olarak, sıradan okuyucu orada veya burada birkaç parça cevher keşfetse de, Kur'ân’ın değerli hazinelerinden tam olarak yararlanamamaktadır.”7


Mevdudi’nin de yukarıda değindiği gibi, Kur'ân’ın kendisine mahsus, diğer hiçbir kitapta olmayan bir anlatım tarzı vardır. Özellikle vurgulanan 23 yıllık süreç ve bu sürecin aşamaları çerçevesinde canlı bir söylem ortaya koyan Kur'ân’ı, bir başka açıdan Hz. Peygamberin 23 yıllık elçilik döneminde, Onun mücadele tarihi olarak okumak mümkündür. Bu mücadelede, hem cevap vermek ve hem de yeni söz söylemek bir arada gerçekleşmiştir. Cevap; karşı çıkan inkârcı cepheye yönelik olduğu gibi, mesaja gönül verenleri hem bilgilendirmek ve hem de yaşadıkları soru ve sorunlarının çözümüne yönelik de olmaktadır. Aynı şekilde, salt bir cevabın ötesinde, Kur’an mesajı, doğrudan yönlendirme, teşvik, terğib ve uyarı niteliği taşıyan ifadelere yer verdiği gibi, bu uyarıları da, değişik söz kalıpları içerisinde vermektedir. Çoğu zaman Hz. Peygamber’e teselli, ümit ve cesareti, tarihten, geçmiş peygamberlerin inkârcı kavimleriyle olan mücadelelerini anlatarak, bu anlattıkları üzerinden verir. Hz. Peygamber’e karşı olan inkârcı cephenin ileri sürdükleri tezleri, sözü öldükten sonraki diriliş, cennet ve cehennem atmosferine çekerek, cehennem zebanilerinin ve diğer meleklerin ağzından, cehenneme sevk olunmuşlara verdirdiği cevaplarla geçersiz kılar. Bunun örnekleri bir hayli çoktur. Mücadelenin gerçekleştiği zaman, henüz dünya hayatında olmalarına rağmen, o gün ileri sürülen bir karşı tezin, cehennem de olan bir başka inkârcı tarafından yalanladığı görülür.


Bazen de gerçekleri konuşan, şahıslar değil, mücerret varlıklar, mekânlar, kuşlar olur. Söz burada da durmaz, yine ahiret hayatına giderek, cennet ve cehennemin bizzat kendisi konuşur. Buna bir örnek olarak, Kâf suresi (50) 30. ayetinde söz konusu olan: “O gün Cehennem’e: - Doldun mu? Deriz. O, - Daha var mı? Diye cevap verir.” ayetidir. Nitekim bu ayete ilişkin Subhi Salih’in şu değerlendirmesi gerçekten kayda değerdir: “Burada söz konusu olan ebedi bir şahıslaştırmadır. Diyalog üslubu, ifadeyi canlandırıyor ve Cehennem’in derinliğinin ve uçsuz bucaksız genişlik ve büyüklüğünün müşahhas fikrini elle tutulur hale getiriyor. Fevkalade ve harikalarla dolu rivayet tefsiri gibi manasız teferruat yığını ilave etmek yerine, buradaki Sami dehasının çok karakteristik muhtelif tasviri şekillerini mecazi manada anlamak yerinde olur. Kur’an Ahireti tamamen yeni bir âlem ve mutlak olarak İlahi kudretin tecelli ettiği yer olarak mütalaa ediyor. Bundan dolayı Allah eşyayı konuşturabilir ve onları canlandırabilir. Fakat bu kitap ilk önce Araplara hitap ettiğinden, mecazların sıkça kullanışı gibi derinden Arap üslubunu kullanıyor. Tasvirler kelime, zahir manasında alınmamalıdır, ama lisanın ruhuna göre tefsir edilmedir.”8


Kur'ân’daki tekrarları da bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir. Yazılı bir belge için tekrar, telif zaafı olarak kabul edilmektedir. Ne var ki, Kur'ân-ı Kerim’de bir hayli tekrar vardır. Bu tekrarlar bazan konu olarak, bazan da cümle şeklinde yer almaktadır. İlk bakışta çok normal olmayan bu durum, şifahi kültürle yoğrulan bir toplumu, yeniden fert fert inşa etmek için yola koyulmuş tarihi ve tedrici bir konuşma açısından normal ve hatta gerekli olduğu bile söylenebilir. Çünkü bu, Watt’ın da söylediği gibi, öğreticilik açısından son derece etkilidir.9


Kur'ân-ı Kerim ne bir felsefe, ne tarih ve ne de müstakil bir hukuk kitabıdır. Bütün bu alanlara giren birçok konudan bahsetmesine rağmen o, bir hidayet kitabıdır. Ana hedefi, Allâh ile âlem ve bilhassa insanlar ve insanların fiilleri arasındaki alaka ve münasebettir.10 Böyle olunca o, mesajın aktarılmasında bilhassa dile dair kullanılabilecek tüm materyalleri kullanmıştır. Bu materyaller arasında mesajın; sorulan sorulara cevap verme, muhaliflerin iddialarına mukabelede bulunma veya bilhassa Peygamberin konumu ve tebliğinin ana eksenini ortaya koyma noktasında doğrudan doğruya klişe cümleler halinde ifadesi olarak, qul/de ki diye başlayan cümleler dikkate değer gözükmektedir. Bunlar toplam olarak 300 civarındadır.11


Bunların dışında, yeminler, kıyamet ve sonrasında yaşanacak olan olayların, yaşanmış bir üslupla canlı sahneler olarak anlatımı, kıssalar ve meseller, teşbihler, mecaz ve kinayeler bu bağlamda kullanılan en önemli materyallerdir.

DİPNOTLAR


[1] İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab,(Lisân), Beyrut, ts. I, 473; Ebu’l-Bekâ el-Kefevî, el-Külliyât, Beyrut, 1993, s., 83.


[2]Abdülazîm ez-Zerkânî, Menâhilü’l-Kur'ân fî Ulûmi’l-Kur'ân, Mekke-i Mükerreme, ts. II, 199; Abdurrahim, Abdulcelîl, Luğatu’l-Kur'âni’l- Kerim, s. 289.


[3] Bu konuda bkz. M.Abdullah Draz, en-Nebeü’l-Azîm, Mısır,1960, s. 102–136; Nuaym el-Humusî, Fikretü İ’câzi’l-Kur'ân, Beyrut, 1980, s. 29 vd.


[4] Halis Albayrak, Tefsir Usulü, İstanbul,1998, s.45-49.


[5] Özsoy, Ömer, Sünnetullah: Bir Kur'ân İfadesinin Kavramsallaşması, s. 144.


[6] Fazlur Rahman, İslâmî Yenilenme, (çev. Adil Çiftçi), Ankara, 1999, s., 13.


[7] Mevdudi, Tefhîmu’l-Kur'ân, ( çev., Komisyon) İstanbul, 1991, I, 15–16.


[8] Salih, Suphi, Ölümden Sonra Diriliş, (terc. Şerafeddin Gölcük), İstanbul, 1981, s.86.


[9] Watt, W. Montgomery, Kur'ân’a Giriş, (çev. Süleyman Kalkan), Ankara, 1998, s., 89.


[10] Yazır, hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, ( Hak Dini), İstanbul, 1979, I, 17.


[11] Abdulbâkî, Muhammed Fuâd, Mu’cemu’l-Müfehres, İstanbul, 1984, (Qul) maddesi.

http://www.kurannesli.info/bilgibankasi/yazi.asp?id=1419