PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kuantum fiziği ve düşünce dünyamızın kontrolü


dost1
22. September 2008, 06:06 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!
İlginizi çekeceğini düşündüğüm bir makaleyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

KUANTUM FİZİĞİ VE DÜŞÜNCE DÜNYAMIZIN KONTROLÜ
Prof. Dr. Mustafa EROL
Dokuz Eylül Üniversitesi,
Buca Eğitim Fakültesi, Fizik Eğitimi Anabilim Dalı, İZMİR.
[email protected]

“Yaşamdaki temel amacımız nedir?”… sorusunun en mantıklı cevabı sanırım “Mutlu olmak” olmalıdır. İstisnasız tüm insanların yaşlısı genci, yoksulu zengini, Paris’lisi İzmir’lisi…ne kadar farklı yaşam tarzlarına sahip olursak olalım ne kadar farklı çevrelerde yaşarsak yaşayalım temelde ihtiyaçlarımız aynıdır. Ancak günlük yaşam içinde hepimizin sıkıntıya girdiği oldukça mutsuz olduğu adeta aşılması imkansız bazı sorunları vardır. Bu sorunlar dış etkenlere bağlı olabileceği gibi büyük bir oranda aslında kendi düşünce sistemimizin ortaya çıkardığı sorunlardır. Bu nedenle gerçekte insanoğlu sorunları aşmaya çalışırken en büyük mücadeleyi yine kendisine karşı vermektedir. Karşılaştığımız sorun ne denli büyük ya da aşılmaz olursa olsun aslında düşünce sistemimizin ortaya çıkardığı ve dolayısıyla da yine beynimizin çözebileceği sorunlardır. Burada esas olan insanın düşünce sistemini değiştirmesi ya da sorunu çözebilecek şekilde soruna adapte etmesidir. Bu ise gerçek anlamda zihinsel, bedensel eğitim ve ciddi çalışma gerektirmektedir. İnsanın mutluluk sorunu felsefe, psikoloji, nöroloji, psikiyatri, sosyoloji, fizik…gibi aslında bütün bilimlerin ortak sorunudur.

İnsan düşüncesinin oluştuğu ve yönetildiği yer olan beynimiz bilindiği gibi yaşamımıza dair olumlu ya da olumsuz her şeyden adeta sorumludur. Bu durumda bütün mesele beynimizin işleyiş mekanizmasının çözümlenmesi düşüncelerin nasıl oluştuğunun ve nasıl yönetildiğinin ortaya çıkarılmasıdır. Bu ise sadece nörologların ya da tıp biliminin altından kalkabileceği bir sorun değildir. Zaten şu ana kadar da bu alanda fazlaca bir yol kat edilememiştir. Aslında insan beyninin ürünü olan düşünce ve eylemler yine o kişinin geçmişte yaşadığı olaylar ve deneyimler tarafından belirlenmektedir. Kişilik dediğimiz kavram tüm bunların bileşkesidir. Geçmişte yaşanılan her olay deneyim ya da bilgi, beyin hücrelerinin içinde bir takım protein zincirlerinin oluşmasına ya da bir çeşit yolların oluşmasına neden olmaktadır. Bu yollardan daha sonra düşünce oluşumu ve yönetimi esnasında elektronik sinyaller rahatlıkla geçerek çeşitli kararların alınmasını ya da alınamamasını ve uygulanmasını sağlarlar. Örneğin iğne battığında acı hissini yaşamamızın ya da çok sevdiğimiz bir tatlıyı yediğimiz zaman mutluluk hissini yaşamamızı sağlayan bu elektronik sinyal bağlantılarıdır. Bütün bunlar aslında yaşadığımız olaylara beynimizin getirdiği yorumla ilişkilidir ve bu yorum da beynimize yine geçmişte yaşanan olaylar esnasında öğretilmiştir. Örneğin aynı restorana gittiğimizde aynı yemeği yeme eğilimimiz bu şekilde kolayca oluşmaktadır. Sigara içen bir kişinin bir türlü bu alışkanlığından kurtulamamasının nedeni de yine budur.

Bütün bu beyinsel aktiviteleri bilimsel açıdan incelediğimizde bütün olup biten yaklaşık 1200 g olan beynimizde bulunan yaklaşık 100 milyar kadar hücre arasındaki çok küçük elektriksel sinyallerin sürekli olarak merkezler arasındaki hareketidir. Düşüncenin oluşumu da bunun eyleme dönüşmesi de tamamen elektronik sinyaller aracılığı ile olmaktadır. Bu sinyaller boyutların çok küçük olduğu mikro evren de gerçekleşmektedir. Mikro evrende (uzunluk<< 10-6m) gerçekleşen bu olaylar yine bu evrenin kurallarıyla ancak gerçekleşebilir. Mikro evreni yöneten yasaları konu alan kuantum fiziği bu alanda yapılacak çalışmaların olmazsa olmazı konumundadır. Zira kuantum fiziği mikro evreni yöneten yasaları aslında 1900 yılından beri araştırmakta ve çok önemli ölçüde de çözümlemiştir. Bu nedenle insan beyninde meydana gelen düşünceler ve bunların yönetilmesi, eyleme dönüşmesi konusu kuantum fiziği yasalarının yönetimi altındadır. Örneğin mikro evrende tünel olayı gerçekleşir, yani bir elektron kendi enerjisinden daha büyük bir enerji barajını aşıp barajın arka tarafına ulaşabilir. Bu kuantum mekaniksel ve mikro dünyaya ait bir olaydır ve her an gerçekleşir. Buna benzer birçok olay yine kuantum dünyasında şuanda gerçekleşmektedir.

Kuantum fiziğinin düşünce dünyamız ve bunun yönetilmesinde nasıl kullanılabileceğine geçmeden önce mikro dünyayı şekillendiren ya da yöneten kuantum evreni nin bazı çok temel bulgularına kısaca göz atarsak şunları özetleyebiliriz.

1-Mikro Evrenin Hareketliliği (Dinamizmi): Kuantum Fiziğinde ve dolayısıyla mikro evrende her şey mutlak anlamda hareket halinedir. Durağan ya da statik hiçbir tanecik yoktur. Zaten kuantum fiziği statik sistemlerle ilgilenmez. O halde mikro dünyanın en temel özelliklerinden birisi mikro evrenin dinamik olmasıdır.

2-Mikro Evrende Kesiklilik (süreksizlik) ya da Kuantizasyon: Enerjinin aslında sürekli olmadığı fikri ilk kez kuantum fiziğinin en önemli kurucularından biri olarak anılan Max Planck tarafından 1900 yılındaki fizik kongresinde ortaya atılmıştır. (Enerji = n h f ….burada n bir tam sayı, h Planck sabiti olarak adlandırılan evrensel bir sabit ve f de frekanstır.) Bu düşünce o güne kadar var olan düşünceleri temelden sarsmış ve yeni bir dünyanın yani kuantum dünyasının doğmasına neden olmuştur. Madde yani kütle mikro dünyada kuantizedir yani madde belli noktalarda bulunan atomlardan meydana gelmiştir. Einstein’ın “Enerji ile kütle eşdeğerdir.” ( E=mc2 ) ifadesi ile bu fikir birleştirildiğinde enerjinin kuantize olması gerektiği hemen anlaşılabilir. Artık hakkında hiçbir kuşku bulunmayan bu kesin gerçek bizi daha sonra momentum, konum, hız ve açısal momentum gibi birçok kavramın mikro dünyada kuantize olduğunu keşfetmemizi sağlamıştır.

3- Mikro Evrende Dalga Fonksiyonu (Ψ): Mikro evrenin kuantize oluşu daha sonra Erwin Schrödinger’i mikro dünyadaki bütün taneciklerin uyması gereken bir denkleme götürmüştür. Bu denklem ünlü Schrödinger Dalga Denklemi’dir. Bu denklemin en önemli yeniliklerinden biri taneciklerin davranışının bir matematiksel fonksiyon (Ψ) tarafından tanımlanmasıdır. Bu fonksiyonun belirlenmesi ile söz konusu taneciğin bütün özellikleri belirlenmiş oluyor. Bu şekilde (Ψ) nin devreye girmesi ile bunun karesine eşit olan olasılık yoğunluğu devreye giriyor. Yani parçacıklar uzayın belli noktasında belli bir anda belirli bir olasılıkla var olabilmektedir. Böylece klasik fizikteki determinizm ortadan kalkıyor ve olasılıklar devreye giriyor. Artık hiçbir şey eskisi kadar kesin değil ya da hiç kesin değildir. Ancak bazı olasılıklarla tanecikler belli yerlerdedir. Ünlü fizikçi Einstein dahi bu gerçeği kabul etmekte zorlanmıştır ve “Tanrı asla zar atmaz” demiştir. Ancak gerçek odur ki mikro dünyada kesinlik yok ve olasılıklar vardır.

4- Mikro Evrende Heisenberg Belirsizlik ilkesi: Olasılıklar fikri daha sonra Heisenberg’i olasılıkların olduğu yerde belirsizlikler de vardır fikrine götürmüş ve kendi adıyla anılan yine çok önemli bir yasa olan belirsizlik ilkesini ortaya koymasını sağlamıştır. Artık yapılan ölçümler kesin değildir. Her ölçümde bir belirsizlik vardır. Eğer siz örneğin elektronun konumunu ve ona bağlı olan hızını ölçmek isterseniz, konumu ne kadar doğru ölçerseniz o ölçüde hızını ölçemezsiniz ya da hızını ölçmedeki belirsizlik artar. Bu belirsizlik sadece mikro evrende etkili olabiliyor. Makro evrende belirsizlik çok küçük olduğu için hiçbir etkisi yok biz bunu doğal olarak algılamıyoruz.

5- Mikro Evrenin Dual (ikili) Yapısı: Fizikçileri şaşırtan bir başka çok önemli konuda mikro evrende ya da atomik boyutlarda maddenin ve ışığın dual (ikili) karakteridir. Diğer bir deyişle madde yani tanecik bazen dalga karakterine bazen de tanecik karakterine bürünür. Aynı dual karakter ışık için de net bir şekilde gözlenmiştir. Işık bazen tanecik yani foton gibi bazen de dalga gibi davranır. Ancak ya biri ya da öteki duruma hakimdir. İkisi de aynı anda varolamazlar.

6- Mikro Evrende Tünel olayı: Kuantum fiziğinin diğer birçok önemli gözlemi tünel olayı olarak isimlendirilen olaydır. Bu olay bize mikro dünyada örneğin bir elektronun olmaması gereken yerde bulunabileceğini göstermiştir. Klasik açıdan bir elektron kendi enerjisinden büyük bir duvarı aşarak duvarın arka tarafına geçemez. Oysa kuantum mekaniksel denklemler ve gözlemlerimiz göstermiştir ki, bu mikro dünyada her an gerçekleşen olağan bir olaydır. Örneğin elektronik aletlerimizde kullandığımız transistorler de bu olay çok olağandır.

7-Karşılıklı Etkileşim (Correspondence) İlkesi: Kuantum fiziği ile klasik fizik arasındaki ilkeler ve yasalar bu denli çelişkili olduğuna göre acaba nerede ve nasıl bu ikisi kesişebilir diye bakıldığında ise şu sonuç net olarak bulunmuştur. Kuantum fiziği yasalarından klasik fizik yasaları elde edilebilmektedir (tümevarım ilkesi). Yani mikro dünyanın verilerinin birleştirilmesi ile makro dünya hakkında bilgiler elde edilebilmektedir. Bu tersinir olmayan bir ilişkidir. Yani makro dünya (klasik fizik) yasalarından mikro dünya (kuantum fiziği) yasaları elde edilemez.

dost1
22. September 2008, 06:24 AM
Yukarıda çok kısaca ifade edilen ve bunlar gibi birçok bilimsel yasa insan düşüncesinin de üretildiği ve yönetildiği yer olan insan beyninde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla insan beyninin işletim sisteminin bu yasalara uymak zorunluluğu açıktır. Normal insan sağduyusu ve mantığı ile çelişen bu bulgular mikro evreni şekillendirdiğinden insan düşüncesini de mutlak anlamda şekillendirmektedir. O halde yapılması gereken şey bu yasaların yardımıyla insan beyninin işleyiş mekanizmasını kuantum fiziği yasaları ile yeniden çözümlemektir. Ancak bu konu o kadar da kolay olamamaktadır. Aslında oldukça farklı ve karmaşık bir çalışma alanına girmiş oluyoruz. Zira insan yaşamını yöneten beyinsel aktiviteler ya da kısaca düşüncelerin çözümlenmesi ya da yönetilmesi konusu bir çok disiplinin birlikte çalışmasını gerektiren bir konudur. Ancak çözümlemenin belki de en önemli aşamasını, mikro evrendeki kuantum fiziksel yasaların insan düşüncesine uyarlanması oluşturmaktadır.

Mikro dünyayı yöneten kuantum fiziksel yasalar ile yine mikro dünyanın ürünü olan insan düşüncesi birleştirildiğinde çok temel anlamda öne çıkan bazı noktalar şunlardır.

1- Düşüncenin Kuantizasyonu: İnsan düşüncesi fiziksel açıdan incelendiğinde enerji anlamına gelmektedir. Düşünce, mikro tanecikler olan beyin hücreleri tarafından meydana getirildiğine göre mikro evren in yasalarıyla yönetilmelidir ve kuantize olmak zorundadır. Gerçekte yaşam, beyinde düşünce kuantları nın oluşması ve bunların insan bedenini yönetmesi anlamını taşımaktadır. Herhangi bir düşüncenin yönetilmesi ya da yönlendirilmesi o düşünceyi oluşturan çok küçük elemanter parçacıklar olan düşünce kuantlarının yönetilmesi anlamına gelmektedir. Bu olay ise bütün bir düşüncenin kontrol edilmesine oranla çok daha kolay olmalıdır. Çünkü düşünce kuantları enerji miktarı olarak değerlendirildiğinde düşüncenin tamamına göre çok daha küçüktür. Bu anlamda yapılması gereken şey kuantum fiziği yasalarını kullanarak düşünce kuantlarının ortaya çıkışı ve gelişiminin çözümlenerek kontrol edilmesidir. Her hangi bir olay ya da konu hakkındaki özellikle olumsuz ve rahatsız edici istenmeyen düşünceler bu şekilde ayıklanarak yok edilebilir ve istendik türden yapıcı ve olumlu düşüncelerin ortaya çıkması sağlanabilir.

2- Düşüncenin Matematiksel İfadesi: İnsan düşüncesi bir çeşit enerji olduğuna göre ona eşlik eden ve onu tanımlayan bir matematiksel dalga fonksiyonu yani düşüncenin fonksiyonu olmalıdır. Bu fonksiyon o düşünceye ait her türlü bilgiyi içinde barındırır. Dolayısıyla tespit edilmesi durumunda o düşünceye ait her şey bilinir duruma gelecektir. Özellikle istenmeyen düşüncelere ait fonksiyonların belirlenmesi ile o düşüncenin çözümlenmesi ve ortaya çıkmasının ya da yok edilmesinin sağlanması mümkün olabilecektir. Burada önemli olan nokta kuantum fiziği yasaları ile dalga fonksiyonunun bulunmasıdır.


3- Düşüncedeki Tünel Olayı: İnsanların yaşamları boyunca karşılaştıkları ve aşılması mümkün olamayan engeller (düşünsel ve yaşamsal sorunlar) gerçekte özel bir teknik ile yani tünel olayı ile aşılabilir. Bu bir elektronun gerçekleştirdiği tünel olayından asla farklı değildir. Bunun için gerekli koşulların sağlanması ve nasıl yapılacağının kuantum mekaniksel anlamda belirlenmesi gerekmektedir. Böylece üstesinden bir türlü gelemediğimiz yaşamsal sorunlarımızı bu özel teknik sayesinde yeterli enerjimiz olmasa dahi aşabilecek ve yeni ufuklara doğru rahatlıkla yol alabileceğiz.

4- Düşüncede Tümevarım ilkesi: İnsan beyninde meydana gelen düşünce kuantları nın birleştirilmesi ile düşüncenin bütünlüğü yani makro düşünceler elde edilebilir. Böylece mikro düşünce kuantları ndan makro düşünce bloklarına geçiş yapılabilir. Bu düşünce blokları doğrudan yaşamımıza ait düşünceleri, kararları, eylemleri kısacası her şeyi kapsamaktadır.

Sonuçta insan beynindeki düşüncelerin fizyolojik anlamda çok küçük elektronik sinyallerden meydana geldiği ve dolayısıyla da enerji olduğu gerçeğinden hareketle insan düşüncesinin de kuantize olduğu ortaya çıkmaktadır. O halde sorun bu düşünce kuantlarının kontrol edilmesi ve yönetilmesi sorunudur. Düşüncenin süreksizliği ya da kuantize olduğu gerçeğinden hareketle hepimizin sıkıntıya girdiği ve istemediği ya da kurtulmaya çalıştığı düşüncelerden ve dolayısıyla da eylemlerden kurtulması mümkün olabilecektir. Bir anlamda insanın mutluluğu bu şekilde ciddi olarak artırılabilir. Ancak bunun için sadece düşünce yönetiminin kuantum mekaniksel teorilerinin geliştirilmesi yetmez, buna ilaveten bu modellerin insana kazandırılması için nasıl bir eğitim sürecinin gerektiği de ortaya konmalıdır. Bu gerçekte ciddi çalışma ve sabır gerektirmektedir. Her şeye rağmen, kısa bir süre sonra insan zekasının harika birikimleri ve kuantum fiziği sayesinde yine insan zekasının ortaya çıkardığı ve insanın mutluluk yollarını tıkayan engeller rahatlıkla aşılabilecektir.

dost1
22. September 2008, 06:26 AM
Prof. Dr. Mustafa EROL
Dokuz Eylül Üniversitesi,
Buca Eğitim Fakültesi, Fizik Eğitimi Anabilim Dalı, İZMİR.

Irade
--------------------------------------------------------------------------------

“İradene egemen ve fakat vicdanına esir ol.” Eflatun
“Nereye gittiğini gerçekten bilen insana, Dünya kenara çekilir.”

İRADE KAVRAMISözcük kapsamında irade, öztürkçe karşılık olarak istenç ile eşdeğer olup: “İnsanın herhangi bir eylemi gerçekleştirme yolunda iç ve dış koşullarıyla belirlenen bilinçli kararlılığı” olarak tanımlanabilir. Diğer bir deyişle, bir şeyi yapmayı, ya da yapmamayı seçtiren ve gerçekleştirebilen güçtür.
İrade, ruh bilim açısından ise, itici bir güç ve bilim yetisidir. Duygusallığa karşıt olarak ussallık anlamında kullanılır. İnsan iradeli veya iradesiz olarak doğmaz. İrade, bireyin toplumsal deney ve bilgilerinden doğar.
Kalıtımla gelen genlerinden yansıyan özelliklerin, eğitim, çevre koşul ve etmenlerinin geliştirilmesi sonucu, kişiyi yaşam boyu etkileyen bir öge olarak, bireyin azmini yönlendiren ve düzenleyen İrade, kişiye özgü karakteristikler gösterir.

İRADENİN TEMEL BİLEŞENLERİ VE OLUŞUM EVRELERİÇocuğun gelişimsel dönemleri ve özellikleri dikkate alındığında, birinci yaşın sonuna doğru çocuğun kas ve hareket dizgesi iyice gelişir. (Ayağa kalkmak ve yürüyebilmek, çocuğun anne kucağından çevreye doğru uzanması; yatay ve bağımlı var oluştan, dikey ve hareketli, özerk varoluşa geçişin ilk adımlarıdır.) Hareket dizgesinin gelişmesi yanı sıra, çocukta işeme ve dışkılama işlevlerini gören büzgeç kaslar olgunlaşmakta, bu faaliyetler artık isteğe göre yapılabilmektedir. Yani çocuk isterse tutabilir, isterse bırakabilir. Böylece birbirlerine karşıt iki istek, iki eğilim ortaya çıkar ve birbirine karşıt iki istek arasında çocuk seçim yapabilme durumuna girer. Bu durum, insanoğlu için yepyeni bir yetinin gelişmesi demektir; istemek ya da istememek; yapmak ya da yapmamak. İşte, özerklik duygusu, birbirine karşıt istek ve eğilimler arasında bir seçim yapabilme gücüdür. İşeme ve dışkılamayı isteyince tutabilme ya da bırakabilme, giderek toplumsal anlam taşıyan birçok davranış görüntülerine de geçer ve genelleşir... Bu evrede, çocuk birbirine karşıt duygu ve eğilimler üzerinde giderek bir denge kurmayı, seçim yapabilmeyi ve istenç(İrade) yetisini geliştirir. Kendi benliğine saygısını yitirmeksizin, kendi kendini denetleyebilme duygusundan iyi niyet ve onur duygusu doğar. Bu bağlamda özerklik duygusu, bireyin yalnızca ayrılaşmış bir varlık olduğunun algılanması değildir. Aynı zamanda, karşıt dürtü ve eğilimler arasında bir seçim yapabilmesi; benlik saygısını yitirmeden, utanç ve kuşkuya kapılmadan kendi kendisini denetleyebilmesidir.

Nasıl bir insan diğerine benzemiyorsa, irade güçleri de her insanın doğuştan gelen fiziksel ve ruhsal yapısına, aldığı eğitime ve yaşadığı toplumsal çevreye göre farklılıklar gösterir. Bundan dolayıdır ki, çeşitli olaylar karşısındaki davranışlarına göre insanlardan pısırık, zayıf iradeli, kuvvetli iradeli ve hür iradeli diye bahsederiz.
İradenin iki temel bileşeni vardır. Bunlardan biricisi “seçme ve karar verme”, ikincisi ise “eylemdir”.
1. Seçme ve Karar verme: Kişi özgür seçimlerini eyleme dönüştürebildiği ölçüde iradesini kullanmış olur. Özgür seçimler yapamadığımız, seçim yapsak bile bu seçimler doğrultusunda eylemde bulunamadığımız zaman bir irade eksikliği içinde yaşarız. İrade eksikliği gösterdiğimizde de kalitesi düşük bir varoluş[1] sergilemiş oluruz. İradenin yaşamımızdaki temel işlevi, kişiye çevresini kontrol etme fırsatını vermesidir.
Karar vermek, sorun çözmede ve bir engeli aşmanın her evresinde temel işlemi oluşturur. “Karar” sözcüğü genel ve yalın olarak, “bir sorun üzerinde düşünüp, taşınıp uygun olan çözümü bulmak ve bu çözümü eyleme geçirmek” anlamına gelir.
Oluşturulan davranış kalıbının, yapılacak eylemin niceliğine ve niteliğine göre kimi kez bir seçim yapabilmek için birbirini izleyen kararların alınması gerekli olabilir. Bir davranış kalıbı seçiminden, eylemin yapılmasından önce alınacak kararların sayısı bellek deposunda bulunan bilginin miktarıyla orantılıdır.
Sibernetik dilinde karar, bütün karmaşık işlemlerin, süreçlerin sonucunda ulaşılan “evet” ya da “hayır” cevabıyla verilir. Kararlı davranış, alışılagelen, süregelen iradeli davranış anlamına gelir. Kararsızlık ise, insanın davranış ve eylemlerindeki dengeyi, düzeni, ölçüyü, uyumu bozar.
Karar vermenin ve buna bağlı olarak eyleme geçmenin önemi, televizyon kanalları arasından izlenecek programın seçiminde bile ortaya çıkar Ülkemizde televizyonlarda yayınlanan çeşitli yerli ve yabancı kanallar arasından izleyeceği programı seçemeyen, bu nedenle saatlerce kanaldan kanala atladığı için doğru dürüst televizyon izleyememekten yakınan insanların sayısı pek çoktur. Bu kararsızlık, fiziksel ve içsel çatışmaya, çelişmeye yol açar, bireyin huzuru ve rahatını kaçırır.
Önemli, önemsiz pek çok konuda iradeli davranışa ihtiyacımız vardır. Meslek seçerken, iş veya eş seçerken, gömlek alırken bile irademizi sergilemeye ihtiyacımız vardır. Nice yetişkin yaştaki erkeğin, övünme mi yoksa sızlanma mı olduğu belli olmayan bir üslupla; “Ben kendime bir çöp alamam; gömleklerimi bile eşim seçer” dediğini duyarız. Pek çoğumuz mağazalarda iki gömleğin veya iki kazağın önünde dakikalarca kararsızlık içinde dururuz. Kısaca seçme, önümüzdeki seçeneklerden bir tanesini diğerlerinden ayırmak, gerçekleştirmek demektir. Bu konuda bir köşe yazarı şöyle demektedir:
“Sürekli fark etmez diyen insanlar görüyorum. ‘Efendim kahveniz nasıl olsun?’ yanıt ‘fark etmez’, ‘Ne zaman yemek yiyelim?’ yanıt yine ‘fark etmez’ . Oysa fark eder ve hem de çok fark eder! Kahveyi nasıl istediğimizi söylemeliyiz, yemeği “saat 20.00’de yesek iyi olur’ demeliyiz.
Gerçekten de ne istediğimizi fark etmemiz ve söylememiz, yani seçim yapmamız , hem bizler hem de başkaları için fark eder. Sağlıklı seçimler yapabilmek bireyi güçlü kılar.
Doğmak elimizde değildi, ölmemek de elimizde değil (bunları kabul etmeliyiz), ancak bu ikisi arasında nasıl bir ömür süreceğimiz bir ölçüde elimizdedir ve yapacağımız seçimlere bağlıdır.
Seçim yapmakta sıkıntıya düşmemizin temel nedeni, içimizdeki duygu ve istekleri yeterince bilmemektir. Gerçek isteklerimizi fark edebildiğimiz ölçüde, sağlıklı seçimler yapmamız, kararlarımızı sıkıntıya düşmeden vermemiz kolaylaşır. Ölümcül hastalıklar karşısında bile, yaşamayı bırakmak veya kalan günlerin tadını çıkarmak gibi, en azından iki seçenek vardır önümüzde. Hangisinin seçileceği bireye kalmıştır.

2. İradenin ikinci boyutu “eylem”dir. Yaptığımız seçimler, gözlenebilir nitelikte olur veya olmaz. Eylemde bulunduğumuzda, yaptığımız seçimler gözlenir hale gelir. Eylem ve davranış kavramları eş anlamlı olmayıp, tüm davranışlarımız içinden bilinçli, amaçlı ve örgütlü olanlara “eylem” adı verilir.

Bir kişinin eylemleri başlıca iki nedene dayanabilir:

İlk neden, eylem, bireyin kendi seçimine dayanabilir. Eğer kendi seçimlerimize dayanarak eylemde bulunursak, bu durumda irademizi sergiliyoruz demektir. Örneğin, içimizdeki isteklere uygun bir meslek seçmişsek ve bu mesleğe adım atmışsak, bu konuda irademizi sergilediğimiz söylenebilir.

İkinci neden ise, bireyin eylemi, başkalarının seçimlerine dayanabilir. Eğer başkalarının seçimlerine dayanarak eylemde bulunuyorsak, irademizi sergilemiyoruz demektir. Bu koşulda eylemlerimiz bir başka iradenin ürünüdür. Örneğin, çevremizin isteklerine kapılarak, bize uygun olmayan bir mesleğe girmişsek, bu konuda kendi irademizi sergilemediğimizi düşünebiliriz.
Bazen de içimizdeki isteklere uygun doğru seçimler yaparız, ancak bunları eyleme dönüştürmekte güçlük çekeriz.

Gerek isteklerimize uygun seçimler yapabilmek, gerek bu seçimleri eyleme dönüştürebilmek, insanların kendilerini ve birbirlerini eğitmeleri ile mümkündür. İrade eğitimi her yaşta olasıdır; ancak bu eğitimin çocuklara verilmesi daha işlevsel olabilir. Çocuklara irade eğitimi vermek istediğimizde temel strateji ve yaklaşımımız, çocuğun tek başına verebileceği temel bir takım kararları ona bırakmak olmalıdır. Bir takım küçük kararları sürekli çocuklar adına verdiğimiz zaman, onları gelecekte özgür seçimler yapamayan, iradesi zayıf bireyler haline getiririz.
“Küçükken doğru ayakkabıyı kendi iradesiyle seçerek yaşama adım atan kişi, büyüdüğünde mesleğini, arkadaşlarını, eşini seçerken de doğru adımlar atabilecektir.” Aksi halde birey “Ben kendime bir gömlek bile alamam” diyen bir yetişkin haline gelecektir.

Bu çerçevede irdelendiğinde, sorumluluğu ötekine atmak, değişmeye direncin bir göstergesidir. Başımıza gelenlerin sorumluluğunu başkalarına yüklediğimizde, satır arasında farkında olmadan şunu söylemiş oluruz:
“Başıma gelenlerin sorumluluğu bana değil, bir başkasına ait; o halde içinde bulunduğum durumdan kurtulmam için bir şeyler yapmamın faydası yok.” Bu düşünce şekli yanlıştır, yanlıdır, bir şeyler yapmaya direncin ifadesidir.

Sorumluluğu başkalarına atmak, başlıca iki alanda sorun yaratır. Bireylerin ruhsal sorunlardan kurtulmalarını güçleştirir, bunun yanısıra toplumların ve organizasyonların gelişmelerini engeller ve bir anlamda onların ruh sağlıklarını ve yönetim sağlıklarını bozar.
Çatışmaların ve hataların sorumluluğunu tamamen karşımızdakine yüklememeliyiz; ancak tümüyle biz de yüklenmemeliyiz. Bu konuda elden geldiğince objektif olmakta yarar vardır. Genel bir ilke olarak, bir çatışmanın nedenini ararken, bir parmağımızı karşımızdakine doğru uzatırken, diğer parmağımızı da kendimize uzatmalıyız. Güzel bir İngiliz özdeyişi vardır bu konuda: “Suçlamak için işaret parmağımızı karşımızdakine uzattığımız zaman, üç parmağımızın yönü kendimize döner.” Ancak çoğunlukla bizler, o üç parmağı farkedemeyiz.

dost1
22. September 2008, 06:27 AM
DÜŞÜNSEL BOYUTTA İRADENİN VARLIĞIAkıl, sezgi, eğitim ve kültür gibi bireyin düşünce ve bilincini oluşturan temel olgular, bireyin iradi davranışlarını da belirlemektedir. Bu şekilde, bir davranışın iradi olarak değerlendirilebilmesi için, o davranışın düşünce ve sorumluluk ürünü olması gerekecektir.

Yaşamda düşünce her zaman eylemden önce gelir. Yani kişinin bir eylem yapabilmesi için, önce o eylemi yaptıran düşüncenin olgunluğuna erişmesi gerekir. Bir kişinin yaptığı eylemlere bakarak, aldığı kararları irdeleyerek, o kişinin düşüncesinin akış şeklini ve formasyon’unu anlamamız her zaman olasıdır. İnsan düşünceleri ve dolayısıyla davranışları, diğer insanların düşünce ve sözlerinden etkileniyorsa, bu noktada bu insanlar tarafından yönlendiriliyor ve programlanıyoruz demektir. Çünkü, düşünce o kadar hareketli ve o kadar ele avuca sığmayan bir güçtür ki, odaklayacağımız özdirencimiz bile, ne kadar iyi niyetle hareket etsek de sürekli aksayacaktır. Çünkü, ne kadar güçlü olursak olalım, düşüncenin akışına set çekmek olası değildir. Bizim ısrarımız, düşüncenin sağa sola, olumluya olumsuza kaymasına engel değildir. Düşünce, tüm çatışan güçlerin, tüm olumlu ve olumsuzlukların birbirleriyle karşı karşıya geldikleri ve sürekli savaştıkları bir arenadır.

İnsanın düşünce tarzını değiştirebilmesi, geçmişinin derinliklerinde adeta gömülü bulunan; eski, köhnemiş ve peşin yargılı düşünce ve alışkanlık putlarından kendisini sıyırma çabasına girmesi ile olasıdır. Olumlu yönde düşünce alışkanlığı edinme; bir eğitim olayı, bir yaşam felsefesidir. Çünkü insanoğlu hep olumsuz ifadeler, korkular ve yorumlarla düşünmeye alışmıştır.

Doğru Düşünememek:
Bir konuyu iyi anlayabilmek için, öncelikle, zihnin, o konuyu doğru anlayacak şekilde donatılması, ya da konuyu doğru anlamaya hazır hale gelmesi gerekmektedir. Bunun adı, doğru düşünmeyi bilmektir. İnsanların yanıldıkları noktalardan birisi, doğru düşünmeyi bilip bilmedikleridir. Herkes, doğal olarak, doğru düşünmenin ne olduğunu düşünmeden doğru düşündüğünü düşünür. Oysa, insanoğlunun önyargıları vardır; zaman zaman, bazı olay ve olguları, işine geldiği şekilde anlama ve değerlendirme gibi kötü bir alışkanlığa sürüklenebilmektedir. Bazen, çıkarlar insanın doğru düşünmesini engellemektedir. Bazen de sosyal baskı, insanı doğru düşünme yöntemleri konusunda miyoplaştırabilmekte, hatta körleştirebilmektedir.
Doğru düşünmek, insanı, olay ve olguları oldukları gibi görmek, fikirler ve olaylar arasındaki bağlantıları doğru tespit etmek, doğru açıklamak, doğru anlamak ve doğru yorumlamaktır. Normal sınırların ötesindeki korku, sevgi, bağımlılık, duyarsızlık, insanın doğru düşünmesini engelleyen hususların başında gelmektedir.
Doğru çalışabilmesi için, insan aklının çelişkileri kolayca fark edebilme özelliğinin körelmemiş olması lazımdır. Bir çelişmeyle karşılaştığı zaman aktif hale geçmek insan aklının özel niteliklerinden biridir. İnsanlık tarihindeki her türlü ilerleme buradan kaynaklanır. İnsan, çelişmeleri bilinçli şekilde fark edip de buna karşı eylemle tepkide bulunmaktan alıkonacak olursa, bu çelişmelerin varlığı ister istemez inkar edilecektir. Çelişmeleri uyumlu bir hale getirme, böylece onları inkar etme, bireysel hayattaki rasyonalizasyonlarla toplum hayatındaki ideolojilerin (yani sosyal olarak kalıplaşmış rasyonalizasyonların) sayesinde gerçekleşmektedir. Bununla birlikte, eğer insan aklı yalnızca akla uygun cevaplarla ve gerçekle tatmin olabilseydi, bu ideolojiler etkisiz kalırdı. Şu var ki, kendi kültüründen olan insanların çoğunun paylaştığı, ya da güçlü otoritelerin öne sürdüğü düşünceleri gerçekmiş gibi kabul etmek de insanın özelliklerinden biridir. Çelişmeleri uyumlu hale getirmeye çalışan ideolojiler kamuoyu ya da otoriteler tarafından desteklenecek olursa, insanın kendisi tam olarak huzura kavuşmasa bile, aklı yatışmış olacaktır

dost1
22. September 2008, 06:28 AM
SOSYAL PARAMETRELER YÖNÜNDEN (AHLAK-HUKUK-DİN) İRADEİnsan, toplum denen sosyal bir çevre içinde doğar, yaşar ve ölür. Aristo'nun deyimiyle "Sosyal bir Yaratık" olan insanın yaşadığı bu sosyal düzeni sağlayan sosyal ilişkilerinin temel zeminini oluşturan hukuk, din ve ahlak kuralları mevcuttur. İnsan kendi iradesiyle bütün yaptıklarından veya yapamadıklarından dolayı kendine karşı birey olarak sorumlu olmanın yanı sıra, topluma karşı hukuken, din’en ve ahlak'en de sorumludur.
Ne bireysel, ne de sosyal hiçbir varlığın bilinçsizce veya tesâdüfî hareket ettiği düşünülemez. Her hareketi meydana getiren neden olarak mutlaka bir iradenin, başka bir deyişle sebebin ve belli bir amacın varlığı kaçınılmazdır. Sosyal değişmeler olarak da görebileceğimiz toplumsal hareketlerde sosyal bir irade de söz konusudur. Bunu, bireysel iradenin toplumsal boyuttaki bir açılımı olarak da ele alabiliriz.
Ahlâk boyutu
Ahlâk sorununa istenç özgürlüğü açısından bakan Thomas’a göre, tinsel yetilerin en üstünü Akıl ile İradedir. Aklın iradeye üstün olmasına, onu yönlendirmesine karşın, irade özgürdür, seçme yeteneği vardır ve bu seçme özgürlüğü ahlâkın temel ilkesidir. Bu nedenle ancak özgür iradeye dayanan bir eylem iyi olabilir. Eylemlerin özgür irade ve düzenleyici akıla dayalı düşüncelerden oluşması gerekir.
Ahlâki sağduyuya varmanın bir yolu da halihazır değerlere karşı gelmektir. Sina Dağı’ndaki bir ayin sırasında İsa tekrar tekrar bir şeyin altını çizer: “Size söyleyeceklerimi eskiler de bilirler ama ben yine sizlere söylüyorum...” Ahlaki açıdan hassas olan bireyin dilinden eksik etmediği sözlerdir bunlar: “yeni şarap eski şişede saklanmaz, saklanırsa şişeler patlar ve şarap yerlere dökülür.”
Hukuk boyutu
Hukuk kuralları, zorla yaptırım gücü olan davranış kuralları olup, bireysel irade tarafından konulan ve insan davranışları yönlendiren emir, yasak ve izinler olarak tanımlanabilir.
Hukuk kuralları bir emir, yasak veya izin içerir. Bu emrin, yasağın veya iznin konusu da bir toplumsal bir davranış olup, bu emrin, yasağın veya izinin bireysel irade tarafından konulduğu hususu kabul gören bir görüştür. Diğer bir ifadeyle hukuk kuralları, “olması gereken”i ifade eden; konuları bireysel davranış; koyucuları da bireysel iradedir. Ancak bu üç özelliğe sahip her kural hukuk kuralı değildir. Diğer toplumsal düzen kuralları (ahlâk ve örf ve âdet vb) da bir olması gerekeni ifade ederler, yani bir şeyi emrederler, bir yasak koyarlar, yahut bir şeye izin verirler. Dolayısıyla diğer toplumsal düzen kuralları da normatif (kural gücünü taşıyan-düzgüsel) niteliktedir. Diğer toplumsal düzen kurallarının da konusu insan davranışıdır. Emrettikleri şey, koydukları yasak insan davranışları üzerinedir. Dahası diğer toplumsal düzen kuralları da bireysel irade, yani insanlar tarafından yaratılır.

Hukuk da, hukuk kurallarının bütününden oluşmuş bir düzendir. O halde, hukuk düzeni, insan davranışın bireysel irade tarafından yaratılan zorlayıcı düzeni olarak tanımlanabilir .

dost1
22. September 2008, 06:29 AM
Hukuk Kurallarının Koyucusu: İnsan İradesi
Yukarıda vurgulandığı şekliyle hukuk kurallarının, bir emir, yasak veya izin içerdiğini, bu kuralların konusunun bir insan davranışı olduğunu ve bunlara iznin yine insanlar tarafından verildiğini ifade ederek, bu bağlamda da hukuk kurallarının yaratıcısının bireysel irade olduğunun altını çizelim. Kısacası hukuk kuralları, insan iradesi tarafından yaratılan ve ortaya konulan olgulardır. Dolayısıyla insan iradesi tarafından konulmayan bir yaptırım da hukuk kuralı olamaz . Bu şu anlama gelir ki, bir irade tarafından, en azından bir insan iradesi tarafından konulmayan tabiî hukukun ilkeleri birer hukuk kuralı değildirler. Hukuk kuralı insan iradesinin bir ürünüdür; kural koyan irade yoksa kural da yoktur .

İnanç ve din boyutu
Dinler açısından irade, bir Tanrı gücüdür.
Origenes’in ünlü teslisi (üçleme) şöyledir: “İnsanda Akıl, Tin ve İrade olmak üzere üç Tanrısal öğe vardır ve insanın başlıca özelliği, özgür bir iradesinin bulunmasıdır
İnsanoğlunun varoluşundan günümüze dek, “kader” ve “irade” kavramları üzerinde düşünmeye ve fikir üretmeye başladığında, bireysel ve toplumsal boyutta kendine sorduğu ve yanıtlarını aradığı temel soruları genelde değişmemekte olup, bunlar:
• Bir Tanrının varlığına inanmamız gerekli midir?
• Tanrı var ise, kaderin belirlenmesi ve gerçekleşmesi yalnız onun tekelinde midir?
• Kadere, bireyin iradesinin etkisi var mıdır? Eğer varsa sınırları nedir? Birey, kendi kaderini değiştirme şansına veya becerisine sahip midir?
• Eğer her şey Tanrının iradesinin altında belirleniyor ve gerçekleşiyor ise, bireyin sorumluluğu söylemi anlamsız olmuyor mu?,
şeklinde sıralanmaktadır.
İnsanın varoluş öyküsüyle birlikte, akıl, sezgi ve şüphe silahlarını kullanarak yanıtlamaya çalışıp, çözüm arayışlarına girdiği yukarıdaki soruları, daha da çeşitlendirmek olasıdır. Bu soruların yanıtlarının dayandığı temel etmenler, kader ve iradenin, birey ve toplumlarca nasıl anlaşıldığı veya modellendiği ile ilgili olduğundan, önce din felsefesinin bu soruna yaklaşımına bakalım. Din felsefesinde bu sorunun çözümüne ilişkin üç farklı görüş genelde egemen olmuştur. Bu görüşlerden:
Birinci görüş, katı kaderci görüştür. Bu görüşe göre varolan her şey ile ilgili olup, bütün durumlar ve olaylar Tanrının takdirindedir. Olayların bireyin iradesine bağlı olmadan, Tanrı tarafından önceden değişmez bir şekilde belirlendiğine inanan bu katı görüşe göre, iyilik ve kötülük Tanrı’dandır. Bu görüşe göre insanın hiç bir özgürlüğü olmayıp kaderi karşısında boyun eğmeye mecburdur.
İkinci görüş, iradeci görüş olup, birinci görüşün neredeyse tam tersini öne sürmektedir. Bu görüşe göre, bireyin tam bir özgür iradeye sahip olup, bütün eylemlerinden sorumludur. Aksi halde bireyin yaptığı kötü işlerinde, Tanrının iradesi ve kulunu mecbur edişi söz konusu olur. Bu durumda Tanrı, zorla yaptırdığı kötü bir davranış ve eylemden dolayı kulunu sorgulayıp sonra da cezalandıran, ona zulmeden durumuna düşer ki, Tanrı, tanımı gereği böyle vasıflandırılamaz. Bu görüşe göre, bireyin karar verebilecek, eylemlerini seçebilecek irade gücüne ve akla sahip oluşundan dolayıdır ki, eylemlerinden bireysel olarak insanın kendisi sorumludur.
Üçüncü görüş, din felsefesinde savunulan son görüş olup, orta bir yol izlemekte ve yukarıdaki iki görüşten bir sentez oluşturmaktadır. Bu görüşe göre kader, Tanrının elinde kapsayıcı, bütün olan (irade-i külliye) ve bireyin elinde sınırlı olan (irade-i cüzziye), olmak üzere ikiye ayrılır. Birey kendi elinde olan sınırlı iradesiyle neyi ne kadar ve nasıl isterse; Tanrı da onu yaratır. Bu görüş, Tanrının meydana gelecekleri, bireyin seçimlerini, ezelden beri biliyor olmasının, bireyin iradesini kullanmasına mani olmadığını savunur. Bireyin bir durum karşısında seçim yapması, o olayın Tanrı tarafından ezelden beri bilinmemesinden değil, bireyin sınırlı iradesi ve kendi özgür seçiminden ileri geldiği, bu görüş tarafından savunulur.

Konuyu kader kavramı yönüyle biraz daha açmaya çalışırsak, bireylerde ortaya çıkan eylem ve hareketler iki türlüdür. Bunlar:
1. İsteğe Bağlı eylemler: Yapmak ve yapmamak bireyin elindedir. Birey, irade-i cüzziyesi ile bunu ister, Tanrı’da yaratır. O yüzden birey, kendi yaptığı işlerden sorumlu olur. Okumak, ders çalışmak, namaz kılmak, içki içmek... gibi. İnsan, kendisinde bulunan ve bir bütün olarak kabul edilen iradesini kullanarak bu hareketleri yapar ve bunları kendisi için iradi fiil haline getirir. Örneğin, bireyin önünde gece kulübüne, sinemaya, ibadet mekanına veya kütüphaneye gitmek veya gitmemek şeklinde tercihler bulunsa, insanın bunlardan birini tercih etmesi istense, bu taktirde insanda hem külli iradenin, hem cüz'i iradenin varlığı görülür. Söz konusu insan, bu mekanlardan birine gidip gitmeme noktasında külli, bunlardan birini tercih ettiğinde ise cüz'i iradesini kullanma halindedir.
Gerçekte insan yaşamı, sürekli bir tercihler zinciri şeklinde devam edip gitmektedir. İnsan kendisinde bulunan irade-i cüzziyesiyle Tanrı'nın emirlerine uygun veya ters tercihlerde bulunur. Tanrı da, bireyin tercihine uygun olarak o fiilleri yapma kudretini yaratır. O fiilleri isteyen ve yapan birey, eylem ve fiillerinden de sorumlu olur. Bu eylemlerinde kendisi tercih yaptığından, eylemlerinde mecbur değildir. Böylece bu yönüyle yapılan tercihler, hayat boyu bireyin uygulamaları ve yaşam tarzını oluşturur.
2. İsteğe Bağlı olmadan yapılan eylemler (refleks hareketler): İnsanların kendi iradesi ve isteği olmadan oluşan eylem ve hareketlerdir. İnsanın acıkması, hasta olması, unutması ve yanılması gibi hareket ve eylemler olup, bu olgular iradenin etki ve kapsama alanına girmeyen eylemlerdir.

dost1
22. September 2008, 06:30 AM
HÜR-ÖZGÜR İRADE KAVRAMI“
Hür İrade, konuyu bilerek karar verme gücünden başka bir şey değildir.” Engels
SOKRAT, öğrencilerini yetiştirirken "okuduklarınızı ve duyduklarınızı değil, kendi öz düşüncelerinizi, kendi içinizde olup bitenleri söyleyin. Başkalarının ağaçlarından meyve yeme alışkanlığından sıyrılarak, kendi bahçenizin fidanlarını yetiştirin. İşte o zaman, meyve yemenin zevkini tadacaksınız" diyerek, öğrencilerinin kendi kişiliklerini ve iradelerini özgür düşünce ortamında geliştirmeye yöneltmiştir.

Akıl ve özgür irade ön plana çıkmasıyla ilk fikir çatışmaları, farklılık ve anlaşmazlıklar da su yüzüne çıkmaya başlar. Bu, bir yerde bir yığın anlaşmazlıklar olarak görünse bile insanın gelişmesinin de başlangıç noktasıdır. Yaşamda hiçbir şey, önündeki engelleri yıkmadan elde edilemez. Bir insanın gerçek varoluşunu kabullenebilmesini engelleyen şeyler, hep haz arzuları ve ıstırap korkularıdır.

İnsanlarda karar alma ve kararı yerine getirebilme özgürlüğü vardır. Karar alma bir kaç olanak karşısında bunlardan birini seçebilme serbestisidir. İnsan bu yetkiyi küçüklüğünden beri kendinde bulur. Dolayısıyla düşünce özgürlüğü ve bunu uygulama yani hür irade doğal olarak insanda doğuştan vardır. Ancak hür irade insanın; her istediğini yapması, başkalarının zararına da olsa hür düşündüğünü uygulamaya koyabilmesi değildir. Oysa hangi tür özgürlük olursa olsun, insanlara hiç bir zaman ve mekanda sınırsız olarak verilmemiştir. Zira sınırsız özgürlük fayda yerine zarar getirdiği gibi, toplumu fikir, düşünce ve ahlâk kargaşasına ve yozlaşmaya götürür. Tıpkı, “Demokrasilerde de, demokrasiyi yok etme özgürlüğü bulunmaması” gibi...
Tasarladığımız bir eylemi, düşünceye uygun olarak gerçekleştirebilme, ancak iç ve dış koşulların uygunluğuyla mümkün olur. Örneğin, fiziksel bedeni koşulları uygun olmayan bir şahıs, ne kadar çok parası olursa olsun içki içemez. Buna karşı parası olmayan insan da, beden yapısı ne kadar uygun olursa olsun içki içemez. Demek ki, İrade uluorta bir özgürlük değil, çeşitli koşullara bağlı ve onlarla belirlenen ve onları bilerek bir karar verme özgürlüğüdür.

Nedensellik ilkesine göre evrende oluşan her hareketin bir nedeni olmak zorundadır ve ortaya çıkan hareket veya enerji de başka sonuçlara neden teşkil etmektedir. Filmi geriye doğru oynattığımızda, evrende ilk atomun ya da ilk enerjinin oluşum anı, yine evrendeki son atomun ya da son enerjinin oluşumunun veya yok olmasının nedeni olmaktadır. Kısacası katı ve değiştirilemez bir neden - sonuç ilişkisi içinde kesin ve değiştirilemez bir kader kavramı ortaya çıkmakta olup, böyle bir evren modelinde, özgür iradeden bahsetmek doğru mudur acaba?
Bu yaklaşımda yanılgı, filmi geriye oynattığımızda olanın, yanlış algılanmasında yatmaktadır. Eğer, evrenin tüm yaşamını filme alır ve tersten oynatırsak, ortaya çıkan manzara bizim evrenimize ait olmaz. Örneğin kaynayan bir sudan çıkan bir buhar yığını, yoğunlaşıp aynı sırayla tekrar aynı kabın içine "bu evrende" dolmaz. Ama film geri sarıldığında bunun olduğu görülür. Bunun en önemli nedeni, bazı fizik kanunlarının, özellikle "entropi"nin "zamanda tersinmez" olmasıdır. Bu bizim evrenimizde böyledir; düzensizlik sürekli artma eğilimindedir. R. Penrose ve I. Prigogine'in dediklerine göre, "zamanın oku"nu (yönünü) yapan da bu entropi artışı veya termodinamiğin ikinci kanunu olan "maksimum entropi" ilkesidir. Demek ki zamansal olarak, kader tam da bizim tahmin ettiğimiz şekilde işlemiyor. Yani arada bir kaçak var. Fakat örneğin, Ben Goertzel'in dediği gibi bu bir "yanılsama" da olabilir ama artık bu nokta objektiflikten hızla uzaklaşır, çünkü artık felsefenin alanına gireriz

dost1
22. September 2008, 06:31 AM
İRADE VE UYGARLIK ETKİLEŞİMİ
Yunan Mitolojisinde Prometheus, tanrılara karşı bir silah olarak kullansınlar diye ateşi insanlara armağan etmişti. İnsanlar da bu tanrısal gücü, Prometheus’un öcünü almada, yani insanı köle durumuna düşüren bağlardan kurtarmada, aklın ışığıyla doğayı yenmede, yeniyi, sonsuz yeniyi aramada kullandılar, kullanıyorlar da. Bu bağlamda, her yaratıcı insan bir ateş yakıcıdır. Konfüçyüs, İsa, Solon, Muhammed, Copernicus, Newton, Ganhi, Darwin, Einstein, Freud, Marx birer ateş yakıcıdır örneğin.

Her ateş yakıcı, kendinden sonraki yaratıcı atılımları için bir başlangıç noktası ve atlama tahtası olmuştur. İsa Platon’dan, Muhammed Musa’dan, Rönesans düşünürleri ise Eski Yunan’dan, Roma’dan ve İslamiyet’ten “ateş” almışlardır. Uygarlık, dünya yuvarlağının şurasında, burasında, zaman zaman yakılan ateşlerin, her türlü sınırlar ötesinde, birbirine eklenen alevleriyle beslenip gelişmiş ve gelişmektedir. Ancak, hiçbir ateş başlı başına yüzyılların sınavına dayanamamış, er geç sönüp geçmiştir. Göçüp giden nice uygarlıklar ve dinler bunun tanığı olmuşlardır. Her sönen ateşin ilerisinde ve ufkunda başka ateşler yanıp insanlığa yeni gelişme olanakları, yeni mutluluk yolları getirmesiydi, dünyamız birbirine sadece içgüdülerini, biyolojik özelliklerini geçiren hayvanlardan farksız güdük bir insan soyunun korkunç kalabalığıyla taşardı çoktan.

Uygarlık denilince, birbirinden iki farklı kavram anlaşılır:
Bir anlamıyla uygarlık, barbarlığın karşıtı olan durumu anlatmakta olup, bu anlamda “uygar toplum” denilince, “gelişme yolunda hayli ilerlemiş, ideal ölçülere hayli yaklaşmış bir topluluk” anlaşılmaktadır.
Bir başka anlamıyla ise uygarlık, “bir toplumu başka toplumlardan ayıran, onun özgün yanını ortaya koyan, yaşam biçimlerinin, kullanılan alet ve teknolojinin, çalışma biçim ve yöntemlerinin, inançların, düşünsel ve sanatsal faaliyetlerin, siyasal ve sosyal örgütlenme biçimlerinin bütünüdür.”
Bir topluluğun uygarlık aşamasına vardığını söyleyebilmek için, kendisine bazı koşulları ve nitelikleri toplamış olması gerekir. Bu koşullar kısaca:
- Her uygarlık, belli bir iktisadi yapının biçimlendirdiği bir değerler sistemidir. İktisadi yapı denilince öncelikle, insanların doğa ile mücadelesini ve o mücadelenin ortaya çıkardığı ilişkileri içine alan, doğayı aşabilmek için çalışıp, üretmek ve üretim faaliyetinde kullandıkları maddesel araçlar, teknoloji ve bu faaliyetin doğurduğu ilşkileri kapsayan üretim biçimi algılanmaktadır.
- İktisadi yapı, üretim faaliyetinde kullanılan maddesel araçlar ve teknoloji, sonuçta bütün bunları kapsayan üretim biçimiyle, insan toplulukları, uygarlığın temel yapısını oluşturmaktadır. Ne var ki, bir uygarlığı oluşturan yalnızca bu etmen değildir. Uygarlık bir yerde bu temel yapının üstüne kurulan ve onun biçimlendirdiği değerler sistemidir. Bu değerler sisteminin içine; siyasal ve hukuksal kurumlar, din, ahlak, felsefe, edebiyat, sanat, özetle bir kültürü oluşturan bütün ögeler girmektedir.

Bir ülkenin çağdaşlaşabilmesi ve belirli bir uygarlık düzeyini yakalayabilmesi, bireysel ve toplumsal sorumluluk bilincine dayanmaktadır. Öncelikle, toplumda yaşayan bir birey olarak görev ve sorumluluklarımız olduğuna inanmamız gerekiyor. Birey olarak, "böyle gelmiş, böyle gider" türü ve benzeri yerleşik yaklaşım ve anlayışlardan kendimizi arındırmamız gerekir. İstek, irade, cesaret ve kararlılığın olmadığı yerde değişim, reform ve gelişim olamaz. Bu değişim ve gelişimin itici gücü de, bireyden topluma uzanan çizgideki tutarlı, dengeli ve özeleştirisel boyutu ön plana çıkarılmış bireysel ve toplumsal iradenin varlığı ile kendini gösterir.

SONUÇ

İrade, başarının temelidir. Kaygıdan uzaklaşıp, kendine güvenmenin bir önemli bağlantısı da "irade" ile olur. Çevremize baktığımızda, öyle pek üstün zekâ veya bilgi düzeyinde olmayan, fakat sarsılmaz bir irade sahibi olmasından dolayı, büyük işler becermiş, başarılı insanlar görebiliriz.
Bireyin yapıp etmelerindeki seçeneklere kendi istem ve eğilimleri doğrultusunda karar verme yeteneği ya da gücü olan irade, insana doğuştan verilme bir yeti olmayıp, bireyin bu yetiyi yaratıcı ve etkin şekilde kullanabilmesi için bir mücadele vermesi gerekmektedir. Bu uğraş ve mücadele iki ayrı alanda söz konusudur. Bunlardan ilki ve mücadelesi daha kolay olanı, baskılara ve dış etkilere karşı olan savaşımdır. Bu savaşımı kazanabilen birey, kendisine ait tüm düşünce, davranış ve eylemlerine kendi karar verebilir. Diğeri ve daha zor olanı ise, bireyin kendi benliğine karşı olan içsel savaşımıdır. Bu savaşımın belirgin özelliği de, kişinin öncelikle dürüstlük ve cesaretle eylem ve davranışlarındaki hata ve kusurlarından dolayı, vicdan öğesini ön plana çıkararak özeleştiride bulunabilmesidir.
Merhum Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in "Gençlerle Başbaşa" isimli yapıtından irade ile ilgili bir alıntı ile konuyu sonuçlandırmak istiyorum:
"Daha iyi düşünürsek, iradeli olmak, sadece maddi ve içtimai (toplumsal) anlamda bir başarının değil, mesut olmanın bile temel şartıdır. İnsanların çoğu bindiği eşeği unutup da, kaybolduğunu sanarak pazarda eşeğini arayan Nasrettin Hoca'ya benzer. Onlar da saadetin kendi içlerinde olduğunu unutarak; onu barlarda, kahvelerde ve eğlence yerlerinde ararlar. Sen bu gaflete düşme ve inan ki, başarının sırrı gibi, saadet kuşu da kendi içimizde ve içimizin en orijinal ve en insani bir kudret kaynağı olan, irademizin altın kafesi içindedir. Saadet, define gibi bir tesadüf kazması darbesiyle bulunuveren bir nimet değildir. O ne şanstır, ne mirastır, ne piyangodur, ne servettir. Saadet, ceht ile (çaba ile) ve irademizin kuvvetiyle zapt edebileceğimiz bir kaledir. İradenin üstün kuvvetine, bunun cehtle ve iyi bir terbiye yardımı ile elde edilebilmesinin mümkün olduğuna mı inanıyoruz? Bu taktirde hayatımızın planı şu olur: Her gün biraz daha gayret... Yavaş da olsa daima iyiliğe ve kemâle doğru emin bir ilerleyiş. İradenin insan için yüksek değerine kulak asmıyor ve bunun elde edilemeyeceğine mi inanıyoruz? Bu takdirde de tutacağımız yol, ya kör talihe küserek uyuşukluğa ve miskinliğe düşmek, yahut da, hava ve hevese uyarak kendimizi hoppalık ve züppeliğin pençesine kaptırmaktır. Fakat bilelim ki, her iki takdirde varacağımız nokta aynıdır: Sefalet ve pişmanlık.”
[1] Varoluşçu felsefeye göre, nesneler ve hayvanlar kendi varoluşlarına katkıda bulunamazlar; ancak insan, kendi varoluşuna katkıda bulunabilir; insan, ne ise öyle kalmak zorunda değildir, özgür seçimlerle kendisini değiştirebilir.

Prof. Dr. Mustafa EROL
Dokuz Eylül Üniversitesi,
Buca Eğitim Fakültesi, Fizik Eğitimi Anabilim Dalı, İZMİR.


KAYNAKÇA
BENAZUS, Hanri -Düşüncenin Istırabı
DÖKMEN, Üstün ( Prof.Dr.) -Varolmak,Gelişmek,Uzlaşmak
FROMM, Erich - Erdem ve Mutluluk
GÜNYOL, Vedat-Yeni Türkiye Ardında
HANÇERLİOĞLU, Orhan - Felsefe Sözlüğü
KÖKNEL, Özcan (Prof.Dr.) - Yaşamın Zaferi
MAY, Rollo - Kendini Arayan İnsan
SAYGIN, Hasan - Kader ve İrade
TANİLLİ, Server - Uygarlık Tarihi
YILDIZ, Beyza - Çocuğun Gelişimsel Dönemleri

eğitimci
18. October 2008, 07:15 PM
selam.kuantum fiziği ile düşünme tarzı ile ilgileniyorum.bir arkadaş birkaç dua okuyarak kendimi prizmaya alıyorum ....gibi şeylerden bahsetti .bununla ilgili bildiklerinizi paylaşır mısınız?teşekkürler

Toslunba
18. October 2008, 11:05 PM
Nasıl yani eğitimci?Arkadaşının tam olarak ne yaptığını anlatırmısın.Merak ettim?Bu ne prizmasıymış?
Bu arada aramıza hoş geldin.
Selametle.