PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Nefs, cehennem, cennet


ozkanates
6. June 2014, 03:11 PM
Nefs

“Engin denizdeki karanlıklara da benzerlik var. Üst üste dalgaların kapladığı bir deniz. Daha üstünde de bulutlar var. Birbiri üstüne karanlıklar... Elini çıkarsa göremeyecek halde. Allah'ın ışık vermediği kişiye hiçbir ışık bulunamaz.” Nur 40
Karanlık tanımı… tekamülün başındaki negatif evredeki insanın hali.

“Nefs, Rabbimin merhamet ettiği durumlar hariç, olanca gücüyle kötülüğü emreder.” Yusuf 53
Negativiteyi üreten, insanın nefsi.

“Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez1. Ama insanlar öz benliklerine zulmediyorlar2.” Yunus 44
“İyilik ve güzellikten sana her ne ererse Allah'tandır1. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse kendi nefsindendir2.”Nisa 79
1- Allah’dan olan ruh/öz benlik, pozitivitedir.
2- Nefsin ürettiği negativite, kişideki karanlık/ısdırap halini doğurur.


Cehennem, cennet

"Sakınıp korunanlara vaat edilen cennetin temsilî anlatımı şu: Altından ırmaklar akar, yemişleri de sürekli, gölgesi de. İşte korunup sakınanların son yurdu. Kâfirlerin son yurdu ise ateş...". Rad 35.
İfade ediliyor ki, cehennem cennet anlatımları temsilen, yani aslı değil, temsilen yapılmış benzetmeler.

“Rahman'ın, kullarına gaybda vaat ettiği Adn cennetlerine girecekler.” Meryem 61
Cennet gayb, yani henüz bilinemez olan. Cehennem ise gayb değil, çünkü…

“Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Ama insanlar öz benliklerine zulmediyorlar.” Yunus 44
“Azabı senden acele istiyorlar. Oysa cehennem, o küfre sapanları çepeçevre kuşatmış bulunuyor.” Ankebut 54
“Sonuçta küfre sapanlar için ateşten giysiler biçilmiştir. Başlarının üstünden de kaynar su dökülmektedir.” Hac 19
Istırap = ateş = cehennem gelecekte bir mekan değil, o şimdiki hal.

“Bahtsızlığa düşenler ateş içindedir. Çok ıstıraplı bir soluyuş ve hıçkırışları vardır orada.” Hud 106
“Mutluluğa erdirilenlere gelince, onlar cennettedirler.” Huda 108
Istırab = ateş = cehennem, tekamülün başındaki zalim ve cahil insanın hali.
Sevgi = mutluluk = cennet, tekamülün sonundaki gönül ve akıl sahibi insanın hali.

dost1
6. June 2014, 10:49 PM
Selamun Aleyküm, Değerli Ozkanates Kardeşim.


Cennet gayb, yani henüz bilinemez olan. Cehennem ise gayb değil, çünkü…

“Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Ama insanlar öz benliklerine zulmediyorlar.” Yunus 44
“Azabı senden acele istiyorlar. Oysa cehennem, o küfre sapanları çepeçevre kuşatmış bulunuyor.” Ankebut 54
“Sonuçta küfre sapanlar için ateşten giysiler biçilmiştir. Başlarının üstünden de kaynar su dökülmektedir.” Hac 19
Istırap = ateş = cehennem gelecekte bir mekan değil, o şimdiki hal.

“Bahtsızlığa düşenler ateş içindedir. Çok ıstıraplı bir soluyuş ve hıçkırışları vardır orada.” Hud 106
“Mutluluğa erdirilenlere gelince, onlar cennettedirler.” Huda 108
Istırab = ateş = cehennem, tekamülün başındaki zalim ve cahil insanın hali.
Sevgi = mutluluk = cennet, tekamülün sonundaki gönül ve akıl sahibi insanın hali.

Kur'an'da "Cennet ve cehennem" ile ilgili oldukça çok anlatımlar sözkonusudur.
Bunlarla ilgili Âyetler bağlamından koparılmadan Kur'an'ın bütünlüğü içerisinde değerlendirilmelidir.

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah Meryem suresi âyet 68-72 de:

“Rabbine andolsun ki; onları da, şeytanları da mutlaka haşredeceğiz. Sonra hepsini dizleri üzerine çökmüş halde CEHENNEMİN ÇEVRESİNDE hazır bulunduracağız.
Sonra her gruptan, Rahman’a karşı kafa tutmada daha şiddetli davrananlar kimlerse, onları ayıracağız.
Elbette ki biz, oraya girmeye kimlerin daha layık olduğunu herkesten iyi biliriz.
İçinizden ORAYA uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu, Rabbin üzerinde kesinleşmiş bir hükümdür.
Sonra biz, korunup sakınanları kurtarırız. Zalimleri de ORADA dizleri üzerine çökmüş halde bırakacağız.”

diye buyurmaktadır.

Yüce Rabbimiz Kur'an'da bunların bir çoğunu, daha iyi anlaşılması, ibret alınarak, tefekkür edilmesi için temsilen/dramatize etmiş öyle güzel sahneler, öyle manzaralar açıklamıştır ki, hayran olmamak elde değildir.

Aşağıda verilen âyetleri sürekli gözden geçirmek ve belli aralıklarla tekrar tekrar okuyup tefekkür etmek gerekir:

Âl-i Imran suresi âyet 9, Nisa suresi âyet 172-175, En’âm suresi âyet 94, Â’raf suresi âyet 6-9, Yunus suresi âyet 45, İbrahim suresi âyet 49,50, Hıcr suresi âyet 25, Nahl suresi âyet 84-89, İsra suresi âyet 71, Kehf suresi âyet 47, 48, 98, 99, Meryem suresi âyet 68-72, 93-95, Ta Ha suresi âyet 108, Enbiya suresi âyet 101-103, Neml suresi âyet 67-85, Kehf suresi âyet 87, Sebe’ suresi âyet 40-45, Yasin suresi âyet 51-68, Zümer suresi âyet 31, 68-75, Fussılet suresi âyet 19-25, Duhan suresi âyet 40-42, Casiye suresi âyet 28-32, Kaf suresi âyet 20-35, Teğabün suresi âyet 9,10, Hakka suresi âyet 13-39, Kıyamet suresi âyet 10-15, Mürselat suresi âyet 1-50, Nebe’ suresi âyet 18-40, Zelzele suresi âyet 6.

Değerli Kardeşim,
Şimdi sizin yargınıza delil olarak sunduğunuz âyetlerebirlikte ve bağlamında koparmadan bakalım.

Yunus Suresi:

44Şüphesiz ki Allah, insanlara hiçbir şekil ve yolla haksızlık etmez. Velâkin insanlar kendi kendilerine yanlışlar; kendi zararlarına işler yaparak haksızlık ediyorlar.

Herkes için bir uyarı mesajı içeren bu ayette Allah’ın kimseye zulmetmediği bildirilmektedir. Bu, cehennemde azap çekecek olanların o duruma bizzat kendi tercihlerinin bir sonucu olarak düşecekleri anlamına gelmektedir. İlk bakışta hiç kimsenin bile bile kendi kötülüğünü istemeyeceği gerekçesiyle akla aykırı gibi görünen bu çıkarsama, aslında tam olarak doğrudur. Zira Allah insanlara işitecek kulaklar, görecek gözler, hissedip akledecek kalpler vermiş ve ayrıca hakk ile batılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırmayı sağlayan kılavuzu [Kur’an’ı], onu tebliğ ve tebyin edecek elçiyle birlikte göndermiştir. Eğer insan, önüne serilmiş bütün bu donanıma itibar etmiyor ve sonucu baştan belli olan yola sapıyorsa, bu onun kendi iradesi ile yaptığı bir tercih demektir.
Dünya hayatında iken geçici çıkarlar uğruna ebedî hayatlarını mahveden bu kimseler, ahirette ise sadece pişmanlık duyacaklardır:

9Onlar derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik.”
10Ve onlar derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashâbı içinde olmazdık.” (Mülk/9, 10)


Sonuç olarak; ahiret hayatında herkes yaptığını çekecek, ektiğini biçecek, ettiğini bulacaktır.

Ankebut Suresi:

53Ve senden azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer belirlenmiş/ adı konmuş bir süre sonu olmasaydı, azap onlara elbette gelmişti. Ve o azap, hiç farkında olmadıkları bir sırada kendilerine ansızın elbette gelecektir.
54,55Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Şüphesiz cehennem de kesinlikle, kendilerini üstlerinden ve ayaklarının altından bürüdüğü günde kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri kuşatıcıdır. Ve O, “Yapmış olduklarınızı tadın!” der.

Bu ayetlerde, Resulullah’tan hem dünyada hem de ahirette karşılaşacakları azabı çarçabuk istedikleri nakledilen müşrik inkârcılara cevap verilmektedir. Müşriklerin bu tutumları Kur’an’da birçok kez dile getirilmiştir:

40Âyetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenen şu kimselere, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve/halat iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete girmeyeceklerdir. Biz suçluları işte böyle cezalandırırız. 41Onlar için cehennemden yataklar, üstlerinden de örtüler vardır. Ve Biz, zâlimleri işte böyle cezalandırırız. (A’raf/40,41)


14-16De ki, “Dinimi yalnız Kendisine arındırarak Allah'a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz, O'nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız.” De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyâmet gününde kendilerini ve ailelerini ve yakınlarını kayba uğratanlardır.” –Dikkatli olun! İşte bu, apaçık bir kaybın ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: Ey kullarım! Benim korumam altına girin.– (Zümer/14-16)


39Şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişiler ateşi yüzlerinden ve sırtlarından men edemeyecekleri ve kesinlikle yardım da olunmayacakları zamanı bir bilseler! (Enbiya/39)


Ankebut 55. ayetin sonundaki “Ve, ‘ o yapmış olduklarınızı tadın!” ifadesi bir tehdit, suçlama ve azarlamadır ki, bu da nefislere manevî bir azap olacaktır.

48O gün yüzleri üzere ateşte sürüklenirler: “Cehennemin beyinleri kaynatan sıcağının dokunuşunu tadın!”
49Şüphesiz ki, Biz her şeyi; evet her şeyi bir ölçü, ayar ile oluşturduk. (Kamer/ 48-49)


13-16O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!–
(Tur/13-16)

Hud Suresi:


105O gün geldiğinde Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşmaz. İşte o gün insanlardan bir kısmı bedbaht ve bir kısmı da mutludur.
106,107İşte şu bedbaht olanlar cehennem ateşi içindedirler. Onlara orada iç çekme ve hıçkırma vardır. Gökler ve yer durdukça onlar da o ateşte sürekli kalacaklardır. –Ancak Rabbinin dilediği müstesna.– Şüphesiz Rabbin dilediğini en üst seviyede yapandır.
108Ve şu mutlu olanlara gelince, onlar da gökler ve yer durdukça ardı arkası kesilmeyen bir ikram olarak cennetin içinde sürekli olmak üzere kalacaklardır. –Ancak Rabbinin dilediği müstesnadır.–

Bu ayetlerde, o gün [Mahşer günü] insanların “bedbahtlar” ve “mutlular” olmak üzere iki grup olacakları bildirilerek bedbahtların cehennemdeki, mutluların da cennetteki durumları kısaca açıklanmaktadır.
Ayetlerde geçen “gökler ve yer durdukça” ifadesi, cennetteki ikramların ve cehennemdeki azapların sürekliliğini belirtmektedir. Zira klâsik Arapçada “gökler ve yer durdukça” ve “gece gündüz peş peşe geldikçe” tabirleri, “sonu gelmeyen süre [ebed] anlamında kullanılır. Yoksa ahirette, aşağıdaki ayetlerden de görüleceği üzere, ne gökler vardır ne de yeryüzü; dağlar yıkılıp yer dümdüz edilecek, gök de başka bir şekle döndürülecektir:

47Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yeryüzünü çırılçıplak/ dümdüz göreceksin. Ve Biz onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık. (Kehf/47)


18O gün Sûr'a üflenir; siz de hemen bölükler hâlinde gelirsiniz.
19Gökyüzü de açılıp kapı kapı oluvermiştir.
20Dağlar da yürütülüp serap oluvermiştir.
(Nebe'/18-20)

105-107Sana dağlardan soruyorlar, de ki: “Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin.”
(Ta Ha/105-107)

88Ve sen dağları görürsün; sen onları donuk, durgun sanırsın. Oysa onlar her şeyi sapasağlam yapan Allah'ın yapımı olarak bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Şüphesiz ki O, yaptıklarınıza tamamıyla haberdardır:
(Neml/88)

9,10O gün gök, sarsıldıkça sarsılır, dağlar da yürüdükçe yürür.
(Tur/9, 10)

8-10O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve bir sıcak; yakın dost bir sıcak; yakın dosta sormaz.
(Mearic/8, 9)

5Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. (Kaariah/5)


1-7olacak o vaka olduğu zaman –ki o vakanın oluşu için yalan söyleyen yoktur. O vaka, alçaltıcıdır, yükselticidir– yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman ve sizler üç eş sınıf olduğunuz zaman …
(Vakıa/1-7)

48-51O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48)

Bu konuda ayrıca İnfitar ve İnşikak surelerine bakılabilir.

İşte o gün [Mahşer günü] dünyada iken ertelenmiş akıbet gelmiş olacak, artık kimse konuşamayacak, söz mülk sahibinin olacaktır:

26İşte o gün gerçek hükümranlık, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] özgüdür. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için ise o, pek çetin bir gün olmuştur. (Furkan/26)


16O buluşma günü, onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. –‘Bugün mülk kimindir?’, ‘Sadece tek ve kahredici olan Allah'ındır!’– (Mümin/16)


38-40İndirilmiş âyetler ve vahiy, tanık olarak saf saf dikildikleri gün, Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] izin verdikleri dışında hiç kimse konuşamaz. Ve o izin verilen, doğruyu söyler: “İşte bu, hak gündür. Artık dileyen Rabbine bir sığınak edinir. Şüphesiz Biz sizi yakın bir azap ile uyardık.” O gün, kişi iki gücünün/mal ve çevresinin ne takdim ettiğine bakar/yaptıklarıyla yüz yüze gelir ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişi: “Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım” der.
(Nebe’/38-40)


Hacc Suresi:

19-22Şu ikisi; mü’min ile kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişi, Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimseler, kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler ve: “Yakıcı azabı tadın!”
23Şüphesiz Allah, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanları, altından ırmaklar akan cennetlere girdirecek. Onlar, orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. 24Ve onlar sözden, güzel/ hoş olana kılavuzlanmışlardır. Hem de övülmeye layık olan Allah'ın yoluna kılavuzlanmışlardır.

Bu âyet grubunda iki hasım gruba "mü’minler ve kâfirlere" dikkat çekilmiştir. Bunlar arasındaki mesele, Allah'ın varlığı hususunda değil, rabbliği hususundadır. Müşrikler, Allah'ın varlığını kabul ettikleri hâlde O'nun rabbliğini, evrene müdahalesini, terbiye edip eğittiğini, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak birtakım hedeflere götürdüğünü, gelişmeyi programlayıp yönettiğini kabul etmemektedirler.
İşte bu iki gruba ait iki âhiret sahnesi:
• Küfretmiş kimselere ateşten elbiseler biçilir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır; demirden topuzlarla bedenleri dağlanacak, kemikleri kırılacaktır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve kendilerine, “Yakıcı azabı tadın!” denir.
• Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Onlar orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. Onlar, sözden, güzel-hoş olana kılavuzlanmışlardır da. Hem de Hamîd'in [övülmeye layık olan Allah'ın] yoluna kılavuzlanmışlardır.
Mü’minler için yapılan, Altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir nitelemesi, o günün anlayışını yansıtmaktadır. Zira bu tür giyim, krallara mahsustur. Böylece mü’minlerin cennette krallar gibi ağırlanacağı beyân edilmektedir.

19-24Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler;
Allah'a verdiği sözleri yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan,
Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi; iman ve ameli birleştiren,
Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler,
Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş,
salâtı ikame etmiş [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmuş, ayakta tutmuş],
kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık Allah yolunda harcamış
ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar Adn cennetlerine gireceklerdir. Görevli güçler/ haberci âyetler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabretmiş olduğunuz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!” (Ra‘d-19-24)


10Öne geçenler de, öne geçenlerdir.
11İşte öne geçenler, yaklaştırılanlardır.
12İşte öne geçenler, Naim cennetlerindedirler.
13,14Birçoğu evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. 24Onlar, yaptıklarına karşılık olarak, 15mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. 16Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. 17,23Çevrelerinde, kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; hiç büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. 25Orada boş söz, saçmalama ve günaha sokan şeyleri işitmezler.
(Vâkıa/10-26)

75,76İşte Rahmân'ın kulları, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamlarında, orada sonsuz olarak kalacaklar olarak ödüllendirilecekler, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır. –Orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir ikametgâhtır!– (Furkân/75-76)


84Öyleyse onların zararı için acele etme. Şüphesiz Biz, onlar için saydıkça sayıyoruz.
85O gün Allah'ın koruması altına girmiş kişileri, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] binekli heyetler hâlinde toplayacağız. (Meryem/84-85)

Kaynak: İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ozkanates
17. June 2014, 06:12 PM
Selamun Aleyküm, Değerli Ozkanates Kardeşim.

Kur'an'da "Cennet ve cehennem" ile ilgili oldukça çok anlatımlar sözkonusudur.
Bunlarla ilgili Âyetler bağlamından koparılmadan Kur'an'ın bütünlüğü içerisinde değerlendirilmelidir.

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah Meryem suresi âyet 68-72 de:

“Rabbine andolsun ki; onları da, şeytanları da mutlaka haşredeceğiz. Sonra hepsini dizleri üzerine çökmüş halde CEHENNEMİN ÇEVRESİNDE hazır bulunduracağız.
Sonra her gruptan, Rahman’a karşı kafa tutmada daha şiddetli davrananlar kimlerse, onları ayıracağız.
Elbette ki biz, oraya girmeye kimlerin daha layık olduğunu herkesten iyi biliriz.
İçinizden ORAYA uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu, Rabbin üzerinde kesinleşmiş bir hükümdür.
Sonra biz, korunup sakınanları kurtarırız. Zalimleri de ORADA dizleri üzerine çökmüş halde bırakacağız.”

diye buyurmaktadır.

Yüce Rabbimiz Kur'an'da bunların bir çoğunu, daha iyi anlaşılması, ibret alınarak, tefekkür edilmesi için temsilen/dramatize etmiş öyle güzel sahneler, öyle manzaralar açıklamıştır ki, hayran olmamak elde değildir.

Aşağıda verilen âyetleri sürekli gözden geçirmek ve belli aralıklarla tekrar tekrar okuyup tefekkür etmek gerekir:

Âl-i Imran suresi âyet 9, Nisa suresi âyet 172-175, En’âm suresi âyet 94, Â’raf suresi âyet 6-9, Yunus suresi âyet 45, İbrahim suresi âyet 49,50, Hıcr suresi âyet 25, Nahl suresi âyet 84-89, İsra suresi âyet 71, Kehf suresi âyet 47, 48, 98, 99, Meryem suresi âyet 68-72, 93-95, Ta Ha suresi âyet 108, Enbiya suresi âyet 101-103, Neml suresi âyet 67-85, Kehf suresi âyet 87, Sebe’ suresi âyet 40-45, Yasin suresi âyet 51-68, Zümer suresi âyet 31, 68-75, Fussılet suresi âyet 19-25, Duhan suresi âyet 40-42, Casiye suresi âyet 28-32, Kaf suresi âyet 20-35, Teğabün suresi âyet 9,10, Hakka suresi âyet 13-39, Kıyamet suresi âyet 10-15, Mürselat suresi âyet 1-50, Nebe’ suresi âyet 18-40, Zelzele suresi âyet 6.

Değerli Kardeşim,
Şimdi sizin yargınıza delil olarak sunduğunuz âyetlere birlikte ve bağlamında koparmadan bakalım.

Yunus Suresi:

44Şüphesiz ki Allah, insanlara hiçbir şekil ve yolla haksızlık etmez. Velâkin insanlar kendi kendilerine yanlışlar; kendi zararlarına işler yaparak haksızlık ediyorlar.

Herkes için bir uyarı mesajı içeren bu ayette Allah’ın kimseye zulmetmediği bildirilmektedir. Bu, cehennemde azap çekecek olanların o duruma bizzat kendi tercihlerinin bir sonucu olarak düşecekleri anlamına gelmektedir. İlk bakışta hiç kimsenin bile bile kendi kötülüğünü istemeyeceği gerekçesiyle akla aykırı gibi görünen bu çıkarsama, aslında tam olarak doğrudur. Zira Allah insanlara işitecek kulaklar, görecek gözler, hissedip akledecek kalpler vermiş ve ayrıca hakk ile batılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırmayı sağlayan kılavuzu [Kur’an’ı], onu tebliğ ve tebyin edecek elçiyle birlikte göndermiştir. Eğer insan, önüne serilmiş bütün bu donanıma itibar etmiyor ve sonucu baştan belli olan yola sapıyorsa, bu onun kendi iradesi ile yaptığı bir tercih demektir.
Dünya hayatında iken geçici çıkarlar uğruna ebedî hayatlarını mahveden bu kimseler, ahirette ise sadece pişmanlık duyacaklardır:

9Onlar derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik.”
10Ve onlar derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashâbı içinde olmazdık.” (Mülk/9, 10)

Sonuç olarak; ahiret hayatında herkes yaptığını çekecek, ektiğini biçecek, ettiğini bulacaktır.


Elbette. Benim yorumum, bu durumun sadece gelecekte bir gün değil, şu anda da geçerli olduğu: Konu ile ilgili ayetler http://hanifler.com/showthread.php?t=3520 (Cehennemden cennete nefs)

Konunun, başka ayetlerde belirtilen "gelecek zaman" ifadesi de doğru: Madde alemden sonraki dönemde, hayatta yaptıklarımızın muhasebesini yapacağız = hesap günü. “Bu dünyada kör olan, âhirette de kördür.” Isra 72 ayetinde de belirtildiği üzere, yaşamını cehennem kademesinde tamamlayanlar, bahsedilen muhasebe dönemini de cehennem kademesinde (azap halinde) tamamlar. Bu azap, öbür aleme has bir azap değil, kişinin madde alemde içinde olduğu ama farkında olmadığı azabının/cehenneminin farkına varması şeklinde.

Sonrasında tekamül devam eder.


Ankebut Suresi:

53Ve senden azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer belirlenmiş/ adı konmuş bir süre sonu olmasaydı, azap onlara elbette gelmişti. Ve o azap, hiç farkında olmadıkları bir sırada kendilerine ansızın elbette gelecektir.
54,55Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Şüphesiz cehennem de kesinlikle, kendilerini üstlerinden ve ayaklarının altından bürüdüğü günde kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri kuşatıcıdır. Ve O, “Yapmış olduklarınızı tadın!” der.

Bu ayetlerde, Resulullah’tan hem dünyada hem de ahirette karşılaşacakları azabı çarçabuk istedikleri nakledilen müşrik inkârcılara cevap verilmektedir. Müşriklerin bu tutumları Kur’an’da birçok kez dile getirilmiştir:


Konu sadece Peygamber ile konuşan müşrik inkarcılar olsaydı, Kuran'a koymaya gerek kalmazdı ve biz de okumazdık. Kuran'a kondu ve biz de okuyoruz çünkü bahsi geçenler/muhataplar biziz. Kuran şuna söz vermiştir: “Biz, hiçbir benliğe gücünün yeteceğinden daha azını yüklemenin dışında bir teklifte bulunmayız.” Muminun 62. Dolayısıyla da Kuran, anlamları o şekilde örter ki, herkes yüklenebileceği kadar anlam çıkarır. Hazır olmayanlar, müşrik inkarcılara şaşar. Hazır olanlar kendini okur ve ibret alır.


40Âyetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenen şu kimselere, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve/halat iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete girmeyeceklerdir. Biz suçluları işte böyle cezalandırırız. 41Onlar için cehennemden yataklar, üstlerinden de örtüler vardır. Ve Biz, zâlimleri işte böyle cezalandırırız. (A’raf/40,41)


14-16De ki, “Dinimi yalnız Kendisine arındırarak Allah'a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz, O'nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız.” De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyâmet gününde kendilerini ve ailelerini ve yakınlarını kayba uğratanlardır.” –Dikkatli olun! İşte bu, apaçık bir kaybın ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: Ey kullarım! Benim korumam altına girin.– (Zümer/14-16)


39Şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişiler ateşi yüzlerinden ve sırtlarından men edemeyecekleri ve kesinlikle yardım da olunmayacakları zamanı bir bilseler! (Enbiya/39)

Ankebut 55. ayetin sonundaki “Ve, ‘ o yapmış olduklarınızı tadın!” ifadesi bir tehdit, suçlama ve azarlamadır ki, bu da nefislere manevî bir azap olacaktır.

48O gün yüzleri üzere ateşte sürüklenirler: “Cehennemin beyinleri kaynatan sıcağının dokunuşunu tadın!”
49Şüphesiz ki, Biz her şeyi; evet her şeyi bir ölçü, ayar ile oluşturduk. (Kamer/ 48-49)

13-16O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!–
(Tur/13-16)


Burayı konuşmuştuk. Kuran insanlara hazır olmadıkları yükleri yüklememek için anlamları örter. Ancak bu örtüler, mutlaka başka bir ayet tarafından kaldırılır ki, hazır olanlar hazır oldukları yükleri yüklenebilsin. O halde, başka bir ayet tarafından şehr edilmedikçe, her ayetin anlamı mutlak olarak doğrudur. “O yapmış olduklarınızı tadın!” da mutlak doğru: Yaptıklarımızı tadıyoruz. Olduğumuz tekamül kademesinin iş ve oluşlarını gerçekleştiriyoruz ve başımıza gelen iş ve oluşlar da bunların sonuçları yani aynı tekamül kademesi. Böylece edilenle bulunan buluşur; yaptıklarımız başımıza gelir.


Hud Suresi:

105O gün geldiğinde Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşmaz. İşte o gün insanlardan bir kısmı bedbaht ve bir kısmı da mutludur.
106,107İşte şu bedbaht olanlar cehennem ateşi içindedirler. Onlara orada iç çekme ve hıçkırma vardır. Gökler ve yer durdukça onlar da o ateşte sürekli kalacaklardır. –Ancak Rabbinin dilediği müstesna.– Şüphesiz Rabbin dilediğini en üst seviyede yapandır.
108Ve şu mutlu olanlara gelince, onlar da gökler ve yer durdukça ardı arkası kesilmeyen bir ikram olarak cennetin içinde sürekli olmak üzere kalacaklardır. –Ancak Rabbinin dilediği müstesnadır.–

Bu ayetlerde, o gün [Mahşer günü] insanların “bedbahtlar” ve “mutlular” olmak üzere iki grup olacakları bildirilerek bedbahtların cehennemdeki, mutluların da cennetteki durumları kısaca açıklanmaktadır.
Ayetlerde geçen “gökler ve yer durdukça” ifadesi, cennetteki ikramların ve cehennemdeki azapların sürekliliğini belirtmektedir. Zira klâsik Arapçada “gökler ve yer durdukça” ve “gece gündüz peş peşe geldikçe” tabirleri, “sonu gelmeyen süre [ebed] anlamında kullanılır. Yoksa ahirette, aşağıdaki ayetlerden de görüleceği üzere, ne gökler vardır ne de yeryüzü; dağlar yıkılıp yer dümdüz edilecek, gök de başka bir şekle döndürülecektir:

47Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yeryüzünü çırılçıplak/ dümdüz göreceksin. Ve Biz onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık. (Kehf/47)


18O gün Sûr'a üflenir; siz de hemen bölükler hâlinde gelirsiniz.
19Gökyüzü de açılıp kapı kapı oluvermiştir.
20Dağlar da yürütülüp serap oluvermiştir.
(Nebe'/18-20)

105-107Sana dağlardan soruyorlar, de ki: “Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin.”
(Ta Ha/105-107)

88Ve sen dağları görürsün; sen onları donuk, durgun sanırsın. Oysa onlar her şeyi sapasağlam yapan Allah'ın yapımı olarak bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Şüphesiz ki O, yaptıklarınıza tamamıyla haberdardır:
(Neml/88)

9,10O gün gök, sarsıldıkça sarsılır, dağlar da yürüdükçe yürür.
(Tur/9, 10)

8-10O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve bir sıcak; yakın dost bir sıcak; yakın dosta sormaz.
(Mearic/8, 9)

5Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. (Kaariah/5)


1-7olacak o vaka olduğu zaman –ki o vakanın oluşu için yalan söyleyen yoktur. O vaka, alçaltıcıdır, yükselticidir– yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman ve sizler üç eş sınıf olduğunuz zaman …
(Vakıa/1-7)

48-51O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48)

Bu konuda ayrıca İnfitar ve İnşikak surelerine bakılabilir.

İşte o gün [Mahşer günü] dünyada iken ertelenmiş akıbet gelmiş olacak, artık kimse konuşamayacak, söz mülk sahibinin olacaktır:

26İşte o gün gerçek hükümranlık, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] özgüdür. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için ise o, pek çetin bir gün olmuştur. (Furkan/26)


16O buluşma günü, onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. –‘Bugün mülk kimindir?’, ‘Sadece tek ve kahredici olan Allah'ındır!’– (Mümin/16)


38-40İndirilmiş âyetler ve vahiy, tanık olarak saf saf dikildikleri gün, Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] izin verdikleri dışında hiç kimse konuşamaz. Ve o izin verilen, doğruyu söyler: “İşte bu, hak gündür. Artık dileyen Rabbine bir sığınak edinir. Şüphesiz Biz sizi yakın bir azap ile uyardık.” O gün, kişi iki gücünün/mal ve çevresinin ne takdim ettiğine bakar/yaptıklarıyla yüz yüze gelir ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişi: “Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım” der.
(Nebe’/38-40)


Kuran ayet düzeninde yazılı. Ayet, cümle demek değil; üç harften bir sayfaya kadar ayetler var. Ayet, bir bilginin aktarıldığı cümle grubudur. O halde her ayet, kendi başına bir bilgiyi ihtiva ediyor. Verdiğim Hud 106, 108 ve diğer tüm ayetler bu yapı gözetilerek yorumlandı.

Verdiğiniz Hud 105 ise, Kuran'daki başka bir örtme tekniğinin bir örneği: Bilgide ileri olanlar için yazılmış bir ayetteki bilgi, öncesi ve sonrasındaki ayetler ile daha temel bir anlama örtülür. Hud 105, ahiret günü tasviri ile başlıyor: "O gün geldiğinde Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşmaz". Ve birazdan yapılacak cennet/cehennem tanımlarına köprü ile bitiyor: "İşte o gün insanlardan bir kısmı bedbaht ve bir kısmı da mutludur.". Böylece cennet/cehennem deyince, artık ahiret gününü yani geleceği düşünüyoruz. Oysaki cennet/cehennemi tanımlayan ayetler gelecek zaman kipinde değil, şimdiki zaman ve geniş zaman kipinde. Yani cennet ve cehennem, şimdi ve her zaman.


Hacc Suresi:

19-22Şu ikisi; mü’min ile kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişi, Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimseler, kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler ve: “Yakıcı azabı tadın!”
23Şüphesiz Allah, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanları, altından ırmaklar akan cennetlere girdirecek. Onlar, orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. 24Ve onlar sözden, güzel/ hoş olana kılavuzlanmışlardır. Hem de övülmeye layık olan Allah'ın yoluna kılavuzlanmışlardır.

Bu âyet grubunda iki hasım gruba "mü’minler ve kâfirlere" dikkat çekilmiştir. Bunlar arasındaki mesele, Allah'ın varlığı hususunda değil, rabbliği hususundadır. Müşrikler, Allah'ın varlığını kabul ettikleri hâlde O'nun rabbliğini, evrene müdahalesini, terbiye edip eğittiğini, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak birtakım hedeflere götürdüğünü, gelişmeyi programlayıp yönettiğini kabul etmemektedirler.
İşte bu iki gruba ait iki âhiret sahnesi:
• Küfretmiş kimselere ateşten elbiseler biçilir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır; demirden topuzlarla bedenleri dağlanacak, kemikleri kırılacaktır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve kendilerine, “Yakıcı azabı tadın!” denir.
• Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Onlar orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. Onlar, sözden, güzel-hoş olana kılavuzlanmışlardır da. Hem de Hamîd'in [övülmeye layık olan Allah'ın] yoluna kılavuzlanmışlardır.
Mü’minler için yapılan, Altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir nitelemesi, o günün anlayışını yansıtmaktadır. Zira bu tür giyim, krallara mahsustur. Böylece mü’minlerin cennette krallar gibi ağırlanacağı beyân edilmektedir.

19-24Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler;
Allah'a verdiği sözleri yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan,
Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi; iman ve ameli birleştiren,
Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler,
Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş,
salâtı ikame etmiş [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmuş, ayakta tutmuş],
kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık Allah yolunda harcamış
ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar Adn cennetlerine gireceklerdir. Görevli güçler/ haberci âyetler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabretmiş olduğunuz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!” (Ra‘d-19-24)


10Öne geçenler de, öne geçenlerdir.
11İşte öne geçenler, yaklaştırılanlardır.
12İşte öne geçenler, Naim cennetlerindedirler.
13,14Birçoğu evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. 24Onlar, yaptıklarına karşılık olarak, 15mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. 16Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. 17,23Çevrelerinde, kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; hiç büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. 25Orada boş söz, saçmalama ve günaha sokan şeyleri işitmezler.
(Vâkıa/10-26)

75,76İşte Rahmân'ın kulları, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamlarında, orada sonsuz olarak kalacaklar olarak ödüllendirilecekler, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır. –Orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir ikametgâhtır!– (Furkân/75-76)


84Öyleyse onların zararı için acele etme. Şüphesiz Biz, onlar için saydıkça sayıyoruz.
85O gün Allah'ın koruması altına girmiş kişileri, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] binekli heyetler hâlinde toplayacağız. (Meryem/84-85)


Yukarıda değindiklerime ek bir durum görmediğim için tekrara girmiyorum. Varsa lütfen belirtin.

Şu yorumu eklemek istiyorum ki, Kuran insanları mümin, kafir, müşrik, hristiyan, yahudi, diğer dinlerdekiler, ateistler vs. diye ayırmaz. Bunların hepsi insana ait hallerdir. Kuran bizi bize anlatır. Bilgide ileri olmayanlar için... negativiteye ait bilgiler başka ümmetler üzerinden, pozitiviteye ait bilgiler Muhammed ümmeti üzerinden verilir. Gönül eri ise bilir ki, tüm ümmetler birdir, tekdir. Söylenen her söz, her ümmete, her ümmetin her bireyine, Rahman'ın rabbliğidir. Her ümmet, her ümmetin her bireyi Allah'ın bir dilemesinden gayrısı değildir.