PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Tarikatlar


EVVAB_İNSAN
25. September 2008, 12:57 PM
UYDURULAN DİNİN, MÜRŞİT-MÜRİT İLİŞKİLERİ=TARİKATLAR

Saygıdeğerler, indirilen DİN ile uydurulan DİNİ ayırt etmeye çalışırken TARİKATLARA mutlaka değinmeliyiz. Yüzlerce TARİKAT olmasına ve her TARİKATIN, Hz. KUR’AN’IN İSLAM’INDAN sapışı farklı noktalarda olmasına rağmen biz yerimiz yetmeyeceği için ŞEYHLERİN AŞIRI YÜCELTİLMESİ, tartışılmaz kabul edilmesi gibi ortak ve temel olan noktalara değineceğiz. Hz. RESULULLAH’IN TEK MÜRŞİT olduğu, tartışılmaz tek kişi olarak yaşadığı dönemde İSLAM’IN TEK KURUMU MESCİD İDİ. İbadetler, eğitim ve hizmet tüm yeryüzüne yayılan bir faaliyetti, kurum olarak ise bu faaliyetler MESCİDTE gerçekleştirilirdi.

Hz. RESULULLAH’IN sağlığında, hatta 4 HALİFE döneminde MESCİD dışında TEKKE, DERGÂH, ZAVİYE gibi başka kurumların oluşturulmadığı bu tekkelerin, dergâhların üyelerinin bile ortak kabulüdür. İlk tekkenin hicri 150, miladi 760 yılları civarında Şam yakınlarında kurulduğu genel kabullerden biridir. Fakat tekkelerin yayılması yüzlerce yıl sonraya rast gelecektir. TEKKELERİN bugünkü bilinen faaliyetlerinin farklı, O dönemdeki TEKKELER, İLİMLER AKADEMİSİ, ASKERİ HİZMET, HATTA HASTALARIN TEDAVİSİ GİBİ BİRÇOK GÜZEL HİZMETTE KULANILDIĞIDA BİR GERCEKTİR.

Fakat KUŞADALI İBREHİM’İN deyimiyle gün gelip de kimi TEKKELERİN kerhaneye ve meyhaneye dönüştüğü, Hz. KUR’AN’IN emir ve yasaklarıyla alakası olmayan binlerce törenin, gösterinin DİN adına bu tekkelerde uygulandığı da ayrı bir gerçektir. Tüm bunları gören Kuşadalı, YANAN TEKKESİNİN yerine yenisini yaptırmamış ve kendisinden evvel asırlarca yaşayan TEKKELERİN kapanması gerektiğini ve tüm yeryüzünün adeta bir TEKKE gibi kullanılıp, Hz. RESULULLAH’IN zamanındaki gibi MESCİD dışında DİNİ kurumun bırakılmamasını, Hz. KUR’AN dışındaki VİRDLERİN, TARİKATLARIN ÖZEL DUALARININ YERİNİ, Hz. KUR’AN’A, Hz. KUR’AN’DA GEÇEN DUALARA BIRAKMASINI SAVUNMUŞTUR.

TEKKELERİN ortaya çıkışı hicri 150. yıl olsa da, bugünkü manasıyla bildiğimiz TARİKATLARIN kurumsal yapılar olarak ortaya çıkışı hicri 600’ler civarındadır. Kurumsal karaktere sahip olduğu kabul edilen ilk TARİKAT KADİRİLİKTİR, kurucusu ABDULKADİR GEYLANİ vefatı hicri 562’dir. Diğer birkaç örnek şöyledir: Rifailik; Ahmed er Rifai, vefatı hicri 578. Bektaşiye; Hacı Bektaş Veli, vefatı hicri 669. Mevleviyye; Mevlana Celaleddin Rumi, vefatı hicri 672. Halvetiyye; Ekmelüddin el Haveti, vefatı hicri 750. Nakşibendiyye; Bahauddin Nakşibendî, vefatı hicri 791.

ŞİMDİ SORUYORUZ?… ŞEYTAN ACABA KİMİN MÜRŞİDİ?

“TARİK” Arapça “YOL” demektir. Bundan türetilen “TARİKAT” ise “YOL, YÖNTEM, USUL, TARZ” manalarına gelir. TARİKATLAR ALLAH’A gitmek için bir yoldur, bir mecburiyet değildir şeklinde yumuşak izahlarla TARİKAT bağlılığını açıklayan TARİKATÇILAR vardır. Fakat birçok TARİKATÇI “MÜRŞİDİ OLMAYANIN MÜRŞİDİ ŞEYTANDIR.” uydurma HADİSİSİYLE TARİKATA girmeyi, TARİKATIN ŞEYHİNİ MÜRŞİT kabul etmeyi DİNİ bir vecibe, Kurtuluşun bir şartı gibi sunmaktadır.

Şimdi SORMAK LAZIM yüzlerce yıl TARİKATLARIN yokluğunda MÜSLÜMANLAR, eksik MÜSLÜMANLAR OLARAK MI YAŞADI? TARİKAT ŞEYHLERİNİN yaygın olmadığı bu dönemde MÜSLÜMANLARIN MÜRŞİDİ ŞEYTAN MIYDI? Hz. KUR’AN’IN izahları bu yıllara kadar MÜSLÜMANLARIN MANEVİ GELİŞİMİNE REHBERLİK ETMEKTE YETERSİZ Mİ KALDI Kİ TARİKATLARA İHTİYAÇ DOĞDU? Hz. KUR’AN’A göre Hz. KUR’AN DİN adına her şeyi açıklamaktadır. Hz. RESULULLAH efendimiz ise Hz. KUR’AN’IN uymamıza kefil olduğu TEK İNSANDIR.

…Kim RAHMAN’IN ZİKRİ'Nİ (KUR’AN’I) GÖRMEZDEN GELİP ONDAN UZAKLAŞIRSA BİZ ONA BİR ŞEYTAN MUSALLAT EDERİZ DE O ONA CAN YOLDAŞI OLUR.

…BU ŞEYTANLAR ONLARI YOLDAN SAPTIRIRLAR. ONLARSA O KENDİLERİNİ HALA HİDAYET ÜZERE OLDUKLARINI SANIRLAR. Zühruf Suresi/36 37.

Oysa TARİKATLARIN ürettiği birçok ŞEYH TARTIŞILMAZ KİŞİ EDİLMİŞ, bu ŞEYHLERİN ETRAFINDAKİLER KURTULANLAR, DİĞER KİMSELER CEHENNEMLİK OLARAK SINIFLANDIRILMIŞ, bu şahıslara uymak DİNİN en önemli şartı gibi kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Bu TARİKATLARIN birçok liderinin MEHTİ veya İSA ilan edilmesi sadece geçmişteki TARİKATLARIN değil, günümüzdeki birçok TARİKATIN da bir gerçeğidir.

(MEHDİ ve İSA’NIN gelişi ile ilgili inançlar için ilerideki seminer yazılarımızda değineceğiz. Her şehirde, kasabada veya mahallede bahsettiğimiz tiplere rastlayabiliriz. Bunların çoğu PARANOYAK HEZEYANLARI olan, insanların hem RUH DÜNYASINI, hem de KESESİNİ ZARARA uğratan kişilerdir. Bu tavırlarıyla Hz. KUR’AN’IN bize anlattığı sahtekâr MUSEVİ ve HIRISTİYAN DİN ADAMLARININ DİNİMİZDEKİ KARŞILIĞI BU ŞEYHLERDİR.

…HAHAMlardan ve RAHİPlerden birçoğu halkın mallarını UYDURMA YOLLARLA YERLER. Tevbe Suresi/34

ŞEYHE BİAT = KÖRÜ KÖRÜNE İTAAT

TARİKATLARIN en önemli kurallarından biri MÜRİDİN kendisini ŞEYHİNE ölünün kendini ölü yıkayıcısına bıraktığı gibi bırakmasıdır. Hz. KUR’AN’IN AKLINIZI çalıştırmayı emretmesine rağmen TARİKATLARDA KÖRÜ KÖRÜNE BİAT ESASTIR. TARİKAT üyelerine AKILLARINI bir kenara bırakıp ŞEYHLERİNE tabi olmaları, AKLIN bu yolda yürümeyeceği anlatılır. Bu prensibi kabul edip ŞEYHE tabi olan kişiye ŞEYHİN MEHDİLİĞİNİN veya Hz. İSA’LIĞININ inandırılması, ŞEYHİN DÜNYADAKİ EN ÜSTÜN İNSAN olduğunun iknası, kişinin maddi açıdan SÖMÜRÜLMESİ, DİNE YAPILAN İLAVE VE EKSİLTMELERİN, YUTTURULMASI GAYET KOLAY OLMAKTADIR.

Üstelik KİŞİ AKLI kenara bırakma prensibini kabul ettikten sonra üniversite bitiren okumuş MÜRİTLE; cahil, okuma yazma bilmeyen MÜRİT aynı mertebeye gelmektedir. Bu yüzden bizi TARİKATLARDAKİ okumuş kişilerin tavrı şaşırtmamalıdır. Çünkü bu kişiler TARİKATLARIN yapısı gereği AKLINI kenara bırakmış ve ŞEYHE teslim olmuşlardır. Bu tavrın neticesi ise CAHİL ile OKUMUŞUN, BİLEN ile BİLMEYENİN farkının kalmamasıdır.

ARAŞTIRMA yerine YUTTURMA, DÜŞÜNME yerine TAKLİT esas olunca, TARİKATTAKİ herkesin İNANCI, hayata bakış AÇISI ve DİNİ değerlendirişi tamamen ŞEYHİYLE aynı olmaktadır. Şunun da altını çizmeden geçemeyeceğiz “ŞEYH BAĞLILARI=ŞEYHİ kendine VELİ edinenlerin Ahiretteki HALİ, bağlı oldukları>>>VELİ edindikleri ŞEYHLERİNİN ahiretteki HALİNE endekslidir. Kendi erişecekleri çıtayı kendileri belirlemiştirler dir, bu dünyada CAN YOLDAŞI edindikleridir!!!”

Hatta birçok zaman “AKLI BIRAKMA PRENSİBİ” kabul ettirildiği için ŞEYHTEN çok daha bilgili ve kültürlü bir kişi bile “ BEN BİLMEM, ŞEYHİM BİLİR!.. ŞEYHİM diyorsa vardır bir hikmeti.” izahlarıyla ŞEYHİN en saçma izahlarını bile yutmaktadır. Yakın zamanlardan trajikomik birkaç izaha yüzlerce TARİKAT bağlısının sırf ŞEYHLERİ dedi diye nasıl inandıklarını örnek verebiliriz. Birinci ŞEYHİN Amerika’ya kızıp nasıl uzay mekiğini düşürdüğünü ŞEYHİN MÜRİTLERİ büyük bir gururla anlatıyorlardı.

İkinci ŞEYHİN ise Kıbrıs’ta duyulan ve başta nedeni çözülemeyen gürültüyü ejderha ilan etmesini en okumuş MÜRİTLERİ bile hemen kabul etmişlerdi. Üçüncü ŞEYH ise nefislerinizi terbiye edeceğim diyerek, MÜRİTLERİNE cinsel organını öptürüyor, cinsel organı öpecek MÜRİT tören havasında “MUZ YEMEYE” PAROLASIYLA ŞEYHİN cinsel organını öpmeye götürülüyordu. TARİKATLARIN yapısını ve ŞEYHE bağlılığın felsefesini bilmeyenlere; okumuş, kültürlü MÜRİTLERİN bile bu saçmalıklara inanmasını anlamak çok zor gelmektedir.

Fakat eğer TARİKATA girenlerin baştan AKILLARINI kenara bırakıp, çoğu zaman YARI veya tam KAÇIK ŞEYHLERE tabi oldukları ve düşünme yerine TAKLİDİ ön plana aldıkları anlaşılırsa bu hareketleri de anlaşılabilir. TARİKATLARA girenlere verilen TARİKAT terbiyesini anlamak için bir TARİKATTA MÜRİDE uymasının zorunlu olduğu yedi madde diye eline verilen listeyi görelim:

1) MÜRŞİDİNE (ŞEYHİNE) tam teslim olmak ve hiç kimseyi MÜRŞİDİNDEN üstün bilmemek.
2) ZEKİ ve İDRAK kabiliyeti yüksek olmak.
3) ŞEYHİNİN hizmetinde hareketli ve atılgan olmak.
4) Sözünde sadık ve güvenilir olmak.
5) Malı ve mülkünü ŞEYHİNİN hizmetine vermek.
6) MÜRŞİDİN (ŞEYHİN) ve TARİKATIN sırlarını gizli tutmak.
7) Canını ŞEYHİ yolunda vermeye her an hazır olmak.

SAĞILACAK MÜRİTLER

Biz TARİKAT MANTIĞI içinde tüm bu maddeleri anladık da bir tek ikinci maddeyi anlayamıyoruz. Hep AKLI kenara bırakıp, ŞEYHE tabi olunmasını isteyen TARİKATLAR, neden acaba ZEKÂ ve İDRAK kabiliyeti istiyorlar. Herhalde burada beşinci maddede belirtilen mal ve mülkün daha çok elde edilmesi için kullanılacak ZEKÂ kastediliyor olsa gerek. Ne de olsa MÜRİT ne kadar kazanırsa, o kadar SÖMÜRÜLEBİLİR! Muhammed İKBAL bu manzaraya “ŞEYHPERESLİK” manasına gelen “PİRİZİM” adını takmıştır. Bununla “YÜCE ALLAH ne istiyor? Hz. KUR’AN’DA ne geçiyor?” mantığı yerine “ŞEYH EFENDİ NASIL BUYURDU? BİZİM TARİKATIMIZDA NASIL AÇIKLANDI?” yı geçiren zihniyeti anlatmaktadır.

İKBAL’İN diğer bir izahı ise şöyledir: “Tekkelerde BENLİĞİ YARATMAK VE YETİŞTİRMEK İMKÂNI KALMAMIŞTIR. BU RUTUBETLİ ALEV, KIVILCIM SAÇMAZ.” Oysa en düzgün TARİKATTA bile kişiler ŞEYHLERİNE tabi olurlar ve TARİKATLARIN akıbeti ŞEYHİN kişiliğine, insafına kalır. İnsanlar BİLGİNİN değil, TAKLİDİN uygulayıcıları olurlar. AKLI bir kenara bırakmak olunca, saydığımız en kötü örneklerin ortaya çıkışı hiç de sürpriz değildir.

…Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. İsra Suresi/36.

…RESUL DE ŞÖYLE DER: "EY RABBİM, BENİM TOPLUMUM, BU KUR'AN'I TERK EDİLMİŞ/DIŞLANMIŞ HALDE TUTTULAR." Furkan Suresi/30

…Evet, AYET’TEN HADİS’LERE HİCRET ettiler. HANİF olacaklarına MEZHEB/TARİKAT taassubuna hicret ettiler. YÜCE ALLAH'TAN ŞEFAAT dileneceklerine GAVSLARA/ŞEYHLERE hicret ettiler... Say say bitmez...

Derleme; (UYDURULAN-DİN KUR'AN'DAKİ DİN. İstanbul yayınevi.)

TEBYİN
25. September 2008, 01:17 PM
yimpaş,kombassan, deniz feneri derken,
tarikatların da pis yüzleri ortaya serilmeye başlandı,
gelecek kur'anın müjdesine gebe şükür ki

PİLOT
27. September 2008, 11:33 AM
selamlar,

Cumhuriyet yönetimi; 1925 yılında Şeyh Sait'in 'seyyid'lik iddia ederek cumhuriyete karşı ayaklanmasından sonra; tarikatleri yasaklamıştır. Kemal Atatürk, toplumun kılavuzunun 'seyyid, şeyh hacı, derviş' gibi tipler değil bilim olduğunu söylemiş ve bunu da hayata geçirmiştir.
Bugün geldiğimiz noktada ise tarikatler yeniden baştacı edilir olmuştur.

TEBYİN
27. September 2008, 11:57 AM
selamlar,

Cumhuriyet yönetimi; 1925 yılında Şeyh Sait'in 'seyyid'lik iddia ederek cumhuriyete karşı ayaklanmasından sonra; tarikatleri yasaklamıştır. Kemal Atatürk, toplumun kılavuzunun 'seyyid, şeyh hacı, derviş' gibi tipler değil bilim olduğunu söylemiş ve bunu da hayata geçirmiştir.
Bugün geldiğimiz noktada ise tarikatler yeniden baştacı edilir olmuştur.




Evet öyle olmuştur çünki tarikatler artık birer oy deposu,
Kullanılmaya da müsait olunca, önleri açıldı gibi..
Ama Kur'an güneşi bitirecek inş. bunların pilini

bayrak
6. May 2009, 12:00 AM
bütün tarikatler islam dışıdır.islamdan ayrı bir dine mensupturlar.manastır hayatı yaşamaktatırlar.islamda tasavvuf yoktur..

meczup
23. May 2009, 03:43 PM
sen İSLAMDA tasavvufu yok sayarsan ozaman bunca veli zatı EVLİYAYIDA yok saymış olursun...

Barış
23. May 2009, 04:41 PM
Selam dostlar,

Vardır...Yoktur...Vardır...Yoktur...

Bana sorarsanız, bu tartışmanın bu şekliyle kimseye faydası yoktur. :)

Var olan ise Kuran'dır.Oradaki öğütleri anladıkça, inandıkça ve amellerimize yansıttıkça bu varlar yoklar var mıdır yok mudur daha doğru karar verme olanağına kavuşuruz diye düşünmekteyim.

Neticede kelimelerle kendimizi ifade ediyoruz ve iletişimimiz de böyle gerçekleşiyor. Peki iki kişi konuşurken birbirleriyle iletişimlerini sağlayan kelimelere ne anlam yüklüyorlar? Bu kelimelerin içini nasıl dolduruyorlar? Sağlıklı bir iletişim için, öncelikle birbirimizin o kelimeye yüklediği manayı bilmemiz ve aynı manayı yükleyerek yanıt vermemiz gerekir.

Kelimelere/kavramlara anlam kazandırırken, içini doldururken yapmamız gerekenin, Kurandaki anlamları esas almak olduğunu düşünüyorum. Böyle yaptığımızda, hem kuranı anlayıp ayaklarımızı sabitlememiz kolaylaşacak, hem de aynı dili konuştuğumuz için, elma derken armut, armut derken ayva dememiş olacağız.

Kurandan ve oradan anlamlandırılmış kavramlardan yola çıkarsak eğer, daha sağlıklı adımlar atarız dostlar. Ne var ne yok anlamamızı sağlayacak olanlar onlardır.

Selam ve sevgi ile.

Burak
23. May 2009, 05:09 PM
Hadi bakalım Bizler gerçekten kendimizi bir kenara bırakıp her ne yaparsak her ne söz edersek edelim dikkat edelim ben yapıyorum diye söylemiyorum yapmaya çalışalım diye söylüyorum.

Hangimiz her neyaparsa yapsın yaptığı şeyi mutlaka Allah adına onu temsilen yapsın, böylelikle yanlış yapmaz, yapsa bile bilerek yapmaz diye düşünüyorum

Düşünsenize bir işi Allah adına yapıyorsunuz. Yani Allah'ı temsil ediyorsunuz. Umarım bir gün böyle bir kıvama gelirim.

Anonymous
16. January 2011, 07:35 AM
Selam arkadaşlar;

Lütfen 20 dakikanızı ayırıp izleyiniz. Hem gülerek günün gerginliğinizi atarsınız :D

http://www.dizimag.com/the-simpsons-9-sezon-13-bolum-izle-dizi.html

Bakalım tanıdık bir şeyler görebilecek misiniz? ;)

hiiic
16. January 2011, 09:34 AM
:) :) :) :) :) :) :) :) :)

Anonymous bu bana çooook tanıdık geldi.
bizimde böyle zeytin ağası liderimiz var, passatı satmış şimdi jeep almış.
2. bölümü izliyorum gerçekten ne olacağına meraklandım.

Ya bu elin gavuruna hayran kalmamak elde değil,, bunun üzerine yorum mu yapılır, zaten yorumu harika yapmış adamlar... Allah simpsonlardan razı olsun, ilmimizi artırsın.

buna benzer şeyler eline geçerse mutlaka paylaş...

Anonymous
17. January 2011, 08:03 AM
Ashab ve Tabiin döneminde fetihler yapılmış ve İslam toplumuna etnik ve kültürel olarak yeni birçok unsurlar katılmıştır. Bu dönemde yabancı kültürlerden birçok unsurlar zühd akımı mensupları tarafından ilgi görür ve benimsenir. Bu unsurlar daha çok Hint ve İran özellikleri taşımaktadır. Bu akımın belirginlelip revaç bulduğu yerin Arap yarımadasının uç bölgesi olan ve Hindistan-İran-Arabistan’ın kavşak yeri sayılan Basra ve Kufe gibi yerlerin olması da dikkat çekicidir. Hatta öncekileri ve sonrakileriyle, çok azı dışında tasavvuf meşhurlarının acem milletlerden ve özellikle İran menşeli olması da dikkat çekicidir. Burası, Arabistan’ın kalbi olan Mekke ve Medine’den çıkan Müslümanların Hint ve İran kültürü ile karşılaştıkları, hatta Irak ve İran’ın fethi için ilk savaşların yapıldığı yerlerdir. Tabiri caizse, hak kültürü ile batıl kültürünün buluştuğu ve iç içe olduğu bir yerdir. Çok geçmeden fetihler genişleyecek ve Türk kültür unsurları da bu karışıma dahil olacaktır.

Daha önce bilinmeyen tasavvuf ismi ve tasavvufçular bu dönemde ortaya çıkar. Yabancı inanç ve kültür unsurları için İslam’ın kimi nasslarından altyapı aranır. Bulunmayan yerlerde vaz’edilir. Sahih anlayıştan uzak farklı yorumlar getirilir. Zahir, batın, fena, beka, şeyh, mürid, keşf, ilham, sahv, mahv, sekr, cem’, fark, tekke, özel giyim gibi tasavvufi içerikler sökün etmeye başlar. Çok geçmeden buna Batı cephesi diyebileceğimiz eski Yunan felsefe ve kültürü de değişik kanallarla eklenir ve tasavvufun klasik yönü olan ve zühd diye adlandırılan “ameli tasavvuf” ile felsefe yönü olan “felsefi tasavvuf” şıkları meydana gelir. Yerli ve yabancı malların sergilendiği bir fuar halini alan tasavvuf, yerli mallar diyebileceğimiz İslami motifler yanında, yabancı mallar olan dış unsurların bir sentezi olur ve Allah’ın dininin sanki bir tamamlayıcısı olarak İslam dünyasında yayılır.

Kur’ân’ı Kerim ve ilk İslami uygulamalar ışığında incelendiğinde teoriden pratiğe kadar tasavvufun İslam’dan aldığı unsurlardan daha çok İslam dışı unsurlar içerdiği görülür. Yalnız bu mozaik ve sentez karşısında olaya kanaatimizce ters bir açıdan bakılmıştır. Bugüne kadar meseleye “İslam’da Tasavvuf” açısından bakıldığını görüyoruz. Bu konularda yapılan çalışmalarda hep İslam’da tasavvufa yer aranmıştır. İslam dışı unsurlarının İslam’ın nasslarıyla ve sahih pratiğiyle bağdaştırılmasına çalışılmıştır. Hatta İslam’ın tevhid öğretisine aykırılığı gün gibi açık vahdet-i vücud nazariyesi gibi bir çok doktrin ve rabıta gibi bid’at uygulamalar İslam’la bağdaştırılmaya çalışılmıştır. Tasavvufun eleştirisini yapanların dışında, bütün çalışmalar hep İslam’da tasavvufa yer aramaya yönelik olmuştur.

Halbuki tasavvufun eklektik yapısı, bilgi edinme yolu ve amel metodu ile kaynağı ve sonuçları, kısaca teorik ve ameli yönü ile bütün sistemi göz önünde bulundurulursa, meseleye tasavvufta İslam olarak bakmanın daha gerçekçi olduğuna inanıyoruz. Yani tasavvufun kaçta kaçı İslam’dır yahut İslam’ın öğretilerine uygundur. Çünkü tasavvuf İslam’dan aldığı unsurlardan çok, yabancı unsurlar ve kültürlerden oluşmaktadır. Meseleye bu açıdan bakıldığında gerçekler daha net olarak görülecek ve daha gerçekçi sonuçlara varılacaktır, diye düşünüyoruz.

Unutulmamalıdır ki, İslam her şeyin üstündedir ve hiçbir şeye feda edilemez. İslam Yüce Allah’ın insanlığa rahmeti ve saadetidir. Hak ve adalet hiçbir ekol veya kişi için feda edilemez ve gizlenemez. Birtakım kişileri veya uygulamaları savunmak yahut kurtarmak gayretiyle İslam öğretilerinin tevillerle yamuklaştırılması yahut göz ardı edilmesi kesinlikle doğru değildir. İbn el-Cezvi gibi alimler bu noktaya dikkat çekmekte ne kadar isabet etmişlerdir! Şöyle diyor:

“Hakta tarafgirlik olmaz. Söylenenler doğru değilse, o zaman böyle şeylerden, o mezhepten ve kim olursa olsun o kişiden sakındırmış oluruz. Allah biliyor ki, hata edenin hatasını söylemekten maksadımız, şeriatı tenzih etmek ve onu yabancı şeylerden korumaktır. Yoksa söyleyen ve işleyenle bizim bir işimiz yoktur. Bununla ancak ilim emanetini yerine getiriyoruz. Alimler de hata edenin kusurunu açığa çıkarmak için değil, hakkı ortaya koymak için birbirlerinin hatalarını gösteriyorlar.

“Kendisiyle teberrük edilen falan zahide nasıl cevap verilir veya sözü nasıl reddedilir?, diyecek cahillerin sözüne itibar edilmez. Çünkü bağlılık şeriatın getirdiklerine olur, şahıslara değil. Adam cennet ehli veya evliyadan olabilir. Onun derecesi hatasının gösterilmesine engel olmaz.

Bir şahsın yüceltilmesine bakıp ondan sadır olana delil ile bakmayan kimse, Hz.İsa’nın kendisini görmeyip onun elinde meydana gelen mucizelere bakan ve bundan da onu tanrılaştıran kimse gibidir. Halbuki Hz.İsa’ya bakıp yeme-içme ile yaşayan bir insan olduğunu görseydi, ona sadece layık olduğu değeri verirdi (insan sayardı)” (Ebu’l Farac İbn el-Cevzî, Telbisu İblis, 69, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye,Beyrut,1368)

Zaten tasavvuf dünyası hak ile batılın, gerçekle hurafenin, doğu kültür ve inançlarıyla batı kültür ve inançlarının cirit attığı, iç içe olduğu ve karmaşık bir yapı oluşturduğu bir dünyadır. Kendi içinde yetmiş üç fırkayı çoktan aşmış bulunmaktadır.

Vasat olan bu ümmet; ölçü ve değerlerini, anlayış ve düşüncesini başka milletlerden ve ideolojilerden alan yahut başkalarını taklit eden bir ümmet değildir. Onun için tek yol, sırat-ı mustakim olan Kur’ân ve en güzel örnek olan Rasûlullahtır. Bütün dünya milletleri arasında doğru yolda yürüyen ve sadece Kur’ân ve ve onun pratiğe aktarımı olan sünneti ölçü kabul eden vasat ve dengeli bir ümmettir.

Rabbimiz, insandaki, maddi ve manevi eğilimleri dengede tutmak için kesin ölçüler ve açık hükümler koymuştur. Her şeyden önce heva ve hevesle hareket edilmemesini istemiştir. Kur’ân’ın hükümleri ve Rasûlullah’ın örnek uygulaması dururken insanların heva ve hevesleriyle hareket etmesi şiddetle yasaklanmış ve hevesleriyle hareket edenler, “Hevesini kensinine ilah edineni gördün mü?” diye kınanarak bu sapmaya dikkat çekilmiştir.

Hz.Peygamberin uygulamasında da bunu açıkça görürüz. Onun ibadetleri karşısında kendi ibadetlerini azımsayarak sürekli namaz kılmayı, her gün oruç tutmayı ve evlenmemeyi kararlaştıran üç kişinin bu durumu kendisine ulaşınca Rasûlullah onlara bu işi yasakladığını ve sünnetinden sapanların kendisiyle ilişkilerinin kesilmiş olacağını söylemiştir. Yine oruç için güneşte durmayı adamış birini gördüğünde durumunu yadırgamış ve bu işi bırakmasını emretmiştir. Aynı şekilde bu dinle kimsenin yarışmamasını ve yarışacak olursa mutlaka yenik düşeceğini bildirerek insanların belirlenen ibadet şekil ve miktarlarıyla bağımlı kalmalarını istemiştir.

Yine, birilerinin kendisini aşırı bir şekilde övmesini yadırgayarak “Beni Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övdüğü gibi övmeyin.” buyurmuş ve insanları aşırılıktan sakındırmıştır. “Allah, kişiye gücünün üstünde bir teklifte bulunmaz.”, “Gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun.” gibi ayetler de insanın itidal çizgisi içinde kalması ve aşırılıktan kaçınması gerektiğini ifade etmektedir. Kur’ân ve sahih Sünnet’te bunu ifade eden hüküm ve uygulamalar o kadar çoktur ki, burada kaynaklarını göstermeye bile gerek bırakmamaktadır.

Tasavvufun, İslam’dan aldığı unsurlar kadar İslam dışı unsurlar da ihtiva ettiği görülmektedir. Bu karışıma da tasavvuf adı verilmektedir. Yabancı unsurları kabul etmiyoruz ve İslam saymıyoruz, denilecek olursa, hemen belirtelim ki geriye sadece İslam kalmakta ve tasavvuftan eser kalmamaktadır. Kısaca, mesele, İslam’da tasavvuf değil tasavvufta İslam meselesidir. Yani tasavvufun temelde İslam olmadığı, belki İslam’dan birtakım unsurları almış bulunmasıdır. Zaten tasavvufun değişik sebepler altında, Kur’ân ve sünnet yolundan meydana gelen bir sapma olarak ortaya çıktığı zühd şeklinde kendini gösterdiğini belirtmiştik. Bu sapma, yapısında İslam’dan birtakım motifler taşımıştır. Bu bakımdan meselenin İslam’da tasavvuf değil, tasavvufta İslam meselesi olarak algılanması gerekir.

Tasavvufun İslam’dan aldığı unsurlar hak ve İslam’ın kendisi olduğu söylenemez. Zira dünya üzerinde hiçbir inanç ve ideoloji yoktur ki, yapısında yararlı ve doğru unsurlar bulunmasın. Hatta tahrif edilmiş bulunan Hıristiyanlık ve Yahudiliğin hak ve doğru birçok unsurlar taşımadığını kim söyleyebilir? Bu hak ve doğru unsurlarından dolayı, bütün yanlışlık ve sapıklıklarıyla bugünkü Hıristiyanlık ve Yahudiliği İslam saymamış ve insanları onlara davet etmemiz mümkün müdür? Bu dinler ve inançlar her türlü sapıklıklarını ayıklayıp İslam çerçevesi içine girmedikçe İslam olamaz. Bunları tasfiye ettiği zaman da tasavvuf denilen şeyden eser kalmaz ve Allah’ın dini olarak İslam kalır. Bu İslam’ı da bölmeye, ona yabancı unsurlar karıştırmaya ve tahrif etmeye kimsenin hakkı yoktur. Daha açık ifade ile, hiçbir kimse ve hiçbir düşünce Allah’ın dini üstünde ve ondan kutsal değildir. (Ebu’l Farac İbn el Cezvi, Teblisu İblis, 169, Daru’l Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut)

Asrı saadet ve raşid halifeler devrinde insanlar İslam’ın hükümlerine ellerinden geldiği kadar bağlı olmaya çalışmışlardır. Yeri geldiğinde mallarının tümünü Allah yolunda infak etmişlerdir. Hatta yeri geldiğinde günlük ihtiyaç dışında elde mal tutmanın kötülüğünü bile savunanlar olmuştur. Ama bu devirde insanlar arasında zahidler, veracılar, takvacılar, ihlasçılar, ağabeydler gibi ismi taşıyan kişi veya cemaatlerin bulunduğu söylenemez. Aksine Müslümanlar ellerinden geldiği kadar İslam’ın bütün emir ve yasaklarını gözetmek ve hükümlerine bağlı kalmak için yarış halinde bulunmuşlardır. İslam’ı bir bütün olarak görmüş ve bütün unsurlarıyla yerine getirmeye çalışmışlardır. Ebu Zer Gıfarî gibi günlük ihtiyaç dışında elde mal bulundurmanın yasaklığını düşünen insanlar kendilerine zahid adını vermedikleri gibi, çokça ibadet eden, Allah’ı çokça zikreden, dünya malına fazla iltifat etmeyen insanlar da kendilerine abid, zakir ve zahid ismini vermemişlerdir. Rasûlullah zamanında nisbet iman ve İslam’a olmuştur. İnsanlar mü’min ve Müslim olarak anılmışlardır. (Ebu’l Farac İbn el Cezvi, a.g.e., 161.)

Kaldı ki sözlük anlamıyla da olsa, bu nevi bir yaşayışı ifade eden bir kelimenin tasavvufun temeli olacağını söylemek ve bu yaşayışı sürdüren insanlara sofu olarak bakmak mümkün değildir. Mesela, elde ihtiyaç fazlası mal bulundurmanın iyi olmadığını söyleyen Ebu Zer Gıfari’yi Arap aleminde sosyalist olan çağdaş bazı insanların sosyalist saymaları ve bu yaşayış ve düşüncesinin de sosyalizm olduğunu iddia etmeleri ne kadar gülünç ise, İslam’ı bütün olarak yaşamaya çalışan insanların yaşayışlarından bazı unsurlara bakarak onları zahid veya tasavvufçu saymak da gerçeklerle bağdaşmamaktadır. O insanların yaşadıkları hayata tasavvufçuların zühdü olarak bakmak veya böyle adlandırmak mümkün değildir.

"Prof.Dr. İbrahim Sarmış - Tasavvuf ve İslam" kitabından...


Ayrıca bkz: "İblis'in Tasavvuf Tuzağı (Şirk Kapısı)"
http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2121

hiiic
3. September 2011, 05:58 PM
Tarikatan ders alınca kişinin günahı sıfırlanıyor? peki nereye gidiyor bu günah? şeyhin bir nefesi bütün müridlerin amelinden sevabından çok ya hani, hani müridler günah işlerşe şeyh affettiriyor onu gerekirse günahını çekiyor, çünkü bizim günahımız şeyhlerin sevabının yanında ufaccık kalıyor ya hani... Sağılacak müritlerde butür uydurmalara inanıp tekke kapılarından titriyorlar ağlıyorlar ya hanii..

ne diyim ben size
Allah gerekeni söylemiş, artık sizin dininiz size bizimki bize. Biz sizin yöneldiğinize yönelecek değiliz, sizde bizimkine yönelecek değilsiniz.. Biz Allah'a yöneldik...


Ankebut
12. Kafirler, iman edenlere: Bizim yolumuza uyun, sizin günahlarınızı biz yüklenelim, derler. Halbuki onların hiçbir günahını yüklenecek değillerdir. Gerçekte onlar, kesinlikle yalan söylemektedirler.
13. (Fakat gerçek şu ki) elbette kendi yüklerini (veballerini), kendi yükleriyle birlikte nice yükleri taşıyacaklar ve uydurup durdukları şeylerden kıyamet günü mutlaka sorguya çekileceklerdir.

12. ayette geçen kafirlerin kim olduğunu anlamayanlar olabilir, hemen onu da açıklayalım

Zümer 3. Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır. O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola iletmez.

Allahtan başka dostlar edinen hatta onlarla Allaha yaklaştığını zanndeden her müridin şeyhi taguttur o müridde kafirdir. Bu Allahın apaçık direktifiri. Şefaatçi, Allaha yaklaştıran Evliyalar peşinden giden kafirleri müslüman olmaya davet ediyoruz. Zümer 3 ve onun gibi pek çok ayet gereği emri bunu yapıyoruz... Kendi zannımız değil bizzat Allahın emri..

Çünkü;

Nisâ 48
Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.


İnşallah bu yazdıklarımız birilerinin ufkunu açarda,, din zannettikleri küfrü, şirki bırakıp Allaha ve Kitabı Kurana yönelirler...

hiiic
17. September 2011, 08:12 PM
Şeyh nazım ve Laiklik karşıtı dans grubu :)

http://www.youtube.com/watch?v=JVOjxJd26Rc&feature=related

Şeyh nazım ve break dans grubu

http://www.youtube.com/watch?v=y5pi4Plil-k&feature=related

Bunlar daha farklı bir uygarlık.

http://www.youtube.com/watch?v=Tl5Qx4M3jIE&feature=related

Ataların ruhlarından yardım uman KADİRİ kabileleri :)
http://www.youtube.com/watch?v=OrZdgjK44gE&feature=related

hiiic
17. September 2011, 08:23 PM
Arkadaşlar bu 3. videoyu az çok tarikat görmüş insanlar bilir.
tarikatlarda cezbe adını verdikleri (bilimsel adı; toplu çıldırmışlık) istemsiz reflex türü hareketler vardır. Bunu kimileri evliyanın himmetine, kimisi cinlerin oyununa dayandırır ama ikiside yanlıştır.

Bilim camiası bu insanarın kendilerinden geçtiklerini sanıyorlardı ama :) HAYIR geçmiyorlar,,, hepsi ne yaptığının farkında :) belki ilerde bir gün bu videoyu izleyip kendilerinden utanacaklar.

İşin bilimsel yapısı için izleyin;

http://www.youtube.com/watch?v=bXFdSJ7o3mU

Fazıl's
17. September 2011, 08:58 PM
Sevgili hiiç, işte bu yüzden ben, müslüman değilim. Çünkü şeytan çıkaramıyorum bunlar gibi. Öyleyse şeytan benim.

hiiic
17. September 2011, 09:27 PM
Sevgili hiiç, işte bu yüzden ben, müslüman değilim. Çünkü şeytan çıkaramıyorum bunlar gibi. Öyleyse şeytan benim.

Valla anlamadım Fazıl's...
Şöyle mi demek istedin; ben bunlar bu sapık tarikatlılar gibi olmadığım ve bunların batıl hurafe boş inançlarının peşinden gitmediğim için aynı ismi paylaşmaktan rahatsızlık hissediyorum.

Korkmayın rahatsız da olmayın. Onlar müslüman değiller. İnanmazsanız kendilerine sorun,, size önce müslümanız gibi ağızlarını eğip bükecekler sonra asıl peşinden gidip kimlere tabi olduklarını, hangi dinin mensubu olduklarını söyleyeceklerdir.

Örneğin; Nurcuyum, sülümancıyım, nakşibendiyim, kadiriyim, müridim, ben şafiyim ben sünniyim, ben şiiyim, ben mesneviyim ben budistim, ben dürziyim, ben aleviyim, ben sünniyim, ben ruhbanım, ben dervişim, keşişim, hristiyanım, yahudiyim, çeşdiyeyim, kübreverdiyeyim, ışıkcıyım, fetocuyum, osmanlıcıyım, mehdiciyim v.s. diyecekler hangi dine mensupsa onu itiraf edeceklerdir. Onlar kendisine kitap verilip sonradan sapıkklığı tercih ettikleri için aslında hepsi Ehli Kitaptır ve ehli kitaplara yapılan uyarıları alınmaları gerekir. ve onların bu dinler içinde tabi oldukları gizli şirke düştükleri önderleri, ahirette şefaat umdukları bekledikleri şerikleri vardır.

Mahşerde bu dinlerin hiçbiri kabul edilmeyecektir.

Çünkü;

Âl-i İmrân 64
(Resulüm!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım. O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanlarız! deyiniz.

Âl-i İmrân 85
Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.

Bu aradıkları din ne kadar islama benzesede, Anlamadıkları Kuran ayetlerini "Kuranı kültürü ve emri dışı", boş boş tespikle çekselerde bu uydurulan dinlerin mahşerde bir değeri kabulu yoktur. Dolayısıyla Kuran dışı islama sokularak uygulana herşey yeni din aramaktır ve ASLA kabul edilmeyecek, ameli boşa gidenlerden olacaktır. Zaten yaptıkları ameller boş şeylerdir. Nice cemaatler kendi uydurdukları tespikleri çekerler, sonradan ekleme dualar okurlar. Bu yeni din aramaktır ve bir değeri olmadığı gibi mahşerde bu bidatler tam tersien günah olarak eklenecektir. Asıl olan niyet miyet diye ağız eğip bükenler boşuna uğraşmasın. Bidat uydurmak çok tehlikeli ve lanetlenmiştir. Asıl kalıcı olan salih,faydalı, yararlı, sevaplı ameldir.


Bu grupların ağızlarını eğip büküp kendilerini müslümanmış gibi gösterme ve bu ismi kullanma çabaları boştur dğersizdir. Çünkü Allahın bölünmeyin parçalanmayın ayetini çiğnemiş kafirden müslüman olur mu? O ayeti çiğniyeren o ayeti inkar etmişlerdir ve Kuranda inkar edenler diye anılan yerlerin muhatabıdırlar.


Yani rahatça ben MÜSLÜMANLARDANIM diyebilirsiniz.

Fazıl's
17. September 2011, 09:56 PM
Sevgili hiiç, işte aynen öyle. Dediğin gibi bu kadar bağnazlık içinde insanın ben müslümim diyesi gelmiyor, hem zaten değilim de.

hiiic
17. September 2011, 10:12 PM
Müslüman değilim deme sitede şeriatçılar var keser başını :)

3 mezhebe göre namaz kılmamanın cezası öldürülmek, sadece hanefi mezhebine göre müebbet hapis. yiyeceği dayağı sen hesap et :)
ya müslüman olacaksın ya laik...

***
sen aklından geçenleri paylaşırsan boş geniş zamanda ilgili birkaç bilgiyide biz paylaşırız. Belki birimizin göremediği, o ana kadar hesaba katmadığı bişeyler vardır...
Şimdilik şunu demek istiyorum, Müslümanlığın dinin özü Allaha yakarmak ona dua etmek ve ondan yardım isteyecek kadar alçalmak ise. Bu Allaha göre çok basit. Bir sıkıntı verince müslüman oluyoruz zaten, asıl sorun o hali darlık zamanındaki hali genişlik zamanında sürdürebilecek bilince ulaşmak... bunun üzerine pek çok fikir inşa edebilecek zihni kapasiten var, olmasa bunları sorgulamazdın bile.

Sıkıntı gelince müslman olup rabbine yakarmada böbürlenmeyen insan.
Kendisini ihtiyaç sahibi hissetmediğinde nasıl böbürleniyor, nasıl azgınlık ediyor.

hiiic
17. September 2011, 11:16 PM
BURAYA (http://hanifler.com/showthread.php?p=10386#post10386) taşındı :) Bu alanı videoyla doldurmayalım hep.



.