PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Zikir


Hülya
27. January 2009, 12:17 AM
ZİKR / ZİKRULLAH

“Din Adına Toplumdaki Yanlışlar” adlı kitabımızda da yer almış olan bu konu maalesef toplumda sürekli yanlış algılanıp yanlış olarak uygulanmaktadır. Bu nedenle konuyu tekrar gündeme getirmekte yarar görüyoruz.
Bu incelememiz kendi kişisel yorumumuza veya herhangi bir mezhebin, meşrebin, hizip ya da cemaatin görüş ve ön kabulüne değil, tamamen Kur’an’a dayanan tahlillerden oluşmaktadır. İncelememizin amacı, konunun Kur’an ile sağlamasının yapılarak bu alandaki yanlış bakış açılarının düzeltilmesine katkı sağlamaya yöneliktir. Çünkü dine ait bir sözcüğü veya kavramı en iyi ve en doğru şekilde öğrenmenin yolu Kur’an’a bakmaktır. Zira Yüce Allah, vermiş olduğu görevleri kullarının nasıl yapacağını sadece Kur’an’da açıklamıştır. Bunları anlamak ve uygulamak için ne kimsenin himmetine ne de izahına gerek vardır. Her inanan, dine ait konuları öncelikle Kur’an’dan bizzat kendisi okur, anlar ve uygular; yöntem budur.
Yüce Allah, dinle ilgili olup da Kur’an’ın indiği dönemde Arap toplumunda var olmayan veya var olmasına rağmen orijinalliğini yitirmiş her sözcük ve kavramı, herhangi bir şekilde tahrifata uğramaması için Kur’an’da herkesin anlayacağı tarzda açıklamıştır. Buna karşılık, yozlaşmamış, bozulmamış sözcük ve kavramlar ise “Ma’lumu ilam (bilineni tekrar bildirme)” olmasın diye Kur’an’da izahat verilmeksizin yer almıştır. Zira aksi durum Kur’an’ın vecizliği ile bağdaşmaz. Meselâ Kur’an “namaz”ı tarif etmemiştir. Çünkü “ الصّلوةes-salat [namaz]” sözcüğü Araplar arasında bilinen ve “sürekli niyaz etmek” ve “sosyal destek” anlamında kullanılan bir sözcüktü. Gerçekten de “ salat”, İbrahim peygamberden itibaren bütün peygamberlere görev olarak verilmiş ve toplumlarda varlığını devam ettirmiştir. (Enfal/35, Tövbe/54, Enbiya/73, Bakara/43, Âl-i Imran/43, Hud/87, Meryem/31, 55, Ta Ha/14) Kur’an’da “namaz” tarif edilmemiştir ama “abdest” adı verilen namaz öncesi temizlik, eski toplumlarda olmadığından Maide suresinde açıklanmıştır:

Maide 6: Ey iman sahipleri! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin, topuklara kadar ayaklarınızı da (meshedin/yıkayın). Eğer cünüp iseniz iyice temizlenin. …

Bu konudaki bir başka örnek de “yevmü’d-din” terimidir. Bu kavram da peygamberimiz ve Arap toplumu tarafından önceden bilinmeyen ve ilk defa Fatiha suresinde geçen bir kavramdır. Bu kavramın ne olduğu ise İnfitar suresinde açıklanmıştır:

İnfitar 15–19: Din günü girerler oraya. Onlar ondan görülmeyecek şekilde uzaklaşmış değillerdir. Ve Din gününün ne olduğunu sana ne bildirdi? Sonra, Din gününün ne olduğunu sana ne bildirdi? Bir gündür ki o, hiçbir kimse başka bir kimse için hiçbir şeye güç yetiremez. Ve o gün buyruk yalnız Allah’ındır.

Keza “leyletü-l-kadr [kadir gecesi]” tabiri de insanlara ilk olarak Kur’an ile duyurulmuş ve ne olduğu yine Kur’an’da açıklanmıştır. Diğer taraftan, eski toplumlara da farz kılınmış bir ibadet olan “oruç” kavramı, zaman içerisinde orijinalliğini kaybettiğinden, Kur’an’da detaylı olarak açıklanmıştır. Orucun ne zaman tutulacağı, orucun süresi, orucu kimlerin tutup kimlerin tutmayacağı, oruçlunun yapabileceği ve yapmaması gereken davranışlar, Bakara suresinin 183–187. ayetlerinde herkesin anlayabileceği bir şekilde açıklanmıştır. Böyle olmasına rağmen, oruç ibadetini hâlâ başkalarından öğrenmeye çalışanlara tavsiyemiz, birazcık zahmete katlanarak konuyu Kur’an’dan okumaları ve bu vesileyle Kur’an ile tanışmalarıdır.
Dinlerini Kur’an’dan öğrenen inananlar öncelikle şunu bilmelidirler ki, Kur’an Allah’ın koruması altındadır ve hiç kimsenin onu bozması ve içine yalan yanlış şeyler sokması mümkün değildir:

Hicr 9: Hiç kuşkusuz Biz, o “Zikr”i Biz indirdik, Biz... Ve mutlaka Biz onun için koruyucularız.

Ayrıca dinlerini Kur’an’dan öğrenenler akıllarından hiç çıkarmamalıdırlar ki, Kur’an anlaşılmaz, çözümü zor denklemler yumağı değildir. Kur’an “mübin”dir, “mufassal”dır. Açıklanması gereken her şey onda açıklanmıştır. Yüce Allah’ın mesajını öğrenebileceğimiz tek yetkili kaynak Kur’an’dır. Bu mesaj orada açık açık anlatılmış ve izah edilmiştir. Örnek olarak İsra ve Fussılet surelerinde Kur’an’ın “şifa” olduğu bildirilmiştir:

İsra 82: Ve Biz Kur’an’dan, inananlar için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Ve (bu,) zalimlerin yıkımını artırmaktan başka katkı sağlamıyor.

Fussılet 44: Ve eğer Biz onu yabancı dilde bir Kur’an yapsaydık, elbette “Ayetleri detaylandırılmalı değil miydi? İster yabancı dilde ister Arapça!” diyeceklerdi. De ki: “O, iman edenler için bir kılavuz ve bir şifadır.” İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve Kur’an onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekândan seslenilmektedir.

Kur’an’ın neye “şifa” olduğu ise Yunus suresinde açıklanmıştır:

Yunus 57: Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerdekine şifa, inananlara bir kılavuz ve bir rahmet geldi.

Görüldüğü gibi, Kur’an’ın neye şifa olduğu sorusu Yüce Allah tarafından yine Kur’an’da cevaplandırılmıştır. Allah’ın açıklamalarına göre Kur’an nezleye, gribe, ülsere, kansere, baş ağrısına, diş ağrısına değil, göğüslerdekine yani düşüncenin, aklın ürünü olan hastalıklara şifadır. Diğer bir ifadeyle, Kur’an küfür, şirk, her türlü ahlâksızlık ve her türlü rezilliği de içine alan gönül yaralarına, gönül dertlerine şifadır. Ayette bu “şifa”nın “öğüt” de olduğu bildirildiğine göre, demek oluyor ki düşüncenin, aklın ürünü olan hastalıklardan mustarip olanlar, ancak bir şifa olan bu öğüdü [Kur’an’ı] okuyup anladıklarında bu dertlerinden kurtulacaklardır. (Amenna/ şüphesiz inandık ve tasdik ettik.) Muskacılara gidip içinde ne olduğunu bilmediği kâğıt parçalarını alarak üstlerinde taşıyanların, Kur’an’ı süslü kılıflar içinde saygıyla evin en yüksek yerinde asılı tutarak ondan medet umanların, ne anlattığını bilmeden onu hatmedip duranların ne olacağı ise uzun uzun tefekkür edilmesi gereken bir durumdur.
Dine ait konuların sadece Kur’an’dan öğrenilmesi gerektiğine dair bu açıklamalardan sonra asıl konuya dönelim:
“ الذّكرZİKR” sözcüğünün sözlük anlamı “anmak, hatırlamak, hatırdan çıkarmamak, öğüt almak, unutmamak, ibret almak” demektir. (el Müfredat; zkr mad.) Sözcük, gerek “zikr” mastarı ve gerekse diğer tüm türevleri olarak Kur’an’da hep bu sözlük anlamıyla kullanılmıştır.
Ancak sözcük “ez-Zikr” olarak [harf-i tarif ile belirtili bir sözcük yapılarak] mecaz-ı mürsel sanatıyla “öğüt verme” anlamı ekseninde Semavî Kitaplar [Vahiy, İlâhî Kitap, Kur’an, İncil, Tevrat, Zebur] için de kullanılmıştır (Âl-i Imran/58, A’râf/63, 69, Hicr/6, Enbiya/7, 42, 50, 105, Furkan/29, Şuara/5, Ya Sin/69, Sad/1, 8, 49, 87, Zümer/23, Fussılet/41, Şuara/5, Zühruf/36, 44, Kamer/25, Kalem/51, Tekvir/27, Ta Ha/14, 99, 113, Saffat/3, 168, Talâk/10, Mürselât/5, Müminun/71, En’âm/90).
“ ذكرZikr” sözcüğü “ اللّهALLAH” sözcüğü ile tamlama yapılıp “zikrullah” olarak ifade edildiğinde anlamı “Allah’ı anmak” demek olur ki, üzerinde duracağımız ana konu da budur. Nitekim Kur’an ayetlerinde “zekera” fiili “Allah” lafzını tümleç alarak “… Allah’ı anarlar”, “... Allah’ı çokça anın!” tarzında kullanılmıştır. Bir kelimeyi kendine mef’ul [tümleç] alan bir fiil, mastar halindeyken o kelimeye “muzaf” da olabilir. “Allah’ı çokça anın!” ile “… Allah’ı anmaya koşunuz”, “... Kalpler Allah’ı anmak ile huzur bulur” ifadeleri buna örnektir. “Allah” lafzı birinci cümlede “üzkürû” fiilinin mef’ulü [tümleci], ikinci ve üçüncü cümlelerde ise “zikr” mastarının “muzaf”ı olmuştur. Bu Arapça kaidesiyle anlatılmak istenen temel nokta şudur: Bir fiil ile ona tümleç olan sözcük beraberce ne anlama geliyorsa, aynı sözcük isim tamlamasında o fiilin mastarına muzaf olduğunda da beraberce aynı anlama gelir. “Allah’ı anar” ile Allah’ı anmak” ifadeleri buna örnektir.
Kur’an’da yüzlerce ayette geçen ” ذكرzikr” mastarı ve bu sözcükle yapılmış “zikrullah” tamlaması “salât”, “zekât”, “savm [oruç]” gibi bir terim olmayıp “yemek”, “içmek” gibi eylem ifade eden sözcüklerdir. Bilindiği gibi, “namaz”, “belirli zamanlarda, belirli beden hareketleriyle, belirli dua ve ayetlerin okunmasıyla yapılan kulluk” anlamında bir terimdir. Aynı şekilde “oruç” da bir terim olup “belirli bir zaman diliminde ve özel bir amaçla yemeyi, içmeyi ve cinsel ilişkiyi terk etmek” demektir. Zikr ve zikrullah ise birer terim değildir.
İşin aslı böyle olmasına rağmen, Arapçadan Türkçeye yapılan tüm çevirilerde “zikr” sözcüğü Türkçeleştirilmeden Arapça olarak bırakılmış ve böylece sözcük, sanki bir dinî terim gibi kullanıla gelmiştir. Bu bilgisizlik, her zamanki gibi, açıkgözler ve art niyetliler tarafından çokça istismar edilmiştir. Bu istismara uygun olarak cahil halk arasında zikir halkaları, zikir şekilleri ve zikir aletleri icat edilmiştir. Bu sözcüğün yanlış algılandığının farkında olan İslâm düşmanları ise, binlerce senedir sürdürdükleri faaliyetlerine bu konuyu da dâhil ederek Müslümanların daha fazla uyuşturulmalarını, daha çok perişan edilmelerini, daha derin bir sapkınlığa düşürülmelerini sağlamaya çalışmışlardır. Bilerek ya da bilmeyerek bu istismara alet olanlar, bu sapkınlığın faziletlerini anlatan kitaplar yazarak bunları Müslümanlara satmışlardır.
Kur’an’ın birçok ayetinde “zikrullah [Allah’ın anılması] olgusundan bahsedilerek bunun önemine ve gereğine değinilmektedir:

Âl-i Imran 191: O [Aklını kullanan] kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler: “Ey Rabbimiz! Sen bunu boşu boşuna yaratmadın! Senin şanın yücedir. Bizi ateşin azabından koruyuver!”

Nisa 103: Sonra da namazı tamamlayınca, artık Allah’ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sonra sükûnet bulduğunuzda da, namazı tam bir biçimde yerine getirin. Namaz, müminler üzerine vakitlenmiş bir farz olmuştur.

Bakara 114: Ve Allah’ın mescitlerini, içlerinde Allah’ın adı anılmasın diye engelleyen ve onların yıkımı için uğraşan kişiden daha zalim kim olabilir! Böylelerinin, o mescitlere girmeleri ancak korka korka olacaktır. Onlar için dünyada bir rezillik vardır. Bunlar için ahirette de büyük bir azap vardır.

Ankebut 45: Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da kıl. Şüphesiz ki namaz, çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki Allah’ı anmak daha büyüktür. Allah yaptığınız şeyleri bilir.

Hadid 16: İnananlar için hâlâ vakti gelmedi mi ki, kalpleri Allah’ı anmak ve Hakk’tan gelen için ürpersin de daha önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmiş de kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu da yoldan çıkmıştır.

Zümer 22: Peki Allah kimin göğsünü İslâm’a açarsa, o zaman o, Rabbinden bir ışık üzerinde olmaz mı? Öyleyse Allah’ı anmaya karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun. İşte onlardır, açık seçik sapıklık içindekiler.

Ta Ha 42: Sen ve kardeşin ayetlerimi götürün ve Beni anmakta ikiniz de gevşeklik etmeyin.

Ta Ha 124–126: Kim Benim anılmamdan [beni anmaktan] yüz çevirirse hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz. O der ki: “Rabbim, ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak haşrettin?” (Allah) Der ki: “Bu böyledir, ayetlerimiz sana geldiğinde sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun.”

A’râf 205: Ve sabah akşam [her zaman] kendi içinden, korkarak ve yalvararak, yüksek olmayan bir sesle Rabbini an ve umursamazlardan olma!

Cinn 17: Onları, onun içinde imtihan edelim. Kim Rabbinin anılmasından yüz çevirirse Rabbi onu, gittikçe yükselen bir azaba sokar.

Nur 37: Öyle erkekler vardır ki, ne bir ticaret ne bir alış veriş onları Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar kalplerle gözlerin ters döneceği günden korkarlar.

Münafikun 9: Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Böyle bir şeyi kim yaparsa işte onlar, hüsrana uğramışların ta kendileridir.

Cuma 9: Ey inananlar! Toplantı günü namaz için çağrı yapıldığı zaman Allah’ı anmaya koşun, alış verişi de bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

Bakara 152: Öyleyse Beni anın ki, Ben de sizi anayım. Ve Bana şükredin, Bana nankörlük etmeyin.

Ra’d 28: O kişiler inanan ve kalpleri Allah’ı anmakla yatışan kişilerdir. Gözünüzü açın! Kalpler yalnız ve yalnız Allah’ı anmakla yatışır / tatmin olur.

Kur’an’da bu kadar önem verilen “zikrullah”ın ne demek olduğu, nasıl yapılacağı ancak yine Kur’an’dan öğrenilebilir. Ne var ki, cehalet, gaflet veya dalalet gibi nedenlerle konu Kur’an’dan değil, İslâm düşmanlarından öğrenilmeye kalkışılmış, sonuçta ortaya “zikr çekmek” diye tuhaf ve anlaşılmaz uygulamalar çıkmıştır. Bu uygulamalar daha çok geri kalmış, yoksul ve eğitimsiz Müslüman ülkelerdeki cemaat ve tarikatlar eliyle yaygınlaşmış, haftanın belirli gün ve saatlerinde ellerine doksan dokuzluk, binlik, on binlik tespihler alan insanlar, halkalar halinde güya zikir yaptıklarını zannederek “Allah, Allah”, “La ilahe illallah, La ilahe illallah” veya “Hu, Hu” diye bağırıp durmuşlardır. İşin en acıklı yanı, bu yaptıklarıyla da kolayca cennete gideceklerine inanmışlardır.
Kesinlikle bilinmelidir ki, ne bu zikir anlayışı ne de ona bağlı olarak gelişen bu garantici cennet inancı doğrudur. Bu tür yoz ve yozlaştırıcı anlayışların hiç kimseye yararı yoktur. Parayı çok seven veya paraya ihtiyacı olan bir kimsenin herhangi bir para kazanma uğraşısına girmeden, eline bir tespih alıp günde binlerce kez “para, para, para, ...” diye sayıklamak suretiyle para kazanması nasıl mümkün değilse, ahirette cennetle ödüllendirilmek isteyen bir kimsenin de, yukarıda açıkladığımız yoz ve saçma davranışlarla Allah’ın rızasını kazanması mümkün değildir. Çünkü Yüce Allah, cennetin bedelini Kur’an’da bildirmiştir:

Tövbe 111: Kesinlikle Allah, Müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır. …

Cennetin bedelinin canlarımız ve mallarımız olduğunu söyleyen yukarıdaki ayet Kur’an’da duruyor iken, bir Müslüman’ın belli sayılarda tespih çekerek Allah’ın rızasını kazanacağını ve cennete gireceğini umması, anlaşılır bir davranış değildir. İslâm düşmanları tarafından uydurulan bu tür yalanlar, Müslümanları gayretten, faaliyetten, rekabetten uzaklaştırıp tembelliğe, miskinliğe ve uyuşukluğa sevk etmektedir. Bu durum, bu yalanlara uyarak dünya hayatını Allah’ın razı olmayacağı şekle sokanların ahiret hayatlarını da karartmaktadır.
Oysa Allah’ın bizden beklediği doğru davranışların hepsi Kur’an’da mevcuttur. Bir Müslüman olarak bize düşen, Allah’ın bizden istediklerini Kur’an’daki şekliyle öğrenip uygulamaktır. Konumuz hakkında da Yüce Allah, kendisini anmamızı emretmiştir. Dinini Kur’an’dan öğrenen bir Müslüman’ın bunun nasıl yapılacağını öğrenmek için yapacağı tek şey Kur’an’a başvurmaktır. Çünkü, “Madem ki Yüce Allah kendisini anmamızı istemiştir, bunun nasıl yapılacağını da mutlaka bize bildirmiştir.” mantığı ile başvurulacak ve Allah’ın mesajını taşıyan yegâne kaynak Kur’an’dır. Nitekim Yüce Allah, “zikrullah” eyleminin, kendisinin gösterdiği şekilde yapılmasını istemiştir:

Bakara 198: Rabbinizden bir lütuf istemenizde hiçbir sakınca yoktur. Sonra Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş’ari-Haram’da Allah’ı anın. Ve O’nu O’nun size gösterdiği gibi anın. Ve siz bundan önce gerçekten sapkınlardan idiniz.

Yüce Allah’ın bize kendisini anmamız için gösterdiği, öğrettiği şekil ise iki ayet sonrasında bildirilmiştir:

Bakara 200: Sonra da ibadetlerinizi bitirdiğinizde yine Allah’ı anın, tıpkı babalarınızı andığınız gibi. Hatta daha kuvvetli bir anışla anın. İnsanlardan bazısı, “Ey Rabbimiz bize dünyada ver!” diyen kimselerdir. Onun için de ahirette bir nasip yoktur.

Ayetlerden açık ve net olarak anlaşıldığı gibi, Yüce Allah kendisini babalarımızı andığımız gibi, hatta daha kuvvetle/şiddetle anmamızı emretmektedir. Bu durumda öncelikle babalarımızı nasıl andığımızı düşünmemiz gerekmektedir. Bir insanın herhangi bir sayaçla gece gündüz “Baba, Baba ...” diye diliyle babasını anması söz konusu olamayacağına göre, burada düğümü çözecek olan ipucu, babamızı anmamızın, onu düşünmemizin nasıl olması gerektiğindedir.
Evlatlarına “Oğlum/kızım, beni unutma!” diye tembih eden babaların bu sözle evlatlarının kendilerini sayıklamalarını kastetmedikleri kesindir. O hâlde babalarımızı anmamız, onları düşünmemiz, onları aklımızdan çıkarmamamız, üzerimizdeki haklarını düşünüp onlara olan maddî ve manevî sorumluluklarımızı hatırlamamız, sevgide ve saygıda kendilerine kusur etmememiz demektir.
“Zikrullah”ı belirli sayıdaki ifade kalıplarıyla yapmayı doğru bulan zihniyetin, Allah’ın Bakara/152’de verdiği “Beni anın ki, ben de sizi anayım” mesajı hakkında ayrıca kafa yormaları ve Allah’ı “Allah, Allah …” diye anan kimselerin, Allah’tan da kendilerini “kulum, kulum …” diye anmasını bekleyip beklemediklerini düşünmeleri gerekir.
Bu dini en iyi anlayan ve en iyi uygulayanların, peygamberimiz ile onun çağdaşı olan ve dini eğitimlerini ondan alan sahabe olduğu şüphesizdir. O güzide Müslümanlar bu ayetleri bugünkü tarikat, tekke ve tasavvuf anlayışıyla anlayıp uygulamamışlardır. Onların belirli sayılarla “Allah, Allah ...” diye zikrettiklerini kimse duymamış, hiçbir kitap yazmamıştır. Onlar, kişinin aynasının “iş” olduğunun, lâfına bakılmayacağının bilincindeydiler. Bu nedenle de ömürlerini hep öğrenerek, öğreterek, Allah için mücadele [cihad] ederek geçirmişlerdir.
Zikrullah / Allah’ın anılması, halk arasında uygulandığı şekliyle elde tespih, dil ile “Allah, Allah …” demek değildir. Zikrullah / Allah’ın anılması, Allah’ın biz kulları üzerindeki haklarını ve bize sunduğu nimetleri düşünmek, O’na karşı sorumluluklarımızı yerine getirip getirmediğimizi ikide bir kontrol etmek, verdiği görevleri eksiksiz yerine getirmek, nimetlerine karşı şükredip nankörlük etmemek ve daima bu bilinç içerisinde olmaktır.
Allah’ın bizden istediği de budur.

hiiic
9. May 2010, 09:12 AM
Ta Ha 124–126: Kim Benim anılmamdan [beni anmaktan] yüz çevirirse hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz. O der ki: “Rabbim, ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak haşrettin?” (Allah) Der ki: “Bu böyledir, ayetlerimiz sana geldiğinde sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun.”

Kuranda bu ve bunun gibi başka ayetlerede rastladım, ama hepsinden şu mana çıkıyor, onu anmaktan yüz çevirirsek yada ona nankörlük yaparsak geçimimiz zor oluyor yani dünyada rahatca geçinemiyoruz.

Olaya çift taraflı bakacağım

1-Eğer dünyada geçimimiz de sıkıntı varsa demekki Allahı anmadık yada yanlış yoldayız
2-eğer Allahı anarsak aza bile kanaat edeceğimizden geçimimiz bolmuş gibi olur.

Yani bu dünyada yaşadığımız sıkıntıların temelinde acaba Allahı gereği gibi zikredememiz mi yatıyor?

Toslunba
12. May 2010, 02:29 AM
Allah nasıl anılır sizce? Allahı anmak ağızdan çıkan tekrarlı sözcüklermidir? Örneğin ben rahmetli dedemi anarım ,çünkü onu gördüm ,onunla yaşadım ,onu zevkettim gönlümce. Peki Allahı nasıl anmalıyız?

hiiic
12. May 2010, 02:57 AM
Hani o gemiyi hatırlıyor musun?

Herkezin bir gemisi vardır fırtınaya yakalandığı. mesele en son 2 gün önce Allah beni gemiye bindirdi, elektikler kesildi ve birden fırtına koptu, o esnada balkon kapısı açıktı ve içerden pat küt sesler gelmeye başladı... Vallahi kıyamet kopuyor sandım da "Allahım bana nolursun mühlet ver" diye dua etmeye başladım. mesela deniz baykal da şu son zamanlarda bi gemiye bindi. Videolu gemi :) herkes dini yalnızca Allaha has kılarak dua edeceği bir gemiye biner hayatında. İşte ordaki gibi zikretmeye çalışıyorum.

daha doğrusu o gemiyi hatırlıyorum. O durumda beni nasıl kurtardıysa şükretmeye çalışıyorum... Peki sizce nasıl zikretmeliyiz?

Ali Rıza Borazan
12. May 2010, 08:29 AM
Zikir İki Anlamda anlaşılmalıdır. Birincisi Allahın Göndermiş olduğu vahiy orjinli dinlerdeki engin anlatılışını öğüdünü kavrama anlamında zikirdir. İkinci zikir Allahn yaratmış olduğu kainattaki varlıkların yaratılışı hakkında ince ince düşünerek hayatı düzgün okumak ve yaşamak anlamında zikirdir. Evet Hülya kardeşin söylediği gibi zikir ele tespih alıp çekmek değil, zikir vahiy yasası ile evrenin yasası çözülerek dünya hayatında müreffeh bir hayatın Allaha kulluk çerçevesi içerisinde anlamak ve yaşamaktır.

Toslunba
12. May 2010, 10:06 PM
Anladığım kadarı ile burada iki temel husus var. Birincisi Allah derken ne kast ettiğini bilmek ,onun izin verdiği ölçüde onu tanımak. İkincisi ise "yüzünü her nereye dönersen dön Allahın vechi oradadır" ayeti uyarınca devamlı Allahın huzurunda olmak bilinci ,bu öyle bir bilinç olmalıki kişi baktımı dağ bayır değil Allahın vehini görmeli. Bu halde ağzınızın ne yaptığı pek önemli değildir ,zikirdesinizdir. Ancak bu bilinç halinde bir soru ortaya çıkar ,tamam Allahın vechi heryerde , heryerde hakk cemalini izleriz ama izleyen kim? Hakikaten her yerde Allahın vechini görürsek gören kim olur?

hiiic
13. May 2010, 01:16 AM
Ancak bu bilinç halinde bir soru ortaya çıkar ,tamam Allahın vechi heryerde , heryerde hakk cemalini izleriz ama izleyen kim? Hakikaten her yerde Allahın vechini görürsek gören kim olur?


Baktığı her yerde Allahın vechini;

Görmeyen Gafil/gaflette olur
Göremeyen Ahmak olur
Görmek istemeyen Fasık olur
Görüpte görmekten hoşlanmayan Kafir olur.
Görmeyipte görüyorum diyen Münafık olur
Görmek isteyen Fıtratcı olur
GÖREN ise kul olur.
liste uzar gider

Toslunba
13. May 2010, 11:23 PM
Sorum yanlış anlaşılmış sanırım ,görmeyen ,göremeyen ,görmek istemeyen ,gören kimdir hakikatte?
Ya kul kimdir? Allahki bizi doyurur ,sağlığımızı hayatı suyu herşeyi o verir ,dualarımızı kabul eder ,çağırınca icabet eder ama kul olan biz oluruz.

Bu arada hiç kardeşim Allah bizim algımıza göre değişirmi?

hiiic
14. May 2010, 09:20 AM
Bu arada hiç kardeşim Allah bizim algımıza göre değişirmi?

Normalde mi? hakikatte mi?
değiştiği halde var değişmediği halde var, hangisini sölim şimdi bilmiyorum ki...

myro
5. June 2010, 01:10 AM
Sayılı zikir bir disiplindir. İnsanı sürekli Allah'ı anmak konusunda disipline etmektir. Müslüman insan sürekli Allah'ı zikretse ne güzel olur. Sadece dille değil, kalbiyle ruhuyla tam bir bilinçle.

Fussilet Suresi 38. Ayette ;
Eğer insanlar büyüklük taslarlarsa (bilsinler ki) Rabbinin yanında bulunan (melekler) hiç usanmadan, gece gündüz O'nu tesbih ederler.

Meleklerin gece gündüz tesbih etmesi bir örnek teşkil eder. Kul da bu örnekle rabbini gece gündüz tesbih etse ne güzel olur. Tesbih de bir nevi zikirdir. Allah'ı anmaktır.

Kimi müslümanların sayılı yaptığı zikir bir disiplindir demiştim. Amaç bu disiplinle her an Allah'ı zikir haline gelmektir. Öyle ki dil zikr etmese bile kalp sürekli eder hale gelsin.

Allah Resulünün bize öğrettiği namaz sonrası 33 er adet çektiğimiz Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahuekber lafızları ne güzeldir. Her sübhanallh dediğimizde onun nasıl hiçbirşeye muhtaç olmadığını düşünsek, her elhamdülillah dediğimizde bizi ne güzel yarattığını düşünsek he Allahu ekber dediğimizde yarattıklarına bakarak onun ne yüce olduğunu düşünsek, ne güzel olur değil mi?

hiiic
5. June 2010, 03:01 AM
Allah Resulünün bize öğrettiği namaz sonrası 33 er adet çektiğimiz Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahuekber lafızları ne güzeldir. Her sübhanallh dediğimizde onun nasıl hiçbirşeye muhtaç olmadığını düşünsek, her elhamdülillah dediğimizde bizi ne güzel yarattığını düşünsek he Allahu ekber dediğimizde yarattıklarına bakarak onun ne yüce olduğunu düşünsek, ne güzel olur değil mi?

Allah resulu kuran dışında birşeyi size emrettiyse, görevine ihanet etmiştir. Çünkü herşeyin tastamam yazılı olduğu bir kitaba dışarıdan vahyin dışında şahsi fikir sokmak ihanettir. Ancak bahsettiğiniz tespih adetleri sonradan uydurma olduğu için bu söylediklerim geçersiz oluyor. Allah resulu bizlere kuranı bildirmiştir, onun dışındakiler iftiradır. Din Kuranda yazılıdır, ekstra bütün bidatlar (bahsettiğiniz tespikdeki gibi) iftradır. O zamanda bi kere tespik yoktu, yani saçmalık olurda bu kadarı olmaz saf dine fitne sokmayı bırakın artık. Dinde olan var olmayan var oraya fazladan eklediklerinz yüzünden saf din yaşanmıyor ve bunun vebali hepinizedir, ahirette bunun hesabı ortaya attığınız tüm bidatçılar ve savunucularından sorulacaktır. tespik budizme aittir, Kurandaki tespihden mana ise zikirdir ve bunu şuanda bu yazıyı yazarken ben bile yapabiliyorsam herkes rahatlıkla yapabilir, lütfen dışardan olmayan şeyleri kafanıza göre dine sokmayın yazıktır.

myro
5. June 2010, 08:57 PM
Allah resulu kuran dışında birşeyi size emrettiyse, görevine ihanet etmiştir. Çünkü herşeyin tastamam yazılı olduğu bir kitaba dışarıdan vahyin dışında şahsi fikir sokmak ihanettir. Ancak bahsettiğiniz tespih adetleri sonradan uydurma olduğu için bu söylediklerim geçersiz oluyor. Allah resulu bizlere kuranı bildirmiştir, onun dışındakiler iftiradır. Din Kuranda yazılıdır, ekstra bütün bidatlar (bahsettiğiniz tespikdeki gibi) iftradır. O zamanda bi kere tespik yoktu, yani saçmalık olurda bu kadarı olmaz saf dine fitne sokmayı bırakın artık. Dinde olan var olmayan var oraya fazladan eklediklerinz yüzünden saf din yaşanmıyor ve bunun vebali hepinizedir, ahirette bunun hesabı ortaya attığınız tüm bidatçılar ve savunucularından sorulacaktır. tespik budizme aittir, Kurandaki tespihden mana ise zikirdir ve bunu şuanda bu yazıyı yazarken ben bile yapabiliyorsam herkes rahatlıkla yapabilir, lütfen dışardan olmayan şeyleri kafanıza göre dine sokmayın yazıktır.

İslam Allah Resulü dışında düşünülemez. Allah Resulünü çıkardığınızda din ortada kalmaz. Allah Resulü olmadı mı Kuran olmaz.

Allah Resulü birşeyi emretmişse kesinlikle yapılır. Farz olur (Namaz rekatlarının farz olması gibi). Allah Resulünün Kuran'a ters bir şey söylemesi söz konusu değildir. Ters bir şeyle emretmesi mümkün değildir. Tavsiye etmişse isteyen yapar istemeyen yapmaz. Yapan için büyük mükafat olur.

Kuranda pek çok yerde Allah'ın tesbih edilmesi emri var. Hamd edilmesi emri var. Bu çerçevede Allah'ı tesbih etmekle kesinlikle yükümlüyüz. Hamd ile de yükümlüyüz. O yüzden tesbihat ne güzeldir. Bahs ettiğim 33 lü zikir kuvvetli nakiller gelmiş bir hadisi şeriftir.

Şahsen Kuran'ı kerimin mealini çokça okurum. Hemen her konuda Kuran ayetleri aklıma geliverir ve muhtemel yerini hatırlarım. Pek çoğunu direkt meal olarak ezberden söylerim. Bir şey yazarken bilmeden yazmaktan da Allah'a sığınırım.

En iyisini şüphesiz Allah Bilir.

dost1
6. June 2010, 01:04 AM
Selamun Aleykum! Değerli Myro Kardeşim!

Allah razı olsun.

Mekkeli olan Abdullah oğlu Muhammed(Allah’ın selamı üzerine olsun.)Allah’ın Resulu/Nebisi olarak gönderilmiştir.

Bakara;252:İşte bunlar Allah'ın ayetleri. Onları sana hak olarak okuyoruz. Yemin olsun ki sen, gönderilen elçilerdensin.

Al-i İmran;144: Muhammed bir resulden başkası değildir. Ondan önce de resuller gelip geçmiştir. Şimdi o ölse yahut öldürülse ökçeleriniz üzerine gerisin geri mi döneceksiniz! İki ökçesi üzerine geri dönen, Allah'a hiçbir şekilde zarar veremez. Allah, şükredenleri ödüllendirecektir.

Nisa;79: İyilik ve güzellikten sana her ne ererse Allah'tandır. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse kendi nefsindendir. Biz seni insanlara bir resul olarak gönderdik. Tanık olarak Allah yeter.

Nisa;80: Resule itaat eden Allah'a itaat etmiş olur. Yan çizen çizsin, biz seni onlar üzerine bekçi göndermedik.

Nisa;174: Ey insanlar! Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, herşeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik.


En am;50: Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vahyedilene uyarım ben!" Sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?"

A’raf;158: De ki: "Ey insanlar, ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sâhibi olan, kendisinden başka tanrı bulunmayan, yaşatan, öldüren Allâh'ın Elçisiyim. Gelin Allah'a ve O'nun ümmi peygamberi olan Elçisine inanın -ki o (peygamber) de Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır,-O'na uyun ki doğru yolu bulasınız!"

Ra’d;30: Seni de böylece, kendilerinden önce nice milletler geçmiş bulunan bir millete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın. Oysa onlar Rahmân'a nankörlük ederler. De ki: "O (Rahmân), benim Rabbimdir. O'ndan başka tanrı yoktur. O'na dayandım, tevbem yalnız O'nadır."

Kehf;110: De ki: "Ben de sizin gibi bir insanım; Tanrınızın bir tek Tanrı olduğu bana vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa iyi iş yapsın ve Rabbine (yaptığı) ibâdete hiç kimseyi ortak etmesin.

Ya Sin;2: Hikmetli Kur'ân'a andolsun.
Ya Sin;3: Kuşkusuz sen gönderilmiş elçilerdensin.

Duha;7: Seni şaşırmış bulup yola iletmedi mi?

Fetih;29: Muhammed Allâh'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar, kâfirlere karşı katı, birbirlerine karşı merhametlidirler. Onların, rükû' ve secde ederek Allâh'ın lutuf ve rızâsını aradıklarını görürsün. Yüzlerinde secde izinden nişanları vardır. Onların Tevrât'taki vasıfları ve İncildeki vasıfları da şöyle bir ekin gibidir ki, filizini çıkardı, onu güçlendirdi, kalınlaştı, derken gövdesinin üstüne dikildi, ekincilerin hoşuna gider, onlara karşı kâfirleri de öfkelendirir bir duruma geldi. Allâh onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfât va'detmiştir.

Allah Resulu Muhammed, (Allah’ın selamı üzerine olsun.)kendinden önceki resul/Nebileri tasdik edendir

Saffat;37: Hayır, öyle değil! O, hakkı getirmişti. Diğer peygamberleri de tasdik etmişti.

Allah Resulu Muhammed (Allah’ın selamı üzerine olsun.)Doğru yol üzerindedir.

Ya Sin;4: Dosdoğru bir yol üzerindesin.

Şura;52: İşte böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nur yaptık. Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yola kılavuzluk etmektesin.

Zuhruf;43: Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl, çünkü sen doğru yoldasın.

Ahkaf;9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahyedilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim."

Fetih;2: Ki Allah senin günahından geçmiş olanı da gelecek olanı da bağışlasın, nimetini senin üzerinde tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola kılavuzlasın.

Necm;1,2: İndiği zaman necme kasem olsun ki (Parça parça inmiş ayetlerin her bir inişi kanıttır ki),arkadaşınız sapmamıştır, azmamıştır.

Saff;9: Resulünü hidayet ve hak dini getirmek üzere o gönderdi ki, ortak koşanlar hoşlanmasa bile, onu tüm dinlerden üstün kılsın.

Nisa;174: Ey insanlar, size Rabbinizden delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.

Hadid;9: Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna açık açık âyetler indiren O'dur. Şüphesiz Allâh, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.

Cin;27: Seçtiği bir elçi müstesna. Çünkü O, resulünün önünden ve arkasından gözetleyiciler yürütür.

Fetih;28: Ki onların, Rablerinin elçiliklerini hedefine tam ulaştırdıklarını bilsin. Allah, onların katında bulunan şeyleri kuşatmış ve her şeyi inceden inceye sayıya bağlamıştır.

Allah Resulu Muhammed (Allah’ın selamı üzerine olsun.)mecnun değildir.
Sebe;46: De ki: "Size, bir tek şey öğütleyeceğim: Allah için ikişer ikişer, teker teker kalkın, sonra da iyice düşünün!" Arkadaşınızda cinnetten eser yok! O, şiddetli bir azap öncesinde sizi uyaran bir kişiden başkası değil.
Kalem;1-8:
1- Nun. Kalem`e ve onların satır satır yazıp söylediklerine/ efsaneleştirdiklerine kasem olsun ki/ bunları kanıt gösteririm ki:
2- Sen Rabbinin nimeti sayesinde, mecnun/ cinlenmiş/ deli değilsin.
3- Ve muhakkak senin için minnete bulaşmamış çok mal var.
4- Ve kesinlikle sen, çok büyük bir ahlâk üzerindesin / üstün bir karaktere sahipsin.
5- Yakında göreceksin onlar da görecekler,
6- fitneye uğramış/ delirmiş hanginizmiş.
7- Şüphesiz Rabbindir, yolundan sapanı en iyi bilen, yine O`dur doğru yola ermiş olanları en iyi bilen.
8- O halde yalanlayıcılara itaat etme!
Tekvir;22: Arkadaşınızı cin çarpmış değildir.
Ahzab;46: Ve Allah'ın izniyle bir davetçi, ışık saçan bir kandil olarak...
Kur’an, Allah Resulu Muhammed’in (Allah’ın selamı üzerine olsun.) sözü değildir.
Hakka;40: O hiç şübhesiz kerîm bir Resulün getirdiği sözdür.
Hakka;44-47: Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Sizin hiçbiriniz ona siper de olamazdınız.

Allah, Resulu Muhammed’i(Allah’ın selamı üzerine olsun.) destekler ve desteklememizi emreder.

Ahzab;56: Şu bir gerçek ki, Allah ve melekleri, o Peygamber'e destek verirler/onun şanını yüceltirler. Ey inananlar! Siz de ona destek olun/onun şanını yüceltin ve ona içtenlikle selam verin.

Allah Resulu Muhammed(Allah’ın selamı üzerine olsun.),kendisine vahyedilene uyar.

Ahzab;1-3:Ey Peygamber! Allah'tan kork ve küfre batmışlarla münafıklara boyun eğme! Kuşkusuz, Allah Alîm, ve Hakîm'dir.
Rabbinden sana vahyedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır.
Allah'a dayanıp güven! Vekil olarak Allah yeter.


Allah Resulu olan Muhammed( Ona selam olsun) , Allah’ın mü’minlere olan lutfudur.

Al-i İmran;164: Andolsun ki, Allâh, mü'minlere büyük lutufta bulundu: Zira daha önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken onlara, kendi içlerinden, kendilerine Allâh'ın âyetlerini okuyan, kendilerini yücelten ve kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi.

Tevbe;128: Andolsun, içinizden size öyle bir Elçi geldi ki sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; size düşkün, mü'minlere şefkatli, merhametlidir.
Alemlerin Rabbi olan Allah, Resulu Muhammed’e (Allah’ın selamı üzerine olsun) Kur’an ‘ı vermiştir.

Bakara;99: Andolsun, sana apaçık âyetler indirdik, onları yoldan çıkmışlardan başkası inkâr etmez.

Bakara;119: Doğrusu biz seni, gerçekle, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Cehennem halkından sen sorumlu değilsin.

Bakara;151: Nitekim kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitabı, hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Elçi gönderdik.

Nisa;163: Biz, Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. Nitekim İbrâhim'e, İsmâ'il'e, İshak'a, Ya'kûb'a, sıbtlara, Îsâ'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Hârûn'a, Süleyman'a da vahyetmiş ve Dâvûd'a da Zebur'u vermiştik.

Hicr;87: Andolsun sana ikililerden yedi ve bu büyük Kur'ân'ı verdik.

Nahl;44: Açık kanıtları ve Kitapları. Sana da o Zikr'i indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın, tâ ki düşünüp öğüt alsınlar.

Kehf;1: Allah'a hamdolsun ki, kuluna Kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı.

Ankebut;47: İşte böylece Kitabı sana da indirdik. Kendilerine Kitabı verdiklerimiz, ona inanırlar: Şunlardan (şu Araplardan) da ona inananlar vardır. Âyetlerimizi, kâfirlerden başkası inkâr etmez.

Şura;52: İşte sana da böyle emrimizden bir ruh (gönüllere can veren bir söz) vahyettik. Sen Kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi, doğru yola ilettiğimiz bir nur yaptık. Şüphesiz sen, doğru yola götürüyorsun:

Hakka;40: Ki, o (Kur'ân) elbette değerli bir elçinin sözüdür.

Müzzemmil;5: Doğrusu biz, senin üzerine ağır bir söz bırakacağız.
Alemlerin Rabbi olan Allah, Resulu Muhammed’i(Allah’ın selamı üzerine olsun.) üstün meziyetlerle göndermiştir.

Bakara;253: Bu elçilerin bazılarına diğerlerinden daha fazla meziyetler bahşettik: İçlerinden kimi ile Allah (bizzat) konuşmuş, kimini de daha üst derecelere yükseltmiştir. Biz, Meryem oğlu İsa'ya hakikatin tüm kanıtlarını bahşettik ve o'nu kutsal ilham ile destekledik. Ve eğer Allah dileseydi, o (elçiler)den sonra gelenler, kendilerine hakikatin bütün kanıtları geldikten sonra birbirleriyle çatışmazlardı; ancak (vaki olduğu üzere) onlar karşıt görüşlere kapıldılar ve bazıları imana ererken diğerleri hakikati inkara yöneldi. Buna rağmen Allah dileseydi, birbirleriyle çatışmazlardı. Ama Allah dilediğini yapar.

Kalem;1: Nûn! Yemin olsun kaleme ve satır satır yazdıklarına
Kalem;2: Sen, Rabbinin ni'metiyle cinlenmiş (deli) değilsin.

Değerli Kardeşlerim!

Alemlerin Rabbi olan Allah, Resulu Muhammed’i (Allah’ın selamı üzerine olsun.)her toplum için hidayet rehberi kılmıştır.

Ra’d;7: Bütün bunlara rağmen, hakkı inkara şartlanmış olanlar yine de (inanmaktan kaçınıyor ve) "Niçin o'na Rabbinden mucizevi bir alamet indirilmiyor?" diyorlar. (Fakat, (onlar ne derlerse desinler)) sen sadece bir uyarıcısın ve bütün toplumlar için (asıl) yol gösterici (Allah'tır).

Neml;79: Allah'a tevekkül et, çünkü sen apaçık gerçek üzerindesin.

Cumu’a;3: O resulü, ümmîlerden olup da henüz onlara katılmamış bulunan başka kimselere de gönderdi. O'dur Azîz, O'dur Hakîm.

Değerli Kardeşim. Müzakerenize ışık olur umuduyla tesbih konusundaki bir çalışmayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

“تسبيح Tesbih” kelimesinin; sözlük anlamı ile “havada ve suda hareket etmek, geçip gitmek, yüzerek uzaklara gitmek” demek olan “سبح sebh” kökünden türemiş bir kelime olduğunu ve Kur`an`daki anlamının da, Allah`ı O`na yakışmayan şeylerden uzak tutmak, Allah`ı yüceltmek, O`nun her türlü kemal sıfatlarla donanmış olduğunu iyi kavramak ve bunu her vesile ile yüksek sesle söylemek olduğunu, Kalem suresinin 29. ayetinin tahlilinde söylemiş ve belirtmiştik. “تسبيح Tesbih”, kısaca yaratanı tüm nitelikleriyle tanımak ve tanıtmak demektir ve “tesbih”in otuz üçlük, doksan dokuzluk imameli tespihlerle ve Ebu Hüreyre`nin namazlardan sonra otuz üç kere “Sübhanellah” dedirtmesiyle hiç alâkası yoktur.


İsmin tesbihi:


Bir ismi “تسبيح tesbih” etmek, yani noksanlıklardan uzak tutup, yüceltmek demek; aslında o ismin sahibini “tesbih” etmek demektir. Çünkü bir ismin sahibinin yüceliği ve kutsallığı, ismin yüceliği ve arınmışlığı ile ifade edilir. Bir kısım âlimler, “isim ile sahibi aynıdır” demişlerse de, hepsi ismin arındırılmasındaki maksadın, sadece ismin sözlük anlamlarının değil, asıl o sıfat ve isimlerin sahibinin arındırılmasına yönelik olduğunu kabul etmişlerdir. Dolayısıyla burada “ismin tesbihi”nden maksat, kendisine yakışmayan isim ve sıfatların, Rabbimizden uzak tutulmasıdır.

Kur`an`ın indiği dönemde Araplar arasında;

- meleklerin, Allah`ın kızları olduğu,

- Üzeyir`in ve İsa`nın Allah`ın oğlu olduğu,

- bazı melek ve putların Allah`a yaklaştırıcı olduğu,

- cinler ile Allah arasında bir nesep (soy bağı) ilişkisi bulunduğu gibi yanlış ve saçma inanışlar yaygındı.

İşte, “ismin tesbihi” emri ile yapılması gereken, bu tarz inançları yansıtan isim ve sıfatların Rabbimizin isim ve sıfatları arasından derhal çıkartılıp atılmasıdır.

“İsmin tesbihi”nde üzerinde durulması gereken bir diğer önemli husus da; hile, tuzak, intikam gibi konularda Rabbimize yakıştırılan isim ve sıfatların, eksiklik lekesinden uzak tutulması hususudur.

Örnek olarak; Kur`an`daki bazı ayetlerde, Allah`ın tuzak kurduğuna dair ifadeler yer almaktadır. İşte bu ayetler örnek gösterilerek Allah`a, “hile ve tuzak kuran” sıfatını yakıştırmak doğru değildir. Çünkü bu ifadeler, Rad suresinin 13. ayetinde açıklandığı gibi sadece Allah`ın “tuzak kuranların hilelerini başlarına geçirmede çok güçlü” olduğu anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ayetlerdeki asıl maksadın, yani Allah`ın gücünü vurgulamaya yönelik maksadın göz ardı edilip, hile-tuzak kurma gibi Kur`an`ın her tarafında kınanmış bir özelliğin Allah`a yakıştırılması yanlıştır.

Bu konuya verilebilecek bir diğer örnek ise “intikam” sözcüğünden türetilmiş isim ve sıfatların Allah`a yakıştırılmasıdır. “İntikam” da, “sabır” ve “zulüm” gibi dilimize yanlış anlamda geçmiş bir sözcüktür. Allâme İbni Menzur, Lisan-ül Arab isimli eserinde “intikam” sözcüğünün manasını açıklarken şu ifadeleri kullanmıştır: “Suçluyu cezalandırmak suretiyle beraberliği sağlamak, altta kalmamak, (Allah için kullanıldığında) dilediğini, suçuna denk bir ceza ile cezalandırmak suretiyle adaleti sağlamak.” Görüldüğü gibi intikam sözcüğünün, dilimizde “öç alma, kin duyarak öç alma” anlamında kullanılan “intikam” sözcüğü ile anlam olarak bir benzerliği yoktur.

Kur’an bilimcilerinden Zemahşeri ilk dönem tefsircilerinden ismin tesbihini şöyle açıklar; “Yüce Allah`ın ismini tesbih etmek demek, Allah hakkında doğru olmayan sıfatları O`na yakıştırmak ve Allah`ı bir şeye benzetmek gibi, onun isimlerini inkâr etmeye götüren manalardan onu uzak tutmak; o ismi hafife almaktan ve huşu ve saygı dışında bir maksatla anmaktan korunmaktır.”
“tesbih”; “Allah’ı eksiklerden tenzih etmek, ona sürülen karaları temizlemek” demektir. “Tesbih” konusunda A’la suresinin tahlilinde yer alan açıklamalarımızı burada da aynen tekrarlamakta yarar görüyoruz:
“تسبيح Tesbih” kelimesinin; sözlük anlamı ile “havada ve suda hareket etmek, geçip gitmek, yüzerek uzaklara gitmek” demek olan “sebh” kökünden türemiş bir kelime olduğunu ve Kur’an’daki anlamının da, Allah’ı O’na yakışmayan şeylerden uzak tutmak, Allah’ı yüceltmek, O’nun her türlü kemal sıfatlarla donanmış olduğunu iyi kavramak ve bunu her vesile ile yüksek sesle söylemek olduğunu, Kalem suresinin 29. ayetinin tahlilinde söylemiş ve belirtmiştik. “Tesbih”, kısaca yaratanı tüm nitelikleriyle tanımak ve tanıtmak demektir ve “tesbih”in otuz üçlük, doksan dokuzluk imameli tespihlerle ve Ebu Hüreyre’nin namazlardan sonra otuz üç kere “Sübhanellah” dedirtmesiyle hiç alâkası yoktur.
İsmin tesbihi
Bir ismi “tesbih” etmek, yani noksanlıklardan uzak tutup, yüceltmek demek; aslında o ismin sahibini “tesbih” etmek demektir. Çünkü bir ismin sahibinin yüceliği ve kutsallığı, ismin yüceliği ve arınmışlığı ile ifade edilir. Bir kısım âlimler, “isim ile sahibi aynıdır” demişlerse de, hepsi ismin arındırılmasındaki maksadın, sadece ismin sözlük anlamlarının değil, asıl o sıfat ve isimlerin sahibinin arındırılmasına yönelik olduğunu kabul etmişlerdir. Dolayısıyla burada “ismin tesbihi”nden maksat, kendisine yakışmayan isim ve sıfatların, Rabbimizden uzak tutulmasıdır.
Kur’an’ın indiği dönemde Araplar arasında;
- meleklerin, Allah’ın kızları olduğu,
- Üzeyir’in ve İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu,
- bazı melek ve putların Allah’a yaklaştırıcı olduğu,
- cinnler ile Allah arasında bir nesep (soy bağı) ilişkisi bulunduğu gibi yanlış ve saçma inanışlar yaygındı. İşte, “ismin tesbihi” emri ile yapılması gereken, bu tarz inançları yansıtan isim ve sıfatların Rabbimizin isim ve sıfatları arasından derhal çıkartılıp atılmasıdır.
“İsmin tesbihi”nde üzerinde durulması gereken bir diğer önemli husus da; hile, tuzak, intikam gibi konularda Rabbimize yakıştırılan isim ve sıfatların, eksiklik lekesinden uzak tutulması hususudur.
Bu açıklamalar ışığı altında, “Ve güneşin doğmasından önce, batmasından önce ve geceden bir bölümde Rabbini hamd ile tesbih et.” ifadesi şu anlama gelmektedir:

“O’nu, o müşriklerin dediklerinden tenzih et; onların karşı koymalarından usanma! Tam aksine, onlara Allah’ın azametini hatırlat ve O’nu şirkten, eş ve çocuklar edinmişlik iftirasından ve imkân dahilinde (akla yatkın, olabilir) olan ‘haşr’dan âciz olmaktan tenzih et!”

Kusursuzluk sadece AllaH'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Alllah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

hiiic
6. June 2010, 06:15 PM
İslam Allah Resulü dışında düşünülemez. Allah Resulünü çıkardığınızda din ortada kalmaz. Allah Resulü olmadı mı Kuran olmaz.

Allah Resulü birşeyi emretmişse kesinlikle yapılır. Farz olur (Namaz rekatlarının farz olması gibi). Allah Resulünün Kuran'a ters bir şey söylemesi söz konusu değildir. Ters bir şeyle emretmesi mümkün değildir. Tavsiye etmişse isteyen yapar istemeyen yapmaz. Yapan için büyük mükafat olur.

Kuranda pek çok yerde Allah'ın tesbih edilmesi emri var. Hamd edilmesi emri var. Bu çerçevede Allah'ı tesbih etmekle kesinlikle yükümlüyüz. Hamd ile de yükümlüyüz. O yüzden tesbihat ne güzeldir. Bahs ettiğim 33 lü zikir kuvvetli nakiller gelmiş bir hadisi şeriftir.

Şahsen Kuran'ı kerimin mealini çokça okurum. Hemen her konuda Kuran ayetleri aklıma geliverir ve muhtemel yerini hatırlarım. Pek çoğunu direkt meal olarak ezberden söylerim. Bir şey yazarken bilmeden yazmaktan da Allah'a sığınırım.

En iyisini şüphesiz Allah Bilir.

Çok doğru söylemişsiniz.
Aslında tek sıkıntı dine sonradan sokulup bunu peygamberimiz emretti diyenlerden kaynaklanıyor. Bunların olacağı ve aklımızı kullanmamızı Allah emretmiş. Yoksa peygamberimizin 1 yanllışına bütün doğrularımızı veririz, onu çok seviyoruz, Allah seçmişde göndermiş. Ama yaptığımız yanlışlar peygambermizden değil sonrasındaki uydurukçularun yanlışları, Allah korusun.

Ayetler konusunda aynı durum bende de var, ayetler her konuda aklımıza geliyor ama birde numarsı gelse :) gerek yok ama istisnai durumlarda gerekli olabiliyor. Allah böyle istemiş. 10 tane yeni emir verip gidedebilirdi ama 1400 yıldır çıkan fitne, yalan dolanın önünü kesmek için ayetlerini açıklıya açıklaya yazdı. 10 emiri nasıl bozarlardı kim bile. :)

bob
6. June 2010, 11:14 PM
Merhaba.
Öyle bir konuşuluyor ki sanki islam Hz.Muhammed ile başladı. Oysa, her peygamber aynı mesajı getirmiştir. Diğer peygamberlerin hayatlarında olmayan, ne Tevrat'ta ne İncil'de ne de Kuran'da yer alan konuları, uygulamaları "din bu" diye sunmayın. Çok belli ki birileri tüm kavramların içini boşaltmış. Bize de alın, "din bu" diye sunmuşlar.

hiiic
5. September 2011, 01:48 AM
ZİKR / ZİKRULLAH


“ الذّكرZİKR” sözcüğünün sözlük anlamı “anmak, hatırlamak, hatırdan çıkarmamak, öğüt almak, unutmamak, ibret almak” demektir. (el Müfredat; zkr mad.)

...“zikrullah” tamlaması “salât”, “zekât”, “savm [oruç]” gibi bir terim olmayıp “yemek”, “içmek” gibi eylem ifade eden sözcüklerdir. Bilindiği gibi, “namaz”, “belirli zamanlarda, belirli beden hareketleriyle, belirli dua ve ayetlerin okunmasıyla yapılan kulluk” anlamında bir terimdir. Aynı şekilde “oruç” da bir terim olup “belirli bir zaman diliminde ve özel bir amaçla yemeyi, içmeyi ve cinsel ilişkiyi terk etmek” demektir. Zikr ve zikrullah ise birer terim değildir.
İşin aslı böyle olmasına rağmen, Arapçadan Türkçeye yapılan tüm çevirilerde “zikr” sözcüğü Türkçeleştirilmeden Arapça olarak bırakılmış ve böylece sözcük, sanki bir dinî terim gibi kullanıla gelmiştir. Bu bilgisizlik, her zamanki gibi, açıkgözler ve art niyetliler tarafından çokça istismar edilmiştir. Bu istismara uygun olarak cahil halk arasında zikir halkaları, zikir şekilleri ve zikir aletleri icat edilmiştir. Bu sözcüğün yanlış algılandığının farkında olan İslâm düşmanları ise, binlerce senedir sürdürdükleri faaliyetlerine bu konuyu da dâhil ederek Müslümanların daha fazla uyuşturulmalarını, daha çok perişan edilmelerini, daha derin bir sapkınlığa düşürülmelerini sağlamaya çalışmışlardır. Bilerek ya da bilmeyerek bu istismara alet olanlar, bu sapkınlığın faziletlerini anlatan kitaplar yazarak bunları Müslümanlara satmışlardır.
Kur’an’ın birçok ayetinde “zikrullah [Allah’ın anılması] olgusundan bahsedilerek bunun önemine ve gereğine değinilmektedir:

Âl-i Imran 191: O [Aklını kullanan] kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler: “Ey Rabbimiz! Sen bunu boşu boşuna yaratmadın! Senin şanın yücedir. Bizi ateşin azabından koruyuver!”

Nisa 103: Sonra da namazı tamamlayınca, artık Allah’ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sonra sükûnet bulduğunuzda da, namazı tam bir biçimde yerine getirin. Namaz, müminler üzerine vakitlenmiş bir farz olmuştur.

Bakara 114: Ve Allah’ın mescitlerini, içlerinde Allah’ın adı anılmasın diye engelleyen ve onların yıkımı için uğraşan kişiden daha zalim kim olabilir! Böylelerinin, o mescitlere girmeleri ancak korka korka olacaktır. Onlar için dünyada bir rezillik vardır. Bunlar için ahirette de büyük bir azap vardır.

Ankebut 45: Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da kıl. Şüphesiz ki namaz, çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki Allah’ı anmak daha büyüktür. Allah yaptığınız şeyleri bilir.

Hadid 16: İnananlar için hâlâ vakti gelmedi mi ki, kalpleri Allah’ı anmak ve Hakk’tan gelen için ürpersin de daha önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmiş de kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu da yoldan çıkmıştır.

Zümer 22: Peki Allah kimin göğsünü İslâm’a açarsa, o zaman o, Rabbinden bir ışık üzerinde olmaz mı? Öyleyse Allah’ı anmaya karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun. İşte onlardır, açık seçik sapıklık içindekiler.

Ta Ha 42: Sen ve kardeşin ayetlerimi götürün ve Beni anmakta ikiniz de gevşeklik etmeyin.

Ta Ha 124–126: Kim Benim anılmamdan [beni anmaktan] yüz çevirirse hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz. O der ki: “Rabbim, ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak haşrettin?” (Allah) Der ki: “Bu böyledir, ayetlerimiz sana geldiğinde sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun.”

A’râf 205: Ve sabah akşam [her zaman] kendi içinden, korkarak ve yalvararak, yüksek olmayan bir sesle Rabbini an ve umursamazlardan olma!

Cinn 17: Onları, onun içinde imtihan edelim. Kim Rabbinin anılmasından yüz çevirirse Rabbi onu, gittikçe yükselen bir azaba sokar.

Nur 37: Öyle erkekler vardır ki, ne bir ticaret ne bir alış veriş onları Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar kalplerle gözlerin ters döneceği günden korkarlar.

Münafikun 9: Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Böyle bir şeyi kim yaparsa işte onlar, hüsrana uğramışların ta kendileridir.

Cuma 9: Ey inananlar! Toplantı günü namaz için çağrı yapıldığı zaman Allah’ı anmaya koşun, alış verişi de bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

Bakara 152: Öyleyse Beni anın ki, Ben de sizi anayım. Ve Bana şükredin, Bana nankörlük etmeyin.

Ra’d 28: O kişiler inanan ve kalpleri Allah’ı anmakla yatışan kişilerdir. Gözünüzü açın! Kalpler yalnız ve yalnız Allah’ı anmakla yatışır / tatmin olur.



Bir Kuran müslümanı "Allahı hatırlamak" konusunu tartışmamalı.
Görülüyor ki "Allahı unutmamak" konusunu tartışmalı.

pramid
13. March 2012, 05:02 PM
Eğer korkarsanız, yaya veya binekte iken (namazı) kılın. Güvenliğe girdiğinizde ise, yine Allah'ı, bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi zikredin.Bakara / 239

Ayette geçen ibare

كَمَا عَلَّمَكُمْ مَا

Allah namazı şekilsel olarak öğrettiğini söylemekte. Nasıl?

Bir ayet karşımıza çıkıyor ve ibare aynı:

مما علمكم الله

Sana kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar. De ki: "Size temiz şeyler helal kılındı. Allah'ın size öğrettiği şekilde yetiştirdiğiniz av hayvanlarının yakalayıp sizin için alıkoyduklarından yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın. Allah'a karşı gelmekten de sakının. Şüphesiz Allah hesabı hızlı görendir."Mâide / 4

Peki Allah, av hayvanlarını eğitmemizi nasıl öğretti ?

ek:
BAKARA 282: ...Hiçbir katip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın...

hiiic
13. March 2012, 06:47 PM
Yûsuf 21
Mısır'da onu satın alan adam, karısına dedi ki: "Ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası olur. Veya onu evlat ediniriz." İşte böylece (Mısır da adaletle hükmetmesi) ve kendisine (rüyadaki) olayların yorumunu öğretmemiz için Yusufu o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.

Yûsuf 21
...İşte böylece (Mısır da adaletle hükmetmesi) ve kendisine (rüyadaki) olayların yorumunu öğretmemiz için Yusufu o yere yerleştirdik....

-Allah'ın, Yusuf'a öğretmek için onu koyduğu yer; Allah'tan bir haber putperest bir toplumun yöneticisi ve onun cinsel hakimiyeti olmayan karısı...

-Yusuf orada formal bir eğitim almadı, zaten alınış amacı onun mısıra hakim edilmesi değildir.

-Yusuf orada edindiği tecrübeler sayesinde bir birikim (Musa'nın Asası) edindi. Bu edinilen tecrübe ve bilgiler Allah'ın elindedir.

***

Pek çok ders çıkaracaksınız ama İKİ TANESİ konunun ruhunu anlamak için ÇOK ÖNEMLİ!!!

1-Allah birşey öğretmek için şeyhe, alime, müslümandan mürşide ihtiyaç duymaz, yerine göre kafirden de öğretir çünkü hayatın gerçekleri din tanımaz.
2-Allah'ın öğretmesi, tecrübeyle yaşayarak kazanılır, edinilen bilgiler (bilimsel veriler) Allah'ın direk vahyidir. Hayatın gerçeklerini de doğa kanunu da, bilimsel sonuçları da Allah yaratmıştır. Batıl fikirler ise bazı küstah cahillerin uydurmasından ve telkin kirliliğinden öte değildir.

**************

Gelelim verdiğiniz ayete;

Eğer korkarsanız, yaya veya binekte iken (namazı) kılın. Güvenliğe girdiğinizde ise, yine Allah'ı, bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi zikredin (değil, salatı ikame edindir bunun aslı).Bakara / 239

O ayet Salat ayetidir (Zihni İmar kısmı)...Yani bilimsel öğreti, yani ders, yani eğitim, yani çıkarılacak dersler, yaşananlardan alınacak öğütler. O ayete namaste gibi batıl manalar vermek, vahyin manasını katletmektir.
Rahata erdiğinizde, tehlike geçtiğinde toplanın (cemaat olun) ve zihni imarınızı geliştirin tıpkı Allah'ın size bilmediğiniz şeyleri öğrettiği gibi. Ders çıkarın, yaşananları değerlendirin, öğüt alın, kendi kendinizi eğitin, zihinsel gelişiminizi sağlayın. Bilimsel çalışma yapın... Allah size bu yaşadığınız tecrübelerden neler öğretti, elle tutulur gözle görülür verileri işleyin... (bunu bu gün yapan devletler uzaya çıktılar)


Peki Allah, av hayvanlarını eğitmemizi nasıl öğretti ?

ek:
BAKARA 282: ...Hiçbir katip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın...

Yukarıda ki açıklama yeterli olmuştur sanırım?

Allah ilmimizi artırsın...

ates demir
28. June 2012, 06:17 PM
Saat gece ikiydi, yarı uyanıktı gözüm
Bir çift lafta sen et dedi bana kendi özüm
Zikr boş laf değilmiş, andı hatırlamakmış
Fıtratını bulanın herdaim yüzü akmış
Dosdoğru kılınacak işte buymuş namaz
Anlayan anlarmış ama ham güruh anlamaz
Kelime-i şehadet olmakmış şahit böyle
Bakan kim? Sen misin? Ben mi? Hadi söyle
Vechini terbiye edicine dönmekmiş din
İki deniz kavşağı Allah, fikredinin.