PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Filistin cephesinde esir düşen askerler...


kamer
11. January 2009, 12:28 AM
Birinci Dünya Savaşı'nda Ingilizlere, 150 bin askerimiz esir düştü. Bu askerlerden bir kismi da Mısır'ın Iskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı'na hapsedildi.

Kampın tam adı, 'Seydibesir Kuveysna Osmanli Useray-i Harbiye Kampı' idi. Bu kampta, 1918'de Filistin cephesinde esir düşen 16. Tumen'in 48. Alayı'na baglı Osmanlı askerleri tutuluyordu.

12Haziran 1920'ye kadar iki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, agır hakaret ve aşagılamaya maruz kaldılar.

Bu insanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi...

Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan, yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kamplarin Ingiliz komutanları, azılı Türk düşmanı kesilmişlerdi. Savas bitmişti. Ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, Ingilizler'in işine gelmiyordu. Cünkü, olasi yeni bir savasta, bu askerlerin yeniden karşılarına cıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, Ingilizlerin beyinlerine işlenmişti.

Çözüm toplu katliamdı... Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak suya normalin cok uzerinde krizol maddesi katılmıştı. Mehmetçik, daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyorlardı. Ancak Ingiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarina izin vermiyorlardi. Mehmetçikler, bele kadar gelen suya başlarını sokmak istemedi. Ancak bu kez Ingilizler havaya ateş etmeye başladı. Askerlerimiz, ölmemek için çömelerek başlarını suya soktular. Ancak başını sudan kaldıran artık göremiyordu. Cünkü gözler yanmıştı...

Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kör oldu. Bu vahset, 25 Mayis 1921 tarihinde TBMM'de görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref beyler bir önerge vererek, Mısır'da esirlerin krizol banyosuna sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan Ingiliz tabip, garnizon komutanı ve askerlerinin cezalandırılması icin TBMM'nin teşebbüse geçmesini istediler.

Tabiiki yeni kurulan devletin bin türlü sorunu vardı. Bu hesap sorma işide unutuldu gitti.

Ama onlar unutmuyorlar...

Kendi ihanetlerini bile soykırım ambalajına sarıp, dünya kamuoyuna sunuyorlar. En üzücü olanı da malum birilerinin, bu karalama kampanyalarına çanak tutması...

Alıntıdır.

kamer
11. January 2009, 12:47 AM
Konu ile ilgili yazılmış bir kitap.

Kitabın adı = "katran kazanında sterilize / bir türk subayının ingiliz esir kampında üç yılı"

www.kitapyurdu.com (http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=82177)


Mısır'dan dönen türk esirlerinin bir çoğunun kör olması, buradaki baskıların sadece psikolojik değil işkence ve zulüm boyutuna vardığının da delili olarak ileri sürülebilir. özellikle bazı ermeni doktorların tedavi maksatlı olarak kendilerine gelen türk esirlerin gözlerinin kör edilmesi operasyonunda rol aldıkları da açıktır. bu olay ilk kez 28 mayıs 1921 cumartesi günü yapılan tbmm'nin 37'nci oturumunda edirne milletvekilleri faik ve şeref beyler tarafından gündeme getirilmişti. bu iki milletvekilinin önergesinde, "mısır'da bi'l-intizam, ingilizlerin ilaçla temizleme bahanesiyle yeterli miktardan fazla krizol banyosuna sokarak gözlerini kör ettikleri 15.000 vatan evladının üzerinde tatbik edilen bu cinayeti, önceden tasarlayarak uygulayan ingiliz doktorlarla garnizon komutanı ve subayların suçlu ilan edilmelerini" teklif ediyorlardı. işte bu kitapta, vicdan ve vazife duygularına sahip bedbaht bir şahsın, tesellisi mümkün olmayan dert ve elemlerine şahit olacaksınız.

yayıma hazırlayan : a. talat duru
yayıma hazırlayan : ahmet uçar
kategori: anı / türkçe
özellikler: boyut: 13,5 x 21 / ithal kitap kağıdı / 200 sayfa / 1. baskı
yayın tarihi: temmuz 2004

dost1
11. January 2009, 02:06 AM
Selamun Aleykum ! Değerli Kamer Kardeşim!

Allah razı olsun. Düşüncelerinizi bizlerle paylaşıma açtınız.


Bu konudaki bir çalışmayı sizlerle paylaşmak istedim.

Filistin; Yavuz Sultan Selim'in 1516'da kazandığı Mercidabık Zaferi'nden, 1918 yılındaki İngiliz işgaline kadar Osmanlı toprakları arasında yer aldı. İlk olarak 1897 yılında örgütlenen Siyonist hareket; Yahudi halkının bir araya geleceği toprak olarak Filistin'i seçti. Siyonistlerin Filistin topraklarını ilk defa açıkça istedikleri Osmanlı Padişahı; II. Abdülhamit'tir. Filistin'e karşı Osmanlıya teklif edilen şey ise; Osmanlının tüm dış borçlarının ödenmesi.
II. Abdülhamit'in tarihe geçen cevabı ise şu olmuştur: "Ben bir karış dahi olsa toprak satamam. Zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim bu imparatorluğu kanlarını dökerek kazanmış ve yine kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır."

1916 tarihlinde Osmanlıyı yok etmek amacıyla Sykes - Picot Anlaşması imzalandı. Anlaşma; Ortadoğu toprakları üzerindeki emperyalist paylaşımı belirleyen gizli bir anlaşmaydı. Ancak Sovyetler Birliği'nin kurulması ile açığa çıkan bu gizli anlaşma uyarınca; Rusya'ya Karadeniz kıyılarının verilmesi karşılığında, Ortadoğu; İngiltere (Irak, Ürdün ve Filistin) ve Fransa'ya (Suriye ve Lübnan) bırakılıyordu. 1919 tarihli Versay anlaşması, Ortadoğu'da kurulan "manda" rejimlerini tanıyarak, bu paylaşımı resmileştirdi ve 2 Kasım 1917 tarihli Balfuor Bildirgesi ile de Filistin'de kurulacak bir Yahudi devleti fikri; İngiltere ve Fransa tarafından kabul edildi.

İşte bu yıllarda Osmanlılar; Arapların desteğiyle Mısır'da üslenen İngiliz ordusuna karşı, Filistin'i karşı üs olarak kullandılar. Osmanlıların yapılan savaşları kaybetmesi üzerine Filistin, 1918'de imzalanan Mondros ateşkes antlaşmasıyla İngilizlere bırakıldı. Ancak İngilizlerin "Çöl Kaplanı" ismini taktığı Fahrettin Paşa ve askerleri; Hz. Muhammed'in mezarının bulunduğu Medine'yi; aç, susuz 72 gün savundu. İngilizlerle birlik olan Şerif Hüseyin'in Hicaz demiryolunu dinamitlemesi nedeniyle, cephanesiz kalıncaya kadar da savunmaya devam etti. İşte kutsal toprakların elimizden çıkmasına neden olan Arapların da yardımıyla İngiltere; Filistin topraklarında üslenerek askeri bir yönetim kurdu. Bu yönetimin kurulmasında İngiltere'ye en büyük desteği; aynı zamanda Fahrettin Paşa ile askerlerinin çekirge yiyerek 72 gün Medine'yi savunduktan sonra yakalanıp Malta'ya sürülmesini sağlayan; o zamanın Mekke Şerifi Hüseyin vermiştir. Bu desteği karşılıksız kalmamış; masa başında cetvel yardımıyla oluşturulan Arap ülkelerinden biri olan Ürdün'e; kendisi Kral olarak "tayin" edilmiştir. İngiltere; 1920'de Filistin'deki yönetimin başına, bir yüksek komiser atayarak askeri yönetimi sivil yönetime dönüştürdü. 1922'den başlayarak bölgeye özellikle Avrupa'dan birçok Yahudi göçmen geldi. Tüm bu işgalin tek nedeni vardı. İsrail devletini kurmak. Bunun için öncelikle; Yahudilerin toprak ve mülk edinmeleri gerekmekteydi. İngilizler; göç eden Yahudileri, Filistin'e yerleştirmek için toprak satın alınması yönünde büyük çaba harcadı.

Öncelikle İngilizler çok ağır vergi yükümlülükleri getirdi. Öyle ki Filistinliler bu vergilerle başa çıkamaz oldu. Vergilerini ödeyemeyen Filistinlilerin mülklerine el koyan İngilizler, buraları göstermelik fiyatlarla Yahudilere sattı. Bazı Filistinliler ise mülklerini doğrudan Yahudilere satarak; biraz daha fazla para elde etme yoluna gitti. Bir diğer satış yöntemi de; Lübnan ve Suriye'de ikamet eden Arap emlakçılar vasıtasıyla yapılandır. Filistinli bir çok aile, mülklerini Yahudilere satılmaması şartıyla emlakçılara veriyordu. Ancak bu Arap emlakçılar; bazen sözlerinde durmayarak doğrudan, bazen de mülk veya araziyi bir Müslüman'a göstermelik kağıt üzerinde sattıktan sonra ikinci kez Yahudilere satışını yaparak; İsrail devletinin kurulması için gereken topraklara Yahudilerin sahip olmasını sağladı.

Hitler'in iktidara gelmesinden sonra Yahudi göçü daha da hızlandı. Göçler nedeniyle azınlıkta kalacaklarını anlayan Araplar, İngilizlere karşı 1939'da ayaklandılar. Ortalık karışınca İngiltere, Yahudi-Arap çatışmasına müdahale etmeden Filistin'i boşalttı. Ardından Birleşmiş Milletler'in karma ateşkes komisyonu, Filistin'i üç bölgeye ayırdı: Mısır'a işgal ettiği Gazze şeridini, Ürdün'e Yahudiye'nin ve Gor Çukuru'nun büyük bölümünü ve İsrail'e Taberiye Gölü bölgesini, batı yaylalarını ve Necef Çölü'nü verdi. Filistinliler topraklarını terk edip; kendilerinin başına bu belanın açılmasında İngilizlere destek olan Arap ülkelerinde; mülteci olarak yaşamaya başladı. İşte; Filistin dramının ve İsrail Devletinin kuruluşunun kısa öyküsü.

Bugün Ortadoğu'da barış ortamının yer etmesi için; Arapların ikiyüzlülüğü bırakmaları gerekmektedir. Bir yandan ümmeddaşlarına ağıtlar yakıp diğer yandan Refah kapısını sınırsız olarak açmayan Araplar; ikiyüzlü ve emperyalist işbirlikçileri ile aynı politikayı güderek İsrail'in İran yanlısı Hamas'ı yok etmesinine izin verdiği müddetçe maalesef bizler; Filistin'de şehit edilen; kadının, çocuğun, yaşlının arkasından daha çok ağıtlar yakarız.

Bu yüzden ülkemizde yapılan mitinglerde; daha bugün bir okulu bombalayarak 40'dan fazla çocuğun ölümüne neden olan katliamcı İsrail'le beraber, Ortadoğu'da Yahudi devletinin kurulmasına neden olan ve sonrasında da Filistin'i politik anlamda yalnız bırakan, emperyalist maşası Araplar da lanetlenmelidir. AKP Hükümetinin İsrail'le olan ilişkileri ile birlikte Araplarla olan siyasi ve ekonomik ilişkisi de sorgulanmalıdır. Tüm dünya ülkelerinin Diyarbakır'da öğrencilerin de içinde bulunduğu 5, Güngören'de 17 kişinin şehit edildiği PKK terör eylemlerini kınamasına karşın; Arap devletlerinden birinin bile kınama yazısı yayınlamadığı, bizler Lübnan'da, Filistin'de şehit edilen Müslümanlara ağıtlar yakarken, yürüyüşler düzenlerken; PKK'nın şehit ettiği binlerce insanımız için Arap ülkelerinin bir taziye yazısı bile göndermediği göz ardı edilmemelidir.

Müslümanlığı kimselere bırakmayan, ama terörist başı Öcalan'ı tam 19 yıl kendi ülkelerinde saklayan, geçmişte "topraklarınızı Müslümanlar dışında kimseye satmayacağım" sözü verip; ardından İngiliz ve Yahudilere satan Araplara; siz ne akla hizmet Devlet Kamu Kuruluşlarının mülkünü satmayı düşünürsünüz.

Evet AKP Hükümeti ve Erdoğan "sukuku icara" diye bilinen yöntemle kamu kuruluşlarımızı ve varlıklarımızı Araplara satmak için kanun taslağı hazırlıyor. Devlet sattığı bu kuruluşlarda kiracı olarak oturacakmış! Cumhurbaşkanlığı, TBMM, yargı organları, MİT'e ait arsalar ve tabiat varlıkları hariç tutulurken; bakanlıklarımız, barajlarımız, yollarımız, okullarımız, köprülerimiz, havaalanlarımız, tersanelerimiz, demir yollarımız, devlet bankalarımız, vergi dairelerimiz, tapu kadastro binalarımız, kaymakamlıklarımız, valilik binalarımız, lojmanlarımız gibi aklıma gelmeyen daha bir çok yer için Araplara kira ödeyeceğiz.

Bu arada; anlaşma -geri alma taahhüdüyle- imzalanacakmış. İşte bu yüzden diyorum ki; geçmişte Filistinlileri emperyalistler ve siyonistlerle birlik olup oyuna getiren Araplar, bu kanun yasallaşırsa aynı oyunu bize de oynayacaktır. "Kriz psikolojiktir" diyen Başbakan Erdoğan'a soruyorum: Bugün Araplara kendi mülkümüzü satacak kadar acze düşürdüğün, iflasın eşiğine getirdiğin ekonomimizi nasıl tekrar ayağa kaldırıp; 85 yıllık alın terimizi geri alacaksın? Hangi parayla yok pahasına elden çıkaracağın, Araplara peşkeş çekeceğin mülklerimizi tekrar satın alacaksın. Yoksa benden sonrası tufan diye mi düşünüyorsun? Çünkü satıştan elde edeceğin getiri bile senin cari açığını kapatmaya yetmiyor? Sen üretim yapan fabrikalarını yabancılara satarsan, hiç durmadan tüketimi teşvik edersen, tarımı yok edersen, sürekli yurtdışından borçlanıp cari açığı 2001 krizi de dahil 85 yıldır olmadığı kadar büyütürsen, "ben bir tek şiir kitapları okurdum" diyip tarihle ilgili en ufak birikime sahip olmayarak Araplara güvenebileceğini düşünürsen; "vaat edilmiş" toprakların Yahudilerin eline geçmesine de zemin hazırlamış olursun. Sizin sayenizde; 2003-2008 yıları arasında toplam 4 milyon 420 bin 272 metrekare toprak yabancıya satıldı. Satılan bu toprakların dörtte birini tek başına İngilizlerin satın aldığı dikkatinizi çekmedi mi?

Şehit kanlarıyla belirlenmiş ve hala şehit verilerek korunan bu toprakların satışı için "ne yani yanlarında mı götürecekler ki" diyen kişiler ise; açıp Filistin tarihini bir okusun. Yabancıya toprak satışını onaylayan, Araplara devlet mallarımızı satmaya çalışan AKP Hükümeti sayesinde; gelecekte Filistin'den farkımızın kalmayacağını görsün. Belki bu kişilerin aklı başına gelir de "bu vatan bana değil milletime aittir" diyen II. Abdülhamit'i, İngilizlerle birlik olan Mekke Şerifi Hüseyin'e karşı "Peygamber kabrinin bulunduğu Medine'deki Türk bayrağını kendi elimle indiremem" diyen Fahrettin Paşayı, yeni kurulan Suudi devleti Kralına Hz. Muhammet'in mezarının yıkılacağı haberini aldığında; "Bu kutsal emanete asla dokunamazsınız. Bir tek taşının bile zarar gördüğünü duyarsam, orduyu aşağıya gönderirim!" diye telgraf çeken Atatürk'ü rahmetle anarlar.

ŞEBNEM ÖZBEK
06.01.2009

--
burada (http://www.sebnemozbek.net/)