PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Dinde Peygamberlerin Yeri


dost1
25. May 2014, 12:41 PM
DİNDE PEYGAMBERİN (SÜNNETİN, HADİSİN) YERİ

Müslüman toplumlar asırlarca gaflet; duyarsızlık içinde yaşadı. Sahiplendikleri dinin mahiyetini hiç sorgulamadı. Zannettiler ki din, Allah’ın indirdiği din idi veya Peygamber de din konusunda Allah’ın ortağı idi.

Toplumlarda akletme, aklını kullanma hareketi başlayınca doğal olarak Allah, peygamber, din konuları da sorgulanmaya başladı.

İşte bu nokta da din, dinin kaynağı da sorgulanmaya başladı. Dinin kaynağının sadece Allah (Kur’an, vahy) olduğu Kur’an’da görülünce bu defa peygamberin/ peygamberlerin dindeki konumu da gündeme düştü. Sorgulama başladı ve genişledi.

Görüldü ki, dinde, peygamber Allah’tan da öne geçirilmiş, yaşanan din Allah’tan çok peygambere ait bir dindi. Ama bir şey daha dikkat çekiyordu; Rasülülllah zamanında din sadece Allah kaynaklı iken, asırlar sonra rivayetler ile Rasülüllah dinin ortağı yapılmış, dinde şâri (şeriat koyucu) kılınmıştı.

İşte bu tespitler din ve peygamberlerin dindeki konumunun Kur’an ışığında sorgulanması zaruretini ortaya koydu.

Bu konunun iyi anlaşılması için önce “din”, “halis din”, “elçinin elçi yapılmazdan evvelki durumu”, “elçilerinin görevi” ve “sünnetin ne olduğu” hususlarının bilinmesi gerekiyor. Bu hususlar ayrı ayrı ele alınıp değerlendirilmezse konu kesin olarak anlaşılamaz, dolayısıyla da mesele öğrenilemez.

Din

Hak din; “Yüce Allah’ın kullarını hakka ulaştırmak üzere peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara tebliğ ettiği, onları dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah’ın koyduğu hükümler”dir.

Halis din

Kur’an’dan kesin olarak ve açıkça öğrendiğimize göre, Din, Allah’a aittir ve Din Halis; katışıksız olmalıdır.

2Şüphesiz ki, Biz bu kitabı sana gerçekle indirdik. Öyleyse Din’i sadece O’nun için arındırarak Allah’a kulluk et.

3Dikkatli olun, halis din sadece Allah’a aittir. O’nun astlarından birtakım yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinenler: “Allah’ın astlarından edindiğimiz yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar, bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” Şüphesiz kendilerinin ayrılığa/ anlaşmazlığa düşüp durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez.

(Zümer/ 2, 3)

11,12De ki: “Ben, kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah’a kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi.”

13De ki: “Şüphesiz Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım.”

14-16De ki, “Dinimi yalnız Kendisine arındırarak Allah’a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz, O’nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız.” De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyâmet gününde kendilerini ve ailelerini ve yakınlarını kayba uğratanlardır.” –Dikkatli olun! İşte bu, apaçık bir kaybın ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: Ey kullarım! Benim korumam altına girin.–

(Zümer/ 11-16)

14Öyleyse, kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler hoşlanmasa da dini sadece Kendisine ait kılarak Allah’a dua edin.

(Mü’min/ 14)

29De ki: “Rabbim hakkaniyeti emretti. Her mescidin yanında; toplum içinde yüzünüzü; tüm benliğinizi O’na doğrultun ve dini yalnız Kendisine has kılarak Rabbinize yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi O’na döneceksiniz.”

(Araf / 29)

65O, diridir, O’ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Bu nedenle, dini sadece O’nun için arındıranlardan olarak O’na dua edin. Tüm övgüler yalnız âlemlerin Rabbi Allah’adır; başkası övülemez.”

(Mü’min/ 65)

5Oysa ki onlara sadece, dini yalnız Allah için arındıran kişiler hâlinde sadece Allah’a kulluk etmeleri, salâtı ikame etmeleri [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaları; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmaları, ayakta tutmaları], zekâtı/ vergiyi vermeleri emredilmişti. Ve işte bu, doğru/ eksiksiz/ aşınmaz dindir.

(Beyyine/5)

27,28Kesinlikle, Biz kendi komşularınız olan memleketleri değişime/ yıkıma uğrattık. Âyetleri, onlar dönsünler diye tekrar tekrar açıkladık. Öyleyse Allah’ın astlarından güya O’na yakınlığa vesile edindikleri düzme tanrılar, onların azabını savmaya yardım etmeli değil miydi? Tersine o düzme tanrılar kendilerinden ayrılıp kayboldular. Bu, onların yalanlarıdır/ uydurmakta oldukları şeydir.

(Ahkaf/ 27, 28)

145,146Şüphesiz ki münâfıklar –tevbe edenler, düzeltenler, Allah’a sıkıca sarılanlar ve dinlerini Allah için arıtan kimseler müstesna; artık bunlar, mü’minlerle beraberdirler ve Allah, mü’minlere büyük bir ecir verecektir –, Ateş’ten, en aşağı tabakadadırlar. Sen de onlara bir yardım edici bulamazsın.

(Nisa/ 145, 146)

110De ki: “Ben ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa sâlih ameli işlesin ve Rabbine kullukta, hiç kimseyi ortak etmesin.”

(Kehf/ 110)

22,23Toplayın o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları, eşlerini ve Allah’ın astlarından tapmış oldukları şeyleri. Sonra da onları cehennemin yoluna kılavuzlayın. 24,25Ve durdurun onları, şüphesiz onlar sorguya çekilecekler: “Ne oldu sizlere de yardımlaşmıyorsunuz?”

(Saffat/ 22-25)

36Ve andolsun ki Biz her ümmete, “Allah’a kulluk edin ve tağuttan sakının” diye bir elçi gönderdik. Artık Allah, bu ümmetlerden bir kısmına doğru yolu gösterdi, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş?

(Nahl/ 36)

25Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki ona; “Gerçek şu ki, Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için Bana kulluk edin” diye vahyetmiş olmayalım.

(Enbiyâ/ 25)

Bu ayetlerde konu edilen dinin ihlası; dine hiçbir şeyin karışmaması, Allah’tan geldiği gibi tertemiz olması, içinde Allah’ın koymadığı hiç bir inanç ve amelin bulunmamasıdır. Nitekim Rasülüllah’a kendisinin bir hüküm getirmesi, mevcut ilkelerin değiştirilmesi de teklif edildi. Yine karşılarında bizzat Allah’ı buldular.

15Ve âyetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar; “Bundan başka bir Kur’ân getir yahut bunu değiştir!” dediler. De ki: “Onu kendimin öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım.”

(Yunus/ 15)

Şeriat; koyma yetkisi sadece Allah’a aittir. Geçmiş ümmetlere de bize de dini Allah göndermiştir. Dini kendisi tamamlamıştır. Kimsenin dinenine müdahalesine izin vermemiştir.

13Allah, dinden Nuh’a yükümlülük olarak ulaştırdığı şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Mûsâ’ya ve İsa’ya yükümlülük olarak ulaştırdığımız şeyi yaşam yolu yaptı: “Dini hayata geçirin, ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, ortak koşan kimselere ağır geldi. Allah, dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de o davet edilene kılavuzlar.

(Şûra/ 13)

3Size leş, kan, domuzun eti, Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvanların yiyip de canlı iken kesmedikleriniz, dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız haram kılındı. Bunların hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün şu kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, sizin dininizden ümitsizliğe düşmüşlerdir. Öyleyse onlara saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymayın. Bana saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyun. Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak da İslâm’a razı oldum. Artık kim son derece açlık içinde, günaha istekle yönelmeden zorda kalırsa, bilsin ki şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.

(Maide/ 3)

Bu ayetlerin ifadesinden, dinin sadece Allah’a ait olduğu (her ilkeyi bizzat Kendisinin belirlediği) peygamberimizin de dine hiçbir şey karıştıramayacağı, karıştırılmasına da müsaade etmemesi gerektiği mesajı verilmiştir. Din, Allah’ın gönderdiği özgün haliyle kalmalıdır. Mezhep imamlarının, âlimlerin, fakihlerin, tağutların, zorbaların, zorba yönetimlerin ve benzer kimselerin dine bir şey katmaları söz konusu edilemez. Beşer tarafından bir şeylerin katıldığı din “Saf Din” değildir.

Âyetteki Allah’a hâlis kılınmış din ifadesinden, bir de hâlis olmayan, Allah’a özgü kılınmamış bir dinin varlığı anlaşılmaktadır. Bize göre bu din, azizlerin, şeyhlerin, papazların, hocaların, hahamların, efendilerin, Firavun’la türdeş olan ceberut liderlerin ekledikleri katkı maddeleriyle bozulmuş, yozlaştırılmış kalp dindir. Oysa Rabbimizin bu konu üzerindeki hassasiyeti bize göstermektedir ki, yaşanan din Allaha özgü, saf, katkısız, katışıksız, bir bakıma “hâlis süt” gibi olmalıdır. Hâlis süt nasıl hiçbir katkı maddesi içermezse, hâlis din de Allah’tan başkasının hükümlerini içermemelidir.

Müslümanlar, yaşadıkları dini, ellerindeki ilmihal ve fıkıh kitaplarındaki ilkeleri Kur’an ışığında sorgulayıp halis dine sahip olmalıdırlar.

Ne var ki, yüzyıllardır insanlar Allah’ın saf ve tertemiz dininden farklı, katkılı ve yozlaşmış bir dini hayat sürdürmektedirler. Çünkü Allah’ın saf ve tertemiz dininin içerisine şeyhler, imamlar, üstadlar marifetiyle hevâ-hevese, paraya, siyasete, ideolojiye dayalı birçok katkı maddesi karıştırılmıştır. Yaşanan dinî hayatın bu durumda olup olmadığını anlamak aslında çok kolaydır. Yapılacak iş, sürdürülen inançların ve ortaya konan amellerin Allah tarafından mı yoksa başkaları tarafından mı belirlendiğine bakmaktan ibarettir. Allah’ın saf dini, Fâtiha’nın “besmelesi” ile Nâs sûresi’nin “ve’n-nâs” ifadesi arasındadır. Din adına ne varsa, iman ve ameliyle hepsi Kur’ân’dadır. Kur’ân’da yer almayan inanç ve ameller, Allah’ın saf dini dışında kalan din dışı inanç ve amellerdir.

Bu konuda bize düşen görev, her zaman için Allah’ın gerçek dinini bu katkı malzemelerinden arındırmak ve onu Allah’tan geldiği gibi saf ve hâlis bir halde insanlara ulaştırmaktır. İnsanların zor durumda iken halis dine dönmeye çalışmaları Kur’an’da (Yunus/ 22, Ankebut/ 65, Lokman/ 32) yerilmiştir.

Dine, Allah ile ilgisi bulunmayan ilkelerin karıştırılması Kur’an’da şöyle örneklenmiştir:

136Ve onlar, Allah’ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah’a bir pay ayırdılar da kendi sapık inançlarına göre, “Bu, Allah için, şu da ortaklarımız içindir” dediler. İşte, ortakları için olan pay Allah’a ulaşmaz, Allah için olan şey ortaklarına ulaşır. Verdikleri hüküm ne kötüdür!

138Ve onlar, yanlış inanışları sebebiyle, “Bunlar, dokunulmaz hayvanlar ve ekinlerdir. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar sırtları yasaklanmış hayvanlardır” dediler. Ve bir kısım hayvanları Allah’a yalan uydurarak üzerlerine O’nun adını anmazlar. Allah, onları iftira ettikleri şeyler sebebiyle cezalandıracaktır.

139Ve onlar, “Bu hayvanların karınlarındakiler sadece erkeklerimize ait olup kadınlarımıza haramdır. Eğer ölü olursa o zaman onlar onda ortaklardır” dediler. Allah, onların nitelemelerini onlara ceza olarak verecektir. Şüphesiz O, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır, çok iyi bilendir.

137Ve onların ortakları, kendilerini mahvetsinler ve dinlerini karıştırıp bozsunlar diye ortak koşanların çoğuna, yük, utanç nedeni ve ilâhlara kurban edilmesi gerekçeleriyle, çocuklarını öldürmeyi güzel gösterdi. Ve Allah dileseydi bunu yapmazlardı. O hâlde onları ve onların uydurdukları şeyleri bırak!

140Bilgisizlik yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine verdiği rızkı, Allah’a iftira ederek haram kılanlar kesinlikle zarara uğradılar. Onlar, kesinlikle sapmışlardır ve onlar kılavuzlandıkları doğru yola ermiş kimseler değillerdir.

(En’am/ 136-140)

Yukarıda belirtildiği gibi birilerinin, bunlar peygamber bile olsalar, dine herhangi bir ilke koyması veya dinden bir ilkeyi çıkarması dinin halis olma özelliğini kaybettirir; din halis din olmaktan çıkar, katkılı bir din haline gelir.

Dine katkı genellikle şirk ile girer. Kişiler, peygamber bile olsa birilerini (şeyh, mürşit, mezhep imamı, cemaat lideri, sultan, padişah, kral vs) ilahlaştırdı mı, rabbleştirdi mi artık onun ağzından çıkanı, yaptıklarını dinleştirirler. O nedenle bu bağlamda rab ve ilah kavramlarının da göz önünde tutulması gerekiyor.

Rabb

Rabb, “terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak birtakım hedeflere götüren, gelişmeyi programlayıp yöneten” demektir. Bu sözcük, mutlak anlamda sadece Allah için kullanılır. İnsanlar için, “evin rabbi”, “işyerinin rabbi” şeklinde kullanılır. Bu ifadeye en yakın anlamlı sözcük, Fransızca’dan Türkçe’ye geçmiş olan “patron” sözcüğüdür. Bu sözcük, her ne kadar yakın anlam ifade etse de, sadece ticarete özgü bir ifade olması nedeniyle rabb kelimesinin birebir anlamı sayılmaz. Bu nedenle, “rabb” kelimesini bir iki sözcükle ifade imkânı olmadığından bu makalemizde sözcüğü Arapça haliyle bırakmak zorunda kaldık. O nedenle okurlarımız, yukarıdaki tanımı belleklerinde iyi tutmalıdırlar.

İlah

Sözlük anlamı; “örtünmek, gizlenmek, alışmak ve kulluk” demek olan ilâh sözcüğü, genelde “ibâdet edilen, tapınılan, ululanan” nesnelerin ortak adı olmuştur. İlâh sözcüğünün “ibâdet edilen varlık” anlamında kullanılmasının sebebi olarak; bu sözcüğe “ihtiyaçları gideren, işlenen amelin karşılığını veren, huzur, rahatlık veren, yücelik, hükmü altına alıp koruyan, musibet anında koruyan” anlamlarının yüklenmiş olması gösterilebilir.

İlâh sözcüğü Kur’ân’da hem “hak olsun bâtıl olsun, ayırım yapılmaksızın, insanların tapındığı varlık” anlamında, hem de “gerçekten ibâdete lâyık olan hak mabut” anlamında kullanılmıştır.

Âl-i İmran/ 64

64De ki: “Ey Kitap Ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze; ‘Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ın astlarından bazımız bazımızı rabler edinmeyelim’ ilkesine geliniz. Buna rağmen eğer Kitap Ehli, yüz çevirirlerse, artık “Şüphesiz bizim müslimler olduğumuza şâhit olun” deyin.

Âl-i İmran/ 80

80Ve Allah size, doğal güçleri; zorbaları, zorba yönetimleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size küfrü; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmeyi emreder mi?!

Tevbe/ 31

31Onlar, Allah’ın astlarından bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Îsâ’yı kendilerine rabler edindiler. Oysa onlar sadece bir tek olan ilâha kulluk etmekle emrolunmuşlardı. Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, ortak koşanların ortak koştuğu şeylerden de arınıktır.

Bu ayetlerde görüldüğü üzere Allah, kendi astlarından kimseye; peygamber, iktidar sahipleri, imam, rahip haham gibi din bilginleri vs’nin rabb ve ilah edinilmemesi yönünde gerekli uyarıları yapmıştır.

Peygamberleri Rabb edinmek, Onların vefatından sonra ama ifrat neticesinde veya dini yozlaştırmak amacıyla hain düşmanlar marifetiyle yapılır. Onlar adına hükümler uydurulup dine ilaveler, katkılar yapılır.

Hıristiyanlar da İsa peygamberi Rabblaştırdılar, ilahlaştırdılar ve Halis din bozuldu. Bu gün Allah’ın gönderdiği dinden eser yok. Bu olay Kur’an’da şöyle özetlendi:

Meryem /34İşte bu, hak söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları, “30Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber yaptı. 31Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] ve zekâtı/ vergiyi yükümlülük olarak ulaştırdı. 32Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse yaptı. Ve beni bir zorba, mutsuz biri yapmadı. 33Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden diriltileceğim gün, selâm benim üzerimedir. 36Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O’na kulluk edin, işte bu, dosdoğru yoldur” 34diyen Meryem oğlu Îsâ’dır.

Maide/ 116- 118

116-118Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Sen mi insanlara, ‘Beni ve annemi, Allah’ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” Îsâ; “Sen arınıksın, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen, bunu kesinlikle bilmiştin. Sen, benim içimde/ özümde olanı bilirsin, ben ise Senin zatında olanı bilmem. Şüphesiz Sen; görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği en iyi bilenin ta kendisisin! Ben, onlara sadece, Senin bana emrettiklerini; ‘Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin’ dedim. Ve ben, içlerinde olduğum müddetçe onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen, beni vefat ettirdin; geçmişte yaptıklarımı ve yapmam gerekirken yapmadıklarımı bir bir hatırlattırdın/ beni öldürdün, Sen, onları gözetleyenin ta kendisi oldun. Ve şüphesiz Sen, her şeye en iyi tanık olansın. Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar, senin kullarındır ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapanın ta kendisisin” dedi.

Geçmişte zorbaların ilahlığına ve Rabbliğine en iyi örnek firavun ve Mekke ileri gelenleridir. Onlar da kendilerini rabb ve ilah olarak görüyorlardı ve dünyada düzenleri akıllarınca kendileri kuruyorlardı.

Naziat/ 21-25

21-24Sonra da Firavun, yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü. Sonra toplayıp seslendi de: “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi.

25Allah da, dünya ve âhiret azabıyla yakalayıverdi.

Kasas/38

38Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ’nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o’nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi.

Alak/ 3-5

3-5Öğren -öğret!

Senin Rabbin ise kendilerini üstün biri sayan o kişilerden daha üstün olandır. Senin Rabbin ki kalemle öğretti. O, insana bilmediğini öğretti.

İnsanların aracı ilahlar edinme sapkınlığı, onlarda bir takım görünmez güçlerin, fonksiyonların olduğuna, onların Allah’ın yakınları, hatırlı kulları olduğuna inanmalarından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, ihtiyaçlarını Allah’tan isterken kendileri ile Allah arasında bu sözde hatırlı varlıkları devreye sokarlar. Onların aracı olmasını, kendilerini Allah’a yaklaştırmasını isterler.

Kulluk yaparken, dini yaşarken, Allah’tan istekte bulunurken birini ara*cı koymak kişiyi şirke sokacak davranışlardandır. Gerçek mümin “Biz sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım isteriz” inancını korumak zorundadır. Allah’a dua ve kullukta araya birilerini sokmak hem Allah’ı takdir edememek, hem de Allah’a ait olmayan şeyleri dine katmak demektir. Duada aracı yapılan kişilerin Allah katında değeri olduğu kabulünün hiçbir aklî ve nakli delili yoktur. Allah, mahlûklarına kendilerinden daha yakın, kalplerinden geçenleri en iyi bilendir. Bu nedenle, ibadette bir aracıya ihtiyaç hissetmek halis din anlayışına tamamen aykırı bir davranıştır.

dost1
25. May 2014, 12:42 PM
Rasülüllah, nasıl Rabb ve ilah edinildi?

Bilindiği gibi Rabbimiz rahmeti gereği insanlara peygamberler göndermiş ve bu peygamberlere, insanlara tebliğ ve tebyin etmeleri için vahyler indirmiştir. Peygamberler, kendilerine gelen vahyleri saklamadan, değiştirmeden, olduğu gibi insanlara aktarmak zorunda olduklarından, elçilik görevlerini gerektiği gibi yerine getirmişler ve Yüce Allah’ın mesajlarını insanlığa ulaştırmışlardır. Peygamberimiz de bu ilâhî sistem içinde yer alan elçilerden biridir ve o da Allah’tan aldığı vahyleri saklamadan, değiştirmeden, olduğu gibi insanlara aktarmıştır.

Peygamberimizin, Yüce Allah’tan aldığı vahyleri eksiksiz ve doğru olarak aktardığı ve bu vahylerin, hem vahyedilme aşamasında hem tebliğden sonra Rabbimiz tarafından korunma altına alındığı; Kur’ân’ın kaybolmaktan, tahriften (ilâve ya da eksiltilme yapılmasından, tağyirden, tebdilden), kısaca her türlü beşerî saldırıdan korunacağı Kur’an’da birçok (Maide/ 67, İsra/ 73-75, Hakka/ 44-47, Yunus/ 15-16, Hicr/ 9) yerde bildirmiştir.

Nitekim Kur’an, başka hiçbir eserin, kitabın korunmadığı bir şekilde korunmuş olarak, orijinal ifadeleri ile bugüne gelmiştir.

Yine yukarıdaki ayetlerden anlaşılmaktadır ki peygamberimizin, Allah’ın vahyettiklerine (dine) herhangi bir şey ilâve etmesi veya eksiltmesi söz konusu olamaz. Yani Yüce Allah’ın peygamberimize vahyettiklerinin tümü, hiçbir değişikliğe uğramadan, olduğu gibi sadece Kur’an’da mevcuttur. Bunun aksini iddia etmek, peygamberimizin elçilik görevini tam yapmadığını ve Rabbimizin de bize bildirdiğinin aksine, vahyettiklerinin Kur’an’da yer almamasına göz yumduğunu, yani Kur’an’ı korumadığını kabul etmek demektir.

Bütün bu gerçeklere rağmen, peygamberimizin ölümünden iki yüz sene sonra, peygamberimize atfedilen sözler “hadis” adı altında toplanmaya başlamıştır. Kur’an’daki ilkeleri yaşamakla yükümlü ve din adına sadece Kur’an’ı tebliğ etmekle görevli olan, yani dine kendisinden bir şey ilâve etmesi veya eksiltmesi söz konusu olmayan peygamberimiz, bu konuda bir takım saptırma girişimlerinin vaki olabileceğini düşünmüş olmalı ki, sağlığında, Kur’an’dan olduğunu bildirdikleri dışında kendisinden bir söz veya davranış yazılmasına izin vermemiştir. Aslında, elde Kur’an gibi mucizeleri sürekli olan (hiç bitmeyen) bir hakikî delil kaynağı dururken böyle bir teşebbüste bulunmanın hiçbir anlamı yoktur. Ama ne yazık ki, bu anlamsız teşebbüs sürdürülmüş ve sonuçta günümüze, değil yaşanması okunması bile peygamberimizin 23 yıllık elçilik hayatına sığmayacak genişlikte ve uydurmalarla dolu olan bir biyografi intikal etmiştir.

Hadisler içinde bir de “Hadis-i Kudsi” vardır ki bu, İslâm dışı güçlerin Müslümanları fesada uğratabilmek için geliştirdikleri bir formüldür. Bu formül, fesat kapısını aralayıp, İslâm’ı yozlaştırmak amacına yöneliktir. Müslümanlar arasındaki tüm sapık inanç ve kabuller de, işte bu şekilde açılan deliklerden girmiştir.

Mevzu hadis, bir kimsenin uydurup, iftira ederek peygamberimize nispet ettiği hadislerdir. Yani, peygamberimizin demediği bir sözü, yapmadığı bir davranışı, onaylamadığı bir şeyi, peygamberimiz dedi, yaptı, onayladı diye ortaya atmaktır.

Dünyada her zaman insanları en iyi kandırmanın yolu; Allah’ı, peygamberi, Kur’an’ı, yani kısaca dini alet olarak kullanmak olmuştur. Bu tip aldatmalar, sadece İslâm tarihine de özgü değildir. İnsanlık, tarihinin her döneminde dinî inançları kullanılarak istismar edilmiştir. Kur’an’ı tahrif edemeyeceklerini görenler, tabiri caizse surda delik açmanın Kur’an dışında bir takım yalanlarla mümkün olabileceğini düşünüp, kötü emellerini hadis uydurmak suretiyle gerçekleştirmişlerdir.

İslâm tarihinde ilk hadis uydurması peygamberimizin sağlığında yapılmış; bir kişinin sevdiği kızı alabilmek için peygamberimizin ağzından bir yalan uydurması ile başlamıştır. Bunu duyan peygamberimiz ise herkesi uyarmıştır:

“Kim bilerek ve kasten benim üzerime bir yalan söylerse ateşten yerine yerleşsin.”

Peygamberin dine birkaç hüküm koymasıyla, hepsini koyması arasında fark yoktur. Eğer peygamber birkaç hüküm koyabiliyorsa hepsini de koyabilirdi. Din kendisinin udurduğu bir din olurdu

Rasülüllah’ı da dinde “şâri’” kılmak, onu rabb ve ilah edinmektir. Bu da resmen şirktir.

dost1
25. May 2014, 12:43 PM
Peygamberin Alemlere Rahmet Oluşu

107Biz, seni de ancak, âlemler için bir rahmet olarak/ rahmet için gönderdik.

Rabbimiz yukarıda insanları uyarmak amacı ile geçmişte insanlığa gönderdiği elçilerini bildirmişti. Bu ayette ise o açıklamalarının devamı mahiyetinde Resulullah’ın gönderiliş hikmetini açıklamaktadır. Rabbimiz son peygamberini âlemlere “bir rahmet olarak/ rahmet için” için gönderdiğini beyan etmektedir. Zira Muhammed’in (as) elçi yapılışı ile insanlık gafletten uyandırılmış, hakla bâtılı ayıran gerçek bilgi indirilmiş ve tüm dünya uyarılmıştır. Bu ayetle ayrıca Resulullah hakkında “Bu adam aramıza fesat tohumları ekti, milleti birbirine düşürdü, aileleri parçaladı” diye düşünen, peygamberimizi bir bela ve felaket olarak kabul eden müşrikler de uyarılmaktadır. Onlara “Resulullah sizin için bir bela değil, bir rahmettir” mesajı verilmektedir.

Nitekim müşriklere bazı ayetlerde şöyle denilmiştir:

59Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi ana kente göndermedikçe, memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değildir. Zaten Biz, halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler olmayan memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değiliz.

(Kasas/59)

131İşte bu; Rabbinin, halkı ilgisiz, bilgisiz iken, ülkeleri haksız yere değiştiren/yıkıma uğratan biri olmayışıdır.

(En’am/131)

7İşte böylece Biz, kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur’ân vahyettik.

Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir.

(Şura/7)

32Bir vakit de onlar, “Ey Allah’ım! Eğer bu, Senin katından gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi.

33Hâlbuki sen içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma diledikleri sürece de Allah onlara azap edici değildir.

(Enfal/32, 33):

Ayetteki “ رحمةrahmet” sözcüğünün “ رحمةًrahmeten” şeklinde gelişi nedeniyle ayet teknik olarak iki şekilde anlaşılabilir:

1- “Rahmeten” sözcüğü “Hal” makamındadır; buna göre anlam “Biz seni de ancak âlemler için bir rahmet olarak gönderdik” şeklindedir.

2- “Rahmeten sözcüğü “mef’ulun leh” makamındadır. Buna göre ayetin anlamı, “Biz seni de ancak âlemlere rahmet için gönderdik” şeklindedir.

Rabbimiz, kullarına rahmeti, kendi üzerine borç kabul etmiş ve insanları zulümden, kargaşadan, sıkıntıdan kurtarmak; mutlu ve müreffeh bir hayat yaşamaları için elçi göndermiş, kitap indirmiştir.

54Ve âyetlerimize inanan kimseler sana geldikleri zaman hemen: “Selâm olsun size! Rabbiniz rahmeti Kendi üzerine yazdı. Şüphesiz sizden her kim bilmeyerek bir kötülük işleyip de sonra arkasından tevbe eder ve düzeltirse; şüphesiz ki Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir” de!

(En’am/54)

12Doğruya ve güzele kılavuzlamak sadece Bizim üzerimizedir. 13Sonrası da öncesi de sadece Bizimdir.

(Leyl/12)

9Yolun doğrusu yalnızca Allah’a borçtur. Yolun eğrisi de vardır. Ve eğer Allah dileseydi, sizi topluca doğru yola kılavuzlardı.

(Nahl/9)

128Mûsâ, toplumuna dedi ki: “Allah’ın yardımını isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı yapar. Mutlu son da Allah’ın koruması altına giren kimseler içindir.”

(A’raf/128)

51Şüphesiz Biz, elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit dünya yaşamında ve şâhitlerin kalktığı/şâhitlik edecekleri günde kesinlikle yardım ederiz.

(Mü’min/51)

164Andolsun ki Allah, mü’minlere kendilerinden, onlara Kendi âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir iyilikte bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.

(Âl-i Imran/164)

4Elçi göndermek, Allah’ın dilediği kişilere verdiği armağanıdır. Ve Allah, büyük armağan sahibidir.

(Cuma/4)

dost1
25. May 2014, 12:45 PM
Öyleyse dinde peygamberlerin yeri nedir?

Peygamber dinde “Sünnet” kavramıyla ifade edilir. Allah da “Kitap” kavramıyla ifade edilir.

SÜNNET

“Sünnet” sözcüğünün anlamı özetle “Yol, gidiş, tabiat, uygulama” demektir. Ki “falanın sünneti şöyledir, filanın sünneti böyledir” denilerek kişiler içinde kullanılabilir. Bu durumda o kişinin iyi veya kötü, sürekli olarak yapa geldiği davranışları anlaşılır.

Kur’an’da “Allah’ın sünneti” ifadeleri yer alır. Bu ifade ile de Allah’uın uygulaması, uygulama şekilleri” anlatılır.

Kur’an’da yeri olmamasına rağmen bir de peygamber sünneti icad edildi. Bu icada göre sünnet, “Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerinin bütününü”dür. Sünnet sözcüğünün çoğulu “sünen”dir.

Bilindiği üzere sünnet, Kur’ân-ı Kerim’den sonra ikinci ana kaynak olarak kabul edilir. Fıkıh usulünde delil olarak kullanılan sünnet, Peygamber’den geliş şekline göre; söz, fiil veya tasvip (takrir) olmak üzere üçe ayrılır.

Kavlî sünnet: Peygamber’in çeşitli vesilelerle söylemiş olduğu sözlerdir.
Fiilî sünnet: Peygamber’in yaptıklarıdır.
Takriri sünnet: Peygamber’in görüp işittiği bir işe karşı çıkmaması ve onu kabul etmesidir.
Kur’an’dan öğrendiğimize göre peygamberlerin dindeki yeri:

Kur’an’a göre Rasülüllah, “el ÜMMΔdir (A’raf/ 157, Cuma/ 2, Al-i Imran/ 20, 75).

“el Ümmi” sözcüğü “Ümmü’l guravî” sözcüğünün farklı bir ifadesi olup anlamı “ANAKENTLİ” demektir. Mekke’nin Arabistan coğrafyasındaki adı “Ümmülgura (kentlerin anası; anakent)”dır. Mekke’ye “şehirlerin anası” denmesinin gerekçesi İbrahim peygambere kadar uzanmaktadır. Çünkü o tarihlerden beri Mekke, çevre kentlerle birlikte bakıldığında, çocuklarını etrafında toplamış bir ana görüntüsü içinde olmuştur. Bunun sebebi ise müminlerin hacc ibadetlerini Mekke’de yapıyor olmalarıdır. Böyle dinî bir toplanma merkezi olması dolayısıyla Mekke sadece ticaret ve ulaşımda değil, bilim ve sanatta da çok gelişmiş ve çevredeki kentlerin anası hâline gelmiştir.

Rasüllüllah’ın Anakentli olarak nitelenmesinin amacı, soyu, sopu, doğumundan itibaren tüm hemşehrilerinin gözünün önünde büyümüş, yaşamış, hayatına ait herhangi gizli tarafı ve bölümü bulunmayan, hayatının herhangibir bölümüne ait karanlık nokta bulunmayan; göz önünden kaybolmamış, gidip gizli bir yerlerden eğitim ve öğretim almamış demektir. Ki böyle olduğundan dolayı Kur’an’da Mekkelilere, Rasülüllah ile ilgili “Sahibüküm (arkadaşınız)”denilmiştir (Necm/ 2, Sebe/ 46, Tekvir/ 22).

Rasülüllah da herkes gibi bir beşerdir.

Kur’an’ın birçok ayetinde (örneğin Kehf/ 110, Fussılet/ 6) Rasülüllah’ın da herkes gibi bir beşer olduğu; kimseden farklı bir yapıda olmadığı uyarısı yer almıştır. Bu demektir ki, o da etten kemikten yaratılmıştır. Onun da başı, dişi ağrır. O da yer içer, çarşı pazar gezer. O da acıkır, susar. O da tuvalete gider. Onun da saçı sakalı uzar. Onun da üstü başı kirlenir, teri, diğer atıkları kokar. Yani yapısal olarak diğer insanlardan hiç farkı yoktur.

Bu özellikler ile Rasülüllah’ın İslam dinindeki yerini tespit edelim:

Peygamber olmazdan evvelki dönem

Bilindiği üzere Kur’an’da Musa ve İsa peygamberlerin doğumlarından başlayarak bilgi verilir. Rasülüllah elÜmmi olduğundan Rasülüllah’ın peygamberlik öncesine ait kimliği ile ilgili bilgi verilmemiştir. Çünkü herkes kendisini doğduğu andan itibaren iyiden iyiye kendi babalarını, çocuklarını tanıdıkları gibi tanıyorlardı (En’am/ 20, Bakara/ 146).

Bizi ise Rasülüllah’ın kimliği değil, seciyyesi, ilmi, irfanı, dini imanı yönü ilgilendirmektedir. Yaplan spekülasyonlar da bu noktalara aittir. Onun için rasülüllah’ın bu noktalarını Doğru Haberci Allah’tan öğrenmemiz gerekmektedir.

Kalem/ 1-5

1Nûn/50. Kalem’i ve onların satır satır yazıp söylediklerini/ efsaneleştirdiklerini kanıt gösteriyorum ki; 2Sen Rabbinin nimeti sayesinde, mecnun [gizli güçlerce desteklenen/ deli bir kişi] değilsin. 3,4Ve kesinlikle senin için minnete bulaşmamış çok mal var. Ve kesinlikle sen, çok büyük bir ahlâk üzerindesin.

Ayette sözü edilen nimet, Rabbimizin Abdullah oğlu Muhammed’e peygamber olmadan önce verdiği akıl, zekâ, cesaret, güzel ahlâk gibi özellikler ile onu hanif ve müşrik olmayan İbrahim’in dinine tâbi kılışıdır. Daha önce Enbiya suresinin 51. ayetini bu konuda delil olarak göstermiştik.

Bu nimetlerden anlıyoruz ki, tıpkı Musa peygamber gibi Abdullah oğlu Muhammed de peygamberlik için hazırlanmıştır. Kur’an bize Musa’nın doğumundan itibaren yaşadığı olayları ve geçirdiği eğitim sürecini ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Ama peygamberimiz hakkında onun kadar detaylı bilgiye sahip değiliz.

51. ayette de göreceğimiz gibi, peygamberimizin bazı müşriklerce “مجنون mecnun” [delirmiş], “مفتون meftun” [fitneye uğramış] gibi densizce yakıştırmalarla itham edilmesi ancak peygamberliğini ilân etmesinden sonra olmuştur.

3Ve kesinlikle senin için minnete bulaşmamış çok mal var.

Bu ayet, surenin doğru anlaşılması bakımından kilit bir ayettir. Bu nedenle ayetin doğru anlaşılması öncelikle gereklidir.

Ayetin orijinal metninde geçen “اجرا ecran” sözcüğü Türkçe’de de kullandığımız “ücret” sözcüğünün anlamdaşıdır. “اجر ecr” ile “ اجرة ücret” sözcüklerinin anlam bakımından birbirlerinden farkı olmayıp ikisi de hizmet karşılığı verilen para ve mal anlamına gelmektedir. Terimler üzerinde büyük bir otorite olan Ragıb el-İsfehanî’ye göre bu bedel maddî olabileceği gibi, manevî de olabilir. “اجرا Ecran” sözcüğünün ayette nekre/belirsiz nesne olarak yer almasından mal varlığının çokluğu da anlaşılabilir.

Yine ayetin orijinalinde geçen “ممنون memnun” sözcüğü, “kesilmiş” anlamına geldiği gibi, “minnete bulanmış, minnet borcu altına girmiş” anlamlarına da gelir. Aynı kelime “غير Gayr” edatıyla kullanıldığında “kesilmemiş, kesintiye uğramamış” veya “minnete bulanmamış, minnet borcu bulunmayan” anlamlarını ifade eder.

Bazı meal ve tefsir yazarları bu ayette kastedileni “peygamberimize ahirette verilecek sınırsız, kesintisiz ücret” olarak anlamışlar ve kitaplarına da bu şekilde yansıtmışlardır.

Ancak bu isabetsiz bir anlayıştır. Öncelikle bu ayetin “kasem ederim/ dikkatini çekerim/ kanıt gösteririm” sözleriyle biten önceki ayetin bir devamı olduğu unutulmamalıdır. Bir önceki ayette Allah peygamberimize “dikkatini çekerim” dedikten sonra sözlerine devam etmekte, bu ve bunu takip eden iki ayette de dikkat çektiği hususları açıklamaktadır. Bu akış içinde, dikkat çekilen hususun ahiretteki sınırsız, kesintisiz ücret olduğunu düşünmek, Allah’ın o an için var olmayan bir şeye dikkat çektiğini kabul etmek olur ki, bu da anlamlı olmaz. Çünkü ancak mevcut olan bir şeye dikkat çekilebilir. Bu durumda ayeti şu şekilde anlamak daha isabetlisi olacaktır: “Ve muhakkak ki, senin için minnete bulaşmamış [başına kakılmayacak] çok mal var.”

Büyük alimlerden Mücahid, Mukatil ve Kelbî de bu anlamları tercih etmişlerdir.

İĞFAL EDİLMEMİŞTİR

Bu ayetten şunu anlıyoruz ki, peygamberimiz sahip olduğu mal, mülk, para, pul nedeniyle kimseye minnet borçlusu değildir. Elindekilere kimseden yardım, lütuf alarak sahip olmamış, her şeyi kendi elinin emeği, alnının teriyle kazanmıştır. Kısaca kimseye minnet borçlu değildir. Bundan dolayı yüzünün aklığıyla, alnının açıklığıyla herkesin karşısına çıkabilir, tebliğde bulunabilir. İşte, Abdullah oğlu Muhammed’in peygamber seçilişinin nedenlerinden biri de bu özelliğidir.

Rasulullah, peygamberliği boyunca bu konuya çok önem vermiştir. Minnet borcu olanların alacaklıları karşısında boynu bükük olacağından, kendisi ile beraber soyundan da hiç kimsenin sadaka ve zekât almaması konusunda duyarlılık göstermiştir.

Peygamberimizin zenginliği ve servetinin temizliği Kur’an’ın ve tarihin tanıklığıyla sabit olmasına rağmen fakir olduğu, fakirliği övdüğü ve fakirliğiyle övündüğü yolunda birçok söylenti çıkarılmıştır. Hatta borçlu yaşadığı ve borçlu öldüğü bile ileri sürülmüştür.

Alacaklısının bir Yahudi olarak gösterilmesi bu söylentilerin düzülüş amacının ne olduğu yolunda bize ipucu vermektedir. Bunlardan kayda değer olanlarını ibret maksadıyla naklediyoruz:

1-Aişe anlattı: “Peygamber, Ebu Şahn adında bir Yahudiden veresiye yiyecek satın aldı ve demirden zırhını ona rehin verdi”[1]

2- Katade, Enes’ten rivayet etti: “Rasülüllah Medine’de bir Yahudinin yanına zırhını rehin bıraktı ve ondan aile fertleri için arpa satın aldı.”[2]

3- Esma bint Yezid anlatıyor: “Rasülüllah, zırhı bir Yahudi’de bir miktar zahire karşılığı rehine bırakılmış olarak vefat etti.”

4- Sabit b. Yezid anlatıyor: Rasülüllah vefat ettiği zaman, zırhı otuz sa’ arpa mukabili bir Yahudi’ye rehin bırakılmıştı.”[3]

Üç ve dördüncü rivayetler aslında birbirinin aynı olup biri Yezid’in oğlu diğeri de kızı tarafından piyasaya sürülmüştür. Bu rivayetler hadis şârihleri/açıklayıcıları tarafından eleştirilmiştir.

Muhtelif rivayet kitaplarında ise peygamberimizin Veda Haccında hedy olarak yüz deve kurban edecek kadar zengin olduğu anlatılmaktadır. Ayrıca siyer ve tarih kitapları da Fedek’te bir hayli arazisinin olduğunu ve bu arazinin Peygamberimizin vefatından sonra problem haline getirildiğini kaydetmektedir.

Bütün bunlar göz önünde tutulduğunda, peygamberimizin rehin karşılığında bir Yahudi’den borç alması da, o parayla evine arpa satın alacak kadar fakir olması da doğru bir haber olarak görünmemektedir.

dost1
25. May 2014, 12:47 PM
Ve kesinlikle sen, çok büyük bir ahlâk üzerindesin.

Ahlakını bildiren ayetler:

Tevbe/128:

128Andolsun, içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, sadece inananlara çok şefkatli, kolaylık sağlayan, çok merhametli bir elçi gelmiştir.

Şuara/3:
3Onlar; Hıcr 91Kur’ân’ı sihir, şiir, esatir (mitolojik söylentiler), uydurulmuş söz gibi birtakım parçalar, kötü sözler kabul eden kimseler, 3iman edenler olmuyorlar diye sen kendini yıkıma uğratacaksın!

Kehf/6:

6Sonra da sen onlar bu Kur’ân’a inanmazlarsa, onların yaptıklarından dolayı, üzüntüden neredeyse kendini harap edeceksin!

Yani; “Evet, sen, işte bu yüzden Bizim katımızda peygamberliğe lâyık birisin. Sen, onların nazarında da akıllı, zekî, üstün ahlâklı, efsaneleşmiş bir kimsesin. Bugüne kadarki hayatında gösterdiğin üstün yaşam tarzın ve sahip olduğun üstün özellikler nedeniyle bu işe en uygun kişisin. Rabbinin lütfettiği nimetlere kavuşturuldun ve seçilerek peygamber yapıldın.”

Bu ayetler, işaret yoluyla peygamberimizin de Musa peygamber gibi özel nimetlere mazhar olduğunu, hanif olarak yaşadığını, zihnen gayet sağlıklı bulunduğunu, üstün ahlâkıyla toplumda saygı kazanmış biri olarak peygamberliğe hazırlandığını anlatmaktadır.

2, 3 ve 4. ayetler kasemin cevabı olan cümlelerdir. 2. ayet isim cümlesi olup olumsuzluk eki almıştır. 3 ve 4. ayetler ise olumlu isim cümlesidir. Genel kural gereği “انّ inne” ve “ ل lam” ile birlikteliği sağlanmıştır.

Meal ve tahlil yapılırken bu teknik durum kesinlikle göz önünde bulundurulmalı ve ayetlerin orijinal cümle yapısına sadık kalınarak anlam çıkarılmalıdır. 2. ve 4. ayetleri birbirinden bağımsız cümleler kabul ederek anlamlandırmak hem ayetlerin hem de pasajın yanlış anlaşılmasına neden olur.

İlkini burada gördüğümüz kasem cümlesi, bundan sonra sık sık karşımıza çıkacaktır. Geleneksel tefsir ve meallerde kasem cümlesinin işlevi ihmal edilmiş görüldüğünden, aşağıda kasem cümlesine ait genel bir açıklama sunulmuştur. Bundan sonraki kasem ayetlerinde bu açıklamaya atıfta bulunulacaktır.

Duha- İnşirah sureleri

1-3Aydınlanmanın başlayışı ve Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedişin, Allah’a ortak kabul edişin, cehaletin toplumu sarmışlığı kanıttır ki Rabbin seni terk etmeyecek ve sana darılmayacak.

4,5Sonrası senin için öncesinden elbette daha hayırlı olacak. Ve Rabbin sana verecek, sen de hoşnut olacaksın.

6-8O seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı? Seni dosdoğru yol dışında biri olarak bulup da dosdoğru yola kılavuzluk etmedi mi? Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi?

9,10O hâlde yetimi perişan etme/ daha da kötüleştirme! İsteyeni/ soranı azarlama.

11Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle ortaya koy!

İnşirah 1-4Biz, senin için, senin göğsünü açmadık mı? Senden ağır yükünü indirmedik mi? –Ki o, senin belini çatırdatmıştı.– Senin şanını da senin için yüceltmedik mi?

5,6Demek ki zorluğun yanında kesinlikle bir kolaylık var. Zorluğun yanında bir kolaylık, kesinlikle var.

7O hâlde boş kalır kalmaz hemen yeni bir şeye başla. 8Ve arzularını yalnızca Rabbine yönelt.

(Ankebut/ 48, 49)

48Ve sen bundan evvel herhangi bir kitaptan okumuyordun; sen Kur’ân’ı kendiliğinden yazmıyorsun. Eğer böyle olsaydı, bâtıla inananlar kesinlikle kuşku duyacaklardı.

49Tam tersi Kur’ân, kendilerine bilgi verilenlerin sinelerinde apaçık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi de ancak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar bile bile reddederler.

Duha/ 6-8

6-8O seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı? Seni dosdoğru yol dışında biri olarak bulup da dosdoğru yola kılavuzluk etmedi mi? Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi?

Şûra/ 52,53

52,53İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden/ Kendi işimizden olan ruhu/ Kur’ân’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nûr/ ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan Allah’ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın, bütün işler yalnız Allah’a döner.

Sebe/ 50

50De ki: “Eğer ben sapmışsam, artık yalnızca kendi zararıma saparım. Ve eğer kılavuzlandığım doğru yolu bulmuşsam, bilinmeli ki Rabbimin bana vahiy vermesiyledir. Şüphesiz O, En İyi İşiten’dir, Çok Yakın Olandır.”

Sad/65-70

65,66De ki: “Ben ancak bir uyarıcıyım. Ve O, bir tek ve kahredici, göklerin, yerin ve ikisi arasında olan şeylerin Rabbi, çok güçlü, çok bağışlayıcı olan Allah’tan başka tanrı yoktur.”

67De ki: “O; Kur’an, çok büyük, önemli bir haberdir. 68Siz ondan yüz çeviriyorsunuz. 69Onlar birbirleriyle tartışırken, benim “en üstün şeylerin doldurulduğu; Kur’ân’a dair bir bilgim yok idi. 70Ancak ben, evet ben apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyediliyor.”

Kaf/ 1, 22

1Kaf/100. Çok şerefli/ şanı yüce Kur’ân kanıttır ki 22kesinlikle sen bundan duyarsızlık, bilgisizlik içinde idin. Şimdi senden perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün keskindir; Kur’an sayesinde kurmay birisi oldun.

Hud/ 49

49İşte Nûh ile ilgili anlatılanlar, sana vahyettiğimiz görülmeyenin, duyulmayanın, sezilmeyenin haberlerindendir. Bunları sen ve toplumun bundan önce bilmiyordunuz. Şu hâlde sabret. Şüphesiz âkıbet, Allah’ın koruması altına girmiş olan kişilerindir.

Yusuf/ 3

3Sana bu Kur’ân’ı vahyetmekle Biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki sen, bundan önce, kesinlikle bu konu hakkında duyarsız/ bilgisizlerdendin.

Yusuf/ 102:

102İşte bu, sana vahyettiğimiz görmediğinin, duymadığının, bilmediğinin haberlerindendir. Yoksa onlar yapacaklarına karar verip kötü plân yaparlarken sen onların yanında değildin.

Kasas/ 44- 47:

44Ve Mûsâ’ya o emri gerçekleştirdiğimiz sırada sen batı yönünde değildin. Hazır bulunanlardan, görenlerden de değildin.

45Ama Biz nice nesiller var ettik de, onların ömürleri uzadıkça uzadı. Sen onlara âyetlerimizi okuyarak, Medyen halkı arasında bulunanlardan da değildin; Fakat Biz elçi gönderenleriz.

46,47Ve Biz, seslendiğimiz zaman, Tûr’un yanında da değildin. Tersine senden önce kendilerine uyarıcı/ peygamber gelmeyen bir toplumu uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir fenalık geldiğinde hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine uysak ve mü’minlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak… orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik.

Âl-i Imran/ 44

44İşte bu, algılama imkânının olmadığı, geçmişin önemli haberlerinden sana vahyettiklerimizdir. Ve Meryem’e hangisi kefil olacağına kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Onlar tartışırlarken de sen yanlarında değildin.

Şura/ 52, 53:

52,53İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden/ Kendi işimizden olan ruhu/ Kur’ân’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nûr/ ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan Allah’ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın, bütün işler yalnız Allah’a döner.

Bu ayetlerin özetini alırsak Rasülüllah, din, iman, dil, edebiyat ve sosyal açıdan uzmanlığı, birikimi, duyarlılığı olan birisi değildir.

Rasülüllah’ın Kitap bilmeyişine bir örnek de Müteşabih ayetlerin te’vilini bilmemesidir. Bilindiği üzere Kur’an ayetlerininin bir bölümü müteşabih ayetlerdir. Bu, zümer/23 ve Al-i İmran/7’de açıkça bildirilir. Müteşabih ayetlerin tevilini de ancak Allah ve ayetin müteşabihleşmesini sağlayan konulardaki (edebiyat, fizik, kimya, asroınomi, astrofizik vs) uzmanlar bilirler.

Ali imran /7-9

7-9Allah, sana bu kitabı indirendir. Bu kitaptan bir kısmı yasa içeren âyetlerdir ki bunlar, kitabın anasıdır. Diğerleri de benzeşen anlamlılardır. Amma, durum bu iken, kalplerinde kaypaklık/tutarsızlık olan kimseler,

insanları dinden çıkarmak,

ortak koşmaya sürüklemek

ve onun anlamlarından en uygununun tesbitine yeltenmek için hemen ondan benzeşen anlamlı olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun anlamlarından en uygun olanının tesbitini ancak Allah ve –“Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır. Rabbimiz! Bize kılavuzluk ettikten sonra kalplerimizi çevirme! Bize Kendi nezdinden rahmet lütfet! Şüphesiz Sen, bol bol lütfedenin ta kendisisin. Rabbimiz! Şüphesiz Sen, insanları, kendisinde hiçbir şüphe olmayan gün için toplayansın. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez” diyen– o bilgide uzman olanlar bilirler. Ve sadece kavrama yetenekleri olanlar öğüt alırlar.

Rasülüllah’ın bu konularda uzmanlığı olmadığından tebliğ ettiği müteşabih ayetlerin te’vilini bilmiyordu. Müteşabih ayetlere yapılan itirazlara cevap veremiyordu. Buna bir örnek Saffat/62- 68. ayetlerdir:

Tebyin’den Nakil:

62İkram olarak bu mu daha hayırlı yahut zakkum ağacı mı?

63Şüphesiz Biz onu şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için bir sınav aracı yaptık. 64,65Şüphesiz o zakkum ağacı, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları boynuzlu yılanların başları gibidir.

66İşte, kesinlikle onlar, ondan yiyecekler de karınlarını bundan dolduracaklardır. 67Sonra şüphesiz onlar için, bunun üzerine kaynar su karışımı bir içecek vardır. 68Sonra da şüphesiz dönecekleri yer, kesinlikle cehennemdir.

Rabbimiz iki guruba dair verdiği açıklamalardan sonra bu iki zümreyi karşılaştırarak “İkram olarak bu mu daha hayırlı yahut zakkum ağacı mı?” diye sormaktadır. Yine karşıtlık metodunu kullanarak arıtılmış kullarına cennette ikram edeceği nimetlerden sonra, bu kez de inançsızlara yedireceği “Zakkum”u ve içireceği kaynar su karışımı içeceği tanıtmaktadır.

Ayette zakkum “cehennemin dibinde çıkan, tomurcukları şeytanların [boynuzlu yılanların] başları gibi olan bir ağaç” olarak tanıtılmaktadır.

Arap Yarımadasının Kızıldeniz tarafındaki Tihame bölgesinde yetişen bir bitki türü olan zakkum, kendiliğinden yetişen, kışın yapraklarını dökmeyen bodur bir ağaçtır. Renkli ve alımlı çiçekleri olan türleri süs bitkisi olarak da yetiştirilir. Zakkum ağacı zehirli bir özsu içerir. Kötü kokulu ve tadı çok acı olan bu özsu, insan bedenine haricen [meselâ ağacın dallarının koparılması sırasında] bulaşması hâlinde bile bir çeşit deri hastalığına yol açmaktadır.[4]

Zakkum ağacının hangi ayetlerde geçtiği ile ilgili olarak Vakıa Suresi’nde bilgi verildiğinden, konunun oradan okunmasını öneriyoruz.

Ayette yer alan “zalimler” çevrelerine ufak tefek eziyette bulunan kimseler değil, müşrik ve kâfirlerdir.

dost1
25. May 2014, 12:48 PM
ZAKKUMUN ZALİMLERE FİTNE OLMASI

Daha önce de açıkladığımız gibi, “fitne” ateşte yanmak demektir. Buradan anlaşıldığına göre, o dönemde “zakkum” konusu yüzünden birileri ateşe atılmış, [sıkıntılara düşmüş, dengeli davranmayı kaybetmiş] olmalıdır. Ya da Kur’an’da bu ifadeyi her gördüğünde ateşe atılmaktadır [sıkıntıya düşmekte, dengeli davranmayı kaybetmektedir].

“Esbab-ı nüzul” kayıtlarına göre, bu ayet nazil olduğunda, “İbn Ziber’a adlı kişi, “Allah evlerinizde zakkumu çoğaltsın” demiştir. Çünkü Yemenliler, hurmaya ve kaymağa “zakkum” derlerdi. İşte bu sebeple, Ebû Cehil, cariyesine, “Bizi zakkumlandır” dediğinde, o ona hurma ve kaymak getirirmiş. Ebucehil [arkadaşlarına], “Buyurun zakkumlanın!” demiştir.

Ayrıca bu ayeti duyanlar, “Ateş ağacı yaktığı halde cehennemde ağacın bitebileceği nasıl düşünülebilir” demişlerdir.[5]

Çünkü inkârcılar, “henüz tevili gerçekleşmemiş” olan ayeti kendilerine malzeme yapmışlardır. Bunu Rabbimiz Yunus suresinde şöyle açıklamıştır.

39Tam tersine, onlar bilgisini kavrayamadıkları ve ilk olarak ortaya çıkması kendilerine henüz gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar. Bunlardan önceki kişiler, böyle yalanlamışlardı. İşte bak şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların âkıbeti nasıl olmuştur.

(Yunus/39)

7-9Allah, sana bu kitabı indirendir. Bu kitaptan bir kısmı yasa içeren âyetlerdir ki bunlar, kitabın anasıdır. Diğerleri de benzeşen anlamlılardır. Amma, durum bu iken, kalplerinde kaypaklık/tutarsızlık olan kimseler,

insanları dinden çıkarmak,

ortak koşmaya sürüklemek

ve onun anlamlarından en uygununun tesbitine yeltenmek için hemen ondan benzeşen anlamlı olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun anlamlarından en uygun olanının tesbitini ancak Allah ve –“Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır. Rabbimiz! Bize kılavuzluk ettikten sonra kalplerimizi çevirme! Bize Kendi nezdinden rahmet lütfet! Şüphesiz Sen, bol bol lütfedenin ta kendisisin. Rabbimiz! Şüphesiz Sen, insanları, kendisinde hiçbir şüphe olmayan gün için toplayansın. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez” diyen– o bilgide uzman olanlar bilirler. Ve sadece kavrama yetenekleri olanlar öğüt alırlar.

(Âl-i Imran/7-9)

Ayetten anlaşılan odur ki, Rabbimiz bu ayetteki “zakkum” ile Ebucehillerin zıkkımlandığı zakkumu kastetmiyordu. Nitekim yukarıda da belirttiğimiz gibi, zakkum Hicazlıların tanımadığı bir bitkidir. Niteliklerini yukarıda belirttiğimiz bu bitki, bizim kaktüs diye adlandırdığımız bitkiye benzemektedir.

2,3Kişiler var ki, o gün çalışmış, yorulmuş olmasına rağmen eğilmiş, aşağılığa düşmüştür, 4,5onlar kızışmış bir ateşe yaslanırlar, kızgın bir kaynaktan sulanırlar.

6,7Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka yiyecek yoktur.

(Gaşiye/2- 7)

dost1
25. May 2014, 12:49 PM
Zakkumun fitne olmasına benzer diğer bir durum da Rabbimizin Bakara/24’te bildirdiği bir konu hakkında gerçekleşmiştir:

2,3Kişiler var ki, o gün çalışmış, yorulmuş olmasına rağmen eğilmiş, aşağılığa düşmüştür, 4,5onlar kızışmış bir ateşe yaslanırlar, kızgın bir kaynaktan sulanırlar.

6,7Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka yiyecek yoktur.

(Bakara/24)

Yukarıdaki ayetle ilgili olarak o günün müşriklerinden Ebu Cehil şu eleştiriyi yapmıştır:

Arkadaşınız [Muhammed], cehennem ateşinin, “Onun yakıtı taşlar ve insanlardır” diyerek taşları bile yaktığını iddia ediyor. Sonra da kalkıp o cehennemin içinde bir ağacın yeşerdiğini söylüyor. Hâlbuki ateş, ağacı yer, yakar, bitirir. Öyle ise o cehennemde nasıl o ağaç yeşerebilir?

Müteşabih ayetlerden henüz tevili yapılmamış olanlar hakkında Ebu Cehil gibi ortalığı bulandırmak isteyenlerin olabileceğini haber veren Rabbimiz, Âl-i Imran suresinde de, bu ayetlerin tevilinin kimler tarafından yapılması gerektiğini bildirmiştir.

“ŞEYTANLARIN BAŞLARI”

Ayette geçen “şeytanların başları” ifadesindeki “şeytanlar”, halk kültüründeki şeytan değil, boynuzlu, ibikli bir yılanın adıdır. Ayrıca çok kötü, çirkin bir bitkinin de adıdır.[6] Araplarda kötü, çirkin, iğrenç olan şeyler bu yılana, bu bitkiye benzetilir. Yapılan şeytan tasvirleri de bu yılana benzetmeden gelmektedir.

Kur’an’da cennet ve cehenneme yapılan bütün atıfların -ve insanların öteki dünyadaki durumları ile ilgili bütün tasvirlerin- mecazî oldukları unutulmamalıdır. Bizler üç boyutlu bir âlemin varlıklarıyız; idrakimiz de üç boyutla sınırlıdır. Cennet, cehennem, kısacası öbür âlemin her şeyi başka bir boyuttadır. O boyutu ancak örnekleme sanatıyla anlatmak mümkün olur. Öbür âlem bizim için gayb konusudur.

dost1
25. May 2014, 12:50 PM
Rasülüllah’a müslümanların ilki olması emredildi.

En’am/ 14

14De ki: “Gökleri ve yeri yoktan var eden, besleyen, fakat Kendisi beslenmeyen Allah’tan başka yardım eden, koruyan, yol gösteren bir yakın mı edineyim?” De ki: “Ben İslâm kişilerin ilki olmakla emrolundum.” Ve sen sakın Allah’a ortak koşanlardan olma!

En’am/ 162, 163

162,163De ki: “Benim salâtım [mâlî yönden ve destek olmam; toplumu aydınlatmak için çalışmam], kulluğum, hayatım ve ölümüm sadece Kendisinin ortağı olmayan âlemlerin Rabbi Allah içindir. Ve ben böyle emrolundum, ben Müslümanların da ilkiyim.”

Yunus/ 71, 72

71,72Bir de onlara Nûh’un önemli haberlerini oku: Hani o toplumuna: “Ey toplumum! Eğer benim makamım; görevli oluşum, size karşı çıkışım ve Allah’ın âyetleriyle öğüt verişim size ağır geliyorsa, şunu bilin ki, ben, işin sonucunu yalnızca Allah’a bırakmışımdır. Artık siz ve ortaklarınız her ne yapacaksanız toplanıp bütün gücünüzle karar veriniz. Sonra bu işiniz size dert olmasın. Sonra bana gerçekleştirin, bana süre de tanımayın. Sonra da eğer yüz çevirirseniz; zaten ben sizden bir ücret istemedim! Benim ücretim sadece Allah’ın üzerinedir. Ve ben Müslümanlardan olmakla emrolundum” demişti.

Yunus/ 104-106

104-106De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinimin ne olduğunu kesin ve tam olarak bilmiyorduysanız, iyi bilin ki, Allah’ın astlarından sizin taptıklarınıza ben tapmam. Velâkin sizin canınızı alacak olana/Allah’a taparım. Ve ben mü’minlerden olmamla ve ‘Tüm benliğini ortak koşmaktan, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten Hakk’a dönen biri olarak Din’e döndür ve sakın ortak koşanlardan olma! Ve Allah’ın astlarından sana yarar sağlamayan, zararı da dokunmayacak olan şeylere yalvarma! Buna rağmen eğer yaparsan, o zaman hiç şüphesiz sen şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerden olursun’ diye emrolundum.”

Neml/ 91-93

91-93Sen, “Ben ancak her şeyin sahibi olan ve burayı dokunulmaz kılan Mekke’nin Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Ve ben Müslüman olmamla ve Kur’ân’ı okuyup izlememle emrolundum. Artık kim kılavuzlanan doğru yola düşerse, yalnız kendisi için kılavuzlanan doğru yola düşmüş olur; kim de saparsa hemen ‘Ben sadece uyarıcılardanım.’ Ve, bütün övgüler Allah’a mahsustur; başkası övülemez. O, âyetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini size gösterecek de siz onları tanıyacaksınız” de.

–Ve Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.–

Zümer/11, 12

11,12De ki: “Ben, kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah’a kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi.”

Böylece Rasülüllah, İslam’ın, kendisine gelen vaylerin ilk uygulayıcısı oldu, hayatı hep kuran a uyma ve Kur’anı izlemekle geçti:

En’am/ 106, 107

106,107Sen Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Rabbinden sana vahyedilene uy. Ortak koşanlardan da yüz çevir. Ve eğer Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz, seni onlar üzerine bir bekçi yapmadık, sen onlar üzerine işleri belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan biri de değilsin!

Kehf/ 27

27Ve sen Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku/ izle! Rabbinin sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Ve sen O’nun astlarından bir sığınak bulamazsın.

Ankebut/ 45

45Sen, sana kitaptan vahyedileni oku/ izle ve salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek ol; toplumu aydınlatma kurumu oluştur-ayakta tut]. Kesinlikle salât [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumu], aşırılıktan, kötülükten alıkoyar. Ve Allah’ın anılması, elbette daha büyüktür. Ve Allah, yapıp ürettiğiniz şeyleri bilir.

Zuhruf/ 40- 44

40O hâlde sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut körlere ve apaçık bir sapıklık içinde bulunanlara sen mi kılavuzluk edeceksin?

41Artık eğer Biz, seni alıp götürsek bile şüphesiz Biz, onları cezalandırarak adaleti sağlarız.

42Yahut da onlara vaat ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü Biz, onların aleyhlerine güç yetirenleriz.

43Öyleyse sen, sana vahyedilene sarıl. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol üzerindesin.

44Ve şüphesiz sana vahyedilen [Kur’ân], senin için de, toplumun için de gerçekten bir öğüttür/ şan-şereftir siz ondan sorgulanacaksınız.

En’am/ 50

50De ki: “Ben size ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Görülmeyeni, duyulmayanı, geçmişi, geleceği de bilmem ben. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben yalnızca bana vahyedilene uyuyorum.” De ki: “Kör ile gören eşit olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?”

A’raf/ 203

203Onlara bir âyet getirmediğin zaman da, “Kendin onu uyduruverseydin ya!” derler. De ki: “Ben ancak Rabbimden bana ne vahyolunuyorsa ona uyuyorum.” İşte bu Kur’ân, Rabbinizden gelen kalp gözünü açacak beyanlardır, iman eden bir toplum için bir kılavuz ve bir rahmettir.

Yunus/ 104-106

104-106De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinimin ne olduğunu kesin ve tam olarak bilmiyorduysanız, iyi bilin ki, Allah’ın astlarından sizin taptıklarınıza ben tapmam. Velâkin sizin canınızı alacak olana/ Allah’a taparım. Ve ben mü’minlerden olmamla ve ‘Tüm benliğini ortak koşmaktan, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten Hakk’a dönen biri olarak Din’e döndür ve sakın ortak koşanlardan olma! Ve Allah’ın astlarından sana yarar sağlamayan, zararı da dokunmayacak olan şeylere yalvarma! Buna rağmen eğer yaparsan, o zaman hiç şüphesiz sen şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerden olursun’ diye emrolundum.”

Yunus/ 109

109Ve sen, sana vahyolunan şeye uy! Ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. Ve Allah, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.

Ahzab/ 2

2Ve Rabbinden sana vahyedilen şeylere uy. Şüphesiz Allah, sizin ne yapıp durduğunuza çokça bilgi sahibidir.

Sad/ 67- 70

67De ki: “O; Kur’an, çok büyük, önemli bir haberdir. 68Siz ondan yüz çeviriyorsunuz. 69Onlar birbirleriyle tartışırken, benim “en üstün şeylerin doldurulduğu; Kur’ân’a dair bir bilgim yok idi. 70Ancak ben, evet ben apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyediliyor.”

Ahkaf/ 8, 9

8Ya da onlar, “Kur’ân’ı, Muhammed uydurdu” diyorlar. De ki: “Eğer onu ben uydurmuşsam bana Allah’tan olacak şeye güç yetiremezsiniz; beni Allah gibi cezalandıramazsınız. O, sizin neyin içine atıldığınızı daha iyi bilir. Sizinle benim aramda tanık olarak O yeter. Ve O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”

9De ki: “Ben elçilerden ilk ortaya çıkan biri değilim. Ve ben, bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum. Ben sadece bana vahyedilene tâbi oluyorum. Ve ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”

Şûra/ 7

7İşte böylece Biz, kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur’ân vahyettik.

Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir.

Şûra/13

13Allah, dinden Nuh’a yükümlülük olarak ulaştırdığı şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Mûsâ’ya ve İsa’ya yükümlülük olarak ulaştırdığımız şeyi yaşam yolu yaptı: “Dini hayata geçirin, ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, ortak koşan kimselere ağır geldi. Allah, dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de o davet edilene kılavuzlar.

Şûra/ 51-53

51Ve bir beşer için, bir vahiy ile veya perde arkasından yahut bir elçi gönderip de izniyle/ bilgisiyle dilediğini vahyetmesi dışında Allah’ın kendisine söz söylemesi olmaz. Şüphesiz O, çok yüce ve yücelticidir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır.

52,53İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden/ Kendi işimizden olan ruhu/ Kur’ân’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nûr/ ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan Allah’ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın, bütün işler yalnız Allah’a döner.

dost1
25. May 2014, 12:51 PM
Rasülüllah’a kendisine vahyedileni izlemesi/ onu okuması emredilmiştir.

Maide/ 27, Araf/ 175, Yunus/ 71, Kehf/ 27, Şuara/ 69, Ankebut/ 45, Bakara/ 121, 151, Âli Imran/ 164, Kasas/ 59, Cuma/ 2, Talak/ 11, Beyyine/ 2, Zümer/ 71’e bakılabilir.

Ayrıca Kur’an’da (Şems/ 2) geçen “Şems (güneş)” ifadeleri mecaz anlam ile vahyi, “kamer (ay)” ifadeleri de mecaz anlam ile elçiyi ifade eder. Ki ayetlerde “güneşi izleyen ay” ifadeleri yer alır.

Rasüle itaat ne demektir?

Halis dinin yozlaşmasının başlıca nedenlerinden biri de “Rasüle itaat” konusunun yanlış anlaşılmasıdır. Rasül’e itaat, Rasülüllah’ın dine koyduğu ilkeleri kabullenmek; reddetmemek olarak anlaşılmaktadır. Bu konu üzerinde hassasiyetle durulması gerekmektedir. Önce ayetlere göz atalım.

Âl-i Imran/ 32,

31De ki: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız o zaman bana uyun ki, Allah sizi sevsin ve günahlarınızı sizin için bağışlasın. Ve Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.”

32De ki: “Allah’a ve Elçi’ye itaat edin!” Artık yüz çevirirlerse, biliniz ki, şüphesiz Allah, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseleri sevmez.

Âl-i Imran/ 132

130Ey iman etmiş kimseler! Kat kat artırılmış olarak ribayı [emeksiz, hizmetsiz, risksiz kazancı] yemeyin. Kurtuluşa ermeniz için Allah’ın koruması altına girin. 131Kâfirler; Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler için hazırlanmış olan ateşten de sakının. 132Merhamet olunmanız için Allah’a ve Elçi’ye itaat edin.

Nisa/ 59

59Ey iman etmiş kimseler! Allah’a itaat edin, Elçi’ye ve sizden olan emir sahiplerine/ anayöneticiye itaat edin. Sonra, eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi’ye havale edin. Bu, daha iyidir ve en uygun çözümü bulmak bakımından daha güzeldir.

Maide/ 92

92Ve Allah’a itaat edin, Elçi’ye itaat edin ve sakınıp tedbirli olun. Artık eğer uzak durursanız, biliniz ki, Elçimize düşen sadece apaçık tebliğdir.

Enfal/ 1

1Sana, savaşın bahşişlerinden soruyorlar. De ki: “Enfâl/ savaş bahşişleri Allah ve Elçisi/ kamu içindir. Onun için siz, mü’minler iseniz, Allah’ın koruması altına girin, birbirinizle aranızı düzeltin ve de Allah’a ve Elçisi’ne itaat edin.

Enfal/ 20,21

20Ey iman etmiş kimseler! Allah’a ve Elçisi’ne itaat edin. İşitip dururken ondan yüz çevirmeyin! 21Vahye kulak asmadıkları hâlde “İşittik/ vahye kulak verdik” diyenler gibi de olmayın!

Enfal/ 46

46Yine Allah’a ve O’nun Elçisi’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız ve gücünüz-canınız gider. Ve sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.

Nur/ 54

54De ki: “Allah’a itaat edin, Elçi’ye de itaat edin.” Artık, eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki o’nun üzerine olan, sadece kendisinin yüklendiğidir. Sizin üzerinize de, size yüklenendir. Eğer Elçi’ye itaat ederseniz, kılavuzlandığınız doğru yola girersiniz. Elçi’nin üzerine olan da, sadece apaçık mesajı iletmektir.

Nur/ 56

56Ve rahmet olunmanız için salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olun; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/ vergiyi verin ve o Elçi’ye itaat edin.

Muhammed/ 32

32Şüphesiz ki Allah’ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan, Allah’ın yolundan alıkoyan ve kendilerine doğru yol açıkça belli olduktan sonra Elçi’ye karşı gelen şu kişiler; onlar, Allah’a hiçbir şekilde zarar veremezler. Ve Allah, onların işlerini boşa çıkaracaktır.

Mücadele/ 13

13Başbaşa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten korktunuz mu? İşte, yapmadınız. Ve Allah, sizin bilinçle hatadan dönüşünüzü kabul etti. Artık salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olun; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/ verginizi verin, Allah’a ve Elçisi’ne itaat edin. Ve Allah, yaptıklarınıza en çok haberi olandır.

Teğabün/ 12

12Ve Allah’a itaat edin, Elçi’ye de itaat edin. Artık yüz çevirirseniz bilin ki Elçimize düşen apaçık bir tebliğdir.

Bu ayetlerin hepsi Medenidir; yani Medine döneminde inmiştir. Hatta savaş ortamlarında inmiştir. Rasülüllah Medine’de artık sadece bir elçi değildir. Devlet başkanıdır, askerî komutandır, hakimdir; kısacası Ülülemr’dir. Bu ayetlerin yer aldığı paragraf, pasaj incelenirse, Rasülüllah’ın kendisine vahyedilmiş ayetler çerçevesinde devlet başkanı, ordu komutanı sıfatıyla kararlar alıp uygulamaya çalıştığı, çevresinde bulunanların muhalefet ettikleri veya gevşek davrandıkları bu nedenle de Rabbimizden “Rasüle itaat edin”, “Rasüle itaat Allah’a itaattır” diye azar işittikleri görülkmektedir. Başka bir ifadeyle çevresindeki itiraz edenlere, karşı çıkanlara, “onun aldığı kararlara; yaptığı içtihatlara saygılı davranmaları, özellikle bu âyetlerin bulunduğu bağlamlarda, devlet reisi, ordu komutanı sıfatlarını da taşıması hasebiyle Elçi’ye askerî ve idarî alanlarda ters harekette bulunmamaları” emredilmiştir.

Ahzab/ 36

36Ve Allah ve Elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiçbir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde serbestlik yoktur. Ve kim Allah’a ve Elçisi’ne isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır.

Görüldüğü üzere “Rasüle itaat”, Rasülüllah’ın sağlığında yürüttüğü, devlet başkanlığı, ordu komutanlığına yöneliktir. Bu gün Rasüle itaat mümkün değildir. Rasülüllah karşımızda olsa da Marufta kararlar alıp bize iletse işte o zaman, bize, “emrin başım gözüm üstüne, anam babam feda olsun ya rasülellah” demek düşer. Ona ne muhalefet ederiz ne de itaatsizlik.

Nur/ 51

51Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Elçisi’ne davet edildiklerinde mü’minlerin sözü ancak “İşittik ve itaat ettik” demeleri oldu. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

59Ey iman etmiş kimseler! Allah’a itaat edin, Elçi’ye ve sizden olan emir sahiplerine/ anayöneticiye itaat edin. Sonra, eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi’ye havale edin. Bu, daha iyidir ve en uygun çözümü bulmak bakımından daha güzeldir.

(Nisa/ 59)

Âyette, Sonra eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi’ye havale edin buyurulmaktadır. Bu âyetin ilk muhatapları, Rasûlullah’ın hayatta olduğu ve Kur’ân’ın tamamlanmadığı bir dönemde yaşayan mü’minler idi. Onların, ihtilafa düştükleri bir meseleyi Allah’a havale etmeleri, “Allah’tan problemlerinin çözümüne dair âyet beklemeleri”dir. Rasûlullah’a havale etmeleri ise, “Rasûlullah’tan, daha evvel inmiş âyetler çerçevesinde problemlerine bir çözüm üretmesini istemeleri”dir. Çünkü kendileri Rasûlullah gibi hâmil-i Kur’ân, hâfız-ı Kur’ân değillerdi.

Bugün ise mü’min; her problemi, her anlaşmazlık ve uyuşmazlığı tamamlanmış olan Kur’ân’a havale etmek, problemi Kur’ân hükümleri ile çözmek durumundadır. Zira Allah, bundan sonra yeni bir âyet indirmeyecek, başka bir Rasûl göndermeyecektir. Artık Allah, insanlığı Kur’ân ile başbaşa bırakmıştır.

6-8Bundan böyle sende bilgi birikimi sağlayıp onu başkalarına ulaştırtacağız sonra da sen unutmayacaksın/ terk etmeyeceksin. Ancak Allah dilerse başkadır. Kuşkusuz ki O, açığı da bilir, gizliyi de. Ve sana “En Kolay Olan”ı/ seni en çok mutlu edecek olan şeyleri kolaylaştıracağız.

(A’la/ 6-8)

dost1
25. May 2014, 12:52 PM
Rasülüllah Gaybı Bilmezdi

Peygamberperestler Rasülüllah’ı övebilmek için Rasülüllah’ın gaybi bildiğine dair binlerce senaryo üretmişlerdir. Onların burada sayımını yapmıyacağız. Herkes bunların birçoğunu biliyor zaten. Biz bu konuda Kur’an’da yer alan ayetleri sunuyoruz:

En’am/ 50

50De ki: “Ben size ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Görülmeyeni, duyulmayanı, geçmişi, geleceği de bilmem ben. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben yalnızca bana vahyedilene uyuyorum.” De ki: “Kör ile gören eşit olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?”

A’raf/ 188

188De ki: “Ben kendim için Allah’ın dilediğinden başka ne bir yarar elde etmeye, ne de bir zararı önlemeye yetkin değilim. Ben eğer görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği bilseydim, elbette ben hayırdan çoğaltmak isterdim. Ve bana hiçbir kötülük bulaşmamıştır. Ben ancak bir uyarıcı ve iman eden bir topluma müjdeleyenim.”

Yunus/20

20Ve onlar, “Ona Rabbinden bir alâmet/ gösterge indirilseydi ya!” diyorlar. “Görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği bilmek kesinlikle Allah’a aittir. Hadi bekleyin. Şüphesiz ben sizinle birlikte bekleyenlerdenim” deyiver!

dost1
25. May 2014, 12:54 PM
Rasülüllah’ın Sağlığındaki görevleri

Kur’an’a baktığımızda tüm elçilerin görevinin Tebliğ, tebyin- tebeyyün, inzar, öğüt- nasihat verme ve müjdeleme olduğunu görmekteyiz.

TEBLİĞ görevi

Tebliğ, “taşımak, eriştirmek” demektir. Bu görev elçilerin asli görevlerinin başında gelir. Kur’an’da birçok ayette (Enam/ 19, Maide/ 67,92, 99, A’raf/ 63, 68, 79, 93, Ahkaf/ 23, Ahzab/ 39, Hud/ 57, Cinn/ 27, Teğabün/ 12, Şura /48, Al-i /Imran/ 20, Ra’d /40, Nahl/ 35, 82, Nur/ 54, Ya Sin /17, Ankebut/ 18, Tekvir/ 24) bu konu edilmiştir.

TEBYİN (açığa çıkarma)- TEBEYYÜN (sürekli açıkta tutma) görevi

Rasülüllah’ın görevlerinden biriside Kur’an’ın Tebyin ve tebbeyyünüdür.

Kur’an ayetleri, Rasülüllah’ın hafızasına kaybolmayacak, unutulmayacak şekilde Rabbimiz tarafından yerleştirilmiştir (A’la/ 6-8). Rasülüllah Kur’an’ın hafızıdır. Kendisine gelen konularda, daha evvel inmiş Kur’an ayetlerini ortaya koyarak toplumu aydnlatırdı. Ve sürekli olarak Kur’an’ı okur ve okutarak toplumda meydanda tutardı.

Bu konuya dair ayetleri yine Kur’an’da (Nahl/ 39, 44, 64, 92, Zuhruf/ 63, A’raf/ 187, İbrahim/ 4) görmekteyiz.

Bazıları Rasülüllah’ın bu görevini, “Ayetleri açıklamak” şeklinde kabul ederler. Bu anlayış hem ayetteki sözcüklerin anlamına aykırıdır hem de Allah’a acziyet izafe etmektir. Kısacası Allah’ın açıklayamadığı, açıklamaktan aciz kaldığı ayetlerin Rasülüllah tarafından daha iyi daha güzel açıklandığını kabullenmektir. (Hâşâ)

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Rasülüllah’ın, din, iman, hukuk, felsefe, edebiyat açılarından bir uzmanlığı da yoktu. Kur’an, ise mübîndir; Allah tarafından en güzel biçimde açıklanmış, tefsir edilmiş, kimsenin açıklamasına, tefsirine bırakılmamış bir kitaptır.

BEŞİR (Müjdecilik) görevi

Meryem /97, Şura/ 23, Bakara/ 25, 155, 222, Tevbe/ 112, Yunus/ 2, Hac/ 27, 34, Ahzab/ 47, Zümer/ 17, Saff/ 13, Ya-Sin/ 11, Mâide/ 19, Fetih/ 8.

NEZİR (uyarıcılık) görevi

Meryem /39, 97, En’am/ 51, 19, 92, Enbiya/ 45, A’raf/ 2, 63, 69, 184, 188, Kasas/ 46, Secde 3, Ya Sin/ 6, Şura/ 7, Müm’in/ 15,18, Yunus/ 2, Hud /12, İbrahim/ 44, Şuara /115, 214, Müddessir/ 2, Mâide/ 19, Hıcr /89, Hacc/ 49, Ankebut/ 50, Kaf/ 2, Naziat/ 45, Ra’d/ 7, Sad /4, 65, 70, Fatır /23, 24, 27 Mülk /26, Furkan/ 56, Fetih/ 8, Fussılet/ 4, Sebe/ 28, Ahzab/ 45, İsra/ 105, Ahkaf/ 9, Bakara/ 119.

NASİH – Müzekkir (Öğütçü)

Rasülüllah’ın ve tüm elçilerin görevlerinden bir tanesi de Kur’an ile öğüt verme işidir.

Kaf/ 45

45Biz, onların söylediklerini daha iyi biliriz. Ve sen, onların üzerinde zorlayıcı değilsin. O hâlde sen, Benim tehdidimden korkan kimselere Kur’ân ile öğüt ver.

Ayrıca, En’am/ 70, Zariyat/ 55, Tur /29, A’la/ 9, Ğaşiye/ 21, A’raf/ 62, 68, 79, 93, Tevbe/ 91, Hud/ 34. ayetler.

Tesbih (Allah’ı noksan sıfatlardan arındırma) görevi

Tüm peygamberler gibi Rasülüllah da şirk içinde yüzen bir topluma elçi gönderildi. Toplumun Allah inancı ve Allah’ın Rabblik, ilahlık sıfatlarında yanlış inanış ve ya kabullenmeme vardı. Elçiler Allah’tan aldıkları güvenilir bilgilerle; vahylerle toplum huzuruna çıkıp Allah’a sürülen karaları temizlemekle görevliydiler: Al-i Imran/ 41, Hıcr/ 98, Ta Ha/ 130, Furkan/ 58, Mü’min/ 55, Kaf/ 39, 40, Tur /48, 49, Vakıa/ 74, 96, Hakka/ 52, A’la/ 1, Nasr/ 3, İnsan 26.

HADİ (Kılavuzluk) görevi

Rasülüllah’ın bir görevi de topluma kılavuzluk etmesidir.

Bu görevi şu ayetlerde görmekteyiz: Şûra/ 52, Ra’d/ 7, Rum/ 53 ve Neml 81.

Hâkimlik/ kadılık-hakemlik görevi

Rasülüllah’ın bir görevi de toplumda hakemlik ve hâkimlik yapmasıdır. Rasülllah Medine’deki oluşturulan mü’minlerin devletinde, Allah’ın indirdiği vahyler doğrultusunda hakemlik ve hâkimlik de yapacaktır; yapmıştır da.

105Şüphesiz Biz, Bizim sana gösterdiğimiz gibi insanlar arasında hükmedesin diye Kitab’ı hak olarak indirdik. Sen de hainler için savunucu olma! 106Ve Allah’tan bağışlanma dile. Şüphesiz, Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edendir. 107Kendilerine hainlik edenleri de savunma. Şüphesiz Allah, aşırı derecede hainlik eden günahkârları sevmez.

Nisa/ 105-107

48Sana da Tevrât’ın bir bölümünden kendisinin içinde konu edilenleri doğrulayan ve onları kollayıp koruyan olarak hak ile Kitab’ı/ Kur’ân’ı indirdik. Öyleyse onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen haktan saparak onların arzu ve heveslerine uyma. Ve Biz, sizden hepiniz için bir yol haritası/ toplu yaşam ilkeleri ve geniş, aydınlık bir yol belirledik. Ve eğer Allah dileseydi sizi tek bir önderli toplum yapardı, fakat size verdiklerinde sizi yıpratmak/ denemek için böyle yapmadı. Öyleyse iyiliklere yarışın. Hepinizin dönüşü yalnızca Allah’adır. Sonra O, kendisi hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.

49Sen, yine aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet, onların tutkularına uyma. Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni davandan vazgeçirerek ateşe atmalarından sakın. Artık sırt çevirirlerse, artık bil ki şüphesiz Allah, bir kısım günahları sebebiyle/ günahlarının acısıyla onları musibete uğratmak istiyor. Ve şüphesiz insanlardan pek çoğu kesinlikle hak yoldan çıkan kimselerdir.

Maide/ 48,49

64De ki: “Sizi ondan ve her sıkıntıdan Allah kurtarır. Sonra da siz ortak koşarsınız. 114Ve O, size Kur’ân’ı ayrıntılı/ hak-bâtıl ayrılmış olarak indirdiği hâlde, Allah’tan başka bir hakem mi arayayım?” Ve kendilerine Kitap verdiğimiz şu kişiler, Kur’ân’ın şüphesiz Rabbinden hak ile indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde sen onların bu kitabın Allah tarafından indirildiğini bildikleri hususunda sakın şüphecilerden olma.

En’am/ 64, 114

23Kendilerine Kitap’tan bir nasip verilmiş olan şu kimseleri görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Onlar, aralarında hüküm vermek için Allah’ın kitabına çağrılıyorlar, sonra onlardan bir kısmı, mesafelenerek geri duruyorlar.

Âl-i İmrân/23

213İnsanlar tek bir önderli toplum idi de Allah müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere peygamberler gönderdi ve anlaşmazlık ettikleri konularda insanlar arasında hükmetsinler diye onların beraberinde hak ile kitap indirdi. Ve sırf o Kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra aralarındaki azgınlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, Kendi bilgisi gereği, iman edenlere, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka kılavuz oldu. Ve Allah, dilediği kimseyi/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar.

Bakara/213

Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere Rasülüllah, kendi görüşüne göre herhangibir hüküm koymamış, Allah’ın hükümlerine ortak olmamış, Allah’ın koyduğu hükümlerle hüküm vermiştir. Aynı mahkemelerdeki hâkimlerin, yasa koyucunun koyduğu hükümlerle hüküm vermeleri gibi.

Bu görevler, sağlığında yaptığı, yapmakla yükümlü tutulduğu görevlerdir. İrtihalleriyle bu görevler son bulmuştur.

dost1
25. May 2014, 12:55 PM
Dikkate alınması gereken bir diğer noktada şunlardır:

Rasülüllah’a tarih ile ilgili, dini konular ile ilgili yüzlerce soru sorulmuştur. Misyonu ve tebliğ ettiği mesajlar sorgulanmış ve yargılanmıştır. Bir de yüzlerce soru sorulacak pozisyon oluşmuştur. Bunların tümüne; sorulan sorulara ve süal-i mukadderlere, sorgulamalara, yargılamalara cevabı Rasülüllah değil bizzat Allah vermiştir. Çünkü Rasülüllah’ın kendisinin o sorulan soruları cevaplayacak birikimi yoktu. Bunlar Kur’an’dan görülebilir. Kur’an’da 232 tane “kul (de ki)” ifadesi yer alır.
Maide/101’de de tüm sorunları Allah’ın çözeceği, Rasülüllah’ın bir katkısının olmayacağı yer alır:
Maide/101:

101Ey iman etmiş kimseler! Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek olan şeylerden sormayın/ istemeyin. Eğer onlardan Kur’ân indirilirken sorarsanız/ isterseniz de size açıklanır. Allah, onlardan geçmiştir, onları bağışlamıştır. Ve Allah, çok bağışlayan ve çok yumuşak davranandır.

Rasülüllah’ın din kültürü olmadığından; kendisine vahyedilenler hakkında yeterli bilgiye sahip değildi. Bu durumda Rabbimiz kendisini, bilgilenmesi için vahy kültürü olan bilginlere yönlendirmiştir.
Yunus/94, 95:

94,95Artık, sana indirdiğimiz şeylerin bir kısmına dair kesin, yeterli bilgin yok idiyse, hemen senden önce kitap öğrenip öğreten kimselere sor! Andolsun ki sana Rabbinden hak gelmiştir. O hâlde sakın şüphe edenlerden olma! Sakın Allah’ın âyetlerini yalanlayanlardan da olma, sonra zarara/kayba uğrayıp acı çekenlerden olursun.

Ayrıca din; hukuk, sosyoloji konularında bilgili olmadığından aile içi sorunları hakkında bile kendisi herhangi bir hüküm vermemiş, Rabbimiz hüküm indirmiştir. Ahzâb, Tahrim ve Nûr surelerinde ayrıntıları görülebilir.
Hadid/25-27. Ayetlerden oluşan pasaj ise tüm peygamberlerin misyonunu ortaya koymaktadır:

25Andolsun ki Biz, elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların hakkaniyeti ayakta tutmaları ve Allah’ın, dinine ve elçilerine, kimse kendilerini görmediği ve tanımadığı yerlerde yardım edenleri bildirmesi/ işaretleyip göstermesi için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz, kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlar için yararlar bulunan demiri de indirdik. Şüphesiz Allah, çok kuvvetlidir, mutlak üstündür.

26Ve andolsun Nûh’u ve İbrâhîm’i elçi gönderdik, peygamberliği ve kitabı bu ikisinin soyları içinde devam ettirdik. Sonra da onlardan bir kısım doğru yolu bulan, onlardan birçoğu da hak yoldan çıkmış kimselerdir.

27Sonra, bunların izinden ardarda elçilerimizi gönderdik. Meryem oğlu Îsâ’yı da arkalarından gönderdik; kendisine İncîl’i verdik ve o’na uyan kimselerin kalplerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlık; onu, onların üzerine Biz yazmadık. Sadece Allah rızasını kazanmak için ortaya çıkardılar. Sonra da buna gereği gibi riâyet etmediler. Sonra da Biz, onlardan iman eden kimselere karşılıklarını verdik. Onlardan pek çoğu da hak yoldan çıkmış olanlardır.

Bu âyetlerde, Allah’ın rahmeti gereği insanlar için yaptıklarının bir bölümü; yukarıda konu edilen, musibetlerin kitapta yer alışı beyân edilmektedir. Buna göre Allah, insanların dünya ve âhirette kendilerini musibetlerden koruyabilmeleri için onlara iyiyi-doğruyu, yararlıyı-zararlıyı öğretecek apaçık kitabı, kitabın içinde de insanları dünya ve âhirette tüm musibetlerden kurtaracak ilkeleri indirdiğini ve elçi gönderdiğini bildirmektedir. Burada, elçiliğin misyonu da ortaya konulmuştur.

Âyetten açıkça anlaşıldığına göre elçilerin görevi, sadece tebliğ edip kenara çekilmek değil; ilâhî ilkeleri yaşatmak için organize olmak, Allah’tan gelen ilkeleri hayata geçirerek insanları zulümden, kargaşadan, kan dökmekten kurtarmak, mutlu ve huzurlu yaşamalarını sağlamaktır.

dost1
25. May 2014, 12:56 PM
AKSİ İDDİALAR

Bilindiği üzere peygamberperestler; Rasülüllah’ı kul ve elçilikten Rabbliği ilahlığa; şâriliğe terfi ettirenler, Rasülüllah’ın da Allah gibi dinde hükümler; haramlaştırma helalleştirme yaptığını, ayetleri yorumladığını iddia ederler. Bunlar şirk koştuklarının bilincine varmasalar da akılları sıra bazı ayetleri yanlış çevirerek veya yanlış yorumlayarak sapkın inançlarına malzeme yaparlar.

Bu konuya ait kullandıkları ayetler:

“O nefsani bir arzudan dolayı konuşmaz, O ancak vahyedilmekte olan bir vahiydir.”

(Necm/ 3,4)

Görüldüğü gibi, iddialarına malzeme yaptıkları ayetlerin meali doğru değildir. Ayetlerin doğru meali şöyledir:

1Gurup gurup inmiş âyetlerin her bir inişini kanıt gösteririm ki 2arkadaşınız sapmamıştır, azmamıştır. 3O, boş iğreti arzusundan da konuşmuyor. 4Onun size söyledikleri; inen o ayet gurupları, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir.

Necm/1-4

“(Onları) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye.” (Nahl/ 44)

“Ey kitap ehli! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada “Bize ne müjdeleyici bir peygamber geldi, ne de bir uyarıcı” demeyesiniz diye, işte size (hakikatı) açıklayan elçimiz (Muhammed) geldi. (Evet,) size bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Maide 19)

Nahl ve Maide suresindeki bu ayetlerdeki tebyin, müjdeleme ve uyarma görevlereini çarpıtmış bulunmaktadırlar. Yukarıda da gösterildiği gibi, ayetleri doğru meallleri ise şöyledir:

43,44Ve Biz, senden önce de, sadece kendilerine vahyettiğimiz olgun insanları açık kanıtlarla ve yazılı belgelerle elçi olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız, haydi Tevrât ve İncîl’i bilen bilginlere sorun. Biz sana da o öğüdü/ Kur’ân’ı, kendilerine indirilmiş olanı ortaya koyman için, onların da iyiden iyiye düşünmeleri için indirdik.

Nahl/ 43, 44

19Ey Kitap Ehli! Elçilerin arasının kesildiği bir sırada, “Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi” demeyiniz diye, size tebyîn yapan/ açıkça ortaya koyan Elçimiz geldi. İşte kesinlikle müjdeleyici ve uyarıcı size geldi. Allah, her şeye en çok gücü yetendir.

Mâide/19

Allah elçisini din koymakta Allah’a ortak koşanlar, hüküm verme ile hüküm koymayı ayıramayarak şu ayetleri kendilerine malzeme yapmaktadırlar. Kendi meallerinden sunuyoruz:

“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde, mü’minlerin sözü ancak ‘işittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.”

(Nur/ 51)

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”

(Ahzab/ 36)

Ayetlerin doğru mealleri:

51Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Elçisi’ne davet edildiklerinde mü’minlerin sözü ancak “İşittik ve itaat ettik” demeleri oldu. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

(Nur/ 51)

Ayetin yer aldığı pasajda, önce münâfıkların tavırları ve konumları, sonra da mü’minler konu edilmiştir: Münâfıklar, “Allah’a ve Elçi’ye inandık ve itaat ettik” diyorlar. Sonra da onlardan bir grup, geri duruyor, bunlar mü’min değillerdir. Ve aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Elçisi’ne çağrıldıkları zaman, onlardan bir grup mesafelenip gitmektedir. Ama eğer hakk kendi lehlerine ise, o’na gönülden bağlı kimseler olarak gelmektedirler.

Bunların bu davranışı, kalplerinde bir hastalık olmasından mı, şüpheye düşmelerinden mi, Allah ve Elçisi’nin kendilerine hakksızlık edeceğinden korkmalarından mı? Bilakis onlar, zâlimlerin ta kendileridir!

Rasûlullah emrettiği takdirde savaşa çıkacaklarına dair en ağır yeminleriyle Allah’a yemin eden münâfıklar, Yemin etmeyin. İtaat, ma‘rûftur! Şüphesiz Allah, yaptıklarınıza haberdardır. Allah’a itaat edin, Elçi’ye de itaat edin. Artık, eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, o’nun üzerine olan, sadece o’nun yüklendiğidir. Sizin üzerinize de, size yüklenendir. Eğer o’na itaat ederseniz, hidâyete erersiniz. Elçi’nin üzerine olan da, sadece apaçık tebliğdir diye uyarılmaktadırlar.

Mü’minler ise –münâfıkların aksine– aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Elçisi’ne davet edildiklerinde ancak “İşittik ve itaat ettik” derler. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

Pasajda münâfıklar ve mü’minlerin durumları açıklandıktan sonra kısa ama evrensel bir mesaj verilmektedir: Kim Allah’a ve Elçisi’ne itaat eder, Allah’a haşyet duyar ve O’na takvâlı davranırsa, işte onlar başarıya ulaşanların ta kendileridir.

36Ve Allah ve Elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiçbir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde serbestlik yoktur. Ve kim Allah’a ve Elçisi’ne isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır.

Ahzâb/ 36

Bu âyette yine Allah’ın değişmez bir ilkesine dikkat çekilmektedir: Allah ve Elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiç bir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde serbestlik yoktur. Ve kim Allah’a ve Elçisi’ne isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır.

Bu âyette ümmete, Allah’ın ve Rasûlullah’ın aldığı bir karara itiraz etmemeleri emredilmektedir ki bu, İslâm’ın temel ilkelerinden biridir. Buna göre hiç bir Müslüman, Allah ve Rasûlü’nün hüküm verdiği bir konuda muhayyer değildir. O konuda Allah’a ve Elçisi’ne teslim olması gerekir. Buradaki Elçi’ye teslimiyet, “Rasûlullah’ın Allah’ın âyetleri çerçevesinde almış olduğu kararlara uyma noktasında”dır.

Zaten Allah Elçisi’nin, Allah’ın koyduğu ilkelere uymayan bir karar alması söz konusu olamaz:

12Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, herkesçe kabul gören/ vahye uygun hususlarda sana isyan etmemeleri üzerine bağlılık yemini ederek gelirlerse, hemen onların bağlılık yeminlerini al ve onlar için Allah’tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

(Mümtehine/ 12)

65Artık, hayır! Rabbine andolsun ki onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadıkça ve tam bir güvenlikle güvenlik sağlamadıkça iman etmiş olamazlar.

(Nisâ/ 65)

63Aranızda Elçi’yi çağırmayı, bazınızın bazınızı çağırışı gibi yapmayın. Saklanarak sıvışıp gidenleri Allah kesinlikle bilmektedir. Bu sebeple, O’nun emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir sosyal yangının isabet etmesinden veya kendilerine çok acıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar.

(Nûr/ 63)

Bu âyetin direkt muhatabı, o günkü Müslümanlar olup hüküm de, Rasûlullah’ın aldığı savaş kararları ve Rasûlullah’ın Zeyneb’i Zeyd ile evlendirme kararıdır. Âyetin endirekt muhatabı olan bugünkü Müslümanlar için ise hüküm, kamu otoritesi tarafından Allah’ın âyetleri çerçevesinde alınan kararlardır. Müslüman olduğunu ileri süren kimse, Allah’a ve Allah’ın âyetleri ışığında alınmış karara boyun eğmelidir. Aksi takdirde imanı sorgulanmaya açık hâle gelir.

Bu âyette, karar öncesi Rasûlullah ile istişare imkânı ortadan kaldırılmamıştır. Ama Rasûlullah bir karar aldığında, artık ona düşen Allah’a tevekkül etmektir, karardan caymak değildir.

Görüldüğü üzere bu ayetler geçen, hüküm koymak değil vahylerin öngördüğü çerçevede hüküm vermektir. Rasülüllah da Allah’ın indirdiği ile hükmetmekle yükümlü olup eğer ki böyle yapmayacak olursa Maide/ 44, 45, 47. ayetlerdeki “…Ve kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselerin ta kendileridir.”, “…Ve kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar yanlış; kendi zararlarına iş yapanların ta kendileridir.”, “…Kim, Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, artık işte onlar, hak yoldan çıkanların ta kendileridir” tehditlerine muhatap olur.

dost1
25. May 2014, 01:03 PM
Rasülüllah’ın HARAM KOYMA YETKİSİ olup olmadığı

Rasülüllah’a dinde ilke koyma (haramlaştırma-helalleştirme) yetkisi tanıyanlar, yine kendi inançlarına bazı ayetleri malzeme yapmışlardır. Bunları kendi ifadeleri ile sunuyoruz:

Birinci ayet:

“Resul size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının, Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr/ 7)

İşin aslı ve ayetin tamamı ise şöyledir.

7,8Allah’ın, o kent halkından, Elçisi’ne verdiği fey’ler [savaşmadan zahmetsizce elde edilen gelirler], içinizden yalnız zenginler arasında devlet; gücün getirdiği refah olmasın diye Allah’a, Elçi’ye, yakınlık sahiplerine; göç eden fakirlere –ki onlar, Allah’ın armağan ve rızasını ararken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah’a ve Elçisi’ne yardım ederler. İşte onlar, doğruların ta kendileridir–, yetimlere, miskinlere, yolcuya aittir. Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah’ın koruması altına da girin. Şüphesiz Allah, kovuşturması/ azabı çok çetin olandır.

Bu âyetlerde konu edilen şudur: Feylerin, kamu maliyesine ait olmasına gerekçe olarak, toplumda zenginlerin güç oluşturmaması, kartellerin ve tröstlerin yaratılmaması, refahın paylaştırılması gerektiği gösterilmiştir.

İşte bu gerekçe ile kuşatmaya katılan savaşçılara, Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah’a da takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, kovuşturması/ azabı çok çetin olandır denilerek, bu uygulamanın insanlık için yararlı olduğu bildirilmiştir.

Bazıları, fey ile ilgili âyeti paragraftan ayrı ele alarak Peygamber’e teşrî yetkisi vermişlerdir ki bu, dinin yozlaştırılması demektir. Hâlbuki âyet fey’in taksimatına yönelik olup, “Rasûlullah fey konusunda ne yaparsa ona saygılı olun, verdiğini alın, vermediğini istemeyin” demektir.

Tahrim/ 1

1Ey Peygamber! Eşlerinin rızalarını arayarak Allah’ın helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haramlaştırıyorsun? Ve Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

İkinci ayet:

A’raf/ 156, 157

156-157 “Bu dünyada ve ahirette bizim için güzel olanı yaz; biz Sana yöneldik” dedi. Allah: “Azabıma dilediğim kimseyi uğratırım, rahmetim herşeyi kaplamıştır; bunu Allah’a karşı gelmekten sakınanlara, zekat verenlere, ayetlerimize inanıp, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları, okuyup yazması olmayan peygambere uyanlara yazacağız. O peygamber, onlara, uygun olanı emreder ve fenalıktan meneder, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılar, onların ağır yüklerini indirir, zor tekliflerini hafifletir. Bu peygambere inanan, hürmet eden, yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar yok mu? İşte onlar saadete erenlerdir” dedi.

Maide/ 15

Ey Kitap ehli! Kitap’dan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Doğrusu size Allah’tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir.

Tevbe/ 29

Kitap verilenlerden, Allah’a, ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.

Bu meallere göz attıktan sonra bir de bu fakirin meallerini görelim:

Araf/ 156, 157

156,157Allah diyor ki: “Benim azabım var; onu dilediğime dokundururum, rahmetim de var; o ise her şeyi kuşatmıştır. Onu da özellikle Allah’ın koruması altına girenlere, zekâtını; vergisini verenlere ve âyetlerimize inananlara; kendilerine iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine serbestleştiren, kirli, pis ve kötü şeyleri de üzerlerine yasaklayan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrât ve İncîl’de yazılmış bulacakları Anakentli/ Mekkeli Peygamber, o Elçi’ye uyan kimselere yazacağım. O hâlde, O’na iman eden, O’na kuvvetle saygı gösteren, O’na yardımcı olan ve O’nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”

Maide/ 15, 16

15,16Ey Kitap Ehli! Kesinlikle, Kitap’tan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açığa koyan, çoğundan da vazgeçen Bizim Elçimiz size geldi. Kesinlikle size, Allah’tan bir ışık ve apaçık bir Kitap geldi. Allah, o Kitapla kendi rızasına uyanları selâmet yollarına kılavuzlar. Onları Kendi bilgisi ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola kılavuzlar.

Tevbe/ 29

29Kendilerine Kitap verilenlerden, Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Elçisi’nin haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimseler ile, alçalmış oldukları hâlde cizye verene kadar savaşın.

Rabbimiz bu ayetlerde peygamberlere gelen vahyin evrensel hükümler içerenleri hariç, yöresel ve süreli olanlarından bazısının kaldırılması meselesine işaret etmektedir. Buna göre, Rabbimiz daha evvel gönderdiği kitaplardaki yöresel ve süreli ilkeleri kaldırıp onların yerine Kur’an ile evrensel ve tüm zamanlara yönelik ilkeleri getirmiştir.

Bu ayetlerde “çoğundan da vazgeçen” ve “sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren” ifadesiyle Tevrat’ın tamamının Kur’an’da tekrarlanmadığı bildirilmektedir. Burada “vazgeçilen bölüm” ile kastedilen, “Tevrat’ta yer alan, İsrailoğullarını doğrudan hedef alan evrensel olmayan uyarılar, o zaman ki yaptıkları işler ve bunlara yapılan uyarılar, onlara nakledilen kıssalar vs. cinsinden şeyler”dir.

Bu ayetlerde konu edilen Rasülüllah’ın yasaklaması ve serbestleştirmesi konusunu anlayabilmek için, iki noktaya dikkat edilmesi gerekir.

Birincisi: Rasülüllah neyi yasaklıyormuş, neyi serbestleştiriyormuş ve bunu kimlere yapıyormuş.

Âl-i Imran/ 93-95

93,94Tevrât indirilmeden önce, İsrâîl’in/ Ya‘kûb’un kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrâîloğulları için helal idi. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, hemen Tevrât’ı getirip de onu okuyun. Artık kim bundan sonra Allah’a karşı yalan uydurursa, artık işte onlar yanlış, kendi zararlarına iş yapanların ta kendileridir.”

95De ki: “Allah doğru söylemiştir. Öyle ise ortak koşmaktan, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten vazgeçen biri olarak İbrâhîm’in dinine uyun. Ve o, ortak koşanlardan değildi.”

Nisa/ 160, 161

160,161Sonra da Yahudileşen kimselerden olan haksız davranışlar, onların birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları hâlde riba almaları [emeksiz, hizmetsiz, risksiz kazanç sağlamaları] ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle kendilerine helâl kılınmış temiz şeyleri haram kıldık. Ve Yahudileşenlerden kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olanlara can yakıcı bir azap hazırladık.

En’am/ 146

146Ve Biz Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşınan, ya da kemiğe karışan yağlar dışında, sığır ve koyunun yağlarını da onlara haram ettik. Bu, saldırganlıkları yüzünden Bizim onları cezalandırışımızdır. Ve Biz, elbette doğrularız.

Nahl/ 118

118Biz sana anlattıklarımızı [leş, kan, domuzun etini], daha önce Yahudilere de haram kılmıştık. Ve Biz onlara haksızlık etmedik. Ama onlar şirk koşarak kendilerine haksızlık ediyorlardı.

Daha evvel ayetlerde gördüğümüz gibi Rasülüllah, İsrailoğullarının inançlarıyla, tarihleriyle ilgili bilgiye sahip değildi. Onlara ait hiç kitap da okumuş değildi. Onların geçmişlerine ve inançlarına ait bilgileri Kur’an’dan öğrendi.

İkincisi: yasaklayan kişinin statüsüdür. Yasaklamayı “elçi” yapmaktadır. Halbuki “elçi”, “mesaj taşıyan” demektir. Elçiler, kendilerine verilen mesaja; götürmeme, ekleme ve çıkarma yapma, değiştirme gibi şekillerde ihanet edemezler. Burada Rasülüllah da Allah’ın mesajlarını taşımaktadır. Kendisine vahyedilen mesajları insanlara taşımaktadır.

Demek oluyor ki haramlaştırma ve helallaştırma aslında Allah tarafından yapılmakta ve elçi aracılığı ile kullara ulaştırılmaktadır.

A’raf/ 32

32De ki: “Allah’ın, kulları için çıkardığı zînetleri ve tertemiz rızıkları kim haram etmiş?” De ki: “Bunlar, iğreti dünya hayatında inananlar içindir –kıyâmet gününde yalnız onlar için olmak üzere–.” İşte böylece Biz, âyetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz.

Rasülüllah’a izafe edilen haram koyma örneği:

Klasik eserlerde Raslüllah’ın altın ve ipeği haram ettiği yolunda ifadeler yer alır. Altın ve ipeğin haramlığının kaynağı olarak da şu rivayet mesnet gösterilir:

Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle dediğini işittim: “İpek ve İbrişim elbise giymeyin. Altın ve gümüş kaplardan su içmeyin, onlarda yemek yemeyin. Zira bu iki şey dünyada onlar (kâfirler), âhirette de sizin içindir.”

Bu rivayet farklı versiyonlarla hadis kitaplarında (Buhârî, Et’ime: 28, Eşribe: 28, Libas: 25; Müslim, Libas: 4, (2067); Tirmizî, Eşribe: 10 (1879); Ebu Dâvud, Eşrîbe: 17 (3723); Nesâî, Zînet: 87, (8, 198, 199); İbnu Mâce, Eşribe: 17) yer alır. Bu rivayet ile Rasülüllah’ın altın ve ipek ile ilgili haram ilkesi koyduğu ileri sürülür.

Aslında altın ve ipek Allah’ın lütfettiği nimetlerden ve zinetlerdendir. Cenabı hak cennette kullarını altın, gümüş ve ipekle ödüllendireceğini de bildirmiştir. Bizatihi ve biaynihi haram değillerdir.

A’raf/ 32

32De ki: “Allah’ın, kulları için çıkardığı zînetleri ve tertemiz rızıkları kim haram etmiş?” De ki: “Bunlar, iğreti dünya hayatında inananlar içindir –kıyâmet gününde yalnız onlar için olmak üzere–.” İşte böylece Biz, âyetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz.

Rabbimiz bir şeyin helâl veya haram kılınmasını salt Kendine ait bir yetki olarak ortaya koyduğundan, insanların kendi kafalarına göre haramlaştırma veya helâlleştirme yapmaları tam anlamıyla hadlerini aşmaları anlamına gelmektedir. Bu davranış hiç kuşkusuz “isrâf” sözcüğü kapsamına giren bir davranıştır. 32. âyetteki Allah’ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızkları kim haram etmiş ifadesi, insanların kendi çıkarları doğrultusunda oluşturdukları yasaklara ve serbestliklere karşı Rabbimizin tavrını yansıtmaktadır. Bir istifham-ı inkârî [cevabı beklenmeyen soru] olan bu ifade, aynı zamanda bu konuda yanlış davrananlara da bir azar mahiyetindedir.

Bu iki nesnenin normal şartlarda haram olduğuna dair Kur’ân’da herhangi bir hüküm yoktur. Dolayısıyla kendi kendilerine bir takım haramlar koyanlar, Rabbimizin Allah’ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızkları kim haram etmiş sözlerinin birebir muhatapları olmaktadırlar.

Ancak bu konuda dikkat edilmesi gereken asıl şey, sadece altın ve ipek ile sınırlı olmamak kaydıyla, Allah’ın kulları için çıkardığı bütün nimetlerin gurur ve kibre âlet edilmemesi veya başkalarının kıskanmalarına yol açacak şekilde kullanılmamasıdır. Çünkü nitelikleri ne olursa olsun, nimetlerin bu amaçlarla kullanılması, ilâhî ilkeler bakımından çirkin bir davranıştır. Meselâ, yaşadığı ortamdaki insanların standartlarının çok üstünde ve pek çoğunun mevcut imkânlarıyla asla sahip olamayacakları özellikte bir araba almak veya bir ev yaptırmak bize göre böyle davranışlardandır.

34Ey iman etmiş kişiler! Şüphesiz, hahamlardan, rahiplerden birçoğu kesinlikle insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan/ başta kendi yakınları olmak üzere başkalarının nafakalarını sağlamayan kimseler, hemen onlara acıklı bir azabı müjdele!

35O gün, biriktirdikleri altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: “İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi, şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri!”

Tevbe/ 34-35. âyetlerde, haham ve rahiplerin durumuna dair bilgi verilmekte, 34. âyette de bu uyarıya bağlı olarak, Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan kimseler; hemen onlara acıklı bir azabı müjdele! O gün, onların [altın ve gümüşlerin] üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: “İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri!” ifadesiyle, kenz yapanlar kınanmaktadır. Onlar bâtıl yolla kazanıp biriktirdiklerini tedavüle de sokmamışlar, hatta bunları insanların sapmaları yönünde kullanmışlardır.

Ayrıca Kur’an’da kibirin (Lokman/18, İsra/37, Yunus/75, Müddessir/23, 24, Hucurat/11, Mü’min/37, Kıyamet/31- 35), israfın (En’am/141, A’raf/31, Nisa/6, Al-i İmran/147, Mü’min/28, 34, İsra7 26, 27, 29 ) ve hasedin (Bakara/109, Al-i İmran/120, Şura/14, Felak suresi) yasak olduğuna dair onlarca ayet mevcuttur.

Rasülüllah, altın ve ipeğin kullanımının israf, kenz, kibir, kendini beğenme, kıskançlığa sebebiyet verme gibi gerekçelerle yukarıda dökümünü verdiğimiz ayetlerin delaletiyle haram olduğuna hükmetmiştir. Yani Allah’ın koyduğu hükümler çerçevesinde hüküm vermiştir. Yoksulluğun, garibanlığın, işsizliğin kolgezdiği ortamlarda bu hükmü vermek için peygamber olmaya da gerek yoktur. Her mü’min ayetlerden bu hükmü çıkarır ve uygular.

Rasüle itaat ayetlerinin çarpıtılması

Rasülüllah’ı teşrîde Allah’a ortak edenlerin bir diğer malzemeleri de “Elçiye itaat ediniz” ifadelerinin yer aldığı ayetlerdir. Bu ayetlerin tamamı yukarıda zikredilip elçiye itaatin mahiyeti açıklanmıştır.

SONUÇ OLARAK

Bizim için örnektir ideoldur, o ne yaparda biz de onu yapacağız.

Ahzab/ 21

21Andolsun ki Allah Elçisi’nde, sizin; Allah’ı ve son günü uman ve Allah’ı çokça anan kimseler için güzel bir örnek vardır.

O, sadece Kur’an’a uyardı, biz de onun gibi Kur’an’a uyacağız, Kur’ân’ı izleyeceğiz.

Netice olarak Peygamberimizin tek sünneti vardır, o da KUR’AN’A UYMAKTIR. Peygamberimize ait milyonlarca nakil, hadis ortaya konulsa, hepsinde de Rasülüllah’ın Kur’an’a uyması, oradaki ilkeleri uygulamasının yer alması gerekir. Başka bir görüntü Rasülüllah’a hakarettir, böylesi de mümkün değildir. Rasülüllah Kur’an dışı herhangi bir uygulama yapmış olamaz.

Ayrıca, din-iman, tarih, hukuk, sosyoloji bilmeyen bir kişinin dinde hüküm koyması; kısacası din ortaya atması akla uzak bir şeydir.

Bize düşen de yukarıda sunduğumuz Âli İmran/31’deki emre uymaktır; Rasülüllah ile birlikte yol tutmaktır. Aksi halde yaşanacaklar Furkan/27-30’da açıkça beyan buyurulmuştur:

27-29Ve o gün, şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararına iş yapan o kimse ellerini ısırarak; “Eyvah, keşke elçi ile beraber bir yol tutsaydım! Eyvah, keşke falancayı iz bırakan bir önder edinmeseydim. Hiç şüphesiz bana geldikten sonra, beni Öğüt’ten/Kitap’tan o saptırdı. Ve şeytan, insan için bir rezil edenmiş!” der.

30Elçi de: “Ey Rabbim! Hiç şüphesiz benim toplumum şu Kur’ân’ı mehcur/ terk edilmiş bir şey edindiler” dedi.

Mekkeli; Anakentli Abdullah oğlu Muhammed’in Elçiliğinin kanıtı da vahydir yani Kur’an’dır.

Müslümanların yanılgı noktalarından biri de Rasülüllah’ı dinde merkeze alıp ondan da Kur’an’a yönelmeleridir. Habuki gerçek tam tersinedir. Önce Kur’an tanınacak, içeriği incelenecek ve Kur’an’ın bir beşer ürünü olmadığı; Allah kelamı olduğu kanaatine varılacak ondan sonra da Allah kelamını tebliğ edenin peygamberliği kabul edilecektir.

Ya Sin/2- 6:

2-6Babaları uyarılmamış, bu yüzden de kendileri duyarsız bir toplumu kendisiyle uyarasın diye en üstün, en güçlü, en şerefli, yenilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin indirdiği yasalar içeren/ bozulması engellenmiş Kur’ân kanıttır ki sen, o elçilerdensin, hiç şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerinesin.

Necm/1- 4:

1Gurup gurup inmiş âyetlerin her bir inişini kanıt gösteririm ki 2arkadaşınız sapmamıştır, azmamıştır. 3O, boş iğreti arzusundan da konuşmuyor. 4Onun size söyledikleri; inen o ayet gurupları, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir. 5Arkadaşınıza o konuştuklarını müthiş kuvvetleri olan, üstün akıl sahibi, egemenlik kurmuş olan öğretti.

Konuyu, Rabbimizin uyarısıyla kapatıyoruz:

Hadid/16:

16İnananlar için hâlâ vakti gelmedi mi ki kalpleri Allah’ı anmak ve haktan gelen için ürpersin de, daha önce kendilerine Kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmiş, dolayısıyla kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu da yoldan çıkmıştır.



Hakkı Yılmaz'ın "Dinde Elçilerin Yeri" kitabından alınmıştır.

[1] (Buhari, İstikraz,1; Büyu,14)

[2] (el Cessas, Ahkamü’l-Kur’an, 11. 258)

[3] (Kütübü Sitte, İbrahim Canan tercümesi cilt 17, sayfa 303)

[4] (Lisanü’l-Arab; c.4, s. 223, 383. zakkum mad. Mevdudi; Tefhimü’l-Kur’an, Saffat Suresi)

[5] (İbni Cerir)

[6] (Lisanü’l-Arab; c: 5, s: 114 -116)