PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kur’an Deyimlerinde Teşbihin Temel Özellikleri


HanifMuslim
3. April 2009, 03:02 PM
Kur’an Deyimlerinde Teşbihin Temel Özellikleri

Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 343

Bu anlamda Kur'an'ın deyimsel yapısının dil, edebiyat, kültür vb. açılardan kapsamlı bir şekilde ele alınması, deyimsel anlatımın Kur'an anlatımındaki yeri, gayesi, boyutları vb. konuların ele alınıp incelenmesi günümüz araştırmacılarının önünde önemli bir görev olarak durmaktadır. Deyimsel anlatım, konuları ele alırken hem akla hem duygulara ve hem de vicdana etkileyici bir üslupla hitap etmek üzere teşbih, mecaz, istiare, kinaye vb. sanatlara başvurur. Kur'an'ın deyimsel yapılarını anlamada ve çözümlemede hiç şüphesiz söz sanatları önemli yol işaretleri mesabesindedir. Ancak teşbih sanatı, yaygın bir kullanım alanına sahip olması ve birçok sanatın da ilk aşaması sayılması hasebiyle daha fazla bir önemi haizdir. Bu makalemizde Kur'an'ın deyimsel yapılarında çok önemli bir yeri olan teşbihin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilmek için onun temel özelliklerini ortaya koymaya çalışacağız. Kur'an deyimlerinde teşbihin4temel özelliklerine geçmeden önce teşbihin ne denli etkili bir sanat olduğu ve bunun nedenletekbir dilsel birim(anlam birim)dir. (Kâsımî, s. 28.) Yukarıda yapılan tanımlardan hareketle biz Arap dilinde deyimi şöyle tanımlayabiliriz: “Genellikle iki veya daha fazla sözcüğün yan yana gelerek kendi gerçek anlamlarından sıyrılıp fazlaca bir değişikliğe izin vermeyecek şekilde tek bir dilsel birim halinde bir takım söz sanatlarının etkisiyle yeni bir yan anlam kazandığı etkili ve sanatlı anlatım biçimi olan kalıplaşmış dil öğesidir”. (Komisyon, el-Mucemu’s-Siyâkî, Mukaddime; Komisyon, el-Mucemu’l-Esâsî, s. 817; Ebû Sa‟d, s. 5; Kâsımî, s. 28.) Arap Dilinde deyimlerin çeşitleri, kapsam ve sınırı, diğer dil öğeleriyle olan farklılıkları, temel özellikleri konularnda bkz. Koçak, Kur’an’da Deyimler, s. 42-76. 4 Aralarında çeşitli yönlerden benzerlik bulunan varlıkları, belirli edatlar yardımıyla benzetme sanatına denir. (Hâşimî, s. 247; Bekrî, el-Belagatu’l-Arabiyye, II, 13; Atîk, fi’l-Belagati’l-Arabiyye, s. 61; Bilgegil, s. 134-135; Fadl, el-Belaga, s. 17.) Teşbih sanatında en az iki, en fazla dört öğe bulunur. Bunları şöyle sıralayabiliriz: 1) Müşebbeh (benzeyen): Birbirine benzetilen kavramlardan güçsüz, zayıf olanıdır. 2) Müşşebbeh bih(benzetilen): Kavramlardan daha güçlü ve üstün olandır. Bu ikisine teşbihin tarafları da denir. Teşbihin olmazsa olmazlarıdır. 3) Vech-i şebeh (benzetme yönü): Benzeyen ve benzetilen arasındaki ortak noktadır. Zaten benzetme bu ortak noktayı belirtmek için yapılır. (Komisyon, el-Belagatü’l-Vâdıha, s. 20; Hâşimî, s. 247-248; Soysal, s. 98; Kocakaplan, s. 161-162; Tahirul-Mevlevî, s. 168-169; Bilgegil, s. 134-135; Fadl, el-Belâga, s. 22.) 4) Edat-ı teşbih (benzetme edatı): Taraflar arasında benzetme ilgisini Kur'ân ( ،هباشَ ،ًثاَّ ،هباشِ ،ًثاِّ ،ىحٔ ،ًثِ ،ّْأو ،ن

KUR’AN DEYİMLERİNDE TEŞBİHİN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Süleyman Koçak


ÖZET

Kuran'ı anlamak büyük ölçüde onun üslubunu, sanatlarını, dil yapılarını anlamaktan geçmektedir. Bu anlamda deyimsel anlatım ve birçok sanatın ilk aşaması sayılan teşbih sanatı son derece önem arzetmektedir. Bu makalemizde Kuran deyimlerinde teşbihin temel özellikleri konusunu incelenecek ve böylece Kuran'ın etkili anlatımına ne derece katkısı olduğunu ortaya konmaya çalışılacak. Anahtar Kelimeler: Kur'an, teşbih, deyim, belağat, üslup ABSTRACT BASİC CHARACTİSTİCS OF COMPARİSON İN THE IDİOMS OF QURAN Understanding of Quran depends on comprehension of its method, rethorics and structures of language. In this sense, idiomatic explaning and comparison that is considered to be the first step of a lot of rethorics are more important. In this article, subject of basis characteristics of comparison will be studied and thus, it will be demonstrated to contribute comprehensive influence of Quran. Key Words: Quran, comparison, idiom, rethoric, method

GİRİŞ

Kur'an, mutluluk rehberliğini dün olduğu gibi bugün de yerine getirebilecek güçtedir. Ancak günümüz insanları ile bu kitap arasındaki mesafe iyice açılmıştır. Onun mesajının gereği gibi anlaşılabilmesi ve bu mesafenin kapatılmasında hiç şüphesiz onun dilini ve üslubunu doğru anlamak birincil önem arz etmektedir1.


C.Ü.İlahiyat Fakültesi Arap Dili ve Belagatı Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi. 1 İnsanı var eden ve onu en iyi şekilde tanıyan Allah, onunla iletişim kurmak, ona varlığın hakikatini bildirmek, içinde bulunduğu karanlıklardan aydınlığa çıkarmak ve tüm ihtiyaçlarına cevap vermek üzere varlığının ilk günlerinden itibaren ilahî mesajlar göndermiştir. İnsanlığa ulaştırılmış son ilâhî mesaj olan Kur'ân, mutluluk için gerekli olan tüm maddî ve manevî ihtiyaçlara cevap verebilecek muhtevaya sahip mükemmel donanımlı bir kitaptır. Çünkü o, alîm ve hakîm olanın sözüdür. O, mutluluk rehberliğini dün olduğu gibi bugün de yerine getirebilecek güçtedir. Ancak günümüz Müslümanları ile bu kitap arasındaki mesafe iyice açılmıştır. Onun mesajının gereği gibi anlaşılabilmesi ve bu mesafenin kapatılmasında hiç şüphesiz onun dilini ve üslûbunu doğru anlamanın katkısı inkâr edilmez. Bu nedenledir ki Kur'ân'la Süleyman KOÇAK Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 342

Gerçek şudur ki dini metinler öncelikli olarak edebi metinlerdir. Çünkü bu metinler, muhatap üzerindeki etkilerini, büyük ölçüde üslup öğeleri ile şiir ya da nesir nitelikli dilsel yapıları çerçevesinde icra ederler. Bu anlamda Kur'an'ın edebi üslup ve dile dayanan bir metin olduğunu söyleyebiliriz. Kur'an'ın ilahi kaynaklı bir kelam olmasına rağmen dilinin beşeri oluşu, onun mesajının anlaşılması ve çözümlenmesi için beşere ait yöntemlerin kullanılmasını zorunlu kılmaktadır2

Şüphesiz deyimler/deyimsel anlatım3, Kur'an dili ve üslubunun en önemli öğelerinden biridir. Onu anlamak büyük ölçüde Kur'anın anlatım şifresini çözmek demektir.

doğru iletişim kurulabilmesi sadedinde yapılması gereken ilk iş, mealler furyasına bir yenisini eklemek ya da yorum adına onlarca cilt tefsir yazmak değil, Kur'ân dilinin ve üslûbunun kendine mahsus özelliklerini ortaya koymak olmalıdır. (Cündioğlu, Kur’ân’ı Anlama’nın Anlamı, s. 126-127) 2 Gerçek olan şudur ki, dinî metinler, öncelikli olarak edebî metinlerdir; çünkü bu metinler, muhatap üzerindeki etkilerini, büyük ölçüde üslûp öğeleri ile şiir ya da nesir nitelikli dilsel yapıları çerçevesinde icra ederler. Bu anlamda Kur'ân'ın edebî üslûp ve dile dayanan bir metin olduğunu söyleyebiliriz. Kur'ân'ın ilâhî kaynaklı bir kelam olmasına rağmen dilinin beşerî oluşu, onun mesajının anlaşılması ve çözümlenmesi için beşere ait yöntemlerin kullanılmasını zorunlu kılmaktadır. Kur'ân, Arap edebiyatının ilk ve en
önemli şaheseridir. O edebî (sanatsal) bakış açısıyla incelenirse ve bu da hakkıyla gerçekleştirilirse herkes ondan azamî ölçüde istifade edebilir; hukuk, inanç, ahlak, toplumsal düzen gibi işlediği her konuda ona başvurabilir. (Suyûtî, el-İtkân, II, 307; Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s. 10-31; Ayrıca bkz. Dıraz, En Mühim Mesaj Kur’ân, s. 110-157; Râfiî, Îcâzu'l-Kur’ân, s. 62-70; Kutup, Kur’ân'da Edebî Tasvîr, s. 19-27; Hûlî, Emîn, Kur’ân Tefsirinde Yeni Bir Metod, s. 77-94; Halefullah, Kur’ân'da Anlatım Sanatı, s. 47-93; Cündioğlu, Anlamın Buharlaşması ve Kur’ân, s. 8-27; Pala, “İ'câz ve Kompozisyon”, s. 4; Tülücü, "Kur'ân-ı Kerim'in Nüzul Süreci İçinde Arap İleri Gelenleri İle Edib ve Şairlerinin Ona Karşı Tavır ve Taktikleri", s. 49-52.) 3 Deyimler, genel dilbilim açısından her dilde birçok ortak özellik göstermelerine rağmen dillerin kendine has özelliklerinden dolayı her dilde az çok değişen tanımlamalara tabi tutulmuşlardır. Aynı dil içerisinde görülen ayrı tanımlamaları ise dilcilerin tanımlamada ayrı kriterleri kullanmalarına bağlamak mümkündür. Bu anlamda Arap dilinde de farklı deyim tanımlarına tanık olmaktayız. Bunlar içerisinde önemli olanları zikretmek istiyoruz: Deyim; tek tek anlamlarından farklı bir anlam taşıyan kelime topluluklarıdır. (Komisyon, el-Mucemu’l-Esâsî, s. 817.) İki veya daha fazla sözcükten meydana gelen tek tek anlamları toplamından farklı yeni bir anlam ifade eden dilsel birimdir. (Komisyon, el-Mu’cemu’s-Siyâkî, Mukaddime.) Gerçek ve zahirî anlamından sıyrılarak mecaz veya kinaye yoluyla yeni bir deyimsel ve belagî (sanatlı) anlam ifade eden kalıplaşmış yapıdır. (Ebû Sa‟d, s. 5; Kâsımî, s. 28.) Genellikle anlamı tek tek sözcüklerin anlamlarından ortaya çıkmayan Süleyman KOÇAK Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 344

ٍواحَ ،عساضَ ... ) vb. edatlardır. (Bekrî, el-Belagatu’l-Arabiyye, II, 24-25.) Örnek olarak تَاذهٌا ٍف سىٌٕاو ٍُحٌا “ilim yol göstermede ışık gibidir” cümlesinde ٍُعٌا müşebbeh, سىٌٕا müşebbeh bih, تَاذهٌا vech-i şebeh, فاو da teşbih edatıdır. (Komsyon, Belagat, s. 85.) Teşbih sanatı, bu öğelerin bulunup bulunmamasına göre kısımlara ayrılır. 1) Bütün öğeleri bulunan teşbihe mufassal (ayrıntılı) teşbih denilir. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi. 2) Benzetme yönü yani vech-i şebeh söylenilmeden yapılan teşbihe ise mücmel veya muhtasar (kısaltılmış) teşbih adı verilir. Örneğin سىٌٕاو ٍُعٌا gibi. 3) Sadece benzetme edatının bulanmadığı teşbihe de müekked (pekiştirilmiş) teşbih denir. ٍف سىٔ ٍُعٌا تَاذهٌا örneğinde olduğu gibi. 4) Teşbihin sadece taraflarının yani olmazsa olmazlarının kullanıldığı teşbihe ise beliğ (güzel) teşbih adı verilir. سىٔ ٍُعٌا örneği
gibi. (Komisyon, el-Belagatu’l-Vâdıha, s. 25; Komisyon, Belagat, s. 90-92; Fadl, el-Belaga, s. 54, 56; Soysal, s. 99, 100; Kocakaplan, s. 162-168; Bilgegil, s. 145; Tahiru‟l-Mevlevi, s. 169.) Daha önce de belirttiğimiz gibi meseller temelde teşbihe dayanan yapılardır. (Gatâmış, s. 18, 263; İmîl Bedî‟, I, 52-53.) Deyimlerde ise teşbih (حَشصٌا هُبشخٌا) bu sıklıkta rastlanan bir sanat değildir4

. Bu teşbih çeşitlerinden deyimlere konu olanlar ise şunlardır: (İmîl Bedî', I, 52-53; Gatâmış, s. 29; Şerîf Mansûr, el-Emsâl fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, s. 17.) 1) Mücmel teşbih: Örneğin ساّحٌا ْإصأو تُصاىص “eşeğin dişleri gibi eşit/tam eşit”. (Zemahşerî, el-Müstaksâ, II, 124; Meydânî, Mecmeu’l-Emsâl, I, 329; İmîl Bedî', I, 52.) 2) Teşbih-i beliğ: ْاطُش ىه “O şeytandır/çok güçlü, bozguncu, azgın, kibirli”. (Câhiz, el-Hayavân, I, 300; Seâlebî, Simâru’l-Kulûb, s. 422; Meydânî, Mecmeu’l-Emsâl, I, 50; Ebû Sa'd, s. 135; İmîl Bedî', III, 192.) 3) Bazı dilcilerin mübalağalı teşbih olarak gördükleri ِٓ ًعفأ ... “…dan daha güçlü, … daha zayıf” kalıbındaki deyimler:

Örneğin بئر ِٓ عىجأ “Kurttan daha aç/aç kurt gibi, çok aç”. (Askerî, Cemheretu’l-Emsâl, I, 332; Zemahşerî, el-Müstaksâ, I, 57; Meydânî, Mecmeu’l-Emsâl, I, 86; İmîl Bedî', I, 53.) Teşbih sanatı, kelimelerin gerçek manaları ile yapıldığı halde, mecaz sanatları yani kelimenin mecazî manası ile yapılan sanatlar grubuna girer. Kelimeler gerçek anlamlarında kullanıldıkları halde, meydana getirdikleri anlam bütünlüğü mecazî -benzeşme ilgisiyle kurulan mecaz- bir hüviyet kazanır. (İbn
Reşîk, el-Umde, I, 459; Kocakaplan, s. 161; Bilgegil, s. 134.) 4) Teşbih-i Temsîlî: Analoji (temâsül), benzeşme ilgisiyle kurulan ve deyimlere konu olan teşbih çeşitleri arasında teşbih-i temsîlîyi sayabiliriz. Teşbih-i mürekkeb ve temsîl olarak da isimlendirilen bu teşbih, (Gatâmış, s. 135; Fadl, el-Belâga, s. 194.) müşebbeh ve müşebbeh bihin mürekkep (çok unsurdan oluşan bir bütün) olması sonucu vech-i şebeh'in de mürekkeb olduğu teşbihlerdir. (Sekkâkî, Miftâhu’l-Ulûm, s. 346; Kazvînî, el-Îzâh, IV, 90; Bekrî, el-Belâgatu’l-Arabiyye, II, 33; Fadl, el-Belâga, s. 64.) Örneğin kendilerine Tevrat verildiği halde ondan faydalanamayanların, sırtında faydalı kitaplar yüklenmiş eşeğe benzetilmesi gibi. ًاسافصأ ًّحَ ساّحٌا ًثّو اهىٍّحَ ٌُ ُث ةاسىخٌا اىٍّّح َٓزٌا ًثِ. (Câhiz, el-Hayavân, II, 257; İmîl Bedî‟, III, 584; Âyet için bkz. Cuma, 62/5.) Bu teşbihteki benzetme yönü ise “faydalı bir şeyi taşımak ve yorgunluktan başka bir şey elde edememe”den oluşan bir bütün (terkip)dür. (Hâşimî, s. 265; Fadl, el-Belâga, s. 65.) Teşbih-i temsîlî, teknik olarak istiâre-i temsîlîye benzer. (Fadl, el-Belaga, s. 194; Kocakaplan, s. 169.) Teşbih-i temsîlîler teşbih edatının açık ve gizli olması açısından ikiye ayrılırlar. a. Benzetme edatının açık olduğu teşbih-i temsîlîler. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi. b. Benzetme eda-Kur’an Deyimlerinde Teşbihin Temel Özellikleri Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 345

rini belirtmek, genel olarak Kur‟an teşbihinin gayelerini ve çeşitlerini tespit etmek, teşbihin İslam öncesi Arap edebiyatındaki bazı özeliklerinden bahsetmek yerinde olacaktır. Böylece Kur‟an‟ın, etkili bir anlatım biçimi olan deyimlerde neden teşbihi seçtiği datının gizli olduğu teşbih-i temsîlîler: İstiâre-i temsîlîye için de vereceğimiz şu misali, teşbih-i temsîlînin bu çeşidi için verebiliriz. Bir işte tereddüt eden kimse için يشخأ شّخإحو ًاجس َّذمح ناسأ “Senin bir ileri gidip bir geri çekildiğini görü
yorum” (Meydânî, Mecmeu’l-Emsâl, II, 428; İmîl Bedî‟, V, 739; Ebû Sa‟d, s. 254; Komisyon, el-Mu'cemu's-Siyâkî, s. 144; Cürcânî, Esrâru’l-Belâga, s. 99-
100.) denilmesi gibi. Bu cümlenin takdiri şöyledir: ُث ًاجس َّذمَ ِٓ ًثِ نددشح ٍف ناسأيشخأ ةشِ اهشّخإَ “Seni tereddüdünde bir ileri bir geri giden kimseye benzetiyorum”. Cümlede teşbih edatı hazfedilmiştir. Vech-i şebeh ise “bir ileri bir geri gelme”den oluşan terkiptir. (Hâşimî, s. 265.) Teşbih-i temsîlî, istiâre-i temsîliyye‟nin ilk aşamasıdır yani istiare-i temsîliyye, teşbih-i temsîlî üzerine bina edilmektedir denebilir. (Hâşimî, s. 333.) Bundan dolayıdır ki birçok edebiyat kaynaklarında temsîl ve teşbih aynı anlamda ve birbirlerinin yerine kullanılagelmiştir. Bu son şekliyle teşbih-i temsîlî, deyimsel yapılarda özellikle de meselî deyimlerde çok sık rastlanan bir sanattır. 5) Teşbih-i Zımnî (ٍّٕضٌا هُبشخٌا): Müşebbeh ve müşebbeh bihi, -bilinen teşbih çeşitleri ( هُبشخٌاحَشصٌا)'inden farklı olarak- açıkça belirtilmeyip (حَشص شُغ) terkipte ima (telmih) edildiği teşbihlerdir ve müşebbehe isnat edilen hükmün (iddianın) mümkün olduğunu ispatlamak için kullanılır. İddia müşebbeh, iddianın ispatı için getirilen delil niteliğindeki cümle ise müşebbeh bihtir. Sarih (açık) teşbihlerin (حَشصٌا هُبشخٌا) tersi bir teşbih çeşidi olduğu için kapalı anlamında ضِاغٌا, ٍئإىٌا, ٍّٕضٌا, şeklinde isimlendirilirler. Bu teşbihlerde iddiayı ispat için getirilen cümleler, genellikle doğruluğu ve gücü halk tarafından tescil edilmiş, itiraza mahal bırakmayacak şekilde herkes tarafından kabul görmüş deyim ve mesellerden seçilir. (Cürcânî, Esrâru'l-Belâga, s. 127; Hâşîmî, s. 274; Şerîf Mansûr, el-Emsâl fi'l-Kur’âni'l Kerîm, s. 31; Beyânûnî, Darbu'l-Emsâl, s. 25; Bekrî, el-Belagatu'l-Arabiyye, II, 48; Fadl, el-Belaga, s. 69, 72.) Bu anlamda bedi ilminin konusuna giren ve bir düşünceyi ispat etmek için mesel ve vecize kullanma sanatı olan irsal-i mesel (îrâd-ı mesel)le örtüşmektedir. (Hâşimî, s. 274; Tahiru'l-Mevlevi, s. 70; Kocakaplan, s. 61; Soysal, s. 51.) Bazı edebiyatçılar ise bunun teşbihten çok teşâbüh olduğu görüşündedirler. Zira teşbihte tefavüt (taraflar arasıda farklılık), teşâbühte ise eşitlik esastır. Örnek:
ُهِٕ جٔأو َألا ِكفح ْاف * يازغٌا َد ُضعب َهضٌِّا ْاف "Sen içlerinden biri olmana rağmen insanlardan üstünsen (bunda şaşılacak bir şey yoktur) zira misk, ceylan kanından elde edilir (ama onun her şeyinden üstündür)". (Dîvânu Ebi't-Tayyib el-Mütenebbî, II, 573, 580; Cürcânî, Esrâru'l-Belâga, s. 109; İmil Bedi, VI, 171.) Şair Mütenebbî, övdüğü Seyfü'd-Devle'nin, kendisinde bulunan bazı hasletlerden dolayı diğer insanlardan ayrıldığını iddia edince, bu iddiasının mümkün olduğunu ispatlamak için övülen şahsı, bir mesel kullanarak menşei ceylan kanı olan miske benzetmiş ve böylece iddiasının doğruluğunu ispatlamaya çalışmıştır. (Cürcânî, Esrâru'l-Belâga, s. 110;Komisyon, Belagat, s. 93.) Deyim ve mesel açısından son derece zengin olan bir sanattır. Süleyman KOÇAK Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 346
ha iyi anlaşılacak ve cahiliye dönemi teşbihle arasındaki fark da orta çıkacaktır.


A. KUR’AN TEŞBİHİN ETKİSİ

Her şeyden önce bilmek gerekir ki etkili bir teşbihte bir araya gelen birkaç önemli husus vardır. 1. Edebiyatçının ustalığı, üstün beceri ve kabiliyeti: Bunun için bitmez tükenmez bir hayal gücüne, coşkulu ve yoğun duygulara, bir de birbirine benzeyen durumları fark edebilecek, oradan sonuç çıkarabilecek kıvrak bir zekâ ve anlayış gerekmektedir. Zira edebiyatçının görevi iki şey arasında olmayan bir ilişki, ortaklık ve bağlantı kurmak değil –görünürde birbirine zıt ve birbirinden farklı olan şeyler arasında- zaten var olan ilişkiyi ortaya çıkarmaktır. 2. Teşbihi etkili kılan ikinci husus da duyulardır. Zira bilinmektedir ki insan soyuttan daha fazla somut olandan, yani duyularla algılanan şeylerden etkilenir. Bu yüzdendir ki teşbihte benzetilen, çoğunlukla somut şeylerden oluşur. 3. Üçüncü husus ise akıldır. Ancak akıl duyular olmadan teşbihte tek başına fazlaca bir tesir oluşturmaz. Teşbihin makbul ve güzel olabilmesi için akıl ve duyuların yanı sıra mutlaka üçüncü bir şeyin daha olması gereklidir. O da iç duyguların, vicdanın, şuur ve sezginin merkezi olan ruhtur. Bu girişten sonra teşbihin etkili bir anlatım şekli olmasının nedenleri olarak şunları sayabiliriz. a. Teşbihin etkili olmasının birinci nedeni, nefsi soyut olandan somuta, düşünceden davranışlara, kapalı olandan açık ve aşikâr olana doğru bir yolculuğa çıkarmasıdır. Bu şekilde o, var olan şüpheleri ve vehimleri ortadan kaldırır. Zira duymak görmek gibi değildir ve insan nefsinin somutla olan ilişkisi soyutla olan
ilişkisinden her zaman öncedir. b. Tesirin ikinci nedeni ise teşbihin birbirinden farklı, uzak ve zıt gibi görünen şeyler arasındaki benzerliği ortaya çıkarmasıdır. Bu da insanın gönlüne hitap eden, onu okşayan ve rahatlatan bir husustur. c. Tesirin bir diğer nedeni de var olan bu benzerliği ve ilişkiyi ortaya çıkarmanın, düşünsel bir çabayı zorunlu kılan bir olay Kur’an Deyimlerinde Teşbihin Temel Özellikleri Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 347 olmasıdır ki bu insanın kalben ve ruhen fevkalade zevk ve lezzet duyduğu bir husustur5

. Bu durumu örnek bir deyimle açıklamaya çalışalım. ... ءاٌّا ًٌئ هُفو طصابو ... “... avucunu suya doğru açıp ağzına gelmesini bekleyen / açık elle su avuçlamaya çalışan kimse gibi”6

. Ayet, Allah'tan başkasına kulluk edenlerin ellerine hiçbir şey geçmeyeceğini, çünkü o ilahların hiçbir şekilde onlara fayda veremeyeceklerini açıklamaktadır. Bu durum herkesçe bilinen çok açık bir konu olmasına rağmen teşbihle ifade edilmesi, olaya daha fazla bir açıklık ve netlik kazandırmış, anlamın zihinlere daha iyi yerleştirilmesine katkıda bulunmuştur. Zira benzetilen olay duyularla algılanabilecek açık ve aşikâr bir gerçektir. Nitekim avucunu suya doğru açıp ağzına gelmesini beklemeyenlerin veya açık elle su avuçlamak ve ağzına götürmek isteyenlerin hiçbir şekilde susuzluklarını gideremeyeceği ortadadır7

. Bu iki durumu bir araya getirip güzel bir sonuç çıkarmak için yapılan düşünsel faaliyet aynı şekilde insana fevkalade bir lezzet vermekte, ruhun edebî zevkine hitap etmektedir. Kur'ân teşbihleri konusunda günümüze kadar çok çeşitli çalışmalar yapılmış, birçok kıymetli eser ortaya konmuştur. Her yazar konuyu kendi üslûbuyla açıklamaya çalışmış, kendinden öncekilerin eksikliklerini telafi etmeye gayret etmiştir. Bütün bu çalışma ve gayretler, Kur'ân'daki icazı tam olarak yansıtacak şekilde Kur'ân teşbihlerinin şeklindeki fevkaladeliği, ifadesindeki icazı ve anlamındaki mükemmelliği tam olarak ortaya çıkarmaya yetmemiştir. Ancak bu çalışmalardan çıkan ortak kanaat şudur

5 Fadl, el-Belâga, s. 74-75.
6 Ra'd, 13/14.
7 el-Ferrâ, Meânî’l-Kur’ân, II, 61; Ebû Ubeyde, Mecâzu’l-Kur’ân, I, 327; İbn
Kuteybe, Müşkilü’l-Kur’ân, s. 224; Garîbu’l-Kur’ân, s. 226; Taberî, Câmiu’l-
Beyân, VII, 364-366; Zeccâc, Meâni’l-Kur’ân, III, 144; Semerkandî, Tefsîru's-
Semerkandî, II, 188; Maverdî, en-Nüketü ve’l-Uyûn, III, 102-103; Zemahşerî,
el-Keşşâf, II, 354; Vâhidî, el-Vasît, III, 11; Nîsâbûrî, Vadhu’l-Bürhân, I, 474;
İbn el-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr, IV, 234-235; İzz, Tefsîru’l-Kur’ân, II, 150; Kurtubî,
el-Câmi’, III, 10; Ebu‟l-Hayyân, Bahru’l-Muhît, VI, 367-368; Semir, Umdetu’l-
Huffâz, I, 215; Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, s. 850; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî,
VIII, 179-180; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, IV, 2968; Muhittin Derviş,
İ’râbu’l-Kur’ân ve Beyânuh, V, 102-103; Mahmut Sâfî, İ'râbu’l-Kur’ân ve
Beyânuh, VII, 107; Muhammed Fuâd, Mu'cemu Garîbi’l-Kur’ân, s. 14; Fadl,
el-Belaga, s. 75; Komison, Mu'cemu Elfâzi’l-Kur’ân, I, 96; el-Mu'cemu's-
Siyâkî, s. 106. Süleyman KOÇAK


Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 348 ki Kur'ân, Arap dili ve edebiyatına uygun olarak inmiş ve onların teşbih, istiare vb. beyan üslûplarında takip ettikleri yöntemleri takip etmiştir. Bu nedenledir ki klasik kaynaklarda Kur'ân teşbihleri işlenirken bol bol cahiliye şiirlerinden örnekler kullanıl-
mıştır. Ortaya çıkan ikinci gerçek ise Arapların Kur'ân edebiyatından çok fazla etkilendikleri, özellikle teşbih üslûbunda ona çokça öykündükleri fakat ondaki seviyeyi bir türlü yakalayamadıklarıdır8
.
Genel olarak belâgat kitaplarını ve tefsirleri dışarıda tutarsak çağdaş yazarlar arasında Kur'ân teşbihleri konusunda en orijinal tespitlerde bulunan ve yapılan çalışmaları ciddi bir eleştirel yaklaşımla değerlendirmeye tabi tutan birisi olarak Ahmed Bedevî'yi görmekteyiz. Yazarın bu konudaki görüş ve değerlendirmelerine zaman zaman yer vermeye çalışacağız.

HanifMuslim
3. April 2009, 03:05 PM
B. KUR’AN TEŞBİHLERİNİN GAYESİ

Teşbihin asıl gayesi, duyguları açık ve net bir şekilde ortaya koymak ve ruhta etki bırakmaktır. Bu aynı zamanda edebiyatın tamamının gayesidir. Çünkü edebiyat, sanatçının yaşadığı tecrübeleri, içinde dolaşan duygu ve sezgileri başkalarına aktarma üzerine kuruludur. Ancak insanın duygu ve sezgilerini ifade etmede sahip olduğu araçların en yeterlisi ve etkilisi teşbihtir. Zira insan herhangi bir şeyde bir ışık ve pırıltı gördüğünde onun ışığını başka şeyleri aydınlatmak için kullanır. Teşbihe başvuran sanatçının yaptığı da hemen böyle bir şeydir. Bu inceliği herkesten önce fark eden ve dile getirenlerden birisi olarak Cürcânî, teşbih konusunda şu orijinal ifadelere yer vermektedir: “Onun, doğu ile batıyı, kuzeyle güneyi birleştirecek derecede farklılıkları kaynaştırma konusunda sihre benzeyen bir tesiri vardır. Hayal dünyasında dolaşan anlamları ete kemiğe büründürüp hayalet olarak karşına diker. Dili olmayanı konuşturur, konuşamayanı bülbüle çevirir, cansıza hayat verir. Zıtlıkları ahenge dönüştürür, ölümle hayatı, suyla ateşi bir araya getirir”9
.
Bedevî'ye göre önceki müellifler, benzeyenle benzetilen arasındaki benzerlik veya farklılığı ortaya çıkaranın akıl olduğu iddiasıyla teşbihte, aklı ve duyuları temel almışlar ve ruhta uyandırdığı tesiri, acıyı ve sevinci yani vicdanı, şuuru, sezgi ve duyguları 8 Zerzûr, Ulûmu’l-Kur’ân, s. 310-313.
9 Cürcânî, Esrârü’l-Belâga, s. 103; Zerzûr, Ulûmu’l-Kur’ân, s. 310-315.

Kur’an Deyimlerinde Teşbihin Temel Özellikleri Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 349 göz ardı etmişlerdir. Ona göre teşbih, benzeyenle benzetilen arasındaki ilişkiyi ruhta bıraktığı iz açısından fark etme olayıdır. Çünkü insan teşbihle herhangi bir şeye karşı olan duygularını daha net ve anlaşılır bir şekilde ortaya koyar ve dinleyici, konuşanın ne hissettiğini daha iyi anlar. Bu ise yalın bir anlatım değil, sanatsal bir anlatım şeklidir. “O ilmiyle amel etmiyor, ilminden
istifade etmiyor” هٍّعب عفخَٕ ا ىه sözüyle “O kitap yüklü eşek gibidir” اسافصأ ًّحَ ساّحٌاو هٔئ veya اسافصأ ًّحَ ساّحٌا ًثّو sözü arasındaki fark da buradan doğmaktadır10
. Bütün bulardan anlaşılıyor ki belâgat kitaplarında teşbihin gayeleri konusunda yazılıp çizilen şeylerin birçoğu, duyguları açıklama, tecrübe veya düşünceleri aktarma gibi görevleri yerine getiren sanatsal teşbihin (ٍٕفٌا هُبشخٌا) gayeleri arasında yer almamaktadır11
.
C. KUR’AN TEŞBİHİN ÇEŞİTLERİ

Kur'ân teşbihlerinin taksiminde temel alınacak birçok husus vardır. Ancak biz burada konumuzla doğrudan ilgisi olması hasebiyle benzeyenin ve benzetilenin soyut veya somut olmaları açısından yapılan ayrımı ele alacağız. Belâgatçiler teşbihi, benzeyen ve benzetilen açısından dört kısma ayırmaktadırlar. Çünkü bu taraflar ikisi birden, ya somut (hissî) veya soyut(aklî, fikrî, vicdanî)tur veyahut soyut olan somuta veya somut olan soyuta benzetilmiştir. Kur'ân'da bütün bu çeşitlerin tamamının konu edilip edilmemesi konusunda edebiyatçılar arasında farklı görüşler vardır. Bir kısmı bu dört çeşidin de Kur'ân'da örneklerinin olduğunu iddia etmişlerdir. Bu edebiyatçılardan birisi Habenneke'dir. O bu konuda şunları söylemektedir: “… Kur'ân'da dış duyularla algılananın (somutun) iç duygularla algılanana (soyuta) benzetilmesine örnek olarak, annenin sevgiye benzetilmesini, düşmanın kin ve nefrete benzetilmesini, ateli ve volkanik patlamaların öfkeli bir insanın içinde beslediği büyük

10 Câhiz, el-Hayavân, II, 257; Ferrâ, Meânî’l-Kur’ân, I, 219, III, 155;
Semerkandî, Tefsîru's-Semerkandî, III, 362; Vâhidî, el-Vasît, IV, 295; Râzî, et-
Tefsîru’l-Kebîr, XXX, 5, 6; Nihâyetu’l-Îcâz, s. 203-204; Bursevî, Rûhu’l-
Beyân, IV, 311; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, VII, 4957-4958; Yahya b.
Hamza, et-Tırâz, s. 169; Ahmet Cemal, el-Mebâhisu’l-Belâgiyye, s. 124;
Mahmut Sâfî, İ’râbu’l-Kur’ân ve Beyânuh, XIV, 246; Muhittin Derviş, İ’râbu’l-
Kur’ân ve Beyânuh, X, 91; İmîl Bedî‟, III, 584; ayet için bkz. Cuma, 62/5.
11 Zerzûr, Ulûmu’l-Kur’ân, s. 316. Süleyman KOÇAK


Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 350 bir kızgınlığa benzetilmesini verebiliriz. Nitekim Cenab-ı Hak cehennemden bahsederken şöyle buyurmaktadır: ضُغٌا ِٓ زُّح داىح “... oraya atıldıklarında onun feveran eden iç geçirişini işitirler. Öfkesinden neredeyse çatlayacak hale gelir...” Ayette, cehennem ate-
şinin alev alev, çatır çatır yanması ve bunun sonucunda oluşan yüksek basınç kızgın bir insanın içinde, onu patlatıp param parça edecekmiş, çatlatacakmış gibi git gide büyüyen bir kızgınlığa, öfkeye benzetilmiştir”12
.
Konuyla ilgilenen müelliflerin büyük bir kısmı ise Kur‟ân teşbihlerinin genel amaçları dikkate alındığında somutun somuta az, soyutun soyuta ve soyutun somuta benzetildiği örneklerin ise ağırlıkta olduğu ancak somutun soyuta benzetildiği teşbih çeşidinin Kur'ân'da kesinlikle bulunmadığı düşüncesindedirler. Gerekçe olarak da şunları saymaktadırlar: Soyut somuttan önce ve daha güçlü, soyut asıl somut türev olduğu için bu çeşidin mümkün olduğu iddiası, aslı fer', güçlüyü zayıf hale getirmek olur ki bu doğru değildir”. Olay bununla da kalmaz teşbihin açıklık ve etki gibi temel iki gayesine de ters düşer. Zira somutun soyuta benzetilmesi, teşbihe kapalılık, anlaşılmazlık ve etkisinin azalmasından başka bir şey katmaz. Kur'ân'da böyle bir şeyin olması söz konusu bile olamaz. Onun teşbihleri, açıklık ve etkili olma hedefini yerine getirmede rollerini son derece mükemmel bir şekilde yerine getiren teşbihlerdir13

. Ancak gölgesi ruh perdesinde iyice belirginleşip kalıcı hale gelmiş ve böylece ruhta, somut şeyler kadar veya daha fazla güçlü, açık ve etkili olan şeylerden ol-
ması şartıyla benzetilenin soyut olduğu teşbihlerin Kur‟ân'da az da olsa kullanıldığını görmekteyiz. Örneğin ... ُٓطاُش سوؤس هٔأو “Tomurcukları şeytanın başları gibidir”
14deyiminde somut olan ce12 Habenneke, el-Emsâlü’l-Kur’âniyye, s. 30; ayrıca bkz. İbn Kuteybe, Te’vîlu
Müşkilu’l-Kur’ân, s. 113; Hemezânî, Kitâbu’l-Elfâzi’l-Kitâbiyye, s. S29;
Zemahşerî, el-Keşşâf, IV, 136; İbn Atiyye, el-Muharraru’l-Vecîz, V, 339; Râzî,
et-Tefsîru’l-Kebîr, XXX, 56; İzz, Mecâzu’l-Kur’ân, s. 379; İbn Manzûr,
Lisânu’l-Arab, X, 182; Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, X, 223-224; Suyûtî,
Mu’tereku’l-Akrân, II, 12; Bursevî, Rûhu'l-Beyân, IV, 365; Zebîdî, Tâcu'l-Arûs,
X, 480; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XVI, 17; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, VII,
5212; Yahya b. Hamza, Kitâbu’l-Tırâz, s. 117-118; İbrahim Yazıcı, Nüc’atu’r-
Râid, I, 267; Mahmut Sâfî, İ’râbu’l-Kur’ân ve Beyânuh, XV, 18; Mu’cemu
Elfâzi’l-Kur’ân, II, 640; Derveze, Kur’ân Tefsirî, IV, 231; Komisyon, el-
Mu’cemu’l-Esâsî, s. 1162; Ebu Sa‟d, s. 70; ayet için bkz. Mülk, 67/8.
13 Zerzûr, Ulûmu’l-Kur’ân, s. 316-317.
14 Âyet için bkz. Sâffât, 37/65. Kur’an Deyimlerinde Teşbihin Temel Özellikleri
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4

351
Cehennemliklerin yiyeceklerinden zakkum ağacının tomurcukları, soyut bir varlık olan şeytanın başlarına benzetilmiştir. Bunun nedeni ise şeytanın şeklinin çirkinliği, iğrençliği, elle tutulan gözle görülen bir gerçek olarak insan zihninde son derece açık ve güçlü olarak yer etmesidir15
.
Teşbihin ne denli etkili bir anlatım ve Kur'ân'ın genel hedeflerine hizmet etmede ne derece isabetli bir seçim olduğunu belirttikten, gayelerini ve Kur'ân'daki çeşitlerine değindikten sonra Kur'ân teşbihleriyle farklarının daha iyi anlaşılabilmesi için İslam öncesi Arap edebiyatındaki teşbihlerin özellikleri konusunda bazı tespitler yapmamız yerinde olacaktır.

HanifMuslim
3. April 2009, 03:08 PM
D. İSLAM ÖNCESİ ARAP EDEBİYATI TEŞBİHLERİ HAKKINDA BİRKAÇ TESPİT

İslam öncesi Arap edebiyatında teşbih konusunda yapılabilecek ilk ve en önemli tespit, bu teşbihlerin daha çok Arapların yaşadığı dar çevreyle -tamamen unun ürünü denecek kadar- çok yakından ilişkili olduğu ve onun etkisinden kurtulamadığıdır. O kadar ki, yaşadıkları bu dar çevre cahiliye dönemi teşbihlerinde bütün özellikleriyle kendisini hissettirmekte, bütün renkleriyle ve tonlarıyla adeta çevrelerini resmetmektedir. Bunun en belirgin şeklini cahiliye dönemi teşbihlerinde görmek mümkündür. Zira cahiliye teşbihlerinin konuları genellikle yaban ineği, yaban eşeği, deve, aslan, karga, kuşların gözleri, kalpleri, kılıç, ateş, göç gıcırtısı, şahin sesi, beyaz ceylan, göçten arta kalan harabeler, yıldızlar gibi kendilerine özgü dar çevrelerinden seçilmektedir. Bunun yanında gemi ve deniz dalgası gibi çevrelerinde çok sık bulunmayan şeylerin, daha az teşbihlere konu olduğu görülmektedir. Cahiliye döneminde Araplar, ifade ve anlatım sanatında son derece ileri oldukları gibi son derece de iyi bir gözlemci idiler. Bu nedenle de etraflarında olan her şeyi, küçük, basit şeyler bile olsalar edebi eserlerinde malzeme olarak kullanabilmişlerdir. Me-
sela her çeşidiyle böcekler, su birikintileri, vahşi hayvanlar, rüzgârlar vb. şeyler, teşbihlerini süsleyen varlıklar arasındadır. Kuşların kalplerini bile teşbihlerine konu edinmişler. Kimi zaman onları hünnaba kimi zaman da kurumuş kötü hurmaya; gözlerini 15 Zerzûr, Ulûmu’l-Kur’ân, s. 319. Süleyman KOÇAK Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 352 delinmemiş deriye; kanatlarının altını miske, güzel kokuya ve salyalarını da şaraba benzetmişlerdir. Hatta gemi gibi yakın çevrelerinde bulunmayan bir varlığı, hareketleri açısından, çok iyi bildikleri ve yakın çevrelerinde çokça gördükleri deve yavrusuna benzetmişlerdir.
İslamî dönemde durum cahiliyedekine çok yakınken Abbasî dönemi edebiyatında çok büyük farklılaşma yaşanmıştır. Öyle ki, şekil ve biçim dışında teşbihin hiçbir unsuru aynı kalmamıştır. Abbasî döneminden sonra ise kültürel çevrenin değişmesi ile edebî ürünler de buna bağlı olarak büyük değişim geçirmiştir. Teşbih açısından ise şekil ve biçim olarak bir takım değişikliklerin yanında temel ve öz olarak bazı niteliklerini koruduğu gözlemlenmiştir. Teşbih konusunda yapabileceğimiz ikinci önemli tespit ise teşbihin, anlatımın her iki şeklinde de yani hem kısa ve özlü anlatım(îcâz)da hem de uzun anlatım(itnâb)da kullanılmasıdır. Birincisinde teşbih, konunun olmazsa olmazı yani temel unsuru iken ikincisinde söz tamam olduktan ve anlaşıldıktan sonra fazladan bir açıklama ve izah amacıyla kullanılmaktadır. İslam öncesi Arap edebiyatında teşbihin bir diğer özelliği de anlamın eksiksiz bir şekilde ifade edilmesi ve teşbihin tarafları arasındaki benzerliklerin tam olmasıyla ortaya çıkan ince anlatımın, teşbihlerin tamamında değil sadece belirli bir kısmında görülen bir husus olduğudur.

İslam öncesi döneme ait teşbihlerle Kur'an teşbihleri arasındaki farklılıklara yönelik tespitler şüphesiz bu kadarla sınırlı değildir. Teşbih için kullanılan lafızların seçiminde gösterilen titizlik ve dikkat, sahip oldukları estetik ve güzellik gibi içerik ve şekil bakımından daha birçok konuda aralarında farklılıkların olduğu tespitini de buraya ekleyebiliriz16
.
E. KUR’AN DEYİMLERİNDE TEŞBİHİN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Kur'ân üslûp ve nazım olarak Arapça olması hasebiyle başta teşbih olmak üzere ondaki edebî sanatların nevzuhur şeyler olduğunu söylemek imkânsızdır. Ancak Kur'an'ın üslûp olarak mûciz olmasının doğal bir sonucu olarak ondaki teşbih ve temsil16 Fadl, el-Belâga, s. 85-88. Kur’an Deyimlerinde Teşbihin Temel Özellikleri Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 353 lerin kendine has bazı temel özelliklerinin olması muhakkaktır. Bu özelliklerden önemli olanlarını şu şekilde sıralayabiliriz:17
.
1) Çevrenin rengini Alması (ةعٍبطلاو ىوكلا يه دادوتسلا) İçinde bulunduğu çevreyi olduğu gibi yansıtması, örneklerini ve konularını hep bu çevreden seçmesi, hep bu çevrenin izlerini taşıması, Kur'ân'da deyimsel anlatımın tamamına ait olan bir özelliktir. Ancak Kur'ân teşbihlerinde ve temsîllerinde daha net ve yaygın bir şekilde göze çarpmaktadır ve Kur'ân teşbihlerinin en önemli özelliklerinden biridir. Fakat bu çevre İslam öncesi Arap edebiyatında yaygın bir şekilde olduğu gibi sadece belirli bir bölgeye ve topluluğa ait dar bir çevre değildir. Aksine onun çevresi genellikle bütün insanlığı içine alacak derecede geniş olan doğa ve kâinattır. Dolayısıyla o bu çevre devam ettiği sürece açıklama ve etkileme gibi temel görevlerini yerine getirmeye devam edecektir. Onun bütün insanlığı muhatap almasının ve kıyamete
kadar devam edecek olmasının sırrı da burada gizlidir. Çünkü insanlar onun (Kur'ân teşbihlerinin) temel öğelerini çevrelerinde görebiliyorlar, elleriyle dokunabiliyorlar, duyularıyla algılayabiliyorlar, dolayısıyla da tam olarak kavrayabiliyorlar. Buradan anlaşılıyor ki teşbih, Kur'ân'ın bütün insanlığı ve bütün zamanları muhatap aldığını göstermesi konusunda bütün sanatlardan önde gelmektedir. Nitekim Kur'ân'ın insanları imana davet etme konusunda esas aldığı iki temel nokta vardır. Bunlardan birincisi insanın bizzat kendisi, diğeri ise çevresindeki doğa ve kâinattır. Başka bir ifadeyle iç ve dış dünya, mikro ve makro kâinat, enfüs ve afak18
.
Kur'ân teşbihlerinde cansız varlıklarıyla, bitki ve hayvanlarıyla tüm doğa, çok önemli bir kullanım alanına sahiptir. Benzetilen olarak kullanılan objeler arasında şunları sayabiliriz: Yeryüzü, dağlar, taşlar, gemiler, rüzgârın savurduğu kül, su, çöldeki serap, denizdeki karanlıklar, birbirine çarpan dalgalar, atılmış yünler, duvara dayalı kütükler, yüksek ağaçlarla kaplı yeşil bahçeler, yakut, mercan, sararmış hurma dalı, yenilmiş ekin, hurma ağacı kütükleri, insan, hayvan, deve, örümcek, eşek, köpek, kelebek, çekirge vb. daha birçok şey. Bu örnekleri incelediğimizde 17 Fadl, el-Belâga, s. 87. 18 Zerzûr, Ulûmu’l-Kur’ân, s. 320-321. Süleyman KOÇAK
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 354 iki önemli sonuca ulaşmaktayız. Birincisi, Kur'ân teşbihleri, sadece özel bir zaman, mekân ve topluluğun ilgi alanına girmeyen, konularını tabiattan ve dünyadan olan teşbihlerdir. İkincisi ise benzetmeye konu olan bu şeyler dindar olsun olmasın tüm insan
hayatının vazgeçilmezleri arasındadır. Bu da daha önce de belirttiğimiz gibi onun etkisini daha kalıcı ve güçlü hale getirmektedir19
.
Bir kısım araştırmacılar, bazı tefsirlerde anlatılan hikâye ve rivayetlerden hareketle Kur'ân teşbihlerinin tamamen Arapların dar çevresiyle sınırlı teşbihler olduğu iddiasında bulunmuşlardır20

. Hâlbuki onlar bu rivayetleri bir tarafa bırakıp Kur'ân'daki teşbih örneklerini bizzat incelemiş olsalardı bu iddiayı çürütecek çok sayıda örneklerin olduğunu görürlerdi. Her şeyden önce bir teşbihin sadece Arap çevresiyle ilgili bir teşbih olduğunu iddia edebilmek için teşbihe konu olan şeyin başka hiçbir çevrede bulunmayıp yalnız Arap çevresinde bulunan bir konu olması veya Arap çevresi dışında yetişen birinin anlayamadığı veya anlamakta zorlandığı bir konu olması gerekir. Mesela Kur'ân'da küle, ürkek vahşi eşeklere, köpeğe, ağaca, dağa, taşa, sineğe, başağa, ekine ve çirkinliği sadece Araplarca değil herkes tarafından bilinen şeytanın başlarına benzetmeler yapılmıştır. Bu örneklerde olduğu gibi bir teşbih, hem Arap çevresinde hem de dışında biliniyor, anlaşılıyorsa ve anlaşılması için de
mutlaka Arap çevresinin konumu ve şartlarının bilinmesi gerekmiyorsa, böyle bir teşbihi sadece Arap çevresine has kılmak büyük bir yanılgıdır. Kaldı ki Kur‟ân, çöl halkı olan Arapların fazla tanışık olmadığı deniz ve bazı deniz mamulleri, gemi vb. şeyleri bile teşbihine konu yapmıştır. „Serap gibi yalnız çöl halkının karşılaşabildiği konular ise sadece Araplara has bir durum değildir. Sadece Araplara has gibi görünen konular ise Araplardan başkalarının anlayamayacağı cinsten konular değildir. Mesela ... ٍخٌاوًاثاىٔأ ةىل ذعب ِٓ اهٌزغ جضمٔ ... “ipliğini, iyice, sağlamca büktükten sonra söken kadın gibi olmayın...”21ayeti, verdiği sözde durmayan, anlaşmalarına sadık kalmayan kimseyi, eğirdiği ipleri tekrar söken 19 Fadl, el-Belâga, s. 87-88; Zerzûr, Ulûmu’l-Kur’ân, s. 321; Eren, s. 67. 20 Zerzûr, Ulûmu’l-Kur’ân, s. 323.
21 Nahl, 16/92. Kur’an Deyimlerinde Teşbihin Temel Özellikleri Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 355 ve eski haline çeviren kadına benzetmektedir22. Şüphe yok ki bu anlam, çevre sınırlarını aşan, belirli bir çevreye hasredilemeyecek cinsten bir anlamdır. Nüzul döneminden önce de sonra da Araplar, “ اهذهع تثوأ ِٓ قشخأ / Sözünden dönen kadından daha aptal” deyimini kullanmaktadırlar. Acemlerin de buna benzer deyimleri vardır. Olmasa bile bu tür deyimleri duyduklarında anlayabilmektedirler. Dolayısıyla yukarıdaki ayetin anlamını çıkarmak için bazı müfessirlerin dediği gibi, bu işi bizzat yapanın Kureyşli aptal
bir kadın olduğunu bilmeye gerek yoktur. Kaldı ki ayette kastedilen kimsenin Kureyşli kadın olduğu da kesin değildir. O halde niye erkeğe değil de kadına benzetme yapıldı denirse buna verilecek en güzel cevap, bu gün bile ip eğirmenin genellikle kadınların uğraş alanına giren bir iş olduğu ve sözden dönme, anlaşmayı
feshetme gibi davranışların kadınlar arasında daha fazla yaygın olduğudur23
.
2) Asli Unsur Olması (هًودب ىٌعولا نتٌ ل ًساسأ ءزج) Daha önce belirttiğimiz gibi cahiliye döneminde teşbih, bir düşünceyi, olayı muhataba aktarma veya onu tasvir etme amacıyla anlatımın her iki şeklinde de kullanılmaktadır. Yani hem fazladan bir açıklama için getirilen, tali bir unsur olarak başvurulabilen hem de konunun olmazsa olmazı, anlamın vazgeçilmezi niteliğinde temel ve aslî bir unsur olarak başvurulan bir sanattır. Kur'ân'da ise teşbih sanatı sadece ikinci amaç için kullanılmaktadır. Başka bir ifadeyle, onun teşbihlerinde vazgeçilmez iki şey; asıl mesabesinde olan „anlam‟ ve bir de onun vasfı, açıklaması ve tasviri başka bir ifadeyle „teşbih‟ bulunmaktadır. Bu özelliğiyle, tasvir ve anlatımda, açıklama ve tesirde mükemmelliği yakalamıştır ki bu aynı zamanda kısa ve özlü anlatımın, belâgatin de zirvesidir. O kadar ki cümleden teşbih hazfedilecek olsa anlatılmak istenen anlam „asıl‟ da teşbih yani „vasıfla birlikte yok olup gider. Bir örnekle bunu açıklamaya çalışalım.
Cenab-ı Hak Karia Suresi'nde şöyle buyurmaktadır: ْىىَ َىَطىفٌّٕا ٓهعٌاو يابجٌا ْىىحو دىثبٌّا طاشفٌاو سإٌا ... “O gün insanlar çırpınıp ya22 Semerkandî, Tefsîru's-Semerkandî, II, 248; Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, XX, 87; İzz, Tefsîru’l-Kur’ân, II, 201; Ebu Hayyân, Bahru’l-Muhît, VI, 588; Semîn, Umdetu’l-Huffâz, III, 193-194; Bursevî, Rûhu’l-Beyân, II, 318. 23 Zerzûr, Ulûmu’l-Kur’ân, s. 323-327; Deyim için bkz. Askerî, Cemheretu’l-Emsâl, I, 431; Zemahşerî, el-Müstaksa, I, 99; İmîl Bedî‟, II, 202. Süleyman KOÇAK Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 356 yılan, sağa sola uçuşan kelebekler gibi olacak ve dağlar atılmış yün gibi olacak”24

. Bu iki teşbihte şunları görmekteyiz:

a. İlk olarak mükellef olan insanın durumu, daha sonra ise yeryüzünün en belirgin ve görkemli coğrafî şekillerinden olan dağlar örnek olarak seçilerek kainatın durumu tasvir edilmektedir ve böylece hesaptan önceki kıyamet sahneleri çok özet olarak anlatılmaktadır. b. Bu çok özlü ve açık anlatım teşbihin bizatihi kendisiyle
gerçekleşmektedir. Zira teşbih cümleden kaldırılacak olsa anlatılmak istenen anlam „asıl‟ da teşbihle yani „vasıf‟la birlikte yok olup gitmektedir. Böylece kıyamette insanlar ve kâinat hakkında edindiğimiz özet bilgimiz de kaybolmaktadır. c. Kur'ân teşbihlerinde çokça gözlemlenen ve de anlatıma son derece büyük bir incelik katan, açıklama ve tasvir amaçlı eklenen, kendine özgü „sıfatlar‟, nitelemeler. Zemahşeri bu durumu açıklamak için şunları söylemektedir: “Bu teşbihte insanlar, ge-
niş bir alana yayılmışlık, kalabalık, perişanlık, rezillik, her taraftan bir yöne doğru hızla koşuşturma konusunda ateşe, ışığa doğru koşuşturan kelebeklere, dağlar ise renklilik, parçalanma ve atılmışlık konusunda renkli yünlere benzetilmektedir”25
.
Yukarıda verilen teşbihli deyimler, teşbihin buraya kadar saydığımız bundan sonra da sıralayacağımız tüm özelliklerini bünyesinde toplayan lafzen mûcez, manen ise mûciz bir örnektir26
.
3) Son Derece İnce Anlatım (ماكحلاو ةطاحلاو ةهاتلا ةقدلا) Kur'ân teşbihlerinde gözlemlenen bir diğer özellik ki bu Kur'ân üslûbunun tamamında vardır de şekil ve içerik olarak sahip oldukları ince, açık, çekici, yetkin ve etkili olağanüstü bir tasvirî anlatımdır. Bu onları aynı zamanda, deyimsel anlatıma, edebî tasvire dönüştüren bir özelliktir. Kur'ân teşbihlerinin ta24 Karia, 101/4, 5. 25 Zemahşerî, el-Keşşâf, IV, 629. Ayrıca bkz. Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, XXXII, 68, 69; Mahmut Sâfî, İ’râbu’l-Kur’ân ve Beyânuh, XV, 393; Ebu Hayyân, Bahru’l-Muhît, X, 533; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, IX, 6027-6030; Muhammed Fuad, Garîbu’l-Kur’ân, s. 153; Fadl, el-Belâga, s. 88; Zerzûr, Ulûmu’l-Kur’ân, s. 328-329. 26 Eren, s. 67. Kur’an Deyimlerinde Teşbihin Temel Özellikleri Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 357 mamında görülen bu inceliğe cahiliye dönemi teşbihlerinde kısmen rastlanır ve çoğu örnekler bu dikkat ve incelikten yoksundurlar.
İslam'ın hidayetinden yüz çeviren kimseleri anlatmak için Kur‟ân şöyle bir benzetme yapmıştır: ... ةسىضل ِٓ ثّشف ةشفٕخضِ شّح ُهٔأو “... Sanki onlar aslandan kaçan ürkmüş yaban eşekleridirler”27. Onların çağrıdan kaçmalarını anlatmak için sadece “شّح ُهٔأو” “onlar yaban eşekleridirler” ifadesiyle yetinmemiştir. Bilakis onların davetten nefret ve ürkmelerini, çılgınca ve delicesine kaçmalarını, şaşkınlık ve çaresizlik içerisinde uzaklaşmalarını anlatmak ve bu ürküş ve kaçışa ne kadar yatkın ve istekli olduklarını göstermek için “ةشفٕخضِ” sözcüğünü eklemiştir. Bununla da kalmamış, bu kaçışın nedenli hızlı olduğunu ve bunların can havliyle, korkudan arkaya bile bakmadan, başka bir tehlikeye düşüp düşmeyeceğini bilmeden nasıl sağa sola kaçıştıklarını da ifade etmek için “ ِٓ ثّشفةسىضل” „aslandan kaçar gibi‟ ibaresini eklemiştir28
.
Kur'ân teşbihlerini tek tek inceleyenler, her birinde bu dikkat ve inceliği, olağanüstü mükemmelliği görebilirler. Kur'ân'ın bu anlamdaki güzelliğinin şu temeller üzerine oturduğunu söyleyebiliriz. a) Müşebbeh bih(Benzetilen)e Sıfat Eklenmesi Daha önce geçen örneklerde de olduğu üzere طاشفٌا sözcüğü دىثبٌّا sözcüğüyle ذهعٌا sözcüğü de „طىمٌّٕا” sözcüğüyle, “شّحٌا” sözcüğü ise “ةشفٕخضِ” ve “ ةسىضل ِٓ ثّشف” sözcükleriyle nitelenmiştir. Bu nitelemelerin teşbihlerdeki ince anlatıma katkıları ise açıklamaya gerek kalmayacak kadar açıktır. Çünkü teşbihin unsurları son derece açık ve benzeme yönü (vech-ü şebeh) oldukça net ve belirgindir.

27 Müddessir, 74/50, 51.
28 Taberî, Câmiu’l-Beyân, XII, 320-323; Zemahşerî, el-Keşşâf, IV, 187-188; İbn
el-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, VIII, 130-131; Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, XXX, 186-187;
Kurtubî, el-Câmi’, V, 287; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XVI, 230; Elmalılı, Hak Dini
Kur’ân Dili, VIII, 5462-5463; Mahmut Sâfî, İ’râbu’l-Kur’ân ve Beyânuh, XV,
163; Muhyiddin Derviş, İ’râbu’l-Kur’ân ve Beyânuh, X, 293; Hâlidî,
Nazariyyetu’t-Tasvîr, s. 270; Zerzûr, Ulûmu’l-Kur’ân, s. 329; Fadl, el-Belâga,
s. 85, 96. Süleyman KOÇAK
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4
358

Ancak Kur'ân teşbihlerindeki bu durum, benzeyenin tek benzetilenin ise birden fazla olup birbirine yakın ve çok benzer olduğu hallerde daha mükemmel olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü benzeyenin değişen her durumu için, başka birisinin asla yerini tutmayacağı, o durum için en uygun olan bir vasıf getirilmektedir. Mesela Kur'ân'da kıyamet sahneleri çizilmekte ve insanların durumu tasvir edilmektedir. Teşbihli deyimlerle yapılan bu tasvirlerin bazısında insan دىثبٌّا طاشفٌاو “sağa sola uçuşan kelebekler gibi”29kimi yerde ise ششخِٕ داشج ُهـٔأو “etrafa yayılan çekirge sürüleri gibi”30 nitelenmektedirler. Kâria Suresi'nde anlatılan kıyamet sahnesinde insanların durumu kelebeğin hareketine benzetilmiştir. Zira insanlar üzerinde o gün kargaşa ve düzensizlik, başıboşluk hâkim, hareketleri bilinçsizce, nereye gittiklerini bilmeden oradan oraya koşuşup durmaktadırlar. „دىثبٌّا‟ nitelemesi bu durumu anlatmak için getirilebilecek en uygun ve yerinde bir nitelemedir. Zira insanlar kabirlerinden yeni kalkmışlardır. Kamer suresinde anlatılan kıyamet sahnesindeki insanların durumu ise kuvvet ve yoğunluk açısından kelebeğin hareketinden
farklı olan çekirgenin hareketine benzetilmiş ve „ششخِٕ‟ nitelemesi eklenmiştir. Bu ise insanların o durumunu son derece ince bir şekilde anlatmaktadır. Çünkü bu aşamada insanlar çekirgeler gibi sürüler şeklinde her tarafı kaplamışlar ve oraya yerleşmişlerdir. Bu iki teşbih arasındaki fark, ikincisinde insanların mahşerdeki durumunun anlatılmış olmasıdır. Artık insanlar kabirlerinden çıktıktan sonra ve başlarına gelen korku, şaşkınlık ve yorgunluktan sonra mahşerde topluca bir araya gelmişler üzerlerinde endişe, dehşet ve eziklik var. Çünkü hesabı ve sonucunu bekliyorlar. Bütün bu anlatımların, nitelemelerin, gerçeği olduğu gibi aynen resmettiği ve yansıttığı, anlatılmak istenen konu ve temalarla ne derece örtüştüğü ortadadır ve bunlar Kur'ân teşbihlerindeki ince anlatımın en açık örnekleridir31

29 Karia, 101/4.
30 Kamer, 54/7.
31 Begavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VII, 427-428; Tabersî, Mecmau’l-Beyân, VI, 67;
Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl, II, 446; Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, V, 151; Kâsımî,
Mehâsinu’t-Te’vîl, XV, 5597; İbn Âşûr, Tefsîru’t-Tahrîr, XXVII, 179; Zerzûr,
Ulûmu’l-Kur’ân, s. 330-332; Fadl, el-Belâga, s. 85; Habenneke,
Abdurrahman el-Meydânî, Emsâlu’l-Kur’ân ve Suverün min Edebihi’r-Râfi’,
Dımeşk, 1992, s. 143. Kur’an Deyimlerinde Teşbihin Temel Özellikleri
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4

359
b) Anlam tablosunu içerik ve şekilsel olarak en gerçekçi ve canlı bir şekilde resmeden, dolgun, etkili, çekici ve ahenkli sözcüklerin seçilmesi Genelde teşbihlerin unsurları, eşanlamlı, alternatif sözcüklerle kurulabilirken Kur'ân teşbihlerindeki sözcükler başka hiçbir sözcükle yer değiştirilemeyecek derecede titizlikle seçilmiş, teş
bihlerdeki ince anlatıma çok açık bir şekilde bizzat katkıda bulunan unsurlardır. Kâria suresinde, kıyamet gününde dağların durumu anlatılırken yapılan teşbihte ٓهعٌاو
32"renkli yün gibi” sözcüğü, telaffuzundaki yumuşaklığı, kulağa gelen hafif nağmesi ve fısıltısıyla arkasına aldığında, sığındığında hemen insanı koruyacakmış gibi duran koca koca, son derece ağır dağları parça parça edilmiş, atılmış, savrulmuş, uçuşan hafif yünlere طىفٌّٕا çevirmesi, onların kıyamet günü aldığı şekli, gerçekçi ve canlı bir şekilde resmetmektedir. Nitekim “ٓهعٌا” yerine yakın anlamlısı olan فىصٌا sözcüğü getirilecek olsa anlatımdaki olağanüstü incelik kaybolup gidiverir. Çünkü ٓهعٌا sözcüğündeki hafifliği çağrıştıran nağme ve musiki, ayrıca anlam kapsamında var olan „renklilik‟, dahası طىفٌّٕا sözcüğüyle aralarındaki musiki ve ses düzeni, ahenk ve ritim hemen uçup gidiverir. Bunu anlamak için şu iki teşbihe dikkatlice bakmak yeterli olur: طىفٌّٕا ٓهعٌا, طىفٌّٕا فىصٌا33

HanifMuslim
3. April 2009, 03:09 PM
c) Teşbihin Tarafları(Benzeyen ve Benzetilen)ndaki Çeşitlilik (هٍبشتلا ضزع ًف عٌوٌتلا) Kur'ân'da, teşbih çeşitlerinde görülen soyut-somut sınıflandırmalarına ek olarak gözlemlediğimiz bu „çeşitlilik‟, onun teşbihlerine ayrı bir incelik ve mükemmellik katmaktadır. Dikkat edilirse Kur'ân teşbihleri bazen iki canlı varlık arasında, bazen iki cansız varlık arasında gerçekleşmekte, bazen benzeyen canlı, benzetilen cansız bir varlık olabilmektedir. Hatta bu benzetme iki gaybî varlık arasında bile yapılabilmektedir. İlk üç çeşitle alakalı örnekler daha önceden geçti. Sonuncuyu örneklendirerek konuya açıklık getirelim. ُٓطاُشٌا سوؤس هٔأو اهعٍط “Tomurcukları şeytanın başları gibidir”34

. Cehennemliklerin yiyeceklerinden olan zakkum ağacının tomurcukları, yine gaybî bir konu olan çirkinliğin sem32 Karia, 101/5. 33 Zerzûr, Ulûmu’l-Kur’ân, s. 332; Habenneke, Emsalu’l-Kur’ân, s. 144. 34 Sâffât, 37/65. Süleyman KOÇAK Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 360 bolü şeytanın başlarına benzetilmiştir. Bu da teşbihi son derece açık, etkili ve canlı bir anlatım haline getirmiştir35
.
Bu yorumda Câhiz'le aynı düşünen Müberrid şu ifadelere yer vermektedir: “Bazı inkârcılar bu ayetle ilgili olarak itirazlar öne sürmüşler, gaybî olan ancak görünen (hazır) bir şeye benzetilebilir diyerek ayette geçen „şeytanın başları‟nı gözle görünen bir olgu olmaması dolayısıyla benzetilen olamayacağını söylemişlerdir. Hâlbuki Cenab-ı Hak önceden insanların düşüncesinde şeytanı son derece çirkin bir varlık olarak resmetmiş ve bunu gözle görülen, inkâr edilemez somut bir gerçek olarak yerleştirmiş daha sonra da insanların nefret ettiği bir ağacı ona benzetmiştir"36 Nitekim şeytanın insan zihninde kötülük, çirkinlik ve iğrençlik gibi tüm olumsuz özelliklerin bir simgesi olarak yerleşmesinden dolayıdır ki Araplar bir şeyi çirkin olarak nitelemek istediklerinde ْاطُش ِٓ حبلأ ىه “Şeytandan daha çirkin” derler. Ayette geçen teşbihin, gerçekte somutun somuta benzetildiği bir teşbih olduğunu söyleyenler de vardır. Zira ağaç, onun tomurcuğu, cehennemliklere yedirilen meyvesi ve şeytanın başları somut şeylerdir, ancak gayb dünyasının objelerinden olduğu için görülememektedirler. İyice bakıldığında ise teşbihin iki gaybî olgu arasında olduğu görülecektir37
.
4) Merkezinde İnsanın Olması (ىاسًلا لوح ىارودلا) Kur‟ân, hayat devam ettiği sürece insanlığın hidayet kaynağı ve doğru yol rehberi olmayı hedeflediği için, her anlatımında olduğu gibi teşbihlerinin tamamında da merkezine hep insanı almıştır. Teşbihlerini zaten insan için yapan Kur‟ân'da, yeri gelmiş benzeyen bizzat insanın kendisi olmuştur. Kendisi bir benzetmeye konu olurken tamamen içinde bulunduğu duruma uy35 Taberî, Câmiu’l-Beyân, X, 494; Zeccâc, Meânî’l-Kur’ân, IV, 306, 307; Enbârî, ez-Zâhir, I, 170; Semerkandî, Tefsîru's-Semerkandî, III, 116; Mâverdî, enNüket ve’l-Uyûn, V, 51-52; Vâhidî, el-Vasît, III, 526; İbn el-Cevzî, Zâdu’l-
Mesîr, VI, 298; Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, XXVI, 124; Râzî, Nihâyetu’l-Îcâz, s. 194; Kurtubî, el-Câmi’, IV, 231; Semîn, Umdetu’l-Huffâz, II, 475; Âlûsî,
Rûhu’l-Meânî, XIII, 140-141; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, VI, 4055-4056; Mahmut Sâfî, İ’râbu’l-Kur’ân ve Beyânuh, XII, 63-64; Muhittin Dervîş,
İ’râbu’l-Kur’ân ve Beyânuh, VIII, 277-282; el-Mu’cemu’l-Esâsî, s. 713; Zerzûr, Mu’cemu’l-Kur’ân, s. 333-335; Habenneke, el-Emsâlu’l-Kur’âniyye, s. 83.
36 el-Müberrid, el-Kâmil fi'l-Luga, II, 996. 37 Zerzûr, Ulûmu’l-Kur’ân, s. 319-320; Deyim için bkz. Câhiz, el-Hayavân, VI, 213; İmîl Bedî‟, II, 595. Kur’an Deyimlerinde Teşbihin Temel Özellikleri Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 361 gun benzetmeler yapılmış. Ona yapılan benzetmelerse bizzat kendi çevresinden onu çepeçevre kuşatan, varlığı ve yaşamı için vazgeçilmez olan doğadan, kâinattan alınmıştır38
.
5) Benzetilenlerine Değerli Değersiz Her Şeyi Konu Edinmesi ( " ةوٍق " وأ هب هبشولا " هتسافً " ةٌاٌع عضوه تسٍل ) Bu özellik her ne kadar İslam öncesi Arap edebiyatında bulunan bir özellik olsa da sonraki dönemlerde bazı edebiyatçılar, teşbihlere konu olan şeylerin maddî değerini, ilginçlik ve orijinalliğini öne çıkardıklarından dolayı bu tutumu Kur'ân'a yakıştıramamış, eleştiri ve alay konusu etmişlerdir. Kur'ân teşbihlerinde dikkate alınan konu, benzetilenin „kıymeti‟ ve „hoşluğu‟ değil, onun sanatsal değeridir. Bundan dolayı da Kur'ân teşbihleri, sadece bazı dönemlerde belirli edebiyat çevreleri tarafından kendi dönemlerinde yaygın olan sanatsal ve sosyal değer ölçülerinden hareketle güzel bulunan teşbihler gibi değildir. Aksine her zaman ve zeminde geçerli olan teşbihlerdir. Belirli bir zaman diliminin ve
çevrenin özelliğini taşımadığı içindir ki, anlamca açık ve şekil olarak etkili olmasında hiçbir azalma ve daralma olmamıştır39 Kur'ân'ın bazı mesel ve teşbih(temsîl)lerinin benzetilenlerinde görülen hakirlik ve basitlik, belâgate aykırı olmadığı gibi, aksine belâgatin bir gereğidir. Mesela, 'ilmiyle amel etmeyenlerin kitap yüklü merkebe'40

, 'Allah'tan başka dostlar edinenlerin, evlerin en zayıfı olan örümcek evinden medet umanlara' benzetilmesi41, konunun gayet çarpıcı ve etkili bir şekilde ifade edilmesine yardım etmektedir. Bu sırrı ve inceliği anlamayan veya anlamazlıktan gelen müşrikler bunu tenkit konusu yapmışlar, Yahudiler ise alay etmişler ve “bu Allah kelamına benzemiyor” demişlerdir42

. Hâlbuki benzetilenin yüceliği benzeyenin yüceliğiyle doğru orantılıdır. Benzeyen yüce olursa benzetilen de yüce olur; basit 38 Fadl, el-Belâga, s. 88. 39 Zerzûr, Ulûmu’l-Kur’ân, s. 322; Şerif Mansûr, el-Emsâl fi’l-Kur’ân, s. 45-50. 40 Cuma, 62/5. 41 Taberî, Câmiu’l-Beyân, X, 142-143; Ebû Sa‟d, Mu’cemu’t-Terâkîb, s. 64; Âyet için bkz. Ankebût, 29/41. 42 Taberî, Câmiu’l-Beyân, I, 213; Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 263; Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, II, 124-125; Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl, I, 43-44; Kurtubî, el-Câmi’, I, 47; Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl, I, 54; Vâhidî, el-Vasît, I, 107; Şerîf Mansûr, el-Emsâl fi’l-Kur’ân, s. 47-50; Eren, s. 68. Süleyman KOÇAK Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 362 ve bayağı ise o da basit ve bayağı olur. Nitekim „hak‟ gayet açık ve
aydınlatıcı ve yol gösterici olduğu için ziya ve nura, batıl ise bunun tersi olduğundan karanlığa benzetilmiştir43

. Bu konuyla alakalı olarak Cenab-ı Hak şu gerçeği bildirmektedir: “Şüphesiz Allah bir sivrisineği, hatta daha küçük veya büyüğünü mesel olarak getirmekten çekinmez. İman edenler bilirler ki, o şüphesiz haktır, Rablerindendir. Ama küfre sapanlar “Allah böyle bir meselle ne demek istedi şimdi” derler. Allah onunla birçoklarını şaşırtır. Yine onunla birçoklarını yola getirir. Onunla şaşırttıkları, fasıklardan başkaları değildir”44
.
Bilinmelidir ki, insanların gözünde basit ve çirkin olan şeylerle benzetme yapmak ve bu şekilde gerçekleri dile getirmek ve gün ışığına çıkarmak, utanmayı ve çekinmeyi gerektirecek bir husus değildir. Zira Cenab-ı Hak, büyük-küçük, basit-değerli, iyi-kötü, güzel-çirkin ne varsa hepsini kendisi yaratmış ve bunların her birinde ilminin, hikmetinin ve kudretinin kemaline işaret eden deliller gizlemiş ve insanların bakışlarını onlara çevirmelerini istemiştir ki yarattığı şeyleri tefekkür etsinler, sanatının mükemmelliğini düşünsünler ve böylece yaratılandan yaratıcıya, eserden müessire, sanattan sanatkâra ulaşabilsinler45

. Allah sivrisinek ve benzeri basit varlıkları yaratmaktan ve insanların gözlerinin önünde sergilemekten çekinmediği gibi, onları dile getirmekten ve onlarla misal vermekten çekinmez46

. Allah'ın kudretinde arş ve sivrisinek eşittir. Birini yaratmak diğerini yaratmaktan asla zor değildir47 . Ayrıca insanların küçük gördüğü mahlûkatta Allah'ın yüceliğine ve eşsiz hikmetine işaret eden o derece müthiş deliller ve harikuladelikler vardır ki bugün modern ilimler için uzun, yorucu araştırma ve incelemelere konu olmuşlardır.
Hatta ilim adamları onların ilginç hayatları, olağanüstü özellikleri ve sayısız çeşitleri hakkında birçok kitap kaleme almıştır. Bu özelliklerini bilenler için onların temsîllerde kullanılması, hiçbir şekilde garip karşılanacak, küçümsenecek bir husus değildir.

43 Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 262; Kâsımî, Mehâsinu’t-Te’vîl, II, 86; Şerîf Mansûr, el-Emsâl fi’l-Kur’ân, s. 47-48; Eren, s. 68. 44 Bakara, 2/26. 45 Habenneke, el-Emsâlu’l-Kur’âniyye, s. 24. 46 Kâsımî, Mehâsinu’t-Te’vîl, II, 86; Habenneke, el-Emsâlu’l-Kur’âniyye, s. 24; Eren, s. 68. 47 Bursevî, Rûhu’l-Beyân, I, 45; Eren, s. 68. Kur’an Deyimlerinde Teşbihin Temel Özellikleri Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 363 Aksine insanların dikkatlerini o yöne çekmek ve onlar hakkında derinlemesine araştırma yapılmasını teşvik etmek için gereklidir bile. Bütün bunları görmemek için bir insanın ya kör ya da görmemezlikten gelmesi gerekir. Müminlere gelince onların bilginleri bu benzetmelerle ne anlatılmak istendiğini bilirler ve ondan ibret alırlar. Konu hakkında fazla bir bilgisi olmayanlar ise bu benzetmelerin gerçek ve Rablerinin katından olduğuna inanırlar. Çünkü onlar, bu Kur‟ân'ın ilim ve hikmet sahibi, her türlü boş sözden ve boş işten münezzeh olan Allah katından olduğunu bilirler48
.
6) Hedefle uyumlu olması (هلجأ يه تقٍس يذلا ضزغلا عه قاسّتلا) Kur'ân teşbihleri, ifade edilmek istenen anlamla son derece uyum arz eder. Onlara baktığımızda, bir şeyin farklı özelliklere sahip olmasından dolayı birden fazla şeye benzetildiğini görmekteyiz. Ancak her bir benzetme, anlatılmak istenen konuya uygun olarak seçilmekte ve son derece isabetli bir tercih yapılmaktadır. Buraya kadar anlattıklarımız Kur'ân teşbihlerinin bazı karakteristikleridir. Konuyu daha iyi anlatabilmek için bunları bir
kaç deyim üzerinde gösterelim. ... َُذمٌا ْىجشعٌاو داع ًخح ... “Aya da hurmanın eskimiş dalı haline gelinceye (iyice incelip küçülünceye) kadar menziller takdir ettik”49

. Şairlerin üzerinde aşk şarkıları söyledikleri ay, benzetmelerde bazen benzeyen bazen de benzetilen olmuştur. Kur'ân da ayı, dünya için ışık kaynağı olması dolayısıyla bir nimet olarak görmüş ve onu benzetmelerine konu etmiştir. Nitekim ayette geçtiği üzere son evresinde aldığı şekli anlatmak üzere onu, kurumuş hurma dalına benzetmiştir. Bu ifadenin anlatmak istediği şey, onun bu son evrede olabildiğince küçüldüğü ve inceldiğidir. Ay ki gökyüzünün en net görünen ve en haşmetli gezegenidir. Gecenin zifiri karanlığını yok edecek büyüklükte bir lamba gibi insanı hayrete ve dehşete düşüren bir cisimken öylesine küçülüyor, inceliyor ki gözle görülmeyecek bir hal alıyor. Koskoca bir yıldız hiçbir varlığı ve değeri olmayan, ya da yok olmak üzere olan bir varlığa dönüşüyor50

48 Habenneke, el-Emsâlu’l-Kur’âniyye, s. 24. 49 Yâsîn, 36/39. 50 Mâverdî, en-Nüketü ve’l-Uyûn, V, 18; Begavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VII, 18; Tabersî, Mecmau’l-Beyân, V, 24; Zemahşerî, el-Keşşâf, III, 223; Nesefî, Süleyman KOÇAK Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 364 Bu benzetmedeki anlatımın ve seçilen sözcüklerin inceliğini anlamak, ne derece kısa ve özlü olduğunu, lüzumsuz hiçbir detayın olmadığını görmek, insanın uzak-yakın çevresiyle ne kadar iç içe olduğunu fark etmemek imkânsızdır. Zira güneşin devamlı sabit bir manzarası varken, ay devamlı değişkendir. İnce bir hilal olarak görülmekte, gittikçe kalınlaşıp dolunay haline gelmekte ve sonunda yine hilal şeklini almaktadır. Ayet-i kerime, ayın menzillerinden bahisle, onun son evresindeki durumunu hurmanın eskimiş beyaz bir dalına benzetmektedir51

. Zemahşeri'ye göre hilal halindeki ay, üç cihetle yaşlı eski hurma dalına benzer. Hurmanın eski dalı incelir, kıvrılır ve sararır. Hilal halindeki ayın durumu da böyledir52. Hamdi Yazır, ayetin yorumunda şu ince nükteye temas eder: "Bu teşbih pek bediîdir. Zannedildiği gibi hilalin ilk ve son şeklini göstermekle kalmıyor, ayın o menzillerde giderken arz etrafında bir ayda kat ettiği yörüngenin bir mürtesemini de göstermiş oluyor"53

. Yani, ayın dünya etrafında bir ayda çizdiği yörünge, şekil olarak “hurmanın eskimiş beyaz bir dalı” teşbihinde anlatılan bir görüntü göstermektedir. Bu ayetle ilgili olarak, işârî tefsir ekolünün en önemli simalarından Bursevî‟nin kaydettiği bir anlama dikkat çekmek yerinde olur. Ona göre, "bazı zatlar güneş gibi, bazıları da ay gibidir. Şems gibi olanlar daima marifet ziyası neşrederler. Bunlar sahib-i temkin kimseler olup, gayr-ı mütelevvindirler. Yani renkten renge, şekilden şekle girmezler. Ne küsuf bunlara arız olur, ne de bir perde. Kamervâri olanlar ise, bir halden başka hale intikal eder dururlar. Sahib-i telvindirler, yani bir kararları yoktur, renkten renge girerler. Dolunay misali kemale erdikleri de olur, hilal misali inceldikleri de"54
.
Bir başka deyimde ... ّشٌّا ِٓ ْاطُشٌا هطبخخَ ٌزٌا َىمَ اّو “Faiz yiyenler cin, şeytan çarpmış, delirmiş kimseler gibi davranırlar...”55

Medâriku’t-Tenzîl, III, 1441; Semîn, ed-Dürrü’l-Masûn, IX, 270-271; Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl, II, 282; Bikâî, Nazmu’d-Dürer, XVI, 131-132; Kâsımî, Mehâsinu’t-Te’vîl, XIV, 5005; Hicâzî, et-Tefsîru’l-Vâdıh, III, 184; Fadl, el-Belâga, s. 85-89. 51 Eren, s. 108. 52 Zemahşerî, el-Keşşâf, III, 323; Bursevî, Rûhu’l-Beyân, III, 313; Eren, s. 108. 53 Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, VI, 4031. 54 Bursevî, Rûhu’l-Beyân, III, 313; Eren, s. 109. 55 Bakara, 2/275. Kur’an Deyimlerinde Teşbihin Temel Özellikleri Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4 365 denilmektedir. Dikkatlice bakıldığında, Kur'ân'ın faiz yiyenlerin psikolojik ve fiziksel durumlarını ince bir teşbihle resmettiği görülecektir. Zira faiz yiyenler insanların emeklerini ve alın terlerini sömürdükleri için içlerinin rahat ve gönüllerinin huzurlu olması mümkün değildir. Bu nedenle de ruhsal ve fiziksel rahatsızlıklar peşlerini bırakmaz. Yukarıdaki teşbihte de anlatılmak istenen budur. Şeytanın çarptığı bir insan, nasıl ki ruhen sağlıklı, bedenen rahatsız, aklen sağlam olamazsa faiz yiyenler de aynen böyledir. Yani verilen ceza işlenilen suçun aynısıdır56

HanifMuslim
3. April 2009, 03:11 PM
Burada benzeyenle benzetilen arasında son derece büyük bir uyum ve ahenk gözlemlenmekte ve teşbihte olağanüstü bir dikkat ve ince anlatım dikkati çekmektedir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki teşbih sanatı, Kuran'ın deyimsel anlatımında çok önemli bir yere sahiptir. Kuran bu denli etkili bir anlatıma sahip olmasını büyük oranda teşbihe borçludur diyebiliriz. Bunu daha iyi anlayabilmek için Kuran deyimlerinde teşbihin temel özelliklerini incelemek yeterli olacaktır kanaatindeyiz.

56 Taberî, Câmiu’l-Beyân, III, 102-103; Zeccâc, Meânî’l-Kur’ân, I, 358; Hemezânî, el-Elfâzu’l-Kitâbiyye, s. 105-106; İbn Dureyd, Cemheretu’l-Luga, I,
291; Semerkandî, Tefsîru's-Semerkandî, I, 234; İbn Fâris, Mekâyîsu’l-Luga, II, 241; Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât, s. 273-274; Seâlebî, Fıkhu’l-Luga, s.
136; Mâverdî, en-Nüketü ve’l-Uyûn, I, 348; İbn Sîde, el-Muhassas, III, 53; Vâhidî, el-Vasît, I, 394; Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 398-399; İbn Atiyye, el-
Muharraru’l-Vecîz, I, 372; Nîsâbûrî, Meânî’l-Kur’ân, VII, 282; Semîn, Umdetu’l-Huffâz, I, 561-562; İbn Mülakkin, Garîbu’l-Kur’ân, s. 88;
Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, s. 857; İbn Hacer, Gurâsu’l-Esâs, s. 107; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, III, 79-81; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, II, 957; İbra-
him Yazıcı, Nüc’atü’r-Râid, I, 112; Derveze, Kur’ân Tefsiri, V, 306-307; Mah-mut Sâfî, İ’râbu’l-Kur’ân ve Beyânuh, II, 74; Muhittin Derviş, İ’râbu’l-Kur’ân
ve Beyânuh, I, 429; Komisyon, el-Mu’cemu’l-Esâsî, s. 1135; Fadl, el-Belâga, s. 90; Eren, s. 47. KAYNAKÇA

Ahmet Cemal, Ömerî, el-Mebâhisu’l-Belâgiyye fî Dav’i Kadiyyeti’l-İ’câz,
Mektebetu‟l-Hafâcî, Kahire, 1990.
Âlûsî, Ebu'l-Fadl Şihâbüddin (ö. 1270 h.), Rûhu'l-Meânî fî Tefsîri'l-Kur’âni'l-Azîm,
Dâru'l-Fikir, Beyrut, 1994.
Askerî, Ebu Hilal (ö. 395 h.), Kitâbu Cemheretü’l-Emsâl (thk. Abdulmecid
Gatâmış), 2. bs., Dâru‟l-Cîl, Beyrut, 1988.
Atîk, Abdülaziz, fi’l-Belâgati’l-Arabiyye (İlmu’l-Beyân), Dâru‟n-Nehdati‟l-
Arabiyye, Beyrut, ty.
Begavî, Ebû Muhammed el-Hüseyn b. Mes‟ûd (ö. 516 h.), Meâlimu’t-Tenzîl
(Tefsîru’l-Begavî) (thk. Muhammed Abdullah, Osman Cuma, Süley-
man Müslim), Dâru Taybe, 2. bs., Riyâd, 1993.
Bekrî, Şeyh Emîn, el-Belagatu’l-Arabiyye fî Sevbihe’l-Cedîd (İlmu’l-Beyân),
Dâru‟l-İlm li‟l-Melâyîn, Beyrut, 1995.
Beyânûnî, Abdulmecid, Darbu’l-Emsâl fi’l-Kur’ân Ehdâfuhu’t-Terbeviyye ve
Âsâruh, 1. bs., Dâru‟l-Kalem, Dımeşk, 1991.
Beyzavî, Nasırüddin Ebû Said Abdullah b. Ömer (ö. 791 h.), Envâru’t-Tenzîl ve
Esrâru’t-Te’vîl, Dâru‟l-Kütübi‟l-İlmiyye, 1. bs., Beyrut, 1988.
Bikâî, Burhaneddin Ebu‟l-Hasan İbrahim Ömer (ö. 885 h.), Nazmu’d-Dürer fî
Tenâsübi’l-Âyâti ve’s-Suver, 1. bs., Yy., 1969.
Bilgegil, M. Kaya, Edebiyat Bilgi ve Teorileri (Belagat), Enderun Yay., İst., 1989.
Buhârî, Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail (ö. 256 h.), Sahîhu’l-Buhâri, 2. bs.,
Çağrı Yay.- Dâru Sahnûn, İst.,-Tunus, 1992.
Bursevî, İsmail Hakkı (ö. 1137 h.), Tenvîru'l-Ezhân min Tefsîri Rûhi'l-Beyân (thk.
M. Ali es-Sâbûnî), Dâru'l-Kalem, 1. bs., Beyrut, 1988.
Câhiz, Ebu Osman Amr b. Bahr (ö. 255 h.), Kitâbu’l-Hayavân (thk. Abdusselam
Muhammed Harun), 2. bs., Şeriketü Mektebeti ve Matbaati Mustafâ
el-Bâbî el-Halebî, Mısır, ty.
Cündioğlu, Dücane, Anlamın Buharlaşması ve Kur’ân, Kitabevi, 3. bs., İst.,
1995.
, Kur’ânı Anlama’nın Anlamı, Kitabevi, 4. bs., İst., 1998.
Cürcânî, Abdulkâhir, Kitâbu Esrâri’l-Belâga (thk. Hellmut Ritter), İ.Ü. Yay., İst.
Derveze, M. İzzet (ö. 1984 m.), et-Tefsîru'l-Hadîs (Nüzul Sırasına Göre Kur’ân
Tefsiri) (trc. Komisyon), Ekin Yay., 2. bs., 1988.
Dîvânu Ebi't-Tayyib el-Mütenebbî (şerh. el-Vâhidî, thk. Ömer Faruk et-Tabbâ'),
Beyrut, ty.
Draz, Muhammed Abdullah, En Mühim Mesaj Kur’ân (trc. Suat Yıldırım), Akçağ,
Ank. 1985.
Ebû Hayyân, Muhammed b. Yûsuf (ö. 754 h.), el-Bahru’l-Muhît, Dâru‟l-Fikr,
Beyrut, 1992.
Ebû Sa‟d, Ahmed, Mu’cemu’t-Terâkîb ve’l-İbârâti’l-Istılâhiyyeti’l-Arabiyye el-Kur’an Deyimlerinde Teşbihin Temel Özellikleri
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4

367
Kadîmetu minhâ ve’l-Müvelled, Dâru‟l-İlm li‟l-Melâyîn, Beyrut 1987.
Ebû Ubeyde, Ma'mer b. el-Müsenna et-Teymî (ö. 210 h.), Mecâzu'l-Kur’ân (thk.
Muhammed Fuâd Sezgin), Müessesetü'r-Risâle, 2. bs., Beyrut, 1981.
Ebu Zeyd, Nasr Hâmid, İlahi Hitabın Tabiatı (trc. Mehmet Emin Maşalı),
Kitâbiyât, Ank., 2001.
Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Neşriyat, İst., ty.
Enbârî, Ebubekir Muhammed b. el-Kâsım (ö. 328 h.), ez-Zâhir fî Meânî
Kelimâti’n-Nâs (thk. Hâtem Sâlih ez-Zâmin), 1. bs., Müessesetü‟r-
Risâle, Beyrut, 1992.
Eren, Şâdi, Kur’ânda Teşbîh Ve Temsîller, Işık Yay., 1. bs., İst., 2002.
Fadl, Hasan Abbas, el-Belagatü Fünûnuhâ ve Efnânuhâ (İlmu’l-Beyân ve’l-Bedî’),
1. bs., Dâru‟l-Furkân, Amman-Ürdün, 1987.
Ferrâ, Ebû Zekeriyya Yahya b. Ziyâd (ö. 207 h.), Meânî’l-Kur’ân (thk. Abdu‟l-
Fettâh İsmail Çelebi), Dâru‟s-Sürûr, Beyrut, ty.
Fîrûzâbâdî, Mecdüddin Muhammed b. Yakub (ö. 817 h.), el-Kâmûsu’l-Muhît
(thk. Mektebetü Tahkîki‟t-Türâs fî Müesseseti‟r-Risâle), 4. bs.,
Müessesetü‟r-Risâle, Beyrut, 1994.
Gatâmış, Abdulmecîd, el-Emsâlu’l-Arabiyye, Dirâsetun Târîhiyye Tahlîliyye,
Dâru‟l-Fikr, Dımeşk, 1988.
Habenneke, Abdurrahman el-Meydani, el-Emsâlü’l-Kur’âniyye, Dâru‟l-Kalem,
Beyrut 1980.
, Emsâlü’l-Kur’ân ve Suverün min Edebihi’r-Râfi’, Dâru‟l-Kalem, 2. bs.,
Dımeşk, 1992.
Halefullah, Muhammed Ahmed, Kur’ân’da Anlatım Sanatı (trc. Şaban Karataş),
Ank. Okulu, Ank., 2002.
Hâlidî, Salah Abdülfettah, Nazariyyetü’t-Tasvîr inde Seyyid Kutup, Dâru‟l-
Furkân, Ürdün, 1983.
Hâşimî, Ahmed, Cevâhiru’l-Belâga fi’l-Meânî ve’l-Beyân ve’l-Bedî’, 15. bs., Kah-
raman Yay., İst., 1984.
Hemazânî, Abdurrahman b. İsâ b. Hammâd (ö. 320 h.), Kitâbu’l-Elfâzi’l-
Kitâbiyye (thk. İmîl Bedî‟ Yakub), 1. bs., Dâru‟l-Kütübi‟l-İlmiyye, Bey-
rut, 1991.
Hîcâzî, Muhammed Mahmud, et-Tefsîru’l-Vâdıh, Dâru‟t-Tefsîr, 10. bs., Kahire,
1992.
Hûlî, Emin, Kur’ân Tefsirinde Yeni Bir Metod (trc. Mevlüt Güngör), Kur‟ân Ki-
taplığı, İst., 1995.
İbn Âşûr, Muhammed Tahir, Tefsîru't-Tahrîr ve't-Tenvîr, yy., ty.
İbn Atiyye, Ebû Muhammed Abdulhak b. Gâlib, el-Muharraru’l-Vecîz fî Tefsîri’l-
Kitâbi’l-Azîz (thk. Abdüsselâm Abdüşşâfi), Dâru‟l-Kütübi‟l-İlmiyye, 1.
bs., Beyrut, 1993.
İbn Düreyd, Ebûbekir Muhammed b. el-Hasan (ö. 321 h.), Kitâbu Cemheretu’l-
Luga (thk. Remzi Münir Bağlebekkî), Dâru‟l-İlm li‟l-Melâyîn, 1. bs.,
Beyrut, 1987. Süleyman KOÇAK
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4
368
İbn el-Cevzî, Ebu'l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman (ö. 597 h.), Zâdü'l-Mesîr fî
İlmi't-Tefsîr (thk. Muhammed b. Abdurrahman), Dâru'l-Fikir, 1. bs.,
Beyrut, 1987.
İbn el-Mulakkin, Sirâcüddîn Ebu Hafs Ömer (ö. 808 h.), Tefsîru Garîbi'l-Kur’ân
(thk. Semir Taha el-Meczûb), Âlemü'l-Kütüp, 1. bs., Beyrut, 1987.
İbn Fâris, Ebu‟l-Hüseyin b. Zekeriyya (ö. 395 h.), Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luga (thk.
Abdüsselâm Muhammed Harun), Dâru‟l-Cîl, 1. bs., Beyrut, 1991.
İbn Hacer, el-Askalânî (ö. 852 h.), Gurâsü’l-Esâs (thk. Tevfik Muhammed
Şâhin), 1. bs., Mektebetu‟l-Vehbe, Kâhire, 1990.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî (ö. 276 h.),
Te’vîlu Müşkili’l-Kur’ân, Dâru‟l-Kütübi‟l-İlmiyye, 3. bs., Beyrut, 1981.
_______, Tefsîru Garîbi’l-Kur’ân (thk. es-Seyyid Ahmed Sakr), Dâru‟l-Kütübi‟l-
İlmiyye, Beyrut, 1978.
İbn Manzûr, Ebu‟l-Fadl Cemâluddîn Muhammed b. Mükerrem (ö. 711 h.),
Lisânu’l-Arab, Dâru Sâdır, 3. bs., Beyrût, 1994.
İbn Reşîk, Ebu Ali el-Hasen el-Gayravânî, el-Umde fî Mehâsini’ş-Şi’r ve Âdâbih
(thk. Muhammed Gargazân), 1. bs., Dâru‟l-Ma‟rife, Lübnan, 1988.
İbn Sîde, Ebu‟l-Hasan Ali b. İsmail el-Endelüsî (ö. 458 h.), el-Muhassas, Dâru‟l-
Kütübi‟l-İmmiyye, Beyrut, ty.
İbrahim el-Yazıcî, el-Lübnânî, Kitâbu Nüc’ati’r-Râid ve Şir’ati’l-Vâlid fî’l-
Müterâdif ve’l-Mütevârid, Mecmeu‟l-Maârifi‟l-İsliâmiyye, Lahor, Pakis-
tan, ty.
İmîl Bedî‟, Yakub, Mevsuatu Emsâli’l-Arab, Daru‟l-Cîl, Beyrut, 1995.
İzz b. Abdisselâm (ö. 660 h.), Tefsîru'l-Kur’âni'l-Azîm, Dâru İbn Hazm, 1. bs.,
Beyrut, 1996.
, Mecâzu'l-Kur’ân (thk. M. Mustafa b. el-Hâcc), 1. bs., Trablus, 1992.
Kâsımî, Ali, et-Teâbîru’l-Istılâhiyye ve’s-Siyâkıyye ve Mu’cemun Arabiyyun Lehâ,
yer. yy.
Kâsımî, Muhammed Cemâleddin, Mehâsinu’t-Te’vîl, Dâru İhyâi Kütübi‟l-
Arabiyye, Kahire, ty.
Kazvinî, el-Hatib, Celâlüddin Ebu Abdullah Muhammed b. Sa‟düddîn, el-İzâh fî
Ulûmi’l-Belâga el-Meânî ve’l-Beyân ve’l-Bedî’, Dâru‟l-Kütübi‟l-İlmiyye,
Beyrut, ty.
Kocakaplan, İsa, Açıklamalı Edebî Sanatlar, M.E.B. Yay., İst., 1992.
Koçak, Süleyman, Kur’an’da Deyimler (Basılmamış Doktora Tezi), Sos. Bil.
Enst., Ank., 1998.
Komisyon (Ali el-Cârim, Mustafa Emîn), el-Belagatü’l-Vâdıha, Dâru‟l-Meârif,
Mısır, 1969.
Komisyon (Hafnî Nâsıf, Muhammed Diyâb, Sultan Muhammed, Mustafa
Tamûm), Belagat-Arap Edebiyatı Bilgi ve Teorileri (trc. Nusrettin
Bolelli), MÜ.İ.F.V. Yay., İst., 1993.
Komisyon (Mahmud İsmail Sînî, Muhtar et-Tâhir Hüseyin, Seyyid Avâd el-
Kerim ed-Devş), el-Mu’cemu’s-Siyâkî li’t-Ta’bîrâti’l-Istılâhiyye,
Mektebetü Lübnân Nâşirûn, Beyrut, 1996. Kur’an Deyimlerinde Teşbihin Temel Özellikleri
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4

369
Komisyon (Mecmeu‟l-Lugati‟l-Arabiyye), Mu’cemu Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerim, 3. bs.,
İntişâratu Nâsır Hüsrev, Tahrân, 1945.
Komisyon, el-Mu’cemu’l-Arabî el-Esâsî, Larus, yy., ty.
Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (ö. 671 h.), Muhtasaru
Tefsîri Kurtubî (thk. Muhammed Kerim Râcî), 2. bs., Dâru'l-Kütübi'l-
Arabî, Beyrut, 1986.
Kutup, Seyyid, Kur’ânda Edebî Tasvir (trc. Süleyman Ateş), Hilal Yay., İt., 1996.
Mahmud Sâfî, el-Cedvel fî İ'râbi'l-Kur’ân ve Sarfihi ve Beyânihi, Dâru'r-Reşîd,
3.bs., Beyrut 1995.
Mâverdî, Ebu‟l-Hasan Alî b. Muhammed b. Habîb (ö. 450 h.), en-Nüketu ve’l-
Uyûn (thk. Seyyid Abdulmaksûd), Dâru‟l-Kütübi‟l-İlmiyye, Beyrût, ty.
Meydânî, Ebu‟l-Fadl Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. İbrâhîm en-Nîsâbûrî,
Mecmeu’l-Emsâl (thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulmecîd), Dâru‟l-
Ma‟rife, Beyrut, ty.
Muhammed Fuâd, Abdulbâkî, Mu'cemu Garîbi’l-Kur’ân Müstahrecen min
Sahîhi’l-Buhârî, Dâru‟l-Ma‟rife, 2. bs., Beyrut, ty.
Muhyiddin ed-Dervîş, İ'râbu'l-Kur’âni'l-Kerim ve Beyânuh, Dâru İbn Kesîr, 4.
bs., Beyrut, 1994.
Müberrid, Ebu‟l-Abbâs Muhammed b. Yezîd (ö. 285 h.), el-Kâmil fi’l-Luga (thk.
Muhammed Ahmed Ed-Dâlî), Müessesetü‟r-Risâle, 2. bs., Beyrut,
1993.
Nesefî, Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd (ö. 701 h.), Medâriku’l-Tenzîl, Dâru‟l-
Kalem, 1. bs., Beyrut, 1989.
Nîsâbûrî, Mahmut b. Ebi‟l-Hasan b. el-Hüseyin (ö. 555 h.), Vadhu’l-Bürhân fî
Müşkili’l-Kur’ân (thk. Safvân Adnân Dâvûdî), Dâru‟l-Kalem, Dımeşk,
1990.
Pala, İskender, Îcâz ve Kompozisyon, Diyanet Dergisi, c. 29, sy. 4, Ank., 1993.
Râfiî, Mustafa Sâdık, İ’câzu’l-Kur’ân ve’l-Belâgatü’n-Nebeviyye, Dâru‟l-Kitâbi‟l-
Arabî, Beyrut 1990.
Râgıb el-İsfehânî (ö. 425 h.), Müfredâtu Elfâzi’l-Kur’ân (thk. Safvân Adnan
Dâvûdî), 1. bs., Dâru‟l-Kalem, Dımeşk, 1992.
Râzî, Fahruddin Muhammed b. Ömer (ö. 606 h.), et-Tefsîru’l-Kebîr, Dâru‟l-
Kutubi‟l-İlmiyye, 1. bs., Beyrût, 1990.
, Nihâyetu’l-Îcâz fî Rivâyeti’l-İ’câz (thk. Bekrî Şeyh Emîn), Dâru‟l-İlm
li‟l-Melâyîn, 1. bs., Beyrut, 1985.
Seâlebî, Ebû Mansûr Abdulmelik Muhammed b. İsmail (ö. 429 h.), Kitâbu
Fıkhi’l-Luga ve Sirri’l-Arabiyye (thk. Fâiz Muhammed, İmil Yakub), 1.
bs., Dâru‟l-Kitâbi‟l-Arabî, Beyrut, 1993.
, Simâru’l-Kulûb fi’l-Muzâfi ve’l-Mensûb (thk. Muhammed Ebu‟l-Fadl
İbrahim), Dâru‟l-Maârif, Kâhire, 1985.
Sekkâkî, Ebû Yakub Yusuf b. Ebû Bekir Muhammed b. Ali (ö. 626 h.),
Miftâhu’l-Ulûm (tlk. Naîm Zerzûr), 1. bs., Dâru‟l-Kütübi‟l-İlmiyye, Bey-
rut, 1987. Süleyman KOÇAK
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:4
370
Semerkandî, Ebu‟l-Leys Nasr b. Ahmed b. İbrâhim (ö. 375 h.), Tefsîru’s-
Semerkandî (thk. Ali Muhammed, Adil Ahmed, Zekeriya Abdulmecîd),
Dâru‟l-Kutubi‟l-İlmiyye, Beyrût 1993.
Semîn, Ahmed b. Yusuf el-Halebî (ö. 756 h.), Umdetü’l-Huffâz fî Tefsîri Eşrefi’l-
Elfâz (tlk. Muhammed ALtuncu), 1. bs., Âlemu‟l-Kütüb, Beyrut, 1993.
Soysal, M. Orhan, Edebî Sanatlar ve Tanınması, MEB Yay., Ank., 1998.
Suyûtî, Abdurrahman b. Ebubekir (ö. 911 h.), Mu’tereku’l-Ekrân fî İ’câzi’l-
Kur’ân, Dâru‟l-Kütübi‟l-İlmiye, 1. bs., Beyrut, 1988.
, el-İtkân fî Ulûmi'l-Kur’ân (trc. Komisyon), Hikmet Neşriyat, İst., 1987.
Şerîf Mansûr b. Avn el-Abdelî, el-Emsâl fî’l-Kur’âni’l-Kerîm, Âlemu‟l-Ma‟rife,
Cidde 1985.
Şevkânî, Muhammed b. Alî b. Muhammed (ö. 1250 h.), Fethu’l-Kadîr: el-Câmi’
Beyne Fenneyi’r-Rivâyeti ve’d-Dirâyeti min İlmi’t-Tefâsîr, 1. bs., Bey-
rut, 1995.
Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr (ö. 310 h.), Câmiu'l-Beyân an Te'vîli Âyî'l-
Kur’ân, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1. bs., Beyrut, 1992.
Tabersî, Ebu Ali el-Fadl b. el-Hasen (ö. 548 h.), Mecmeu'l-Beyân fî Tefsîri'l-
Kur’ân, Dâru Mektebeti'l-Hayât, Beyrut, ty.
Tâhirü‟l-Mevlevî, Edebiyat Lugatı, Enderun Yay., İst., 1984.
Tülücü, Süleyman, "Kur‟ân-ı Kerim'in Nüzul Süresi İçinde Arap İleri Gelenleri
ile Edip ve Şairlerin Ona Karşı Tavır ve Taktikleri" (Tebliğler), I. Kur’ân
Sempozyumu, Bilgi Vakfı Yay., Ank., 1994.
Vâhidî, Ebu‟l-Hasan Alî b. Ahmed en-Neysâbûrî (ö. 468 h.), el-Vasît fî Tefsîri’l-
Kur’ân’il-Mecîd (thk. Adil Ahmed, Alî Muhammed), Dâru‟l-Kütübi‟l-
İlmiyye, 1. bs., Beyrût, 1994.
Yahya b. Hamza b. Ali b. İbrahim el-Alevî, Kitâbu’t-Tırâz, Dâru‟l-Kütübi‟l-
İlmiyye, 1. bs., Beyrut, 1995.
Zebîdî, Ebûbekir Muhammed b. el-Hasan b. Abdullah el-Endelüsî (ö. 379 h.),
Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs (thk. Ali Şeyrî), Dâru‟l-Fikir, Beyrut,
1994.
Zeccâc (ö. 311 h.), Ebû İshâk İbrahim b. es-Sirrî, Meânî’l-Kur’ân (thk.
Abdulcelîl Abduh Çelebî), Âlemu‟l-Kutub, 1. bs., Beyrût, 1988.
Zemahşerî, Cârullah Ebû‟l-Kâsım Mahmûd b. Ömer (ö. 538 h.), el-Müstaksâ fi
Emsâli’l-Arab, 2. bs., Dâru‟l-Kütübi‟l-İlmiyye, Beyrut, 1996.
, el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Akâvîl, 1. bs., Dâru'l-Fikr,
1977.
Zerzûr, Muhammed Adnân, Ulûmu’l-Kur’ân, el-Mektebü'l-İslâmî, 3. bs., Beyrut,
1991.