PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kafir - iman - hak


ozkanates
17. February 2015, 01:27 PM
Kafir:
"Güzel düşünüp güzel davranarak yüzünü Allah'a teslim eden, en sağlam kulpa yapışmıştır." Lukman 22
Güzel düşünüp güzel davranmak = Allah'a teslim olmak = iman.

"İnkâr edenin küfrü1 seni tasalandırmasın!" Lukman 23
1- Kafir = gerçeği örten… küfür = gerçeği örtme... inkar edenin örttüğü gerçek =…

"Eğer onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorarsan yemin olsun, "Allah" derler2. De ki: "Hamt Allah'adır!3" Ama onların çokları bilmiyorlar4." Lukman 25
2- Allah’ın kendisi değil çünkü o Allah’a inanıyor. O bir inanan olduğu halde…
Güzel düşünüp güzel davranmaya = Allah’a teslim olmaya mani hırs, güç, kin vb. negativitelerin de,
Kendisine yön vermesine izin vererek = onları Allah'ın altında ikincil rehberler = rabler edinerek,
Allah’ın tek rehber/rab olduğu gerçeğini örter.
3- Gerçeği örtene verilen cevap “hamt Allah’a” = hamt sadece Allah'a = sadece Allah'a teslim olun =,
Güzel düşünüp güzel davranmaya mani olan duygu ve düşünceleri de rehber/rabler edinmeyin.
4- Gerçeği örttüğünü/inkarını bilmeyen inananı…

"Allah'ın vaadi haktır; iğrelti hayat5 sizi sakın aldatmasın. O yaman aldatıcı, sakın sizi Allah ile aldatmasın!6" Lukman 33
5- Dünya hayatının hırs, güç, kin vb. negativiteleri = ikincil rehber/rableri,
6- Allah ile aldatırlar = o rehber/rabliklerini Allah inancının altına gizlerler.


İman:

“Küfre sapanlar1 dediler: “Rabbimiz2, bizi saptıran cin ve insanları bize göster, onları ayaklarımızın altına alalım3 da en aşağılardan olsunlar4." Şu bir gerçek ki, "Rabbimiz Allah'tır!"5 deyip sonra istikamet üzere olanlara melekler iner: "Korkmayın, üzülmeyin! Size vaat edilen cennetle sevinin6."” Fussilet 29-30
1- Gerçeği örtenler =, 2- Allah’a inanan ama, 3- güzel davranmayan, 4- güzel düşünmeyenler.
5- Gerçeği örtmeyenler = “Rabbimiz Allah’tır” = “Rabbimiz sadece Allah’tır” diyenler =,
Güzel düşünüp güzel davranmaya mani negativiteleri rehber/rab edinmeyenler =,
6- Güzel düşünüp güzel davranarak cennet istikameti üzerine olanlar.

“Allah'a çağıran, hayra ve barışa yönelik iş yapan2 ve "Ben müslümanlardanım/Allah'a teslim olanlardanım1" diyenden daha güzel sözlü3 kim vardır? Güzellikle3 çirkinlik/iyilikle3 kötülük bir olmaz! Kötülüğü, en güzel tavırla3 sav!” Fussilet 33-34
1- Allah’a teslim olmak = iman =, 2- hayra ve barışa yönelik iş yapmak =, 3- güzel düşünüp güzel davranmak.


Örnekler:

“Güzellikle çirkinlik/iyilikle kötülük bir olmaz! Kötülüğü, en güzel tavırla sav!1… Böyle bir tavra, sabredenlerden2 başkası ulaştırılmaz. Böyle bir tavra, büyük nasip sahibinden başkası ulaştırılmaz3.” Fussilet 34

“Ey resuller!3 Güzel ve temiz şeylerden yiyin ve barışa, hayra yönelik iş yapın!1” Muminun 51

“Sabredip2 bağışlayan1 bilsin ki bu, işlerin en zorlularındandır4.” Şura 43

“İnsan, gerçekten tam bir hüsran içindedir!5 İnanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanlar1, birbirlerine hakkı önerenler, birbirlerine sabrı2 önerenler müstesnadır.” Asr 2-3

“İnsana bizden bir rahmet tattırıp sonra onu ondan çekip alsak, insan elbette çok ümitsiz, çok nankör bir hale düşer6. Ve eğer ona, kendisine gelip çatan bir zorluk ve kederden sonra bolluk ve nimet tattırırsak, hiç kuşkusuz şöyle diyecektir: "Tüm sıkıntı ve kötülükler benden uzaklaşmıştır." Bu durumda o, bir sevinç şımarığı, bir kendini beğenmiş olur6. Sabredip2 hayra ve barışa yönelik amel1 sergileyenler böyle yapmazlar. Bunlar kendileri için bir yarlıgama ve büyük bir ödül öngörülen kişilerdir7.” Hud 9-11

“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara1; bundan böyle korunup iman ederek iyi işler yaptıkları1, sonra takvaya sarılıp imanda kemale erdikleri, sonra bir mertebe daha korunup güzellikler sergiledikleri1 takdirde, daha önce tatmış olduklarından ötürü hiçbir günah yoktur6. Allah, güzel düşünüp güzel davrananları1 sever.” Maide 93

1- Güzel düşünüp güzel davranmak = hayra ve barışa yönelik iş yapmak,
2- Sabrederek, 3- tekamülde ileriye ulaşanların tavrı, resullerin tavrı.
4- Bu tavır işlerin en zorlularından, 5- ama tersi de hüsran getirir,
6- Çünkü negativiteden, 7- pozitiviteye tekamül bu tavırla olur.

.

galipyetkin
17. February 2015, 03:02 PM
Bir parantez:

"Eğer onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorarsan yemin olsun, "Allah" derler3. De ki: "Hamt Allah'adır!4" Ama onların çokları bilmiyorlar5." Lukman 25

Burada geçen "Hamt Allah'adır çeviriminin aslı "El Hamdu Lillah = Hamt Allah'ındır; Allah'a AİTTİR.

El Mustağni yani hiç bir şeye muhtaç olmayan Allah, yanlış olarak kullanılan ve "övgü" diye çevrilen "hamt"a/yağcılığa da muhtaç değildir.

Hamt'in karşılığı "DEĞERLENDİRME"dir. Yani insanların amellerinin değerlendirmesini ve takdirini O ahırette yapılacaktır.

Saygılarımla.
Galip Yetkin

ÖmerFurkan
17. February 2015, 03:47 PM
Bir parantez:



Burada geçen "Hamt Allah'adır çeviriminin aslı "El Hamdu Lillah = Hamt Allah'ındır; Allah'a AİTTİR.

El Mustağni yani hiç bir şeye muhtaç olmayan Allah, yanlış olarak kullanılan ve "övgü" diye çevrilen "hamt"a/yağcılığa da muhtaç değildir.

Hamt'in karşılığı "DEĞERLENDİRME"dir. Yani insanların amellerinin değerlendirmesini ve takdirini O ahırette yapılacaktır.

Saygılarımla.
Galip Yetkin

Kur’an’da geçen tüm “Elhamdü lillah” veya “Lehül hamd” ifadeleri, haber cümlesi olup inşa cümlesi değildir. Bunu anlamı şudur; Rabbimizin, kullardan, sürekli olarak “elhamdülillah” deyin diye bir isteği yoktur. Rabbimizin isteği, “Tüm övgülerin sadece Kendisi için olduğunun bilinmesi ve Kendisinden başkasına övgüler düzülmemesi”dir. Allah dışında birilerine düzülen övgüler, taraflar; övgüyü düzen ve övgü düzülen arasında ifrata kaçarak insanların şirk bataklığına gömülmelerine sebep olur.

http://istekuran.net/2013/06/fatiha-suresine-giris/

galipyetkin
17. February 2015, 05:18 PM
Sayın Ömer Furkan.

Bilgilendirici yazınız için teşekkürler.

Sizin "hamt" olarak vermiş olduğunuz değerlendirmeyi benim görüş ve düşüncelerime göre "şayan" kabul edemiyorum ve o nedenle sizin işaret ettiğiniz içerikte işaret ettiğiniz yerlerdeki görüşleri benimsemiyorum.

Bir ve Tek olana yani Allah'a, Allah'ın yarattığı bir fani nasıl "bravo", "aferin" diyebilecek ve övgüsünü göremediğine, bilemediğine, ölçemediğine; nasıl, neye göre ve neyi ölçü alarak ve olarak takdir ve övgüler yağdırabilecek ki? Bu eylem Allah'a ad veya sıfat vermek olur.Bu imkansız.
Allah kendi ad veya sıfatlarını " Esma" olarak sınırlamıştır.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

ozkanates
20. February 2015, 05:55 PM
Bana göre her ikisi de doğru.

Övülmeye ihtiyacı olmayan Allah'ın kendine övgü emri vermesi anlamlı değil,
Ancak bu realite ilimin bazı seviyelerinde insana görünür hale gelir.

Tekamülün çoklu ilahlar içeren kademelerinde hedef tek ilaha inmek.
O yüzden Allah "sadece beni övün = başkalarını övmeyin" veya,
"Sadece benden korkun = başkalarından korkmayın" vb. der.
Bir kez ilahlardan/korkulardan özgürleşme başlayınca,
Ne övülecek ne de korkulacak bir ilah kalmaz.
La ilahe illallah = İlah yok, sadece Allah

Özetle hamd kelimesi bazı kademeler için övgü, bazıları için değerlendirme, diğerleri için de başka anlamlarda:
"Allah, sözün/hadisin en güzelini, birbirine benzer iç içe ikili mânalar ifade eden bir Kitap halinde indirmiştir." Zümer 23

ozkanates
20. February 2015, 06:27 PM
Başlık yazısının ana fikri hakkında görüş rica ediyorum:

KAFİR = müslümanlar dahil inananların (güzel düşünüp güzel davranmayan, hayra ve barışa yönelik iş yapmayan) çokları.

han
20. February 2015, 08:21 PM
çeviriminin aslı El Hamdu Lillah = Hamt Allah'ındır; Allah'a AİTTİR.

Hamt'in karşılığı "DEĞERLENDİRME"dir. Yani insanların amellerinin değerlendirmesini ve takdirini O ahırette yapılacaktır.

Kur’an’da geçen tüm “Elhamdü lillah” veya “Lehül hamd” ifadeleri, haber cümlesi olup inşa cümlesi değildir. “Tüm övgülerin sadece Kendisi için olduğunun bilinmesi ve Kendisinden başkasına övgüler düzülmemesi”dir.

Değerli dostlar,
Mutlak tekillik(tevhid) düşüncesiyle bakıldığında, irade melekemizin dahi gel-gitli olduğu ömrümüzde ben'lik kavramının yanıltıltıcılığı malum. Bu yüzden kendi benliğimizle başardığımızı sandığımız işlerin dahi, özünde Allah tarafından başarılmakta olduğu bilinciyle "teşekkür-methiye-övgü (ben'immiş gibi algılasam da) özünde O'na aittir" itirafı hamd etmek" olarak ilk akla gelen tanım.

"değerlendirme" veya "takdir" anlamı da yakın bir anlam gibi duruyor. Bu kelimenin şahıs çekimleri arapçada insanlar için de kullanılıyor. (örn. افعاله حميدة : Onun faaliyetleri övgüye layık/takdire şayan)
Literatürde de teşekkür, övgü ve takdir'i kapsadığı söylenir.

.................................................. ......................................
Yukarıdaki düşüncelerime paralel olarak devam edersem, bence kafir;
Mutlak tekillik(tevhid) gerçeğini düşün(e)meyen ve Ben'likle hareket eden, dolayısı ile bilerek/bilmeyerek "gerçeği örten" anlamında olabilir.

Güzel düşünmek, iyiliğe-huzura hizmet etmek daha çok ameli bir kavram gibi geldi bana. Küfür'ün içinde doğrudan Allah'a(Mutlak Tek'lik bilincine) karşı hem cehalet(çoktanrıcılık gibi), hem umursamazlık(benmerkezcil yaşam), hem de isyan(Tanrı kavramını muhattap alıp bilinçli reddeden ateizm gibi) bulunabiliyor.

galipyetkin
20. February 2015, 09:08 PM
Sayın Han.

"... kendi benliğimizle başardığımızı sandığımız işlerin dahi, özünde Allah tarafından başarılmakta olduğu bilinciyle..."

Bu ifade sizin .
Biraz açar ve oluşumunu anlatabilir misiniz?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin
20. February 2015, 09:29 PM
Sayın özkanates.

Görüş talebinizden sonra "Kafir" tanımı vermişsiniz.

Ben de bir "Kafir" tanımı vereyim:
"5/44 meali; “Ve kim, ALLAHIN İNDİRDİĞİ ile HÜKMETMEZSE, o taktirde işte onlar, onlar KAFİRLERDİR.”

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

bartsimpson
21. February 2015, 02:48 AM
Ancak bu realite ilimin bazı seviyelerinde insana görünür hale gelir.

Tekamülün çoklu ilahlar içeren kademelerinde hedef tek ilaha inmek.

Hangi ilim???
Hangi tekamül???

Olayı "science fiction" havasına sokmadan anlatır mısınız?

han
21. February 2015, 04:30 AM
Sayın Han.
Biraz açar ve oluşumunu anlatabilir misiniz?

Sayın galipyetkin,

hepimizin malûmunca,
insanın aldığı nefesten, kırptığı göze kadar hemen hemen hiç bir meziyet şahsi icraatı olmadığından; sadece zihnimize/gönlümüze ilham olan düşünceler sayesinde herhangi bir karara evet/hayır diyebilme yetimiz var. Bence bu dahi kısmen elimizde. Bu seçimden sonra olan tüm oluşlar Allah yaratması değil midir?

Hatırlama/unutma da insanın şahsi meziyeti değil. Öyle bir mekanizma ki, bir kelimeyi ileride hatırlamak için o kelimeyi kayıt etme işini biz seçmedik. Yine o kelimenin lazım olduğu anı da biz planlamadık. O kelimenin kullanılacağı olay ile karşılaştığımızda ise yine o kelimenin kullanılacağı/kullanılabileceği bize seçenek olarak sunuldu, biz de evet/hayır gibi bir kararımıza göre dilimizin-ses tellerimizin telafuzuna havale etmiş olduk.

Bu durumlar hepimizin malumu. Bunları düşündükten sonra ben kendime gerçek bir BEN'lik atfedemem. Yalnızca kısmi iradi seçimlerimiz kadar BEN'iz. Her ne kadar bu seçim kısmi olsa da imtihan işte bu evet/hayır'da gizli olsa gerek. Sunulan seçimler sonrası yaratış tamamen Allah'a ait. Özetle Allah diliyor ve sunuyor, bize seçtirdiği hayrı/şerri yine O yaratıyor.

Bu yüzden seçmezden evvel Bi'smillah (Allah adına/adıyla),
Seçilenin yaratılmasından sonra El'hamdu li'llah (Övgü/takdir Allah'ın) denmiyor mu?

6:59 (http://www.kuranmeali.com/ayetkarsilastirma.asp?sure=6&ayet=59) ...O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir...

Saygı ve selamlarımla,

galipyetkin
21. February 2015, 11:39 AM
Teşekkürler.

Değişik düşünenler var mı?

Siz ne dersiniz?

Saygılarımla.
Galip Yetkin

bartsimpson
21. February 2015, 05:56 PM
Kuantum mekaniği diyor ki...

Atom altı parçacıklar hem parçacık hem de dalgacık özelliği gösterirler.

Yani baktığın yere ve ölçümlediğin alete göre sonuç değişiyor.

İyi de... bir cisim ya maddedir ya da enerji.

Peki hangisi doğru???

galipyetkin
22. February 2015, 03:18 PM
Bu sitede mesela "en el hakk" veya benzer konular sebebiyle yukarıdaki soruma cevap olmuş yazılar yazılmıştı.
Bu yönde Sayın Prof.Dr. Süleyman Ateş'in "Kur'an'ı Kerim Tefsiri" adlı kitabında da birazdan açıklayacağımız bizim de görüş olarak katıldığımız açıklamaları destekleyen açıklamaları var.


İlk açıklama şuradan:
http://www.hanifler.com/showthread.php?p=18399#post18399

Şöyle:Konuyu tam kavramak için insanın fillerinin çeşitlerini dikkate almak gerekir.

İnsanın fiilleri ikiye ayrılır:

a) Kendi isteği dışında yaptığı fiiller:

İnsanın elinde olmadan meydana gelen hareketlerdir. İnsanın kalbinin atması, düşünmesi, açlık hissetmesi, vücudundaki kanın dolaşımı, saçlarının uzaması v.s. gibi işler böyledir. İnsanlar bunlardan ne sevap kazanır, ne de günaha girerler. Dolayısıyla insan bu tür fiillerinden sorumlu değildir.

b) Kendi isteği ile yaptığı fiiller:

İnsanın yapıp yapmaması kendine kalmış fiillerdir. Burada insanın nasıl bir harekette bulunacağını seçme şansı vardır. Bu amelleri insan planlar ve yapar. İyi amellerde bulunursa sevap kazanır; kötü amellerde bulunursa günah kazanır.

Bakara/ 256
256Dinde zorlamak/ tiksindirmek yoktur; iman, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten; iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan kesinlikle iyice ayrılmıştır. O hâlde kim tâğûta küfreder; onu tanımaz Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.

Bu âyette, dinde zorlamanın/ tiksindirmenin olmadığı ve olmaması gerektiği gerekçeleriyle açıklanmaktadır.

Allah, insanlara irâde ve seçme hakkı tanımıştır. İnanç bir gönül işi olduğundan insanların kalplerine nüfuz etmek ve beyinlerini kontrol etmek mümkün değildir. İnanç konusunda insanları zorlamanın, ikiyüzlü kimseler üretmekten başka bir işe yaramadığı tecrübeyle sâbittir. İnsan yaptıklarına göre ya mükâfat ya da ceza görecektir. Elbette böyle bir mükâfat ve cezalandırmanın olması için de insanın hareketlerinde hür olması gerekir. Aksi bir durum adalet ilkesiyle bağdaşmaz. Ayrıca cebr/ zorlama ve baskı, imtihan esprisine de aykırıdır.

O nedenle Yüce Allah insanları bu konuda özgür bırakmıştır. Bu konudaki onlarca âyetten bir kaçını nakletmekle yetiniyoruz:

29Ve de ki: “O gerçek, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek reddetsin / inanmasın.” Şüphesiz Biz, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O, ne kötü bir içecektir! Dayanma/ sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür!
(Kehf/ 29)

40Şüphesiz alâmetlerimiz/ göstergelerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp inkâra sapan kimseler Bize gizli kalmazlar. O hâlde ateşe atılacak olan kişi mi daha hayırlıdır, yoksa kıyâmet günü güven içinde gelecek kişi mi? İstediğinizi yapın. Şüphesiz ki Allah, yaptığınız şeyleri en iyi görendir.
(Fussilet/ 40)

2,3Şüphesiz Biz, insanı karışık bir nutfeden oluşturduk. Onu yıpratacağız/ yükümlülükler vereceğiz. Bu nedenle onu çok iyi işitici, çok iyi görücü yaptık; iyiyi kötüyü ayıracak bilgileri yollayarak bilgilendirdik. Şüphesiz Biz, ona yolu gösterdik, ister kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyen biri olsun, ister nankör.
(İnsan/ 2-3)

Benzer âyetler: Bakara/ 220; En‘âm/ 35; 104-107, 149; Ra‘d/31; Şu‘arâ/ 3-4; Hûd/ 15, 28; Kâfirûn/ 6; Yûnus/ 99, 108; Teğâbün/ 2; Zümer/ 7, 15; Nahl/ 9, 36, 93, 99; Secde/ 13; Mâide/ 48; İsrâ/ 15, 18; Şûrâ/ 20, 48; Ğâşiye/ 21-22; Nisâ/ 80; Beled/ 10.

Görüldüğü gibi insan, Cenab-ı Hak tarafından hayır veya şer yollarından herhangi birine gitmesi için zorlanmamış, kendisine iki yol gösterilmiş ve istediği yola gitmek hususunda da serbest bırakılmıştır. Zaten her insan hareketlerinde serbest olduğunu vicdanen bilir. Hiç bir baskı ve tesir altında kalmadan istediğini yapabildiğine bizzat kendisi şahittir.

Böyle olunca, helal yolda kullanılması sıkı sıkıya tembih edilen ve kendisine emanet olarak verilen vücut nimetini haramda kullanan kimsenin hiçbir mazereti yoktur. Kendi iradesini kötüye kullandığı için mesuliyetten kurtulamaz.

Kimse kaderinin mahkûmu ve mağduru olmadığı gibi kaderinin güldürdüğü; mutlu, başarılı kıldırdığı da değildir. Artı, eksi herkesin durumu irade (istek, planlama), ihtiyar (seçim) ve kesbinin (eyleminin) sonucudur. Örneğin hapiste yatan hırsız, katil, fuhuş işlemiş biri kaderinin mahkûmu değildir. Yani bunların kaderine Allah, bu suçları işleyeceklerini yazmamıştır. Yine başarılı, sağlıklı, varlıklı mutlu birisi de kaderine Allah bunları yazdı diye bu konumda değillerdir. Bu kişilerin durumu da ihtiyarlarının, iradelerinin ve çalışmalarının bir sonucudur.

Hem kulların işlerinde cebr olsaydı, Allah’ın peygamber yollamasının, kitap indirmesinin, iyiyi-kötüyü bildirmesinin, bir takım emirler, yasaklar koymasının ve tevbeye davet etmesinin bir anlamı olmazdı.


İkinci açıklama şuradan:
http://istekuran.net/2013/06/allahin-kalpleri-muhurlemesi/

Şöyle:Kulların Yaptığı İşlerin Yaratılması
(Halk-ı Ef’al-ı Ibad)

Bu konu kelam ilminin temel konularından birisidir. Konu üzerinde uzun tartışmalar yapılmış ve bu konuda; Mutezile, Kaderiyye, Cebriyye, Cehmiyye, Eşariyye ve Maturidiyye gibi ekoller oluşmuştur. Her mezhep kendi açısından akli ve nakli kaynak ileri sürmüşlerdir. Biz bu tartışmaları Kelam kitapları sayfaları arasuında bırakıp konunun özünü ve neticesini takdim edelim. İlgilenenler Mevkıful beşer tahte sultanil kader, Şerh-I mevakıf, şerhı makasıt, şerhı akaid Fıkhı ekber Aliy yül Kari şerhi ve Maturidinin Kitabüttevhid adlı kitaplardan detaylı okuyabilirler

Bu konuyla ilgili tartışmasız ilkeler şunlardır:

Allah birdir, ortağı ve benzeri yoktur. O, ibadete layık tek yaratıcıdır.
Allah, bütün yaratıkların iradeleri olmadan zorunlu yaptıkları işlerin (uyumak, düşünmek, büyümek, kalp atışı vs. …. ) yaratıcısıdır.

Kulların kendi seçkileriyle yaptıkları işler Allah’ın işi değil kulların işidir. Allah bu işlerin yaratıcısıdır. Yapıcısı değildir.

Kul fiilinin faili, kasibidir. Allah ise her şeyin ve her faaliyetin yaratıcısıdır. Madde-enerji, canlı-cansız tüm varlıkların yaratıcısı olduğu gibi, iyi-kötü, güzel-çirkin, hayır-şer kulların yaptıklarının da yaratıcısıdır.

Ne var ki Allah Kulların kötü iş işlemelerinden dolayısıyle kendisinin de kötülüğü yaratmasından hoşnut değildir. Ama kulunu özgür bıraktığından kulun kötülük yapmasına engel olmaz. Ki sorumluluk gerçekleşsin.

Kısacası kul yaptığı işlerin failidir Allah ise kulun yaptığı işlerin yaratıcısıdır; kula kabiliyet ve imkanları verendir. Buradan her şeyin kontrolünün Allah’ın tasarrufunda ve bilgisi dahilinde olduğunu anlamamız gerekir.

Saffat/ 96:
95,96İbrâhîm: ‘Elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysaki sizi ve yaptığınız şeyleri Allah oluşturmuştur’ dedi.

En’âm/ 102:
102İşte Rabbiniz Allah! O’ndan başka ilâh yoktur. Her şeyin oluşturucusudur. Öyleyse, O’na kulluk edin. O, herşey üzerine belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayandır.

Ra’d/ 16:
16De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’tır.” De ki: “Allah’ın astlarından o kendi kendilerine yarar sağlamaya ve zarar vermeye gücü olmayanları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar mı ediniyorsunuz?” De ki: “Hiç kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu?” Ya da Allah’a, O’nun gibi oluşturan birtakım ortaklar buldular da, bu oluşturma kendilerince birbirine benzer mi göründü? De ki: “Allah, her şeyin oluşturucusudur. Ve O, birdir, her şeye üstün ve kahredicidir.”

Zümer/ 62:
62Allah, her şeyin oluşturucusudur. O, her şeyin “belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan”ıdır.

Mümin/ 62:
62İşte, her şeyin oluşturucusu Rabbiniz Allah budur. O’ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. O hâlde nasıl oluyor da döndürülüyorsunuz!

Ayetlerde görüyoruz ki Allah her şeyin ve her işin asıl yaratıcısıdır. Bu durum, ilâhlığının olmazsa olmaz gereğidir. Şu hâlde dalâleti de, hidayeti de yaratan Allah’tır. Ama bunları (dalâleti ve hidayeti) isteyen ve o yönde meyil gösteren ise kulun kendisidir.

Kur’an’ı baştanbaşa tararsanız kulların yapmış olduğu iyi ve kötü bir çok fiilin faili kul değil Allah olarak yer aldığını görürsünüz. Bu Allah’ın, kullarının fiillerinin yaratıcısı olması açısındandır. Yoksa cebr uygulamasından değildir.


Üçüncü açıklama şuradan:
http://istekuran.net/2013/06/tefekkur/

Şöyle:Tefekkür”, Yüce Rabbimizin, üzerinde önemle durduğu ve bizlere zorunlu kıldığı bir eylemdir. Bu sebeple “tefekkür” kavramının herkes tarafından iyice özümsenmesi gerekmektedir.

“Tefekkür” mastarı (tefekkere fiili), üç harfli olan “fikr” kökünden (fekere fiilinden) türemiştir. “Fikr” ise; “İ’mâl ül hatarı fi ş şey’i (Bir şey hakkında ham düşünce üretilmesi)” demektir (Lisan ül Arab, cilt 7, s. 146).

“Fikr” (ham düşünce)” sözcüğü, Kur’an’da sadece Müddessir suresinin 18. ayetinde (tef’il babı kalıbıyla) yer almış ve orada konu edilen kişi, tefekkür etmediği, fikri (ham düşüncesi) ile hareket edip kâfir olduğu için kınanmıştır:

Müddessir; 18-25:
18-25Şüphesiz o, düşündü ve ölçü koydu. –Artık o mahvoldu. Nasıl bir ölçü koydu! Yine o mahvoldu. Nasıl bir ölçü koydu!– Sonra baktı. Sonra yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı. Sonra, arkasını döndü ve böbürlendi de: “Bu, söylenti hâlinde gelen bir büyüden başka bir şey değil. Bu, beşer sözünden başka bir şey değil” dedi.

“Ham düşünce üretmek” anlamındaki “fikr” sözcüğünden türemiş olan “tefekkür” sözcüğü ise Lisan-ül Arab’da “teemmül” olarak, “teemmül” sözcüğü de “tesebbüt” olarak tanımlanmıştır (Lisan ül Arab, cilt 7, s. 146). Bu sözcüklerin Türkçe karşılıklarına göre “tefekkür”; “Herhangi bir mesele hakkında iyice, etraflıca düşünmek, zihni yormak, işin bilincine varmak, yani üzerinde düşünülen konuya ait bilgileri ve başka fikirleri karşılaştırmak, aralarındaki bağlantıları inceleyerek bir karara ve hükme varmak” anlamına gelmektedir. Görüldüğü gibi “tefekkür”, ham düşünce olmadığı gibi, sadece düşünme yetisinin ürünü de değildir; düşünme yetisi ile birlikte, akıl, muhakeme, hafıza, dikkat gibi diğer melekelerin ortaklaşa ürettikleri bir yargıdır.

Böyle olmasına rağmen bu kavram Türkçe’de yaygın olarak sadece “düşünme” sözcüğü ekseninde anlaşılmakta ve ifade edilmektedir.

“Tefekkür”ü daha doğru bir şekilde anlayabilmek için; “düşünme” ile arasındaki farkı belirlemek, bunun için de öncelikle “düşünme”nin ne olduğunu bilmek gerekmektedir.

“Düşünme” başlığı altında psikoloji ders kitaplarında ve Ana Britannica ansiklopedisinde aşağıdaki bilgiler verilmektedir:

“Düşünme, beynin dolayısıyla (indirect) yaptığı bir tepkidir. … Beynimizin işleyişi yalnızca dış uyaranların varlığına tâbi değildir. Bir dış uyarıcı olmadan da beynimizin “düşünme” şeklinde faaliyetine devam ettiğini görürüz. O kadar ki, kendimizi en sakin hissettiğimiz, her şeyle ilgimizi kestiğimiz zamanlarda dahi beynin faaliyetini gözlemek kabildir: Yorgun bir insanın hiçbir şeyi düşünecek hâli olmasa da, kafasından bir yığın hayaller geçer. Meselâ uykusunda rüyalar görür. Böylece zihin âdeta boş durmaktan hoşlanmazmış gibi görünmektedir. Burada beyin, kendisine bir ‘övendire’ ödevini gören maddî uyaranlara karşı değil, belki bu maddî uyaranın beyinde bıraktığı bir ‘iz’e veya onun ‘sembol’üne karşı tepki gösteriyor denilebilir. … Aradan bir hayli zaman geçmesine rağmen beyni, aynı olay veya tepkiye davet eden sebep, artık maddî bir uyaran değil, o olayın algılanmasından meydana gelen, ‘olay’ın hayalleri, tasavvurlarıdır. Yani beyin o anda olaydan gelen maddî uyaranlarla değil, o olaydan arta kalmış olan ‘sembol’lerle faaliyet hâlindedir.” (Genel Psikoloji, Lütfi Öztabağ, Remzi Kitabevi 7. Baskı, s. 118-119)

“Düşünme, bireyin zihinsel etkinlikleri ile dış uyaranlar arasında kurduğu bağlantıdır. … Geçmişte düşünme bilinçli bir deneyim olarak tanımlanmaktaydı. Ancak, uyarıcı durumlar ile bunlara verilen cevaplar arasındaki tüm süreçler bilinçli değildir. Psikanalize göre ‘birincil süreç düşüncesi’, bilinç dışı ve sözcük öncesi bir süreçtir, yani sözcüklerle simgeselleşmemiştir. Örneğin, bir isteğin insanı baskı altında bırakması sözcüklere dökülemez. Bu düşünce türünde karşıtlar bir arada bulunabilir; böyle düşünce mantık kurallarına uymaz, zaman ve yer tanımaz, neden-sonuç bağıntısı taşımaz ve bütünüyle haz ilkesi doğrultusunda, gerçeklikle bağıntılı olmayan bir biçimde gelişebilir. Oysa ‘ikincil süreç düşüncesi’, gerçeklik ilkesine bağlı olarak dış nesnelerin gerçekliğini gözetir, söze dökülür, dil ve mantık kurallarına uyum gösterir. İç ve dış etkilerin yoğunluklarına bağlı olarak düşünce, mantıksal (yönlendirilmiş ve yapılandırılmış) ya da düşsel (imgesel ve fantastik) olabilir. Mantıksal düşünme, yaşanan deneyimlerin sonuçları arasında bağlantı kurma yolundaki usavurmanın yönlendirilmiş ve yapılandırılmış biçimidir. Bu nitelikteki düşünce nesnel, dışa yönelik ve ‘gerçekçi’ (realistik) olarak nitelenir. Bunun karşıtı öznel, duygusal olan ‘içe yönelik’ (otistik) düşüncedir. … ‘Gerçekçi düşünce’, bir amaç doğrultusunda düşüncelerin bir araya getirilmesi ve düzenlenmesine yönelik mantıklı düşüncedir: Nesneler, kavramlar ya da bilgi kaynakları arasında bağlantı kurma, değerlendirme, yargılama, problem çözme ve yeni çözümler bulma, ilke çıkarsama, tümevarım ve tümdengelim gibi değişik biçimler alabilir. ‘İçe yönelik düşünce’, temelde düşünenin istek ve fantezileri bağlamında, dış koşullar ya da yer-zaman-nedensellik bağlantıları dikkate alınmadan gelişen düşüncedir. Bu tür düşüncenin tipik örneği, uyaranlara herhangi bir denetim uygulanmadan, düşüncelerin ansızın kendiliğinden anımsandığı serbest çağrışımdır. …” (Ana Britannica, cilt 11, s. 20)

Yukarıdaki açıklamalardan, “düşünme” hakkında şu tespitleri yapmak mümkündür:

- Düşünme, karşılaşılan her nesne ve olguya karşı, beyin tarafından verilen dolaylı bir tepkidir. Ancak bu tepki her zaman etki ile eş zamanlı olarak ortaya çıkmaz.

- Düşünme dolaylı bir tepki olduğundan, bu tepkiyi doğuracak bir etkinin bulunmaması hâlinde beynin düşünce yetisi harekete geçmez. Meselâ duyu organlarının algılama yapamadığı bir ortamda (uzayda, boşlukta) beynin düşünme faaliyetinde bulunması söz konusu değildir.

- Düşünme yetisi, kontrol edilemeyen, yani insana boyun eğmeyen, onun iradesi dışında her türlü koşulda faaliyet gösteren bir beyin fonksiyonudur.

- Düşünme, beynin bilinçli sürecinde oluşabileceği gibi (ikincil süreç düşüncesi), bilinçsiz sürecinde de oluşabilir (birincil süreç düşüncesi).

- Düşünme, kendisini oluşturan iç ve dış etkilerin yoğunluklarına göre; “içe yönelik” veya “gerçekçi” olarak nitelendirilebilir.

“Tefekkür”ü daha doğru bir şekilde anlamak amacıyla gelinen bu noktadan sonra bize göre yapılacak şey; yazımızın başında Lisan ül Arab kaynaklı açıklamalarını verdiğimiz “fikr” ve “tefekkür” kavramlarının, yukarıdaki bilimsel açıklamaların neresinde yer aldığına ve bilimsel açıklamalardaki tarifler ile Lisan ül Arab kaynaklı tarifler arasında bir fark olup olmadığına bakmak olmalıdır. Ancak, bu bakışın sağlıklı olabilmesi için ise, Kur’an gözlüklerimizin takılı olması gerekmektedir. Çünkü cevabını aradığımız şey, Kur’an’daki “fikr” ve “tefekkür”dür.
Konuya Kur’an penceresinden bakıldığında Kur’an’ın, “fikr” ve “tefekkür” kavramlarını, beynin bilinçli sürecine ait faaliyetler olarak kabul ettiği hemen görülmektedir. Çünkü Kur’an’ın muhatabı “bilinçli insan”dır. Yani Kur’an’ın “fikr” ettiğini söylediği ve “tefekkür” etmesini istediği insan; Kur’an’ın muhatabı olan “bilinçli insan”dır. Bu tespit, yukarıdaki bilimsel açıklamalar dikkate alınarak ifade edilecek olursa denilebilir ki; “fikr” de, “tefekkür” de, “ikincil süreç düşüncesi” kapsamındadır.

Bu noktada, “fikr” ve “tefekkür”ün, bilimsel açıklamalarda “ikincil süreç düşüncesi” olarak adlandırılan düşünceyi oluşturan “içe dönük düşünce” ve “gerçekçi düşünce”ye karşılık geldikleri zannedilebilir. Çünkü bilimsel açıklamalarda, beynin bilinçli sürecinin ürünleri olarak “içe dönük düşünce” ve “gerçekçi düşünce”den başka bir düşünceden bahsedilmemektedir. Dolayısıyla “fikr” ve “tefekkür”ü, “içe dönük düşünce” ve “gerçekçi düşünce” ile özdeşleştirmek, en uygun davranış gibi görünmektedir.

Gerçekten de “fikr” denilen ham düşüncelerin birçoğu vesveseden ibaret, tutarsız, anlamsız, bazıları da Kur’an’ın bildirdiği gibi insanı helâk edecek boyutta zararlıdır. Bu durumda, insanın hevasını ön plânda tuttuğu ve bu hevanın derecesine göre; içe dönük, imgesel, fantastik, düşsel olarak adlandırılan düşünce ile “fikr”, aynı şeymiş gibi algılanabilir. “Fikr” ile “içe dönük düşünce” aynı şey olarak kabul edildiğinde ise, “tefekkür” ile “gerçekçi düşünce”nin de aynı şey olduğunun kabulü lâzım gelir. Nitekim “tefekkür” sözcüğünü açıklayan “karar vermek”, “hükme varmak” gibi davranışlar ile “gerçekçi düşünce”yi açıklayan “değerlendirme”, “yargılama”, “problem çözme”, “ilke çıkarsama” gibi davranışlar, anlamları itibariyle aynı eksende olan davranışlardır.

Ancak, bize göre bu yaklaşım noksandır ve bu yaklaşım ile doğru sonuca ulaşmak mümkün değildir. Kur’an, yazımızın sonunda bir çok örneğini vereceğimiz gibi, “tefekkür” sayesinde insanın yanlıştan uzaklaşarak doğruyu bulacağını, gerçek başarıya ulaşacağını söylemektedir. Yani “tefekkür” sonucunda, ödülü cennet olan gerçek başarı söz konusudur. Halbuki “gerçekçi düşünce”nin tarifinde, açıklamalarında, böyle bir başarıya ulaştırma özelliğinden bahsedilmemiştir. Başka bir ifade ile, her aşaması bilimsel gerçeklere dayandırılarak mantıklı bir amaca göre hazırlanmış bir plân tasavvuru, “gerçekçi düşünce” olarak nitelendirilebilir ama gerçek başarıya ulaşmaya hizmet etmiyorsa, “tefekkür” olarak nitelendirilemez. Örnek olarak, nükleer enerjiyi bir imha silâhı olarak geliştiren düşünce, “gerçekçi düşünce”dir ama asla “tefekkür” değildir. Bu durumda, bilimsel açıklamalarda yer alan “gerçekçi düşünce” tarifi, “tefekkür”ün açıklamasında yeterli olamamakta, noksan kalmaktadır.

Diğer taraftan Kur’an, Müddessir suresinin 18. ayetinde; “fikr” eden kişinin ölçü koyduğunu söylemektedir. Ölçü koymak ise, anlam olarak değerlendirme yapmayı ve hüküm vermeyi de içermektedir. Yani ayette sözü edilen kişi, bilimsel açıklamalarda “gerçekçi düşünce” olarak tanımlanmış davranışlarda bulunmak suretiyle ölçü koymuş ama sonuçta “fikr” ettiği (ham düşünce ürettiği) için kınanmıştır. Şu hâlde Kur’an’daki “fikr” eylemi; bilimsel açıklamalardaki, hevanın ön plâna çıktığı “içe dönük düşünce”yi temsil ettiği gibi, “gerçekçi düşünce”yi temsil etmektedir

Bu bilgiler ışığı altında, Kur’an’daki “fikr” ve “tefekkür” kavramları hakkında aşağıdaki tespitleri yapmak mümkündür:

- Kur’an bilinçli insanları muhatap aldığı için, Kur’an’daki “fikr” ve “tefekkür”, bilinçli beynin ürünleridir.

- Kur’an’daki “fikr”; bilinçli bir beyin tarafından üretilen, düşüncelerin ansızın kendiliğinden anımsandığı serbest çağrışımlardan başlayarak, değerlendirme, yargılama, ilke çıkarsama, problem çözme gibi biçimler ihtiva eden “gerçekçi düşünce”nin de içinde bulunduğu, düşünce çeşitlerinin genel adıdır.

- Kur’an’daki “tefekkür”; yanlıştan sakındırıp doğruyu buldurmak suretiyle gerçek başarıyı sağlayan “fikr”dir.

Bu son tespitin bazı yanlış anlaşılmalara meydan vermemesi için, bir hususun hemen belirtilmesinde yarar vardır: Gerçek başarının elde edilmesi, insanın oturduğu yerde tefekkür etmesi ile değil, tefekkür ile bulduğu doğruları hayatına geçirmesi, o doğrulara uygun davranması ile mümkündür. Nasıl ki, kuvveden fiile dönüşmeyen yanlış düşünceler sebebiyle kimsenin hesaba çekilmesi, cezaya çarptırılması söz konusu edilemezse, kuvveden fiile dönüşmeyen doğru düşünceler de kişiye ödül getirmez.

Gerek “fikr”, gerekse “tefekkür”, beynin düşünme fonksiyonunun ürünleri olduğu için, ancak algılanabilen varlıklar ve olaylar hakkında yapılabilir. Buna göre “fikr” ve “tefekkür”, Allah’ın yarattığı ve algılayabildiğimiz varlıklar için söz konusudur ama suret olarak vasıflandırılamayan ve şekil olarak hayal edilemeyen Allah hakkında mümkün değildir. Keza Kur’an’da örneklemelerle, sembollerle anlatılan cennet, cehennem ve diğer detaylardan oluşan ahiret hayatı hakkında da, bizim bulunduğumuz boyuttan farklı bir boyutta bulunduğu (Rad; 35, İsra; 60, Muhammed; 15, İnsan; 16), dolayısıyla bizim de algılayamadığımız bir âlem olduğu için, “fikr” ve “tefekkür” yapılamaz. Bundan başka “fikr” ve “tefekkür”, insan beyninin ürünleri olduğundan Allah için kullanılamaz. Yani Allah’ın fikir sahibi olması veya tefekkür etmesi mantıksızdır, söz konusu edilemez.

Kur’an, “tefekkür” dışında, insanlara gerçek başarının yolunu gösteren iki eylemin daha var olduğunu bildirmiştir. Bu eylemlerden biri “akletmek”, diğeri de “vahye kulak vermek”tir:

Mülk; 6- 10:
6 Kâfirler; Rablerini bilerek reddedenler /inanmayanlar için de cehennem azabı vardır. Ve o, ne kötü dönüş yeridir!
7Oraya atıldıklarında, o kaynarken, onun korkunç sesini işitirler.
8O, az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?”
9Onlar derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik.”
10Ve onlar derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashâbı içinde olmazdık.”
11Böylece günahlarını itiraf ettiler. Artık, un-ufak, toz-duman olmak, çılgın ateş ashâbı içindir.

Furkan; 43, 44:
43Kötü duygularını, tutkularını kendine tanrı edinen kişiyi gördün mü/hiç düşündün mü? Peki, onun üzerine sen mi vekil oluyorsun?
44Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten vahye kulak vereceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidir. Aslında yol bakımından daha sapıktırlar/şaşkındırlar/aşağıdırlar.

“Tefekkür”ün alt basamağı mahiyetinde olan “akletmek”, Kur’an’da mecazen “tefekkür” anlamında kullanılmıştır (Bakara; 44, 73, 76, 164, 170, 171, 242, Âl-i Imran; 65, 118, Maide; 58, 103, En’âm 32, 151, A’râf; 169, Enfal; 22, Yunus; 16, 42, 100, Hud; 51, Yusuf; 2, 109, Rad; 4, Nahl; 12, 67, Enbiya; 10, 67, Müminun; 80, Hacc; 46, Nur; 61, Şuara; 28, Ankebut; 35, 63, Rum; 24, 28, Kasas; 60, Ya Sin; 62, 68, Saffat; 138, Mümin; 67, Zümer; 43, Zühruf; 3, Hadid; 17, Casiye; 5, Hucurat; 4, Haşr; 14).

Ancak, “akletmek (aklı kullanmak, akıl yürütmek)” ve bu yolla “tefekkür”e ulaşmak herkesin yapabileceği bir şey olmayıp, bilginlere özgü bir beceridir. Yani bilgisizler “tefekkür” edemezler:

Ankebut; 43:
43Ve Biz, bu örnekleri insanlara veriyoruz. Onlara da bilginlerden başkası akıl erdiremez.

Vahye kulak vermek ise, vahyi kabul etmek ve onunla amel etmek demektir. Vahydeki haberler, Muhbir-ı Sadık (Doğru Haberci) olan Allah tarafından bildirildiği için mutlak doğrudur. İnsanoğlu, vahydeki haberlerin, uyarıların hepsine bilimsel bilgi olarak henüz ulaşamamış, onların doğruluğunu ilimle tespit edememiştir. Ama vahyin haberlerini, uyarılarını kabul edenler, yani vahye kulak verenler, bu doğru haber ve bilgiler sayesinde kendilerini kurtarırlar. Yine vahye kulak verenler, zihinlerinde oluşan ham düşünceleri, vesveseleri Kur’an terazisine götürüp tartarlarsa, yani bize göre Şeytan-ı Racim’den Allah’a sığınırlarsa, zihinlerinde oluşanların yanlışlarını hemen görme şansını elde ederler.
“Vahye kulak vermek” de aynen “akletmek” gibi Kur’an’da “tefekkür” anlamıyla kullanılmıştır (A’râf; 100, Yunus; 67, Nahl; 65-69, Rum; 21-24, Secde; 26, Enfal; 21, 22, Kehf; 101, Kaf; 37).

Sonuç olarak, İslâm’ın çok önem verdiği “tefekkür”ün; düşünme yetisi başta olmak üzere insan beyninin birçok melekesinin, aynı anda ve en mükemmel şekilde kullanılması olduğu söylenebilir. Tefekkür için önce akledebilmek, akledebilmek için de bilgili olmak lâzımdır. Yani tefekkür, insanın bilgisini arttırır, insanı taklitçilikten kurtarır. Bilgili insan, iyi ve kötü şeylerin ayrımını bilgi ile yapar, her zaman için kârlı çıkar ve doğru davranışları ile de başkalarına yol gösterir.

Tefekkürü konu alan ve tefekkür örneğini sergileyen Kur’an ayetleri aşağıda verilmiştir:

Âl-i Imran; 190- 194:
190-194Göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşunda, gecenin ve gündüzün ardarda gelişinde, elbette, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anan; göklerin ve yerin oluşturuluşu üzerinde: “Rabbimiz! Sen, bunu boş yere oluşturmadın, Sen, tüm noksanlıklardan arınıksın. Artık bizi Ateş’in azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, kimi o ateşe girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için yardımcılardan da hiç kimse yoktur. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, “Rabbinize inanın!” diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi “iyi adamlar” ile birlikte, geçmişte yaptıklarımızı ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızı bir bir hatırlattır/öldür. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver, kıyâmet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen, verdiğin sözden dönmezsin” diye iyiden iyiye düşünen kavrama yetenekleri olanlar için nice alâmetler/göstergeler vardır.

Bakara; 219, 220:
219,220Sana aklı karıştıran/örten şeylerden ve şans oyunlarından soruyorlar. De ki: “Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat dünya ve âhirette günahları, menfaatlerinden daha büyüktür.” Yine sana neyi Allah yolunda harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan fazlasını harcayın.” Allah, iyiden iyiye düşünürsünüz diye âyetlerini işte böyle sizin için ortaya koyuyor. Sana yetimlerden de soruyorlar. De ki: Onlar için, “iyileştirme”, en iyisidir. Eğer onlara karışırsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyla iyileştiriciyi birbirinden ayırt eder. Eğer Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.

Bakara; 266:
266Hiç biriniz ister mi ki kendisinin hurmalık ve üzümlüklerden bir bahçesi olsun, altında ırmaklar aksın, içinde her türlü ürünü bulunsun da, kendi üzerine de ihtiyarlık çökmüş ve zayıf soyu olsun. Derken ona ateşli bir bora isâbet ediversin de o bahçe yanıversin. İşte Allah, iyiden iyiye düşünürsünüz diye âyetlerini size böylece açığa koyuyor.

En’âm; 50:
50De ki: “Ben size ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Görülmeyeni, duyulmayanı, geçmişi, geleceği de bilmem ben. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben yalnızca bana vahyedilene uyuyorum.” De ki: “Kör ile gören eşit olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?”

A’râf; 176:
176Ve eğer Biz, dileseydik onu o âyetlerle yüceltirdik, ama o alçaklığa saplandı kaldı ve tutkusuna uydu. Artık onun durumu, üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan, kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumuna benzer. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. O nedenle sen iyice düşünsünler diye bu kıssayı iyice anlat.

A’râf; 184:
184Ve onlar arkadaşlarında hiçbir deliliğin/ cinlenmişliğin bulunmadığını düşünmediler mi? O, ancak apaçık bir uyarıcıdır.

Rum; 8:
8Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için oluşturmuştur? Ve şüphesiz insanlardan çoğu, Rablerine kavuşmayı kesinlikle bilerek reddedenlerdir/ inanmayanlardır.

Rum; 21:
21Yine O’nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler oluşturmuş, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda iyiden iyiye düşünecek bir toplum için nice alâmetler/ göstergeler vardır.

Yunus; 24:
24Dünya hayatının örneği, Bizim gökten indirdiğimiz su gibidir. Ki gökten indirdiğimiz suyla insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Sonunda yeryüzü süslerini takınıp süslendiği, sahipleri de kendilerinin, ona gücü yetenler olduklarına inandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüz vakti, ona emrimiz gelivermiştir de ansızın, sanki dün orada hiçbir şenlik yokmuş gibi, onu, ta kökünden biçivermiştir. Biz, âyetlerimizi düşünecek bir toplum için işte böyle ayrıntılı olarak açıklarız.

Rad; 2-4:
2-4Allah, gökleri gördüğünüz şekilde, direkler olmadan yükselten, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, güneşe ve aya boyun eğdiren/varlıkların yararlanacağı özelliklerde yaratan Zat’tır. –Hepsi adı konmuş bir süre sonuna akıp gidiyor.– O, işi yönetir, Rabbinize kavuşacağınız güne kani olursunuz diye âyetleri ayrıntılı olarak açıklar. Ve O, arzı uzatan, orada sabit dağlar ve ırmaklar oluşturandır. Ve O, orada bütün meyvelerden iki eş yaptı. O, geceyi gündüzün üzerine örtüyor. Şüphesiz bunda iyiden iyiye düşünen bir toplum için alâmetler/ göstergeler vardır. Ve O, yeryüzünde bir tek su ile sulanan birbirine komşu kıtalar, üzümlerden bahçeler, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar oluşturandır. Ve Biz, meyvelerinde, kokularında, tatlarında onların bazısını bazısı üzerine fazlalıklı kılıyoruz. Şüphesiz aklını kullanan bir toplum için bunda birtakım alâmetler/ göstergeler vardır.

Nahl; 10, 11:
10,11O, sizin için gökten bir su indirdi. İçecekleriniz ondandır. Hayvanları otlattığınız ağaçlar-bitkiler de ondandır. Allah, su ile sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve tüm meyvelerden bitiriyor. Şüphesiz bunda iyiden iyiye düşünen bir toplum için kesinlikle birer alâmet/gösterge vardır.

Nahl; 43, 44:
43,44Ve Biz, senden önce de, sadece kendilerine vahyettiğimiz olgun insanları açık kanıtlarla ve yazılı belgelerle elçi olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız, haydiyin Tevrât ve İncîl’i bilen bilginlere sorun. Biz sana da o öğüdü/Kur’ân’ı, kendilerine indirilmiş olanı ortaya koyman için, onların da iyiden iyiye düşünmeleri için indirdik.

Nahl; 68, 69:
68,69Ve Rabbin bal arısına dağlarda, ağaçlarda ve yapacakları çardaklarda evler/ yuvalar edinmesini, sonra ‘Meyvelerin hepsinden ye de, Rabbinin kolaylaştırdığı yollara gir’ diye vahyetti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir içecek çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz ki bunda iyiden iyiye düşünen bir toplum için, kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır.

Zümer; 42:
42Allah, o nefisleri, ölmeleri sırasında, onlara geçmişte yaptıklarını ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlatırır. Ölmeyenleri de uyuduklarında; artık haklarında ölüm gerçekleştirdiklerini alıkoyar, diğerlerini de adı konmuş bir süre sonuna kadar salıverir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için nice alâmetler/göstergeler vardır.

Casiye; 13:
12Allah, işi olarak içinde gemilerin seyretmesi, sizin de O’nun armağanlarından rızık aramanız ve kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödemeniz için denizi emrinize veren/ yararlanacağınız yapı ve özelliklerde yaratan Zat’tır. 13Ve O, göklerde ve yeryüzünde bulunan her şeyi Kendinden sizin hizmetinize vermiştir. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için alâmetler/ göstergeler vardır.

Haşr; 21:
21Eğer Biz, bu Kur’ân’ı bir dağa/çok iri cüsseli bir yükümlü varlığa indirseydik, Allah’a olan saygıyla, sevgiyle ve bilgiyle ürpertiden onu samimiyetle saygı duyar, baş eğer ve parça parça olmuş görürdün. Ve Biz, bu örnekleri iyiden iyiye düşünürler diye insanlara veriyoruz.

Hakkı Yılmaz

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

ozkanates
26. February 2015, 08:27 AM
Değerli dostlar,
Yukarıdaki düşüncelerime paralel olarak devam edersem, bence kafir;
Mutlak tekillik(tevhid) gerçeğini düşün(e)meyen ve Ben'likle hareket eden, dolayısı ile bilerek/bilmeyerek "gerçeği örten" anlamında olabilir.


"Allah, sözün/hadisin en güzelini, birbirine benzer iç içe ikili mânalar ifade eden bir Kitap halinde indirmiştir." Zümer 23

Söylediğin doğrudur Han kardeşim. Ekleyeyim ki, Kuran manaları iç içe ilerleyen pek çok ikili halkalardan, katmanlardan oluşur. Bu mana yolculuğu negativite/pozitivite ikiliğinden başlayarak çokluk/teklik ikiliğine varır. O an çokluktan bakıp çokluktan yorumluyorsak şeyleri negatif ve pozitif olarak, kişileri de hayra ve barışa gayret etmeyenler ve edenler olarak tasavvur ederiz. O an teklikten yorumluyorsak zaten artık negativite kalmaz; insanın kendini bilmesi veya bilmemesi kalır ki senin söylediğin de budur. Çoklukta teklik, teklikte çokluk olduğundan, ikisi bir ve Bir olduğundan, her iki yorum da doğru. Hangisinin ifade edildiğini o anki muhatabın durumu belirler ve Kuran'ın yaptığı da bu.


Güzel düşünmek, iyiliğe-huzura hizmet etmek daha çok ameli bir kavram gibi geldi bana. Küfür'ün içinde doğrudan Allah'a(Mutlak Tek'lik bilincine) karşı hem cehalet(çoktanrıcılık gibi), hem umursamazlık(benmerkezcil yaşam), hem de isyan(Tanrı kavramını muhattap alıp bilinçli reddeden ateizm gibi) bulunabiliyor.

Edimlerimiz düşüncelerimizin türevi.

ozkanates
26. February 2015, 09:17 AM
Sayın özkanates.

Görüş talebinizden sonra "Kafir" tanımı vermişsiniz.

Ben de bir "Kafir" tanımı vereyim:
"5/44 meali; “Ve kim, ALLAHIN İNDİRDİĞİ ile HÜKMETMEZSE, o taktirde işte onlar, onlar KAFİRLERDİR.”

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

“Ve kim, Allah'ın indirdiği (= güzel düşünüp güzel davranmayı, hayra ve barışa yönelik iş yapmayı anlatan Kitap) ile (güzel düşünüp güzel davranarak, hayra ve barışa yönelik iş yaparak) hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar kafirlerdir.” 5/44

Ayet bizi Kitap'a yönlendirmek için. Kitap'tan anladıklarım = neyin kafirlik olduğu başlık yazımdaki tanım ayetlerinde.

.

ozkanates
26. February 2015, 09:45 AM
Hangi ilim???
Hangi tekamül???

Olayı "science fiction" havasına sokmadan anlatır mısınız?

Bedenin tanımı: Homo sapiens http://hanifler.com/showthread.php?t=3501
İnsanın tanımı: Beden + ruh http://hanifler.com/showthread.php?t=3507
Ruhun tanımı: Adem, melek, cin, iblis, şeytan http://hanifler.com/showthread.php?t=3505
Tekamül http://hanifler.com/showthread.php?t=3509
Cehennem, cennet http://hanifler.com/showthread.php?t=3512
Nefs http://hanifler.com/showthread.php?t=3512
Cehennemden cennete nefs http://hanifler.com/showthread.php?t=3520
Madde alem http://hanifler.com/showthread.php?t=3521
Öbür alem http://hanifler.com/showthread.php?t=3530
Madde alem + öbür alem http://hanifler.com/showthread.php?t=3533
Madde alemden sonra tekamül http://hanifler.com/showthread.php?t=3535
Son: Tevhid http://hanifler.com/showthread.php?t=3535

Bartsimpson kardeşim,
Hangi noktanın açıkta kaldığını belirtirsen sohbet imkanımız olur.

ozkanates
26. February 2015, 01:17 PM
Teşekkürler.

Değişik düşünenler var mı?

Siz ne dersiniz?

Saygılarımla.
Galip Yetkin

Her kavram ancak kendi zıttıyla tanımlı. Sonsuz Olan, kendi sonsuzluğunu deneyimler ama bilemez; çünkü sonsuzun bilgisi ancak kendi zıttından, yani sonludan gelir. Bu sebeple Sonsuz Olan, kendi sonsuzluk halinin zıttını = sonluları = bizleri yaratır. Kendisine ait sonsuz isim ve sıfatların bu sonlu hallerini deneyimleyerek... kendi sonsuzluğunu bilir hale gelir.

Sonsuz sayıdaki sonlular olan bizlerin her biri... Sonsuz Olan'ın...
- Sonsuz sayıdaki isim ve sıfatlarının her birinin,
- Sonsuz farklı oranlarda örtülmesiyle oluşan,
- Sonsuz sayıdaki kombinasyonlardan biriyiz.

Sonsuz Olan sonsuz olduğundan, aslında Sonsuz Olan'dan başka bir varlık/yaratılmış yok. Varlıklar/yaratılmışlar dediğimiz, Sonsuz Olan'ın sonsuz isim ve sıfatlarının değişik kademelerde örtülmesiyle (nefsle) oluşmuş ilüzyonlar.

Bir sonlunun her deneyimlemesi, o sonlunun bilgisini arttırdığından, sonluyu oluşturan üstteki nefs = unutma perdesi giderek incelir. Ve o perde/ilüzyon sonunda kalkar. Bu da sonlunun yeniden kendini bilmesi, yani sonsuzdan/kendinden başka varlık olmadığını, varlık diye bildiklerinin hepsinin sonsuzdan/kendinden ibaret olduğunu hatırlamasıdır.

ozkanates
26. February 2015, 01:43 PM
Özgür irade konusu için yaratan/yaratılan ilişkisini yukarıda tanımladıktan sonra:

Evreni online yazılan bir senaryo gibi düşünebiliriz:
- Oyuncular bir taraftan sahnede yer alırken bir taraftan da doğaçlamayla senaryoyu oluşturuyorlar.
- Yönetmenin görevi mekanı sağlamak ve senaryonun sınırlarını belirlemek (ilki evren, ikincisi evren kanunları).

Senaryonun birinci kanunu: Senaryo gelişmek zorunda. Yani oyuncular, özgür olsalar da kendilerini sonsuza kadar süren döngülerin içine kapatamazlar. Veya kendilerini yok edecek seçenekler kullanamazlar. Çünkü tekamül için, tekamül edeceklerin varlığı ve aktiviteleri zorunlu. Bu Tanrı'nın iradesi, bildiği. Bu iradenin altında nasıl tekamül edeceği ise tekamül edenlerin iradesi, bildiği.

Oyuncular, Tanrı tarafından sınırlanmış irade bölgesinde kendi iradelerini kullanırlar. Önümde duran suyu içip içmemek benim irademdir; onu altına çevirememem de Tanrı’nın iradesi.

Tanrı, oyuncuların seçeneklerini bilir çünkü bunları tanımlayan kendisidir. Hangisini seçeceklerini bilmez çünkü bu seçecek olanların iradesidir. Sonucun ne olacağını ise yine bilir, çünkü...
- Zamanın olmadığı boyutta yarın, gelecek yıl, milyar yıl sonra aynı an.
- Evren kanunlarıyla sınırladığı seçeneklerin hepsi, aynı nihai sonucu üretecek: "Allah'tan hak bir vaat olarak hepinizin dönüşü yalnız O'nadır." Yunus 4

ozkanates
26. February 2015, 01:46 PM
Kuantum mekaniği diyor ki...

Atom altı parçacıklar hem parçacık hem de dalgacık özelliği gösterirler.

Yani baktığın yere ve ölçümlediğin alete göre sonuç değişiyor.

İyi de... bir cisim ya maddedir ya da enerji.

Peki hangisi doğru???

Madde = enerji = ilüzyon.

han
26. February 2015, 06:46 PM
Yukarıdaki açıklamalardan, “düşünme” hakkında şu tespitleri yapmak mümkündür:

- Düşünme, karşılaşılan her nesne ve olguya karşı, beyin tarafından verilen dolaylı bir tepkidir. Ancak bu tepki her zaman etki ile eş zamanlı olarak ortaya çıkmaz.

- Düşünme dolaylı bir tepki olduğundan, bu tepkiyi doğuracak bir etkinin bulunmaması hâlinde beynin düşünce yetisi harekete geçmez. Meselâ duyu organlarının algılama yapamadığı bir ortamda (uzayda, boşlukta) beynin düşünme faaliyetinde bulunması söz konusu değildir.

- Düşünme yetisi, kontrol edilemeyen, yani insana boyun eğmeyen, onun iradesi dışında her türlü koşulda faaliyet gösteren bir beyin fonksiyonudur.

- Düşünme, beynin bilinçli sürecinde oluşabileceği gibi (ikincil süreç düşüncesi), bilinçsiz sürecinde de oluşabilir (birincil süreç düşüncesi).

- Düşünme, kendisini oluşturan iç ve dış etkilerin yoğunluklarına göre; “içe yönelik” veya “gerçekçi” olarak nitelendirilebilir.

.....................................

Bu bilgiler ışığı altında, Kur’an’daki “fikr” ve “tefekkür” kavramları hakkında aşağıdaki tespitleri yapmak mümkündür:

- Kur’an bilinçli insanları muhatap aldığı için, Kur’an’daki “fikr” ve “tefekkür”, bilinçli beynin ürünleridir.

- Kur’an’daki “fikr”; bilinçli bir beyin tarafından üretilen, düşüncelerin ansızın kendiliğinden anımsandığı serbest çağrışımlardan başlayarak, değerlendirme, yargılama, ilke çıkarsama, problem çözme gibi biçimler ihtiva eden “gerçekçi düşünce”nin de içinde bulunduğu, düşünce çeşitlerinin genel adıdır.

- Kur’an’daki “tefekkür”; yanlıştan sakındırıp doğruyu buldurmak suretiyle gerçek başarıyı sağlayan “fikr”dir.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Merhaba,

Özellikle düşünme konusundaki çıkarım-yorum biraz farklı geldi bana. Kırmızı ve mavi renkle işaretli kısımlarda ufak bir çelişki var gibi. Kısa ifadeyle düşünmenin kaynağının dış uyaranlara(veya duyu organları ile algılamaya) bağlı olduğu belirtilerek, ağırlıklı olarak "bilinçaltı beyin fonksiyonları", düşünme şeklinde tanımlanmış. Bunun yanında "kontrol edilemeyen ve her koşulda çalışan bir fonksiyon" olduğu da yazılmış.

Ben mavi yoruma daha çok katılıyorum. Çünkü düşünme fonksiyonu sadece insana özgü bir mekanizma değil. Tek hücreli bakteriden tutun, sürüngeninden uçanına, insana kadar her canlıda bu mekanizma görülüyor. Buna psikolojide "içgüdü" de deniyor. Dolayısı ile uzaya veya herhangi bir hissiz ortama tek hücreli bakteriyi koyalım. Bu mekanizma muhtemelen yine çalışacaktır. Ancak, bu bakteri sıfırdan inşa olmaya(biyolojik yaratılmaya) başlarken bu hissiz ortamda bırakılsa ve dışarıdan hiçbir uyarana maruz kalmadan gelişmesi sağlansa dahi, bu gelişme süreci de kendi içinde bir mekanizma olduğundan, can verilen her varlık otomatik olarak hislerle donatılmış olur. Ve kendi içgüdüsü(beslenme, hayatta kalma güdüleri gibi) de, dolayısıyla düşünme mekanizması da inşa olur.Ve ister istemez (bilinçsiz) düşünme mekanizması başlar.

Bu konular için "düşünme", "bilinç"(alt/üst bilinç), "içgüdü" gibi kavramlar da irdelenmeli. Sizin "tefekkür" tanımınız daha çok "üst bilinç" tanımına yakın duruyor. Bu konulardaki görüşünüz nedir?

Selam ve saygılarımla,

ozkanates
27. February 2015, 12:12 PM
Başlık konusuna odaklanılmasını talep ediyorum çünkü önemli bir tez içeriyor:

- İster güzel düşünüp güzel davranmayan, hayra ve barışa yönelik iş yapmayan,
- İster Allah'ın indirdiğiyle (Kuran, mistik metinler) hükmetmeyen,
- İster mutlak tekilliğin(in) farkında olmayan,
- İsterse de başka bir anlamda olsun,

Kuran "kafir" terimi ile dinsiz olanları ve/veya başka dinleri anlatmıyor. Doğrudan inananların çoklarını, ve aksine şerh düşmediğine göre de, müslümanların çoklarını anlatıyor.

kuman
27. February 2015, 09:34 PM
Madde=enerji=ilizyon....
Bilim adamlari bosuna ugrasiyor maddeyi cozmek icin.
Ozkan kardesimiz cozmus Ilizyonmus.
Ahmet hoca neden uzaya uydu firlatiyorsunuz bana sorun ben cevaplarim demisti...

Gercekten bu bilim adamlari cok saf....

han
28. February 2015, 05:58 AM
Kuran "kafir" terimi ile dinsiz olanları ve/veya başka dinleri anlatmıyor. Doğrudan inananların çoklarını, ve aksine şerh düşmediğine göre de, müslümanların çoklarını anlatıyor.
Değerli Kardeşim,

2:112 (http://www.kuranmeali.com/ayetkarsilastirma.asp?sure=2&ayet=112) Evet, kim tam bir teslimiyetle yüzünü Allah'a döner ve iyilik yapanlardan olursa, Rabbi katında mükafatını görecektir; ve böyleleri ne korkacak, ne de üzülecekler

31:22 (http://www.kuranmeali.com/ayetkarsilastirma.asp?sure=31&ayet=22) Kim tam bir teslimiyetle yüzünü Allah'a döner ve ve iyilik yapanlardan olursa, elbette, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah'a varır.

Kuran'da "teslimiyetle yüzünü Allah'a dönme/çevirme" ifadeleri bir hayli geçiyor, malum. "iyilik yapma" ifadeleri ise ikincil sırada geliyor.

Ben bu yüzden "Mutlak Tekillik Bilinciyle..." dedim. Çünkü yüzünü Allah'a çevirmeyen(Benliğini Allah'a teslim etmeyen) biri, yaptığı iyilikleri Allah'tan değil kendi BEN'liğinden bilecektir.

Yüzünü Allah'a teslim etmeyenler içinde, dediğin gibi müslüman-hıristiyan-yahudi vd. benlikli her kul olabilir. Ancak, tevhid'e aykırı inanışlar içinde olan kitap ehli ağırlıklı olarak bu ifadenin kapsamındadır diye düşünüyorum. Çünkü yaptığı/yapacağı iyiliği kendi benliğine veya yanılgıyla diğer inandığı ilahlarına ithaf edebilme ihtimali vardır.(isa'ya, meryem'e, üstün ırkına vs.)

Bu durumda, Allah'a teslimiyetsiz yapılacak olan her iyilik küfre araç olacaktır.
Bu yüzden naçizane yorumumla küfür; tevhid'i özümseyemeyen her davranış-inanış olabilir. Yine dinsiz olanlar veya tevhid kavramı hasarlı dinlerden olanlar da kafir sayılabilir.

galipyetkin
2. March 2015, 01:35 PM
sayın han.

".........Ve ister istemez (bilinçsiz) düşünme mekanizması başlar." demişsiniz bana yazdığınızda

Buna ben derim ki:"Neyi düşünme? Dünyanız ne kadar ki?"
Ve eğer sizi düşünceye sevk edecek dış etken yoksa nereye kadar...?
"Uzay misali bu yönden verilmiş olmalı". Hatta algısızlara karşı da söylenen bir deyiş de var:"Uzayda mı yaşıyorsun?"

Hissetmek değişik bir olgu, etkilenmek, dolayısı ile tecrübe değişik bir olgu.

Söyleşi sitedeki konusuna taşınırsa incelemeye katılabilirim.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.