PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Bakara 184. Ayeti Nasıl Anlamalıyız.


halukgta
16. July 2014, 10:32 AM
Bizler her zaman Kur’an ı anlayarak okuyup, üzerinde düşünmeliyiz diyor ve buna çok önem veriyoruz. Fakat elimizdeki Kur’an tercümeleri bazen, ne yazık ki bizleri şüphede bırakıp, tedirgin edebiliyor. Çünkü bir kelimeye öyle anlamlar veriliyor ki, acaba hangisi doğru, hangisi yanlış konusunda arada kalıyoruz.


Bu konuya bir örnek vermek istiyorum. Bakara suresi 184. ayetinde geçen bir kelimeye, farklı anlamlar vererek, bakın ayette verilen mana nasılda değişiyor. Önce Diyanetin mealini yazalım, daha sonrada farklı anlamlar veren cümleleri karşılaştıralım.


Bakara 184: Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. ORUCA GÜCÜ YETMEYENLER İSE, BİR YOKSUL DOYUMU FİDYE VERİR. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.


Yukarıdaki ayette oruca gücü yetmeyenler, bir yoksulu doyumu fidye versin diye çevrilmiş. Aynı cümleyi, bir başka mealden aldığımızda, anlamının tamamen değiştiğini görüyoruz.


(ORUCA GÜCÜ YETENLERE BİR MUHTACI DOYURARAK FİDYE VERMEK, BİR YÜKÜMLÜLÜKTÜR.)


Ne kadar ilginç, çünkü anlamı diğer tercümenin tamamen tersi. Siz olsanız tedirgin olmaz mısınız? Elbette olursunuz. Konuyu anlamamıza yardımcı olması için, daha farklı üç tercümeden de, aynı cümleyi yazmak istiyorum.


(Ona dayanıp kalacaklar üzerine de fidye.)


(Oruca (güç) dayananların fidye vermesi, bir yoksulu doyurması lazımdır.)


(Oruca zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye.)


Kur’an ı tercüme edenlerin, farklılıklarını gördük. Peki, bu durumda bizlere düşen hiçbir şey yok mu? Elbette var, çünkü elimizde öyle bir kitap, öyle bir rehber var ki, istedikleri kadar hatalı çeviri yapsınlar, yeter ki ondan istifade etmesini bilelim. Allah diğer ayetlerinde söylediği gibi düşünene, aklını kullanana Kur’an da verdiği her konudan değişik örneklerle, Kur’an bütünlüğünde doğru cevabı bulmamıza yardım ediyor, şükürler olsun.


Gelin bizde birlikte öyle yapalım. Kur’an bütünlüğünde düşünelim ve Rabbin verdiği örneklerden yararlanıp, doğru cevabı arayalım.


Biran şöyle düşünelim. Bu ayette Allah, Gücü yetenlere yani orucu tutmaya gücü yetenlere fidye(fitre) vermesi gerektiğini söylediğini varsayalım. Eğer böyle düşünürsek, hemen aklımıza bir soru gelecek. Bu durumda gücü yetmeyen hiç oruç tutacak durumu olmayan, sürekli sorunu olan kişiler ne yapacak bu durumda? Çünkü bu büyük bir soru? Şöyle diyebilir miyiz? Allah bu konuda bir hüküm vermemiştir, onun için tutamayan zaten tutamaz, herhangi bir fidyesi de yoktur. Geçici hasta olan yolcu olan sonra orucunu tutar, Allah bu açıklamanın dışında başka bir açıklama yapmamıştır demek, bizi doğru sonuca ulaştırır mı? Ya da oruç tutabilen ama fidye vermeye gücü yetmeyen varsa, durumu ne olacak?


Hastalığından ya da yaşlılığından dolayı, hiç oruç tutamayacak kişiler, sorusunun cevabını nasıl alacaklar? AYET İ BU ŞEKİLDE ANLARSAK, BU SORUYA CEVAP ORTADAN KALKIYOR. Siz olsanız ve bu soruya cevap alamasanız, tedirgin olmaz mısınız? Düşünün lütfen, ORUÇ TUTABİLECEK GÜÇTE OLANLARA FİDYE OLARAK FAKİRİ DOYURMA GÖREVİ DE VERİLECEK, AMA HİÇ TUTAMAYACAK DURUMDA OLANLARA, HİÇBİR FİDYE YOK, öylemi dostlar? Kur’an böyle bir soruyu, asla cevapsız bırakmaz.


Şimdide ayette geçen fidye kelimesinden yola çıkalım. Fidye nedir? Günümüzde de kullanılan bir sözcüktür. BİR ŞEYİN KARŞILIĞINDA VERİLEN, TAKAS, KURTULMALIK ANLAMIN DA GEÇER. Sözlükte geçen bir başka anlamı da, Kur’an ın herhangi bir farzından birini yerine getirmeye gücü olmayan bir kimsenin, Cenâb-ı Hak'tan özür dilemek kastı ile verdiği para veya sadakadır diye geçer.


Bu durumda hem oruç tutup, hem fidye vermek kelimenin anlamına ters düşüyor. Demek ki yapılamayan bir görev var ki ortada, o görevden kurtulmalık olarak, bir diyet ödeniyor olmalı. Yoksa fidye kelimesi kullanılmazdı. Bu durumda oruç tutamayan, gücü nispetinde bir fakiri doyuracak, hayırda bulunacak anlamı çıkıyor ayetten.


Şimdide Allah, fidye sözcüğünü özelikle nerelerde Kur’an da kullanmış ona bakalım, konuyu doğru anlamak için. Bakara 85. ayetinde, esirleri fidye verip kurtarılmasından bahseder. Bakara 196. ayetinde, hac konusunda yapamadığımız bir emrin karşılığı olarak, Kâbe ye bir şey bağışlayıp, fidye olarak verilmesini emreder. Yine Zümer suresi 47. ayette iman etmeyenlerden bahsederek Allah, yeryüzünün tamamı kendilerinin olsa, azabın kötülüğünden kurtulmak için fidye olarak verirlerdi diye açıklama yapar bizlere. Kur’an a baktığımızda fidye kelimesi çok geçer, fakat anlamın tamamı, BİR ŞEYE KARŞILIK ANLAMINDA KULLANILMIŞTIR.


Şimdi gelelim Bakara 184. ayette geçen kelimeye. Eğer burada anlatılmak istenen, oruca gücü yetenler yani tutabilecek olanlar ise, devamında bir farz emri yerine getirenin, ayrıca fidye vermesi Kur’an bütünlüğüne uymuyor. Yok, eğer gücü yetmeyenler, yani orucu tutamayacak durumda olanlar anlamını verirsek, işte o zaman devamındaki fidye sözcüğü yerini bulacaktır. Çünkü yerine getirilmeyen bir farz görev var, mutlaka bunun da bir fidyesi, karşılığı olması normaldir.


Peki, bu kelimeye neden bu derece farklı anlamlar verilmiş ve yanlış anlaşılmış? Yukarıda da sizlere örnek verdiğim, bir çeviri üzerinde biraz düşünelim.


(Ona dayanıp kalacaklar üzerine de fidye.)


Türkçede de olduğu gibi, her dilde bazı kelimeler vardır, bir birinin zıttı anlamlarını taşır, fakat cümle içinde kullanıldığında, gerçek anlamı hemen anlaşılır. Örnek vermek istiyorum.


Kimseye dayanmadan dimdik ayakta kaldım.


Ona dayanmasam yıkılıp yere yığılacaktım.


Dayanmak kelimesi iki zıt anlamlarda, bakın anlamı nasıl değişiyor. İşte kelime olarak tercüme edildiğinde, ONA DAYANIP KALMAK, benim verdiğim örnekte olduğu gibi, zıt anlamındadır. ORUCA GÜÇ YETİREMEMEK, ZORLANMAK, YASLANMAK ANLAMINDA KULLANILMIŞTIR Kİ ALLAH, BU DURUMDA OLANLAR FİDYE VERSİN KOLAYLIĞINI GETİRMİŞTİR.


Şöyle bir soru aklınıza gelebilir. Orucu tutamayacak durumda olup da, fidye verecek, fakiri doyuracak gücü olmayanlar ne yapmalı? Ayetin devamına baktığımızda, bu sorumuzun da cevabını buluyoruz.


Yazımın başında, Diyanetin yeni mealinden verdiğim örnekte ne diyordu?


(Bununla birlikte, gönülden KİM BİR İYİLİK YAPARSA (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır.)


Parantez içine yazılan, mesela fidyeyi fazla verirse ibaresi, bana göre ayetin manasını daraltıyor, almamız gereken bilginin üstünü örtüyor. Dikkat ederseniz ayette böyle bir açıklama yok. Ayeti tercüme edenin, kendi anladığı yazılmış. Aynı ayetin bu bölümüne, Diyanetin eski mealine bakalım.


(Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir. Kim gönülden iyilik yaparsa o iyilik kendisinedir.)


Buradan da anlıyoruz ki, maddi gücü olmayanlar elinden gelen iyiliği, yardımı ihtiyacı olana yapmakla da, bu fidyeydi ödemiş olabiliyor.


Ne yazık ki bu ayet, bu derece farklı anlaşıldığı için, oruç tutanların ayrıca Fidye (fitre) vermesi gerektiği, topluma öğretilmiştir. Hâlbuki Fidye(fitre) oruç tutamayanların üzerine farzdır.


Elbette hayır yapmanın, hiçbir sakıncası yoktur. Kur’an da yardımlaşma, gücü olmayana yardım özendirilmiştir. Ama bizlerin yapması gereken, Allah ın ayetlerini doğru anlamak olmalıdır. Kur’an zekât vermeyi, yoksula karşı şefkatli olmayı bizlere emreder. Hatta onlara karşı yapacağımız yardımı, infak etmeyi kendisine borç vermek anlamında kullanarak, bizleri teşvik eder.


Ben Kur’an bütünlüğünde, Rabbin verdiği örneklerden yola çıkarak, bu düşüncelere ulaştım. Bu yazdıklarım benim Rabbin rehberinden anladıklarımdır, yalnız beni bağlar. Bizlere düşen, yine Allah ın söylediği gibi, ayetler üzerinde düşünüp, aklımızı kullanmak olmalıdır. Her beşer kendi imtihanından sorumludur. İmtihan olduğumuz kitabında, Kur’an olduğunu lütfen unutmayalım.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

galipyetkin
16. July 2014, 10:29 PM
Günahın, cennetin para ile satın almanın yollarını gösteren bir "fidye" tanımı. Bu tanım insanı hırsız yapar.

Kur'an'ın mecbur tuttuğu "İhtiyaç miktarını" yaşamına baz yapmış, "kavam"da yaşayan insan, yani yaşam standardını idame ettirecek kadar "günlük ücretle" yaşayan bir insan fidye için nesini verir?

Bilerek veya bilmeyerek insanları islamın düşmanı olan kapitalizme itmektir, olası bir hatadan kurtulmak, fidye ödemek için ihtiyaç fazlasını elde tutmaya, hırsızlığa teşviktir. Ver(parayı), kurtul. Müslümanlığın hangi kuralı bu. Parası olana cehennem yok. Oh ne âla kapital sahipleri yaşadı!

Kur'an'da geçen "fidye"yi lügat tanımına göre değil, Kur'an'ın mânâ bütünlüğü içerisinde işaret ettiği tanıma göre değerlendirmek gereklidir.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

halukgta
16. July 2014, 11:26 PM
Yazımda anlatmak istediği, sanırım anlamamışsınız. Bahse konu ayet cenneti parayla satın almayı anlatmıyor. Oruç konusuna açıklık getiriyor.

Günlük yaşamını zor karşılayan bir insan, fidyeyi nasıl verir demişsiniz. Bununda açıklamasını detayını yazmıştım, ayet bu sorunuza da cevap veriyor, lütfen yazıyı daha dikkatli okuyunuz.

Parayı veren kurtulamaz, kurtulmak için, kurtuluşun reçetesini hayatınıza geçirmeniz gerekir. Lütfen ayetleri başka düşünceler gölgesinde anlamaya çalışmayınız.

Kur'anda geçen FİDYE kelimesine örnekler vermiştim. Bizlerde bu örnekler ışığında bu kelimeye anlam yüklemeli ve ayeti öyle anlamalıyız.

Saygılarımla

galipyetkin
17. July 2014, 12:50 AM
Sayın Haluk Bey.

"Başka düşünceler" dediğiniz düşüncelerim şu:

Bana her şeyden önce "BİR YOKSUL DOYUMU FİDYE VERİR" diye yazdığınız yazıdaki YOKSUL'u tarif etmeniz gerekir. Fakat bu yoksul, lügatta anlamı yazılmış olan değil, İslam'ın getirmiş olduğu ekonomik sisteme göre tarifini yapmanız gerekir.

Yapamazsınız. Çünkü İslamın ekonomik düzeninde yoksulluk, dolayısı ile yoksul yok. Ya her müslüman mizanda vezin ekonomik kuralına göre yoksul veya varsıl, ama hepsi eşit. Siz Bakara-219 ile Muminun/4-5 ve Nahl-71. ayetlerini de bilmenize rağmen nasıl bir yoksul tanımı yapacaksınız ki?

Dolayısı ile ayette geçen "fidye" kavramı sizin anlattığınız ve bir birinin kopyası meallerde kullanılmış fidye ile aynı anlamı vermez. Sizin fidye tanımınıza göre ödeme yapılabilmesi için o kişinin ayet dışına taşması, fidye diye tarif ettiğiniz bedeli ödeyebilmesi için geçimliği harici paraya sahip olması yani hırsızlık yapması, yani dinden çıkması, yani mürtet olması, yani ............. gerekir.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin
17. July 2014, 01:37 AM
Haaaa, bir de iyilik yapmaktan bahsetmişsiniz.

Soyut bir kavram olan iyiliği bir misalle somuta dönüştürebilir misiniz.

Ne yapacaksınız yani,
-Ah ne güzel saçlarınız var, diye saçlarını mı okşayacaksınız?
-Başka iltifatlar mı yağdıracaksınız? Mesala:
-Seni çok seviyorum deyip iki yanağından şapur-şupur öpecek misiniz?
-Ayakkabıları tozlanmışsa tozunu mu alacaksınız?
-Ne?

Aydınlatın beni. Somut örnek verin.

Saygılarımla.
Galip Yetkin

halukgta
17. July 2014, 10:55 AM
Lugatta yazılmış olan yoksul tanımını, neden kabul etmediğinizi anlayamadım. İslam ın getirmiş olduğu yoksul tanımı farklı değil ki. İslam hangi ekonomik düzeni getiriyor sizce, kapitalist sitemimi? Kesinlikle hayır. İslam herkesin çalıştığı, çaba gösterdiği ölçüde gelir sahibi olmasını ister.

Bir başka deyişle İslam dini ne komünizmi nede faşizmi ya da faşizmin yumuşatılmış hali kapitalizmi önermez. Devletin kısmen içinde olduğu kişinin özgür girişiminin desteklendiği bir yönetimdir İslam ın önerisi.

Ayrıca İslam toplumu, kendi yöneticisini seçen yani demokrasinin yaşandığı bir toplumdur. Tabi böyle bir düzen halen kurulamadı yeryüzünde. Çünkü gerçek Müslüman bir toplum olamadık.

İyilik yapmak konusuna gelince. Sizin iyilikten anladığınız bana göre çok farklı. Siz iyilik değil, iltifattan bahsediyorsunuz verdiğiniz örneklerle. İyilik, yardım her zaman parayla olmaz. Onun maddi olmayan, herhangi bir işini yapabilir ona yardım ederseniz de buna iyilik yapmak denir. Sanırım bunun örneklerini, siz tahmin edebilirsiniz.

Örneğin cumua salâtı, yani toplantı namazında asıl amaç, toplumun kadın erkek bir araya gelerek, dertlerinin dinlenme günüdür de aynı zamanda. İşte burada sorunları olana, her konuda yardım etmekte bir yardımdır, iyiliktir. Bu her zaman para vermek değildir.

Saygılarımla

galipyetkin
17. July 2014, 12:24 PM
Hayır Sayın Haluk.

Yanılıyor ve farkında olmadan yanıltıyorsunuz. İslam "devletin de içinde olduğu özgür girişiminin desteklendiği bir yönetim" (önerir değil) getirmez. Getirdiği işsiz kesimi maunet sahibi, İhtiyaç miktarınca kazanç sağlamaya yetecek alet edevatla iş yapmasını sağlatmaktır.
Eğer devlet kişinin yeteneğinden faydalanmak ister ise ona yeteneğine göre işi sağlar fakat, ancak ihtiyaç miktarınca geliri olmasına müsaade eder.
İhtiyaç miktarınca bir geliri olan kişinin düşündüğünüz düzeyde bir iş kurabilmesi için sermayeyi nereden bulacaktır?
Ayetler paranın kişiler arasında dolaşıp,"devlet olma" yani devlete yön verip insanları devlet gibi onun yönetmesini istemiyor. Aksi halin Allah ve Resulüne-ayetlerine- savaş açma olduğunu ihtar ediyor.

Siz iman etmekten bahsediyorsunuz, biz ise müslüman olmuş kişilerin tabi olacağı "mizanda vezin", "Bakara:219, Muminun/4-5 ve Nahl:71"den bahsediyoruz. Bu kurallar müslümanlar arasında yoksul ve yoksulluğun olmadığını gösteriyor. Bunu daha önce izah etmiştim. İslamın kabul etmediğini ben lügat manası şöyle diye niye ona inanacağım ki?

Evet demiştiniz ki:" İslam herkesin çalıştığı, çaba gösterdiği ölçüde gelir sahibi olmasını ister."
Yanılıyorsunuz. İslam herkesin çalıştığı, çaba gösterdiği ölçüde GELİR SAHİBİ olmasını değil, o gelir üzerinden İHTİYAÇ MİKTARINA sahip olmasını ve bakiyesini "zekât" olarak topluma iade etmesini istiyor.; devlet geliştikçe ve denetim arttıkça da "Mizanda vezin"in gösterdiği miktara sahip olmasını ister.

İyilik yapma yönüne gelince: bırakın benim tahmin edip etmememi. Siz bir somut örnek verin; size teşekkür edeyim. O kadar zor mu? Mesela hasta komşunuza bir tas sıcak çorba. Değil mi?

Saygılarımla.
Galip Yetkin

halukgta
17. July 2014, 09:44 PM
Cevabınızın sonunda verdiğiniz örnek bakın ne güzel, hasta komşunuza bir tas çorba. Bu sözleri sizin söylemenizi istediğim için örnek vermedim. Madem iyiliğin bu konularda olduğunu biliyordunuz, bana niçin iltifat sözlerini örnek verdiniz?

Bilerek yanıltmaktan Allah a sığınırım, önce onu söylemeliyim. Bazı konularda farklı düşündüğümüz çok açık. Buda normaldir. Ama siz benim gibi düşünmediğiniz için, ben sizi toplumu yanlış yönlendiriyorsunuz diye itham etmiyorum. Çünkü gerçek doğruyu yalnız Allah bilir. Bizlere düşen en doğrunun arayışında olmaktır. Yazınızda şöyle demişsiniz.

(Eğer devlet kişinin yeteneğinden faydalanmak ister ise ona yeteneğine göre işi sağlar fakat ancak ihtiyaç miktarınca geliri olmasına müsaade eder.)

Devletin iş sağlamasını hala bekliyorsak, bizler bu dünyanın beşeri sistemlerinden beklentilerimiz var demektir ki bu dönem geride kaldı. Devletin sağlayacağı iş kısıtlıdır. Devlet sağlık okul gibi işlerin, çok önemli stratejik konuların haricinde işveren olmamalıdır. Peygamberimizin devrinde de böyle değildi zaten.

Örneğin peygamberimiz iyi bir ticaret erbabıydı ama gelirinin büyük bir kısmını infak edebilen örnek bir insandı. Devlet zoruyla değil, gönülden Allah rızası için verirdi. İmtihan olduğumuz gerçekte bunu gerektirir.

Devlet işveren olursa, bugün ki hükümeti düşünün ve onların kimlere iş vereceği konusunu hayal edin. Sizce bu toplumun hali nice olur. Verdiğiniz örnekte çok ilginç bir konuda, devletin ihtiyaç miktarınca geliri olmasını müsaade eder demişsiniz. Bu tarif bana dünya üzerinde yaşanmış ve sonuç alınamamış bir yönetimi hatırlattı. Bu elbette sizin düşünceniz. Buna saygı duyarım.

Yine cevabınızda;

( İslam herkesin çalıştığı, çaba gösterdiği ölçüde GELİR SAHİBİ olmasını değil, o gelir üzerinden İHTİYAÇ MİKTARINA sahip olmasını ve bakiyesini "zekât" olarak topluma iade etmesini istiyor.)

Yani bu sözlerinizle İslam ın, herkesin çalışıp çaba gösterdiği ölçüde gelir sahibi olmasını istemiyor mu demek istediniz? Bu mümkün değil. Elbette gelirimizin, ihtiyaç fazlasını infak etmemizi ister Kur’an. Ama bunu kırkta bir ya da belirli ölçüler belirterek verin demez. Tam tersine infak etmeye teşvik eder ve bizleri imtihan ettiği bilincimizle baş başa bırakır. Bolca zekat vermememizi teşvik eder.

Saygılarımla

galipyetkin
18. July 2014, 08:28 AM
Sayın Gümüştabak.

Sizin için üzüldüm. Çünkü:

"Cevabınızın sonunda verdiğiniz örnek bakın ne güzel, hasta komşunuza bir tas çorba. Bu sözleri sizin söylemenizi istediğim için örnek vermedim. Madem iyiliğin bu konularda olduğunu biliyordunuz, bana niçin iltifat sözlerini örnek verdiniz?" diye yazmişsınız.

"....sizin söylemenizi İSTEDİĞİM için örnek vermedim " diyerek kahinlik yönünüzün, uzaktan insanlara hükmedebilme özelliğinizin açığa çıkarmasına sebep oldum. Özür dilerim.

Ama bir üstün özelliğinize şahit olmak da insanı sizin karşınızda biraz daha derli toplu olmaya itiyor. Leb demeden leblebiyi bilebilme özelliğiniz güzel. Bizim gibi basit insanlara karşı üstünlüğünüzü belirtiyor. Siz "bambaşka" birisiniz; böbürlenin.

Ama bir şey var. Mesela biz Türk Milletine has bazı tutum ve davranışlar vardır ki bunlar iyilik yapmak değil, toplumun yaşamında var olan O'na has özelliklerdir. Bunlardan biri de toplu taşıma araçlarında yaşlılara ve bayanlara oturma yerlerini vermek, yaşlı ve sakatları ve küçük çocukları araç trafiği bulunan yollarda karşıdan karşıya geçirmek, komşu teyzeye bakkaldan ekmek almak gibi. Bu ve buna benzer bazı "has" tutumlardan biri de "hasta komşuya sıcak bir tas çorba" da iyilik değil, bu topluma has örf ve adetlerdendir.
Sizi galiba yanılttım. Hadi bana şimdi bir iyilik söyleyin de size teşekkür edeyim. Ama kopya olmasın.

Sanki biz öyle söylemişiz intibaını vermek için "bilerek yanıltmaktan Allah'a sığınırıum demişsiniz. Biz öyle bir şeyi ima bile etmedik; söylediğimiz şu:"Yanılıyor ve FARKINDA OLMADAN yanıltıyorsunuz.

Ama bir şey var ki bilmeden değil bilerek yapıyorsunuz. Peygamberi düşüncelerinize ve tutumunuza alet ediyorsunuz ve "O, iyi bir ticaret erbabıydı" diyerek insanları kollektif yaşam tarzından bireyciliğe çevirmek için alet ediyor ve doğru söylemiyorsunuz. Peygamber hayatının hangi safhasında iyi bir tüccar/rekabetçi oldu ki. Önce dedesinin ve amcasının himayesinde sonra "Karun kadar zengin" kervanlar sahibi Hatice'nin eşi ve Allah'ın denetimi. Eeeeee; o kadar zengindi de madem "size göre gelirden verildiğine göre zekatla bitmeyecek bir servetten" miras olarak ne bıraktı Peygamber. Nereye gitti bu kadar servet? Eh, bu da bir bilmece değil artık; bunu da bilirsiniz canım. Saklamayın..... Haydi söyleyin......

Yazılarınızla şimdi benim yaptığım gibi insanın üzerine üzerine geliyor ve kişiyi mecburi savunmaya iten bir taktik güdüyorsunuz . Vaz geçin. Öyle veya böyle gene ana konuyu yakalarım. Ama yoruyor ve konuyu genişletiyorsunuz. Mesela "bolca zekât vermeye teşvik eder" diyorsunuz. ne demek ki bu? Bunu bir müslümana söylerseniz ne demiş olursunuz biliyor musunuz? Ayırdında mısınız?

"Devlet işveren olursa, bugün ki hükümeti düşünün ve onların kimlere iş vereceği konusunu hayal edin. Sizce bu toplumun hali nice olur" diyen sizsiniz. Tercümesi:"Kapitalizm".
Sayın Haluk Gümüştabak; sizi tanımaktan mutluluk duydum.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

halukgta
18. July 2014, 10:28 AM
Aslında üslubunuzdan dolayı cevap vermeyecektim. Fakat her söylediğimi kendi istediğiniz gibi anladığınız için, bir kaç cümle söylemek istiyorum.

Bu dünya kominizim ve faşizmi vede faşizmin yumuşatılmış hali kapitalizmi çok iyi tanıdı ve hiç birisinin topluma huzur ve mutluluk getirmediğini gördü.

Siz kalkmış benim kapitalizmi savunduğumu söyleyebiliyorsunuz, asıl ben sizin anlayışınıza üzüldüm. Bir söz vardır onu hatırlatmak isterim.

(Ben söylediklerimden sorumluyum, SİZİN ANLADIKLARINIZ DAN DEĞİL.)

Saygılarımla

galipyetkin
18. July 2014, 11:10 AM
Sayın Gümüştabak.

Benim uslubumda hiçbir aykırılık yok. Çünkü yazdıklarım kendi düşünce ürünlerim değil; bizzat sizin ettiğiniz kelamların aynen parantez içine alınıp ne anlattınız ise onların analizi. Hepsini siz söylediniz.

Mesela şunu söylediniz: "Devletin iş sağlamasını hala bekliyorsak, bizler bu dünyanın beşeri sistemlerinden beklentilerimiz var demektir ki bu dönem geride kaldı. Devletin sağlayacağı iş kısıtlıdır. Devlet sağlık okul gibi işlerin, çok önemli stratejik konuların haricinde işveren olmamalıdır. Peygamberimizin devrinde de böyle değildi zaten."

Bu da mı benim.""Devlet işveren olursa, bugün ki hükümeti düşünün ve onların kimlere iş vereceği konusunu hayal edin. Sizce bu toplumun hali nice olur"

Ne demek "devlet işveren olursa...." ifadesi ve onu takip eden olumsuz görüş bildirme!
-"Aman sakın ha! ... devlet işveren olmasın " demek değil mi? "Bırakınız yapsınlar, bırakınız.....(içine etsinler)" değil de nedir? Ben kelimeler ne anlatıyorsa, yani siz ne söylediniz ise öyle anlıyorum. Çünkü kullandığınız kelimeler bunu söylüyor!

Bir hata yaptıysanız beni tekzip yerine ifadenizi ve dolayısı ile yazınızı değiştirin.

Saygılarımla.
Galip Yetkin