PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : beşer anlamıyla hz.isa ölüleri diriltemez


cerezci
16. February 2009, 02:17 PM
İslam toplumlarında yanlış algılanan ve yanlış anlaşılan olaylardan birisi de hazreti İsa peygamberin ölüleri diriltme ile ilgili olayıdır. Onunla ilgili ayeti buraya naklederek, konu ve kuran bütünlüğü içerisinde akıla ilme ve pratik olan hayata ters düşmeden yorumlamaya çalışalım.
5/110- Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitap’ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrail oğulları’na apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkara sapanlar, "Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişlerdi (de) İsrail oğulları’nı senden geri püskürtmüştüm."
Daha önce kitab’ımda kuranın anlaşılması için bazı bilgilerin bilinmesi gerekir demiştim. Allah peygamber olanların diğer insanlardan farkı. Ayette de geçtiği gibi kutsal ruh ile desteklenmesidir. Yani yanlış yaptıkları zaman düzeltilmesi vahiy edilmesi idi. Onların gelenek ve örflerde anlatıldığı gibi olağan üstü harikulade bir mucize göstermeleri diye bir olay yoktur. Eğer öyle olmuş olsaydı, peygamberler , Allah’tan gelen dini toplumlara anlattıkları zaman. Öldürülmez veya yurtlarından sürülmezlerdi. Mucize göstererek kendisine karşı çıkanların işlerini bitiriverirlerdi. Maalesef öyle olmamış peygamberler. Bulunmuş oldukları toplumlarda. Çile çekmişler.dövülmüşler Sürülmüşler, bazen de öldürülmüşlerdir.
İşte kurandaki Ayetlerin kastettikleri manaları anlayabilmek için, devamlı üzerine basa basa vurgulayarak, ve altını kalın çizgilerle çizerek önemini ısrarla belirtmek istiyorum. Kuran kendi içerisinde çelişmeyen bir kitaptır. Kuranın içerisinde geçen bir ayet kesinlikle kuranda geçen başka ayetlerle çelişmez. Eğer kuranda gerçekten Allah’tan başka ölüleri dirilten birisi olmadığına dair veya ölen dünyaya tekrar geri gelmeyeceğine dair başka bir ayet varsa, buradaki hazreti İsa peygamberin dirilttiği başka manada olan bir ölüdür..
21/95- Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.”
Ayete baktığımız zaman ölen yani hayati fonksiyonlarını yitirmiş olan birisinin , dünya hayatına tekrar dönemeyeceğini belirtmektedir. Başta ilk olarak vermiş olduğumuz ayet örneğinde de hazreti İsa peygamberin ölüleri Allah’ın izniyle diriltiyordu ayeti ile çelişmektedir. Eğer hz. İsa peygamberin dirilttiği ölü. O ise . kuranda o zaman çelişki yoktur ayeti ile çelişmektedir.
39/28- Çarpıklığı olmayan Arapça bir Kuran'dır (bu). Umulur ki sakınırlar.
İşte kuranda maide .110 da geçen ölüleri hz. İsa nasıl diriltiyordu.? Bu Ayetin kastettiği manayı kuranla, akıl ile ve pratik hayatla uyuşup uyuşmadığını sorgulamak gerekmektedir. Kuranda geçen kelimeler genelde çift anlamda kullanılmıştır.İşte bu anlayışı yakalayabilirsek, ayetin kastettiği manayı da çözmüş olacağız inşallah.
Ölü kelimesini kuran iki anlamda kullanmıştır. Birincisi vahiylere karşı duyarsız olanlara ölü demektedir. İkincisi ise hayati fonksiyonlarını yitirmiş olanlara ölü kelimesi kullanmaktadır. Şimdi önce kuranda geçen mecazi anlamdaki ölülerin diriltilmesine Ayetlerden örnekler vermeye çalışalım
2/.260- Hani İbrahim: "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (Allah ona:) "İnanmıyor musun?" deyince, "Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için" dedi. "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir."
Buradaki Ölü hz. İbrahim peygamberin dirilttiği,gerçek anlamdaki ölüler değil yine mecazi anlamdaki dirilttiği ölülerdir. Yunus balıklarına mayın arattırılması, köpeklerin depremlerde insan cesedi, aramaları, polis teşkilatlarının köpekleri eroin esrar arama alanında kullanması, güvercinlere mektup taşıttırılması ve daha akıla gelmedik çok örnekler verebiliriz. İşte Zamanımız da, duyarsız olan hayvanların eğitilerek, duyarlı hale getirilmesi ölüleri diriltme anlamında kullanılmıştır. Yine bir örnek daha verelim.
6/122- Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamayanın durumu gibi midir? İşte, kafirlere yapmakta oldukları böyle 'süslü ve çekici' gösterilmiştir. Buradaki ölü Duyarlılığı olmayan fakat peygamber veya elçilerin , onlara vahiyleri anlatmasıyla duyarlı hale gelmesi anlamındaki ölüdür.
İşte bu Ayette de ölü ifadesi mecazi anlamda kullanılmıştır eğer gerçek anlamında kullanılmış olsaydı Dünya hayatında ölenlere tekrar dirilmenin olmayacağı ile ilgili ayete ters düşerdi. Şimdi gerçek anlamında anlatılan ölülerle ilgili kurandan örnekler vermeye çalışalım.
6/93- Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey vahiy olunmamışken “Bana da vahiy geldi" diyen ve "Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim" diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azapla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen...
Burada meleklerin ellerini uzatarak , canlarınızı çıkarın ifadesi, onların gerçek anlamındaki ölüş anını fotoğraflamaktadır. Bir başka ayet örneği verelim.
4/159- Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahit olacaktır. “
işte bu ayeti kerimede de hayati fonksiyonlarını yitirme anlamındaki ölümden bahsetmektedir.
Burada Konumuz dışında ama , yanlış algılanan ve yanlış anlaşılan bir meseleyi izah etmek istiyorum. Kuranı kerim kitap ehli diye genelde Yahudi ve Hıristiyanlardan bahsetmektedir. Hazreti İsa peygamberi öldürdüler. Ona böylece zulmettiler. Ama Hazreti İsa peygamber Allah’ın Kulu ve resulü idi. O bir elçi idi o sadece kendisine verilmiş olan tebliğ emanetini yerine getiriyordu. Kabul etmeleri için onlara zorlama ve baskı yapmıyordu. Onların öldürmeleri af edilmez bir davranıştı. İşte Her insan ölüm anında yapmış oldukları iyi veya kötü davranışlar gözlerinin önüne gelecek. Ve gidecek oldukları yeri o anda göreceklerdir. Hazreti İsa’nın Anlatmış olduklarını orada gerçek olarak gördüklerinde her iman etmeyen orada. İman edecek yani hazreti İsa peygamberin dinine girecek ama , o bir şey değiştirmeyecek Çünkü Ölüm anındaki değişme ve tövbe bir şey ifade etmeyecek.
4/18- Tövbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tövbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleler için acı bir azap hazırlamışızdır.
Bir de firavun ile ilgili 10/90- Biz, İsrail oğulları’nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrail oğulları’nın kendisine inandığı (İlah'tan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi.
Dünyada azgınlaşmış ve kibirlenen ve gururlanan müstekbirlerin hepsi, ölüm anında artık kendilerinin ne olduğunun farkına vararak kendilerini ve kainatı yaratan Allah’a boyun eğmektedirler. Bazı Mezheplerin söylediği gibi son nefesi kelimeyi tevhit olması onu cennete götürmüyor. O yaşamış olduğu hayatta ölüm gelmeden kendileri iman eden ve kendilerini düzeltenler ancak kurtuluştadır. Ya kişi iman ettim dediği zaman imanla Salih amelini birleştirecek. Ya da iman ettim dediği zaman imanını , hayra dönüştürecek bir fırsat bulamadan ölürse o yine kurtuluşa erecektir.tabi ki onun samimi olup olmadığını Allah bilecektir.
6/158- Onlar, kendilerine meleklerin gelmesini mi, ya da Rabbinin gelmesini mi veya Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin ayetlerinden bazılarının geleceği gün, daha önce iman etmemişse veya imanıyla bir hayır kazanmamışsa hiç kimseye imanı yarar sağlamaz. De ki: "Bekleyin, Biz de şüphesiz beklemekteyiz."
10/98- Ama (azap geldiği sırada) iman edip imanı kendisine yarar sağlamış -Yunus kavminin dışında- bir ülke olsaydı ya! Onlar iman ettikleri zaman dünya hayatında onlardan aşağılatıcı azabı kaldırdık ve onları belli bir zamana kadar yararlandırdık.
16/106- Kim imanından sonra Allah'a (karşı) inkara sapıp da, -kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu halde baskı altında zorlanan hariç- inkara göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah'tan bir gazap vardır ve büyük azap onlarındır.
Demek ki Ben müslümanım demek , veya ben iman ettim demek imanla hayatı bütünleştirmeden bir anlam taşımıyor ancak iman etmekle beraber, Allah’ın yasaklamış olduğu bütün şeylerden kaçınmak ve serbest bıraktığı bütün şeylerden de yapmaktır. Burada da bunu saptamış olduk.
Kuran kelimeleri kullanırken, hiçbir kelimeyi hiçbir kelimenin yerine kullanmamıştır. Kuranda geçen her kelime bir yer işgal etmektedir. Ama başka bir ayette, o konu ile materyalleri oluştururken, kendi anlamını bozmadan oraya yerleştirilmiştir.
Ölüyü dirilten Ancak Allah’tır.30/19- O ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır, ölümünden sonra da yeri diriltir. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.
Gerçekten kuranı anlamak büyük emek ve gayret ister. Hazreti İsa peygamberin Ölüyü Diriltme olayı ayette geçiyor ya Allah ona bir mucize verdiği anlayışına kapılıp öyle dirildiği anlayışındadırlar. İşte burada Allah peygamberlere böyle ölüleri diriltme olarak mucize vermiş mi.? Bu sorgulanması gerekmektedir.Allah Eğer ölüleri diriltiyorsa, bunu Allah’ın Yarattıkları varlıklardan birisi de diriltiyorsa o zaman Allah’ın yaratma ve diriltme hukuku bir başkası tarafından paylaşılmış olur. Allah’a verilen saygı sevgi ve ihtiram bir başka birileriyle paylaşılmaya doğru gider ki bu tevhidi zedeler. Önce şunu Mutlaka bilmek gerekiyor. Peygamberlerle Allah Arasında Ne fark vardır. İnsanlarla Peygamberler arasında ne fark vardır.?
Peygamberleri Allah Nasıl tarif etmişse bizim o tarifin dışında bir tarif getirmemiz olacak şey değildir. Bakınız Toplumların beyinlerinde tasarladıkları ve hayal ettikleri peygamber fotoğrafını karşılarında göremeyince şöyle itirazda bulunuyorlar.
17/90- Dediler ki: "Bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça sana kesinlikle inanmayız
17/."91- "Ya da sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçe olup aralarından şarıl şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın."
17/92- "Veya öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza (şahid olarak) getirmelisin.
17/93- "Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız." De ki: "Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?"
Görüldüğü gibi iman etmeyen toplumların kendisinin peygamber olduğunu kabullenmeleri için böyle anlatıldığı gibi peygamberden mucize istiyorlar Allah da Burada peygamberi onlara kendi sesinden nasıl tanımlamasını istiyor.?”De Ki Ben Elçi Olan bir beşerden başkası değilim.” İşte Allah’ın tanımladığı peygamber fotoğrafı bu. Hiç kimse tanımlanan bu tarifin dışına çıkamaz çıkarsa da. Doğru değildir.işte o peygamberin yaptıkları ve söyledikleri vahye uygun bir davranış ve vahiy söylemesidir.
53/3- O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.
53/4- O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir”
Bakınız Yapılan büyük yanlışlardan biri de Peygamberlerin kendi kafalarına göre anladıkları ve algıladıkları cin kavramını buradaki beş duyularla algılanamayan diye tarif ettikleri varlıklara vahiy ulaştırdığını da yıkıp atmaktadır.
17/94- Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: "Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?" demelerinden başkası değildir
17/95- De ki: "Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, Biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik.
Yani Müşriklerin kendilerine peygamber gelirken kedi içlerinden değil de başka bir yaratık olarak gelmesini tahayyül ediyorlardı Allah Ayetlerde insanlara bir meseleyi açıklayabilmek için kendi içlerinden söylediklerini pratik hayata kendileri gibi yaşayan insanlardan gönderdiğini belirtiyor. Eğer siz insan değil de melek olsaydınız meleklerden peygamber gönderirdik ifadesi hemen toplumlardan toplumlara aktarılan görünmeyen ve beş duyularla algılanamayan ateşten yaratıldığı sanılan cinler akıla gelmektedir.
Öyleyse hemen bu ayetleri çelişkisiz bir şekilde yerine oturtabilmek için cinler de bir insan olan varlıkların değişik versiyonlarındandır.
2/136- Deyin ki: "Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız."
İşte insanlar ve dinler arsında tevhit akidesini oluşturan kuran,bütün peygamberler Allah katından gönderilmiş ve getirdikleri haramlar ve helaller arasında farklılık yoktur peygamber kendilerinden öncekileri tasdik etmiş doğrulamış ve kendisinden sonra gelecekleri de müjdelemiştir. Bu Demek oluyor ki Hazreti İsa peygamberin Anlattığı ve getirdiği dinle Diğer peygamberlerin anlattığı ve getirdiği dinler arasında hiçbir fark yoktur. Bu sebeple Eğer Hazreti İsa Peygamber Allah Tarafından öyle insanları diriltebilecek mucize yetkisi almış olsaydı diğer peygamberlerde de böyle yetkiler olurdu.
Hadisi Kutsi diye anlattıkları yanlış bir anlayış olarak bize kadar gelen bir sözden bahsetmek yerinde olacaktır.Allah Son Peygamber Hazret Muhammed sav. Me “Seni yaratmasaydım seni yaratmasaydım iki cihanı da yaratmazdım” ifadesi kullanılıp durmaktadır. Eğer kainatı ve Ahiret alemini Hazreti Muhammed sav. İçin yaratmış olsaydı önce ona ölüleri diriltme izini çıkarırdı. ona ölüleri diriltme mucize yetkisi vermiyor da kıyamet gününde kendisine ümmet olacak birisine vermesi kuran ile çelişmez mi.? Hem Uhut Harbinde Amcası şehit olurken neden onu engellemedi ve neden öldüğü zaman amcasını diriltemedi soruları nasıl cevaplanacak.İşte Hazreti İbrahim Halktan gelen doğru ve yanlış olan bilgileri sorgulayarak ve gerçek tevhidi yakalamasıyla Allah’ın Övgüsüne layık olmuştur.Hazreti İbrahim evrenin yasası ile gerçek olan Allah’tan gelen dinle çelişmeyeceğinin yasasını koymuştur.
30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.
İşte Allah’ın Gönderdiği dinle Allah’ın Yarattığı Kainatın esrarını düşünmek ve gerçek olan Allah’ın yarattığı kainatla Allah’ın Gerçek dinini,Kucaklaştırıp çelişkisiz bir hayatın temellerini atması onun kuranda övgü ile söz edilmesine neden olmuştur.
2/124- Hani Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle denemişti. O da (istenenleri) tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim'e): "Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım" dedi. (İbrahim) "Ya soyumdan olanlar?" deyince (Allah:) "Zalimler Benim ahdime erişemez" dedi. “
2/125- Hani Evi (Ka'be’yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. "İbrahim'in makamını namaz yeri edinin", İbrahim ve İsmail'e de, "Evimi, tavaf edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde edenler için temizleyin" diye ahid verdik”
Hazreti İbrahim dini, Hazreti İsmail , Mescidi Haram, Kelimeleri çok Anlamlar ifade etmektedir. Kabe Asıl Olan Hazreti İbrahim dininin yaşandığı bir hayatın sansür uygulanmadan pratize edildiği bir dinin duvarlarla sembolize edilmesidir. Önemli olanı oradaki duvar değil önemli olanı tevhit dinin , Yaşayan Kuranın emirlerinin orada söz ve hakimiyetinin kaybolmasıdır.yerine şirk dininin hakim olarak, tevhit bayrağının indirilerek, iktidarı putçuluğun almasıdır. Bu sebeple kabe tekrar asaletine kavuşuncaya kadar, Orada hac etmekte boşunadır. Senin Allah’ına küfrediyorlar. Sen oraya gidip kabe etrafında dönmekle Günahlardan arınarak piri pak olarak çıktığını sanıyorsun. Böyle kolay Müslümanlık asla olamaz. Oradaki putlar temizlenecek ve hazreti İbrahim ve hazreti Muhammet dinindeki asaletine kavuşturulacak ondan sonra orada hac etmeye hakkın olacak.
ALLAHIN İZNİYLE ÖLÜLERİN DİRİLTİLMESİ İFADESİNİN AÇILINIMI.
Allah izin vermezse insanlardan ve peygamberlerden hiç kimse kimseyi diriltemez hiç kimse kimseyi öldüremez, hiç kimse kimseyi saptıramaz, ve hiç kimse kimseyi de hidayete de getiremez. Allah Kendisi insan istemedikçe, onu saptırmaz, onu hidayete getirmez ve onu bağışlamaz. Zaten bu olaylar kavranabildiği zaman kader olayı da kavranmış olacaktır.
Allah insana iyiye gidecek takvayı, kötüye gidecek fısk ve fücuru, vererek Kitaplar ve peygamberler de gönderip yolu gösteriyor. Takva yolunu seçerek gönderilmiş olan elçiler ve kitaplar yönünde yürüyenleri hidayete erdirdim ifadesi kullanıyor. Fısk ve fücur yolunu seçenleri de saptırdım ifadesi kullanıyor. Bu kişilerin özgür iradeleriyle yollarını, seçmeleriyle ortaya çıkıyor.
4/Eğer Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet kılardı; ancak dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. Yaptıklarınızdan muhakkak sorumlu tutulacaksınız.
2/Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise, 'Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?' derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, Faslıklardan başkasını saptırmaz.
Dilediğini hidayete getirmek ve dilediğini saptırmak ifadeleri.Kulum gel seni diliyorum saptırıyorum, kulum gel seni hidayete getiriyorum değil . kişinin kendi özgür iradesine bağlıdır kulun sapıp hidayete ermesi. Allah’ın Kişinin üzerinde özel bir müdahalesi yoktur. Yani Allah kişiye doğru yolda yürüyebilecek bütün materyalleri veriyor. Yanlış yola gidebilecek bütün materyalleri veriyor. Yol seçmeyi kişinin özgür iradesine bırakıyor. Doğru yolda giderse hidayete erdirdim yanlış yola giderse de saptırdım ifadesi kullanıyor. Bu Kuran’ın anlatım sanatıdır. Yoksa Allah’ın birine buğuzu mu varki birini saptırsın, veya birinin ne avantajı var ki hidayete erdirsin. Eğer öyle anlaşılmış olsaydı allahın adalet sıfatına yakışmazdı
Ama Hazreti isanın mecazi anlamda anlatılmak istenen ölüleri allah’ın izniyle diriltmesi vahiylere karşı duyarsız halden vahiylere karşı duyarlı hale gelmesi de Allah onun doğru yolu bulabilecek mataeyalleri vermesiyle ancak mümkün olacaktır. Eğer insanların doğruya gidecek yolları yaratmamış olsaydı hazreti isa nasıl doğru yolda olmayanları doğru yola getirebilecekti. Eğer Hazreti İsa Allahın izni olmadan bunu yapabilecek gücü olmuş olsaydı diğer peygamberlerde hidayete getirmek istediklerini getirebilirdi Hazreti Nuh Oğlunu doğru yola Allah’ın İzni olmadığından getiremedi. Firavun karısını doğru yola girmesini engelleyemedi. Öyleyse kendisi istemedikçe hiç kimse hiç kimseyi ne doğru yola götürebilir. Ne de hidayete erdirebilir.İşte Allah insanısaptırmaz hidayete getirmez ve bağışlamaz da bağışlanmak için adımını atanı hidayete gelmek için yöneleni sapmak için hereket edeni Allah ancak bağışlar hidayete getiriş ve saptırır. Allahınm kimseye garazı yok torpili de yok.(ALINTIDIR.)

nuh
16. February 2009, 03:04 PM
hac 3. İnsanlardan, bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışmaya giren ve her inatçı şeytana uyan birtakım kimseler vardır isra 48. Baksana; senin için ne türlü benzetmeler yaptılar! Bu yüzden, (öyle bir) saptılar ki, artık (doğru) yolu bulamayacaklardır. 59. Bizi, âyetler (mucizeler) göndermekten alıkoyan tek şey, öncekilerin bu âyetleri yalanlamış olmasıdır. Nitekim Semûd kavmine, açık bir mucize olmak üzere bir dişi deve vermiştik. Onlar ise, (bu deveyi boğazladılar ve) bu yüzden zalim oldular. Oysa biz âyetleri ancak korkutmak için göndeririz. 82. Biz, Kur'an'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır. 101. Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik. Haydi İsrailoğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, «Ey Musa! dedi, senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum107. De ki: Siz ona ister inanın, ister inanmayın; şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o (Kur'an) okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar meryem 36. (İsa şunu da söyledi:) Muhakkak ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk ediniz. İşte doğru yol budur. 57. Onu üstün bir makama yücelttik. 62. Orada boş söz değil, hoş söz duyarlar. Ve orada, sabah-akşam kendilerine ait rızıkları vardır. keyh 5. Ne onların , ne de atalarının bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan bu söz ne büyük oldu! Yalandan başka bir şey söylemiyorlar9. Yoksa sen, bizim âyetlerimizden Ashâb-ı Kehf ve Ashâb-ı Rakîm'in durumlarını şaşırtıcı mı buldun? enbiya 18. Bilakis biz, hakkı bâtılın tepesine bindiririz de o, bâtılın işini bitirir. Bir de bakarsınız ki, bâtıl yok olup gitmiştir. (Allah'a) yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size! 45. De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar. 54. Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz, dedi.106. İşte bunda, kulluk eden bir kavim için bir mesaj vardır

cerezci
16. February 2009, 03:26 PM
nuhun gemisi de var kuranda ama o geminin aslın da hiç olmadığını bilen yok.selametle.birilerine bir şeyler yazıyorum ki insanların aceba ilğisini çeker de soru sorarlar mı diye bakacağız. hayırlısı..

nuh
16. February 2009, 05:29 PM
rum . 7. Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise, onlar tamamen gafildirler10. Sonunda, Allah'ın âyetlerini yalan sayarak ve onları alaya alarak kötülük yapanların âkıbetleri pek fena oldu. 35. Yoksa onlara bir kesin delil indirdik de, o delil, müşrik olmalarını mı söylüyor? 59. İşte bilmeyenlerin (hakkı tanımayanların) kalplerini Allah böylece mühürler furkan 23. Onların yaptıkları her bir işi ele alırız, onu saçılmış zerreler haline getiririz (değersiz kılarız). şuara 4. Biz dilesek, onların üzerine gökten bir mucize indiririz de, ona boyunları eğilip kalır. 117. Nuh: Rabbim! dedi, kavmim beni yalancılıkla suçladı. hud 37. Gözlerimizin önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır! 40. Nihayet emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca Nuh'a dedik ki: «(Canlı çeşitlerinin) her birinden birer çift ile -(boğulacağına dair) aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında- aileni ve iman edenleri gemiye yükle!» Zaten onunla beraber pek azı iman etmişti44. (Nihayet) «Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut!» denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemi de) Cûdî (dağının) üzerine yerleşti. Ve: «O zalimler topluluğunun canı cehenneme!» denildi.33. (Nuh) dedi ki: «Onu size ancak dilerse Allah getirir. Ve siz (Allah'ı) âciz bırakacak değilsiniz. furkan 37. Nuh kavmine gelince, peygamberleri yalancılıkla itham ettiklerinde onları, suda boğduk ve kendilerini insanlar için bir ibret yaptık. Zalimler için acıklı bir azap hazırladık. nahl 40. Biz, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz sadece «Ol» dememizdir. Hemen oluverir.76. Allah, şu iki kişiyi de misal verir: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şey beceremez ve efendisinin üstüne bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, doğru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse eşit olur mu? 78. Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi 82. (Ey Resûlüm!) Yine de yüz çevirirlerse, artık sana düşen ancak açık bir tebliğden ibar109. Hiç şüphesiz onlar ahirette ziyana uğrayanların ta kendileridir116. Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak «Bu helâldir, şu da haramdır» demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler120. İbrahim, gerçekten Hakk'a yönelen, Allah'a itaat eden bir önder idi; Allah'a ortak koşanlardan değildi.

Toslunba
16. February 2009, 11:10 PM
Cerezci kardeşim, ben sorayım sana.Nuhun gemisi sence gerçekten varmıdır?Gerçekten yoksa nedenleri ve delillerinizi sunarmısınız?
Selametle kalın.

Barış
17. February 2009, 03:08 AM
Selam Çerezci,

İlk iletinin sonunda, alıntıdır yazılı, tüm yazı mı yoksa son kısmı mı alıntı bilemiyorum. Ama şu ifadeler öncelikle dikkatimi çekti:

Hazreti İsa peygamberi öldürdüler. Ona böylece zulmettiler.


Nisa 157

"Biz, Allah'ın resulü Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" demeleri yüzünden. Oysaki onu öldürmediler, onu asmadılar da; sadece o onlara benzer gösterildi. Onun hakkında tartışmaya girenler, onunla ilgili olarak tam bir kuşku içindedirler. Onların, ona ilişkin bir bilgileri yoktur; sadece sanıya uymaktalar. Onu kesinlikle öldürmediler.

Yazıdaki öldürme mecaz anlamda mı yoksa gerçek anlamda mı kullanılmış? Gerçek anlamda kullanılmış ise, Nisa 157 hususundaki düşünceniz nedir?

Ayrıca Nuh'un gemisi ile ilgili yorumlarınızı ben de beklemekteyim.

Esenlikler.

cerezci
18. February 2009, 05:23 PM
selm.alkm. kardeşimizin biri sormuş hepsi mi alıntı diye evet kardeş hepsi de alıntı yazının bu yazıyı yazan şahsın yazısını begendim ve benim gibi düşündüğü için yazdım buraya ama benim yazım değil tam metni http://kuranianlamametodu.blogspot.com bu adresten aldım birde siz okuyun ..karşım da ilk defa hanif müslümanları görünce ne kadar memnun olduğumu size anlatamam hepinizden allah razı olsun.... ben artık aramaktan benim gibi insanlar da var mı demekten islami sohbet sitelerinden atılmaktan bitap dişmüştüm..beni ya misyonerlikle yada sapıklıkla suçladılar hiç biri de dinlemedi ama buraya geldim burda da karşım da ben den çok bilğili insan görünce ben sustum desem dogru olur ..hepinizden allah razı olsun..nuhun gemisinin olmaması benim kanım dır kardeş kuranın anlatım felsefesine göre benim çıkardığım yorum dur.ama bu yorumu nerden çıkardın dersen onu delileri getirince sunayım çünkü şimdi yazını okudum ve bunu kaba taslak yazmak istemiyorum.ama memnun oldum sorularına bunu da belitteyim.selametle... delillerle buluşmak üzere...

nuh
18. February 2009, 05:48 PM
mü min. İnkâr edenler müstesna, hiç kimse Allah'ın âyetleri hakkında tartışmaz. Onların şehirlerde (rahatlıkla) gezip dolaşması seni aldatmasın. 13. Size âyetlerini gösteren, sizin için gökten rızık indiren O'dur. Allah'a yönelenden başkası ibret almaz. şura 3. Azîz ve hakîm olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder. 14. Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir (erteleme) sözü geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. Onlardan sonra kitaba vâris kılınanlar da onun hakkında derin bir şüphe içindedirler30. Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.51. Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir. zuhruf 5. Siz, haddi aşan kimseler oldunuz diye, sizi Kur'an'la uyarmaktan vaz mı geçelim?36. Kim Rahmân'ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz 44. Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.48. Onlara gösterdiğimiz her bir âyet (mucize) diğerinden daha büyüktü. Doğru yola dönsünler diye onları azaba uğrattık.68, 69. Ey âyetlerimize inanan ve müslüman olan kullarım! Bugün size korku yoktur. Sizler üzülmeyeceksiniz de.

Ali Rıza Borazan
29. May 2009, 03:54 PM
Selam Çerezci,

İlk iletinin sonunda, alıntıdır yazılı, tüm yazı mı yoksa son kısmı mı alıntı bilemiyorum. Ama şu ifadeler öncelikle dikkatimi çekti:




Nisa 157

"Biz, Allah'ın resulü Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" demeleri yüzünden. Oysaki onu öldürmediler, onu asmadılar da; sadece o onlara benzer gösterildi. Onun hakkında tartışmaya girenler, onunla ilgili olarak tam bir kuşku içindedirler. Onların, ona ilişkin bir bilgileri yoktur; sadece sanıya uymaktalar. Onu kesinlikle öldürmediler.

Yazıdaki öldürme mecaz anlamda mı yoksa gerçek anlamda mı kullanılmış? Gerçek anlamda kullanılmış ise, Nisa 157 hususundaki düşünceniz nedir?

Ayrıca Nuh'un gemisi ile ilgili yorumlarınızı ben de beklemekteyim.

Esenlikler.

selamün aleyküm Kuranı masaya yatırıp anlamak isteyen bütün kardeşlerimizden allah razı olsun. öncelikle şunu belirtmeliyim ki Kuran Kendi bütünlüğü içerisinde çözülmesi gereken bir kitaptır. dışardan tanımlarla kurande geçen kelimelerin sözlüklerde manalarının verilmesiyle kuran doğru olarak anlşaşılmaz işte ehlikitap ve islam dünyyasının düşmüş olduğu bu yanlışlıklar yüzünden kuran evrensel bir kitap olduğu halde hikaye ve masal kitabı olarak algılanmıştır. Kuran gerçekten Allahın bir mucizesi olan bir kitaptır. içerisinde geçen kelimeleri kendi bütünlüğü içerisinde anlmaya çalışıp kastettiği mana yakalanabilmişse onunla ilgili ayet ve konular ancak doğru bir şekilde anlaşılmaya başlar. yok sa kelime anlaşılmazsa ayetler ve konular hiç anlaşılmaz. kuran üzerinde otuz yıla yakın bir zamandır anlaşılması konusunda çalışmaktayım. bu konular ile ilgili anladıklarımı İnternet sitesinde Kurani Anlamametodu.blogspot .com adlı sayfada anlatmaya çalıştım. sizin de kuran ile ilgili gayretlerinizi biz tv de izledim ve sizi tebrik ediyorum. ve inşallah tanışırız kurandaki müteşabih ayetleri iyiden iyiye tahlil ederiz de doğru anlaşılmasına vesile oluruz inşallah. selam ve sevgiler sunarım.

Barış
30. May 2009, 01:50 AM
Selam Ali Rıza Kardeşim,

Hoşgeldiniz. Düşüncelerinizi ve çalışmalarınızı inşallah bizlerle paylaşırsınız ve beraberce düşünme okuma imkanı bulmuş oluruz. Paylaşımlarınızı bekliyoruz.

Biz tv'de program yapan ve tebyin çalışması sitemizde de bulunan Hakkı Yılmaz bey ile ilgili güzel düşüncelerinizi paylaşmaktayım. Sanıyorum ki bir yanlış anlaşılma olmuş. Ben Hakkı Yılmaz değilim. Hakkı Yılmaz bey'in çalışmalarının bulunduğu linki vereyim. Buradan mesaj iletme imkanını bulacağınızı düşünüyorum.

http://www.tebyinulkuran.com/

Selam ile.

Ali Rıza Borazan
14. June 2009, 05:33 PM
HZ İSA PEYGAMBER BABASIZ DEĞİLDİR
Hz İsa peygamberin babasız olması ile ilgili Kur’an da hiçbir ayet yoktur. Bu anlayış Hıristiyanlar tarafından uydurulmuş bir inançtır. Zaten İslam toplumlarındaki Kur’an’a dayanmayan sözlerin büyük bir kısmı ya Yahudilerin uydurduğu ya da Hıristiyanların uydurduğu hikayelerdir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi bir şeyin doğru olması için şu dört şeyin uyum içinde olması gerekir demiştik. (Kur’an, ilim akıl ve pratik hayat)
Şimdi Kur’an da geçen Hz İsa ile ilgili ayetlerden Hz İsa peygamberin babasız doğduğuna dair bir sonuca varabilecek miyiz?
3/35- Hani İmran'ın karısı: "Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen" demişti.
3/36- Fakat onu doğurduğunda -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilirken- dedi ki: "Rabbim, doğrusu bir kız (çocuğu) doğurdum. Erkek ise, kız gibi değildir. Ona Meryem adını koydum. Ben onu ve soyunu o taşa tutulmuş (kovulmuş) şeytandan Sana sığındırırım."
3/37- Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: "Meryem, bu sana nereden geldi?" deyince, "Bu, Allah Katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir" dedi.
3/38- Orada Zekeriya Rabbine dua etti: "Rabbim, bana Katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen, duaları işitensin" dedi.
3/39- O mihrapta namaz kılarken, melekler ona seslendi: "Allah, sana Yahya'yı müjdeler. O, Allah'tan olan bir kelimeyi (İsa'yı) doğrulayan, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamberdir."
3/40- Dedi ki: "Rabbim, bana gerçekten ihtiyarlık ulaşmışken ve karım da kısırken nasıl bir oğlum olabilir?" "Böyledir" dedi, "Allah dilediğini yapar."
3/41- (Zekeriya) "Rabbim, bana bir alamet (ayet) ver." dedi. "Sana alamet, işaretleşme dışında, insanlarla üç gün konuşmamandır. Rabbini çokça zikret ve akşam sabah O’nu tesbih et." dedi.
3/42- Hani melekler: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti.
3/43- "Meryem, Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et."
3/44- Bunlar, gayb haberlerindendir; bunları sana vahyediyoruz. Onlardan hangisi Meryem'i sorumluluğuna alacak diye kalemleriyle kur'a atarlarken sen yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin.
3/45- Hani melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır."
3/46- "Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir."
3/47- "Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?" dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona "ol" der, o da hemen oluverir."
3/48- "Ona Kitab’ı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek."
3/49- İsrailoğulları’na elçi kılacak. (O, İsrailoğulları’na şöyle diyecek:) "Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır."
3/50- "Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin."
3/51- "Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur."
3/52- Nitekim İsa, onlarda inkarı sezince, dedi ki: "Allah için bana yardım edecekler kimdir?" Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol" dediler.
3/53- "Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi şahidlerle beraber yaz."
3/54- Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır.
3/55- Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu senin hayatına Ben son vereceğim, seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim."
3/56- "İnkar edenleri ise, dünyada ve ahirette şiddetli bir azapla azaplandıracağım. Onların hiç yardımcıları yoktur."
3/57- "İman edip salih amellerde bulunanların ecirleri eksiksiz ödenecektir. Allah, zalim olanları sevmez."
3/58- Bunları Biz sana ayetlerden ve hikmetli zikirden (Kur'an'dan) okuyoruz.
3/59- Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" demesiyle o da hemen oluverdi.
Şimdi Hz İsa ile ilgili geniş açıklama yapan bir surede geçen ayetleri de aktardıktan sonra konu ile ilgili yorumumuza geçelim.
19/16- Kitap'ta Meryem'i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti.
19/17- Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.
19/18- Demişti ki: "Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah)a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma)."
19/19- Demişti ki: "Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım)."
19/20- O: "Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken" dedi.
19/21- "İşte böyle" dedi. "Rabbin, dedi ki: -Bu Benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve Bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti.
19/22- Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi.
19/23- Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim."
19/24- Altından (bir ses) ona seslendi: "Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır."
19/25- Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin."
19/26- Artık, ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: "Ben Rahman (olan Allah)' a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım."
19/27- Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: "Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın."
19/28- "Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz (bir kadın) değildi."
19/29- Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: "Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?"
19/30- (İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana kitabı verdi ve beni peygamber kıldı."
19/31- "Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti."
19/32- "Anneme itati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı."
19/33- "Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de."
19/34- İşte Meryem oğlu İsa; hakkında kuşkuya düştükleri "Hak Söz".
19/35- Allah'ın çocuk edinmesi olacak şey değil. O Yücedir. Bir işin olmasına karar verirse, ancak ona: "Ol" der, o da hemen oluverir.
İşte Kur’an da Hz İsa ve Meryem hakkında geçen ayetler bunlardır. Ayetlere dikkat ettiğimiz zaman Hz İsa’nın babasız olduğunu ima eden bir ayet yoktur. İnsanların bugüne kadar ki ağızlarına doladıkları “Hz İsa babasızdır” sözü Hıristiyanların uydurdukları bir sözdür. Şimdi Kur’an dan naklettiğimiz bu ayetlerden Hz İsa’nın babasının olmadığı ile ilgili bir anlam var mı? Bunu Kur’an’ın kendi bütünlüğünde o konunun ilminde akla ve pratik hayata ters düşmeden güçlü bir mantık ölçüsü içerisinde incelemeye çalışalım.
İnsanların Hz İsa hakkında söylediklerini zan ve tahminle konuştuklarına karşılık Kur’an” şüphesiz Allah katında İsa’nın durumu ademin durumu gibidir. Onu topraktan yarattı sonra ona ol demesiyle o da hemen oluverdi.” Kur’an’ın sanatsal bir üslupla anlattığı olaylar insanlar tarafından algılanamadığından neticesi düzgün olmayan bir anlayış ortaya çıkıyor. Temeli düzgün atılmayan bir bina düzgün yapılamadığı gibi temeli düzgün olmayan bir dinin neticesi de düzgün olmaz.
Bakınız Kur’an Hz İsa’nın yaratılışını ademe benzetirken ademin nasıl yaratıldığını izah ediyor.
22/5: Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir.”
23/12 - Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık.
23/13- Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik.
23/14- Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir.
23/15- Sonra bunun ardından siz gerçekten ölecek olanlarsınız.
İşte Kur’an mümin ve haç surelerinde geçen ayetlerde “ol dedi mi oluverdi” ayetini böyle açıklıyor. Yani bir insanın oluşabilmesi için erkek sperminin kadın rahminde yumurtalıkla alaka kurarak orada belirli aşamalardan geçtikten sonra ancak doğuyor ve yeni bir hayatla karşılaşıyor.
Bakınız ayetleri çok iyi tahlil ettiğimiz zaman öyle olduğu anlaşılır.
“ Ona ruhumuzu göndermiştik , O da düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.”
Bu ayet orada ruh kelimesinin ne anlama geldiğini anlamakla ancak anlaşılabilir. Dikkat edilirse , Peygamberlerin özelliklerinden biri de yanlışlık yaptıkları zaman vahiyle düzeltilirler. Diğer insanlarda böyle bir haslet yoktur.
Vahyin gözetimine giren her insan ,Düzeltilmiş bir beşerdir. Vahyin kontrolüne giren peygamberler de kendi istek ve arzularına göre yaşamaz ve söylemez.
53/3” O hevadan konuşmaz o ( söyledikleri vahyolunmakta olan vahydir.)
Allah’ın kedi ruhundan üflediği ve onu kutsal ruhla desteklediği, bir peygamber Hz. Meryem karşısına dikiliyor. Ve konuşmalar başlıyor.
19/18:” Demişti ki: "Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah)a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma)."
Genelde müfessirler Hz Meryem’in karşısına gelen kişinin Cebrail olduğunu söylemişlerdir. Bu anlayış hem Hıristiyan alemini teslis(üç Allah) inancına götürerek bu inanç Hz İsa’nın babası yok anlayışıyla İslam müfessirlerine sıçramıştır.
Hz Meryem’in karşısına gelen Cebrail değil Allah’ın peygamber olarak gönderdiği bir elçidir.
19/19: Demişti ki: "Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım)."
Şimdi yine gelen elçinin bir peygamberin bir erkek çocuktan söz ederek müjdelemesi bize birçok şeyleri çağrıştırıyor.
33/23:” Mü'minlerden öyle erkek-adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.
Dikkat edildiği zaman hep ayetler hem birbirleriyle çelişkisiz bir halde dizilmiş hem de birbirleriyle diyalog halindedir. Erkek adamın verdiği söz neymiş Kur’an dan ona bir bakalım.
7/172:” Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) Onlar: "Evet (Rabbimiz'sin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.
İşte Kur’an da bahsedilen ve sözünde duran erkek adam ve çocuk bu. Allah’tan başka rab kabul etmeyen, ölümü, dirimi, hayatı Allah’a ait olan adamlardır. Yine konumuza dönecek olursak Allah’ın gönderdiği ruh; bir elçi olan peygamberdir. Her peygamber kendinden öncekileri doğrular ve tastik eder ve kendinden sonraki gelecek olan peygamberi müjdeler. İşte elçinin müjdelediği erkek çocuk insanlara bir ayet ve bir belge olan Hz İsa’dır. Bakınız Hz İsa da gelecek olan bir peygamberi nasıl müjdelemektedir.
61/6:” Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrail oğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler.
Demek ki bu gelen elçi Rastgele bir elçi değil Allah’ın bildirmesiyle geleceği bilebilen gayıptan haber verebilen bir elçidir..
Yine elçi ile Hz Meryem arasında konuşma devam ediyor.
19/20”O benim nasıl erkek bir çocuğum olabilir.Bana hiçbir beşer okunmamışken.ve ben azgın utanmaz (bir kadın)değilken dedi.”
Kur’an burada toplumun Hz Meryem hakkındaki yanlış düşünce ve anlayışından onu temizleyip arındırıyor. Bir de asıl önemli olanı da Hz Meryem’in Topluma karşı yabancılaşması idi
19/21”İşte böyle dedi Rabbim dedi ki bu benim için kolaydır.Onu insanlara bir ayet ve Bizden bir rahmt kılmak için,(bu Çocuk olacaktır.) ve iş de olup bitmiştir.
Kur’an her halde O Elçinin evliliğinden söz ederken, Düğünün nasıl geçtiğini kaç kişi ile düğün yapıldığını, Kimlerin düğüne davet edilip edilmediğini, Yatak odasının kaç katlı olup olmadığını , Anlatacak değildir herhalde.
Bakınız olup bitti Ol Dedi hemen oluverdi ifadesini kullanıyor arkasından,
19/22: Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi.
Soruyorlar, Allah isterse babasız çocuk meydana getiremez mi.? Elbette Allah dilediğini dilediği gibi yaratır. Kur’an’ın kendi bütünlüğü içerisinde olayları eşyanın yapısına akıla ve pratik hayatla özdeşleştirdiğimiz zaman Allah’ın Evrene koyduğu yasayla uyuşmaz çelişki meydana gelir.
Eğer öyle her şeyde bir intizam ve kural olmasaydı kainat fesada uğrardı. Şimdi Kur’an da geçen altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken olmazsa olmazları belirleyen bazı ayetleri konu içerisinde naklatmeye çalışalım.
22/47:” Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, va'dine kesin olarak muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.”
Allah evrende bir yasa koymuştur. Bu yasa kesinlikle doğal seyri içerisinde işler durur dünya dönmez diyenlere onlar dönmez dese de Galileo’nun dediği gibi döner durur.
30/30: “Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.”
İşte bu ayet insanlardaki geleneksel bir din anlayışını kökünden söküp atarak Hz İbrahim’in oluşturduğu bir din anlayışına insanları davet ediyor. Israrla devamlı üzerine basa basa vurguladığım din anlayışı Allah’ın yarattığı varlıklarla gönderdiği vahiylerin çatışmadığı bir din anlayışıdır. İşte Allah insanların üreme biçimlerini izah ederken bir erkek ve bir dişiden olduğunu söylüyor. Ve bununla ilgili bir yaratış biçimi koyduğunu vurgularken Hz İsa’nın babasız ve erkeksiz meydana geldiği inancı İbrahim dinini fıtrat dinini kökünden söküp atıyor.
30/43: “Öyleyse sen, Allah'tan (bir takdir olarak) geri çevrilmesi mümkün olmayan gün gelmeden önce, yüzünü dimdik ayakta duran dine çevir. O gün parça parça bölünecekler.”
Deveye demişler ki; boynun neden eğri, o da demiş ki nerem doğru demiş. Aynen onun gibi bugünkü toplumun algıladığı yaşadığı din de öyle değil mi? Sadece Hz İsa’nın babasız doğduğu inancı değil, daha sayılamayacak kadar yanlışlıklarla dolu bir din anlayışı ortada dolaşmaktadır. Onları ilerde inşallah zamanı geldikçe izah etmeye çalışacağım.
Peygamberlik dönemi devam ederken toplumların sorunlarını, helallerini ve haramlarını Allah kesin olarak seçtiği elçiler aracılığı ile bildiriyordu. Fakat bunlar peygamberler öldüğü zaman peygamber söyledi denilip de peygamber söylemediği halde toplumlarda yanlış bir din anlayışı oluşturulmuşsa şimdi de Kur’an ortada olduğu halde orijinalliği bozulmamış ve bozulmayacak bir şekilde Allah’ın korunması altında olduğu halde Kur’an da ki söylenenleri değil Kur’an’ın dışında hikayeler ve yalan hadislerle İslam de bahsedilen dinin yozlaştığı görülmüştür. İşte Tevrat ve İncil’in bozulduğu gibi Kur’an sız olan İslam da bozulmuştur.
Kur’an bir zikir ehlinden bahsetmektedir. Kur’an’ın bahsettiği bu zikir ehli eşyanın esrarını düşünen, çözen ve kendi sahasında uzman olanlardır. Dünyadaki hangi konu ile ilgili bir ilim dalı varsa onların adı hep zikir ehlidir. Bir doğruya ulaşmak için onların hangisi ile ilgili bir bilgi edinilecekse o konu ile ilgili uzmana sorulduğu zaman doğru bir bilgi alınır peygamberler vahyin dışında bilmediği bir konu hakkında bilgi edinecekleri zaman onlarda Allah tarafından zikir ehline yönlendiriliyorlardı.
3/159: “Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”
Düşünüldüğü zaman peygamberler bazılarını söylediği gibi eğer o konularda ihtisas görmemişse bir doktor, bir piskolok veya bir astronomi uzmanı değildir. O Allah’ın vahyettiği dışında hiçbir şey bilmez.
Bakınız din ve yaşam biçimi otorite haline gelmiş Hz Süleyman peygamber kendine tabi olmuş halkın dışında değişik inanç ve yaşam biçimlerine sahip olan yabancılardan ordu kurarak düşman karşısında güçlü bir hale gelmeyi başarıp zafer kazanmıştır.
27/17: “Süleyman'a cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı ve bunlar bölükler halinde dağıtıldı.”
Başka ayetlerde de;
34/12: “Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik); erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık. Onun eli altında Rabbinin izniyle iş gören bir kısım cinler vardı. Onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından taddırırdık.
34/13-Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. "Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın." Kullarımdan şükredenler azdır.”
Akıllı insan hm kendi aklını kullanan hem de başkalarının aklından istifade etmeyi bilen insandır.bir işe kendi gücü yetmediği zaman başkalarını da devreye sokarak o işin üstesinden gelebilir. Bununla ilgili bir kıssa aklıma geldi.
Filozof Beydaba anlatıyor; tongar kuşu diye bir kuş varmış bu kuş o kadar küçükmüş ki deve kuşu yumurtasının içine filin geçtiği yol üzerine bir yuva yapmış. Hem de yavruları da varmış. Bir gün tongar kuşu yavrularına yem bulmaya çıktığında filin yolu üzerinde bulunan yuvayı fil çiğnemiş. Tongayr kuşu da filin önüne hazır olup, demiş ki “sen benim yuvamı büyük olduğun, kibirlenip büyüklendiğin için mi çiğnedin?”. Filde “evet” diyor. Tongar kuşu da ben senin hesabını görürüm deyip ayrılıyor. Ve saksağan ile karganın yanına varıyor. Başından geçenleri onlara anlatıyor. Saksağan ve karga duruma çok üzüldüklerini fakat yapacak bir şeylerinin olmadığını söylüyorlar. “Kocaman file biz ne yaparız” deyince toygar kuşu diyor ki; “siz beninle gelin ben ne dersem onu yerine getirin” filin yanına geldiklerinde gözlerini oyun diyor. Kargayla saksağan filin gözlerini oyuyorlar. Filin gözleri kör olunca bulunduğu yerden ayrılamıyor. Oradaki otlarla yiyeceklerle yetiniyor. Fil o kadar susuyor ki bu sefer su içeceği zaman toygar kuşu bir nehrin kenarına gidiyor, kurbağalara başından geçenleri anlatıyor. Kurbağalar iyi ama “biz kocaman file ne yapabiliriz ki” diyorlar. Toygar kuşu diyor ki “filin gözleri görmüyor, filin çevresinde de büyük bir uçurum var o uçuruma varacaksınız ve ötmeye başlayacaksınız. Filde orada su var sanacak ve uçurumdan aşağıya yuvarlananıp geberecek. Böylece onun şerrinden kendimizi koruyacağız ve tongar kuşunun dediği gibi yapıyorlar. Fil kurbağaların öttüğü yerde su var sanıp yürüdüğü zaman, uçurumdan yuvarlanıp yere yatıyor. Tongar kuşu üzerine çıkıyor “ey fil sen büyüksün gururlusun öylemi?” diyor. “Allah gururlanıp kibirlenenleri sevmez, bak benim gibi küçücük tongar kuşunu büyülttü, yücelti senin gibi gururlanıp kibirlenen fili devirerek yere yatırdı” diyor.
Gördüğünüz gibi aklı kullanmak ne büyük sanılan şeyleri devirip küçük hale getirebiliyor. Yine tekrar konumuza dönelim.
Şimdi ilme, Kur’an’a ve pratik hayata baktığımız zaman Hz İsa’nın babasının mutlaka olduğunu, babasız asla bir çocuğun olmayacağını öğrendik. Şimdi de Hz İsa’nın babasının kim olduğunu tespit etmeye çalışalım.
Kur’an da geçen Hz İsa ve Hz Meryem ile ilgili ayetlerde Hz Meryem’in diyalog kurduğu elçi İslam dünyasının algıladığı gibi bir melek değil insanlarla Allah arasında olan bir elçidir. Yani Hz Meryem’in kocasının bir peygamber olduğu kesindir. Ben Hz İsa’nın babasının Zekeriya peygamber olduğunu söylemem benim yorumumdur. Doğrusunu Allah bilir.
Gönderen Ali Rıza Borazan

dost1
14. June 2009, 10:42 PM
Selamun Aleykum! Değerli Ali Rıza Borazan Kardeşim!

"Ben Hz İsa’nın babasının Zekeriya peygamber olduğunu söylemem benim yorumumdur. Doğrusunu Allah bilir." diyorsunuz.

Bu konu ile ilgili yapılan bir çalışmayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

MERYEM VE İSA PEYGAMBERİN DOĞUMU

Surenin 16–34. ayetlerinde çok önemli bir konu yer almaktadır. Biz, hem Müslümanlar hem de Ehl-i Kitap için büyük önem arz eden bu konunun doğru anlaşılmasını sağlamak amacıyla, Kur’an’ın Meryem ve İsa peygamberin doğumu hakkında verdiği bilgileri, Zekeriyya peygamber kıssasında yaptığımız gibi, önce toplu olarak sunmayı ve sonra ayetlerin tahliline geçmeyi uygun görüyoruz:

Meryem 16–33, 36, 34: Kitap’ta Meryem’i de an! Hani o, ehlinden [ailesinden, yakınlarından] ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti.

Sonra ehliyle kendisi arasına bir perde edinmişti de Biz ona ruhumuzu gönderdik. O [ruhu getiren elçi] ona [Meryem’e] mükemmel bir beşeri örnek verdi.

O [Meryem]: “Ben senden Rahman’a sığınırım. Eğer sen takiyy [takva sahibi birisi / Takiyy] isen...” dedi.

O [Elçi, Zekeriyya peygamber]: “Ben sadece, sana tertemiz bir delikanlı bağışlamam/bağışlamak için, Rabbinin elçisiyim” dedi.

O [Meryem]: “Benim nasıl delikanlım olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamıştır. Ben bir bağıyy [iffetsiz biri] de değilim” dedi.

O [Elçi]: “Öyledir! Rabbin buyurdu ki: Bu [babasız çocuk vermek], Bana pek kolaydır. Hem Biz onu nezdimizden insanlara bir mucize ve rahmet kılacağız.” Ve o gerçekleştirilmiş bir iş oldu.

Sonunda o [Meryem] ona [delikanlıya] gebe kaldı. Sonra da onunla uzak bir yere çekildi.

Sonra doğum sancısı onu bir hurma dalına tutunup dayanmaya zorladı. “Keşke bundan önce ölseydim ve büsbütün unutulan biri olsaydım!” dedi.

Sonra ona aşağısından / aşağısındaki kişi seslendi: “Sakın üzülme, Rabbin alt tarafında bir su arkı akıttı. Hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine olgunlaşmış taze hurmalar düşsün. Sonra ye, iç, gözün aydın olsun. Sonra eğer beşerden birini görürsen ‘Ben Rahman’a bir oruç adadım, onun için bugün hiçbir kimseyle konuşmayacağım’ de!”

Sonra O [Meryem] onu [çocuğunu] yüklenerek kavmine getirdi. Onlar [kavmi] dediler ki: “Ey Meryem! Doğrusu sen görülmemiş bir şey yaptın. Ey Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kişi değildi, annen de bağiy [iffetsiz] bir kadın değildi.”

Bunun üzerine o [Meryem], ona [çocuğa] işaret etti. Onlar: “Biz beşikte bir sabi olan kimseyle nasıl konuşuruz?” dediler.

O [Beşikteki çocuk] dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber kıldı [yaptı]. Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana namazı / sosyal desteği ve zekâtı tavsiye etti. Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse (kıldı). Ve beni bir zorba, bir mutsuz kılmadı. Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak ba’s olacağım gün selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde ona ibadet edin, işte bu, dosdoğru yoldur.”

İşte bu, hakk söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları Meryem oğlu İsa’dır.

Âl-i Imran 35–47: Bir zaman İmran’ın karısı: “Rabbim! Kesinlikle ben karnımdakini tam hür olarak senin için adadım. Sen de benden kabul et, şüphesiz Sen en iyi işitensin, en çok bilensin!” demişti.

Onu doğurunca da: “Rabbim, onu kız doğurdum; -hâlbuki Allah onun doğurduğu şeyi daha iyi bilir- erkek, kız gibi değildir. Ve ona Meryem adını verdim. Ve ben onu ve soyunu şeytan-ı racimden Sana sığındırırım” dedi.

Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabul ile kabul etti. Ve onu güzel bir bitki olarak bitirdi. Ve ona Zekeriyya kefil oldu. Zekeriyya ne zaman onun üzerine, mihraba girse, onun yanında bir rızk bulurdu. O [Zekeriyya]: “Ey Meryem! Bu sana nereden?” dedi. O [Meryem] da: “O, Allah katındandır” dedi. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızk verir.

Âl-i Imran 42, 47: Ve hani melekler: “Ey Meryem! Şüphesiz Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınlarına seçti. Ey Meryem! Rabbine gönülden kul ol, ona boyun eğ ve rükû edenlerle [rükû eden erkeklerle] beraber rükû et!” demişlerdi.

İşte bu, gaybın önemli haberlerinden sana vahyettiklerimizdir. Ve Meryem’e hangisi kefil olacağına kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Ve onlar tartışırlarken sen yanlarında değildin.

Hani melekler demişti ki: “Ey Meryem! Şüphesiz Allah sana, dünyada ve ahirette itibarlı ve çok yakınlardan biri olarak adı, Meryem oğlu İsa Mesih olan kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor.”

Ve beşikte, yetişkin çağında insanlarla konuşacak ve o salihlerdendir.

[Meryem]: “Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim için çocuk nasıl olur?” dedi. [Allah]: “Öyledir! Allah dilediği şeyi yaratır; O, bir işe karar verdiği zaman onun için ‘ol!’ der, o da hemen oluverir” dedi.

Tahrim 12: Ve Allah, ırzını bir kale gibi koruyan Imran kızı Meryem’i de örnek verdi. Biz onun içine ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdikledi ve içten bağlananlardan oldu.

Enbiya 91: Ve o, ırzını titizle koruyan kadın. Ona ruhumuzdan üfledik de onu ve oğlunu âlemler için bir mucize yaptık.

Nisa 171: Ey Ehl-i Kitap! Dininizde aşırılığa gitmeyin. Ve Allah hakkında gerçek dışı bir şey söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih, Allah’ın elçisi ve kelimesidir. Ki Meryem’e ilka ettiği / ulaştırdığı kelimesi ve kendisinden bir ruhtur. Artık Allah’a ve elçilerine inanın. “Üçtür” demeyin. Son verin, sizin için daha iyi olur. Allah Vahid’dir, tek ve biricik ilâhtır. Kendisi için bir çocuk olmasından arınmıştır O. Yalnız O’nundur göklerdekiler ve yerdekiler. Vekil olarak Allah yeter.

16, 17. Ayetler:

Kitap’ta Meryem’i de an! Hani o, ehlinden [ailesinden, yakınlarından] ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti.
Sonra ehliyle kendisi arasına bir perde edinmişti de Biz ona ruhumuzu gönderdik, sonra o [ruhu getiren elçi], ona [Meryem’e] mükemmel bir beşeri örnek verdi.

MERYEM

“ مريمMeryem” sözcüğü “ مفعلmef’al” kalıbında bir sözcüktür. Sözcüğün “bir yerden ayrılmak” (Lisanü’l-Arab c:4, s.325. rym mad.) anlamındaki “ رامrame” fiilinden türemiş olması mümkündür. Ancak bu ismin Kitab-ı Mukaddes’te iki yerde Musa peygamberin kızkardeşinin adı olarak geçmesi, sözcüğün İbraniceden geldiğini göstermektedir. (Çıkış:15/20 ve Sayılar: 26/59) Yeni Ahid [İncil]’de bu sözcük Marim, Maria ve Mariamme tarzında 53 kez yer alır. Bu sözcüklerin kesin anlamı net olarak bilinmemektedir. Yorumcular tarafından, “Meryem” sözcüğü ile ilgili, “deniz damlası”, “deniz yıldızı”, “tanrıya bağlı”, “tanrıyı seven”, “hanımefendi”, “ışık veren”, “şişman”, “prenses”, “mağrur”, “güzel kimse”, “kâmil kimse” gibi anlamlar ileri sürülmüştür. (Prof. C. Tümer; Hz. Meryem, T.D.V. Yayınları; T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Meryem mad.)
“Meryem” sözcüğü Kur’an’da 34 kez isim şeklinde, 1 kez de “o” zamiriyle işaret edilmek suretiyle toplam 35 kez geçmektedir.
Meryem’in kimliği ve ailesi hakkında yazılıp çizilenlerin ekserisi hayal ürünü olup bu konuda Hıristiyan kaynaklarında da yeterli bilgi ve belge yoktur. Dolayısıyla, Meryem’in anasının adının “Hanna” olduğu, onun da Zekeriyya peygamberin baldızı olduğu, Zekeriyya peygamberin eşinin [yani Meryem’in teyzesinin] adının “Elizabet” olduğu yönündeki nakiller kesinlik arz etmemektedir. Çünkü Taberî Tarihi’nde de olduğu gibi, bu nakiller kesin olmayan Hıristiyan kaynaklarına dayanmaktadır:

Hıristiyanlar, Meryem’in İsa’ya on üç yaşında gebe kaldığını, İsa göğe kaldırılıncaya [!] kadar otuz iki yıl ve birkaç gün dünyada kaldığını, Meryem’in İsa’nın (as) göğe kaldırılmasından sonra altı yıl daha yaşadığını iddia ederler. Buna göre Meryem elli küsur yaşında vefat etmiş demektir. (Kurtubi; Meryem/16 hakkında)

Bu durumda yapılacak şey, her zaman olduğu gibi Kur’an’daki bilgilerle yetinmektir. Kur’an’da Meryem’in anası babası ile ilgili geniş bilgi verilmemekle birlikte, Âl-i Imran suresinin 35. ayetinden anlaşıldığı kadarıyla babasının adı Imran’dır.
Meryem’in doğumu ile ailesinden ayrılışı arasındaki yaşamına dair Kur’an’da herhangi bir bilgi verilmemiştir. Konumuz olan ayetlerde verilen bilgiler, Meryem’in yetişkinlik çağına ait bilgilerdir.
Yukarıdaki ayetlere göre Meryem, ehlinden [ailesinden ve yakınlarından] ayrılıp tek başına doğuda bir bölgeye gitmiştir. O dönemde Meryem’in kaç yaşında olduğu ve ehlinden hangi sebeple ayrıldığı konularında herhangi bir bilgi yoktur.
Ayette geçen “ إنتباذintibaz” sözcüğü “eldeki şeyi öne veya arkaya fırlatıp atmak, tek başına ayrılma, uzaklaşma, ilişik kesme” anlamındadır. (Lisanü’l-Arab; c.8, s.429. nbz mad.) Nitekim bir kimsenin insanlardan uzak bir köşeye oturması da “intebeze” sözcüğüyle ifade edilir. Dolayısıyla Meryem’in kendi evinin doğu taraftaki odasına veya mabedin doğu köşesine çekildiği yolundaki yorumlar sözcüğün anlamına ve ayetin ruhuna aykırıdır. Sözcüğün ifade ettiği anlama göre Meryem yakın çevresinden kopmuş, onlardan ayrılıp uzaklara gitmiştir. Kısacası Meryem evden kaçan kızdır. Durumun böyle olduğu, 17. ayetteki “ehliyle kendisi arasına bir perde edinmişti” ifadesinden de anlaşılmaktadır. Çünkü bu ifade, onun kendisiyle ailesi arasına bildiğimiz bez perde çektiği anlamına değil, ailesinden mesafelenip uzaklaştığı, ailesiyle irtibatı kestiği anlamına gelir. Bunun bir örneği de Sad suresinin 32. ayetindeki “Ben, hayır [servet, çıkar] sevgisini, Rabbimin zikrinden dolayı sevdim. -Sonunda onlar perdenin arkasına girdiler.-” ifadesinde görülmektedir.
Meryem’in ailesini terk etmesinin sebebi olarak “hayız gördüğü için utanmıştı” veya “hamileliği bahanesiyle uzaklaşmıştı” tarzında yapılan yakıştırmalar, ayetin orijinal anlamını bozmaktan başka bir şey değildir. Bizim kanaatimize göre Meryem sorunludur ve sorunları sebebiyle yakın çevresinden uzaklaşmıştır. Meryem’in sorununun ne olduğunu anlama konusunda Âl-i Imran suresinin 36, 37, 42 ve 43. ayetlerindeki bazı ifadeleri birer ipucu olarak değerlendirmek mümkündür:

Âl-i Imran 35–37: Bir zaman İmran’ın karısı: “Rabbim! Kesinlikle ben karnımdakini tam hür olarak Senin için adadım Sen de benden kabul et, şüphesiz Sen en iyi işitensin, en çok bilensin” demişti.

Onu doğurunca da: “Rabbim, onu kız doğurdum; -hâlbuki Allah onun doğurduğu şeyi daha iyi bilir- erkek, kız gibi değildir. Ve ona Meryem adını verdim. Ve ben onu ve soyunu şeytan-ı racimden Sana sığındırırım” dedi.

Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabul ile kabul etti. Ve onu güzel bir bitki olarak bitirdi. Ve ona Zekeriyya kefil oldu. Zekeriyya ne zaman onun üzerine, mihraba girse, onun yanında bir rızk bulurdu. O [Zekeriyya]: “Ey Meryem! Bu sana nereden?” dedi. O [Meryem] da: “O, Allah katındandır” dedi. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızk verir.

Âl-i Imran 42, 43: Ve hani melekler “Ey Meryem! Şüphesiz Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınlarına seçti. Ey Meryem! Rabbine gönülden kul ol, ona boyun eğ ve rükû edenlerle [rükû eden erkeklerle] beraber rükû et!” demişlerdi.

Yukarıdaki ayetlerde yapılmış olan vurgulardan hareket edilerek olayların gelişimi ve Meryem’in sorunları hakkında bazı tahminler yürütülebilir:
Meryem, erkek çocuk isteyen ve bekleyen, çocuk kız olunca da pek sevinmeyen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Imran’ın karısının “Onu kız doğurdum” ifadesinin hemen arkasından gelen Rabbimizin “-hâlbuki Allah onun doğurduğu şeyi daha iyi bilir-” şeklindeki ifadesi, Meryem’in Imran’ın karısının zannettiği ve ayette dile getirdiği gibi olmadığını göstermektedir.
Diğer taraftan Âl-i Imran suresinin 37. ayetindeki “Ve onu güzel bir bitki olarak bitirdi” ifadesi de, Meryem’in normal bir insan özelliğinden çok bir bitki özelliği taşıdığını düşündürmektedir. Bir insanın bitki özelliğinde olması Rabbimizin yaratılış kanunlarına ters değildir. Çünkü insanın yaratılış aşamalarından birisi de bitkilik evresidir:

Nuh 17: Ve Allah sizi yeryüzünde bitki olarak bitirdi.

Meryem’in daha sonra erkeksiz hamile kaldığı da göz önüne alınırsa, bitki özelliğinde olması onun tıpkı çiçekli bitkilerin çoğunda görüldüğü gibi “erselik” yapıda olduğu, yani vücudunda hem erkek hem dişi üreme organı bulunduğu ihtimalini ortaya çıkarır ki, bizim kanaatimiz de bu yöndedir.
Bu kanaatimizi doğrulayan bir husus da Âl-i Imran suresinin 42. ayetindeki “seni âlemlerin kadınlarına seçti” ifadesidir. Çünkü bu ifade ile belirtilen seçkinlik, Meryem’in meziyetleri dolayısıyla diğer kadınlardan üstünlüğünü değil, onun biyolojik farklılığını, fazlalığını, fizikî bakımdan diğer kadınlarla aynı yapıda olmadığını anlatmaktadır.
Meryem’in erselik yapıda olması, ehlini terk edip uzak bir yerde tek başına yaşamaya gitmesinin sebebini de izah etmektedir. Yani Meryem, her problemli insanın yapabileceği gibi, bünyesindeki bu farklılığın meydana getirdiği psikolojik sıkıntı ile evini terk etmiştir.
Ayrıca Meryem’in (20. ayette görüleceği üzere) “Bana bir beşer dokunmamıştır” şeklindeki ifadesi de, onun erselik yapıda olmasına uygun bir ifadedir. Çünkü Meryem “Bana bir erkek dokunmamıştır” dememiş, hem erkek hem kadın için söz konusu edilebilecek bir ifade kullanmıştır.
Bütün bunlardan başka, Meryem’den rükû eden erkekler ile beraber rükû etmesinin istenmesi de çok ilginçtir. Yani Meryem’e haniflik konusunda erkek olarak görev yapması bildirilmiştir. Ayetteki “er-Rakiîn” ifadesinin müzekker getirilmesi herhâlde sadece seci’ [kafiye] olsun diye değildir.
Tamamen Kur’an ayetlerindeki ifadelere dayandırdığımız bu tahminler, bilimsel gerçeklerle de hiçbir çelişki göstermemektedir:

Erdişilik hermafroditlik ya da erseliklik olarak da bilinir. Aynı bireyde erkek ve dişi üreme organlarının birlikte bulunması. Çiçekli bitkilerin çoğunda … erdişilik görülür. (Ana Britannica; c:11, s:313)
Yalancı Erdişilik: … Dişi tipi yalancı erdişilikte yumurtalıkların olmasına karşın ikincil eşey özellikleri ve dış üreme organları erkeğinkilere benzer. Genellikle ergenlik döneminde kadına özgü ikincil eşey özellikleri de gelişir. … Erkek tipi yalancı erdişilikte erbezleri olduğu hâlde ikincil eşey özellikleri ve dış üreme organları kadınınkilere benzer. Bu durumda dölütte erbezlerinin salgıladığı testosteron hormonu bilinmeyen bir nedenle vücuttaki gerekli değişiklikleri gerçekleştirememiştir. En sık rastlanan tipinde dış üreme organları tümüyle kadın üreme organları görünümündedir; ergenlik döneminde kadına özgü ikincil eşey özellikleri belirir. Buna karşılık eşey bezleri [erbezleri] ve eşey kromozomları kişinin erkek olduğunu gösterir. Bu tip bozukluk genellikle kız olduğu sanılan çocuğun ergenlik dönemine girdiği hâlde âdet kanamasının başlamamasıyla tanınır. Vücuttaki dokular erkek eşey hormonlarına çok az ya da hiç yanıt vermediklerinden ve dış üreme organları kadınınkilere benzediğinden çocuk kız çocuğu olarak yetiştirilir. … (Ana Britannica; c:32, s:74)


Devam edecek

dost1
14. June 2009, 10:43 PM
MERYEM’E GÖNDERİLEN RUH

Kadr suresinin tahlilinde yaptığımız ayrıntılı açıklamalarda belirttiğimiz gibi, “ruh” sözcüğü Kur’an’da hep “vahiy, ilâhî bilgi” anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla 17. ayetteki “ona ruhumuzu gönderdik” ifadesi de “Meryem’e bir takım ilâhî bilgilerin gönderildiği” anlamına gelmektedir. Ancak bu bilgiler doğrudan Meryem’e vahyedilmemiş, bir elçi vasıtasıyla gönderilmiştir. Bu elçi, o dönemde yaşamış olan Zekeriyya peygamberden başkası değildir. Çünkü Kur’an’dan öğrendiğimize göre, Meryem o dönemde Zekeriyya peygamberin himayesindedir.
Bu ayette “ruhumuzu gönderdik” sözleri ile ifade edilen Meryem’e bilgi verme işlemi, aynı olayı anlatan başka ayetlerde “ruhumuzu üfledik” sözleri ile ifade edilmiştir. Yine Kadr suresindeki açıklamalarda belirttiğimiz gibi, “ruh üfleme” tabiri “az bir bilgi ile bilgilendirmek” demektir. Buna göre, Allah’ın Meryem’e ruhunu göndermesi, elçisi Zekeriyya vasıtasıyla Meryem’e bir takım bilgiler yollaması anlamına gelmektedir. Elçinin Meryem’e örnek gösterdiği mükemmel beşer ise o gün henüz bir bebek olan Yahya peygamberdir. Çünkü Yahya peygamber de kısır anası tarafından daha önce Zekeriyya peygambere verilmiş bu bilgi ile dünyaya getirilmiştir.
Özetlemek gerekirse; daha önce kendisine verilmiş olan ilâhî bilgiyi Meryem’e iletmekle görevlendirilen Zekeriyya peygamber, bu bilgi sayesinde bir erkeğe gerek olmadan çocuk doğurabileceğini Meryem’e anlatarak görevini yapmış, bu bilginin doğruluğuna kanıt olarak da bebek Yahya’yı göstermiştir. Âl-i Imran suresinin 42, 43. ayetlerinde sözü edilen melekler de Zekeriyya peygamber ile Meryem’e gönderilen ayetlerdir.


تمثّلTEMESSÜL

“ تمثّلTemessül” sözcüğünün esas anlamı “örnek vermek” demektir. Bununla beraber sözcük, ikinci, üçüncü anlam olarak “insan şekline girmek” manasında da kullanılmıştır. (Lisanü’l-Arab; c.8, s.200, 201. msl, temessül mad.) Kur’an ile ilgili çalışma yapanlar, genellikle sözcüğün esas anlamı yerine uzak anlamını tercih etmişlerdir. Böyle olunca da Meryem’e haberci olarak Cebrail’in geldiği, korkmasın diye de Cebrail’in ona bir delikanlı kılığında göründüğü yorumları ortaya çıkmıştır.
Biz “temessül” sözcüğünün esas anlamı ile çevrilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Sözcüğün burada asıl anlamıyla değerlendirilmesi, yukarıdaki alıntıda geçen İncil’in şu ifadesi ile de uyum göstermektedir:

36- Bak, senin akrabalarından Elizabet de yaşlılığında bir oğula gebe kaldı. Kısır bilinen bu kadın şimdi altıncı ayındadır. (Luka; 1/36)

18. Ayet:

O [Meryem]; “Ben senden Rahman’a sığınırım. Eğer sen takiyy [takva sahibi birisi / Takiyy] isen...” dedi.

Bu ayette Allah’tan mesaj getiren elçiye Meryem’in verdiği tepki dile getirilmiştir.
Buradaki “ تقىّtakiyy” sözcüğü “takva sahibi biri” anlamında olabileceği gibi, özel bir isim de olabilir. Bazı kaynaklarda Meryem’in bulunduğu kentte “Takiyy” adında adı kötüye çıkmış, günahkâr bir adamın varlığından bahsedilmektedir. Eğer bu bilgi doğru ise, Meryem’in, yalnız başına yaşadığı yerde kendisine yaklaşan kişinin o kötü kişi olabileceğini düşünmüş ve taciz edilmekten korkarak “Eğer sen Takiyy adındaki kimse isen” demiş olması mümkündür.
Meryem’in “Eğer sen takiyy [takva sahibi birisi / Takiyy] isen” sözlerinin yer aldığı cümle, bir şart cümlesi olmasına rağmen ayette cümlenin ikinci [ceza] bölümü mevcut değildir. Bu, okuyanların takdirine bırakılmıştır. Bize göre cümlenin ikinci bölümü “Bana dokunma!” veya “Bana zarar verme!” şekillerinde takdir edilebilir.
19. Ayet:

O [Elçi, Zekeriyya]: “Ben sadece, sana tertemiz bir delikanlı bağışlamam/ bağışlamak için, Rabbinin elçisiyim” dedi.

Allah tarafından gönderilen bilgiyi ve mesajları Meryem’e getiren elçi, bu ilâhî bilgi sayesinde Meryem’in zekiy [tertemiz] bir delikanlı anası olacağını söylemek suretiyle, getirdiği bilginin amacını da bildirmektedir.

ZEKİY

Ayette geçen “zekiy” sözcüğü “زكى zeka” fiilinden gelir. Sözcük lügatlerde “temizlik, paklık, artıp büyümek, feyiz ve bereket” anlamlarına gelir. Zekiy sözcüğü, “ ذ [peltek ze]” ile yazılan ve Türkçeye de geçmiş olan “zeki, zekâ” sözcüklerinden farklıdır.
Buradaki “zekiy sözcüğü; günahlardan arınmış, temiz olarak büyüyüp yetişmiş, peygamber olarak gönderilmek için gerekli olan özelliklere sahip, tertemiz ve nezih anlamlarına gelmektedir. Bu anlamlardan da İsa peygamberin günahlardan uzak bir kişiliğe sahip bulunduğu, tertemiz birisi olarak büyüyüp yetişeceği ve nezahetinin peygamberliğe yaraşır şekilde olduğu anlaşılmaktadır.
Ayetteki “ لآهبliehebe” ifadesi “ ليهبliyehebe” diye de okunmuştur (Razi, Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an). Bu kıraate göre anlam “Beni Allah sana bir delikanlı versin diye gönderdi” şeklinde olmaktadır.

20. Ayet:

O [Meryem]: “Benim nasıl delikanlım olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamıştır. Ben bir bağiy [iffetsiz biri] de değilim” dedi.

Meryem’in “Ben kimseyle temas kurmadım, meşru ilişkide bulunmadım, ben bağiyy, yani gayri meşru ilişki kurmuş biri de değilim” anlamına gelen tepkisi, Âl-i Imran suresinde şu sözlerle bildirilmiştir:

Âl-i Imran 47: O [Meryem]: “Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim için çocuk nasıl olur?” dedi. [Allah]: “Öyledir! Allah dilediği şeyi yaratır; O, bir işe karar verdiği zaman onun için ‘ol!’ der, o da hemen oluverir” dedi.

21. Ayet:

O [Elçi]: “Öyledir! Rabbin buyurdu ki: Bu [babasız çocuk vermek], Bana pek kolaydır. Hem Biz onu nezdimizden insanlara bir mucize ve rahmet kılacağız.” Ve o gerçekleştirilmiş bir iş oldu.

Elçinin [Zekeriyya peygamberin] bu ayette Meryem’e yaptığı açıklama, 9. ayette Allah’ın kendisine indirdiği vahiy ile aynı mealdedir. Allah’ın elçisi sıfatıyla, doğacak çocuğun [İsa’nın] insanlara bir mucize ve rahmet olacağını bildiren Zekeriyya peygamberin buradaki sözleri, Âl-i Imran suresinde meleklerin ağzından şu şekilde ifade edilmiştir:

Âl-i Imran 45: Hani melekler demişti ki: “Ey Meryem! Şüphesiz Allah sana, dünyada ve ahirette itibarlı ve çok yakınlardan biri olarak adı Meryem oğlu İsa Mesih olan kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor.”

21. ayetin sonundaki “Ve o gerçekleştirilmiş bir iş oldu” ifadesi, bu sözlerin kime ait olduğuna göre iki türlü anlaşılabilir:
a- Eğer bu sözler Elçi’nin sözlerinin devamı olarak kabul edilirse; “Bu iş kader olarak yazılıp kesinleştirilmiştir” demektir.
b- Yok, eğer Rabbimizin beyanı olarak kabul edilirse; “Meryem ikna oldu ve gebe kalması için yapılması gerekeni yaptı, gerçekleştirdi” demektir.
Biz, hem ayetteki “kadâ” fiiline bakarak, hem de bir sonraki ayetin devamlılık bildiren “fe” edatı ile başlamasını göz önüne alarak ikinci anlamın daha uygun olduğunu düşünüyoruz.

22. Ayet:

Sonunda o [Meryem], ona [delikanlıya] gebe kaldı. Sonra da onunla uzak bir yere çekildi.

Bu ayet, Meryem’in ikna olarak elçinin getirdiği bilgi ile hamile kaldığını ve sonra da bulunduğu yerden daha uzak bir yere gittiğini bildirmektedir. Bazı tarihî kaynaklara göre bu yer Beyt el-Lahm [Betlaham] adlı şehirdir.
Meryem’in ikinci kez yer değiştirmesinin sebebini “durumunu saklamak için” diye açıklamak mümkündür. Bu konu Kur’an’da açıkça bildirilmemekle beraber, ayetteki “intibaz” sözcüğü bu açıklamaya delâlet eder mahiyettedir.
Meryem’in hamile kaldığında 13 yaşında olduğu, hamileliğinin kimine göre 9 ay, kimine göre 8 ay, kimine göre 7 ay, kimine göre 6 ay, hatta bazılarına göre 3 saat, bazılarına göre de 1 saat sürdüğü yolunda birçok rivayet varsa da, bunların hepsi dayanaksız ve ciddiyetten uzak nakillerdir.

23. Ayet:

Sonra doğum sancısı onu bir hurma dalına tutunup dayanmaya zorladı. “Keşke bundan önce ölseydim ve büsbütün unutulan biri olsaydım” dedi.

Bu ayette Meryem’in gebelik döneminin sonuna geldiği ve doğurmasının yaklaştığı anlatılmaktadır. Bir hurma ağacının altında doğum sancısı çeken Meryem hem bitkindir hem de kendini çaresiz ve kimsesiz hissetmektedir. “Keşke bundan önce ölseydim ve büsbütün unutulan biri olsaydım!” şeklindeki sözleri, içinde bulunduğu tedirginliğin şiddetini göstermektedir. Bu sözler, doğum sancısı çeken bir kadının söyleyeceği sözler değil, izah edemeyeceği bir şekilde sahip olduğu çocuğunu halkından nasıl gizleyeceğini düşünen bir kadının üzüntüsünü ve pişmanlığını yansıtan sözlerdir. Çünkü hiçbir anne adayı, doğum esnasında çektiği sancı sebebiyle üzülmez ve pişmanlık duymaz.


24–26. Ayetler.

Sonra ona aşağısından / aşağısındaki kişi seslendi: “Sakın üzülme, Rabbin alt tarafında bir su arkı akıttı. Hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine olgunlaşmış taze hurmalar düşsün. Sonra ye, iç, gözün aydın olsun. Sonra eğer beşerden birini görürsen ‘Ben Rahman’a bir oruç adadım, onun için bugün hiçbir kimseyle konuşmayacağım’ de.”

Doğum öncesindeki birkaç dakikayı nakleden bu ayetlerde Meryem’in şikâyetlerine cevap veren ve ona yol gösteren biri ortaya çıkmıştır. Kim olduğu belirtilmeden ayette “o” veya “kimse” diye bahsedilen kişi, Meryem’e Allah’ın bir su arkı akıttığını haber vermiş, hurmalardan yemesini, sudan içmesini söylemiş, çocukla ilgili olarak gelecek eleştirilere cevap vermemesini ve o eleştirileri yönelten insanlarla konuşmamasını öğütlemiştir. Biz bu kişinin Zekeriyya peygamber olduğu kanaatindeyiz. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Meryem’in bir çocuk doğuracağı haberini vermesi için de o gönderilmişti.
Zekeriyya peygamber doğum esnasında Meryem’in yanına Allah’ın göndermesi ile gitmiş olabileceği gibi, hamile kaldığı günü bildiğinden doğum anını hesaplayarak kendi isteği ile de gitmiş olabilir.
Ayetteki “ من تحتهاmin tahtiha” ifadesi, “ مَنْ تحتهاmen tahtiha” olarak da okunmuştur. (Razi, Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) “Men tahtiha” ibaresi “alttaki kimse” demektir. Ayetin anlamını belirtmek için “men tahtiha” ifadesi tercihe daha uygun düşmektedir. Ancak ayette geçen “min tahtiha” ifadesindeki “ هاha” zamirini “ağaç”a göndermek suretiyle “ağacın altından” anlamı çıkarmak da mümkündür. Nitekim Zemahşeri’nin beyanına göre Katade bunu tercih etmiştir. (Zemahşeri; Keşşaf)
Ayette geçen “ جذعciz’” sözcüğü, hurma ağacının alt kısmını, yani ağacın meyveli olan kısmının altında kalan kısmı ifade etmektedir.(Lisanü’l-Arab; c.2, s. 69] Kutrub ise herhangi bir ağacın kök kısmındaki her kütüğün “ciz’” olduğunu söylemiştir. (Razi; Mefatihu’l-Gayb)
Buna ve ayetteki “ بbe” harf-i cerrinin cümleye katacağı anlama göre, “ جذع ciz’”sözcüğünün içinde bulunduğu cümle iki şekilde anlamlandırılabilir:
- Hurma ağacının gövdesini kendine doğru çek ve hareket ettir.
- Gövdedeki taze ve olgun hurmaları kendine doğru hareket ettir.

Meryem’in hurma ağacını sallaması ile ilgili olarak birçok efsane üretilmiştir. Ağacın kuru ağaç olduğu ama kuru ağaçta keramet olarak taze hurma oluştuğu, hatta sadece hurma değil elma, armut, şeftali, kiraz gibi birçok meyve çeşidinin oluştuğu gibi yorumlar bu tür rivayetlere dayanmaktadır. Ancak ayette bu anlatımları destekleyecek en ufak bir ipucu yoktur. Ayrıca Meryem o esnada bir başkası [Zekeriyya peygamber] tarafından yönlendirildiğinden, gelişen olayların Meryem’le ilişkilendirilmesi de doğru bir yaklaşım değildir.


الصّومSAVM [ORUÇ] SÖZCÜĞÜNÜN ANLAMI

“ الصّومSavm” kelimesi, “ ترك الآكل والشّرب والكلام والنّكاح[yemeyi, içmeyi, konuşmayı ve cinsel ilişkiyi bırakmak]” demektir. (Lisanü’l-Arab; c:5, s:434)
26. ayetin açık ifadesinden de anlaşıldığı gibi, Lisanü’l-Arab’ın yukarıdaki ifadesi doğru olup “savm” sözcüğü “konuşmamayı” da kapsamaktadır. Bakara suresinin 183–187. ayetlerinde Müslümanlar için zorunlu bir görev olarak belirlenmiş “savm”, yememeyi, içmemeyi, cinsel ilişkide bulunmamayı ve konuşmamayı gerektirmektedir. Fakat birçok lügat ve ilmihal kitaplarında “es-Savmu fi’ş-Şer’i [Şeriatte Oruç]” diye başlıklar atılmış ve “konuşmayı terk” maddesi ihmal edilmek suretiyle “savm”ın “yeme, içme ve cinsel ilişkiyi bırakma” olduğu yazılmıştır. Yapılan bu ihmali sadece sözcüğünün esas anlamını bozan bir hata olarak değerlendirmek doğru değildir. Çünkü bize göre bu ihmal dine karşı yapılmış büyük bir iftiradır. Eğer şeraitte “savm”ın kapsamından “terk-i kelam” çıkarılacaksa, bunun Kur’an’da yer alması, yani bizzat Allah tarafından çıkarılması gerekmektedir. Nitekim Rabbimiz Bakara suresinin 185. ayetinde “… sizden kim o aya [ramazana] tanık olursa o ayı oruçlu geçirsin …” talimatıyla getirdiği yeme, içme ve cinsel ilişki şeklindeki yasaklara 187. ayette “orucun gecesi… size helâl kılındı …” sözleri ile istisna getirmiş ve ramazan ayı gecelerini kapsam dışı bırakmıştır. Dinde belirleme işte böyle olur. Kur’an’da “terk-i kelam”ın “savm”ın kapsamından çıkarıldığına dair herhangi bir veri olmadığına göre, bizim kanaatimiz, oruç tutarken konuşmanın da terk edilmesi gerektiği yönündedir. Kişiyi takva sahibi yapacak olan orucun kimseyi takva sahibi yapmayıp aksine savurgan ve riyakâr biri yapmasının arkasındaki sebep, orucun İslam’daki gerçek anlamından farklı olarak uygulanmasından olsa gerektir.

27, 28. Ayetler:

Sonra o [Meryem] onu [çocuğunu] yüklenerek kavmine getirdi. Onlar [kavmi] dediler ki: “Ey Meryem! Doğrusu sen görülmemiş bir şey yaptın. Ey Harun`un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kişi değildi, annen de bağiy [iffetsiz] bir kadın değildi.”

Meryem kucağında bir bebekle dönünce kavmi bu durumu şaşkınlıkla karşılamış ve evlenmeden bebek sahibi olması sebebiyle Meryem’i ailesine yakışmayan bir suç işlemekle [zina yapmakla] itham etmiştir.
Dikkat edilirse, kıssada Meryem’in evden ilk ayrılışının “ehlinden” olduğu, bebeği ile geri dönüşünün ise “kavmine” olduğu ifade edilmiştir. Ayrılışındaki ifadeye uygun olarak Meryem’in “ehline” değil de “kavmine” döndüğünün söylenmesi, aradan geçen zaman içinde Meryem’in ehlinden kimsenin hayatta kalmadığı şeklinde yorumlanabilir.

“HARUN’UN KIZ KARDEŞİ”

Ayetteki bu ifade ya Meryem’in Harun adında bir erkek kardeşi olduğu anlamına gelir, ya da onun Harun ailesine mensup biri olduğunu gösterir. Bu tarz hitap şeklinin Arap örfünde soya mensubiyeti ifade ettiği bilinmektedir. Zira Araplar bir kişiyi tanıtmak için o kişinin adını, genellikle o kişinin mensup olduğu kabilenin geçmiş büyüklerinden birinin veya ilk atası olarak bilinen kimsenin adı ile bağlantı kurarak söylerler. Nitekim Araplarda, bu örfe göre oluşmuş ve klâsik kaynaklarda “Kelboğulları, Esedoğulları, Temimoğulları, “Haşimoğulları” gibi örnekleri bulunan kişi isimli soylar vardır. Bu uygulama ülkemizde de yerleşmiş ve soyadı kanunu uygulamasında “Falanoğlu, Filanoğlu” gibi, aile büyüklerinin adlarını taşıyan soyadları alınmıştır.
Taberi ve el-Gaznevi gibi bazı kaynaklarda ise o dönemde, yine kötülüğü ile meşhur olmuş Harun adlı bir kişinin varlığından söz edilmektedir. Eğer bu bilgi doğru ise, bu takdirde “Harun’un kız kardeşi” ifadesi tarizdir, yani üstü kapalı olarak Harun’un kötülüğünün Meryem’e de isnadıdır.

29. Ayet:

Bunun üzerine o [Meryem], ona [çocuğa] işaret etti. Onlar; “Biz beşikte bir sabi olan kimseyle nasıl konuşuruz?” dediler.

Meryem, elçinin öğüdüne uyarak oruç tutmuş ve kavminin üzücü ithamlarına rağmen onlara cevap vermemiştir. Konuşmamasından başka bir de “Size o cevap verecek” şeklinde bebeğini işaret etmesi ise herkesi çileden çıkarmış ve kavminin “Biz beşikte bir sabi olan kimseyle nasıl konuşuruz?” sözlerine muhatap olmuştur.
Kavminin bu tepkisini çarpıtarak yorumlayanlar, “Bu sözler aslında, ‘Biz daha dünkü çocukla [çok genç biriyle] nasıl konuşuruz?’ demektir, yani olgun insanlar onu genç bularak böyle söylemişlerdir” şeklinde bir açıklama geliştirmişlerdir. Bu tür anlam zorlamaları çok yanlıştır. İsa peygamberin beşikte konuşması gerçektir. 21. ayette bildirildiği gibi, bu olay bir mucizedir. İsa peygamberin beşikte iken yetişkin insanlarla konuştuğu başka ayetlerde de bildirilmiştir:

Âl-i Imran 46: Ve beşikte, yetişkin çağında insanlarla konuşacak ve o salihlerdendir.

Maide 110: O zaman Allah şöyle diyecektir: “Ey Meryem oğlu İsa! Senin üzerinde ve annenin üzerinde olan nimetimi hatırla! Hani Ben seni Ruhu’l-Kudüs ile desteklemiştim. Beşikteyken ve yetişkinken insanlarla konuşuyordun. Hani sana kitabı, hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri], Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim. Hani Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyordun ve üflüyordun, o da Benim iznimle kuş oluveriyordu. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle iyileştiriyordun. Yine Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. Ve hani İsrailoğullarına apaçık mucizelerle geldiğin ve onlardan inkâr edenlerin ‘Bu ancak apaçık bir sihirdir’ dedikleri zaman seni onlardan korumuştum.”

30–33 ve 36. Ayetler:

O [Beşikteki çocuk], dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber kıldı [yaptı]. Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana namazı / sosyal desteği ve zekâtı tavsiye etti. Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse [kıldı]. Ve beni bir zorba, bir mutsuz kılmadı. Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak ba’s olacağım [yeniden diriltileceğim] gün selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde ona ibadet edin, işte bu, dosdoğru yoldur.”

İsa peygamber, kendisine ait sıfatlar açık açık belirtilmek suretiyle bu ayetlerde tüm gerçekliğiyle tanıtılmış, bu tanıtıcı bilgilerle Meryem ve oğlu İsa hakkında üretilen tüm hurafeler ortadan kaldırılmıştır.


İSA’YA (AS) KİTAP VERİLMESİ VE PEYGAMBER YAPILMASI

İsa peygamberin ağzından verilen “O bana Kitap verdi ve beni peygamber yaptı” ifadesindeki kitap, İncil’dir. Henüz beşikte olmasına rağmen kendisine kitap verildiği ve peygamber yapıldığı şeklinde ifadeler kullanması, ileride mutlaka kendisine kitap verileceği ve peygamber yapılacağı anlamına gelmektedir. Bu ifadelere takılarak İsa’nın (as) peygamberliğinin ve mükellefiyetlerinin beşikte mi yoksa sonradan mı başladığı konusunda zihin yormanın anlamı yoktur.
12–15. ayetlerin tahlilinde belirttiğimiz gibi, Yahya peygamber için verilen ve nimetlerin en büyüğü olarak nitelediğimiz “doğurulduğu gün, öleceği gün ve diri olarak ba’s olacağı gün selamın üzerine olacağı” garantisi burada İsa peygambere de verilmektedir. Bu ifadeden insan için en önemli günlerin bu günler olduğu mesajının da çıkarılabileceği kanaatindeyiz. Yahya ve İsa peygamberlere aynı garantiler verildiği gibi, her ikisine bahşedilen özellikler de birbirine benzemektedir. Bu özellikler bize aynı zamanda nasıl bir insan olmamız ve Allah’tan neler istememiz gerektiğini öğreten ince bir mesaj da içermektedir.
Edindiğimiz bilgilere göre Yahudi ve Hıristiyanlar, İsa peygamberin beşikte konuştuğunu kabul etmemekte ve Kur’an’da bildirilen bu mucizeyi reddetmelerine gerekçe olarak da şu görüşleri ileri sürmektedirler:
“Eğer bu olay gerçekten meydana gelseydi, çok ilginç ve etkileyici olması sebebiyle tevatür şeklinde yayılır ve hiç unutulmazdı. Hâlbuki böyle bir olay hiç duyulmamıştır ve Hıristiyanların en fanatiklerinde bile böyle bir inanç oluşmamıştır. Ayrıca Yahudilerin o dönemde İsa’ya düşman oldukları tarihî bir gerçektir. Nitekim İsa elçiliğini ilân edince onu öldürmeye uğraşmışlardır. Eğer İsa beşikte konuşmuş ve peygamberliğini ilân etmiş olsaydı, Yahudiler onu daha o zaman ortadan kaldırırlardı.”
İsa peygamberin beşikte konuşma mucizesine inanmayanların bu düşünceleri ilk bakışta mantıklı gibi görünse de, o günün bağnaz Yahudilerinin zina ile suçladıkları Meryem’i neden recm etmediklerinin cevabını açıklamaya yetmemektedir. Bize göre, İsrailoğulları’nın recm etme girişiminden Meryem’i ancak böyle bir mucize kurtarmış olabilir. Yahudilerin [özellikle de hahamlarının] bu konudaki tartışmaları ve işin tatlıya bağlanması Kur’an’da şöyle anlatılmıştır:

Âl-i Imran 37: Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabul ile kabul etti. Ve onu güzel bir bitki olarak bitirdi. Ve ona Zekeriyya kefil oldu. Zekeriyya ne zaman onun üzerine, mihraba girse, onun yanında bir rızk bulurdu. O [Zekeriyya]: “Ey Meryem! Bu sana nereden?” dedi. O [Meryem] da “O, Allah katındandır” dedi. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızk verir.

Âl-i Imran 44: İşte bu, gaybın önemli haberlerinden sana vahyettiklerimizdir. Ve Meryem’e hangisi kefil olacağına kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Ve onlar tartışırlarken sen yanlarında değildin.

36. ayet, Mushaf’taki sıralamaya göre, kendinden önceki ve sonraki ayetlerle ilişkilendirilememektedir. Bu ayetin bir paragraf başı olarak kabul edilmesi hâlinde ise bu sözlerin Allah’a ait olması gerekmekte ama bu takdirde de ayetin ifade şekli bunu mümkün kılmamaktadır. Oysa 36. ayet, hem anlam hem de teknik yapı olarak 33. ayetin devamıdır. Yani, bu ayetteki ifade İsa peygamberin sözleridir. Nitekim bu ifadenin İsa peygamberin sözleri olarak geçtiği başka ayetler de vardır:

Maide 72, 73: “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’in kendisidir” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih: “Ey İsrailoğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah’a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah’a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram eder, onun barınağı da ateştir. Ve zalimler için yardımcılardan kimse yoktur.”

“Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır.

Zühruf 63, 64: İsa apaçık delillerle geldiği zaman dedi ki: “Ben size hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] getirdim ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklayayım diye geldim. O hâlde Allah’a karşı takvalı olun ve bana itaat edin.

Şüphesiz ki Allah; O, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Öyle ise O’na kulluk edin. İşte bu, doğru bir yoldur.

Bu ayetlerin sıralanışı ile ilgili olarak klâsik kaynaklarda çok değişik formüller üretilmiş ama bunların hiç biri bizim yaptığımız sıralamadaki anlama ulaşamamıştır. Biz burada onları aktarmayı gereksiz görüyor ve dileyenlerin bu formülleri Razi’nin 36. ayet hakkında yaptığı geniş açıklamalarda bulabileceğini hatırlatıyoruz.

34, 35. Ayetler:

İşte bu, hakk söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları Meryem oğlu İsa’dır.
Allah için çocuk edinmek diye bir şey yoktur. O, bundan münezzehtir. O, bir şeye hükmederse, ona sadece “ol” der, o da oluverir.

İsa peygamberin gayrimeşru bir çocuk ve sahte bir peygamber olduğunu iddia eden Yahudiler ile onun Allah’ın oğlu olduğunu ve Allah’ın onda cisimlendiğini iddia eden Hıristiyanlar, birbirleri ile sürekli ihtilâf hâlinde olmuşlardır. Yukarıdaki ayetler, hem Yahudilerin hem de Hıristiyanların bu yanlış anlayışları sebebiyle ortaya çıkmış olan ihtilâflara son vermiş olmaktadır. Böylece Rabbimiz her iki tarafın da yanlış düşünce ve kanaatlerini ortadan kaldırmış, gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Allah’ı Kur’an’dan tanıyanlar ve aklıselim sahipleri artık bilmektedirler ki, Allah çocuk edinme gibi noksanlıklardan münezzehtir.
Kur’an’da bu konuların yer aldığı başka ayetler de vardır:

Maide 116, 117: Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara ‘Beni ve annemi, Allah’ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” O [İsa]: “Sen münezzehsin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen bunu mutlaka bilmiştin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise Senin nefsinde olanı bilmem. Şüphesiz Sen; gaybleri bilen yalnız Sensin, Sen!

Ben onlara sadece Senin bana emrettiklerini söyledim; benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin, dedim. Ve ben aralarında olduğum müddetçe onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen beni vefat ettirdin, onları gözetleyen yalnız Sen oldun Sen. Ve şüphesiz Sen gaybleri en iyi bilensin.”

Âl-i Imran 59, 60: Doğrusu Allah katında İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir; O, onu topraktan yarattı, sonra ona “ol!” dedi, o da oluverdi.

Bu gerçek, senin Rabbindendir, öyleyse şüphecilerden olma.

37. Ayet:

Sonra da kendi aralarından çıkan hizipler ihtilâfa düştüler. İşte o büyük günün meşhedinden [tanıklığından, duruşmasından] o kâfirlerin vay hâline!

İsa peygamber ile ilgili olarak Hıristiyanlar, kendi aralarında da hiziplere, mezheplere ayrılmışlardır. İlk dönem Kur’an bilimcilerinden olan Mukatil’in tespitlerine göre o dönemde Hıristiyanların içinde farklı inanışlara sahip üç grup vardır:
- “İsa Allah’ın oğludur” diyen Nasturîler,
- “İsa Allah’ın kendisidir” diyen Mar-Yakubîler ve
- “Allah üçün üçüncüsüdür” diyen Melkanîler.

Rabbimiz Kur’an’da bu sapık inançları reddedip gerçeği açıklamıştır:

İsra 43: O [Allah], onların dediklerinden büyük bir yücelikle münezzeh ve pek yücedir.

Maide 73: “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır.

Kur’an’da Meryem ve İsa peygamber hakkında verilen bilgiler, İsa peygamberin doğumu ile Kur’an’ın inişi arasındaki dönemde ortaya çıkmış Yahudi ve Hıristiyan inançlarını yansıtmaktadır. Ne var ki, Kur’an’ın inişinden bu yana, tıpkı Müslümanların yüzlerce mezhebe binlerce meşrebe ayrıldığı gibi, Hıristiyan ve Yahudiler de mezheplere, meşreplere ayrılmışlar ve her bir hizip değişik inanç ve yaşam tarzı sergilemiştir. Bizim düşüncemize göre, gerek Müslümanlar, gerekse Ehl-i Kitap arasında ortaya çıkmış olan yanlış inanç ve yaşam tarzlarının insanların hayatlarından çıkarılıp atılması için Kur’an’da verilen mesajlar ve ilâhî ilkeler sadece Müslümanlara değil, Ehl-i Kitap’a da ulaştırılmalıdır. Kur’an erlerinin ortaya koyacağı bu yöndeki çalışmalar, insanlığın doğru istikameti tanıması bakımından önemli sonuçlara yol açacak bir potansiyeli taşımaktadır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
ALlaha emanet olunuz.

Ali Rıza Borazan
16. June 2009, 08:07 PM
ÖZGEÇMİŞİM
Mersin Anamur ilçesinin, Ovabaşı köyünde 10-04-1950 yılında altı erkek kardeşten dördüncüsü olarak dünyaya gelmişim. Babam ekmeğini çiftçilik ve bahçıvanlıkla kazanan köyün orta hallilerinden biriydi. İlkokulu aynı köyde ortaokul ve düz düz liseyi evimize on bir km. uzaklıkta olan ilçede güç koşullar altında, gerek her gün yürüyerek, gidip geliyorduk, Gerekse de ilçede bir ev kiralayıp, gaz lambasının ışığı altında hem dersimize çalışıyor hem de ,kendi yemeğimizi bulaşığımızı kendimiz , yapıp yıkıyorduk. Anamur lisesini bu şartlar altında bitirdikten sonra. Konya Selçuk eğitim enstütüsünün sosyal bilgiler bölümünü kazandım. Ve bu arada hem okuyor hem de Zirai donatım kurumunda memur olarak çalışıyordum. 1979 yılında okulu bitirdim. Zirai donatım kurumunda çalışmış olduğum görevimden ayrılmadım.terfimi yükselttiler maaşım da o şartlar altında daha iyi olduğu için öğretmenliğe ayrılmayıp aynı kurumda çalışmaya devam ettim. Daha sonra 1989 yılında çeşitli nedenlerle çalıştığım kurumdan ayrıldım. Ticaret hayatına atılarak hayatımı sürdürmeye çalışıyorum. Evliyim, iki kız ve bir erkek çocuk babasıyım.
Bir Taraftan da toplumdaki din anlayışı yapılan ibadet şekilleri örf ve adetler, beni düşündürüyor, ve rahatsız ediyordu.Sorumun cevaplarını yüzlerce fıkıh,tefsir, fikir kitapları okuyarak bulmaya çalışıyordum.. o günlerde toplum içerisinde, gündemi oluşturan,iki yol var idi, birisi Allah’a inandığını iddia eden milliyetçilik, diğeri Komünist Rusyayı örnek edinen solculuk idi. Ben imanlı olduğum için Allah diyen yerde kendimi bulmuştum. Ama onların inançları dinleri ve yaşam biçimleri, benim aradıklarıma uygun değildi. O günlerde olayları detayına kadar bilemiyorduk ama, geleneksel de olsa bir bilgi olarak, içkinin haramlığını, kumarın ve fuhuşun yasak olduğunu biliyordum.. Baktım ki Bu yasak olan şeyler bulunduğum gurup içerisinde hepsi işleniyor.. Dedim ki benim yeri burası değil. Daha sonra M.T.T.B. diye bir teşkilatla tanıştım uzunca bir zamanda orada oyalandık onlarda da bazı alimleri ilahlaştırarak.Allah’ın önüne getiriyorlardı. Benim yerim. Burası da değil ben sizin şirk Koştuklarınızdan Allah’a sığınırım. Hz İbrahimin ilah arayışı gibi ben de gerçek olan Allah’ı bulmaya çalışıyordum.
6/78- Sonra Güneş’i (etrafa ışıklar saçarak) doğar görünce: “İşte bu benim Rabbim, bu en büyük” demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: “Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım.”
679- “Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim.”
İşte Hazreti İbrahim peygamberin yaptığı gibi, ben yüzümü yerleri ve gökleri yaratan Allah’a çevirdim. Allah da beni Kuran ile tanıştırdı. Yıl 1980 idi. Kendi kendime şu soruyu sordum. Madem ki bu dinin kaynağı orjinali kurandır neden biz bu dini kurandan değil de kuranı anladım diyen veya kurandan anlattığını iddia edenlerden öğrenelim.?
İşte O zaman uyandım ya Allah Ya bismillah dedim ve kuranın tercümesinden okumaya başladım. Arapça bilmek ve kuranın orjinalinden okuyup kendim tercüme edebilsem bu daha güzeldi ama, Kuranın dilini çözmek kuranı anlamak ayrı bir ilim , Arapça bilmek ayrı bir ilimdir. Bütün ilimleri bilmek Allah’a mahsustur. Ancak her ilimi öğrenmeye insan ömrü yetmez. Ben ömrümün şimdiye kadar, olan otuz yıla yakın bir zamanını kuranın dilini tercüman aracılığı ile çözmeye çalıştım. Allah Ondan Razı olsun mütercimlerden Ali Bulaç bey kardeşimizin tercüme edilmiş kuranını genelde kendime baz aldım. Ama diğer tercüme edilmiş meallerle de karşılaştırdım. Yer yer o da tercüme ederken hatalar yapmış ama genelde kendi yorumlarını parantez içerisine alarak, Ayetlerin tercüme ederken orjinalinden sapmamaya gayret göstermiş. İyi bir Kuran anlayıcısı eğer kuranın anlatım sanatını kavrayabilmişse Arapça bilmese bile, yanlış tercüme edilmiş bir ayeti kuranın anlatım ritminden hemen anlar.
Beni en çok etkileyen ayetlerden biri Rum suresinin otuzuncu ayeti oldu30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.
Bu Ayet bana kuranla kuranın , kainatla kainatın, ve kuranla kainatın çelişmediği Allah’ın verdiği Akılla çelişkisizliğini yakalayıp hayata uygulanan bir hanif dinini öğretti. Bir Taraftan böyle bir dinin temellerini atarken , bir taraftan da bütün peygamberlerin çektiği , ekenomik koşulların verdiği sıkıntılar benim de yakamı bırakmadı.
Adamın yaptığı gibi, elinde kitap,ayağının altında hamur teknesi arkasında tuluk, hoplayıp duruyor. Bunu gören bir tanesi soruyor. Nedir bu hal, adam anlatıyor, ayağımla hamur yoğuruyorum ekmek yapmak için, elimde kuran var Allah’ın bana gönderdiği dini öğreniyorum, arkamda tuluk var onunla ineklerden olan yoğurdu yayıp yağ ve ayran yapacağım. Deyince o da diyor ki neden bunların hepsini birden yapmaya çalışıyorsun.? Tek tek yapsana Deyince adam da diyor ki. “Zaman Dar Yapılacak iş çok” diyor. İşte bizim ki de onun gibi, bir taraftan Allah’ın dini öğrenmeye çalışırken bir taraftan da , ekmek kazanılıp yaşanacaktı.
İşte böyle bir dini yani Allah’ın Her Örnekten bir örnek verdiği,30/58-“ Andolsun, Biz bu Kuran'da insanlar için her örneği gösterdik. Şüphesiz, sen onlara bir ayetle geldiğin zaman, o inkar edenler, mutlaka: "Siz ancak muptil olanlardan başkası değilsiniz" derler.” Hiçbir eksiğin bırakılmadığı,6/38- “Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. “6/38- Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. Ve kurandan hesaba çekileceğimiz ,43/44- Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız. Diye Allah’ın söylediği Bir kitap var elimizde. Bizi yani iman edenleri Ancak dosdoğru yola götüren , bize rehberlik eden o kitaptır. 2/2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap'tır.
İşte ben Allah’ın insanlara sunduğu bu hanif dinini , fıtrat dinini i İbrahim dinini buldum. Herkesin arayıp da bulamadığı din bu benim adım Müslüman ben ne bir mezhepten ne bir cemaatten ne bir partiden, ne de herhangi bir guruptan değilim. Ben insanları Allah’a çağırıyorum.
41/ 33- Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?

İşte ben insanları Allah’a çağırmak için yıllarca uyutulmuş kandırılmış insanları uyandırmak gerçek Allah’ın sunduğu dini sunmak için yola çıktım. İlk olarak Kuranın Anlaşılmasına doğru kitabımı internette yayınlamaya başladım. Allah Hata yaptıysam sizlerin eleştirileriyle benim Yanlışlarımı düzeltsin. Doğrularım Allah’a yanlışlarım da bana aittir.
E Mail [email protected]
g mail [email protected].
Web. Kuranianlamametodu.blogspot.com

İş Tel: 03248147885
Ali Rıza Borazan
Mersin- Anamur
Gönderen Ali Rıza Borazan

nuh
2. July 2009, 09:19 PM
(Rad)2. Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah'tır. Bunların her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır.19. Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, inkâr eden kör kimse gibi olur mu? Fakat bunu ancak akıl sahipleri anlar. (Ğaşiye)2. O gün birtakım yüzler vardır ki zillete bürünmüşlerdir.3. Çalışmış, boşa yorulmuşlardır.(Mearic) 38. Onlardan her biri nimet cennetine sokulacağını mı umuyor? (necm)28. Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez. (Zariyat)11. Onlar koyu bir cehalet içerisinde kalmış gafillerdir.(Tur)12. Ki onlar daldıkları bâtıl içinde oyalanıp duranlardır. (kamer)51. Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helâk ettik. Düşünüp ibret alan yok mu?

nuh
10. July 2009, 10:01 PM
(şura)30. Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. Bununla beraber Allah çoğunu affeder. (mü min) 18. Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o onda dehşet içinde yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenir şefaatçısı vardır. 52. O gün zalimlere, özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz. Artık lânet de onlarındır, kötü yurt da onlarındır!

Ali Rıza Borazan
31. July 2009, 08:28 PM
Selamün aleyküm Barış Kardeş Benim yazdığım yazılara Hazreti isanın babasız olmadığına Nuh Tufanı ile ilgili mecazi bir anlatım olduğuna cevap olarak kurandan ayetleri sıralayarak cevap vermişler. İyi ki Kurandan vermişler. kurandan vermeleri olayın en azından yarısını çözmüş demektir. Kuranın ne söylemesi değil asıl olanı onun dilini çözüp ne sölemek istediğinin anlaşılır haline gelmesidir. Bir hikaye ile bunu biraz açmaya çalışayım. onbeş onyedi yaşlarında bir delikanlı annesi ile otururlarken çocuk sıkılmış hem annesinin düşüncesini hem de gülüşmek için sanki başından geçmediği halde bir olay anlatmış. Çocuk annesine senin düğünde oynadım arakadaşlar beni itti çukura düşüp kafamın yarıldığını hatırlıyormusun dediğinde evet oğlum öyle bir şeyler olmuştu deyince çocuk gülmeye başlıyor. annesi hemen uyanıp ulan sen benim düğünde varmıydın diyor.
İşte kurandaki ayetleri anlayabilmek için biribirlerine diğerini anlamak için malzeme yapmak lazımdır. Onun İçin Kuranda Altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken ayetleri önce altını çizerek, Kuranı Anlama kargası oluşturmak lazım. işte oluşturulan o karkasa uygun olarak kuran anlayışını bir duvar örer gibi örmek gerekir. Kuran okuyanların da bildiği gibi bir suredeki anlayış surede anlatıldığı gibi olmayabiliyor. bakıyorsun bir yerdeki bahsedilen kuranın hiç ilgi ve alakası olmayan yerde onu açıklıyor. Bu sebeple kuranı anlamak, dağdan madenleri ayrıştırmak kadar zordur. ilgi ister düşünme ister tahlil ister. işte kurandaki bir konuyu anlayabilmek istenildiğinde şu ayette böyle diyor değil o ayetteki anlatılmak isteneni diğer ayetleri bir arada düşünerek yaklaşmak lazımdır. Yani bir insandaki kan damlasının tahlil ve incelleme sonucunda arazlar bulunduğu gibi kurandaki ayet de öyle tahlil edilmelidir. olayları değerlendirirken bu açıdan bakarsak daha verimli oluruz kanaatindeyim. selam ve sevgiler sunarım

Ali Rıza Borazan
12. November 2009, 11:36 AM
Barış Kardeş Nuh Tufanı Kuranda mecazi olarak anlatılmıştır. bakınız Kurandan anladıklarımı buraya aktarmaya çalışıyorum.
NUH TUFANI
Kur’an’ı kerimdeki sanatsal bir üslûpla anlatılan Kıssaların,kastettikleri manaları yakalayabilmek için Kur’an’ın ana çatısını oluşturan ayetleri bilmek gerekiyor. İşte bu ayetleri bilip öğrenmeye başladığımız zaman, Kur’an’ın anlattıkları anlaşılmaya başlar. Bu Ayetlerden örnekler vererek kıssaları anlamaya çalışalım. 35/45” Eğer Allah insanları kazandıkları dolayısı ile (azap ile) yakalayıverecek olsaydı,(yerin) sırtı üzerinde hiç bir canlı bırakmazdı. Ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, şüphesiz Allah kendi kullarını görendir.”
18/58: Senin Rabbin rahmet sahibi (ve) bağışlayıcıdır. Eğer, kazandıklarından dolayı onları (azapla) yakalasaydı, şüphesiz onlara azabı (bir an önce) çabuklaştırırdı. Hayır, onlar için bir buluşma zamanı vardır, onun dışında asla başka bir sığınak bulamayacaklardır.
14/42: (Ey Muhammed,) Allah'ı sakın zulmedenlerin yapmakta olduklarından habersiz sanma, onları yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne ertelemektedir.
32/21:” Andolsun, Biz onlara belki (inkarcılıktan) dönerler diye o büyük (uhrevi) azaptan önce, yakın (dünyevi) azaptan da tattıracağız.”
17/16: “Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz
Helâk ile ilgili birkaç tane ayeti nakletmeye çalıştık. Bu ayetleri dikkatlice incelediğimiz zaman, Allah’ın,dünya hayatında insanların yapmış olduğu yanlış davranışlar ve zulüm nedeniyle Özel bir müdahalesi yok. Ceza ve mükâfat bu düya hayatında değil. Ahiret alemindedir. Yalnız Allah evreni yaratmış Bir yasa koymuş bu yasalara uymadığın taktirde bedelini ödersin”
Bir taraftan Kur’an dünya hayatında yapmış olduğu zûlüm nedeni ile
cezalandırmıyacağını söylerken. Bir taraftan da ad kavmini lut kavimini semut kavmini işlemiş olduğu suçlardan dolayı helâk ettiğini söylemesi ilk bakışta çelişkili bir ifade gbi anlaşılıyor.
Fakat Kur’an daki onunla ilgili ayetleri incelediğimiz zaman Helâk kelimesini dünya hayatında yok olma değil vahye karşı duyarlılığını kaybederek, Eceline kadar dünya hayatında kör ve sağır olarak yaşamasıdır.
Zaten Allah helâlleri insanların yararına haramları da insanların zararına olduğu için koyuyor. Daha öncede bahsettiğimiz gibi kuran ın helal dediğine o konudaki ilimler haram veya insanların zararına diyen çıkamaz.
Mesela Allah sarhoşluk verici içkileri yasaklıyor..
5/90”Ey iman edenler ,içki kumar dikili taşlar,ve Fal okları Ancak şeytanın işlerinden olan pisliktir. Öyleyse bunlardan kaçının .Umulur ki kurtuluşa erersiniz.”
Sarhoş etmek insan aklının kullanılamaz duruma gelmesi demektir. Bu hem insanın manevi yoldan uzaklaşmasına Hem de insanı dünya hayatında başına birçok belaların gelmesine neden olur. Ve olmaktadır. Trafik kazalarının büyük bir kısmı içki içmekten kaynaklandığı bilinmektedir. Vücutta bir çok tahribatlar yaparak insan sağlığını bozduğu gibi Buna bağlı olarak da bir çok aile yuvasının yıkılmasına neden olmaktadır.
İşte içki dünyada yasalara uymama sonucunda meydana getirdiği azaplar, Birde ahiret aleminde getirdiği azaplar vardır. O da Allah’ın koyduğu haram ve helâl ilkelerine uymama sonucunda Allah’a isyan ve başkaldırıyı Körüklemesinden dolayı, da ebedi bir cehennem azabına, çarptırılıyor. Birde insanlardaki davranış ve yaşam biçimi farklılığından dolayı , da birbirlerinden azap görüyorlar.
22/40” Onlar yalnızca rabbimiz Allah’tır demelerinden dolayı , haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın insanların kimilerini kimileriyle def etmesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar, ve içinde Allah’ın isminin çokça zikredildiği mescidler muhakkak yıkılır giderdi .Allah kendine yardım edenlere muhakkak yardım eder. Şüphesiz Allah güçlü olandır aziz olandır.”
Daha önce de bahsettiğimiz gibi insanın yaratılırken öz yapısına yerleştirilmiş olan İki ayrı yola gidiş isteği ayrı ayrı isteklerin kişilerdeki kimlik ve şahsiyet net olarak belirginleşinceye kadar. Bu kavga devam eder.
İnsanın bir uzantısı olan aileler, toplumlar milletler, Savaş vermektedirler. İşte ayrı ayrı kimlik ve şahsiyete bürünmüş insanlar sulh yoluyla halledemedikleri meseleleri birbirlerine güç ve zor kullanarak yaptırıyorlar. Güçlü olan mazlumu eziyorsa bunun adı zulüm güçler denk olup çatışıyorlarsa adı savaştır.
9/39: “Eğer savaşa kuşanıp-çıkmazsanız, O sizi pek acı bir azapla azaplandıracak ve yerinize bir başka topluluğu getirip değiştirecektir. Siz O'na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Allah, her şeye güç yetirendir.”
İşte bu savaş olayı insanoğlunun var oluşuyla başlamış ve yok oluşuna kadar da devam edecektir. Bu savaşlarda Allah’ın özel bir müdahalesi olmadan takva yolunda yürüyenler eğer evrenin yasasına uygun olarak hareket ederlerse kendilerini güçlü ve dinamik tuttukları zaman küfrün üzerine hakimiyeti kurmuşlar aksi halde fısk yolunda yürüyenler eşya ile gerekli diyalogu kurduklarında ise onlar hakimiyetini iktidarını kurmuş demektir. Bu iktidar değişikliği var oluşla başlamış yok oluşa kadar devam edecektir.
3/140: “Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri Biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şahitler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez;”
Dünyada insanların ve evrenin yasalarını çiğnediğimiz zaman başımıza gelecekleri şöyle özetleyecek olursak ateş insanı yakıyorsa ateşi yasalara uygun olarak kullanacağız. Yılan insanı sokuyorsa yılanla diyalogu yasaya uygun şekilde kuracağız. Deniz yüzme bilmeyeni boğuyorsa onun kuralına uygun olarak denize gireceğiz. Trafik kuralları varsa, yollarda bu kurallara uyacağız.
Yoksa bu evrenin yasalarına uymadığımız zaman o yasalarını acımasızca uygular, ateş insanı yakıyorsa firavun olsa da yakar peygamber olsa da yakar deniz yüzme bilmeyenleri iyi veya kötü adam olmasına bakmaz boğar. Kurallara göre arabayı kullanmadığımız zaman kafir olsun, Müslüman olsun cezasını verir. Hep bunlar dünyada ki evrenin yasasına uymamanın sonuçlarıdır. Bir de Allah’ın Kur’an da bahsettiği kavimlerin yanlış yolda gitmelerinin sonucundaki helak olayları vardır.
Bize gelen klasik bilgilerde Nuh tufanı ile yeryüzü sular altında kalıp gemiye binen iman edenler ve çiftlerden hayvanlar dışında her şeyin helak olmasıdır. Kur’an daki anlatımı buraya naklederek olayı Kur’an la değerlendirip akıl süzgecinden geçirdikten sonra olayı Kur’an’a,ilme, akla ve pratiğe ters düşmeden açıklamaya çalışalım.
11/36- Nuh'a vahyedildi: "Gerçekten iman edenlerin dışında, kesin olarak kimse inanmayacak. Şu halde onların işlemekte olduklarından dolayı üzülme."
11/37- "Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et. Zulmedenler konusunda Bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda- boğulacaklardır."
11/38- Gemiyi yapıyordu. Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında onunla alay ediyordu. O: "Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz" dedi.
11/39- "Artık, ilerde bileceksiniz. Aşağılatıcı azap kime gelecek ve sürekli azap kimin üstüne çökecek."
11/40- Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman, dedik ki: "Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona yükle." Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.
11/41- Dedi ki: "Ona binin. Onun yüzmesi de, demir atması (durması) da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz, benim Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir."
11/42- (Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: "Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma."
11/43- (Oğlu) Dedi ki: "Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur." Dedi ki: "Bugün Allah'ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur." Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.
11/44- Denildi ki: "Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut." Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi (dağı) üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: "Uzak olsunlar" denildi.
11/45- Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve Senin va'din de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin."
11/46- Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi Benden isteme. Gerçekten Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum."
11/47- Dedi ki: "Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum."
11/48- "Ey Nuh" denildi. "Sana ve seninle birlikte olan ümmetler üzerine Bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in. (Sizden türeyecek diğer kafir) Ümmetleri de yararlandıracağız, sonra onlara Bizden acı bir azap dokunacaktır."
Nuh kavimi ile ilgili edebi bir sanatla anlatılan kıssayı naklettik Kur’an da geçen helak olayı daha önce bahsettiğimiz gibi ebedi bir hayat için yaratılmış olan insanın geçmişi anı ve geleceği aynı anda kullanma sanatı yapmıştır. Zaman Allah’a göre değil zaman bize göredir. Zaman mefhumu Allah’a yoksa dünyadayken gidilen yanlış yolun cezasını ahiret hayatında veriyor. Allah a göre zaman ortadan kalkınca İnsanların günahı işlemesi ile ceza çekmesi arasında da bir zaman farkı olmayınca , Bize göre ahiret hayatındaki çekecek olduğu cezayı sanki şimdi çekiyormuş gibi bir izlenim vermektedir..
Kur’an burada Hz. Nuh peygamberin Allah tan aldığı vahiyleri toplumuna anlattığı zaman, Toplum iki kısma ayrılıyor,,Biri Nuh peygamberi dinleyip ona tabi olanlar, Bunlar çok azı teşkil ediyor. Diğerleri ise muhalefet edip baş kaldıranlardır. Zaten bu ayrılık insan oğlunun varoluşuyla başlamıştır.
Kur’an iman edenlerin kurtuluş biçimini izah ederken bir gemi ile sembolize etmiştir.
Hazreti Nuh’a iman edenleri vahyin gözetiminde Allah’a ibadet ve kulluk çizgisinden Sapmadan sağ salim ölünceye kadar doğru bir yolda yürütmesidir.
Kur’an peygamberlerle toplum arasında geçen olayları, Bizlere örnek olsun diye anlatmaktadır. Zaten Kur’an binlerce peygamber gelip geçtiği halde sadece yirmi beş peygamberin kıssasını anlatmıştır.
40/78” Andolsun biz senden önce elçiler gönderdik, Onlardan kimini sana aktarıp anlattık. Ve kimini aktarıp anlatmadık. Herhangi bir elçiye Allah’ın izni olmaksızın bir ayeti getirmek olacak şey değildir. Allah’ın emri geldiği zaman hak ile hüküm verilir. Ve işte burada (hakkı) iptal etmekte olanlar hüsrana uğramıştır.”
Kıssaları anlatılan peygamberler Toplumların duyarlı olanlarıyla iletişimini kurup, İman edenlerle güç oluşturarak ses getirebilen peygamberlerdir
Öyle peygamberler gelip geçmiş ki Ben Allah’tan gönderilmiş bir peygamberim dediği zaman hemen öldürmüşlerdir. Kur’an böyle peygamberlerden söz etmemiştir.
Toplumlardaki din anlayışlarını Kur’an la mukayese ettiğimiz zaman örtüşmüyor. Eğer Kur’an da Anlatılan Nuh tufanı ile ilgili kıssalar edebi sanat niteliğinde anlatılmayıp da gerçek anlamında anlatılmış olsaydı, Şu sorularla karşılaşılırdı. Ve Kur’an la , çelişkili ilimle çelişkili, akla ters ve pratik hayatla uyuşmaz
Allah insanları dünyaya denemek için gönderdiği halde, dünyada ,deneme anında Allah’ın özel bir ceza vermesi şeklinde anlamak doğru değildir.
Diğer bir yanlış anlayış da , Bütün dünyadaki hayvan cinslerinden birer çift gemiye alınması anlayışı da doğru değildir
Şimdi bununla ilgili ayetleri aktarmaya çalışalım.
35/45” Eğer Allah kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ) ile yakalayıverecek olsaydı, (yerin) Sırtı Üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı.Ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sona ecelleri geldiği zaman Allah kedi kullarını görendir.
18/58: “Senin Rabbin rahmet sahibi (ve) bağışlayıcıdır. Eğer, kazandıklarından dolayı onları (azapla) yakalasaydı, şüphesiz onlara azabı (bir an önce) çabuklaştırırdı. Hayır, onlar için bir buluşma zamanı vardır, onun dışında asla başka bir sığınak bulamayacaklardır.”
67/2: “O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.”
30/30: “Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.”
76/2: “Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.”
76/3: “Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.”
Nuh tufanı ile ilgili Kur’an dan aktardığımız bu ayetler incelenip tahlil edildiği zaman gerçek anlamında değil mecazi anlamında anlatılmıştır.. Ahret hayatında verilecek olan bir cezayı edebi bir sanatla sembolize ederek izah etmiştir. Yoksa insanlar hem dünyaya denenmek için gönderilsin hem de denenirken denenmeden müdahale edilsin. Bu yanlış bir anlayıştır. Hem Allah ayette cezayı ahret alemini ertelediğini söylerken hem de Nuh kavimi Nuh peygambere karşı isyan ve saldırıdan dolayı Nuh tufanı yaparak bütün inanmayanı helak etsin. Bu Kur’an’ın anlatış esprisine terstir.
Yine Allah’ın insanların yanlış davranışlarından dolayı müdahale olmadığına dair bir ayet aktaralım;
2/214: “Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır.”
Eğer Allah peygamberler, elçiler sıkıştıkları zaman onlara hemen yardımını ulaştırsaydı acıkma, susama ve sıkışma olayı olur muydu? Allah kainatı ve insanları yaratmış ve bir yasa koymuştur. Onlar öyle dese de bu yasa işliyor demese de bu yasa işliyor. “Galileo’nin idam sehpasına giderken siz dünya dönüyor deseniz de dönüyor, dönmüyor deseniz de dönüyor” dediği gibi yasa işliyor.
Öyleyse Kur’an’ın bakış perspektifini yakalamaya çalışalım. Allah kainatı mükemmel bir şekilde insanoğlunun önüne koyuyor. Her şey insanoğlunun emrine secde ediyor. Halife olan insandan kendisine ibadet ve kulluk yapmasın istiyor. Aklını veriyor, takvasını veriyor, fıskını veriyor, insanı kendi özgür iradesiyle takva yolunda ve fısk yolunda gitmekte sonucuna katlanmak koşuluyla seçme hakkını da kendisine veriyor. Mizanı, ölçüyü, teraziyi de önüne koyup peygamberler kitaplar göndererek istediği yolda yürüme hakkını dünya da kendisine vererek deniyor. Takva yolunda yürüyüp de ölenleri cennetle müjdeliyor. Fısk yolunda yürüyüp de ölenleri cehennemle korkutuyor.
Böyle bir izahtan sonra bir tane kardeşimiz şöyle bir soru sordu.
Madem ki Allah insanların doğruya ve yanlışa gidişine müdahale etmiyor da, neden peygamberler ve kitaplar gönderiyor.? Diye sordu.
Soru çok güzel ve çarpıcı idi . Bende dedim ki : Nasıl Bir senarist tiyatro yazarak , aktör ve aktrisleri sahnede oynarken seyircilerin duyamayacağı fakat aktör ve aktrislerin duyabileceği kadar fısıldayıp, Oyunlarında serbest bırakıp,Yanıldıkları yerde düzelten suflöre benzetmiştim. Teşbihte hata olmaz derler, Allah bir suflör gibi kedisine bağlı olanları, rollerinde oynarlarken,yanıldıkları zaman peygamberler aracılığı ile düzeltiyor, Ama onları o rolde oynamaya mecbur tutmuyor. İsterlerse, O rolde oynamam diyebilirler . Neden oynamıyorsun deyip dünyada iken onları cezalandırmıyor. Öylede olmamış mı dır.? Çok Kişiler,İman ettiği ve kalbi imanla tatmin bulduğu halde Sonradan vazgeçerek Kendisini mucura kaptırmışlardır.
4/137” Gerçek şu İman edip inkâra sapanlar,sonra yine iman edip sonra inkara sapanlar.sonrada inkarı artanlar. Allah onları bağışlayacak değildir.. Onları doğru yola da iletecek değildir.”
Eğer Allah’ın özel bir müdahalesi olmuş olsaydı, Kalbi imanla tatmin bulmuş bir insan küfre giderken engellemez miydi? İnanan ve Salih amel işleyen de kendi istek ve arzusu ile inanıp Salih amel işler. İnkâr eden ve küfür yolunda yürüyenlerde Kendi arzusu ile inkâr eder ve küfür yolunda yürür.
Bu Güne kadar Kur’an’ın dışındaki anlatılanlar gibi peygamberler önceden peygamber seçilerek peygamber olmazlar. Allah insanların yöneliş ve duyarlılık Durumuna göre,yollarını açarak, Onların yol seçmelerini tamamen kedi iradelerine bırakır.
İnsan hangi işe hangi davranışa yönelecekse, onun,o yöne yönelmesi ve Adımını atması gerekmektedir
13/11” Onun (insanın) önünden ve arkasından , izleyenleri vardır. Onu Allah’ın emriyle gözetip korumaktadırlar. Gerçekten Allah kedi nefislerinde olanlı değiştirip bozuncaya kadar, Bir toplulukta olanı değiştirip bozmaz. Allah bir topluluğa Kötülük istedi mi , artık onu geri çevirmeye, hiçbir (biçimde imkân) yoktur.”
İşte Nuh Tufanının gerçek anlamında değil de mecazi anlamda olduğunu anlamış olsaydılar Bu gün Bütün dünya cudi dağında Nuh’un gemisini aramaktan kurtulurlardı.
Kur’an da sembolize edilen sanatsal bir üslupla anlatılan sadece Nuh Tufanı değildir Daha kur'an’da bir çok örnekler vardır.
Gönderen Ali Rıza Borazan

Ali Rıza Borazan
8. December 2009, 12:03 PM
Kardeşimiz Nuh tufanı ile bilgi istemiş onu sizinle paylaşayım inş.
NUH TUFANI
Kur’an’ı kerimdeki sanatsal bir üslûpla anlatılan Kıssaların,kastettikleri manaları yakalayabilmek için Kur’an’ın ana çatısını oluşturan ayetleri bilmek gerekiyor. İşte bu ayetleri bilip öğrenmeye başladığımız zaman, Kur’an’ın anlattıkları anlaşılmaya başlar. Bu Ayetlerden örnekler vererek kıssaları anlamaya çalışalım. 35/45” Eğer Allah insanları kazandıkları dolayısı ile (azap ile) yakalayıverecek olsaydı,(yerin) sırtı üzerinde hiç bir canlı bırakmazdı. Ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, şüphesiz Allah kendi kullarını görendir.”
18/58: Senin Rabbin rahmet sahibi (ve) bağışlayıcıdır. Eğer, kazandıklarından dolayı onları (azapla) yakalasaydı, şüphesiz onlara azabı (bir an önce) çabuklaştırırdı. Hayır, onlar için bir buluşma zamanı vardır, onun dışında asla başka bir sığınak bulamayacaklardır.
14/42: (Ey Muhammed,) Allah'ı sakın zulmedenlerin yapmakta olduklarından habersiz sanma, onları yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne ertelemektedir.
32/21:” Andolsun, Biz onlara belki (inkarcılıktan) dönerler diye o büyük (uhrevi) azaptan önce, yakın (dünyevi) azaptan da tattıracağız.”
17/16: “Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz
Helâk ile ilgili birkaç tane ayeti nakletmeye çalıştık. Bu ayetleri dikkatlice incelediğimiz zaman, Allah’ın,dünya hayatında insanların yapmış olduğu yanlış davranışlar ve zulüm nedeniyle Özel bir müdahalesi yok. Ceza ve mükâfat bu düya hayatında değil. Ahiret alemindedir. Yalnız Allah evreni yaratmış Bir yasa koymuş bu yasalara uymadığın taktirde bedelini ödersin”
Bir taraftan Kur’an dünya hayatında yapmış olduğu zûlüm nedeni ile
cezalandırmıyacağını söylerken. Bir taraftan da ad kavmini lut kavimini semut kavmini işlemiş olduğu suçlardan dolayı helâk ettiğini söylemesi ilk bakışta çelişkili bir ifade gbi anlaşılıyor.
Fakat Kur’an daki onunla ilgili ayetleri incelediğimiz zaman Helâk kelimesini dünya hayatında yok olma değil vahye karşı duyarlılığını kaybederek, Eceline kadar dünya hayatında kör ve sağır olarak yaşamasıdır.
Zaten Allah helâlleri insanların yararına haramları da insanların zararına olduğu için koyuyor. Daha öncede bahsettiğimiz gibi kuran ın helal dediğine o konudaki ilimler haram veya insanların zararına diyen çıkamaz.
Mesela Allah sarhoşluk verici içkileri yasaklıyor..
5/90”Ey iman edenler ,içki kumar dikili taşlar,ve Fal okları Ancak şeytanın işlerinden olan pisliktir. Öyleyse bunlardan kaçının .Umulur ki kurtuluşa erersiniz.”
Sarhoş etmek insan aklının kullanılamaz duruma gelmesi demektir. Bu hem insanın manevi yoldan uzaklaşmasına Hem de insanı dünya hayatında başına birçok belaların gelmesine neden olur. Ve olmaktadır. Trafik kazalarının büyük bir kısmı içki içmekten kaynaklandığı bilinmektedir. Vücutta bir çok tahribatlar yaparak insan sağlığını bozduğu gibi Buna bağlı olarak da bir çok aile yuvasının yıkılmasına neden olmaktadır.
İşte içki dünyada yasalara uymama sonucunda meydana getirdiği azaplar, Birde ahiret aleminde getirdiği azaplar vardır. O da Allah’ın koyduğu haram ve helâl ilkelerine uymama sonucunda Allah’a isyan ve başkaldırıyı Körüklemesinden dolayı, da ebedi bir cehennem azabına, çarptırılıyor. Birde insanlardaki davranış ve yaşam biçimi farklılığından dolayı , da birbirlerinden azap görüyorlar.
22/40” Onlar yalnızca rabbimiz Allah’tır demelerinden dolayı , haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın insanların kimilerini kimileriyle def etmesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar, ve içinde Allah’ın isminin çokça zikredildiği mescidler muhakkak yıkılır giderdi .Allah kendine yardım edenlere muhakkak yardım eder. Şüphesiz Allah güçlü olandır aziz olandır.”
Daha önce de bahsettiğimiz gibi insanın yaratılırken öz yapısına yerleştirilmiş olan İki ayrı yola gidiş isteği ayrı ayrı isteklerin kişilerdeki kimlik ve şahsiyet net olarak belirginleşinceye kadar. Bu kavga devam eder.
İnsanın bir uzantısı olan aileler, toplumlar milletler, Savaş vermektedirler. İşte ayrı ayrı kimlik ve şahsiyete bürünmüş insanlar sulh yoluyla halledemedikleri meseleleri birbirlerine güç ve zor kullanarak yaptırıyorlar. Güçlü olan mazlumu eziyorsa bunun adı zulüm güçler denk olup çatışıyorlarsa adı savaştır.
9/39: “Eğer savaşa kuşanıp-çıkmazsanız, O sizi pek acı bir azapla azaplandıracak ve yerinize bir başka topluluğu getirip değiştirecektir. Siz O'na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Allah, her şeye güç yetirendir.”
İşte bu savaş olayı insanoğlunun var oluşuyla başlamış ve yok oluşuna kadar da devam edecektir. Bu savaşlarda Allah’ın özel bir müdahalesi olmadan takva yolunda yürüyenler eğer evrenin yasasına uygun olarak hareket ederlerse kendilerini güçlü ve dinamik tuttukları zaman küfrün üzerine hakimiyeti kurmuşlar aksi halde fısk yolunda yürüyenler eşya ile gerekli diyalogu kurduklarında ise onlar hakimiyetini iktidarını kurmuş demektir. Bu iktidar değişikliği var oluşla başlamış yok oluşa kadar devam edecektir.
3/140: “Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri Biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şahitler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez;”
Dünyada insanların ve evrenin yasalarını çiğnediğimiz zaman başımıza gelecekleri şöyle özetleyecek olursak ateş insanı yakıyorsa ateşi yasalara uygun olarak kullanacağız. Yılan insanı sokuyorsa yılanla diyalogu yasaya uygun şekilde kuracağız. Deniz yüzme bilmeyeni boğuyorsa onun kuralına uygun olarak denize gireceğiz. Trafik kuralları varsa, yollarda bu kurallara uyacağız.
Yoksa bu evrenin yasalarına uymadığımız zaman o yasalarını acımasızca uygular, ateş insanı yakıyorsa firavun olsa da yakar peygamber olsa da yakar deniz yüzme bilmeyenleri iyi veya kötü adam olmasına bakmaz boğar. Kurallara göre arabayı kullanmadığımız zaman kafir olsun, Müslüman olsun cezasını verir. Hep bunlar dünyada ki evrenin yasasına uymamanın sonuçlarıdır. Bir de Allah’ın Kur’an da bahsettiği kavimlerin yanlış yolda gitmelerinin sonucundaki helak olayları vardır.
Bize gelen klasik bilgilerde Nuh tufanı ile yeryüzü sular altında kalıp gemiye binen iman edenler ve çiftlerden hayvanlar dışında her şeyin helak olmasıdır. Kur’an daki anlatımı buraya naklederek olayı Kur’an la değerlendirip akıl süzgecinden geçirdikten sonra olayı Kur’an’a,ilme, akla ve pratiğe ters düşmeden açıklamaya çalışalım.
11/36- Nuh'a vahyedildi: "Gerçekten iman edenlerin dışında, kesin olarak kimse inanmayacak. Şu halde onların işlemekte olduklarından dolayı üzülme."
11/37- "Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et. Zulmedenler konusunda Bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda- boğulacaklardır."
11/38- Gemiyi yapıyordu. Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında onunla alay ediyordu. O: "Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz" dedi.
11/39- "Artık, ilerde bileceksiniz. Aşağılatıcı azap kime gelecek ve sürekli azap kimin üstüne çökecek."
11/40- Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman, dedik ki: "Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona yükle." Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.
11/41- Dedi ki: "Ona binin. Onun yüzmesi de, demir atması (durması) da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz, benim Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir."
11/42- (Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: "Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma."
11/43- (Oğlu) Dedi ki: "Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur." Dedi ki: "Bugün Allah'ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur." Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.
11/44- Denildi ki: "Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut." Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi (dağı) üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: "Uzak olsunlar" denildi.
11/45- Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve Senin va'din de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin."
11/46- Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi Benden isteme. Gerçekten Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum."
11/47- Dedi ki: "Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum."
11/48- "Ey Nuh" denildi. "Sana ve seninle birlikte olan ümmetler üzerine Bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in. (Sizden türeyecek diğer kafir) Ümmetleri de yararlandıracağız, sonra onlara Bizden acı bir azap dokunacaktır."
Nuh kavimi ile ilgili edebi bir sanatla anlatılan kıssayı naklettik Kur’an da geçen helak olayı daha önce bahsettiğimiz gibi ebedi bir hayat için yaratılmış olan insanın geçmişi anı ve geleceği aynı anda kullanma sanatı yapmıştır. Zaman Allah’a göre değil zaman bize göredir. Zaman mefhumu Allah’a yoksa dünyadayken gidilen yanlış yolun cezasını ahiret hayatında veriyor. Allah a göre zaman ortadan kalkınca İnsanların günahı işlemesi ile ceza çekmesi arasında da bir zaman farkı olmayınca , Bize göre ahiret hayatındaki çekecek olduğu cezayı sanki şimdi çekiyormuş gibi bir izlenim vermektedir..
Kur’an burada Hz. Nuh peygamberin Allah tan aldığı vahiyleri toplumuna anlattığı zaman, Toplum iki kısma ayrılıyor,,Biri Nuh peygamberi dinleyip ona tabi olanlar, Bunlar çok azı teşkil ediyor. Diğerleri ise muhalefet edip baş kaldıranlardır. Zaten bu ayrılık insan oğlunun varoluşuyla başlamıştır.
Kur’an iman edenlerin kurtuluş biçimini izah ederken bir gemi ile sembolize etmiştir.
Hazreti Nuh’a iman edenleri vahyin gözetiminde Allah’a ibadet ve kulluk çizgisinden Sapmadan sağ salim ölünceye kadar doğru bir yolda yürütmesidir.
Kur’an peygamberlerle toplum arasında geçen olayları, Bizlere örnek olsun diye anlatmaktadır. Zaten Kur’an binlerce peygamber gelip geçtiği halde sadece yirmi beş peygamberin kıssasını anlatmıştır.
40/78” Andolsun biz senden önce elçiler gönderdik, Onlardan kimini sana aktarıp anlattık. Ve kimini aktarıp anlatmadık. Herhangi bir elçiye Allah’ın izni olmaksızın bir ayeti getirmek olacak şey değildir. Allah’ın emri geldiği zaman hak ile hüküm verilir. Ve işte burada (hakkı) iptal etmekte olanlar hüsrana uğramıştır.”
Kıssaları anlatılan peygamberler Toplumların duyarlı olanlarıyla iletişimini kurup, İman edenlerle güç oluşturarak ses getirebilen peygamberlerdir
Öyle peygamberler gelip geçmiş ki Ben Allah’tan gönderilmiş bir peygamberim dediği zaman hemen öldürmüşlerdir. Kur’an böyle peygamberlerden söz etmemiştir.
Toplumlardaki din anlayışlarını Kur’an la mukayese ettiğimiz zaman örtüşmüyor. Eğer Kur’an da Anlatılan Nuh tufanı ile ilgili kıssalar edebi sanat niteliğinde anlatılmayıp da gerçek anlamında anlatılmış olsaydı, Şu sorularla karşılaşılırdı. Ve Kur’an la , çelişkili ilimle çelişkili, akla ters ve pratik hayatla uyuşmaz
Allah insanları dünyaya denemek için gönderdiği halde, dünyada ,deneme anında Allah’ın özel bir ceza vermesi şeklinde anlamak doğru değildir.
Diğer bir yanlış anlayış da , Bütün dünyadaki hayvan cinslerinden birer çift gemiye alınması anlayışı da doğru değildir
Şimdi bununla ilgili ayetleri aktarmaya çalışalım.
35/45” Eğer Allah kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ) ile yakalayıverecek olsaydı, (yerin) Sırtı Üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı.Ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sona ecelleri geldiği zaman Allah kedi kullarını görendir.
18/58: “Senin Rabbin rahmet sahibi (ve) bağışlayıcıdır. Eğer, kazandıklarından dolayı onları (azapla) yakalasaydı, şüphesiz onlara azabı (bir an önce) çabuklaştırırdı. Hayır, onlar için bir buluşma zamanı vardır, onun dışında asla başka bir sığınak bulamayacaklardır.”
67/2: “O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.”
30/30: “Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.”
76/2: “Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.”
76/3: “Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.”
Nuh tufanı ile ilgili Kur’an dan aktardığımız bu ayetler incelenip tahlil edildiği zaman gerçek anlamında değil mecazi anlamında anlatılmıştır.. Ahret hayatında verilecek olan bir cezayı edebi bir sanatla sembolize ederek izah etmiştir. Yoksa insanlar hem dünyaya denenmek için gönderilsin hem de denenirken denenmeden müdahale edilsin. Bu yanlış bir anlayıştır. Hem Allah ayette cezayı ahret alemini ertelediğini söylerken hem de Nuh kavimi Nuh peygambere karşı isyan ve saldırıdan dolayı Nuh tufanı yaparak bütün inanmayanı helak etsin. Bu Kur’an’ın anlatış esprisine terstir.
Yine Allah’ın insanların yanlış davranışlarından dolayı müdahale olmadığına dair bir ayet aktaralım;
2/214: “Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır.”
Eğer Allah peygamberler, elçiler sıkıştıkları zaman onlara hemen yardımını ulaştırsaydı acıkma, susama ve sıkışma olayı olur muydu? Allah kainatı ve insanları yaratmış ve bir yasa koymuştur. Onlar öyle dese de bu yasa işliyor demese de bu yasa işliyor. “Galileo’nin idam sehpasına giderken siz dünya dönüyor deseniz de dönüyor, dönmüyor deseniz de dönüyor” dediği gibi yasa işliyor.
Öyleyse Kur’an’ın bakış perspektifini yakalamaya çalışalım. Allah kainatı mükemmel bir şekilde insanoğlunun önüne koyuyor. Her şey insanoğlunun emrine secde ediyor. Halife olan insandan kendisine ibadet ve kulluk yapmasın istiyor. Aklını veriyor, takvasını veriyor, fıskını veriyor, insanı kendi özgür iradesiyle takva yolunda ve fısk yolunda gitmekte sonucuna katlanmak koşuluyla seçme hakkını da kendisine veriyor. Mizanı, ölçüyü, teraziyi de önüne koyup peygamberler kitaplar göndererek istediği yolda yürüme hakkını dünya da kendisine vererek deniyor. Takva yolunda yürüyüp de ölenleri cennetle müjdeliyor. Fısk yolunda yürüyüp de ölenleri cehennemle korkutuyor.
Böyle bir izahtan sonra bir tane kardeşimiz şöyle bir soru sordu.
Madem ki Allah insanların doğruya ve yanlışa gidişine müdahale etmiyor da, neden peygamberler ve kitaplar gönderiyor.? Diye sordu.
Soru çok güzel ve çarpıcı idi . Bende dedim ki : Nasıl Bir senarist tiyatro yazarak , aktör ve aktrisleri sahnede oynarken seyircilerin duyamayacağı fakat aktör ve aktrislerin duyabileceği kadar fısıldayıp, Oyunlarında serbest bırakıp,Yanıldıkları yerde düzelten suflöre benzetmiştim. Teşbihte hata olmaz derler, Allah bir suflör gibi kedisine bağlı olanları, rollerinde oynarlarken,yanıldıkları zaman peygamberler aracılığı ile düzeltiyor, Ama onları o rolde oynamaya mecbur tutmuyor. İsterlerse, O rolde oynamam diyebilirler . Neden oynamıyorsun deyip dünyada iken onları cezalandırmıyor. Öylede olmamış mı dır.? Çok Kişiler,İman ettiği ve kalbi imanla tatmin bulduğu halde Sonradan vazgeçerek Kendisini mucura kaptırmışlardır.
4/137” Gerçek şu İman edip inkâra sapanlar,sonra yine iman edip sonra inkara sapanlar.sonrada inkarı artanlar. Allah onları bağışlayacak değildir.. Onları doğru yola da iletecek değildir.”
Eğer Allah’ın özel bir müdahalesi olmuş olsaydı, Kalbi imanla tatmin bulmuş bir insan küfre giderken engellemez miydi? İnanan ve Salih amel işleyen de kendi istek ve arzusu ile inanıp Salih amel işler. İnkâr eden ve küfür yolunda yürüyenlerde Kendi arzusu ile inkâr eder ve küfür yolunda yürür.
Bu Güne kadar Kur’an’ın dışındaki anlatılanlar gibi peygamberler önceden peygamber seçilerek peygamber olmazlar. Allah insanların yöneliş ve duyarlılık Durumuna göre,yollarını açarak, Onların yol seçmelerini tamamen kedi iradelerine bırakır.
İnsan hangi işe hangi davranışa yönelecekse, onun,o yöne yönelmesi ve Adımını atması gerekmektedir
13/11” Onun (insanın) önünden ve arkasından , izleyenleri vardır. Onu Allah’ın emriyle gözetip korumaktadırlar. Gerçekten Allah kedi nefislerinde olanlı değiştirip bozuncaya kadar, Bir toplulukta olanı değiştirip bozmaz. Allah bir topluluğa Kötülük istedi mi , artık onu geri çevirmeye, hiçbir (biçimde imkân) yoktur.”
İşte Nuh Tufanının gerçek anlamında değil de mecazi anlamda olduğunu anlamış olsaydılar Bu gün Bütün dünya cudi dağında Nuh’un gemisini aramaktan kurtulurlardı.
Kur’an da sembolize edilen sanatsal bir üslupla anlatılan sadece Nuh Tufanı değildir Daha kur'an’da bir çok örnekler vardır.
Gönderen Ali Rıza Borazan