PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Tanrısal ışık ve Tanrı’nın yüzü olan evren???


Toslunba
9. February 2009, 12:51 PM
Arkadaşlar aşağıdaki yazı hakkındaki yorumlarınızı gerçekten merak ediyorum.Şahsım adına bazı yerlerde ne düşeneceğimi bilemedim.Yazı Yaşar Nuri Öztürke ait.


Tanrısal ışık ve Tanrı’nın yüzü olan evren
Kur’an’ın bize tanıttığı evren sonsuz değildir ama, sınırlı da değildir. O her an büyümekte, olmakta ve yenilenmektedir.

Evren, bütünüyle Tanrı’nın ışığıdır. Şöyle de diyebiliriz: Tanrı evrendeki tüm ışıktır.



Işık anlamındaki ‘Nûr’ sözcüğü, Tanrı’nın isim-sıfatlarından biridir. Ve Kur’an’ın surelerinden birinin de adıdır. Kur’an Tanrı-ışık gerçeğini, kendine özgü muhteşem üslûbu içinde şöyle ifade etmektedir:



“Allah, göklerin ve yerin nûrudur.” (Nûr, 35)



Dahası var:



Kur’an, evreni, doğayı Tanrı’nın yüzü ilan etmektedir. Şu anlatıma bakın:



“Doğu da batı da yalnız Allah'ındır! O halde, nereye dönerseniz orada Allah'ın yüzü vardır. Allah Vâsi'dir, sürekli genişler/varlığı sürekli genişletir; Alîm'dir, her şeyi en iyi bilendir.” (Bakara, 115)



Kur’an, doğayı Allah’ın vücudu gibi görür. Allah, süreci sadece izlememekte, sürecin bizzat içinde yer almakla da kalmamaktadır. Kur’an’a göre Allah, sürecin bizzat kendisidir. O’nun isim-sıfatlarından biri ‘Vâsî’dir ki genişleyen demektir. Geleneksel yorumculuk, birçok konuda yaptığını burada da yapmakta ve bu isim-sıfatı genişleyen değil de genişleten diye tercüme etmektedir.



Kur’an öyle demiyor. ‘Genişleten’ anlamında ve yine aynı kökten bir kelime Kur’an’da zaten var. O kelime ‘mûsî’ sözcüğüdür.





‘BEN’ YERİNE ‘BİZ’ NEDEN KULLANILIYOR?



Yüce Tanrı, yaratışlarını, eylemlerini ifade ederken ‘Ben’ yerine ‘Biz’ kelimesini kullanarak evrendeki varlıkların tümünü kendisiyle birlikte anarak hem onları onurlandırıyor hem de kendisinin sürecin içinde ve doğayla iç içe olduğuna vurgu yapıyor.



Bu demektir ki, doğayı tâciz ve tahrip Allah’ı tâcizdir.



O halde, Kur’an penceresinden bakarsak şunu söylemek zorundayız: Doğaya yapılan her yıkıcı müdahale Allah’a yapılmış sayılacaktır. Bunun anlamı şudur:



Doğaya yapılan müdahaleler Allah’ın iradesine uygun ve doğanın tahiribinden, doğayı tâciz etmekten uzak müdahaleler olmalıdır. Kur’an, özel bir sebep vesilesiyle bir tespit yaparken, kendine özgü tarz ve üslûp içinde şu hayatî ilkeyi ifadeye koymaktadır: Her kesilen ağaç Allah’ın izniyle kesilmelidir. Şöyle deniyor:



“Bir hurma ağacını kestiniz yahut onu kökleri üzerine dikili bıraktınızsa, bu Allah'ın izniyledir; yoldan çıkmışları rezil etmesi içindir.” (Haşr, 5)



Kur’an’ın insan-Tanrı-doğa üçlüsünü nasıl kucaklaştırdığını ve bu kucaklaştırmayı tanıtırken Yüce Yaratıcı’nın ‘ben’ yerine ‘biz’ diye konuştuğunu ibretle izleyelim:



“Ey insanlar! Ölümden sonra dirilme konusunda kuşku içinde olabilirsiniz. Ama şu bir gerçek ki, biz sizi bir topraktan, sonra, bir spermden, sonra, bir embriyodan/döllenmiş bir karışımdan, sonra, ne olduğu kısmen belirli, kısmen belirsiz bir et parçasından yarattık ki, size açık seçik beyanda bulunalım. Ve sizi rahimlerde, belirlenen bir süreye kadar dilediğimiz şekilde bekletiyoruz. Sonra, sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz. Daha sonra da tam kuvvetinize ulaşmanızı sağlıyoruz.” (Hac, 5)



Bu aşamalarda topraktan meniye, kana, yiyeceklere, ete, süte kadar birçok doğa ve çevre unsuru devreye girmektedir. Yani bir yaratıcı eylem, Yaratıcı’nın isim ve sıfatlarının her birinin tabiatta bir yansıma ve yankılama bulmasıyla birçok aşamada gerçekleşiyor.



Yaratıcı irade açısından yaratma fiili bir ‘ol’ emri kadar zaman alan bir anlık iş ise de matematik-astronomik zamana bağlı insan idraki için her yaratma fiili birden çok aşamanın birbirini izlediği bir süreçtir.



İnsan, tabiatı tâciz ettiğinde Allah’ı tâciz etmekte, tabiattan koptuğunda Allah’tan kopmakta, tabiata gaddar ve egoistçe yaklaştığında Allah’a karşı gaddarlık ve egoislik yapmış olmaktadır.



Kur’an’ın, sık sık kullandığı ‘Allah’ın ayetlerine karşı mücadele’ veya ‘Allah’ın ayetlerini nankörlükle örtmek’ işte budur. Geleneksel dinciliğin sandığı gibi, sadece Kur’an ayetlerini yalanlamak veya onlara iman etmemek değildir. Ayetlere iman sadece bu olsaydı, İslam dünyası bir baştan bir başa cennete dönerdi. Oysaki birçok yeri cehenneme dönmüştür.



Demek oluyor ki, ‘Allah’ın ayetlerine iman’ meselesini yeniden ve derinden bir kez daha düşünmek zorundayız.

nuh
20. February 2009, 09:01 PM
bakara 9. Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve müminleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir. 13. Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit «Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!» derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler). 16. İşte onlar, hidayete karşılık dalâleti satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir. 42. Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin. 59. Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik.ali imran 11. (Onların yolu) Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin tuttuğu yola benzer. Onlar bizim âyetlerimizi yalanladılar, Allah da kendilerini günahları yüzünden yakalayıverdi. Allah'ın cezası çok şiddetlidir. 69. Ehl-i kitaptan bir kısmı istediler ki, ne yapıp edip sizi saptırabilsinler. Oysa onlar sadece kendilerini saptırırlar da farkına bile varmazlar. 87. İşte onların cezası, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanlığın lânetine uğramalarıdır. 90. İnandıktan sonra kâfirliğe sapıp sonra inkârcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapıkların ta kendisidirler.117. Onların, bu dünya hayatında yapmakta oldukları harcamaların durumu, kendilerine zulmetmiş olan bir kavmin ekinlerini vurup da mahveden kavurucu bir rüzgârın durumu gibidir. Onlara Allah zulmetmedi; fakat onlar kendilerine zulmediyorlar.126. Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır.

hasyetullah
7. April 2009, 06:14 PM
sevgili melik abi baktığın ve gördüğün her şeyde Allahın kudretini görüyoruz

örneğin rengarenk çiçekler toprakdan filizlenmesi büyümesi açması o rengi alması bir insan işi olamaz işde burda o kudret bize kendini gösterir işde o kudret rahmanın nuru

hani bir ayette der ya rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır

o rahmeti sınırsız yardım olarak algıladığımızda karşımıza çıkan tablo evrende gözükmüyormu

a.r.o bu yazı ile bana çok güzel şeyler öğretti yaşar nuri öztürk ve saygılı melik abi den A.r.o o da bu makaleyi asarak istifadenize idrakimize sundu şimdi yeryüzünde yürürken evreni tamaşa ederken aklımda hep Allah göklerin ve yerin nurudur ayetini getirip tefekkür edicem inş.

Miralay
6. May 2010, 03:02 PM
ya beni yanlış anlamayınız da; bu makale bana vahdet-i vücud'u çağrıştırdı. Ya da ben yanlış mı anladım?

hiiic
7. May 2010, 12:41 AM
Vahdet-i vucut vardır, kuranda da geçer ancak Allaha göre vardır. Kula göre vahdeti vucut yoktur. Allah herşeyi kuşatmıştır yani herşeyde Allahın gücü ve dilemesi vardır o herşeyi görür herşeyi kudretiyle ayakta tutar (bu konu taaa atomlardan başlar).

O sebeple Vahdet-i vucut Allaha göre vardır. Bize göre ancak algılayıp anlayabildiğimiz kadarı vardır ve zaten ondan sorumluyuz.

Mesela gayb denen şey de kula göre vardır. Allaha göre gayb yoktur. Allaha göre gayb alemi yada bilinmeyen alem yoktur.

Şimdi vahdeti vucutu açalım, aynı anda hem kör hem sağır hemde felçli birisi olduğunuzu düşünün (böyle insanlar gerçekten var). Madde varmı? varsa nerede var? madde neye benzer? beyni çalışıyor yani bu kişi düşünüyor ancak ne görüyor nede hissediyor, öyleyse ne yapacak başlayacak düşünmeye madde hakkında fikrince algı kapasitesi sınırınca zan kurmaya. Zanlar yalandır ve zannın bir çoğu günahtır. Dışarda ölümden sonra ne olduğuda bize kapalı, biz ölüm ötesine karşı hem kör hem sağır hemde felçliyiz, ne yapıyoruz gayb alemi için başlıyoruz fikir yürütmeye. Oysaki Allah bu hayatı rüyaya benzetiyor ve gerçek hayatın öldükten sonra başlayacağını söylüyor.

O bakımdan vahdeti vucut sadece Allah için geçerli. Kul algı ve kudret kapasitesinden hesaba çekilecek. Yani günah işlediği zaman bunu ALlah yaptırdı demek bizim geleneksel vahdeti vucutcuların dediği kuru zan ve günah.

Yoksa vahdeti vucut zaten var, hemde kurana göre var;

Allah herşeyi kuşatımıştır. Madde üzerinde hertürlü yetkiye sahiptir. Kullarına çok yakındır ve dilediğini doğru yola iletir, dilediğinide sapıklığında bırakır. İstedeiğine istediği işi yaptırır.
Ancak kötülüğü emretmez, onu iradeye bırakmıştır ki zaten nefs kötülüğü emreder.

Kalbinde fitne olan kişi bu hakikatleri kendi az bir dünyalık menfaati uğruna kullanmaya çalışır, kendi iradesini yaratıcının iradesiyle denk düşürmeye çalışır, iradesinden geçtiğini anlatmaya çalışır. Pek Yakında iradesinden geçip geçmediğini Allah ona gösterecek.

Yoksa vahdeti vucut kavramıyla anlatılmak istenen zaten kuranda yazar.

Burunonun dediği gibi; Yaratıcı yeryüzünde iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır, yeryüzündeki kötü insanlar da kendi iradelerini hakim kılmak için yaratıcının iradesini kullanmaya çalışır.

Allah ismini bile kullanarak hegomanya oluşturmaya çalışanlar Allahın kudreti üzerinden de hegomanya kurmaya çalışıyorlar. bu tür konulara dikkat edelim inşallah

hiiic
7. May 2010, 12:58 AM
2. konu

Madem madeyi Allah yarattı ve kudretide onda var, hadi o maddeyi vesile ederek Allahtan yardım dileyelim. O madde üzerinden dua edelim v.s. Bu şirktir. Hatta daha da ileri boyutlara ulaşarak diyorum ki, kabeye bile ifade edilenden fazla itimat göstermek yada kabenin Allaha vesile olmasını düşünmek bile şirktir.

Vahdet-i vucut Allaha göre vardır. Allah dilediği maddeyi dilediği şeye vesile kılar çünkü o yaratmıştır ancak kul sadece Allaha dayanmakla mükellefdir. Bir maddeden bize menfaat yada zarar gelirse bu Allahtan gelmiştir yani maddde sadece vesile olmuştur. o maddeyi yüceltmek yani vesileyi yüceltmek son derece hatalı bir tutumdur ve batıldır. Aynı merdiven altından geçmemek gibi batıl bir inanışa sürüklenir. Bir gün merdiven altından geçerken kafasına kova düşen biri her geçişinde aynı tutumu gösterir ki buradan batıl inançlar türemiştir, bıçağı yada makası elden ele vermemek yada evde ayna kırmamak gibi.

Bu nedenle kula göre vahdeti vucut şirktir, zaten bundan bahsedenlerde saçmalamışlardır, zandan ileri gitmemiştir.

Aradaki dengeyi iyi kurmak gerekir, Allah dilemdikçe bize ne zarar nede fayda hiçbirşeyden gelmez, yani bu iyi yada bu kötü diyip kıyas yapmak da daha ileri manalarda kişiyi şirke götürebilir. Kötü sanılan şey bakarsınki çok iyi sonuçlar verir.
Zaten kuranı rehber edinen için sorun yok, orda vahdeti vucutuda yazar külli iradeyide yazar cüzziyide yazar. Gerekli olan herşey yazar.

hiiic
7. May 2010, 01:27 AM
Ünite; Vahdeti vucuda giriş
3. Konu İRADE

Külli irade; Allahın iradesi, dilemesi, kaderi ve kazayı yaratan güç, algı sınırlarının ötesindeki, Allahın kullarının göremedikleri işlerini yapmakta kullandığı ve tüm insanları ve varlığı kuşatan güç. Cüzzi iradeleri işleyen ve onları fayda yada zarar uğratan.

Cüzzi irade; Bu yazıyı yazan benim iradem, son derece basit ve dandik, yazarken dişim ağrısa yazmayı keserim, kontrol edilebilir, yazıda derinlik düşünmeden yazarım, kime faydası olacağını bilmeden yazarım, kendimi tatmin aracımdır, ancak külli irade sonucu birilerine fayda verir.

100 puanlık İQ sorusu

Bir Patron yanında çalışan müdürüne ... bankasına şu kadar para yatır demiş. Müdür hememen yardımcısına git yatır demiş, yardımcısı orada çalışan birine parayı vermiş git yatır demiş, çalışan gitmiş yatırmış. Bu bankanın kasiyeri siz olsanız gelen parayı kimden bilirsiniz?




Cevap; Allahtan

Olay basit gözüküyor ama çok karmaşık. Çünkü bu hikayede anlatılan kıssa çok kısa ve küt. Aslında bu hikayeye sonların ortalarından başlanılmış anlatılmaya. Çünkü hikaye daha paranın ilk icadından başlıyor. Yani Hititliler bir gün parayı bulmuş.... diye hikaye devam eder. Ama parayı siz hititlilerden mi bileceksiniz? hayır en başa kim varsa ondan, çünkü ilk ademden başlar olay. Ama ademden önceside var.

yani patrona gelen paranın öncesi, onun öncesi onun öncsi, bu nereye gider... ebedi ve ezeli olan Allaha gider. Aradaki tüm oyuncular birer vesiledir. Vesileden bilmemek gerekir.
Ama vesileyide görmezden gelmemek gerekir.

4. Konu VESİLE
... Burayı isteyen olursa yazarız.

Barış
8. May 2010, 02:39 AM
Demek oluyor ki, ‘Allah’ın ayetlerine iman’ meselesini yeniden ve derinden bir kez daha düşünmek zorundayız.

Yazının son cümlesi bu.

Bu noktaya gelmek için yazılacak bir yazıya Kurana göre ''ayet'' ne demektir ve ''Neler ayet kapsamındadır? '' konusuyla başlansaydı, bu sonuca gelmek daha somut ve net olurdu diye düşünüyorum.

Evren, bütünüyle Tanrı’nın ışığıdır. Şöyle de diyebiliriz: Tanrı evrendeki tüm ışıktır.


Şimdi bu iki ifade aynı mıdır? Bence değil. Evreni tanımlamak ile Tanrıyı tanımlamak aynı şey midir? Tanrı evrendeki tüm ışıktır dersek, Tanrıyı kısıtlamış ve sınırlamış olmaz mıyız? Niyet bu değildir herhalde ama kısaca tanımlama yapalım derken böyle sonuçların ortaya çıkması neredeyse kaçınılmaz. Ayrıca Kurandaki sema ve arz evren mi demek sadece? Soruları çoğaltmak mümkün.

Allah'tan bahsederken, bir Kuran ayetini paylaşıp o çerçeve içinde konuşulduğunda sorun olmuyor da, ''şöyle de diyebiliriz'' dediğimiz anda, bizi veya dinleyeni yanlışa götürecek bir sorun veya soru işareti ortaya çıkıyor.

Selam ile.

Barış
8. May 2010, 02:43 AM
Burunonun dediği gibi; Yaratıcı yeryüzünde iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır, yeryüzündeki kötü insanlar da kendi iradelerini hakim kılmak için yaratıcının iradesini kullanmaya çalışır.


Güzel bir sözmüş. Teşekkürler.

Madem madeyi Allah yarattı ve kudretide onda var, hadi o maddeyi vesile ederek Allahtan yardım dileyelim. O madde üzerinden dua edelim v.s. Bu şirktir. Hatta daha da ileri boyutlara ulaşarak diyorum ki, kabeye bile ifade edilenden fazla itimat göstermek yada kabenin Allaha vesile olmasını düşünmek bile şirktir.


İleri boyutlara taşımak gerekir zaten Hiç kardeş. Herşey şirk unsuru olabilir, hele ki dini niteliği olan veya böyle görülen şeyler ne yazık ki şirk aracı haline getirilmeye en müsait olan şeylerdir diye düşünüyorum.

4. Konu VESİLE
... Burayı isteyen olursa yazarız.

Paylaşımınız için teşekkürler. Düşünmemize vesile oluyorsunuz.
Devamını da şahsen ben bekliyorum.
Allah razı olsun.

Selam ile.

hiiic
8. May 2010, 07:06 AM
Aslında bildiğiniz konular, ama kime nasip olur bilinmez belki dikkatini çeken olur.

Öncelikle vesile benim ortanca teyzem ve pekçok konuda bana vesile olmuştur. Şaka yapıyorsam bunu önce vahdeti vucutcular başlattı, pek çok konuda şaka yapıyorlar gibi hüküm veriyorlar. Kendilerine "bu verdiğiniz hüküm şakamı yoksa ciddimisiniz" dediğimde birde biz ciddiyiz diyorlar... Bu durumda verilecek en iyi cevap zannımca şu oluyor; "Tamam o zaman sorun yok ben şakayı sevemem de ondan sordum"
-----------------------------------------------------------------------

Kurana göre asıl amaç vesilelerle Allahı birbirinden ayırmayı öğrenmektir, birleştirmek değil. Yani Allah pek çok ayetinde üzerine basa basa söylüyor, herşey sonradan yaratılmıştır, tamam aralarında derece bakımından üstün olanlar var ama ben istemedikçe kimse ne aşağı ne yukarı, dereceyi ben belirlerim, hiç bir yaratılmışı bana ortak koşmayın. Ama vahdeti vücut zihniyetinde ne yazıkki tam tersi oluyor. Vesilelerin kaynağı Allah olduğu için bu vesilede Allahtır gibi absurd bi şey ortaya çıkıyor.

Lafa bak çay demle; Yaratanda o yaratılanda o... tapılan da o tapınanda
Yukarıdaki vahditi vucutçu lafında bir sır var, bu sırra göre "peki ben kimim?" sorusunun cevabı nedir?

Cevap; Çaycı

Yüce Allah her seferinde aynı şeyi söylüyor, ben firavun değilim, ben isa değilim o oğlum da değil, ben menat lat yada uzza değilim, hayır ben ali kalkancı hiç değilim, Hayır! ben yaratılmışların hiç birisi değilim, onları ben yarattım hepsi sadece vesile, sadece uyarıcı tebliğci, sadece imtahan...

Ama aklı kınından çıkmış kılıç gibi yerinden çıkmış vahdetci, önce kendini sonrada diğer mağdurları kesmekte hiç tereddüt etmiyor.

Kuran ve diğer vahiy kitapları hatta peygamberler, vesilelerler yani yaratılmışlarla yaratanı birbirinden ayırmak ve bu bilinci yaymak için indi. Ama ne yaparsın insanlardan bu tür vahdetciler bu Allah katındandır diyerek kendi zanlarını pazarlamaktan hiç çekinmiyorlar.

Gözlerini kapatarak yalan görürken inanan bir insan gözleri açık hakikatleri görür.

--------------------------
Peygamber vahiy aracıydı ve güzel ahlakta örnek bir yaratılışa sahipti. O ne Allahın oğlu nede ortağı. sadece bir tebliğci

Kuran vahyi anlamak ve yaşamak için kayıtlı yazılı bir kaynak. O ne bir büyü kitabı nede duvar süsü.

Kabe inananları bir noktada birleştirmek için var, o ne ibadete layık bir put nede bizi işitep dualarımıza cevap veren bir varlık.

Bütün bunlar Allahı hatırlamak ve onun kesin delillerini görüp gözümüzle görüyormuşcasına yaşamak için var. Allah dileseydi hiçbir din indirmezdi, o zaman sanırım ben laptopa tapıyor olurdum :p tapıp tapıp sonra internete girerdim, eeee sonuçta mutlak varlıktan bir parça ya hani...

Barış
8. May 2010, 11:54 AM
Kurana göre asıl amaç vesilelerle Allahı birbirinden ayırmayı öğrenmektir, birleştirmek değil.

Hiç Kardeş,

Öncelikle paylaşımınız için teşekkürler. Allah razı olsun.

Sizin de koyu renkle yazdığınız bu cümleyi okuyunca aklıma şu geldi. Bazı insanlar,dediğiniz gibi birleştirici iken, bazıları da o kadar ayırmışlar ve uzaklaştırmışlar ki,onlar da Allah'ı unutmuşlar. Demek ki bir ahenk,bir dengesi var bu işin. Bunu da elbette Kuran bize öğretiyor bugün. Bu konudaki düşüncelerimizde ayağımızı Kuran'da sabit tutarsak, dediğiniz ayrım ve birleştirmenin en güzelini algılama yeteneğini Rabbimiz bize verir diye düşünüyorum.

Selam ve sevgi ile.

hiiic
9. May 2010, 02:21 AM
KULLARIN VAHDETİ VUCUTU

Tabiki, zaten bütün mesele algılamada bitiyor. İnsanlar ve inanışlar arası farklılıkların sebebi de algılama kaynaklı. Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Bilmek yani tecrübe etmek, hiç yaşayanla (tecrübe edenle) yaşamayan (tecrübe etmeyen) bir olur mu? Yaşamadığımız bir konuyu bilmemiz mümkün değil...

Peki nedir yaşama katabileceğimiz vahdeti vucut

Algı farklılığına dayanarak şurası önemli mesele;, bütün insanları kendisi gibi görebilmek. Yani insanların vahdetçi bir anlayışla tüm insanları kendisi gibi görmesi gerekir. Böyle olunca adalet ortaya çıkar.

Bir Afrika Atasözüne göre; Gözlerimizin renkleri farklı olabilir ama gözyaşlarımızın rengi aynıdır.
Yani duygular ve maneviyatta vahdet söz konusudur. İşte bu kulun vahdetidir. Allah bizleri hırsız, kafir yada münafık yada katil yapabilirdi. O başına kötü şeyler gelen insanlar aslında biz olabilirdik, farklı anadan babadan doğduk farklı zamanda doğduk, aslında hepimiz biriz, yani ademden geliyoruz. O bir gün kendisine kızıp kalbini kırdığımız kişi biz olabilirdik, öyleyse neden sencilik bencilik var. Şeytanın tuzakları Allah korusun.

Şimdi biz yahudi anne babadan doğsaydık kendimizin ezilmesini istermiydik? Yahudiler bu gerçeği kendileri düşündüğünde zulmü kesecekler, ama düşünmüyorlar.Milliyetçilik şeytan işidir. Osmanlıyı parçalayan da milliyetçilikti, ilk milliyetçi şeytandır, ben ateştenim o çamurdan dedi. Bunu bir kenara bırakıp vahdetçi bir anlayışla etrafımızdaki insanların acılarını kendi acılarımız olarak almalıyız hatta onların sevinçleri bizim sevinçlerimiz olmalı. Kendimiz için istediğimiz iyi ve güzel şeyleri böylece onlar içinde isteyebiliriz. O sarp yokuşu bu şekilde aşabiliriz. kıtlık zamanında bir açı doyurmak ancak o açın bizim bir parçamız olduğunu bilmekle mutlu bir şekilde yapılabilir.

Her zaman ezilenden yana olmak işte bu şekilde olur, ezilenin kişinin bir başkası değil kendimiz olduğunu hissettiğimizde hegomanyaya karşı gelebiliriz. Üstün sınıf varsa düşük sınıf vardır. Eğer siz düşük sınıfı kaldırmak istiyorsanız, yüksek sınıfı yok edin. Yüksek sınıf yoksa düşük sınıfta yoktur. Herkes başkasını değil yaptıklarının cezasını çekecek, çünkü herkes dünyada kendisine zulmediyor, tek sorun karşısındaki kişinin algısını algılayamamak. Hayatı diğer insanların gözüyle görmeye başladığımızda sorunlar ortadan kalkacak.

Yani bütün insanları tek vücutta birleştirmek, herkesi kendisi gibi görmek.
İncinme, incitme demişler. İncinmeyen insan incitmez. Kendimiz adına incinmeye hakkımız yok. Bizim sahibimiz Allahtır, eğer biz başkaları adına incinir ve başkalarının dertlerine derman olmaya çalışırsak, Allah ta bizim dertlerimizin dermanı olur. Herkes sadece yaptığının karşılığını görecektir. O gün affeden affedilir, ihsan edene ihsan edilir, zaten bir başkasını affeden, merhamet eden, ihsan eden kendisine etmiştir. Zulmeden de kendisine etmiştir. Hepimiz birbirimiz üzerine gözcü olmalıyız. sırf dertlerimize derman olmak için. işte vahdeti vucut burda başlar.

ben aslında senim.

Buralarda kafa karışmaması lazım, bu haldir anlayıştır, bu anlayışa sahip değilsek zorlamaya gerek yok, tekrar başa dönüp mantık ve akıl çerçevesine dönmeliyiz. Kafa karışıyorsa bu zorlama olur, zorla güzellik olmaz. Anladıkça yaşadıkça gelişir herşey. Bilen farklı olur bilmeyen bilen gibi olamaz. Kuran çizgisinden taşmadan yaşamak bikmek lazım ama buda Allahın dilediğine kolay, yoksa şeytan karışır günah işleriz.

Yani algı ve mantık sınırlarında çok uçarı konuları (şeytanın vesveselerini) dışarı atarak tüm insanları kendimizin bir parçası gibi görmek ve onları sevmek gerekir. Böylece kimseyi kırmayız, çünkü kırdığımız kişi kendimiziz, ne yaparsak onu bulacağız. Herkes hatta biz o kişinin aynısı olabilirdik, kimseden üstünlüğümüz yok. Bu hataların