PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Madde alem + öbür alem


ozkanates
7. July 2014, 10:59 AM
.
“O gün sûra üfrülür ve günahkârları o gün gözleri gömgök bir halde haşrederiz… Yolca en seçkinleri olan şöyle diyordu: "Eni-sonu, bir gün kaldınız1." Taha 102-104
“Onları dirilttik… "Ne kadar durdunuz?" Dediler: "Bir gün yahut günün bir parçası kadar2. Dediler: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir." Kehf 19
“… Allah, o kişiyi yüz yıllık bir süre için öldürmüş, sonra diriltmişti. "Ne kadar bekledin?" demişti. "Bir gün veya günün bir kısmı kadar bekledim2." dedi. "Hayır, dedi, aksine sen, yüz yıl kaldın3…” Bakara 259
1- Madde alemdeki bir yaşam = Bir günün bir kısmı = 1 gündüz.
2- Öbür alemdeki bir yaşam = Bir günün bir kısmı = 1 gece.
3- İkisi de madde alemdeki 100 yıl gibi bir sürede.

“Dediler: "Rabbimiz! Bizi iki kez öldürdün, iki kez dirilttin1. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Buradan çıkmak için bir yol daha var mı?2" Mumin 11
1- Madde alemde bir yaşam + öbür alemde bir yaşam = 1 gündüz + 1 gece = 1 gün.
2- Sonraki gün.

“İş ve oluşu gökten yere1 doğru çekip çevirir; sonra o O'na yükselip çıkar3: Bir günde ki, süresi, sizin saymakta olduğunuz2 günlerden bin yıla denktir3.” Secde 5, Hac 47
1- İki alemli tekamülün, 2- Madde alemdeki kısmı, 3- Bin yıl gibi bir sürede, 4- Tamamlanır.

“Yemin olsun, biz Nuh’u1 toplumuna gönderdik de o onların arasında2 bin yıldan3 elli yıl eksik kaldı4.” Ankebut 14
1- Olgun ruhlar, 2- Madde alemdeki, 3- Bin yıllık sürenin, 4- Sonuna yaklaşmış olanlar.

.

dost1
8. July 2014, 02:58 AM
Selamun aleyküm, Değerli Kardeşlerim,

Ankebut;14:Ve lekad erselna Nuhan ila kavmihi felebise fiyhim elfe senetin illâ hamsiyne âmen, feehazehümüt tufanü ve hüm zalimun

Ve ant olsun ki Biz, Nuh’u kendi kavmine elçi gönderdik de, içlerinde elli yıl hariç bin sene kaldı. Sonunda, onlar zalimler iken tufan kendilerini yakalayıverdi.

Genelde yıl diye çevrilen sözcük âyette görüldüğü gibi iki farklı sözcük ile belirtilmiştir.
Bunlardan "sene" sözcüğü “şiddet, kıtlık, zorlu, iyiliğin azlığı” demektir. Ki, zorlu, meşakkatli geçen yıllara denir. (Lisanü’l-Arab; 4/720, “sene” mad.)
"Âm" sözcüğü “yaz ve kışı kapsayan dönem” olarak tarif edilir. (Lisanü’l-Arab; 6/530, “avm” mad.) Yani bizim bildiğimiz yıl [on iki ay/365 gün], “âm” sözcüğüyle ifade edilir.

"Elfe sene/bin Sene" sözcüklerinin geçtiği Bakara;96, Hacc;47, Secde;5, Meariç;4 âyetlerine bakarsak hepsinde de "âm" değil "sene" sözcüklerinin geçtiğini görürüz.

Ankebut suresindeki ve yukarıdaki surelerdeki “bin sene” ifadesi, sayısal değer itibariyle değil, “çok uzun süre” anlamında kullanılmıştır.


Mü'min suresinin 11 âyeti:
Kalu Rabbena emettenesneteyni ve ahyeytenesneteyni fa'terefna Bi zünubina fehel ila hurucin min sebiyl"

(Kafirler)dediler ki: “Rabbimiz! Sen, bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?”

Bu ayeti iyi anlayabilmemiz için önce şu ayetlere dikkat edilmelidir.

Bakara;28:
Keyfe tekfurune billahi ve küntüm emvaten feahyaküm, sümme yümiytüküm sümme yuhyiyküm sümme ileyhi türceun

Siz, nasıl küfredersiniz; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini nasıl bilerek reddedersiniz? Oysa siz, ölüler idiniz de sizlere O hayat verdi. Sonra O, sizleri öldürecek, sonra canlandıracaktır. Sonra da Kendisine döndürüleceksiniz.


Mülk;2:
Elleziy halekalmevte velhayate liyebluveküm eyyüküm ahsenu 'amela ve Huvel'AziyzulĞafur

O, hanginizin amelce daha iyi-güzel olduğunu sınamak için ölümü ve hayatı oluşturdu. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır.


Dikkat edilirse, Allah’ın önce ölümü yarattığı, sonra da hayatı yarattığı bildirilmektedir. İlk ölüm, insanın ilk “toprak [cansız madde]” hali olup, ikinci ölüm bu dünyadaki ölümüdür. İlk dirilme insanın dünyaya gelmesi, ikinci dirilme de ahiretteki “ba’s” [yeniden dirilme] halidir. Bunlar, iki ölüm ve iki hayattır. Kâfirler, her şeyi açıkça görünce, bizzat yaşayınca ve de karşılarında azabı açıkça görünce, merhamet di¬leme ve Allah'ın rızasına tevessül yoluyla böyle yalvarmaktadırlar.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ozkanates
8. July 2014, 03:59 PM
Aleyküm selam Halil kardeşim,

Selamun aleyküm, Değerli Kardeşlerim,

Ankebut;14:Ve lekad erselna Nuhan ila kavmihi felebise fiyhim elfe senetin illâ hamsiyne âmen, feehazehümüt tufanü ve hüm zalimun

Ve ant olsun ki Biz, Nuh’u kendi kavmine elçi gönderdik de, içlerinde elli yıl hariç bin sene kaldı. Sonunda, onlar zalimler iken tufan kendilerini yakalayıverdi.

Genelde yıl diye çevrilen sözcük âyette görüldüğü gibi iki farklı sözcük ile belirtilmiştir.
Bunlardan "sene" sözcüğü “şiddet, kıtlık, zorlu, iyiliğin azlığı” demektir. Ki, zorlu, meşakkatli geçen yıllara denir. (Lisanü’l-Arab; 4/720, “sene” mad.)


Bu durumda... bin sene = bin zor geçen yıllar

Yani bir anlam değişikliği yok.


"Âm" sözcüğü “yaz ve kışı kapsayan dönem” olarak tarif edilir. (Lisanü’l-Arab; 6/530, “avm” mad.) Yani bizim bildiğimiz yıl [on iki ay/365 gün], “âm” sözcüğüyle ifade edilir.

"Elfe sene/bin Sene" sözcüklerinin geçtiği Bakara;96, Hacc;47, Secde;5, Meariç;4 âyetlerine bakarsak hepsinde de "âm" değil "sene" sözcüklerinin geçtiğini görürüz.


Kaldı ki anlam değişikliği olacak olsaydı bile...

Bakara 96, yılın, "zor yıl" olmayacağına dair bir şerh olacaktı: "Sen onları, insanların yaşamaya en düşkünü olarak bulursun. Şirke batanlardan bile... Her biri bin yıl ömür sürsün ister. Oysaki, uzun yaşaması onu azaptan uzaklaştıracak değildir.".

Hac 47, "bin yıl" anlamına vurgu yapıyor ama değiştirmiyor olacaktı:"Senden aceleyle azabı istiyorlar: Allah, vaadine asla ters düşmez. Şu da bir gerçek ki Rabbinin katındaki bir gün, sizin saymakta olduğunuzun bin yılı ("bin zor yılı") gibidir."

Secde 5 de "yıl değil zor yıl" anlamını geçersiz kılan bir şerh olacaktı: "İş ve oluşu gökten yere doğru çekip çevirir; sonra o O'na yükselip çıkar: Bir günde ki, süresi, sizin saymakta olduğunuz günlerden bin yıla denktir."

Mearic 4'ün "bin yıl" ile ilgisi yok çünkü o 50.000 yıl. Bu ayetin açıklamasını vereceğim.


Ankebut suresindeki ve yukarıdaki surelerdeki “bin sene” ifadesi, sayısal değer itibariyle değil, “çok uzun süre” anlamında kullanılmıştır.


Yukarıdaki açıklamalarınla ilgisi olmayan bir sonuca ulaştın.
Yukarıda... bin yıl = bin zor yıl
Şimdi ise... bin yıl = çok uzun süre.

Bu da kabulüm ama eğer "bin yıl eşit değildir bin yıl" denklemi kurulacaksa bunu biz değil Kuran yapmalı. Dolayısıyla "bin yıl eşit değildir bin yıl ama eşittir çok uzun süre"yi şerh eden bir Kuran ayeti gerekir. Aksi durumda, "ayetin benim zihnimdeki Kuran'a uyması için şu kelimelerin anlamları şunlar değil bunlar olmalıdır" noktasına geliriz. Benim teklifim ise Kuran'ı, kendisi şerh etmedikçe, tek kelimesini değiştirmeden yorumlamak. Yukarıdaki "bin yıl = bin yıl" örneğindeki gibi.


Mü'min suresinin 11 âyeti:
Kalu Rabbena emettenesneteyni ve ahyeytenesneteyni fa'terefna Bi zünubina fehel ila hurucin min sebiyl"

(Kafirler)dediler ki: “Rabbimiz! Sen, bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?”

Bu ayeti iyi anlayabilmemiz için önce şu ayetlere dikkat edilmelidir.

Bakara;28:
Keyfe tekfurune billahi ve küntüm emvaten feahyaküm, sümme yümiytüküm sümme yuhyiyküm sümme ileyhi türceun

Siz, nasıl küfredersiniz; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini nasıl bilerek reddedersiniz? Oysa siz, ölüler idiniz de sizlere O hayat verdi. Sonra O, sizleri öldürecek, sonra canlandıracaktır. Sonra da Kendisine döndürüleceksiniz.


Mülk;2:
Elleziy halekalmevte velhayate liyebluveküm eyyüküm ahsenu 'amela ve Huvel'AziyzulĞafur

O, hanginizin amelce daha iyi-güzel olduğunu sınamak için ölümü ve hayatı oluşturdu. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır.


Dikkat edilirse, Allah’ın önce ölümü yarattığı, sonra da hayatı yarattığı bildirilmektedir. İlk ölüm, insanın ilk “toprak [cansız madde]” hali olup, ikinci ölüm bu dünyadaki ölümüdür. İlk dirilme insanın dünyaya gelmesi, ikinci dirilme de ahiretteki “ba’s” [yeniden dirilme] halidir. Bunlar, iki ölüm ve iki hayattır. Kâfirler, her şeyi açıkça görünce, bizzat yaşayınca ve de karşılarında azabı açıkça görünce, merhamet di¬leme ve Allah'ın rızasına tevessül yoluyla böyle yalvarmaktadırlar.


Bunlar doğru ancak doğrunun tamamı değil bir kısmı.
Tamamının şerh edildiği ayetleri vermiştim:

http://hanifler.com/showthread.php?t=3521 (Madde alem)
http://hanifler.com/showthread.php?t=3530 (Öbür alem)

Bu yazılarda ayetlerin sadece altını çizdiğime ve bizzat başka bir ayet tarafından şerh edilmeyen hiç bir anlama başvurmadığıma dikkat çekerim.

.

galipyetkin
8. July 2014, 04:35 PM
Sayın özkanateş.

Son zamanlarda ben dahil herkesin ağzında, "oruç" yazısı sebebiyle bir "şehr" kelimesi...... Siz de burada "şehr etmek" diye kullanıyorsunuz.

Ne demek "şehr etmek"?

"şerh" ile bir ilgisi var mı?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

ozkanates
8. July 2014, 06:11 PM
Sayın özkanateş.

Son zamanlarda ben dahil herkesin ağzında, "oruç" yazısı sebebiyle bir "şehr" kelimesi...... Siz de burada "şehr etmek" diye kullanıyorsunuz.

Ne demek "şehr etmek"?

"şerh" ile bir ilgisi var mı?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Evet, doğrusu "şerh" olacak.
Teşekkür ettim.

dost1
8. July 2014, 07:55 PM
Selamun aleyküm, Değerli ozkanates Kardeşim,

Kur'an sözkonusu olduğunda hiçbir zaman aklımızdan çıkarılmaması gereken tek gerçeğin Kur'an'ın “ عربيّاarabiyyen” olduğu gerçeğidir ki, Rabbimiz olan Yüce Allah bunu sıkça vurgu yaparak âyetlerle belirtmiştir:

Ve kesinlikle Biz, onların “kesinlikle ona bir beşer öğretiyor” deyişlerini biliyoruz. Kastettikleri o kişinin dili yabancıdır. Bu [Kur’an] ise, apaçık Arapça bir lisandır. (Nahl/103)

Ve eğer biz onu yabancı dilde bir Kur’an yapsaydık, elbette “Ayetleri detaylandırılmalı değil miydi? İster yabancı dilde ister Arapça!” diyeceklerdi. De ki: “O, iman edenler için bir kılavuz ve bir şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve Kur’an onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekandan seslenilmektedir.” (Fussılet/44)

Ve Biz onu [apaçık kitabı] yabancılardan [Arapça bilmeyenlerden] birine indirseydik de, bunu o, onlara okusaydı, onlar, buna iman ediciler değillerdi. (Şuara/198, 199)

Apaçık kitaba ant olsun ki Biz onu aklınızı kullanasınız diye Arapça bir Kur`an [okuma] yaptık. (Zühruf/2, 3)

Onunla [apaçık kitapla], uyarıcılardan olasın diye apaçık bir Arapça lisan ile senin kalbine Emin Ruh [Güvenilir Can, sağlam bilgi] indi. (Şuara/193-195)

Ve Biz böylece onu [Kur’an’ı] Arapça bir hüküm [mükemmel bir yasa] olarak indirdik. Ve eğer sana gelen ilimden sonra onların hevalarına uyarsan, Allah’tan sana bir Yakın Kimse ve bir koruyucu yoktur. (Ra’d/37)

Ve bundan [Kur`an`dan] önce bir rehber ve rahmet olarak Musa`nın kitabı vardı. Ve bu [Kur`an] ise zulmeden kimseleri uyarmak, iyilik-güzellik üretenleri müjdelemek için Arap lisanı üzerine tasdik eden bir kitaptır. (Ahkaf/12)

Ve işte böylece Biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik. Onda tehditlerden tekrar tekrar açıklama yaptık. Belki takva sahibi olurlar yahut onlara yeni bir öğüt oluşturur. (Ta Ha/113)

Ve ant olsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir kur`an [okuma] olarak; takvalı davransınlar diye bu Kur`an`da insanlar için her türlüsünden örnek verdik. (Zümer/27, 28)

Bu, Arapça bir Kur`an [okuma] olarak, bilen bir kavim için ayetleri detaylandırılmış bir kitaptır. (Fussılet/3)

İşte böylece Biz kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur`an vahyettik. Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir. (Şûra/7)

Değerli Kardeşim,

Kur'an; kendi dilinde indiği toplumun bildiği bir sözcüğe şerh koymaz. İndiği toplumun bilmediği bir sözcük olursa ancak o zaman açıklama yapar. Herkesin bildiği "sene", "âm" sözcüğü ile -cümle içinde çokluk belirtme için kullanılan- "elfe/bin" için neden açıklama yapılsın.

Biz; Arabiyyen olan Kur'an'ın Türkçe çevirilerinin yapıldığı âyetlerde geçen sözcüklerin açıklamalarını okuyanlarda yanlış anlamalar oluşmasın diye yaparız. Çevirilerle ilgili yapılan bu açıklamalara "Kur'an'da şerh nerede" diye sorulamaz ancak, yapılan açıklamaların dilin yapısında olup olmadığı ile ilgili deliller sorulabilir.

Kur'an bir yorum kitabı değildir. Sana göre, bana göre, ona göre Kur'an olmaz. Sadece müteşabihin tevili gerekçeleri de belirtilerek yapılır.

Allah ne derse o. Âyetlerde geçen sözcükler "sene" ve "âm".
Arap dilinde "sene" sözcüğünün; “şiddet, kıtlık, zorlu, iyiliğin azlığı” demektir. Ki, zorlu, meşakkatli geçen yıllara denir. (Lisanü’l-Arab; 4/720)
"Âm" sözcüğünün de; “yaz ve kışı kapsayan dönem” olarak tarif edilir. (Lisanü’l-Arab; 6/530, “avm” mad.) diye belirtmiştik.

Sene= Âm değildir.
Bin sene= Bin âm değildir.

Sözkonusu âyetlerde "elfe/bin" sözcüğü sayısal değeri değil çokluğu belirtmek için kullanılmıştır. Meariç Suresinde geçen ve "ellibin elfe" de aynı şekilde insanların kıyas yapabilmeleri için daha uzun süreyi belirten bir ifadedir. Türkçe dilinde de benzer uygulamalar çoktur.

Bunları anlayabilmek için kullanılan dilin anlatım sanatlarının iyi bilinmesi gereklidir.
Arapça dilindeki söz sanatları da:

A) Mecaza Dayalı Söz Sanatları
Mecaz (Değişmece), Mecaz-ı Mürsel (Ad Aktarması, Düz Değişmece)
Teşbih (Benzetme), İstiare (Eğretileme / Deyim Aktarmaları),
Teşhis (Kişileştirme), İntak (Konuşturma), Kinaye (Değinmece),
Tariz (Dokundurma, İğneleme)

B) Anlama Dayalı Söz Sanatları
Hüsn-i Talil (Güzel neden bulma), Tecâhül-i Ârif (Bilip de bilmezlikten gelme),
Tenasüp (Uygunluk), Leff ü Neşr, Mübalağa (Abartma),
Tezat (Karşıtlık), Tekrir (Yineleme), Telmih (Hatırlatma), Tevriye,
İstifham (Soru sorma), İrsâl-i Mesel, Rücû, Terdîd, İktibas, Îham vb.

başlıkları altında incelenmelidir.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ozkanates
9. July 2014, 03:52 PM
Selamun aleyküm, Değerli ozkanates Kardeşim,

Kur'an sözkonusu olduğunda hiçbir zaman aklımızdan çıkarılmaması gereken tek gerçeğin Kur'an'ın “ عربيّاarabiyyen” olduğu gerçeğidir ki,


Halil kardeşim, altını çizdiğim kısmı okumanı rica ederim.
Düşüncelerimizi düşünce olmaktan çıkarıp nefsimiz yaptığımızda,
Onları savunmak için artık sonuna kadar gitmek zorunda kalırız.

Bu alem bir hayal dünyasından ibaret.
10 yıl önce bir hayaldeydik, şimdi başka bir hayaldeyiz.
10 yıl sonra da başka bir hayalde olacağız.
Hepsi gelip geçici hevesler, oyalanmalar.

Bunu unuttuğumuzda aşırılığa varırız da,
"Kuran'ın akılda tutulacak tek gerçeği Arapça olması" olur.



Rabbimiz olan Yüce Allah bunu sıkça vurgu yaparak âyetlerle belirtmiştir:

Ve kesinlikle Biz, onların “kesinlikle ona bir beşer öğretiyor” deyişlerini biliyoruz. Kastettikleri o kişinin dili yabancıdır. Bu [Kur’an] ise, apaçık Arapça bir lisandır. (Nahl/103)

Ve eğer biz onu yabancı dilde bir Kur’an yapsaydık, elbette “Ayetleri detaylandırılmalı değil miydi? İster yabancı dilde ister Arapça!” diyeceklerdi. De ki: “O, iman edenler için bir kılavuz ve bir şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve Kur’an onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekandan seslenilmektedir.” (Fussılet/44)

Ve Biz onu [apaçık kitabı] yabancılardan [Arapça bilmeyenlerden] birine indirseydik de, bunu o, onlara okusaydı, onlar, buna iman ediciler değillerdi. (Şuara/198, 199)

Apaçık kitaba ant olsun ki Biz onu aklınızı kullanasınız diye Arapça bir Kur`an [okuma] yaptık. (Zühruf/2, 3)

Onunla [apaçık kitapla], uyarıcılardan olasın diye apaçık bir Arapça lisan ile senin kalbine Emin Ruh [Güvenilir Can, sağlam bilgi] indi. (Şuara/193-195)

Ve Biz böylece onu [Kur’an’ı] Arapça bir hüküm [mükemmel bir yasa] olarak indirdik. Ve eğer sana gelen ilimden sonra onların hevalarına uyarsan, Allah’tan sana bir Yakın Kimse ve bir koruyucu yoktur. (Ra’d/37)

Ve bundan [Kur`an`dan] önce bir rehber ve rahmet olarak Musa`nın kitabı vardı. Ve bu [Kur`an] ise zulmeden kimseleri uyarmak, iyilik-güzellik üretenleri müjdelemek için Arap lisanı üzerine tasdik eden bir kitaptır. (Ahkaf/12)

Ve işte böylece Biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik. Onda tehditlerden tekrar tekrar açıklama yaptık. Belki takva sahibi olurlar yahut onlara yeni bir öğüt oluşturur. (Ta Ha/113)

Ve ant olsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir kur`an [okuma] olarak; takvalı davransınlar diye bu Kur`an`da insanlar için her türlüsünden örnek verdik. (Zümer/27, 28)

Bu, Arapça bir Kur`an [okuma] olarak, bilen bir kavim için ayetleri detaylandırılmış bir kitaptır. (Fussılet/3)

İşte böylece Biz kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur`an vahyettik. Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir. (Şûra/7)


Bu ayetlerin konumuz ile ilgisi var mı. Ya da mümkün en geniş haliyle sorayım; şu ayetin dışına taşmış bir anlamları var mı:

“Biz, görevlendirdiğimiz her resulü ancak kendi toplumunun diliyle gönderdik ki, onlara açık-seçik beyanda bulunsun. Bunun ardından, Allah dilediğini saptırır, dilediğini de iyiye ve güzele kılavuzlar. Azîz'dir, Hakîm'dir O!” İbrahim 4


Kur'an; kendi dilinde indiği toplumun bildiği bir sözcüğe şerh koymaz.


Bundan daha önce bahsetmiş ve örnekler vermiştim:
"Büyü" sözcüğünün açıklaması Taha 69,
"Allah'ın elleriyle yaptığı işler"in anlamı Bakara 115,
"Açıklama yapma"nın açıklaması Hasr 21 ve Isra 89.


İndiği toplumun bilmediği bir sözcük olursa ancak o zaman açıklama yapar.

Kavramlar sadece indikleri dilde değil tüm dillerde zor.
Kuran, tüm dillerdeki tüm zorlukları gözeterek açıklar:
"Hamt, âlemlerin Rabbi Allah'adır." Fatiha 2
"Oysaki o Zikir/Kur'an âlemler için bir öğütten başka şey değildir." Kalem 52
Kaldı ki bu açıklamalar tüm dünya dillerine göre bile değil,
İnsan sayısı kadar olan tekamül kademelerinin her birine göre.

Araplar da aynı bizim gibi, Kuran'ı ancak gönüllerine inmiş ilim kadar okuyorlar.
Bir Arap hangi tekamül kademesindeyse, okuduğu Kuran da o kademenin Kuran'ıdır.
Tıpkı senin gibi benim gibi. Tıpkı Arapça bilen ve birbiriyle hiç alakasız onca anlamlar çıkaran,
O anlamlardan yola çıkıp birbirleriyle boğuşmaya varan onca Arap olanlar ve olmayanlar gibi.

Elbetteki dilin ayrıntılarını, anlatım inceliklerini takip edeceğiz.
Ama buradan Arapça'nın kutsallaşmasına, Kuran'ın Arapça'ya eşitlenmesine varmayacağız.
Arapça'yı "Kuran'ın akılda tutulacak tek gerçeği"ne yüceltmeyeceğiz.


Kur'an bir yorum kitabı değildir. Sana göre, bana göre, ona göre Kur'an olmaz.


Etrafına bakınmanı rica edeceğim. Bu cümleyi onca topluluğun hepsi kullanıyor ve hepsi aynı anlamda kullanıyor: "Sadece benim topluluğumun Kuran yorumu doğru, diğerlerininki keyfe keder".



Herkesin bildiği "sene", "âm" sözcüğü ile -cümle içinde çokluk belirtme için kullanılan- "elfe/bin" için neden açıklama yapılsın.

Biz; Arabiyyen olan Kur'an'ın Türkçe çevirilerinin yapıldığı âyetlerde geçen sözcüklerin açıklamalarını okuyanlarda yanlış anlamalar oluşmasın diye yaparız. Çevirilerle ilgili yapılan bu açıklamalara "Kur'an'da şerh nerede" diye sorulamaz ancak, yapılan açıklamaların dilin yapısında olup olmadığı ile ilgili deliller sorulabilir.

Kur'an bir yorum kitabı değildir. Sana göre, bana göre, ona göre Kur'an olmaz. Sadece müteşabihin tevili gerekçeleri de belirtilerek yapılır.

Allah ne derse o. Âyetlerde geçen sözcükler "sene" ve "âm".
Arap dilinde "sene" sözcüğünün; “şiddet, kıtlık, zorlu, iyiliğin azlığı” demektir. Ki, zorlu, meşakkatli geçen yıllara denir. (Lisanü’l-Arab; 4/720)
"Âm" sözcüğünün de; “yaz ve kışı kapsayan dönem” olarak tarif edilir. (Lisanü’l-Arab; 6/530, “avm” mad.) diye belirtmiştik.

Sene= Âm değildir.
Bin sene= Bin âm değildir.

Sözkonusu âyetlerde "elfe/bin" sözcüğü sayısal değeri değil çokluğu belirtmek için kullanılmıştır. Meariç Suresinde geçen ve "ellibin elfe" de aynı şekilde insanların kıyas yapabilmeleri için daha uzun süreyi belirten bir ifadedir. Türkçe dilinde de benzer uygulamalar çoktur.


"Türkçe dilinde de benzer uygulamalar çoktur"... evet, örneğin "başımda bin bir dert var" dediğimizde kasıt "1001 adet dert" değil, "aşırı çok sayıdaki dertler"dir. Bu yüzden "bin sene kaldı" deyişi de "çok uzun sıkıntılı sürelerle kaldı" anlamında olabilir. Ama olmayabilir de.

http://www.kuranmeali.org/29/ankebut_suresi/14.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx 'deki 30 mealin otuzu da (ki bu muhtemelen 30 fraksiyon demek), "bin sene"yi bin sene olarak tercüme etmiş. Hatta o kadar emin olanlar var ki, çıkarma işlemini de bir zahmet yaparak doğrudan "950 sene" deyivermişler. Site elfe için... elfe: bin (1000) demiş (ki artık bundan açık yazılmaz herhalde).

Bu kardeşlerim Arapça bildiklerine göre... "bin sene", Arapça bilen "herkesin bildiği" sıradan bir deyiş değil... tersine, Arapça uzmanlarının bile emin olmadığı (veya bilmediği), zor, incelikli bir deyiş.

Madem 30 uzman içinde sadece senin (veya fraksiyonunun) bileceğin kadar zordur, o halde "bin seneyi", Türkçe'deki "bin yıldan"dan çıkarıp "zorlu, meşakatli geçen birçok yıllara" eşitlemek için Kuran'a yaslanma gereği var (="Kuran'da şerh nerede"):

Senin verdiğin 4 ayetin 2'sinde böyle bir anlam gerekmediği gibi, diğer 2'si tersi anlamda. Konuştuğumuz ayet de aynı durumda: "Biz, Nûh'u kendi toplumuna elçi gönderdik de, içlerinde elli yılı sıkıntısız nice uzun sıkıntılı seneler kaldı." Bu neyi anlatıyor dersek, Nuh uzun bir hayat yaşamış (diyelim ki 70 veya 90 yıl), bunun 50'si sıkıntısız, geri kalanı sıkıntılıymış. Yani ???


Bunları anlayabilmek için kullanılan dilin anlatım sanatlarının iyi bilinmesi gereklidir.
Arapça dilindeki söz sanatları da:

A) Mecaza Dayalı Söz Sanatları
Mecaz (Değişmece), Mecaz-ı Mürsel (Ad Aktarması, Düz Değişmece)
Teşbih (Benzetme), İstiare (Eğretileme / Deyim Aktarmaları),
Teşhis (Kişileştirme), İntak (Konuşturma), Kinaye (Değinmece),
Tariz (Dokundurma, İğneleme)

B) Anlama Dayalı Söz Sanatları
Hüsn-i Talil (Güzel neden bulma), Tecâhül-i Ârif (Bilip de bilmezlikten gelme),
Tenasüp (Uygunluk), Leff ü Neşr, Mübalağa (Abartma),
Tezat (Karşıtlık), Tekrir (Yineleme), Telmih (Hatırlatma), Tevriye,
İstifham (Soru sorma), İrsâl-i Mesel, Rücû, Terdîd, İktibas, Îham vb.

başlıkları altında incelenmelidir.


Bundan daha önce bahsetmiştim.
"Sanattır, tekniktir, ilimdir, bilimdir" vb.leri, yorumları dokunulmaz kılmak için.
Yukarıdaki anlatım sanatlarını inceleyerek, iyi bilerek anladığımız ne ise,
O anladıklarımızı getirelim ki her birimiz kendi adına düşünebilsin.

ozkanates
9. July 2014, 04:28 PM
Arap dilinde "sene" sözcüğünün; “şiddet, kıtlık, zorlu, iyiliğin azlığı” demektir. Ki, zorlu, meşakkatli geçen yıllara denir.


Muhtelif meallerde "sene" kelimesini taradım. "Sene = zorlu, meşakkatli geöeb yıl"a uyumlu sadece Araf 130'u buldum: "Yemin olsun ki biz, Firavun hanedanını yakalayıp ürün eksikliğiyle senelerce (zorlu, meşakkatli yıllarca) sıktık ki, düşünüp öğüt alabilsinler". Diğer ayetlerde ise ya hiç alakası yok ya da tam ters anlamda: "Görmedin mi ki, biz onları senelerce nimetlendirsek/zevklendirsek de," Suara 205

dost1
9. July 2014, 09:53 PM
Selamun aleyküm, Değerli ozkanates kardeşim,

Konuşulan dilin dışındaki bir dille yazılmış olan bir kitabın doğru anlaşılmasının yollarından birinin o dilin bilinmesinden geçtiği inancındayım.

Bir edebi eseri en iyi anlamanın yollarından biri o dilin bilinmesinden geçer. Bu gerçek, tüm diller için geçerlidir. Yazımda Arapça'ya yaptığım vurgu da; Arapça'nın kutsanmasına yönelik değil ancak, Allah'ın vahyi olan Kur'an'ın dilinin Arapça olduğunun akıldan çıkarılmamasına yönelik olan bir vurgudur.

Okuduğum yazılarda yazanın ileri sürdüğü düşüncelere dayanak yapılan âyetlerde varsa yanlış çeviri belirtirim ki, okuyucuların dikkati çekilsin ve kendileri de araştırmaya girsinler. Yazı yazanın da yazıyı okuyanların da bunu dikkate alıp almamaları kendi sorunlarıdır.

Yazdıklarım ve yazdıklarınız ortadadır.
Sizin anlayışınız size, benim anlayışım da banadır.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ozkanates
10. July 2014, 10:11 AM
Selamun aleyküm, Değerli ozkanates kardeşim,

Konuşulan dilin dışındaki bir dille yazılmış olan bir kitabın doğru anlaşılmasının yollarından birinin o dilin bilinmesinden geçtiği inancındayım.

Bir edebi eseri en iyi anlamanın yollarından biri o dilin bilinmesinden geçer.

Benim bahsim de bu Halil kardeşim. Kuran edebi bir eser değil (Biz o peygambere şiir öğretmedik. Şiir ona yaraşmaz/layık olamaz da. Yasin 69), ebedi bir eser (Ona vahyedilen, bir öğütten ve apaçık bir Kur'an'dan başka şey değildir; Yasin 69). Yani muhatabı kim olursa olsun hep apaçık olan eser. Kuran, Tanrı'nın gönülden gönüle yaptığı sohbetlerden/seslenişlerden sadece biri. Muhatap Arapça bilse de bilmese de, Tanrı her zaman meramını ifade ettğinden, dinde ayrım dil değil tekamül (ki o da geçici bir yanılsamadan ibaret).


Bu gerçek, tüm diller için geçerlidir. Yazımda Arapça'ya yaptığım vurgu da; Arapça'nın kutsanmasına yönelik değil ancak, Allah'ın vahyi olan Kur'an'ın dilinin Arapça olduğunun akıldan çıkarılmamasına yönelik olan bir vurgudur.


Benim vurgum da Arapça'ya değil nefse.


Okuduğum yazılarda yazanın ileri sürdüğü düşüncelere dayanak yapılan âyetlerde varsa yanlış çeviri belirtirim ki, okuyucuların dikkati çekilsin ve kendileri de araştırmaya girsinler.


Teşekkür ederiz. Verdiğin bilgilerin değeri büyük.


Yazı yazanın da yazıyı okuyanların da bunu dikkate alıp almamaları kendi sorunlarıdır.


Ben dikkate almışım ki dünkü mesajımı kesintisiz 7 saatte yazdım.


... kendi sorunlarıdır.


Sorun yok, paylaşım ve güzellik var.


Yazdıklarım ve yazdıklarınız ortadadır.
Sizin anlayışınız size, benim anlayışım da banadır.


Senin geçici hayalin sana, benim geçici hayalim bana.
Yarın ikimiz de hiç alakasız bambaşka yerlerde olacağız.
Umulur ki farklı hayaller birbirlerine ilham olsun, yol olsun.

dost1
10. July 2014, 05:57 PM
Selamun Aleyküm, değerli ozkanates Kardeşim,

Hangi dil olursa olsun o dilde yazılan eserlerin hepsi de edebidir ve yazıldığı dilin edebi sanatlarını içerisinde barındırır.

İnsanların iç dünyasında zevk uyandırmak ve onları etkilemek için ortaya konulan tüm eserler edebi eserlerdir. Edebi eserler; Ait oldugu toplumun sosyal ve kültürel özelliklerini de içerisinde barındırarak insanda güzel duygular,hayeller ve zevkler uyandırarak insanın duygu düşünce ve hayallerini besleyecek şekilde işlenmiş bir dil ve anlatımla oluşmuşlardır.

Yazılan eserin türüne göre eseri ortaya koyanların "şair" ve "yazar" olarak isimlendirildiği kişiler, ortaya koyacakları edebi eserlerde amacın sadece anlamların sunulmasını değil aynı zamanda okuyucuların etkilenmesinin gerekli olduğunu bilirler ve bu bilinçle hayal dünyalarını düşünceleriyle yoğunlaştırırarak yazıya dökerler. Bunların yapılabilmesi için de ortaya konulacak eserin dilindeki edebi sanatları üzerinde çalışarak bilgi birikimi edinirler.

Toplumu tarafından çok iyi tanınan daha önce edebiyatla hiç ilgilenmemiş şair ve yazarlığı olmayan Abdullah oğlu Muhammed: "Ben yazmadım, ben uydurmadım, bunlar bana Allah'ın vahyettiği Âyetlerdir" diyerek insanlara duyurduğu Kur'ân, tam anlamıyla edebî bir mucizedir. Duyanları büyük bir şaşkınlığa düşürmüştür. Öyle ki, normal hayatındaki konuşmaları ile yine o eski Abdullah oğlu Muhammed olan bu kişi, kendisine vahyolunduğunu söylediği Kur'ân'ı okumaya başladığında insanları şaşkınlığa sürüklemekte,toplumunun şair ve yazarları tarafından cinlendiği söylenerek Kur'an'ı Muhammed'e öğretenin cinler olduğunu ileriye sürmeye başlamışlardır.

Değerli kardeşim,

Kur'an şüphesiz Allah'ın vahyidir ve Elçi sözüdür. Bu nedenle Kur'an'ı söyleyip yazan şair ya da yazar olarak nitelendirilemez. O Allah'tandır. Toplumu tarafından farklı nitelemeler yapılan Allah Resulü için sizin de gönderme yaptığınız Yasin 69,70 de:ve ma allemnahüş şi're ve ma yenbeğıy leh in huve illâ zikrun ve Kur'ânun mübiyn, liyünzire men kâne hayyen ve yehık kalkavlü alelkafiriyn"

""Ve Biz o'na şiir öğretmedik. Bu o'nun için yaraşmaz da. O, sadece diri olanları uyarmak ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselerin üzerine Söz'ün hak olması için bir öğüt ve apaçık bir Kur’ân'dır.

denilerek cevap verilmiştir.

Değerli Kardeşim;

Yusuf Suresinin:
"İnna enzelnahu Kur’anen arabiyyen lealleküm ta'kılun"
âyetinde geçen " “ عربيّاarabiyyen” sözcüğünün sadece “Arapça, Arap dili” olarak anlaşılmaması gerekir. Bu sözcük “ عربًarabe” kalıbından türeme olduğu kadar “عرُب arube” kalıbından da türemiştir. Sözcüğün “arube” kalıbına göre anlamı “fesahat, fasih konuşmak” demektir. (Lisanü’l-Arab; s. 153-159, a-r-b mad.)

“Fesahat [fasih konuşmak]” ise “sözün ses ve mana kusurlarından arınmış olması, yani kolay anlaşılması, rahat telâffuz edilmesi, diziminin mükemmel olması” anlamına gelmektedir. (es-Sekkakî; Miftahu’l Ulum)

Buna göre Âyetin meali:

“Şüphesiz ki, Biz onu akledersiniz diye ‘kolay anlaşılır, rahat telâffuz edilir, dizimi mükemmel, dilbilgisi kurallarına uyumlu’ bir Kur’an olarak indirdik” demek olur."

Kur'an; içerisinde Arap dilinin bütün edebi sanatlarını en üst seviyede barındıran bu yönüyle mucize olan edebi bir eserdir.

Her yazı bir emeğin sonucudur. Yazılan yazıları kayda değer bulup emek vererek cevapladığınız için Allah sizlerden razı olsun.

Yazıma sizin dileğinizle son vermek istiyorum:

"Senin geçici hayalin sana, benim geçici hayalim bana.
Yarın ikimiz de hiç alakasız bambaşka yerlerde olacağız.
Umulur ki farklı hayaller birbirlerine ilham olsun, yol olsun."


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.