PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kuran'da ruhun tanımı: Adem, melek, cin, iblis, şeytan


ozkanates
21. May 2014, 03:33 PM
.
"Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin" dedik." Araf 11
Yaratılan ve biçimlenenler tekil değil çoğul. Âdem tekil bir ad değil, topluluk adı.

"Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin" dedik." Araf 11
"Onu, amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp ruhumdan içine üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın." Hicr 29
- Adem, bir bedene üflenecek ruhların topluluk adı.
- Her ruh, Allah’ın ruhundan.

"Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler1. Onu insan yüklendi2. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir3." Ahzab 72
1- Tekamül bir seçenek, her ruh isteyip istemediğine kendisi karar verir.
1- Tekamülün zorluğundan çekinerek istemeyenler var (melek).
1- Zorluğuna rağmen tekamülü kabul edenler var (adem).
1- Tekamül, gök, yer, dağ gibi cisimlerin olduğu madde alemde.
2- Tekamülü seçen ruh, madde bedene üflenince insan olur: insan = adem + beden
3- Tekamül, zalim ve cahil halden, yani negativiteden başlar.

“Hani Rabbin, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu: "Rabbiniz değil miyim?" Onlar: "Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz." demişlerdi.” Araf 172
- Rabbin (eğiten, daha iyiye güzele klavuzlayan, tekamül ettirenin) tekamülü ruhlara sorması.
- Ademoğulları, bedenlenerek tekamülü kabul edenler.

“Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım7." demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: "Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın4? Oysaki bizler, seni hamt ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz1. Allah şöyle dedi: "Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim5." Bakara 30
“Ve Âdem'e isimlerin tümünü öğretti3. Sonra onları meleklere göstererek şöyle buyurdu: "Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz." Bakara 31
“Dediler ki:..Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim2…" Bakara 32
“Allah buyurdu: "Ey Âdem, haber ver onlara onların adlarını." Âdem onlara onların adlarını haber verince, Allah şöyle buyurdu: "…ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklayageldiklerinizi de en iyi biçimde bilmekteyim6." Bakara 33

1- “bizler, seni hamt ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz.”
Ruh, Allah’ın kendi öz ruhundan, saf iyilik hali, pozitivite. Bu haldeyken adı melek.

2- “Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim.”
Melek, tekamülü seçmeyen ruh olduğundan, pozitiviteden başka hal/bilgi edinmez.

3- “Âdem'e isimlerin tümünü öğretti.”
Adem, tekamül eden ruh olduğundan, pozitiviteden başka hal (negativite) ve bilgi edinir.

4- “Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın?”
Tekamülün başlangıcı, negativite

5- “Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim.”
Melekler, tekamülün başındaki ademin negativite halini bildiler. Bilmedikleri, tekamülden sonra olacağı haldi.

6- “ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklayageldiklerinizi de en iyi biçimde bilmekteyim”
Melekler ve Adem’in dışarı vurdukları o anki tekamül halleri. Saklayageldikleri ise içlerindeki aynı ruh.

7- “Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım.”
Her kavram, ancak kendi zıddıyla tanımlanır/bilinir. Pozitivitedeki melek, kendi halini deneyimler ama bilemez, çünkü zıddını deneyimlemez/bilmez. Tekamüle negativiteden başlayan adem, pozitivite aşamasına geldiğinde… kendi zıddını artık bildiğinden, kendi halini de bilir. Yeryüzü halifeliği ve meleklerin ona secdesi, tekamül eden ruhun bu üstünlüğü için.

“Bir zaman, cinlerden bir topluluğu, Kuran’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik... Dinleme bitirilince de uyarıcılar olarak kendi toplumlarına döndüler.” Ahkaf 29
Öğrenen, dolayısıyla tekamül eden bir topluluk daha var, cin.

“Cini de ateşin dumansızından yarattı.” Rahman 15
Cin ayetlerinde, insanın tersine madde varlıklara atıf yok. Cin, madde formunda değil, melek gibi ateş/enerji/ruh formunda.

“Hani, biz meleklere "Âdem'e secde edin" demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi1. Kendi Rabbinin emrine ters düştü2.” Kehf 50
1- İblis, ayette hem melek hem cin. Çünkü aynı formdaki ruh, tekamül etmeyi seçmediğinde melek, seçtiğinde cin olur.
2- Ayette İblis’in kendi iradesiyle karar vermesi, özgür iradesinden yani tekamül etmekte olmasından.

“Bunun üzerine şeytan onların ayaklarını kaydırdı da onları içinde bulundukları yerden çıkardı.” Bakara 36
Kuran, Adem’e secde olayına kadar İblis’e İblis diyor. Kulları azdırmayı iş edinmesinden itibarense şeytan. Çünkü şeytan, İblis’in bu aktivitesinin adı. Tekamülün negatif evresini İblis, pozitif evresini nebiler yönetir.
.

Araştıran
23. May 2014, 09:44 PM
Gerçekten çok aydınlatıcı bir yazı olmuş teşekkür ederim.Bunları kendinizmi yazdınız yoksa faydalandığınız bir kaynak varmı?

ozkanates
27. May 2014, 09:41 AM
Gerçekten çok aydınlatıcı bir yazı olmuş teşekkür ederim.Bunları kendinizmi yazdınız yoksa faydalandığınız bir kaynak varmı?

Kuran lojiği: Tanrı'nın Doğum Günü, Burak Özdemir
Kuran manası: Kalp, Nefs ve Ruh, Robert Frager

Kuran bilgileri: Yaşar Nuri Öztürk

Mistik lojik: Tanrı İle Sohbet, Neale Donald Walsch
Mistik mana: Şimdinin Gücü, Eckhart Tolle
.

dost1
27. May 2014, 02:30 PM
Selamun aleyküm. Değerli ozkanates Kardeşim,


"Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin" dedik." Araf 11
Yaratılan ve biçimlenenler tekil değil çoğul. Âdem tekil bir ad değil, topluluk adı.


Adem, bir topluluk adı değil bilgilendirilmiş insanın adıdır.

Âdem'e secde eden meleklerin, halk kültürüne yerleşmiş şekli ile sürekli namaz ve niyazda olan melekler olmadığı; insandaki akıl, zekâ, ar, hayâ, hâfıza, dikkat gibi zihinsel fonksiyonlar ile yağmur, bulut, rüzgâr, soğuk, sıcak, ağaç, nebat gibi insan dışında doğada mevcut diğer canlılar ve güçler olduğu hemen anlaşılmaktadır. Çünkü bu sayılanların hepsi Âdem'e [insana] boyun eğmişlerdir [secde etmişlerdir], hâlen de eğmektedirler ve kıyâmete kadar da eğmeye devam edeceklerdir. Şöyle ki:
İnsana rûh/bilgi üfürüldüğü zaman, insan bu bilgiyle doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkları kontrol edebilir bir güce sahip duruma gelmiş ve bilgilendiği zamandan itibaren bilgisi oranında doğaya hükmetmeye başlamıştır. Hayvanları evcilleştirmiş, onların etinden, sütünden, yumurtasından, gücünden yararlanmış hatta en vahşîlerini bile kafeslerde, hayvanat bahçelerinde seyir amacıyla emri altına almıştır. Rüzgâra değirmen taşlarını döndürtmüş, gemilerini yüzdürmek için yelkenleri şişirtmiştir. Akıp giden ırmakların suyunu barajlarla kontrol altına almış, içmede ve sulamada kullandığı bu sudan elektrik üretmiştir. Doğadaki madenlerden her alanda sayısız yararlar sağlamış, ormandaki ağaçlar ise insanın arzusu doğrultusunda yakacak, mobilya, kâğıt olmuştur. Havadaki oksijen sayesinde yaktığı ateş ile kendisini ısıtmış, yemeğini pişirmiş ve daha pek çok alanda kendine yarar sağlamıştır. İnsanın doğadaki birçok şeyi kontrol edişine dair verilebilecek örnekler saymakla bitmez. İnsanın doğaya hâkim oluşu ile ilgili bütün bu örnekler, doğa varlıklarının ve güçlerinin [meleklerin], Âdem'e [insana] boyun eğip itaat ettiğini [secde ettiğini] gösteren birer delil niteliğindedir. Burada gözden kaçırılmaması gereken bir husus vardır ki, o da Âdem'in “bilgilendirilmiş insan” olduğudur.
Sonuç olarak, melekler/yönetim güçleri sıradan insana değil, kendisine rûh üfürülmüş [Rabbimizin sonsuz bilgisine nisbetle az bir bilgi ile bilgilendirilmiş], yani Adam/Âdem olmuş insana secde etmektedirler .


"Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin" dedik." Araf 11
"Onu, amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp ruhumdan içine üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın." Hicr 29
- Adem, bir bedene üflenecek ruhların topluluk adı.
- Her ruh, Allah’ın ruhundan.


Âdem, bir topluluk adı değil bilgilendirilmiş insanın adıdır.

A'raf;11:"Ve hiç kuşkusuz Biz, sizi oluşturduk, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da evrendeki güçlere, “Âdem'e/bilgilenmiş, vahiy almış insana boyun eğip teslim olun” dedik; İblis/düşünce yetisi hariç onlar hemen boyun eğip teslim oldular; o, boyun eğip teslim olanlardan olmadı."

Sözü edilen olayları yaşamış olanlar insanoğlunun ilk ataları olmasına rağmen, âyette onlar için ikinci çoğul zamiri olan “siz” ifadesi kullanılmıştır. Rabbimiz Kur’ân'ın muhataplarına sanki insanlığın ilk döneminde yaşamış insanlar onlarmış gibi hitap etmektedir. Bu tarz anlatımlar, olayı canlı tutmak ve anlatılan olayı muhataba yaşatmak maksadıyla kullanılmaktadır. Zaten konu da bir haber şeklinde değil, temsilî bir anlatımla işlenmektedir. Böylelikle muhataplara kendilerini Âdem yerine koyarak olayları canlı bir tiyatro sahnesindeymiş gibi hissetmeleri sağlanmaktadır. Bir şeyi yaşayarak veya yaşarmış gibi hissettirerek öğretmek, etkili bir eğitim metodudur. Bu metodun uygulandığı anlatımlara Kur’ân'da sıkça rastlanır:

Bakara;49:" Ve hani Biz, bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirien, kadınlarınızı sağ bırakan Firavun'un yakınlarından kurtarmıştık. –Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı.– "


Bakara;63: ""Hani bir zamanlar Biz, sizden, “Allah'ın koruması altına girmeniz için verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun ve içindekileri hatırınızdan çıkarmayın!” diye sağlam bir söz almıştık ve sizin üstünüzü; seçkininiz Mûsâ'yı Tûr'a/dağa yükseltmiştik/çıkarmıştık.

Bakara;72: "Ve hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Hâlbuki Allah, saklamış olduğunuzu çıkarandır. "

11. âyette dikkat edilmesi gereken bir başka husus da; Biz, sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere, “Âdem'e secde edin” dedik ifadesindeki tekâmül aşamalarıdır. İnsanoğlunun “yaratılış”, sonra “mükemmelleştirme”, sonra da “sorumluluk yükleme” aşamalarından geçtiğini bildiren bu ibarede iki tane ثمّ [sümme=sonra] edatı kullanılmış ve böylece bu aşamaların bir anda olmadığı, birbiri ardına meydana geldiği ifade edilmiştir. Tekâmül aşamaları arasına konan iki adet sümme [sonra] sözcüğünün temsil ettiği zaman dilimi, belki de milyonlarca yılı kapsamaktadır.

Hicr 29'u cümlenin bütünlüğü bozulmasın diye 28 ile birlikte verelim:

28,29"Ve bir zamanlar Rabbin evrendeki güçlere, “Ben, kuru balçıktan, şekil verilmiş/işlenebilen bir çamurdan bir beşer oluşturacağım. Ben, ona biçim verdiğimde ve onu bilgilendirdiğimde, siz hemen onun için teslimiyet gösterenler olarak yere kapanın” demişti."

Aslında olayın anlatımı 28-44 ayetler aralığında yapılmaktadır.

Bu ayet grubunda Rabbimiz, insanın madde ve enerjiden olan yapısını temsilî bir anlatımla ortaya koymaktadır.

İnsan soyunun ilk yaratılış aşamalarına dair bilgiler Kur’an’da ilk kez Sad suresinin 71-85. ayetlerinde verilmişti:

71,72Hani Rabbin bir zaman evrendeki güçlere, “Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturucuyum. Onu düzgünleştirip bilgili hâle getirdiğim zaman derhal ona boyun eğip teslim olun” demişti.
73,74Bunun üzerine İblis/ düşünce yetisi hariç evrendeki güçlerin tümü hep birlikte boyun eğip teslimiyet gösterdiler, İblis büyüklük tasladı ve görmezden gelenlerden oldu.
75Allah, “Ey İblis! O benim iki elimle/kudretimle oluşturduğuma boyun eğip teslim olmana ne engel oldu? Büyüklendin mi? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?” dedi.
76İblis dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım. Beni enerjiden oluşturdun, onu ise maddeden oluşturdun.”
77,78Allah, “Hemen çık oradan, artık sen kesinlikle kovulmuşsun, / katilin, asılsız söz ve düşünce üretenin, karanlığa taş atanın tekisin, “Elbette hayırdan uzak tutmam da karşılık gününe kadar senin üzerindedir” dedi.
79İblis, “Rabbim! O hâlde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana süre ver” dedi.
80,81Allah, “Haydi, sen belirli bir vakte kadar süre verilenlerdensin” dedi.
82,83İblis, “Öyle ise en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip oluşuna yemin ederim ki ben onların hepsini; –içlerinden arıtılmış kulların hariç– kesinlikle azdıracağım” dedi.
84Allah dedi ki: “Gerçek budur. Ben de şu gerçeği söylüyorum: “85Andolsun ki cehennemi kesinlikle senden ve onların sana uyanlarından; hepinizden dolduracağım.”


Gerek Sad suresinde gerekse konumuz olan pasajda insanın yaratılışıyla ilgili ifadeler temsilîdir. Olayın bir tiyatro sahnesi gibi canlandırılarak anlatılması, evrenin, dünyanın ve canlıların var oluş aşamaları hakkında bilgi sahibi olmayanların konuyu iyi anlamalarını sağlamaya yöneliktir. Konunun Allah, melekler, Âdem ve İblis arasında geçen diyaloglarla anlatılması, olayın tamamen temsilî olduğunu göstermektedir. Çünkü Yüce Allah'ın bir insanla bu tarz konuşması veya Kendi yarattığı bir şeyin O'na isyan etmesi, bizzat Kendisinin Kur’ân'da bildirdiğine göre mümkün değildir.
Ayette ifade edilen “çamurdan yaratılış”, “tesviye”, “ruhun üfürülmesi” ve “meleklerin secdesi” bir anda olup bitmiş olaylar değildir. Kur’an’da verilen ayrıntılara göre, bu olaylar milyarlarca yıllık bir süreçte gerçekleşmiştir. Yani, bu anlatımlardan: “Allah, melekleri ve İblis’i çağırdığı bir toplantıda 2-3 dakika içinde, hemen Âdem’i yaratacağını söyledi ve yaratıverdi. Sonra meleklere secde etmelerini söyledi, onlar da derhal secde ettiler. Ama İblis …” şeklinde, her şeyin çok kısa bir zamanda gerçekleştiği anlamını verecek bir sonuç çıkarılmamalıdır.


"Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler1. Onu insan yüklendi2. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir3." Ahzab 72
1- Tekamül bir seçenek, her ruh isteyip istemediğine kendisi karar verir.
1- Tekamülün zorluğundan çekinerek istemeyenler var (melek).
1- Zorluğuna rağmen tekamülü kabul edenler var (adem).
1- Tekamül, gök, yer, dağ gibi cisimlerin olduğu madde alemde.
2- Tekamülü seçen ruh, madde bedene üflenince insan olur: insan = adem + beden
3- Tekamül, zalim ve cahil halden, yani negativiteden başlar.

Âyette geçen ve meallerde Arapça bırakılan arz ve emanet sözcüklerinin anlamını verdikten sonra Âyetin mealini verelim.


العرض[‘arz], tul'un karşıtı olup “en” demektir. Bu sözcüğün fiil olarak anlamı, “enleştirme; yayma, yaygınlaştırma”dır.

[B]الأمانة[emânet], الأمنة [emenet], hıyânet'in karşıtıdır. Hıyânet'in aslı, “noksanlaştırmak, tefrit”tir [kusurlaştırma, zayi etmedir]. Kendine bırakılan bir şeyi noksanlaştıran kişiye, “hâin” denir.

Bu tanıma göre emânet sözcüğünün esas anlamı, “bütünlük, kusursuzluk, mükemmellik”tir. “Korunmak üzere bir yere bırakılan nesne” anlamında kullanılmasının nedeni de, “tevdi edilen şeyin mükemmelliği”dir.
Konumuz olan âyetteki emânet sözcüğü, terim değil, lügat anlamıyla ele alınmalıdır. Bu durumda Allah; göklere, yeryüzüne ve dağlara mükemmelliği, kusursuzluğu, düzen ve intizamı yaymış-yaygınlaştırmıştır. Doğadaki hiç bir varlık bu mükemmelliğe ihânet etmemiş ve bunu bozmamıştır. Ama çok câhil ve çok zâlim insan bunu bozmuş, kusurlu hâle getirmiştir.


72Şüphesiz Biz, emaneti göklerin, yerin ve dağların üzerine yaydık, yaygınlaştırdık da, onlar, onu taşımaya/gizlemeye, tanımaz hale getirme, gözden düşürmeye yanaşmadılar, bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden, tanınmaz hale getirilmesin korktular. Ve onu insan taşıdı/ gizledi, tanınmaz hale getirdi, gözden düşürdü [ona ihanet etti]. Şüphesiz insan, çok yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan ve çok cahildir.

Bu âyette tüm insanlığa, haber cümlesi ile çok önemli bir uyarı yapılmaktadır: Allah; yeri, gökleri ve dağları bir düzen, bir nizam ve intizam içinde yaratmış; onlar da bu düzenlerini bozamamışlardır. Evrendeki düzeni, çok câhil ve zâlim olduğundan insan bozmuştur.


“Hani Rabbin, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu: "Rabbiniz değil miyim?" Onlar: "Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz." demişlerdi.” Araf 172
- Rabbin (eğiten, daha iyiye güzele klavuzlayan, tekamül ettirenin) tekamülü ruhlara sorması.
- Ademoğulları, bedenlenerek tekamülü kabul edenler.

Olayın netleşmesi için âyete bakmak gerekir.

A'raf;172,173
"Hâlbuki senin Rabbin, kıyâmet günü, “Biz, bunlardan bilgisizdik” demeyesiniz yahut “Bundan önce atalarımız ortak koşmuş, biz onlardan sonra gelen kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi değişime/ yıkıma uğratacaksın?” demeyesiniz diye, Âdemoğulları'nın sulbünden onların soylarını alır ve onları kendi nefislerine tanık eder; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Elbette Rabbimizsin, tanıklık ediyoruz.”

Konumuz olan üç ayet, 163–174. ayetlerden oluşan pasajın bitim noktasını oluşturmaktadır. Bu pasajda Rabbimizin insanları bazı şeylerle deneyeceği, insanların bir kısmının sorumluluk sahibi olarak duyarlı davranacağı, diğer kısmının ise vurdumduymazlık sergileyerek görevlerini yapmayacağı, bu durumun kıyamete kadar böyle süreceği, sonuçta da sorumsuzların cezalandırılıp sorumluların ödüllendirileceği; ayrıca kâfirlerin seçmiş oldukları yolu gaflet ve bilgisizlikten değil kesinlikle bilinçli olarak istedikleri, bunu da herhangi bir bahaneye başvurmadan itiraf ederek kendi aleyhlerine tanıklıkta bulunacakları bildirilmektedir.

Meal ve tefsirlerin çoğunda rivayetlerin etkisiyle konumuz olan bu ayetlere birçok ekleme yapılmış, bu nedenle de ayetlerin gerçek anlamından ister istemez uzaklaşılmıştır. Biz söz konusu ayetleri sözcük sözcük tahlil etmek suretiyle güvenli bir yol izleyecek, böylece konuyu mevcut meal ve tefsirlerle karşılaştırarak okumak isteyenlerin yapılan ilâveleri daha rahat görmelerini sağlamaya çalışacağız.

[B]Hâlbuki senin Rabbin,

Metinlerde genellikle “vaktiyle”, “bir zamanlar” diye tercüme edilen “ إذiz” edatı, bu edatın “anlamca zait olduğu, birçok yerde kelâmı süslemek için kullanıldığı” görüşündeki bazı tefsirciler ve bunlara itibar edenler tarafından meallerin çoğunda anlamca ihmal edilmiştir. Oysa “iz” edatı, anî ve beklenmedik bir şeyin meydana gelmesini veya anlatılan konuda birden bire yapılan bir dönüşü, değişikliği ifade etmek için kullanılır ve bu edattan sonra anlatılan konunun yer aldığı pasajın başlangıcı olur. Burada ayet “ve” bağlacı ile başlamaktadır. Bu, “iz” edatı ile başlayan konunun daha önceki ayetlerle bağlantılı olduğunu gösterir. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, bu bölümün “Hâlbuki senin Rabbin” diye çevrilmesi gerekir.

... kıyamet günü, “Biz, bunlardan gafildik” demeyesiniz, yahut “Bundan önce atalarımız şirk koşmuş, biz onlardan sonra gelen zürriyetiz/kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi helâk edeceksin?” demeyesiniz diye

Bu cümlede Rabbimiz, insanoğlunun yapısına koyduğu üreme sistemi ile her kuşağa, her nesle kendi varlığını en iyi şekilde gösterdiğini belirterek bu sebeple şirk koşanların kıyamet günü mazeret bulamayacaklarını bildirmektedir.

Âdemoğullarının sulbünden onların soylarını alır,

Ayetin orijinalindeki fiillerin tümü geçmiş zaman kipiyle ifade edilmiş olup bu cümlede geçen EHAZE” fiilinin Türkçedeki tam karşılığı “aldı” sözcüğüdür. Ancak insanların yeryüzüne gelişi herhangi bir zaman diliminde olmuş bitmiş bir şey değildir; insanoğlunun yeryüzündeki sorumluluk sınavı son insan nesline kadar devam edecek bir süreçtir. Yüce Allah “Rabb” sıfatıyla insanoğluna bu süreci başarıyla değerlendirebileceği birçok üstün yetenek vermiş, Hakk’ı bulması için kitap indirmiş ve peygamber yollamıştır. Yani, insanoğlunun gerek yetenekleri, gerekse kitaptan ve peygamberden yararlanması süreklidir, daima tekerrür eden bir süreçtir. Dolayısıyla gerek “ehrace” fiilinin gerekse ayette geçen “ اشهدeşhede [tanık etti]”, “ قالواkâlû [dediler]”, “ شهدناşehidnâ [tanık olduk]” fillerinin “şimdiki zaman-geniş zaman” kipiyle meallendirilmeleri gerekir. Söz konusu fiillerin ayette mazi [geçmiş zaman] kipiyle kullanılmış olması, anlatılan olayların gerçekleşeceğinin kesinliğini vurgulamak içindir.
ve onları kendi aleyhlerine tanık eder;

Piyasadaki birçok meal ve tefsirde bu bölüm de eksik olarak “Kendilerine şahit tuttu” gibi ifadelerle meallendirilmiş ve tanıklığın lehte mi yoksa aleyhte mi olduğu belirtilmemiştir. Söz konusu tanıklık, “ala enfüsihim [kendi aleyhlerine]” şeklinde ifade edildiği için aleyhte bir tanıklıktır. Bu husus kesinlikle gözden kaçırılmamalıdır.

Ben sizin Rabbiniz değil miyim?

Tahlilini yaptığımız konuyu anlayabilmek, bu soru cümlesinin manasını ve pasaj içindeki yerini bilmeye bağlıdır. Hemen belirtmek gerekir ki, piyasadaki birçok meal ve tefsirde yapılmış olan “dedi”, “demişti” gibi eklemeler, ayetin orijinal ifadesinde yoktur.
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusu ile başlayan “Elestü bi rabbiküm?” Kâlû: “Belâ... Şehidnâ.” [“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Evet, Rabbimizsin. Tanık oluyoruz” cümlesi, ayette kendisinden önce yer alan “Ve eşhedehüm ala enfüsihim [ve onları kendi aleyhlerine tanık eder]” cümlesinin bedelidir; onu açıklar, tefsir eder. Dolayısıyla, bu cümle Allah’ın insanları kendi aleyhlerine nasıl tanık ettiğini açıklamaktadır.
Verilecek cevabı bilmesine rağmen Rabbimizin insanlara soru yöneltmesi, mesajın karşılıklı konuşma yöntemi ile verilmesi sebebiyledir. Bu metod aynı zamanda bir “Belâğat” sanatıdır. Belâğat ilmine göre soru cümleleri, bir şeyi sorup öğrenmekten daha çok, bir şeyi inkâr ya da takrir için veya muhataba iltifat ve minnet için, yahut da muhatabı tekdir ve sorumlu tutmak için kullanılır.
Bu soru cümlesi ile ilgili olarak yanlış anlamalara, yanlış kavram ve inançların oluşmasına yol açan bir husus da “rabb” sözcüğünün toplumda “ilâh”, “yaratan” anlamında kullanılması sebebiyle cümlenin “Ben sizin Allah’ınız, yaratıcınız değil miyim?” şeklinde anlaşılmasıdır. Oysa “rabb” sözcüğü “Terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, tekâmülü programlayıp yöneten” demektir. Buna göre soru cümlesinin içerdiği gerçek anlam şöyle takdir edilebilir: “Ben, sizin yaratılışınızı, yaşayışınızı, üremenizi plânlayan; sizi terbiye eden, sizi bir hedef için hazırlayan, size akıl fikir veren; size doğruyu bulma, Rabbinizi bilme, hakikati idrak edebilme güç ve istidadını veren; ayrıca size peygamber yollayan, kitap indiren değil miyim?”

Derler ki: Elbette Rabbimizsin,

Burada geçen “ بلىbelâ” sözcüğü, “neam” sözcüğü gibi “Evet” anlamına gelen bir tasdik edatıdır. Fakat “ نعمneam” sözcüğü, olumlu veya olumsuz her söyleneni tasdik ve takrir için kullanılabilirken “belâ” sözcüğü sadece olumsuz soruya cevap olarak kullanılabilir. Meselâ; “Ali geldi mi?” sorusuna verilen “neam” cevabı, “Evet, Ali geldi” anlamına gelir. Ama soru, “Ali gelmedi mi?” şeklinde sorulacak olursa, bu takdirde “neam” cevabı “Evet, Ali gelmedi” demek olur. “Bela” edatı ise sadece olumsuz soruya cevap olarak verilebileceğinden, daima menfinin sübutunu ifade eder. Dolayısıyla, “Ali gelmedi mi?” sorusuna “belâ” cevabı verilecek olursa, bu cevap “Evet, Ali geldi” demek olur.
Konumuz olan ayette de “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna karşılık “bela” dendiğinden, cevap da “Evet, Sen bizim Rabbimizsin!” demektir.
Ayetteki bu diyalogdan anlaşılıyor ki, insanlar kıyamet günü kesinlikle inkâra yönelmeyeceklerdir. “Rabb” sözcüğünün anlamı dikkate alınarak, verilen cevap şöyle takdir edilebilir: “Evet, Sen bizim Rabbimizsin; Sen, bizi terbiye ettin, bizi bir hedef için hazırladın; bize akıl fikir verdin, bize doğruyu bulma, Rabbimizi bilme güç ve istidadını verdin, ayrıca bize peygamber yolladın, kitap indirdin. Ama biz bunlara itibar etmeyen suçlular olduk; kendi aleyhimize şahidiz.”
Üreme olayında herkesin tanık olduğu Allah’ın imzasını taşıyan ayetler:
Meninin yapısı, Cinsiyetin belirlenmesi, rahim duvarına asılı olma, Bir çiğnemlik et olma, kemiklerin oluşumu, kemiklerin etle kaplanması, üç karanlıkta yaratılma, sulb teraib, atan su, döllenme şekli, doğum şekli; anne ve bebekte oluşan sevgi bağı vs.

tanıklık ediyoruz

Ayetin bu bölümü de tefsirlerin çoğunda “Senin Rabbimiz olduğuna tanığız” şeklinde yanlış olarak açıklanmıştır. Ayette insanların neye şahit oldukları beyan edilmemiştir. Zaten edebî kurallara uygun olması bakımından da beyan edilmemesi gerekir. Burada, ayetin sibakının delâletiyle “şehidna” fiilinin mef’ulü [tümleci] mahzuf olarak takdir edilen “alâ enfüsina (kendimizin aleyhine)” ifadesidir. Kur’an’ı anlayacak kadar Arapça bilenler, cümlenin siyak ve sibakına iyi dikkat ettikleri takdirde bu gizli tümlecin “alâ enfüsina” ifadesi olduğunu kolayca anlarlar. Bu nedenle “şehidnâ” ifadesi “Biz kendi aleyhimize tanık oluyoruz” şeklinde anlaşılmalıdır. Nitekim En’âm suresinde de bu ayetin tefsiri mahiyetinde bir ifade mevcuttur:

[B](En’am/ 130, 131)

130Ey gizli, âşikar, geleceğin, bugünün insan topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran kendinizden elçiler gelmedi mi? Onlar, “Kendi aleyhimize şâhitiz” dediler. Basit dünya yaşamı onları aldattı ve onlar kendilerinin kesinlikle kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin ta kendisi olduklarına şâhitlik ettiler.
131İşte bu; Rabbinin, halkı ilgisiz, bilgisiz iken, ülkeleri haksız yere değiştiren/yıkıma uğratan biri olmayışıdır.


Yapılan tanıklığın “kendi aleyhlerine” olduğu şeklinde hem bu surenin 37. ayetinde hem de Nahl suresinin 89. ayetinde benzer ifadeler mevcuttur.
Haklarında yeterli ve ikna edici bilgiler bulunmayan kişilerce öne sürülen bazı görüş ve kanaatleri birer akide haline getirmemek, garip rivayetlerin arkasına düşüp yanlışlar içinde kaybolmamak ancak ayetlerin doğru anlaşılmasıyla mümkün olmaktadır. Ayetlerin doğru anlaşılması için Rabbimizin yardımını istemeli, O’ndan ilmimizi, anlayışımızı ve kavrayışımızı arttırmasını talep etmeliyiz. Ankebût/57’de söz verdiği gibi, uğrunda üstün çaba harcayanları Yüce Allah mutlaka kendi yollarına ulaştırır.

174Ve işte Biz, düşünsünler diye âyetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz.

Gerçekten de Rabbimiz kendi varlığına yönelik kanıtları, uzaklarda aramamıza gerek kalmayacak şekilde çok yakına, kendi bünyemize de yerleştirmiştir. Kendi varlığı hakkında tefekkür eden, biyolojik yapısındaki fiziksel ve zihinsel sistemler, özellikle de üreme sistemi üzerinde düşünen bir insanın “Benim Rabbim Allah’tır!” dememesi mümkün değildir.


“Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben, [U]yeryüzünde bir halife atayacağım7." demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: "Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın4? Oysaki bizler, seni hamt ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz1. Allah şöyle dedi: "Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim5." Bakara 30
“Ve Âdem'e isimlerin tümünü öğretti3. Sonra onları meleklere göstererek şöyle buyurdu: "Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz." Bakara 31
“Dediler ki:..Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim2…" Bakara 32
“Allah buyurdu: "Ey Âdem, haber ver onlara onların adlarını." Âdem onlara onların adlarını haber verince, Allah şöyle buyurdu: "…ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklayageldiklerinizi de en iyi biçimde bilmekteyim6." Bakara 33

1- “bizler, seni hamt ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz.”
Ruh, Allah’ın kendi öz ruhundan, saf iyilik hali, pozitivite. Bu haldeyken adı melek.

2- “Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim.”
Melek, tekamülü seçmeyen ruh olduğundan, pozitiviteden başka hal/bilgi edinmez.

3- “Âdem'e isimlerin tümünü öğretti.”
Adem, tekamül eden ruh olduğundan, pozitiviteden başka hal (negativite) ve bilgi edinir.

4- “Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın?”
Tekamülün başlangıcı, negativite

5- “Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim.”
Melekler, tekamülün başındaki ademin negativite halini bildiler. Bilmedikleri, tekamülden sonra olacağı haldi.

6- “ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklayageldiklerinizi de en iyi biçimde bilmekteyim”
Melekler ve Adem’in dışarı vurdukları o anki tekamül halleri. Saklayageldikleri ise içlerindeki aynı ruh.

7- “Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım.”
Her kavram, ancak kendi zıddıyla tanımlanır/bilinir. Pozitivitedeki melek, kendi halini deneyimler ama bilemez, çünkü zıddını deneyimlemez/bilmez. Tekamüle negativiteden başlayan adem, pozitivite aşamasına geldiğinde… kendi zıddını artık bildiğinden, kendi halini de bilir. Yeryüzü halifeliği ve meleklerin ona secdesi, tekamül eden ruhun bu üstünlüğü için.

Çıkarımlarınıza dayanak yapılan Bakara 30-34 . âyetleri birlikte görelim.

30Ve bir zaman Rabbin, doğadaki güçlere, “Şüphesiz Ben, yeryüzünde bir halîfe getiren Zatım” demişti. Doğadaki güçler, “Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi yapacaksın? Oysa biz, Senin övgünle birlikte tüm noksanlıklardan arındırıyoruz ve Senin tertemiz; her türlü kötülük ve eksiklikten uzak olduğunu haykırıyoruz” demişlerdi. Senin Rabbin, “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim” demişti.
31Ve senin Rabbin, Âdem'e o isimlerin tümünü öğretti. Sonra hepsini doğadaki güçlere sundu ve “Hadi, haber verin Bana şunların isimlerini, eğer doğru kimseler iseniz” dedi.
32Doğadaki güçler, dediler ki: “Sen her türlü noksanlıktan arınıksın! Senin, bize öğretmiş olduğunun dışında bizim için bilgi diye bir şey yoktur. Şüphesiz Sen, en iyi bilenin, en iyi yasa koyanın ta kendisisin.”
33Senin Rabbin dedi ki: “Ey Âdem! Haber ver onlara, onların adlarını.” Sonra da Âdem onlara, onların adlarını haber verince, senin Rabbin, “Dememiş miydim Ben size! Şüphesiz Ben, göklerin ve yerin görülmeyenini, duyulmayanını, sezilmeyenini, geçmişi, geleceği bilirim. Ve Ben, sizin açığa vurduklarınızı ve sakladıklarınızı bilirim” dedi.

Bu âyet grubunda, insanların evrendeki konumuna ilişkin temsîlî bir açıklama yapılmakta; insanın ilk yaratılışı değil, dünyadaki bilgilenme ve güçlenme süreci anlatılmaktadır. Bu açıklamalar, temsîlî anlatım tekniğiyle canlı bir piyes sahnesi gibi sunulmuştur. Bir sahne, sahnede de aktörler [Allah, melekler ve Âdem] vardır, aralarında konuşuyorlar.
Bu bölüm iki sahneden oluşuyor:
SAHNE 1
Allah:
-- Ben yeryüzünde bir halîfe kılıcıyım [yapacağım].
Melekler:
-- Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi kılacaksın [yapacaksın]. Oysa biz, Seni överek tesbîh ediyor ve Seni takdîs ediyoruz.
Allah:
-- Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim.
Allah Âdem'i, bilgilenme sürecinden geçirmiş, ona eşyayı ve isimlerini tanıtmıştır. İsim, müsemmayı [adı taşıyan varlığı] ifade eder. Demek oluyor ki Allah, Âdem'in aklını-fikrini, zekasını geliştirmiş, o da varlıkları tanımış ve onların özelliklerine göre birer isim vermiştir. Varlıkların isimleri, anlam ve ses itibariyle varlıkların özelliklerine göre verilir. Meselâ; taş, kaya, demir (aslı, temur'dur), çelik gibi isimler, bir yandan onların sertlik özelliğini ifade ederken, diğer yandan da sert harflerle [seslerle] telaffuz edilmiştir. “Yağ” ise, yumuşak bir varlık olduğundan yumuşak seslerle isimlendirilmiştir. İnsanlığın diline kazandırılan yeni isimlerin tümü, o varlığın özelliğine uygun olarak verilmektedir. Varlığın özelliği bilinmediği takdirde, varlığa verilen isim uygun düşmeyecektir. Artık, insan türü [Âdem] bilgili, bilgilenen bir konumdadır. Bu sürecin ne kadar zaman aldığı Kur’ân'da bildirilmemiştir. Bu süreç belki yüzbinlerce, belki milyonlarca yıl sürmüştür. Bu bilgilenme, daha evvel “Rûh üfürme olarak açıklanmıştı.
SAHNE 2
Allah, Meleklere:
-- Hadi, haber verin Bana şunların isimlerini, eğer doğru kimseler iseniz.
Melekler:
-- Sen her türlü noksanlıktan münezzehsin! Senin, bize öğretmiş olduğunun dışında bizim için bilgi diye bir şey yoktur. Şüphesiz Sen, en iyi bilenin, en iyi yasa koyanın ta kendisisin.
Allah:
-- Ey Âdem! Haber ver onlara; onların adlarını.
Âdem, hepsinin ismini bildirir.
Allah:
-- Dememiş miydim Ben size! Şüphesiz Ben, göklerin ve yerin gaybını bilirim. Ve Ben, sizin açığa vurduklarınızı ve sakladıklarınızı bilirim.
Sahne burada kapanır.
Pasajın doğru anlaşılması için öncelikle خليفة [halîfe] sözcüğünün iyi bilinmesi gerekir. Halîfe, “birinin ardından onun yerine gelen, geçen” demektir. Bununla ilgili geniş açıklama Sâd sûresi'nin sonunda mevcuttur. Buradan, insanlardan evvel dünyaya egemen olan bazı varlıklar olduğu anlaşılıyor. Allah onların egemenliğini sona erdirip onların yerine insanı dünyaya egemen kılmıştır.
Âyetlerden açıkça anlaşıldığına göre insan, bilgilenmezden evvel yeryüzünde kan döken ve fesat çıkaran bir yaratık konumundaymış. Bu demektir ki bilgiden uzaklaştığında insan yine kan döken ve fesat çıkaran bir varlık konumuna dönmektedir.
Âdem'in bilgilenmesi, başka âyetlerde, “Âdem'e rûh üfürülmesi” olarak geçer. Rûhun üfürülmesi hakkında detaylı bilgi daha evvel verilmişti. Meleklerde bilgilenme istidadı yoktur, zira Allah onları robotvari yaratmıştır. Dolayısıyla onlar, yaratılış programı çerçevesinde varlıklarını sürdürürler.
Buradaki meleklerin –ki ملك[milk] kökünden türemiştir– “doğal güçler” olduğunu unutmayalım. Melek kavramı ile ilgili detaylı bilgi birçok yerde verilmişti.


.

“Bir zaman, cinlerden bir topluluğu, Kuran’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik... Dinleme bitirilince de uyarıcılar olarak kendi toplumlarına döndüler.” Ahkaf 29
Öğrenen, dolayısıyla tekamül eden bir topluluk daha var, cin.

Âyetleri bağlamında görelim:

29Hani Biz gizli ajanlardan Kur’ân'ı dinlemek isteyen bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar, Kur’ân'a hazır oldukları zaman, “Susun!” dediler. Sonra Kur’ân'ı dinleyince de birer uyarıcı olarak toplumlarına döndüler.
30-32Onlar: “Ey toplumumuz! Şüphesiz biz Mûsâ'dan sonra indirilen ve sadece içinde konu edilenleri tasdik eden, hakka ve dosdoğru yola kılavuz olan bir kitap dinledik. Ey toplumumuz! Allah'ın davetçisine karşılık verin ve O'na iman edin ki, Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan kurtarsın. Her kim Allah'ın davetçisine karşılık vermezsee, bilsin ki, yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değildir. Onun için Allah'ın astlarından yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın kimseler de yoktur. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içerisindedirler” dediler.

Cinn suresinde kendi istekleriyle Kur’an dinledikleri bildirilen “yabancılar” konusuna bu ayetlerde de kısaca değinilmiştir. Sözü edilen bu “yabancılar”, dinledikleri Kur’an’dan etkilenmişler ve ülkelerine dönünce de kabul ettikleri hak ve hakikati kendi toplumlarına bildirmişlerdir. Ayetler gayet açık olup herhangi bir izahı gerektirmemektedir.

Burada konu edilen cinler ile ilgili olarak klasik kaynaklarda akıl almaz hikâyeler yer almaktadır. Kısaca hatırlatmak gerekirse, burada konu edilen “cinden bir grup”, Yesrib’den Mekke’ye gelerek gizlice Resulullah ile görüşüp ondan Kur’an dinleyen, sonra da Akabe görüşmelerinin ve hicretin zeminini hazırlayan Yesriblilerdir [Medinelilerdir]. Bu Medineli grubun 30–32. ayetlerde yer alan konuşmasının detayı da yine Cinn suresindedir. Bu nedenle, o konuşmanın mealini vermekle yetiniyor, ayetlerin tahlilinin oradan okunmasını öneriyoruz.

(Cinn/1-15)

1-2De ki: Bana vahyedildi ki, şüphesiz yabancılardan bir grup Kur’ân dinleyip de: “Şüphesiz biz, rüşde kılavuzluk eden hayret verici bir Kur’ân dinledik. Bundan dolayı, biz ona iman ettik ve Rabbimize hiçbir şeyi asla ortak koşmayacağız. 3Gerçek şu ki, Rabbimizin şanı çok yücedir. O, bir dişi arkadaş ve de bir çocuk edinmemiştir.
4Ve hiç şüphesiz “bizim aklı ermez”, Allah üzerine saçma sapan şeyler söylüyormuş. 5Doğrusu biz, bildik-bilmedik her kişinin Allah'a karşı asla yalan söylemeyeceğine inanıyorduk.
6Gerçekten de insten; çok iyi tanıdığımız kimselerden bazı kimseler, cinden; tanımadığımız yabancı kimselerden bazı kişilere sığınırlar idi. Böylece de, o yabancı kimseler, onların azgınlıklarını, ahmaklıklarını artırırlardı.
7Gerçekten de onlar sizin inandığınız gibi, Allah'ın asla kimseyi peygamber göndermeyeceğine/ diriltmeyeceğine inanmışlardı.
8Ve gerçekten biz göğe dokunduk da onu kuvvetli bekçiler ve parlak alevlerle doldurulmuş bulduk. 9Ve hiç şüphesiz ki biz gökten duyum almak için oturulan yerlere oturur idik. Peki, şimdi her kim duyum almak için uğraşsa, kendine, gözetleyen parlak bir alev buluyor. 10Biz de, yeryüzündekilere kötülük mü istendi, yoksa Rableri onlara bir doğruluk mu diledi bilmiyoruz.
11Şüphesiz bizler; bizlerden bir kısmı sâlihlerdendir, bizden bazıları da bunun aşağısındandır. Biz, çeşit çeşit yollarda idik.
12Ve kesinlikle, Allah'ı yeryüzünde asla âciz bırakamayacağımızı, kaçmakla da O'nu asla âciz bırakamayacağımızı iyice anladık. 13Ve biz o kılavuzu/ Kur’ân'ı dinlediğimizde ona iman ettik. Onun için kim Rabbine inanırsa, o hakkının eksik verilmesinden ve haksızlığa uğramaktan/ aptal yerine konmaktan, kendisine aşırı yük yüklenilmesinden korkmaz.
14Ve gerçekten bizim durumumuz ise; Müslümanlar bizdendir, yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar da bizdendir. Ama kimler Müslüman olduysa, işte onlar doğruya, güzele, iyiye, gerçeğe gitmeyi arayanlardır. 15Ama inanç konusunda yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara gelince, onlar da cehennem için odun olmuşlardır” demişlerdir."


.
“Cini de ateşin dumansızından yarattı.” Rahman 15
Cin ayetlerinde, insanın tersine madde varlıklara atıf yok. Cin, madde formunda değil, melek gibi ateş/enerji/ruh formunda.

Lütfen Rahman suresindeki âyetin orijinaline de bakınız. Meallerini konu bütünlüğü içerisinde görelim.
Rahman;14-16

14,15O, görünen, bilinen varlıkları pişmiş çamur gibi kuru balçıktan/değişken bir maddeden oluşturdu. Görünmez varlıkları, güçleri de ateşin dumansızından/enerjiden oluşturdu.
16Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz?

Bu âyetlerde maddesel ve enerjik varlıkların yaratılışına değinilirken, aynı zamanda insanın maddî yapısı ve enerjik yapısına da işaret edilmektedir. İnsanın madde yapısı; el-ayak, göz-kulak, et-kemik vs. olarak görünen bedensel yapısıdır. Bir de insanın, akıl, zeka, dikkat, düşünme yetisi vs. gibi enerjik yapısı vardır. Böyle bir varlık, ancak Allah tarafından yaratılabilir ve bu hiç kimse tarafından yalanlanamaz.

.
“Hani, biz meleklere "Âdem'e secde edin" demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi1. Kendi Rabbinin emrine ters düştü2.” Kehf 50
1- İblis, ayette hem melek hem cin. Çünkü aynı formdaki ruh, tekamül etmeyi seçmediğinde melek, seçtiğinde cin olur.
2- Ayette İblis’in kendi iradesiyle karar vermesi, özgür iradesinden yani tekamül etmekte olmasından.

Kehf Suresinin 50. âyetini bağlı olduğu Âyetlerin bütünlüğü içerisinde değerlendirelim.

50Ve hani Biz doğal güçlere, “Âdem'e boyun eğip teslimiyet gösterin” demiştik de İblis/ düşünce yetisi dışında hepsi boyun eğip teslimiyet gösterdi. İblis, görünmez varlıklardandı/ enerjidendi. Sonra da kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, Benim astlarımdan onu ve onun soyunu yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için ne kötü bir değiştirmedir bu!
51Ben onları, göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşuna ve kendilerinin oluşturuşuna şâhit tutmadım ve Ben hiçbir zaman saptıranları yardımcı edinmiş değilim.
52Ve o gün Allah: “Yanlış olarak inandığınız Benim ortaklarımı hadi çağırın” der. Sonra onlar da onları çağırdılar da onlar kendilerine cevap vermediler. Ve Biz, onların arasına ateşten bir engel koymuşuzdur.
53Ve günahkârlar ateşi görmüşler de artık kendilerinin ona düşeceklerine kesin inanmışlardır. Ondan kaçıp sığınacak bir yer de bulamadılar.

Bu ayet grubunda kısaca insanın yaratılış özelliği, insanın aldanış noktaları ve Rabbimizin bu konudaki uyarışları nakledilmiştir. 50. ayetin birinci bölümü ile ilgili detay daha evvel Sad ve Ta Ha surelerinde verilmiştir Lütfen sitemizden ilgili surelerin ilgili kısımlarına bakınız.

İnsanı en çok aldatan, sapmasına, şirk koşmasına neden olan İblis’tir. Ona karşı daima tedbirli olunmalıdır. Onun akla getirdiği ham düşünceler, ölçmeden, tartmadan [tefekkür etmeden] kesinlikle uygulamaya konmamalıdır. Hele hele çıkar için şirke bulaşmamalıdır. Şirk koşulan kişi ve nesnelerin Allah ile bir bağı yoktur.
52. ayetteki “Ve Biz, onların arasına ateşten bir engel kılmışızdır” ifadesiyle müşriklerin ve onların şirk koştuğu şeylerin bir birinden ayrı tutulacakları mesajı verilmektedir.

(Yunus/28, 29)
28,29Ve hepsini toplayacağımız, sonra da o ortak koşanlar için “Yerlerinize! Siz ve ortaklarınız!” diyeceğimiz gün, artık kesinlikle aralarını iyice açacağız ve onların ortakları, “Siz sadece bize tapmıyordunuz ki! Şimdi bizim aramızda ve sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. Biz sizin kulluğunuzdan kesinlikle bilgisizdik/ duyarsızdık” diyecekler.

(En’am/22-24)
22Ve o gün hepsini toplayacağız. Sonra Biz, ortak koşan kimselere: “Hani nerede o gerçeğe aykırı olarak inandığınız ortaklarınız?” diyeceğiz. 23Sonra, onların ateşlere atılmaları, “Rabbimiz, Allah'a kasem olsun ki ‘Biz ortak koşanlardan değildik’ demekten başka bir şey değildi.”
24Bak, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler! O uydurdukları şeyler de kendilerinden ayrılıp kayboldu.

(En’am/94)
94Ve andolsun ki siz, sizi ilk defa oluşturduğumuz zamanki gibi yapayalnız/ teker teker Bize geldiniz ve size verdiğimiz şeyleri arkanızda bıraktınız. Ve içinizde kendilerinin ortaklar olduğuna inandığınız sözde destekçilerinizi sizinle beraber görmüyoruz. Andolsun aranızda kesilme/kopukluk olmuş ve yanlış inandığınız şeyler kaybolmuştur.

(Ahkaf/5, 6)
5Ve Allah'ın astlarından kıyâmet gününe kadar kendisine hiçbir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir? Üstelik tapılan kimseler, o kimselerin yalvarışlarından habersizler de.
6İnsanlar bir araya toplandığı zaman da taptıkları kimseler kendilerine düşmanlar oldular. Ve onların kendilerine tapmalarını kabul etmeyenler idiler.

(Meryem/81,82)
81Ve onlar, kendileri için bir güç, şan, şeref olsun diye Allah'ın astlarından ilâhlar edindiler.
82Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! O edindikleri ilâhlar, onların kulluklarını kabul etmeyecekler ve aleyhlerine dönüp karşı olacaklardır.



.

“Bunun üzerine şeytan onların ayaklarını kaydırdı da onları içinde bulundukları yerden çıkardı.” Bakara 36
Kuran, Adem’e secde olayına kadar İblis’e İblis diyor. Kulları azdırmayı iş edinmesinden itibarense şeytan. Çünkü şeytan, İblis’in bu aktivitesinin adı. Tekamülün negatif evresini İblis, pozitif evresini nebiler yönetir.
.

Bakara suresinin âyetine birlikte bakalım.

35Ve Biz, “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette iskân ediniz/burayı yurt tutunuz, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol nasiplenin ve şu girift şeye yaklaşmayın; mal/altın-gümüş tutkunu olmayın, yoksa kendi benliğine haksızlık edenlerden olursunuz” dedik.
36Bunun üzerine şeytân; İblis/düşünce yetisi onları oradan kaydırdı, içinde bulundukları ortamdan çıkardı. Ve Biz, “Birbirinize düşman olarak inin, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir yararlanma vardır” dedik.

Bu âyetlerde ise, temsîlî olarak insanın çıkar tutkusu açıklanıp bunun törpülenmesi istenmektedir.
36. âyetteki, Birbirinize düşman olarak inin ifadesinden, “mal, mülk, biriktirme, yağma, yığma tutkunuz yüzünden düşmanlaşarak, seviyesiz bir hayat sürün” neticesi çıkmaktadır. Zira mal düşkünü olanlar, kendi aralarında düşmanlaşırlar ve bulundukları konumu kaybedip kötü duruma düşerler.
Âyetteki, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir yararlanma vardır ifadesiyle de, insanın yaşamı süresince ve öldükten sonra hücrelerinin yok olmayacağı” bilgisi verilmektedir.
Bu âyetlerin benzerleri, A‘râf (11-27) ve Tâ-Hâ (115-123) sûrelerinde yer almıştır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ozkanates
30. May 2014, 12:26 PM
Dost1 kardeşim, önce vaktine ve aktardığın değerli bilgilere teşekkür ederim. Paylaşımlarının devam etmesini dilerim.

Selamun aleyküm. Değerli ozkanates Kardeşim,
Adem, bir topluluk adı değil bilgilendirilmiş insanın adıdır...


Kavramlarının bir listesini çıkardım:

Ruh = Bilgi
Ruh üfleme = Kısmi bilgi verme
Adem = Kısmen bilgilendirilmiş insan
İnsan = Bilgilendirilmemiş/cahil insan
İblis = Düşünme yetisi
Melek = Tabiat güçleri

Anladığım kadarıyla bu kavramlara verilen anlamlar... bir kelimenin yerine diğeri konduğunda, Kuran boyunca düzgün anlamların oluşması mantığına dayanıyor. Benim düşünceme göre bu, tüm tekamül kademelerinde yapılan uygulama. Hepimiz, kendi kadememizin kelimelerini Kuran boyunca koyuyor ve anlamların tutarlı olduğunu görüyoruz. Bu, Kuran'ın şekilsiz olmasından değil; her tekamül kademesindeki insana aynı anda hitap ve rehberlik etmesinin gereği.

Benim benimsediğim metodoji, bir Kuran kavramını, ancak Kuran içindeki bir tanımdan üretmek. "Bir Allah sözünü tanımlamaya muktedir olanın, sadece yine Allah sözü olabileceği" düşüncesine istinaden.

Sana sorum, verdiğin kavramları verdiğin anlamlara bağlayan/atayan ayetler var mı.


A'raf;11:"Ve hiç kuşkusuz Biz, sizi oluşturduk, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da evrendeki güçlere, “Âdem'e/bilgilenmiş, vahiy almış insana boyun eğip teslim olun” dedik; İblis/düşünce yetisi hariç onlar hemen boyun eğip teslim oldular; o, boyun eğip teslim olanlardan olmadı."

Sözü edilen olayları yaşamış olanlar insanoğlunun ilk ataları olmasına rağmen, âyette onlar için ikinci çoğul zamiri olan “siz” ifadesi kullanılmıştır. Rabbimiz Kur’ân'ın muhataplarına sanki insanlığın ilk döneminde yaşamış insanlar onlarmış gibi hitap etmektedir. Bu tarz anlatımlar, olayı canlı tutmak ve anlatılan olayı muhataba yaşatmak maksadıyla kullanılmaktadır. Zaten konu da bir haber şeklinde değil, temsilî bir anlatımla işlenmektedir. Böylelikle muhataplara kendilerini Âdem yerine koyarak olayları canlı bir tiyatro sahnesindeymiş gibi hissetmeleri sağlanmaktadır. Bir şeyi yaşayarak veya yaşarmış gibi hissettirerek öğretmek, etkili bir eğitim metodudur. Bu metodun uygulandığı anlatımlara Kur’ân'da sıkça rastlanır:


Bu söylenenler pek çok yerde doğru, ama burada şu temel prensiple uyuşmadığından geçerli değil: "Kuran, farklı tekamül kademelerine aynı anda hitap edebilmek için, bilgileri farklı kademelerde örter. Ama bu örtme, asla yanlış bilgi verme şeklinde olmaz. Yani her söylenen mutlaka doğrudur. Uygulanan örtmeler ise, bilgide ileri olanlar için, mutlaka başka ayet/ayetler tarafından açıklanıp kaldırılır."

Bu sistemi açıklayan ayet: "Eğer biz bu Kuran’ı bir dağın üzerine indirseydik, her halde sen onu Allah korkusundan huşû ile boynunu bükmüş, çatlayıp yarılmış görürdün. Biz benzetmeleri insanlar için yapıyoruz ki, inceden inceye düşünebilsinler." Hasr 21. Ayetin ilk cümlesi, bir benzetme kullanımı; ikinci cümle ise benzetme tekniğinin tanımını yaparak, benzer örtmeleri kaldırıyor. Başka bir örnek, Allah'ın yüzü, elleri, sohbetleri benzetmelerinin Bakara 115 ile kaldırılması.

O halde Araf 11 'deki "siz" ya mutlak doğrudur ya da yapılmış bir örtmedir. Eğer örtme ise başka bir ayet tarafından kaldırılması gerekir. Böylece yukarıdaki "Adem = bilgi verilmiş insan tanımını yapan bir ayet var mı" soruma geri dönmüş oluyorum.

Benim görüşümde, "Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin" dedik" ayetindeki "siz", (başka bir ayet tarafından kaldırılmadığı sürece) bir örtü değil mutlak doğru ve "insanın yaratılmasına tekil Adem ve tekil Havva örtmesi"ni kaldırmakta, yaratılışı evrime bağlamakta.

Ki zaten bu kısımda hemfikiriz. Anladığım kadarıyla bu hemfikir oluştan, sadece, "Adem = Bilgilendirilmiş insan" tanımından uzaklaşmamak adına ayrılıyorsunuz.


Cevabım devam edecek.

ozkanates
30. May 2014, 06:38 PM
.
"Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler1. Onu insan yüklendi2. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir3." Ahzab 72
1- Tekamül bir seçenek, her ruh isteyip istemediğine kendisi karar verir.
1- Tekamülün zorluğundan çekinerek istemeyenler var (melek).
1- Zorluğuna rağmen tekamülü kabul edenler var (adem).
1- Tekamül, gök, yer, dağ gibi cisimlerin olduğu madde alemde.
2- Tekamülü seçen ruh, madde bedene üflenince insan olur: insan = adem + beden
3- Tekamül, zalim ve cahil halden, yani negativiteden başlar.


Âyette geçen ve meallerde Arapça bırakılan arz ve emanet sözcüklerinin anlamını verdikten sonra Âyetin mealini verelim.

العرض[‘arz], tul'un karşıtı olup “en” demektir. Bu sözcüğün fiil olarak anlamı, “enleştirme; yayma, yaygınlaştırma”dır.

الأمانة[emânet], الأمنة [emenet], hıyânet'in karşıtıdır. Hıyânet'in aslı, “noksanlaştırmak, tefrit”tir [kusurlaştırma, zayi etmedir]. Kendine bırakılan bir şeyi noksanlaştıran kişiye, “hâin” denir.

Bu tanıma göre emânet sözcüğünün esas anlamı, “bütünlük, kusursuzluk, mükemmellik”tir. “Korunmak üzere bir yere bırakılan nesne” anlamında kullanılmasının nedeni de, “tevdi edilen şeyin mükemmelliği”dir.
Konumuz olan âyetteki emânet sözcüğü, terim değil, lügat anlamıyla ele alınmalıdır. Bu durumda Allah; göklere, yeryüzüne ve dağlara mükemmelliği, kusursuzluğu, düzen ve intizamı yaymış-yaygınlaştırmıştır. Doğadaki hiç bir varlık bu mükemmelliğe ihânet etmemiş ve bunu bozmamıştır. Ama çok câhil ve çok zâlim insan bunu bozmuş, kusurlu hâle getirmiştir.


"Emanet" kelimesi tüm meallerde emanet olarak geçtiğinden, bu kelimenin bir örtme olduğunu düşünmüştüm. Oysa Arapçası açık açık söylüyor: Bütünlüğü/kusursuzluğu/mükemmelliği yayma/yaygınlaştırma yani TEKAMÜL !

Metnimi bu bilgileri ekleyerek düzeltiyorum:

"Şüphesiz biz [U]emaneti1 göklere, yere ve dağlara arz ettik2 de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir." Ahzab 72
1- Arapça “emanet”: Bütünlük, kusursuzluk, mükemmellik.
2- Arapça “arz etmek”: En (uzunluğun zıttı). Fiil hali enleştirme; yayma, yaygınlaştırma.
Emaneti arz ettik = Bütünlüğü/kusursuzluğu/mükemmelliği yaydık/yaygınlaştırdık = Tekamül

"Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik4 de onlar onu yüklenmek istemediler1, ondan çekindiler2. Onu insan yüklendi3. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir5." Ahzab 72
1- Tekamül bir seçenek, her ruh isteyip istemediğine kendisi karar verir.
2- Tekamülün zorluğundan çekinerek istemeyen ruhlar var (melek).
3- Zorluğunu göze alarak tekamülü kabul eden ruhlar var (adem).
4- Tekamülü kabul eden ruh… gök, yer, dağın olduğu madde alemde…
4- Madde bedene bağlandığında insan olur: İnsan = Beden + ruh
5- İnsanın tekamülü, zalim ve cahil halden, yani negativiteden başlar.
.

ozkanates
2. June 2014, 11:48 AM
72Şüphesiz Biz, emaneti [bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği] göklerin, yerin ve dağların üzerine yaydık, yaygınlaştırdık da, onlar, onu taşımaya/gizlemeye, tanımaz hale getirme, gözden düşürmeye yanaşmadılar, bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden, tanınmaz hale getirilmesin korktular. Ve onu insan taşıdı/ gizledi, tanınmaz hale getirdi, gözden düşürdü [ona ihanet etti]. Şüphesiz insan, çok yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan ve çok cahildir.

Bu âyette tüm insanlığa, haber cümlesi ile çok önemli bir uyarı yapılmaktadır: Allah; yeri, gökleri ve dağları bir düzen, bir nizam ve intizam içinde yaratmış; onlar da bu düzenlerini bozamamışlardır. Evrendeki düzeni, çok câhil ve zâlim olduğundan insan bozmuştur.


Bu yorumunuzu da, "adem/insan" ikiliğini "bilgili/cahil insan" ikiliğine tevil etmek adına, kendi yorumlarınızdan uzaklaşma olarak görüyorum.

Belirttiniz ki, yaratım bir anda değil, milyar yıllarda. O halde mükemmellik de bir anda olan bir yaratım değil, milyarlarca yıl alan bir süreç. Tekamül, daha iyiye, daha güzele, daha karmaşığa giden uzun bir yürüyüş. İnsan yaratıldığında taşınacak/gizlenecek/tanınmaz hale getirilecek/gözden düşürülecek/ihanet edilecek/bozacak bir mükemmellik zaten oluşmamıştı ve halen de oluşmamıştır (milyar yıllar devam ediyor).

"Ruh"dan "bilgili insan"a tevil, ayetin söylemediklerini ayete ekleme ile olmuş. Ayette gizleme/tanınmaz hale getirme/gözden düşürme/ihanet etme/bozma türünden hiç bir kelime yok. Çünkü olay bu değil. Gökler, yer, dağ, melekler "mükemmelliğin yaygınlaşmasına = tekamüle" katılmıyorlar, hepsi bu. Aynı ayette söylendiği gibi. Onlar hep yaratıldıkları şekilde kalıyorlar. Mükemmelliğin yaygınlaşmasına adem katılıyor. O, Allah'ın isim ve sıfatlarına sahip Allah'dan bir ruh olarak, edilgen/insiyatifsiz bir nesne/robot/melek olarak değil, değişim/gelişim/mükemmelleşmenin öznesi olarak tekamülde.

Eğer gelişiyorsa, mükemmelleşiyorsa, o halde ilk yaratıldığı an, onun en az gelişmiş, en az mükemmel hali olacaktır. "Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir" işte bu ilk yaratım halinin, tekamül sürecinin sonraki her bir haline izafen durumudur. Nitekim madde alemindeki tekamül, zalim ve cahil halden, gönül ve akıl sahipliğine (= şeylerin az halinden çok haline) bir yolculuk olduğundan, bu yolculuğun nihai son haline izafen bizlerin (halen madde alemdekilerin) halen zalim ve cahil olmamız da geçerli. Bu yüzden son cümlede zaman kipi, geçmiş zamandan (yaratış anından) geniş zamana çevriliyor.

bartsimpson
2. June 2014, 03:29 PM
Selamun aleyküm. Değerli ozkanates Kardeşim,



Adem, bir topluluk adı değil bilgilendirilmiş insanın adıdır.

Âdem'e secde eden meleklerin, halk kültürüne yerleşmiş şekli ile sürekli namaz ve niyazda olan melekler olmadığı; insandaki akıl, zekâ, ar, hayâ, hâfıza, dikkat gibi zihinsel fonksiyonlar ile yağmur, bulut, rüzgâr, soğuk, sıcak, ağaç, nebat gibi insan dışında doğada mevcut diğer canlılar ve güçler olduğu hemen anlaşılmaktadır. Çünkü bu sayılanların hepsi Âdem'e [insana] boyun eğmişlerdir [secde etmişlerdir], hâlen de eğmektedirler ve kıyâmete kadar da eğmeye devam edeceklerdir. Şöyle ki:
İnsana rûh/bilgi üfürüldüğü zaman, insan bu bilgiyle doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkları kontrol edebilir bir güce sahip duruma gelmiş ve bilgilendiği zamandan itibaren bilgisi oranında doğaya hükmetmeye başlamıştır. Hayvanları evcilleştirmiş, onların etinden, sütünden, yumurtasından, gücünden yararlanmış hatta en vahşîlerini bile kafeslerde, hayvanat bahçelerinde seyir amacıyla emri altına almıştır. Rüzgâra değirmen taşlarını döndürtmüş, gemilerini yüzdürmek için yelkenleri şişirtmiştir. Akıp giden ırmakların suyunu barajlarla kontrol altına almış, içmede ve sulamada kullandığı bu sudan elektrik üretmiştir. Doğadaki madenlerden her alanda sayısız yararlar sağlamış, ormandaki ağaçlar ise insanın arzusu doğrultusunda yakacak, mobilya, kâğıt olmuştur. Havadaki oksijen sayesinde yaktığı ateş ile kendisini ısıtmış, yemeğini pişirmiş ve daha pek çok alanda kendine yarar sağlamıştır. İnsanın doğadaki birçok şeyi kontrol edişine dair verilebilecek örnekler saymakla bitmez. İnsanın doğaya hâkim oluşu ile ilgili bütün bu örnekler, doğa varlıklarının ve güçlerinin [meleklerin], Âdem'e [insana] boyun eğip itaat ettiğini [secde ettiğini] gösteren birer delil niteliğindedir. Burada gözden kaçırılmaması gereken bir husus vardır ki, o da Âdem'in “bilgilendirilmiş insan” olduğudur.
Sonuç olarak, melekler/yönetim güçleri sıradan insana değil, kendisine rûh üfürülmüş [Rabbimizin sonsuz bilgisine nisbetle az bir bilgi ile bilgilendirilmiş], yani Adam/Âdem olmuş insana secde etmektedirler .



Âdem, bir topluluk adı değil bilgilendirilmiş insanın adıdır.

[B]A'raf;11:"Ve hiç kuşkusuz Biz, sizi oluşturduk, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da evrendeki güçlere, “Âdem'e/bilgilenmiş, vahiy almış insana boyun eğip teslim olun” dedik; İblis/düşünce yetisi hariç onlar hemen boyun eğip teslim oldular; o, boyun eğip teslim olanlardan olmadı."

Sözü edilen olayları yaşamış olanlar insanoğlunun ilk ataları olmasına rağmen, âyette onlar için ikinci çoğul zamiri olan “siz” ifadesi kullanılmıştır. Rabbimiz Kur’ân'ın muhataplarına sanki insanlığın ilk döneminde yaşamış insanlar onlarmış gibi hitap etmektedir. Bu tarz anlatımlar, olayı canlı tutmak ve anlatılan olayı muhataba yaşatmak maksadıyla kullanılmaktadır. Zaten konu da bir haber şeklinde değil, temsilî bir anlatımla işlenmektedir. Böylelikle muhataplara kendilerini Âdem yerine koyarak olayları canlı bir tiyatro sahnesindeymiş gibi hissetmeleri sağlanmaktadır. Bir şeyi yaşayarak veya yaşarmış gibi hissettirerek öğretmek, etkili bir eğitim metodudur. Bu metodun uygulandığı anlatımlara Kur’ân'da sıkça rastlanır:

Bakara;49:" Ve hani Biz, bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirien, kadınlarınızı sağ bırakan Firavun'un yakınlarından kurtarmıştık. –Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı.– "


Bakara;63: ""Hani bir zamanlar Biz, sizden, “Allah'ın koruması altına girmeniz için verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun ve içindekileri hatırınızdan çıkarmayın!” diye sağlam bir söz almıştık ve sizin üstünüzü; seçkininiz Mûsâ'yı Tûr'a/dağa yükseltmiştik/çıkarmıştık.

Bakara;72: "Ve hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Hâlbuki Allah, saklamış olduğunuzu çıkarandır. "

11. âyette dikkat edilmesi gereken bir başka husus da; Biz, sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere, “Âdem'e secde edin” dedik ifadesindeki tekâmül aşamalarıdır. İnsanoğlunun “yaratılış”, sonra “mükemmelleştirme”, sonra da “sorumluluk yükleme” aşamalarından geçtiğini bildiren bu ibarede iki tane ثمّ [sümme=sonra] edatı kullanılmış ve böylece bu aşamaların bir anda olmadığı, birbiri ardına meydana geldiği ifade edilmiştir. Tekâmül aşamaları arasına konan iki adet sümme [sonra] sözcüğünün temsil ettiği zaman dilimi, belki de milyonlarca yılı kapsamaktadır.

Hicr 29'u cümlenin bütünlüğü bozulmasın diye 28 ile birlikte verelim:

28,29"Ve bir zamanlar Rabbin evrendeki güçlere, “Ben, kuru balçıktan, şekil verilmiş/işlenebilen bir çamurdan bir beşer oluşturacağım. Ben, ona biçim verdiğimde ve onu bilgilendirdiğimde, siz hemen onun için teslimiyet gösterenler olarak yere kapanın” demişti."

Aslında olayın anlatımı 28-44 ayetler aralığında yapılmaktadır.

Bu ayet grubunda Rabbimiz, insanın madde ve enerjiden olan yapısını temsilî bir anlatımla ortaya koymaktadır.

İnsan soyunun ilk yaratılış aşamalarına dair bilgiler Kur’an’da ilk kez Sad suresinin 71-85. ayetlerinde verilmişti:

71,72Hani Rabbin bir zaman evrendeki güçlere, “Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturucuyum. Onu düzgünleştirip bilgili hâle getirdiğim zaman derhal ona boyun eğip teslim olun” demişti.
73,74Bunun üzerine İblis/ düşünce yetisi hariç evrendeki güçlerin tümü hep birlikte boyun eğip teslimiyet gösterdiler, İblis büyüklük tasladı ve görmezden gelenlerden oldu.
75Allah, “Ey İblis! O benim iki elimle/kudretimle oluşturduğuma boyun eğip teslim olmana ne engel oldu? Büyüklendin mi? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?” dedi.
76İblis dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım. Beni enerjiden oluşturdun, onu ise maddeden oluşturdun.”
77,78Allah, “Hemen çık oradan, artık sen kesinlikle kovulmuşsun, / katilin, asılsız söz ve düşünce üretenin, karanlığa taş atanın tekisin, “Elbette hayırdan uzak tutmam da karşılık gününe kadar senin üzerindedir” dedi.
79İblis, “Rabbim! O hâlde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana süre ver” dedi.
80,81Allah, “Haydi, sen belirli bir vakte kadar süre verilenlerdensin” dedi.
82,83İblis, “Öyle ise en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip oluşuna yemin ederim ki ben onların hepsini; –içlerinden arıtılmış kulların hariç– kesinlikle azdıracağım” dedi.
84Allah dedi ki: “Gerçek budur. Ben de şu gerçeği söylüyorum: “85Andolsun ki cehennemi kesinlikle senden ve onların sana uyanlarından; hepinizden dolduracağım.”


Gerek Sad suresinde gerekse konumuz olan pasajda insanın yaratılışıyla ilgili ifadeler temsilîdir. Olayın bir tiyatro sahnesi gibi canlandırılarak anlatılması, evrenin, dünyanın ve canlıların var oluş aşamaları hakkında bilgi sahibi olmayanların konuyu iyi anlamalarını sağlamaya yöneliktir. Konunun Allah, melekler, Âdem ve İblis arasında geçen diyaloglarla anlatılması, olayın tamamen temsilî olduğunu göstermektedir. Çünkü Yüce Allah'ın bir insanla bu tarz konuşması veya Kendi yarattığı bir şeyin O'na isyan etmesi, bizzat Kendisinin Kur’ân'da bildirdiğine göre mümkün değildir.
Ayette ifade edilen “çamurdan yaratılış”, “tesviye”, “ruhun üfürülmesi” ve “meleklerin secdesi” bir anda olup bitmiş olaylar değildir. Kur’an’da verilen ayrıntılara göre, bu olaylar milyarlarca yıllık bir süreçte gerçekleşmiştir. Yani, bu anlatımlardan: “Allah, melekleri ve İblis’i çağırdığı bir toplantıda 2-3 dakika içinde, hemen Âdem’i yaratacağını söyledi ve yaratıverdi. Sonra meleklere secde etmelerini söyledi, onlar da derhal secde ettiler. Ama İblis …” şeklinde, her şeyin çok kısa bir zamanda gerçekleştiği anlamını verecek bir sonuç çıkarılmamalıdır.



Âyette geçen ve meallerde Arapça bırakılan arz ve emanet sözcüklerinin anlamını verdikten sonra Âyetin mealini verelim.


العرض[‘arz], tul'un [uzunluğun] karşıtı olup “en” demektir. Bu sözcüğün fiil olarak anlamı, “enleştirme; yayma, yaygınlaştırma”dır.

الأمانة[emânet], الأمنة [emenet], hıyânet'in karşıtıdır. Hıyânet'in aslı, “noksanlaştırmak, tefrit”tir [kusurlaştırma, zayi etmedir]. Kendine bırakılan bir şeyi noksanlaştıran kişiye, “hâin” denir.

Bu tanıma göre emânet sözcüğünün esas anlamı, “bütünlük, kusursuzluk, mükemmellik”tir. “Korunmak üzere bir yere bırakılan nesne” anlamında kullanılmasının nedeni de, “tevdi edilen şeyin mükemmelliği”dir.
Konumuz olan âyetteki emânet sözcüğü, terim değil, lügat anlamıyla ele alınmalıdır. Bu durumda Allah; göklere, yeryüzüne ve dağlara mükemmelliği, kusursuzluğu, düzen ve intizamı yaymış-yaygınlaştırmıştır. Doğadaki hiç bir varlık bu mükemmelliğe ihânet etmemiş ve bunu bozmamıştır. Ama çok câhil ve çok zâlim insan bunu bozmuş, kusurlu hâle getirmiştir.


72Şüphesiz Biz, emaneti göklerin, yerin ve dağların üzerine yaydık, yaygınlaştırdık da, onlar, onu taşımaya/gizlemeye, tanımaz hale getirme, gözden düşürmeye yanaşmadılar, bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden, tanınmaz hale getirilmesin korktular. Ve onu insan taşıdı/ gizledi, tanınmaz hale getirdi, gözden düşürdü [ona ihanet etti]. Şüphesiz insan, çok yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan ve çok cahildir.

Bu âyette tüm insanlığa, haber cümlesi ile çok önemli bir uyarı yapılmaktadır: Allah; yeri, gökleri ve dağları bir düzen, bir nizam ve intizam içinde yaratmış; onlar da bu düzenlerini bozamamışlardır. Evrendeki düzeni, çok câhil ve zâlim olduğundan insan bozmuştur.



Olayın netleşmesi için âyete bakmak gerekir.

A'raf;172,173
"Hâlbuki senin Rabbin, kıyâmet günü, “Biz, bunlardan bilgisizdik” demeyesiniz yahut “Bundan önce atalarımız ortak koşmuş, biz onlardan sonra gelen kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi değişime/ yıkıma uğratacaksın?” demeyesiniz diye, Âdemoğulları'nın sulbünden onların soylarını alır ve onları kendi nefislerine tanık eder; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Elbette Rabbimizsin, tanıklık ediyoruz.”

Konumuz olan üç ayet, 163–174. ayetlerden oluşan pasajın bitim noktasını oluşturmaktadır. Bu pasajda Rabbimizin insanları bazı şeylerle deneyeceği, insanların bir kısmının sorumluluk sahibi olarak duyarlı davranacağı, diğer kısmının ise vurdumduymazlık sergileyerek görevlerini yapmayacağı, bu durumun kıyamete kadar böyle süreceği, sonuçta da sorumsuzların cezalandırılıp sorumluların ödüllendirileceği; ayrıca kâfirlerin seçmiş oldukları yolu gaflet ve bilgisizlikten değil kesinlikle bilinçli olarak istedikleri, bunu da herhangi bir bahaneye başvurmadan itiraf ederek kendi aleyhlerine tanıklıkta bulunacakları bildirilmektedir.

Meal ve tefsirlerin çoğunda rivayetlerin etkisiyle konumuz olan bu ayetlere birçok ekleme yapılmış, bu nedenle de ayetlerin gerçek anlamından ister istemez uzaklaşılmıştır. Biz söz konusu ayetleri sözcük sözcük tahlil etmek suretiyle güvenli bir yol izleyecek, böylece konuyu mevcut meal ve tefsirlerle karşılaştırarak okumak isteyenlerin yapılan ilâveleri daha rahat görmelerini sağlamaya çalışacağız.

[B]Hâlbuki senin Rabbin,

Metinlerde genellikle “vaktiyle”, “bir zamanlar” diye tercüme edilen “ إذiz” edatı, bu edatın “anlamca zait olduğu, birçok yerde kelâmı süslemek için kullanıldığı” görüşündeki bazı tefsirciler ve bunlara itibar edenler tarafından meallerin çoğunda anlamca ihmal edilmiştir. Oysa “iz” edatı, anî ve beklenmedik bir şeyin meydana gelmesini veya anlatılan konuda birden bire yapılan bir dönüşü, değişikliği ifade etmek için kullanılır ve bu edattan sonra anlatılan konunun yer aldığı pasajın başlangıcı olur. Burada ayet “ve” bağlacı ile başlamaktadır. Bu, “iz” edatı ile başlayan konunun daha önceki ayetlerle bağlantılı olduğunu gösterir. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, bu bölümün “Hâlbuki senin Rabbin” diye çevrilmesi gerekir.

... kıyamet günü, “Biz, bunlardan gafildik” demeyesiniz, yahut “Bundan önce atalarımız şirk koşmuş, biz onlardan sonra gelen zürriyetiz/kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi helâk edeceksin?” demeyesiniz diye

Bu cümlede Rabbimiz, insanoğlunun yapısına koyduğu üreme sistemi ile her kuşağa, her nesle kendi varlığını en iyi şekilde gösterdiğini belirterek bu sebeple şirk koşanların kıyamet günü mazeret bulamayacaklarını bildirmektedir.

Âdemoğullarının sulbünden onların soylarını alır,

Ayetin orijinalindeki fiillerin tümü geçmiş zaman kipiyle ifade edilmiş olup bu cümlede geçen EHAZE” fiilinin Türkçedeki tam karşılığı “aldı” sözcüğüdür. Ancak insanların yeryüzüne gelişi herhangi bir zaman diliminde olmuş bitmiş bir şey değildir; insanoğlunun yeryüzündeki sorumluluk sınavı son insan nesline kadar devam edecek bir süreçtir. Yüce Allah “Rabb” sıfatıyla insanoğluna bu süreci başarıyla değerlendirebileceği birçok üstün yetenek vermiş, Hakk’ı bulması için kitap indirmiş ve peygamber yollamıştır. Yani, insanoğlunun gerek yetenekleri, gerekse kitaptan ve peygamberden yararlanması süreklidir, daima tekerrür eden bir süreçtir. Dolayısıyla gerek “ehrace” fiilinin gerekse ayette geçen “ اشهدeşhede [tanık etti]”, “ قالواkâlû [dediler]”, “ شهدناşehidnâ [tanık olduk]” fillerinin “şimdiki zaman-geniş zaman” kipiyle meallendirilmeleri gerekir. Söz konusu fiillerin ayette mazi [geçmiş zaman] kipiyle kullanılmış olması, anlatılan olayların gerçekleşeceğinin kesinliğini vurgulamak içindir.
ve onları kendi aleyhlerine tanık eder;

Piyasadaki birçok meal ve tefsirde bu bölüm de eksik olarak “Kendilerine şahit tuttu” gibi ifadelerle meallendirilmiş ve tanıklığın lehte mi yoksa aleyhte mi olduğu belirtilmemiştir. Söz konusu tanıklık, “ala enfüsihim [kendi aleyhlerine]” şeklinde ifade edildiği için aleyhte bir tanıklıktır. Bu husus kesinlikle gözden kaçırılmamalıdır.

Ben sizin Rabbiniz değil miyim?

Tahlilini yaptığımız konuyu anlayabilmek, bu soru cümlesinin manasını ve pasaj içindeki yerini bilmeye bağlıdır. Hemen belirtmek gerekir ki, piyasadaki birçok meal ve tefsirde yapılmış olan “dedi”, “demişti” gibi eklemeler, ayetin orijinal ifadesinde yoktur.
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusu ile başlayan “Elestü bi rabbiküm?” Kâlû: “Belâ... Şehidnâ.” [“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Evet, Rabbimizsin. Tanık oluyoruz” cümlesi, ayette kendisinden önce yer alan “Ve eşhedehüm ala enfüsihim [ve onları kendi aleyhlerine tanık eder]” cümlesinin bedelidir; onu açıklar, tefsir eder. Dolayısıyla, bu cümle Allah’ın insanları kendi aleyhlerine nasıl tanık ettiğini açıklamaktadır.
Verilecek cevabı bilmesine rağmen Rabbimizin insanlara soru yöneltmesi, mesajın karşılıklı konuşma yöntemi ile verilmesi sebebiyledir. Bu metod aynı zamanda bir “Belâğat” sanatıdır. Belâğat ilmine göre soru cümleleri, bir şeyi sorup öğrenmekten daha çok, bir şeyi inkâr ya da takrir için veya muhataba iltifat ve minnet için, yahut da muhatabı tekdir ve sorumlu tutmak için kullanılır.
Bu soru cümlesi ile ilgili olarak yanlış anlamalara, yanlış kavram ve inançların oluşmasına yol açan bir husus da “rabb” sözcüğünün toplumda “ilâh”, “yaratan” anlamında kullanılması sebebiyle cümlenin “Ben sizin Allah’ınız, yaratıcınız değil miyim?” şeklinde anlaşılmasıdır. Oysa “rabb” sözcüğü “Terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, tekâmülü programlayıp yöneten” demektir. Buna göre soru cümlesinin içerdiği gerçek anlam şöyle takdir edilebilir: “Ben, sizin yaratılışınızı, yaşayışınızı, üremenizi plânlayan; sizi terbiye eden, sizi bir hedef için hazırlayan, size akıl fikir veren; size doğruyu bulma, Rabbinizi bilme, hakikati idrak edebilme güç ve istidadını veren; ayrıca size peygamber yollayan, kitap indiren değil miyim?”

Derler ki: Elbette Rabbimizsin,

Burada geçen “ بلىbelâ” sözcüğü, “neam” sözcüğü gibi “Evet” anlamına gelen bir tasdik edatıdır. Fakat “ نعمneam” sözcüğü, olumlu veya olumsuz her söyleneni tasdik ve takrir için kullanılabilirken “belâ” sözcüğü sadece olumsuz soruya cevap olarak kullanılabilir. Meselâ; “Ali geldi mi?” sorusuna verilen “neam” cevabı, “Evet, Ali geldi” anlamına gelir. Ama soru, “Ali gelmedi mi?” şeklinde sorulacak olursa, bu takdirde “neam” cevabı “Evet, Ali gelmedi” demek olur. “Bela” edatı ise sadece olumsuz soruya cevap olarak verilebileceğinden, daima menfinin sübutunu ifade eder. Dolayısıyla, “Ali gelmedi mi?” sorusuna “belâ” cevabı verilecek olursa, bu cevap “Evet, Ali geldi” demek olur.
Konumuz olan ayette de “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna karşılık “bela” dendiğinden, cevap da “Evet, Sen bizim Rabbimizsin!” demektir.
Ayetteki bu diyalogdan anlaşılıyor ki, insanlar kıyamet günü kesinlikle inkâra yönelmeyeceklerdir. “Rabb” sözcüğünün anlamı dikkate alınarak, verilen cevap şöyle takdir edilebilir: “Evet, Sen bizim Rabbimizsin; Sen, bizi terbiye ettin, bizi bir hedef için hazırladın; bize akıl fikir verdin, bize doğruyu bulma, Rabbimizi bilme güç ve istidadını verdin, ayrıca bize peygamber yolladın, kitap indirdin. Ama biz bunlara itibar etmeyen suçlular olduk; kendi aleyhimize şahidiz.”
Üreme olayında herkesin tanık olduğu Allah’ın imzasını taşıyan ayetler:
Meninin yapısı, Cinsiyetin belirlenmesi, rahim duvarına asılı olma, Bir çiğnemlik et olma, kemiklerin oluşumu, kemiklerin etle kaplanması, üç karanlıkta yaratılma, sulb teraib, atan su, döllenme şekli, doğum şekli; anne ve bebekte oluşan sevgi bağı vs.

tanıklık ediyoruz

Ayetin bu bölümü de tefsirlerin çoğunda “Senin Rabbimiz olduğuna tanığız” şeklinde yanlış olarak açıklanmıştır. Ayette insanların neye şahit oldukları beyan edilmemiştir. Zaten edebî kurallara uygun olması bakımından da beyan edilmemesi gerekir. Burada, ayetin sibakının delâletiyle “şehidna” fiilinin mef’ulü [tümleci] mahzuf olarak takdir edilen “alâ enfüsina (kendimizin aleyhine)” ifadesidir. Kur’an’ı anlayacak kadar Arapça bilenler, cümlenin siyak ve sibakına iyi dikkat ettikleri takdirde bu gizli tümlecin “alâ enfüsina” ifadesi olduğunu kolayca anlarlar. Bu nedenle “şehidnâ” ifadesi “Biz kendi aleyhimize tanık oluyoruz” şeklinde anlaşılmalıdır. Nitekim En’âm suresinde de bu ayetin tefsiri mahiyetinde bir ifade mevcuttur:

[B](En’am/ 130, 131)

130Ey gizli, âşikar, geleceğin, bugünün insan topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran kendinizden elçiler gelmedi mi? Onlar, “Kendi aleyhimize şâhitiz” dediler. Basit dünya yaşamı onları aldattı ve onlar kendilerinin kesinlikle kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin ta kendisi olduklarına şâhitlik ettiler.
131İşte bu; Rabbinin, halkı ilgisiz, bilgisiz iken, ülkeleri haksız yere değiştiren/yıkıma uğratan biri olmayışıdır.


Yapılan tanıklığın “kendi aleyhlerine” olduğu şeklinde hem bu surenin 37. ayetinde hem de Nahl suresinin 89. ayetinde benzer ifadeler mevcuttur.
Haklarında yeterli ve ikna edici bilgiler bulunmayan kişilerce öne sürülen bazı görüş ve kanaatleri birer akide haline getirmemek, garip rivayetlerin arkasına düşüp yanlışlar içinde kaybolmamak ancak ayetlerin doğru anlaşılmasıyla mümkün olmaktadır. Ayetlerin doğru anlaşılması için Rabbimizin yardımını istemeli, O’ndan ilmimizi, anlayışımızı ve kavrayışımızı arttırmasını talep etmeliyiz. Ankebût/57’de söz verdiği gibi, uğrunda üstün çaba harcayanları Yüce Allah mutlaka kendi yollarına ulaştırır.

174Ve işte Biz, düşünsünler diye âyetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz.

Gerçekten de Rabbimiz kendi varlığına yönelik kanıtları, uzaklarda aramamıza gerek kalmayacak şekilde çok yakına, kendi bünyemize de yerleştirmiştir. Kendi varlığı hakkında tefekkür eden, biyolojik yapısındaki fiziksel ve zihinsel sistemler, özellikle de üreme sistemi üzerinde düşünen bir insanın “Benim Rabbim Allah’tır!” dememesi mümkün değildir.



Çıkarımlarınıza dayanak yapılan Bakara 30-34 . âyetleri birlikte görelim.

30Ve bir zaman Rabbin, doğadaki güçlere, “Şüphesiz Ben, yeryüzünde bir halîfe getiren Zatım” demişti. Doğadaki güçler, “Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi yapacaksın? Oysa biz, Senin övgünle birlikte tüm noksanlıklardan arındırıyoruz ve Senin tertemiz; her türlü kötülük ve eksiklikten uzak olduğunu haykırıyoruz” demişlerdi. Senin Rabbin, “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim” demişti.
31Ve senin Rabbin, Âdem'e o isimlerin tümünü öğretti. Sonra hepsini doğadaki güçlere sundu ve “Hadi, haber verin Bana şunların isimlerini, eğer doğru kimseler iseniz” dedi.
32Doğadaki güçler, dediler ki: “Sen her türlü noksanlıktan arınıksın! Senin, bize öğretmiş olduğunun dışında bizim için bilgi diye bir şey yoktur. Şüphesiz Sen, en iyi bilenin, en iyi yasa koyanın ta kendisisin.”
33Senin Rabbin dedi ki: “Ey Âdem! Haber ver onlara, onların adlarını.” Sonra da Âdem onlara, onların adlarını haber verince, senin Rabbin, “Dememiş miydim Ben size! Şüphesiz Ben, göklerin ve yerin görülmeyenini, duyulmayanını, sezilmeyenini, geçmişi, geleceği bilirim. Ve Ben, sizin açığa vurduklarınızı ve sakladıklarınızı bilirim” dedi.

Bu âyet grubunda, insanların evrendeki konumuna ilişkin temsîlî bir açıklama yapılmakta; insanın ilk yaratılışı değil, dünyadaki bilgilenme ve güçlenme süreci anlatılmaktadır. Bu açıklamalar, temsîlî anlatım tekniğiyle canlı bir piyes sahnesi gibi sunulmuştur. Bir sahne, sahnede de aktörler [Allah, melekler ve Âdem] vardır, aralarında konuşuyorlar.
Bu bölüm iki sahneden oluşuyor:
SAHNE 1
Allah:
-- Ben yeryüzünde bir halîfe kılıcıyım [yapacağım].
Melekler:
-- Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi kılacaksın [yapacaksın]. Oysa biz, Seni överek tesbîh ediyor ve Seni takdîs ediyoruz.
Allah:
-- Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim.
Allah Âdem'i, bilgilenme sürecinden geçirmiş, ona eşyayı ve isimlerini tanıtmıştır. İsim, müsemmayı [adı taşıyan varlığı] ifade eder. Demek oluyor ki Allah, Âdem'in aklını-fikrini, zekasını geliştirmiş, o da varlıkları tanımış ve onların özelliklerine göre birer isim vermiştir. Varlıkların isimleri, anlam ve ses itibariyle varlıkların özelliklerine göre verilir. Meselâ; taş, kaya, demir (aslı, temur'dur), çelik gibi isimler, bir yandan onların sertlik özelliğini ifade ederken, diğer yandan da sert harflerle [seslerle] telaffuz edilmiştir. “Yağ” ise, yumuşak bir varlık olduğundan yumuşak seslerle isimlendirilmiştir. İnsanlığın diline kazandırılan yeni isimlerin tümü, o varlığın özelliğine uygun olarak verilmektedir. Varlığın özelliği bilinmediği takdirde, varlığa verilen isim uygun düşmeyecektir. Artık, insan türü [Âdem] bilgili, bilgilenen bir konumdadır. Bu sürecin ne kadar zaman aldığı Kur’ân'da bildirilmemiştir. Bu süreç belki yüzbinlerce, belki milyonlarca yıl sürmüştür. Bu bilgilenme, daha evvel “Rûh üfürme olarak açıklanmıştı.
SAHNE 2
Allah, Meleklere:
-- Hadi, haber verin Bana şunların isimlerini, eğer doğru kimseler iseniz.
Melekler:
-- Sen her türlü noksanlıktan münezzehsin! Senin, bize öğretmiş olduğunun dışında bizim için bilgi diye bir şey yoktur. Şüphesiz Sen, en iyi bilenin, en iyi yasa koyanın ta kendisisin.
Allah:
-- Ey Âdem! Haber ver onlara; onların adlarını.
Âdem, hepsinin ismini bildirir.
Allah:
-- Dememiş miydim Ben size! Şüphesiz Ben, göklerin ve yerin gaybını bilirim. Ve Ben, sizin açığa vurduklarınızı ve sakladıklarınızı bilirim.
Sahne burada kapanır.
Pasajın doğru anlaşılması için öncelikle خليفة [halîfe] sözcüğünün iyi bilinmesi gerekir. Halîfe, “birinin ardından onun yerine gelen, geçen” demektir. Bununla ilgili geniş açıklama Sâd sûresi'nin sonunda mevcuttur. Buradan, insanlardan evvel dünyaya egemen olan bazı varlıklar olduğu anlaşılıyor. Allah onların egemenliğini sona erdirip onların yerine insanı dünyaya egemen kılmıştır.
Âyetlerden açıkça anlaşıldığına göre insan, bilgilenmezden evvel yeryüzünde kan döken ve fesat çıkaran bir yaratık konumundaymış. Bu demektir ki bilgiden uzaklaştığında insan yine kan döken ve fesat çıkaran bir varlık konumuna dönmektedir.
Âdem'in bilgilenmesi, başka âyetlerde, “Âdem'e rûh üfürülmesi” olarak geçer. Rûhun üfürülmesi hakkında detaylı bilgi daha evvel verilmişti. Meleklerde bilgilenme istidadı yoktur, zira Allah onları robotvari yaratmıştır. Dolayısıyla onlar, yaratılış programı çerçevesinde varlıklarını sürdürürler.
Buradaki meleklerin –ki ملك[milk] kökünden türemiştir– “doğal güçler” olduğunu unutmayalım. Melek kavramı ile ilgili detaylı bilgi birçok yerde verilmişti.




Âyetleri bağlamında görelim:

29Hani Biz gizli ajanlardan Kur’ân'ı dinlemek isteyen bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar, Kur’ân'a hazır oldukları zaman, “Susun!” dediler. Sonra Kur’ân'ı dinleyince de birer uyarıcı olarak toplumlarına döndüler.
30-32Onlar: “Ey toplumumuz! Şüphesiz biz Mûsâ'dan sonra indirilen ve sadece içinde konu edilenleri tasdik eden, hakka ve dosdoğru yola kılavuz olan bir kitap dinledik. Ey toplumumuz! Allah'ın davetçisine karşılık verin ve O'na iman edin ki, Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan kurtarsın. Her kim Allah'ın davetçisine karşılık vermezsee, bilsin ki, yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değildir. Onun için Allah'ın astlarından yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın kimseler de yoktur. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içerisindedirler” dediler.

Cinn suresinde kendi istekleriyle Kur’an dinledikleri bildirilen “yabancılar” konusuna bu ayetlerde de kısaca değinilmiştir. Sözü edilen bu “yabancılar”, dinledikleri Kur’an’dan etkilenmişler ve ülkelerine dönünce de kabul ettikleri hak ve hakikati kendi toplumlarına bildirmişlerdir. Ayetler gayet açık olup herhangi bir izahı gerektirmemektedir.

Burada konu edilen cinler ile ilgili olarak klasik kaynaklarda akıl almaz hikâyeler yer almaktadır. Kısaca hatırlatmak gerekirse, burada konu edilen “cinden bir grup”, Yesrib’den Mekke’ye gelerek gizlice Resulullah ile görüşüp ondan Kur’an dinleyen, sonra da Akabe görüşmelerinin ve hicretin zeminini hazırlayan Yesriblilerdir [Medinelilerdir]. Bu Medineli grubun 30–32. ayetlerde yer alan konuşmasının detayı da yine Cinn suresindedir. Bu nedenle, o konuşmanın mealini vermekle yetiniyor, ayetlerin tahlilinin oradan okunmasını öneriyoruz.

(Cinn/1-15)

1-2De ki: Bana vahyedildi ki, şüphesiz yabancılardan bir grup Kur’ân dinleyip de: “Şüphesiz biz, rüşde kılavuzluk eden hayret verici bir Kur’ân dinledik. Bundan dolayı, biz ona iman ettik ve Rabbimize hiçbir şeyi asla ortak koşmayacağız. 3Gerçek şu ki, Rabbimizin şanı çok yücedir. O, bir dişi arkadaş ve de bir çocuk edinmemiştir.
4Ve hiç şüphesiz “bizim aklı ermez”, Allah üzerine saçma sapan şeyler söylüyormuş. 5Doğrusu biz, bildik-bilmedik her kişinin Allah'a karşı asla yalan söylemeyeceğine inanıyorduk.
6Gerçekten de insten; çok iyi tanıdığımız kimselerden bazı kimseler, cinden; tanımadığımız yabancı kimselerden bazı kişilere sığınırlar idi. Böylece de, o yabancı kimseler, onların azgınlıklarını, ahmaklıklarını artırırlardı.
7Gerçekten de onlar sizin inandığınız gibi, Allah'ın asla kimseyi peygamber göndermeyeceğine/ diriltmeyeceğine inanmışlardı.
8Ve gerçekten biz göğe dokunduk da onu kuvvetli bekçiler ve parlak alevlerle doldurulmuş bulduk. 9Ve hiç şüphesiz ki biz gökten duyum almak için oturulan yerlere oturur idik. Peki, şimdi her kim duyum almak için uğraşsa, kendine, gözetleyen parlak bir alev buluyor. 10Biz de, yeryüzündekilere kötülük mü istendi, yoksa Rableri onlara bir doğruluk mu diledi bilmiyoruz.
11Şüphesiz bizler; bizlerden bir kısmı sâlihlerdendir, bizden bazıları da bunun aşağısındandır. Biz, çeşit çeşit yollarda idik.
12Ve kesinlikle, Allah'ı yeryüzünde asla âciz bırakamayacağımızı, kaçmakla da O'nu asla âciz bırakamayacağımızı iyice anladık. 13Ve biz o kılavuzu/ Kur’ân'ı dinlediğimizde ona iman ettik. Onun için kim Rabbine inanırsa, o hakkının eksik verilmesinden ve haksızlığa uğramaktan/ aptal yerine konmaktan, kendisine aşırı yük yüklenilmesinden korkmaz.
14Ve gerçekten bizim durumumuz ise; Müslümanlar bizdendir, yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar da bizdendir. Ama kimler Müslüman olduysa, işte onlar doğruya, güzele, iyiye, gerçeğe gitmeyi arayanlardır. 15Ama inanç konusunda yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara gelince, onlar da cehennem için odun olmuşlardır” demişlerdir."




Lütfen Rahman suresindeki âyetin orijinaline de bakınız. Meallerini konu bütünlüğü içerisinde görelim.
Rahman;14-16

14,15O, görünen, bilinen varlıkları pişmiş çamur gibi kuru balçıktan/değişken bir maddeden oluşturdu. Görünmez varlıkları, güçleri de ateşin dumansızından/enerjiden oluşturdu.
16Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz?

Bu âyetlerde maddesel ve enerjik varlıkların yaratılışına değinilirken, aynı zamanda insanın maddî yapısı ve enerjik yapısına da işaret edilmektedir. İnsanın madde yapısı; el-ayak, göz-kulak, et-kemik vs. olarak görünen bedensel yapısıdır. Bir de insanın, akıl, zeka, dikkat, düşünme yetisi vs. gibi enerjik yapısı vardır. Böyle bir varlık, ancak Allah tarafından yaratılabilir ve bu hiç kimse tarafından yalanlanamaz.



Kehf Suresinin 50. âyetini bağlı olduğu Âyetlerin bütünlüğü içerisinde değerlendirelim.

50Ve hani Biz doğal güçlere, “Âdem'e boyun eğip teslimiyet gösterin” demiştik de İblis/ düşünce yetisi dışında hepsi boyun eğip teslimiyet gösterdi. İblis, görünmez varlıklardandı/ enerjidendi. Sonra da kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, Benim astlarımdan onu ve onun soyunu yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için ne kötü bir değiştirmedir bu!
51Ben onları, göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşuna ve kendilerinin oluşturuşuna şâhit tutmadım ve Ben hiçbir zaman saptıranları yardımcı edinmiş değilim.
52Ve o gün Allah: “Yanlış olarak inandığınız Benim ortaklarımı hadi çağırın” der. Sonra onlar da onları çağırdılar da onlar kendilerine cevap vermediler. Ve Biz, onların arasına ateşten bir engel koymuşuzdur.
53Ve günahkârlar ateşi görmüşler de artık kendilerinin ona düşeceklerine kesin inanmışlardır. Ondan kaçıp sığınacak bir yer de bulamadılar.

Bu ayet grubunda kısaca insanın yaratılış özelliği, insanın aldanış noktaları ve Rabbimizin bu konudaki uyarışları nakledilmiştir. 50. ayetin birinci bölümü ile ilgili detay daha evvel Sad ve Ta Ha surelerinde verilmiştir Lütfen sitemizden ilgili surelerin ilgili kısımlarına bakınız.

İnsanı en çok aldatan, sapmasına, şirk koşmasına neden olan İblis’tir. Ona karşı daima tedbirli olunmalıdır. Onun akla getirdiği ham düşünceler, ölçmeden, tartmadan [tefekkür etmeden] kesinlikle uygulamaya konmamalıdır. Hele hele çıkar için şirke bulaşmamalıdır. Şirk koşulan kişi ve nesnelerin Allah ile bir bağı yoktur.
52. ayetteki “Ve Biz, onların arasına ateşten bir engel kılmışızdır” ifadesiyle müşriklerin ve onların şirk koştuğu şeylerin bir birinden ayrı tutulacakları mesajı verilmektedir.

(Yunus/28, 29)
28,29Ve hepsini toplayacağımız, sonra da o ortak koşanlar için “Yerlerinize! Siz ve ortaklarınız!” diyeceğimiz gün, artık kesinlikle aralarını iyice açacağız ve onların ortakları, “Siz sadece bize tapmıyordunuz ki! Şimdi bizim aramızda ve sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. Biz sizin kulluğunuzdan kesinlikle bilgisizdik/ duyarsızdık” diyecekler.

(En’am/22-24)
22Ve o gün hepsini toplayacağız. Sonra Biz, ortak koşan kimselere: “Hani nerede o gerçeğe aykırı olarak inandığınız ortaklarınız?” diyeceğiz. 23Sonra, onların ateşlere atılmaları, “Rabbimiz, Allah'a kasem olsun ki ‘Biz ortak koşanlardan değildik’ demekten başka bir şey değildi.”
24Bak, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler! O uydurdukları şeyler de kendilerinden ayrılıp kayboldu.

(En’am/94)
94Ve andolsun ki siz, sizi ilk defa oluşturduğumuz zamanki gibi yapayalnız/ teker teker Bize geldiniz ve size verdiğimiz şeyleri arkanızda bıraktınız. Ve içinizde kendilerinin ortaklar olduğuna inandığınız sözde destekçilerinizi sizinle beraber görmüyoruz. Andolsun aranızda kesilme/kopukluk olmuş ve yanlış inandığınız şeyler kaybolmuştur.

(Ahkaf/5, 6)
5Ve Allah'ın astlarından kıyâmet gününe kadar kendisine hiçbir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir? Üstelik tapılan kimseler, o kimselerin yalvarışlarından habersizler de.
6İnsanlar bir araya toplandığı zaman da taptıkları kimseler kendilerine düşmanlar oldular. Ve onların kendilerine tapmalarını kabul etmeyenler idiler.

(Meryem/81,82)
81Ve onlar, kendileri için bir güç, şan, şeref olsun diye Allah'ın astlarından ilâhlar edindiler.
82Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! O edindikleri ilâhlar, onların kulluklarını kabul etmeyecekler ve aleyhlerine dönüp karşı olacaklardır.





Bakara suresinin âyetine birlikte bakalım.

35Ve Biz, “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette iskân ediniz/burayı yurt tutunuz, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol nasiplenin ve şu girift şeye yaklaşmayın; mal/altın-gümüş tutkunu olmayın, yoksa kendi benliğine haksızlık edenlerden olursunuz” dedik.
36Bunun üzerine şeytân; İblis/düşünce yetisi onları oradan kaydırdı, içinde bulundukları ortamdan çıkardı. Ve Biz, “Birbirinize düşman olarak inin, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir yararlanma vardır” dedik.

Bu âyetlerde ise, temsîlî olarak insanın çıkar tutkusu açıklanıp bunun törpülenmesi istenmektedir.
36. âyetteki, Birbirinize düşman olarak inin ifadesinden, “mal, mülk, biriktirme, yağma, yığma tutkunuz yüzünden düşmanlaşarak, seviyesiz bir hayat sürün” neticesi çıkmaktadır. Zira mal düşkünü olanlar, kendi aralarında düşmanlaşırlar ve bulundukları konumu kaybedip kötü duruma düşerler.
Âyetteki, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir yararlanma vardır ifadesiyle de, insanın yaşamı süresince ve öldükten sonra hücrelerinin yok olmayacağı” bilgisi verilmektedir.
Bu âyetlerin benzerleri, A‘râf (11-27) ve Tâ-Hâ (115-123) sûrelerinde yer almıştır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Hail Ağabey Maaşallah Ansiklopedi gibisiniz.

Allah ilminizi arttırsın.

Allah Razı Olsun.

ozkanates
2. June 2014, 06:05 PM
Olayın netleşmesi için âyete bakmak gerekir.

A'raf;172,173
"Hâlbuki senin Rabbin, kıyâmet günü, “Biz, bunlardan bilgisizdik” demeyesiniz yahut “Bundan önce atalarımız ortak koşmuş, biz onlardan sonra gelen kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi değişime/ yıkıma uğratacaksın?” demeyesiniz diye, Âdemoğulları'nın sulbünden onların soylarını alır ve onları kendi nefislerine tanık eder; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Elbette Rabbimizsin, tanıklık ediyoruz.”

Konumuz olan üç ayet, 163–174. ayetlerden oluşan pasajın bitim noktasını oluşturmaktadır. Bu pasajda Rabbimizin insanları bazı şeylerle deneyeceği, insanların bir kısmının sorumluluk sahibi olarak duyarlı davranacağı, diğer kısmının ise vurdumduymazlık sergileyerek görevlerini yapmayacağı, bu durumun kıyamete kadar böyle süreceği, sonuçta da sorumsuzların cezalandırılıp sorumluların ödüllendirileceği; ayrıca kâfirlerin seçmiş oldukları yolu gaflet ve bilgisizlikten değil kesinlikle bilinçli olarak istedikleri, bunu da herhangi bir bahaneye başvurmadan itiraf ederek kendi aleyhlerine tanıklıkta bulunacakları bildirilmektedir.

Meal ve tefsirlerin çoğunda rivayetlerin etkisiyle konumuz olan bu ayetlere birçok ekleme yapılmış, bu nedenle de ayetlerin gerçek anlamından ister istemez uzaklaşılmıştır. Biz söz konusu ayetleri sözcük sözcük tahlil etmek suretiyle güvenli bir yol izleyecek, böylece konuyu mevcut meal ve tefsirlerle karşılaştırarak okumak isteyenlerin yapılan ilâveleri daha rahat görmelerini sağlamaya çalışacağız.

Hâlbuki senin Rabbin,

Metinlerde genellikle “vaktiyle”, “bir zamanlar” diye tercüme edilen “ إذiz” edatı, bu edatın “anlamca zait olduğu, birçok yerde kelâmı süslemek için kullanıldığı” görüşündeki bazı tefsirciler ve bunlara itibar edenler tarafından meallerin çoğunda anlamca ihmal edilmiştir. Oysa “iz” edatı, anî ve beklenmedik bir şeyin meydana gelmesini veya anlatılan konuda birden bire yapılan bir dönüşü, değişikliği ifade etmek için kullanılır ve bu edattan sonra anlatılan konunun yer aldığı pasajın başlangıcı olur. Burada ayet “ve” bağlacı ile başlamaktadır. Bu, “iz” edatı ile başlayan konunun daha önceki ayetlerle bağlantılı olduğunu gösterir. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, bu bölümün “Hâlbuki senin Rabbin” diye çevrilmesi gerekir.


Geleneksel görüşe ve Arapça'ya ait bu bilgileri geçiyorum.


... kıyamet günü, “Biz, bunlardan gafildik” demeyesiniz, yahut “Bundan önce atalarımız şirk koşmuş, biz onlardan sonra gelen zürriyetiz/kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi helâk edeceksin?” demeyesiniz diye

Bu cümlede Rabbimiz, insanoğlunun yapısına koyduğu üreme sistemi ile her kuşağa, her nesle kendi varlığını en iyi şekilde gösterdiğini belirterek bu sebeple şirk koşanların kıyamet günü mazeret bulamayacaklarını bildirmektedir.


Çok bilgiyi az kelimeyle anlatmak semboller ile olur. Sembol kelime, kendi anlamı yanında sembolize ettiği fikirler bütününü de aktarır. Bu özlü anlatım, kendi içinde bir ahenk de yaratır. Bunun örneği şiirdir: Sembollerin bir ahenk oluşturarak, geniş bir fikirler bütününü çok kısa şekilde anlatması.

Aynı özelliğe sahip Kuran, zihnin bu şartlanmasını bir örtme tekniği olarak kullanır. Böylece apaçık verilen bilgileri, apaçık bilgi olarak değil, güzel söz söyleme sanatı olarak görür, okur, beğenir, geçeriz. Bu örtmeyi kaldıran ayet ise şudur: "Biz o peygambere şiir öğretmedik. Şiir ona yaraşmaz/layık olamaz da. Ona vahyedilen, bir öğütten ve apaçık bir Kur'an'dan başka şey değildir;" Yasin 69. Bu örtü kaldırma ifade ediyor ki, ayetlerdeki ifadeler şiir/güzel ifade değil; onlar sadece ve sadece apaçık bir vahiy/öğüt/bilgi olarak gerçeğin mutlak ifadesi.

Bu durumda "bellerinden zürriyetlerini almak" da (başka bir ayetin kaldırdığı bir örtme değilse)... mutlak doğrudur:

"O ikisi ağaçtan tadınca çirkin yerleri kendilerine açıldı.” Araf 22, Taha 121
Vermiş olduğum ayet gruplarında, tekamül etmeyi kabul eden ruh (adem), bir bedene (homo sapiens) bağlanarak insan (ademoğlu) olmuştu. Üreme organlarının kendilerine açılması... cinsiyetsiz ruhun, cinsiyetli bedene bağlanması, çünkü... üreme organları, ruh beden ile madde bedeni ayıran, hiç bir benzetmenin mümkün olmadığı en açık ifade.

“Hani Rabbin, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu...” Araf 172
O halde artık açık... "ademoğlunun belinden üreme organını almak", cinsiyetsiz ruhun cinsiyetli bedenden ayrılması. Yani ölüm.


Âdemoğullarının sulbünden onların soylarını alır,

Ayetin orijinalindeki fiillerin tümü geçmiş zaman kipiyle ifade edilmiş olup bu cümlede geçen EHAZE” fiilinin Türkçedeki tam karşılığı “aldı” sözcüğüdür. Ancak insanların yeryüzüne gelişi herhangi bir zaman diliminde olmuş bitmiş bir şey değildir; insanoğlunun yeryüzündeki sorumluluk sınavı son insan nesline kadar devam edecek bir süreçtir. Yüce Allah “Rabb” sıfatıyla insanoğluna bu süreci başarıyla değerlendirebileceği birçok üstün yetenek vermiş, Hakk’ı bulması için kitap indirmiş ve peygamber yollamıştır. Yani, insanoğlunun gerek yetenekleri, gerekse kitaptan ve peygamberden yararlanması süreklidir, daima tekerrür eden bir süreçtir. Dolayısıyla gerek “ehrace” fiilinin gerekse ayette geçen “ اشهدeşhede [tanık etti]”, “ قالواkâlû [dediler]”, “ شهدناşehidnâ [tanık olduk]” fillerinin “şimdiki zaman-geniş zaman” kipiyle meallendirilmeleri gerekir. Söz konusu fiillerin ayette mazi [geçmiş zaman] kipiyle kullanılmış olması, anlatılan olayların gerçekleşeceğinin kesinliğini vurgulamak içindir.


Apaçık bir ayeti, şiir/güzel ifade şartlanması ile örtme tekniğine başka bir örnek. Ayeti okuyanı, şiir/güzel ifade algısına yönlendiren açmaza bakalım:
- Ademoğulları bedenlenmiş. Yani bu konuşma ilk yaratımda/cennette değil.
- Ademoğulları ölmüşler ve Rab ile karşılıklı konuşuyorlar.
- Gelecekte/mahşerde olması gereken bu konuşma, geçmiş zaman kipinde.
Böylece olay çıkmaza giriyor.

İlgili ayetleri sırasıyla vereceğim yorumda ise, madde alemdeki tekamül, 70 değil 1.000 yıl sürüyor. Bu süre, ruhun zorlu tekamül yolculuğunda durup dinlendiği, ara dönemler ile bölünmüş. Bu ara dönemlerde... önceki madde alemi döneminin muhasebesi ile, gelecek madde aleminde tekamüle devam edileceğinin teyidi ve ahitleşmesi yapılıyor:

“Halbuki Rabbin1, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp2 onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu3: "Rabbiniz değil miyim?" Onlar: "Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz." demişlerdi4.” Araf 172
1- Tekamül ettiren
2- Ölümlerinden sonra ademoğullarına
3- Nefislerini, tekamüldeki yerlerini sordu.
4- Rabliğin/tekamül ettirmenin, dolayısıyla tekamülün devamı için karşılıklı teyid ve ahitleşme.

Tüm bunlar geçmişte oldu çünkü sonra doğduk (ölüyken dirildik).

Yorumumu bu haliyle sindirmek zor. Ama ayetleri verdiğimde üzerlerinden konuşmayı dilerim. Sözümün şu anki gayesi, ayetleri hiçbir şekilde bozmadan/eklemeden, bire bir oldukları halde yorumlamanın mümkün olduğunu örneklemek.

ozkanates
4. June 2014, 02:09 PM
ve onları kendi aleyhlerine tanık eder;

Piyasadaki birçok meal ve tefsirde bu bölüm de eksik olarak “Kendilerine şahit tuttu” gibi ifadelerle meallendirilmiş ve tanıklığın lehte mi yoksa aleyhte mi olduğu belirtilmemiştir. Söz konusu tanıklık, “ala enfüsihim [kendi aleyhlerine]” şeklinde ifade edildiği için aleyhte bir tanıklıktır. Bu husus kesinlikle gözden kaçırılmamalıdır.

Ben sizin Rabbiniz değil miyim?

Tahlilini yaptığımız konuyu anlayabilmek, bu soru cümlesinin manasını ve pasaj içindeki yerini bilmeye bağlıdır. Hemen belirtmek gerekir ki, piyasadaki birçok meal ve tefsirde yapılmış olan “dedi”, “demişti” gibi eklemeler, ayetin orijinal ifadesinde yoktur.

“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusu ile başlayan “Elestü bi rabbiküm?” Kâlû: “Belâ... Şehidnâ.” [“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Evet, Rabbimizsin. Tanık oluyoruz” cümlesi, ayette kendisinden önce yer alan “Ve eşhedehüm ala enfüsihim [ve onları kendi aleyhlerine tanık eder]” cümlesinin bedelidir; onu açıklar, tefsir eder. Dolayısıyla, bu cümle Allah’ın insanları kendi aleyhlerine nasıl tanık ettiğini açıklamaktadır.


Benim düşüncemde de olumsuz anlamda olması daha doğru. Çünkü burada, Allah'dan olan ruhun pozitivitesi ile onun üzerine örtülmüş olan nefsin negativitesi karşı karşıya. Nefsin negativitedeki durumu, ruhun pozitivitedeki/tekamüldeki yeri demek. Aradaki bu ilişki, "nefsin negativitedeki durumunun, ruhun aleyhine şahitliği/göstergesi" benzetmesi ile anlatılıyor.


Ben sizin Rabbiniz değil miyim?

Tahlilini yaptığımız konuyu anlayabilmek, bu soru cümlesinin manasını ve pasaj içindeki yerini bilmeye bağlıdır. Hemen belirtmek gerekir ki, piyasadaki birçok meal ve tefsirde yapılmış olan “dedi”, “demişti” gibi eklemeler, ayetin orijinal ifadesinde yoktur.

“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusu ile başlayan “Elestü bi rabbiküm?” Kâlû: “Belâ... Şehidnâ.” [“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Evet, Rabbimizsin. Tanık oluyoruz” cümlesi, ayette kendisinden önce yer alan “Ve eşhedehüm ala enfüsihim [ve onları kendi aleyhlerine tanık eder]” cümlesinin bedelidir; onu açıklar, tefsir eder. Dolayısıyla, bu cümle Allah’ın insanları kendi aleyhlerine nasıl tanık ettiğini açıklamaktadır.
Verilecek cevabı bilmesine rağmen Rabbimizin insanlara soru yöneltmesi, mesajın karşılıklı konuşma yöntemi ile verilmesi sebebiyledir. Bu metod aynı zamanda bir “Belâğat” sanatıdır. Belâğat ilmine göre soru cümleleri, bir şeyi sorup öğrenmekten daha çok, bir şeyi inkâr ya da takrir için veya muhataba iltifat ve minnet için, yahut da muhatabı tekdir ve sorumlu tutmak için kullanılır.


Yukarıda tartışıldığı üzere, bir ayetteki söyleyişe "güzel söz sanatı" demenin önü, Yasin 69 ile kapatılı (söyleyişe "ilim" demek ise, savunulan düşünceye kutsallık katarak onu dokunulmaz kılmak için. Bu, her şeyi ilim kapsamına sokarak ilimin gözden kaybolmasına sebep olur).

Benim savım, (başka bir ayet ile kaldırılan bir örtme içersin veya içermesin) her ayetin mutlak doğru olduğu. Araf 172 'deki "bellerinden zürriyetlerini alma" örtmesini Araf 22 ile kaldıralım:
"O ikisi ağaçtan tadınca çirkin yerleri kendilerine açıldı1." Araf 22
“Hani Rabbin, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp2 onları öz benliklerine şahit tutarak4 sordu3: "Rabbiniz değil miyim?" Onlar: "Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz." Dediler5.” Araf 172
1- Üreme organlarının kendilerine açılması... cinsiyetsiz ruhun, cinsiyetli bedene bağlanması = Doğum
2- Bellerinden üreme organlarını alma… cinsiyetli madde bedenden cinsiyetsiz ruh bedene dönüş = Ölüm
3- Sor-du, de-diler, geçmiş zaman. Bu sorgu, iki madde alemi dönemi arasındaki öbür alem döneminde yapıl-dı.
4- Öz benliğe şahit tutma: Nefis muhasebesinin = ruhun tekamülde aldığı yolun muhasebe dönemi (hesap günü)
5- Geçmiş tekamülün muhasabesi sonrasında, tekamülünün devamı için teyid ve ahit alınması

Dikkat edilirse Araf 22 ve 172, "üreme organları" örtmesini karşılıklı olarak birbirlerinden kaldırıyorlar. Tek yapılması gereken, aradaki bağlantıyı farkedip iki ayeti peşpeşe yazmak. Bu şekildedir ki, her Kuran ayeti mutlak doğrudur, sadece anlattığını anlatır. Allah sözünü, Allah sözü tefsir eder.


Bu soru cümlesi ile ilgili olarak yanlış anlamalara, yanlış kavram ve inançların oluşmasına yol açan bir husus da “rabb” sözcüğünün toplumda “ilâh”, “yaratan” anlamında kullanılması sebebiyle cümlenin “Ben sizin Allah’ınız, yaratıcınız değil miyim?” şeklinde anlaşılmasıdır. Oysa “rabb” sözcüğü “Terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, tekâmülü programlayıp yöneten” demektir. Buna göre soru cümlesinin içerdiği gerçek anlam şöyle takdir edilebilir: “Ben, sizin yaratılışınızı, yaşayışınızı, üremenizi plânlayan; sizi terbiye eden, sizi bir hedef için hazırlayan, size akıl fikir veren; size doğruyu bulma, Rabbinizi bilme, hakikati idrak edebilme güç ve istidadını veren; ayrıca size peygamber yollayan, kitap indiren değil miyim?”


Katıldım.


Derler ki: Elbette Rabbimizsin,

Burada geçen “ بلىbelâ” sözcüğü, “neam” sözcüğü gibi “Evet” anlamına gelen bir tasdik edatıdır. Fakat “ نعمneam” sözcüğü, olumlu veya olumsuz her söyleneni tasdik ve takrir için kullanılabilirken “belâ” sözcüğü sadece olumsuz soruya cevap olarak kullanılabilir. Meselâ; “Ali geldi mi?” sorusuna verilen “neam” cevabı, “Evet, Ali geldi” anlamına gelir. Ama soru, “Ali gelmedi mi?” şeklinde sorulacak olursa, bu takdirde “neam” cevabı “Evet, Ali gelmedi” demek olur. “Bela” edatı ise sadece olumsuz soruya cevap olarak verilebileceğinden, daima menfinin sübutunu ifade eder. Dolayısıyla, “Ali gelmedi mi?” sorusuna “belâ” cevabı verilecek olursa, bu cevap “Evet, Ali geldi” demek olur.
Konumuz olan ayette de “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna karşılık “bela” dendiğinden, cevap da “Evet, Sen bizim Rabbimizsin!” demektir.
Ayetteki bu diyalogdan anlaşılıyor ki, insanlar kıyamet günü kesinlikle inkâra yönelmeyeceklerdir. “Rabb” sözcüğünün anlamı dikkate alınarak, verilen cevap şöyle takdir edilebilir: “Evet, Sen bizim Rabbimizsin; Sen, bizi terbiye ettin, bizi bir hedef için hazırladın; bize akıl fikir verdin, bize doğruyu bulma, Rabbimizi bilme güç ve istidadını verdin, ayrıca bize peygamber yolladın, kitap indirdin. Ama biz bunlara itibar etmeyen suçlular olduk; kendi aleyhimize şahidiz.”
Üreme olayında herkesin tanık olduğu Allah’ın imzasını taşıyan ayetler:
Meninin yapısı, Cinsiyetin belirlenmesi, rahim duvarına asılı olma, Bir çiğnemlik et olma, kemiklerin oluşumu, kemiklerin etle kaplanması, üç karanlıkta yaratılma, sulb teraib, atan su, döllenme şekli, doğum şekli; anne ve bebekte oluşan sevgi bağı vs.

tanıklık ediyoruz

Ayetin bu bölümü de tefsirlerin çoğunda “Senin Rabbimiz olduğuna tanığız” şeklinde yanlış olarak açıklanmıştır. Ayette insanların neye şahit oldukları beyan edilmemiştir. Zaten edebî kurallara uygun olması bakımından da beyan edilmemesi gerekir. Burada, ayetin sibakının delâletiyle “şehidna” fiilinin mef’ulü [tümleci] mahzuf olarak takdir edilen “alâ enfüsina (kendimizin aleyhine)” ifadesidir. Kur’an’ı anlayacak kadar Arapça bilenler, cümlenin siyak ve sibakına [bağlamına] iyi dikkat ettikleri takdirde bu gizli tümlecin “alâ enfüsina” ifadesi olduğunu kolayca anlarlar. Bu nedenle “şehidnâ” ifadesi “Biz kendi aleyhimize tanık oluyoruz” şeklinde anlaşılmalıdır. Nitekim En’âm suresinde de bu ayetin tefsiri mahiyetinde bir ifade mevcuttur:

(En’am/ 130, 131)

130Ey gizli, âşikar, geleceğin, bugünün insan topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran kendinizden elçiler gelmedi mi? Onlar, “Kendi aleyhimize şâhitiz” dediler. Basit dünya yaşamı onları aldattı ve onlar kendilerinin kesinlikle kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin ta kendisi olduklarına şâhitlik ettiler.
131İşte bu; Rabbinin, halkı ilgisiz, bilgisiz iken, ülkeleri haksız yere değiştiren/yıkıma uğratan biri olmayışıdır.

Yapılan tanıklığın “kendi aleyhlerine” olduğu şeklinde hem bu surenin 37. ayetinde hem de Nahl suresinin 89. ayetinde benzer ifadeler mevcuttur.
Haklarında yeterli ve ikna edici bilgiler bulunmayan kişilerce öne sürülen bazı görüş ve kanaatleri birer akide haline getirmemek, garip rivayetlerin arkasına düşüp yanlışlar içinde kaybolmamak ancak ayetlerin doğru anlaşılmasıyla mümkün olmaktadır. Ayetlerin doğru anlaşılması için Rabbimizin yardımını istemeli, O’ndan ilmimizi, anlayışımızı ve kavrayışımızı arttırmasını talep etmeliyiz. Ankebût/57’de söz verdiği gibi, uğrunda üstün çaba harcayanları Yüce Allah mutlaka kendi yollarına ulaştırır.

174Ve işte Biz, düşünsünler diye âyetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz.

Gerçekten de Rabbimiz kendi varlığına yönelik kanıtları, uzaklarda aramamıza gerek kalmayacak şekilde çok yakına, kendi bünyemize de yerleştirmiştir. Kendi varlığı hakkında tefekkür eden, biyolojik yapısındaki fiziksel ve zihinsel sistemler, özellikle de üreme sistemi üzerinde düşünen bir insanın “Benim Rabbim Allah’tır!” dememesi mümkün değildir.


Altını çizdiğim ayeti tekrar düşünelim. Allah, "ayetleri ayrıntılı olarak açıkladım" diyor. Buradan anlıyoruz ki, Kuran ayetleri zaten ayrıntılı açıklanmış. O halde her tanım, ve bu tanımları birleştiren açıklamalar mutlaka Kuran'dan olmalı. Kişi, Kuran ayetini gösterip "ben bunu böyle anlıyorum" diyebilir. Çünkü farklı tekamül kademeleri farklı gerçekliklere tekabül eder. Ve Allah hiç bir yarattığını dışlamadan, her tekamül kademesine onun dilinde, onun anlayacağı şekilde seslenir. Bizden istenen, Kuran'a ve okuyup araştırdıklarımıza yaslanmak, kimsenin peşinden gitmemek, gönlümüzdeki tanımlara ve açıklamalara Kuran'dan teyid almaya gayret etmek.
.

ozkanates
4. June 2014, 02:30 PM
Çıkarımlarınıza dayanak yapılan Bakara 30-34 . âyetleri birlikte görelim.

30Ve bir zaman Rabbin, doğadaki güçlere, “Şüphesiz Ben, yeryüzünde bir halîfe getiren Zatım” demişti. Doğadaki güçler, “Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi yapacaksın? Oysa biz, Senin övgünle birlikte tüm noksanlıklardan arındırıyoruz ve Senin tertemiz; her türlü kötülük ve eksiklikten uzak olduğunu haykırıyoruz” demişlerdi. Senin Rabbin, “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim” demişti.
31Ve senin Rabbin, Âdem'e o isimlerin tümünü öğretti. Sonra hepsini doğadaki güçlere sundu ve “Hadi, haber verin Bana şunların isimlerini, eğer doğru kimseler iseniz” dedi.
32Doğadaki güçler, dediler ki: “Sen her türlü noksanlıktan arınıksın! Senin, bize öğretmiş olduğunun dışında bizim için bilgi diye bir şey yoktur. Şüphesiz Sen, en iyi bilenin, en iyi yasa koyanın ta kendisisin.”
33Senin Rabbin dedi ki: “Ey Âdem! Haber ver onlara, onların adlarını.” Sonra da Âdem onlara, onların adlarını haber verince, senin Rabbin, “Dememiş miydim Ben size! Şüphesiz Ben, göklerin ve yerin görülmeyenini, duyulmayanını, sezilmeyenini, geçmişi, geleceği bilirim. Ve Ben, sizin açığa vurduklarınızı ve sakladıklarınızı bilirim” dedi.

Bu âyet grubunda, insanların evrendeki konumuna ilişkin temsîlî bir açıklama yapılmakta; insanın ilk yaratılışı değil, dünyadaki bilgilenme ve güçlenme süreci anlatılmaktadır. Bu açıklamalar, temsîlî anlatım tekniğiyle canlı bir piyes sahnesi gibi sunulmuştur. Bir sahne, sahnede de aktörler [Allah, melekler ve Âdem] vardır, aralarında konuşuyorlar.
Bu bölüm iki sahneden oluşuyor:
SAHNE 1
Allah:
-- Ben yeryüzünde bir halîfe kılıcıyım [yapacağım].
Melekler:
-- Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi kılacaksın [yapacaksın]. Oysa biz, Seni överek tesbîh ediyor ve Seni takdîs ediyoruz.
Allah:
-- Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim.
Allah Âdem'i, bilgilenme sürecinden geçirmiş, ona eşyayı ve isimlerini tanıtmıştır. İsim, müsemmayı [adı taşıyan varlığı] ifade eder. Demek oluyor ki Allah, Âdem'in aklını-fikrini, zekasını geliştirmiş, o da varlıkları tanımış ve onların özelliklerine göre birer isim vermiştir. Varlıkların isimleri, anlam ve ses itibariyle varlıkların özelliklerine göre verilir. Meselâ; taş, kaya, demir (aslı, temur'dur), çelik gibi isimler, bir yandan onların sertlik özelliğini ifade ederken, diğer yandan da sert harflerle [seslerle] telaffuz edilmiştir. “Yağ” ise, yumuşak bir varlık olduğundan yumuşak seslerle isimlendirilmiştir. İnsanlığın diline kazandırılan yeni isimlerin tümü, o varlığın özelliğine uygun olarak verilmektedir. Varlığın özelliği bilinmediği takdirde, varlığa verilen isim uygun düşmeyecektir. Artık, insan türü [Âdem] bilgili, bilgilenen bir konumdadır. Bu sürecin ne kadar zaman aldığı Kur’ân'da bildirilmemiştir. Bu süreç belki yüzbinlerce, belki milyonlarca yıl sürmüştür. Bu bilgilenme, daha evvel “Rûh üfürme olarak açıklanmıştı.
SAHNE 2
Allah, Meleklere:
-- Hadi, haber verin Bana şunların isimlerini, eğer doğru kimseler iseniz.
Melekler:
-- Sen her türlü noksanlıktan münezzehsin! Senin, bize öğretmiş olduğunun dışında bizim için bilgi diye bir şey yoktur. Şüphesiz Sen, en iyi bilenin, en iyi yasa koyanın ta kendisisin.
Allah:
-- Ey Âdem! Haber ver onlara; onların adlarını.
Âdem, hepsinin ismini bildirir.
Allah:
-- Dememiş miydim Ben size! Şüphesiz Ben, göklerin ve yerin gaybını bilirim. Ve Ben, sizin açığa vurduklarınızı ve sakladıklarınızı bilirim.
Sahne burada kapanır.
Pasajın doğru anlaşılması için öncelikle خليفة [halîfe] sözcüğünün iyi bilinmesi gerekir. Halîfe, “birinin ardından onun yerine gelen, geçen” demektir. Bununla ilgili geniş açıklama Sâd sûresi'nin sonunda mevcuttur. Buradan, insanlardan evvel dünyaya egemen olan bazı varlıklar olduğu anlaşılıyor. Allah onların egemenliğini sona erdirip onların yerine insanı dünyaya egemen kılmıştır.
Âyetlerden açıkça anlaşıldığına göre insan, bilgilenmezden evvel yeryüzünde kan döken ve fesat çıkaran bir yaratık konumundaymış. Bu demektir ki bilgiden uzaklaştığında insan yine kan döken ve fesat çıkaran bir varlık konumuna dönmektedir.
Âdem'in bilgilenmesi, başka âyetlerde, “Âdem'e rûh üfürülmesi” olarak geçer. Rûhun üfürülmesi hakkında detaylı bilgi daha evvel verilmişti. Meleklerde bilgilenme istidadı yoktur, zira Allah onları robotvari yaratmıştır. Dolayısıyla onlar, yaratılış programı çerçevesinde varlıklarını sürdürürler.
Buradaki meleklerin –ki ملك[milk] kökünden türemiştir– “doğal güçler” olduğunu unutmayalım. Melek kavramı ile ilgili detaylı bilgi birçok yerde verilmişti.


Bu uzun açıklamanın kilit noktası,

Ruh = Bilgi
Ruh üfleme = Kısmi bilgi verme
Adem = Kısmen bilgilendirilmiş insan
Melek = Tabiat güçleri

tanımları. Bu da güzel bir açıklama, neden olmasın. Benim ricam bu tanımları yapan Kuran ayetleri varsa belirtmeniz. Eğer bunlar tekamülde daha yeni kardeşler için birer örtme ise (ki olabilir), daha eski kardeşler için bu örtmeleri kaldıran ayetler de olmak zorunda. Bu ayetleri bulmadığım sürece Kuran'ın ruh dediği benim için ruh olarak, melek dediği de melek olarak kalır.

ozkanates
4. June 2014, 03:43 PM
Âyetleri bağlamında görelim:

29Hani Biz gizli ajanlardan Kur’ân'ı dinlemek isteyen bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar, Kur’ân'a hazır oldukları zaman, “Susun!” dediler. Sonra Kur’ân'ı dinleyince de birer uyarıcı olarak toplumlarına döndüler.
30-32Onlar: “Ey toplumumuz! Şüphesiz biz Mûsâ'dan sonra indirilen ve sadece içinde konu edilenleri tasdik eden, hakka ve dosdoğru yola kılavuz olan bir kitap dinledik. Ey toplumumuz! Allah'ın davetçisine karşılık verin ve O'na iman edin ki, Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan kurtarsın. Her kim Allah'ın davetçisine karşılık vermezsee, bilsin ki, yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değildir. Onun için Allah'ın astlarından yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın kimseler de yoktur. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içerisindedirler” dediler.

Cinn suresinde kendi istekleriyle Kur’an dinledikleri bildirilen “yabancılar” konusuna bu ayetlerde de kısaca değinilmiştir. Sözü edilen bu “yabancılar”, dinledikleri Kur’an’dan etkilenmişler ve ülkelerine dönünce de kabul ettikleri hak ve hakikati kendi toplumlarına bildirmişlerdir. Ayetler gayet açık olup herhangi bir izahı gerektirmemektedir.

Burada konu edilen cinler ile ilgili olarak klasik kaynaklarda akıl almaz hikâyeler yer almaktadır. Kısaca hatırlatmak gerekirse, burada konu edilen “cinden bir grup”, Yesrib’den Mekke’ye gelerek gizlice Resulullah ile görüşüp ondan Kur’an dinleyen, sonra da Akabe görüşmelerinin ve hicretin zeminini hazırlayan Yesriblilerdir [Medinelilerdir]. Bu Medineli grubun 30–32. ayetlerde yer alan konuşmasının detayı da yine Cinn suresindedir. Bu nedenle, o konuşmanın mealini vermekle yetiniyor, ayetlerin tahlilinin oradan okunmasını öneriyoruz.

(Cinn/1-15)

1-2De ki: Bana vahyedildi ki, şüphesiz yabancılardan bir grup Kur’ân dinleyip de: “Şüphesiz biz, rüşde kılavuzluk eden hayret verici bir Kur’ân dinledik. Bundan dolayı, biz ona iman ettik ve Rabbimize hiçbir şeyi asla ortak koşmayacağız. 3Gerçek şu ki, Rabbimizin şanı çok yücedir. O, bir dişi arkadaş ve de bir çocuk edinmemiştir.
4Ve hiç şüphesiz “bizim aklı ermez”, Allah üzerine saçma sapan şeyler söylüyormuş. 5Doğrusu biz, bildik-bilmedik her kişinin Allah'a karşı asla yalan söylemeyeceğine inanıyorduk.
6Gerçekten de insten; çok iyi tanıdığımız kimselerden bazı kimseler, cinden; tanımadığımız yabancı kimselerden bazı kişilere sığınırlar idi. Böylece de, o yabancı kimseler, onların azgınlıklarını, ahmaklıklarını artırırlardı.
7Gerçekten de onlar sizin inandığınız gibi, Allah'ın asla kimseyi peygamber göndermeyeceğine/ diriltmeyeceğine inanmışlardı.
8Ve gerçekten biz göğe dokunduk da onu kuvvetli bekçiler ve parlak alevlerle doldurulmuş bulduk. 9Ve hiç şüphesiz ki biz gökten duyum almak için oturulan yerlere oturur idik. Peki, şimdi her kim duyum almak için uğraşsa, kendine, gözetleyen parlak bir alev buluyor. 10Biz de, yeryüzündekilere kötülük mü istendi, yoksa Rableri onlara bir doğruluk mu diledi bilmiyoruz.
11Şüphesiz bizler; bizlerden bir kısmı sâlihlerdendir, bizden bazıları da bunun aşağısındandır. Biz, çeşit çeşit yollarda idik.
12Ve kesinlikle, Allah'ı yeryüzünde asla âciz bırakamayacağımızı, kaçmakla da O'nu asla âciz bırakamayacağımızı iyice anladık. 13Ve biz o kılavuzu/ Kur’ân'ı dinlediğimizde ona iman ettik. Onun için kim Rabbine inanırsa, o hakkının eksik verilmesinden ve haksızlığa uğramaktan/ aptal yerine konmaktan, kendisine aşırı yük yüklenilmesinden korkmaz.
14Ve gerçekten bizim durumumuz ise; Müslümanlar bizdendir, yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar da bizdendir. Ama kimler Müslüman olduysa, işte onlar doğruya, güzele, iyiye, gerçeğe gitmeyi arayanlardır. 15Ama inanç konusunda yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara gelince, onlar da cehennem için odun olmuşlardır” demişlerdir."

Lütfen Rahman suresindeki âyetin orijinaline de bakınız. Meallerini konu bütünlüğü içerisinde görelim.
Rahman;14-16

14,15O, görünen, bilinen varlıkları pişmiş çamur gibi kuru balçıktan/değişken bir maddeden oluşturdu. Görünmez varlıkları, güçleri de ateşin dumansızından/enerjiden oluşturdu.
16Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz?

Bu âyetlerde maddesel ve enerjik varlıkların yaratılışına değinilirken, aynı zamanda insanın maddî yapısı ve enerjik yapısına da işaret edilmektedir. İnsanın madde yapısı; el-ayak, göz-kulak, et-kemik vs. olarak görünen bedensel yapısıdır. Bir de insanın, akıl, zeka, dikkat, düşünme yetisi vs. gibi enerjik yapısı vardır. Böyle bir varlık, ancak Allah tarafından yaratılabilir ve bu hiç kimse tarafından yalanlanamaz.


Burası da aynı yapı içinde işliyor:

Cin =

Ahkaf 26, Cinn 1: Başka yerden gelen yabancı insanlar
Cinn 6: Tanımadığımız yabancı insanlar
Ahkaf 29: Gizli ajanlar
Rahman 15: Görünmez varlıklar, güçler (bu ayet için akıl, zeka, dikkat, düşünme yetisi vs.)

Dediğim gibi, neden olmasın. Benim sorum, bu tanımları/eşleştirmeleri yapan Kuran ayetleri var mı.


Lütfen Rahman suresindeki âyetin orijinaline de bakınız. Meallerini konu bütünlüğü içerisinde görelim.
Rahman;14-16

14,15O, görünen, bilinen varlıkları pişmiş çamur gibi kuru balçıktan/değişken bir maddeden oluşturdu. Görünmez varlıkları, güçleri de ateşin dumansızından/enerjiden oluşturdu.
16Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz?

Bu âyetlerde maddesel ve enerjik varlıkların yaratılışına değinilirken, aynı zamanda insanın maddî yapısı ve enerjik yapısına da işaret edilmektedir. İnsanın madde yapısı; el-ayak, göz-kulak, et-kemik vs. olarak görünen bedensel yapısıdır. Bir de insanın, akıl, zeka, dikkat, düşünme yetisi vs. gibi enerjik yapısı vardır. Böyle bir varlık, ancak Allah tarafından yaratılabilir ve bu hiç kimse tarafından yalanlanamaz.


Altını çizdiğim üzere, Rahman 15 yorumunuzda dikkatimi çeken...

Enerjinin bir varlık olduğunu ve bir bilinç (akıl, zeka, dikkat, düşünme yetisi vs.) olduğunu kabul etmeniz.

Tanımınızda insan, bir beden (el-ayak, göz-kulak, et-kemik vs) deki, bir bilinç oluşturan bir enerjiden oluşuyor.

Yani Rahman 15 'de, aramızdaki fark... Kuran'ın ruh dediğine sizin "ruh" dememeniz ama "akıl, zeka, dikkat, düşünme yetisi vs. oluşturan bir enerji varlığı" demenize iniyor. Oysa bu, zaten ruhun tanımı.

ozkanates
4. June 2014, 04:12 PM
Kehf Suresinin 50. âyetini bağlı olduğu Âyetlerin bütünlüğü içerisinde değerlendirelim.

50Ve hani Biz doğal güçlere, “Âdem'e boyun eğip teslimiyet gösterin” demiştik de İblis/ düşünce yetisi dışında hepsi boyun eğip teslimiyet gösterdi. İblis, görünmez varlıklardandı/ enerjidendi. Sonra da kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, Benim astlarımdan onu ve onun soyunu yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için ne kötü bir değiştirmedir bu!
51Ben onları, göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşuna ve kendilerinin oluşturuşuna şâhit tutmadım ve Ben hiçbir zaman saptıranları yardımcı edinmiş değilim.
52Ve o gün Allah: “Yanlış olarak inandığınız Benim ortaklarımı hadi çağırın” der. Sonra onlar da onları çağırdılar da onlar kendilerine cevap vermediler. Ve Biz, onların arasına ateşten bir engel koymuşuzdur.
53Ve günahkârlar ateşi görmüşler de artık kendilerinin ona düşeceklerine kesin inanmışlardır. Ondan kaçıp sığınacak bir yer de bulamadılar.

Bu ayet grubunda kısaca insanın yaratılış özelliği, insanın aldanış noktaları ve Rabbimizin bu konudaki uyarışları nakledilmiştir. 50. ayetin birinci bölümü ile ilgili detay daha evvel Sad ve Ta Ha surelerinde verilmiştir Lütfen sitemizden ilgili surelerin ilgili kısımlarına bakınız.

İnsanı en çok aldatan, sapmasına, şirk koşmasına neden olan İblis’tir. Ona karşı daima tedbirli olunmalıdır. Onun akla getirdiği ham düşünceler, ölçmeden, tartmadan [tefekkür etmeden] kesinlikle uygulamaya konmamalıdır. Hele hele çıkar için şirke bulaşmamalıdır. Şirk koşulan kişi ve nesnelerin Allah ile bir bağı yoktur.
52. ayetteki “Ve Biz, onların arasına ateşten bir engel kılmışızdır” ifadesiyle müşriklerin ve onların şirk koştuğu şeylerin bir birinden ayrı tutulacakları mesajı verilmektedir.

(Yunus/28, 29)
28,29Ve hepsini toplayacağımız, sonra da o ortak koşanlar için “Yerlerinize! Siz ve ortaklarınız!” diyeceğimiz gün, artık kesinlikle aralarını iyice açacağız ve onların ortakları, “Siz sadece bize tapmıyordunuz ki! Şimdi bizim aramızda ve sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. Biz sizin kulluğunuzdan kesinlikle bilgisizdik/ duyarsızdık” diyecekler.

(En’am/22-24)
22Ve o gün hepsini toplayacağız. Sonra Biz, ortak koşan kimselere: “Hani nerede o gerçeğe aykırı olarak inandığınız ortaklarınız?” diyeceğiz. 23Sonra, onların ateşlere atılmaları, “Rabbimiz, Allah'a kasem olsun ki ‘Biz ortak koşanlardan değildik’ demekten başka bir şey değildi.”
24Bak, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler! O uydurdukları şeyler de kendilerinden ayrılıp kayboldu.

(En’am/94)
94Ve andolsun ki siz, sizi ilk defa oluşturduğumuz zamanki gibi yapayalnız/ teker teker Bize geldiniz ve size verdiğimiz şeyleri arkanızda bıraktınız. Ve içinizde kendilerinin ortaklar olduğuna inandığınız sözde destekçilerinizi sizinle beraber görmüyoruz. Andolsun aranızda kesilme/kopukluk olmuş ve yanlış inandığınız şeyler kaybolmuştur.

(Ahkaf/5, 6)
5Ve Allah'ın astlarından kıyâmet gününe kadar kendisine hiçbir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir? Üstelik tapılan kimseler, o kimselerin yalvarışlarından habersizler de.
6İnsanlar bir araya toplandığı zaman da taptıkları kimseler kendilerine düşmanlar oldular. Ve onların kendilerine tapmalarını kabul etmeyenler idiler.

(Meryem/81,82)
81Ve onlar, kendileri için bir güç, şan, şeref olsun diye Allah'ın astlarından ilâhlar edindiler.
82Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! O edindikleri ilâhlar, onların kulluklarını kabul etmeyecekler ve aleyhlerine dönüp karşı olacaklardır.
Bakara suresinin âyetine birlikte bakalım.

35Ve Biz, “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette iskân ediniz/burayı yurt tutunuz, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol nasiplenin ve şu girift şeye yaklaşmayın; mal/altın-gümüş tutkunu olmayın, yoksa kendi benliğine haksızlık edenlerden olursunuz” dedik.
36Bunun üzerine şeytân; İblis/düşünce yetisi onları oradan kaydırdı, içinde bulundukları ortamdan çıkardı. Ve Biz, “Birbirinize düşman olarak inin, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir yararlanma vardır” dedik.

Bu âyetlerde ise, temsîlî olarak insanın çıkar tutkusu açıklanıp bunun törpülenmesi istenmektedir.
36. âyetteki, Birbirinize düşman olarak inin ifadesinden, “mal, mülk, biriktirme, yağma, yığma tutkunuz yüzünden düşmanlaşarak, seviyesiz bir hayat sürün” neticesi çıkmaktadır. Zira mal düşkünü olanlar, kendi aralarında düşmanlaşırlar ve bulundukları konumu kaybedip kötü duruma düşerler.


Burada da...

İblis = düşünme yetisi (daha doğrusu, düşünme yetisinin iyi kullanılmaması)

tanımına/eşleştirmesine işaret eden ayet var mı.


Âyetteki, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir yararlanma vardır ifadesiyle de, insanın yaşamı süresince ve öldükten sonra hücrelerinin yok olmayacağı” bilgisi verilmektedir.
Bu âyetlerin benzerleri, A‘râf (11-27) ve Tâ-Hâ (115-123) sûrelerinde yer almıştır.

"İnsanın yaşamı süresince öldükten sonra hücreler yok olmaz" ifadesi neyi anlatıyor? Hücreler ölüm anından itibaren (oksijen yokluğu sebebiyle) yıkılmaya başlar ve 100 yıl içinde kemikler dahi çözülür (mumyalaşma/mumyalama hariç) .

Benim için madde aleminden yararlanmadaki belirli bir vakit 1.000 yıl:

“İş ve oluşu gökten yere1 doğru çekip çevirir; sonra o O'na yükselip çıkar3: Bir günde ki, süresi, sizin saymakta olduğunuz günlerden bin yıla denktir2.” Secde 5, Hac 47
İki alemli tekamül… 1- Madde alemi bölümü, 2- Bin yıl gibi bir süre alacak şekilde, 3- Tamamlanır.

“Yemin olsun, biz Nuh’u1 toplumuna gönderdik de o onların arasında2 bin yıldan3 elli yıl eksik kaldı4.” Ankebut 14
1- Olgun ruhlar, 2- Tekamülün madde alemdeki, 3- Bin yıllık süresinin, 4- Sonuna yaklaşmış olanlar.

dost1
7. June 2014, 12:03 AM
Selamun aleyküm, Değerli Ozkanates Kardeşim,

Ne yazık ki, dil bozulunca din de bozuluyor.


26Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler: “Üstün gelmeniz için bu Kur’ân'ı dinlemeyin, onun içinde anlamsız şeyler yapın/ anlaşılmasını her türlü yolla engelleyin” dediler. (Fussilet; 26)

Bu ayette, Kur’an’dan etkilenen kişilerin müslüman olmalarına tahammül edemeyen müşrikler ve Kur’an’a karşı aldıkları tavırdan bahsedilmektedir. Bunlar, mesajının dinleyenler üzerindeki etkisini bildiklerinden dolayı çevrelerindekileri Kur’an’dan uzak tutma planları yapan kimselerdir. Çünkü biliyorlardı ki, Kur’an hem lafız, hem de mana bakımından mükemmel bir sözdür; öyle ki, tüm mesajları dinleyenleri rüşde götürüyor, zihinleri açıyordu. Öyleyse ne yapıp edip dinlenilmemesini sağlamalı, anlaşılmasını engellemeliydiler. Aksi halde hükümranlıklarının bitmesi kesindi. Bu nedenle, nerede Kur’an okunsa hemen seslerini yükseltmeye ve hurafeler, masallar anlatarak, ıslık çalarak, el çırparak, bağırarak çağırarak, yalan yanlış şiirler okuyarak, batıl sözler söyleyerek, gürültü, patırtı yaparak Kur’an’ın anlaşılmasını engellemeye karar verdiler.


Yargılarınıza dayanak yaptığınız âyetlerden biri olan A'raf 22 ye bakalım.

"Fedellahüma biğurur* felemma zâkaş şecerete bedet lehüma sev'atühüma ve tafika yahsifani aleyhima min verekıl cenneti, ve nadahüma Rabbühüma elem enheküma an tilkümeş şecereti ve ekul leküma inneş şeytane leküma adüvvün mübiyn"

Klâsik eserlerde ileri sürülen “yasak ağaçtan yedi de avret yerleri açığa çıktı, avret yerleri açığa çıkınca da incir yapraklarıyla onları örtmeye çalıştı” anlayışı, Kur’ân'ın ifadelerine aykırıdır. Çünkü âyetin teknik yapısı buna izin vermez.

Âyete göre, Âdem ve eşi ağaçtan/maldan tadınca iki olay meydana gelmiştir: Önce çirkinlikleri (kötülükleri) ortaya çıkmış, sonra da tekasür hastalığına yakalanarak biriktirmeye başlamışlar, tadını aldıkları bütün süslerin kendilerinin olmasını istemişlerdir.

Âyetin bildirdiğine göre Âdem ve eşi, İblis'in vesvesesini, iğvasını, ölçüp biçmeden (tefekkür etmeden) uygulamış ve içlerinde gizli olan çirkinlikleri, yani istenmeyen, sevilmeyen huyları ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan ilk çirkinlik ise “istifçilik”tir.

Bu âyetten bir kısmını alarak:
"O ikisi ağaçtan tadınca çirkin yerleri kendilerine açıldı.” Araf 22,
diye belirttiğiniz cümlede çirkin yerleri diye çevrilen sözcük "sev'ete" dir.

Bu âyette geçen ve yanlış meallendirilen bazı sözcükleri tahkik etmek gerekir.


Sev’ete” sözcüğü; “çirkinlikler” demektir ve “sue” sözcüğünden türemiştir. “Her türlü kötü, çirkin şeyi yapmak” anlamındaki “sue” sözcüğünün bu anlam ekseninde olan birçok türevi vardır. Meselâ, “seyyie” sözcüğü, “hasene” sözcüğünün karşıt anlamı olarak kullanılır. Dolayısıyla bu kökten türemiş olan “sev’ete” sözcüğü de, her türlü çirkin iş, söz ve durumu ifade eder. Arapların bu sözcüğü cinsel organlar için kullanmaları da, yaşadıkları toplumda çoklukla bu organların kötülüğe sebep olması sebebiyledir. “Sev’ete” sözcüğü ayrıca “ceset” için de kullanılır. Zira ruh bedenden çıkınca, beden çürüyüp kokmakta, yani çirkinleşmektedir. (Lisan ül Arab, c: 4, s:434-436)

Maide suresinde geçen “sev’ete” sözcüğü “ceset” için kullanılmıştır:

Maide; 31: "Derken Allah hemen ona sev’ete ahıhi (kardeşinin kötülüklerini/ cesedini) nasıl gömeceğini göstermek için toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. O, “Yazıklar olsun bana, şu karga kadar olup da sev’ete ehıy (kardeşlimin kötülüklerini / kardeşimin cesedini) gömmekten âciz miyim ben?” dedi. Sonra da pişman olanlardan oldu."

Konumuz olan ayette “sev’ete” sözcüğü “çirkinlikler” anlamındadır ve bu sözcüğün “cinsel organlar” olarak çevrilmesi yanlıştır. Çünkü Allah, insanı en güzel bir biçimde yaratmış olduğundan, cinsel organlar için “çirkin” nitelemesi yapılamaz. Buradaki “sev’ete” sözcüğüyle, insana ilham edilmiş olup, çeşitli etkilerle dışa vuran kötü huylar (fücur) kastedilmiştir:

Şems; 8: -ki O, ona fücurunu ve takvasını ilham etti- (ant olsun ki,)


Çirkinliklerin, “insana ilham edilmiş fücur” olduğu gerçeği ortaya çıkınca, “çirkinliklerin kendilerinden gizli kalması”ndan da; bu fücurun, durağan bir özellikte olduğu ve bir etkiye tepki olarak dışa vurulmasına kadar insanın kendisinden bile gizli kaldığı anlaşılmaktadır. Nitekim 22. ayette görüleceği gibi, Âdem de, yasağı dinlemeyerek verdiği tepkiden sonra, içinde saklı olan fücurun dışa vurması sonucu bencil, haris birisi olup çıkacaktır.

"varaku'l-cennet=cennet yaprağı" Ağaç yaprağı” ve/veya “kitap yaprağı” olarak meşhurlaşmış olan الورق[varak] sözcüğü;

Arap dilbilimcilerinden Cevherî'ye göre, “gümüşlerden yapılma ve develerden meydana gelme mal varlığı”
İbn-i Sîde'ye göre, “koyun ve develerden meydana gelen mal varlığı” (Lisânü'l-Arab; c. 9, s. 277, 280.)

Râgıb'a göre, “kitap ve ağaç yaprağından başka, ağaçtaki yaprağın çokluğuna benzetilerek ‘çok mal’ için de varak tabiri kullanılır.
(el-Müfredât; s. 520, “Verk” mad.)

Ebû Ubeyde'ye göre, “gümüş ve her türlü canlı hayvan”; Ebû Sa‘îd'e göre, “basılmış gümüş” [gümüş para] anlamlarına gelmektedir.
Tâcü'l-Arûs; c. 13, s. 476-480.

Bu açıklamalara göre, âyetteki "varaku'l-cennet=cennet yaprağı" ifadesi, “insana haz veren para, mal, mülk ve çeşitli nimetler” anlamına gelmektedir ki Rabbimiz bunların neler olduğunu başka bir âyette bildirmiştir:

14Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, etinden ve sütünden yararlanılan hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu aşırı istek, insanlara süslü/çekici kılındı. Bunlar, basit dünya hayatının kazanımıdır. Ve Allah, varılacak güzel yer Kendi katında olandır.
(Âl-i İmrân/14)

"zevk, “lezzet alma, hoşa gitme"; bir şeyin tadını almak, tadına varmak, bir şeyin müptelâsı olmak” demektir. Bu şey, iyi bir şey olabileceği gibi, çirkin bir şey de olabilir. Bir şeyin tadını almak ağız yoluyla olabileceği gibi başka yollarla da olabilir. Kur’ân'ın birçok âyetinde azabın-belanın tam içerisine düşme de zevk sözcüğüyle ifade edilir.

Esas anlamı bu olmasına rağmen sözcük genellikle “dil ucuyla tatma” anlamında anlaşılmaktadır. Hâlbuki esas anlamı “iliklere işleyecek ölçüde hissetmek” demektir. Bu sözcük, türevleriyle birlikte Kur’ân'da 60 kez yer almış ve “nimetlerin veya cezanın azıcık dokunup geçivermesi” olarak değil de “gerçekten, iyice yaşanması” anlamında kullanılmıştır.

Burada da Âdem ve eşinin konu edilen ağaçtan [altından, gümüşten, deveden, arpadan, buğdaydan ve hurmadan] basitçe tatmayıp onun iyice tadına vardıkları, müptelâsı [tutkunu] oldukları anlaşılmaktadır. Zaten Tâ-Hâ/121'de bu durum, zâka [tadına vardılar] sözcüğü yerine, ekele [yediler] sözcüğü ile dile getirilmiştir.


Âdem ve eşi, Kur’ân'da "varaku'l-cennet" olarak adlandırılmış olan “iğreti yaşamın faydalarını sağlayan şeyler”e dadanmışlar ve bu tarz süsleri üst üste koyarak (bütün süsleri bir araya toplayarak) üzerlerine almışlardır (yaşamlarının ayrılmaz parçası hâline getirmişlerdir).

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Fers
8. June 2014, 11:04 PM
araf/11
ve lekad halaknaaKUM summe savvernaaKUM.../ tasarlanıp sonra biçimlendirilenler...
hicr/26
ve le kad halaknel insaane min salsaalin min hamein mesnuun.../ kuru balçık, şekillendirilmiş kurumuş balçıktan tasarlanan insan...
hicr/29
fe izaa "sevveytuHU ve nefahtu fiiHİ min ruuhii" fekauu leHU saacidiin.../ biçimlendirme ve ruh üfleniş...

tarık/5
fel yenzuril insaanu mimme hulık.../ insan nasıl tasarlandığına baksın...
tarık/6
hulika "min maain daafik".../ "atılan sudan" tasarlandı...

atılan sudan halk edilen/ tasarlanan insan...


secde/7
ellezii ahsene kulle şey’in halakaHU...ve bedee halkal insaani "min tiin".../

en iyi halde..."nemli topraktan" yoktan tasarlanan insan...

secde/8
summe ceale neslehu "min sulaaletin min maain mehiin".../ tasarımdan sonra neslini "meni akıntısından, hakir bir sudan" devam ettiren...

tasarlanıp biçimlendirilenler, kuru balçıktan, şekillendirilmiş kuru balçıktan tasarlanan insan,
meni akıntısından, atılan sudan tasarlanan insan/meni ile döllenmiş yumurta/zigot/nemli topraktan tasarlanıp biçimlendirilen...
adem...


ali imran/59
inne mesele iisaa indallaahi ke meseli aadem../ allah a göre isa durumu adem durumu gibi...
halakahu min "turaabin" summe kaale lehu kun fe yekuun.../ "kuru topraktan" tasarlanan sonra ol denilip olan...

isanın durumu adem gibi, sadece gibi,
nemli topraktan tasarlanan, tasarlanıp ruh üflenilen...
ve kuru topraktan tasarlanıp "kun" emri devreye sokulan...


maide/110
ve iz tahluku minet tiini ke hey’etit tayri bi iznii fe tenfuhu fiihaa fe tekuunu tayran bi iznii.../

meryem oğlu isa aldığı izin ile nemli topraktan tasarladığı kuş gibi şekle yeni bir izin ile üfleyerek tasarlandığı şekle dönüştürebiliyor,
aldığı izn ile tiinden halk edebilip içine de üfleyebiliyor ama "bedii" değil...
bu kuş için tekamül hikayeleri üretilmiş midir acep, o da halk edildi/tasarlandı, üflendi...


sad/26
yaa davuudu innaa cealnaake haliifeten fiil ardı fahkum beynen naasi bil hakkı ve laa tettebiil hevaa.../
davud seni arza halife atayacağız, nas arasında hak ile hükmet ama hevana uyma...

davud da arza halife atanmış ama ne melekler laf üretmiş ne adem-havvacılar ne de tekamülcüler...


bakara/30
ve iz kaale rabbuke lil melaaiketi "innii caailun fiil ardı haliifeh".../ "arzda halef atayacağım"...
kaaluu "e tec’alu fiihaa men yufsidu fiihaa ve yesfikud dimaa".../ "kan döken bozguncuyu mu atayacaksın"..
ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek.../ biz seni övüp yüceltip hürmet ediyoruz...
kaale innii a’lemu maa laa taa’lemuun.../ bilmediklerinizi ben bilirim...

melekler atanan hakkında bilgi sahibiler, atananın "kan döken bozguncu" olduğunu dillendiriyorlar ve kendileride övüp yücelten miş...
nedendir bu tavırları, onlar sanki atanan halefin selefleri, sanki o ana kadar arzda hükm sürenler, sanki haleflerini alçaltıp kendilerini övüyorlar, neden arkadaş...
buna karşılık halef atayan ne yaptığını iyi bildiğini bildiriyor...

bakara/31
ve alleme aademel esmaae kullehaa.../ isimlerin tümünü ademe öğretti...
summe aradahum alel melaaiketi.../ sonra meleklere sundu...
fe kaale enbiuunii bi esmaai haaulaai in kuntum sadikiin.../ hadi haber verin bana isimleri, sözü doğrular iseniz...

30 uncu ayette kendilerini övüp halefe bozguncu kan döken diyebilen selef modundakiler iddialarında haklıysalar talebe cevap verebilecekler...

bakara/32
kaaluu subhaaneke laa ilme lenaa illaa maa allemtenaa.../ sen subhan, bize öğrettiğin dışında bize ilm yok...
inneke entel aliimul hakiim.../ sen bilen ve hakim...

cevap veremediler...

bakara/33
kaale yaa aademu enbi’hum bi esmaaihim.../ haber ver onlara isimlerini adem...
fe lemmaa enbeehum bi esmaaihim.../ isimleri haber verir...
kaale e lem ekul lekum innii a’lemu gaybes semaavaati vel ardı.../ yerin göğün gayblerini bilenim...
ve a’lemu maa tubduune ve maa kuntum tektumuun.../ açıkladığınızı, gizlediğinizi bilen...

adem onların yapamadıklarını yapan,
haleflerini atayan, bilip bilmeden soru soran seleflerin söyleyip söylemediklerini daha önce beyan ettiği gibi daha iyi/gerçeği bilen ...

bakara/34
ve iz kulnaa lil melaaiketiscuduu li aademe.../ meleklere/selef modundakilere denilen, "boyun eğin "ademe"..."
fe seceduu illaa ibliise, ebaa vestekbere ve kaane minel kaafiriin.../ iblis haricindekiler boyun eğerken o büyüklendi ve inkarcılardan oldu..

ademe secdede birden fazla selef modunda melek ve iblis hariç, direnip büyüklenince inkarcılar sınıfına geçen iblis bir melek...

isra/61
ve iz kulnaa lil melaaiketiscuduu li aademe fe seceduu.../ meleklere ademe boyun eğin dendiğinde boyun eğerler...
...illaa ibliis kaale e escudu li men halakte tiinaa.../ iblis hariç, nemli topraktan tasarlanana mı boyun eğecek...


araf/10
ve lekad mekkennaakum fiil ardı.../ yeryüzünün mekan edilişi...
araf/11
ve lekad halaknaaKUM summe savvernaaKUM.../ tasarlanıp sonra biçimlendirilenler...
fe seceduu illaa ibliise.../ iblis haricindekiler boyun eğer...
lem yekun mines saacidiine.../ o boyun eğenlerden olmadı...

kehf/50
fe seceduu illaa ibliise, kaane minel cinni fe feseka an emri rabbihi.../

bir melek olan iblis boyun eğmeyip cinler safına katılır, efendisinin buyruğundan sapanlardan olur ...

e fe tettehızunehu ve zurriyyetehuu evliyaae min duunii.../ onu ve neslini benden başka veliler mi edindiniz...
ve hum lekum aduvvun.../ size düşmanlar...

sad/74
illaa ibliise, istekbere ve kaane minel kaafiriine.../ kibirlendi/büyüklendi ve inkarcılardan oldu...
sad/75
estekberte em kunte minel aaliine../ kibirlendin/büyüklendin yücelerden mi oldun...

boyun eğip kabullenenler ve kibirlenen inkarcılar, iki grup...

iblis; melek, halefi, nemli topraktan tasarlanana boyun eğmeyi kabullenmeyen/boyun eğmeyen selef, cinler safında, rabbin buyruğundan sapkın, rab yerine edinilen veli, düşman,
kibirlenen/büyüklenen/kendini yücelerden sanan inkarcı...



kaf/3
e izaa mitnaa ve kunnaa "turaabaa" zaalike rec’un baiidun.../ toprak olduktantan sonraki dönüşü uzak görenler...
vakıa/47
ve kaanuu yekuuluune e izaa mitnaa ve kunnaa "turaaben" ve izaa men e innaaa le meb’uusuun.../ toprak ve kemik olduktan sonraki dirilişe şaşırma..

"meryem oğlu isanın tasarladığı kuşun ham maddesine" karıştıktan sonraki dönüşe/dirilişe şaşanlar..

ozkanates
9. June 2014, 10:20 AM
Selamun aleyküm, Değerli Ozkanates Kardeşim,

Ne yazık ki, dil bozulunca din de bozuluyor.


26Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler: “Üstün gelmeniz için bu Kur’ân'ı dinlemeyin, onun içinde anlamsız şeyler yapın/ anlaşılmasını her türlü yolla engelleyin” dediler. (Fussilet; 26)

Bu ayette, Kur’an’dan etkilenen kişilerin müslüman olmalarına tahammül edemeyen müşrikler ve Kur’an’a karşı aldıkları tavırdan bahsedilmektedir. Bunlar, mesajının dinleyenler üzerindeki etkisini bildiklerinden dolayı çevrelerindekileri Kur’an’dan uzak tutma planları yapan kimselerdir. Çünkü biliyorlardı ki, Kur’an hem lafız, hem de mana bakımından mükemmel bir sözdür; öyle ki, tüm mesajları dinleyenleri rüşde götürüyor, zihinleri açıyordu. Öyleyse ne yapıp edip dinlenilmemesini sağlamalı, anlaşılmasını engellemeliydiler. Aksi halde hükümranlıklarının bitmesi kesindi. Bu nedenle, nerede Kur’an okunsa hemen seslerini yükseltmeye ve hurafeler, masallar anlatarak, ıslık çalarak, el çırparak, bağırarak çağırarak, yalan yanlış şiirler okuyarak, batıl sözler söyleyerek, gürültü, patırtı yaparak Kur’an’ın anlaşılmasını engellemeye karar verdiler.


Halil kardeşim, müslümanların her farklı görüşteki birbirlerini "dini bozuk kafir" diye nitelemeleri, hem sosyal dokunun iliklerine işlemiş arındırılamaz bir huy, hem de nefsin bitip tükenmeyen oyunlarından, cilvelerinden sadece biri. Bugüne kadar temas ettiğim yerlerde, ilimde ileriler dahil, farklısına denk gelmedim.

Neyse ki Kuran bize sevgiden bir zırh temin etmektedir ki, ümmetin bu bitmez tükenmez yargılama enerjisine teslim düşmüyoruz:

"Ey resuller! Güzel ve temiz şeylerden yiyin ve barışa, hayra yönelik iş yapın! Çünkü ben, yapmakta olduğuklarınızı çok iyi bilmekteyim. İşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ve ben de sizin Rabbinizim; o halde benden sakının! Fakat onlar işlerini aralarında parçalayıp çeşitli zübürlere/kutsallaştırılmış hizip kitaplarına ayırdılar. Her hizip, yalnız kendi yanındakiyle sevinip övünmektedir.” Muminun 51-53
Artık daha açık nasıl yazılır. Resullerin ümmeti tek ama o resullerin tekipçileri, o "resuller ümmeti"ni parçalıyor. Bunun göstergesi de... her parçalayanın/hizbin... yalnız kendi elindekiyle sevinip övünmesi.

Peki bu yanlış mı, elbette hayır, "resuller ümmeti" olmayanların, hizip ümmetleri olmaları Allah'ın bir dilemesinden gayrısı değil:
"Allah dileseydi, elbette ki sizi birtek ümmet yapardı. Ama O, dilediğini saptırıyor, dilediğini de iyiye ve güzele kılavuzluyor. Yapıp ettiklerinizden mutlaka sorgu-suale çekileceksiniz.” Nahl 93
“Eğer Rabbin dileseydi insanları elbette ki bir tek ümmet yapardı. Ama birbirleriyle çekişmeye devam edeceklerdir.
Rabbinin rahmet ettikleri müstesna.” Hud 118

Şimdi de bakalım, bu çekişme halinin yol haritası ne:
"O, onları işte bunun için yaratmıştır. Rabbinin, "Yemin olsun ben cehennemi, tümden insanlar ve cinlerle dolduracağım!" sözü tamamlanacaktır.” Hud 119
“İşte bu, kesin gerçektir. Ateş halkının çekişmesi gerçekleşecektir.” Sad 64

Şu da güzele klavuzlananların yol haritası:
"Şöyle deyin: "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, onun torunlarına indirilene, Mûsa'ya ve İsa'ya verilene ve diğer nebilere verilene inandık. Bunlar arasından hiç kimseyi ayırmayız. Biz yalnız O'na/Allah'a teslim olanlarız."" Bakara 136
“Herkesin bir yönü vardır, ona döner. O halde hayırlarda yarışın. Nerede olursanız olun Allah sizi bir araya getirecektir. Allah herşeye güç yetirendir.” Bakara 128

O halde artık anlıyoruz, Kuran'ın inananlarına alaycılığı bile yakıştıramamasını:
“Ey inananlar! Bir topluluk başka bir toplulukla alay etmesin! Olabilir ki, alay ettikleri topluluk kendilerinden hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Alay ettikleri, kendilerinden hayırlı olabilir. Özbenliklerinizi ayıplamayın/kendi nefislerinizde ayıplar aramayın; birbinize lakaplar yakıştırmayın. İmandan sonra sapıklıkla adlanmak ne kötü şeydir! Kim ki tövbe etmez, işte böyleleri zalimlerdir.” Hucurat 11

O halde kişiye düşen...
“Onların iyiyi ve güzeli bulmaları, senin üzerine bir borç değildir. Tam aksine, dilediğini/dileyeni iyiye ve güzele kılavuzlayan Allah'tır. Nimet ve imkândan başkalarına bağışladığınız, esasında sizin öz benlikleriniz lehinedir. Allah'ın yüzünü arzulama dışında bir şey için infak etmiyorsunuz. İnfak ettiğiniz her nimet size tam bir biçimde geri verilir. Ve siz, asla zulme uğratılmazsınız.” Bakara 272

ozkanates
9. June 2014, 11:38 AM
... Kur’an’ın anlaşılmasını engellemeye karar verdiler.


"Hiç kuşkusuz, o zikiri/Kur'an'ı biz indirdik, biz; her hal ve şartta onu muhakkak koruyacak olan da biziz." Hicr 9

Bir ilahi plana inananlar, öncelikle o ilahi plana güvenmeliler: http://hanifler.com/showthread.php?t=3517

.

ozkanates
9. June 2014, 03:03 PM
Yargılarınıza dayanak yaptığınız âyetlerden biri olan A'raf 22 ye bakalım.

"Fedellahüma biğurur* felemma zâkaş şecerete bedet lehüma sev'atühüma ve tafika yahsifani aleyhima min verekıl cenneti, ve nadahüma Rabbühüma elem enheküma an tilkümeş şecereti ve ekul leküma inneş şeytane leküma adüvvün mübiyn"

Klâsik eserlerde ileri sürülen “yasak ağaçtan yedi de avret yerleri açığa çıktı, avret yerleri açığa çıkınca da incir yapraklarıyla onları örtmeye çalıştı” anlayışı, Kur’ân'ın ifadelerine aykırıdır. Çünkü âyetin teknik yapısı buna izin vermez.


Sebebi açıklanmadıkça... altını çizdiğim "ayetin teknik yapısı" ifadesi (belagat sanatı/ilmi ifadeleri gibi), ayete anlaşılmazlık katarak yorumu dokunulmaz kılmakla sınırlıdır.


Âyete göre, Âdem ve eşi ağaçtan/maldan tadınca iki olay meydana gelmiştir: Önce çirkinlikleri (kötülükleri) ortaya çıkmış, sonra da tekasür hastalığına yakalanarak biriktirmeye başlamışlar, tadını aldıkları bütün süslerin kendilerinin olmasını istemişlerdir.

Âyetin bildirdiğine göre Âdem ve eşi, İblis'in vesvesesini, iğvasını, ölçüp biçmeden (tefekkür etmeden) uygulamış ve içlerinde gizli olan çirkinlikleri, yani istenmeyen, sevilmeyen huyları ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan ilk çirkinlik ise “istifçilik”tir.

Bu yorumlar, daha önce bahsettiğimiz,

Ruh = Bilgi
Ruh üfleme = Kısmi bilgi verme
Adem = Kısmen bilgilendirilmiş insan
İnsan = Bilgilendirilmemiş/cahil insan
Melek = Tabiat güçleri
İblis = düşünme yetisi (daha doğrusu, düşünme yetisinin iyi kullanılmaması)
Cin = Başka yerden gelen yabancı insanlar, tanımadığımız yabancı insanlar, gizli ajanlar, görünmez varlıklar, güçler

... yorumlarından türetilmiş yorumlar. O halde bir adım geriye giderek, yukarıda listesini verdiğim ilk yorumların yaslandığı tanımları yapan Kuran ayetlerini sormam gerek. Bu ayetlerin olmaması durumu, "ben Kuran'ı böyle anlıyorum" demektir; ki bu da izah edildiği üzere, tüm tekamül kademelerinin yaptığıdır/metodojisidir (her birine verdiğim haklılığı bu yoruma da verir, bunu da kabul ederim).


Bu âyetten bir kısmını alarak:
"O ikisi ağaçtan tadınca çirkin yerleri kendilerine açıldı.” Araf 22,
diye belirttiğiniz cümlede...


Çalışmamın şu anki halinde ayetin devamı var, ayetin tamamına göre bir anlam eksikliği varsa lütfen belirtin:

"O ikisi ağaçtan tadınca çirkin yerleri kendilerine açıldı1. Bahçenin yapraklarından yamalar yapıp üzerlerine örtmeye başladılar2.” Araf 22, Taha 121
1- Üreme organlarının kendilerine açılması... cinsiyetsiz ruhların, cinsiyetli bedenlere bağlanması.
2- Bedeni örtme, giyinme. Daha önce giyinmiyorlardı çünkü madde bedenleri yoktu.


Sev’ete” sözcüğü; “çirkinlikler” demektir ve “sue” sözcüğünden türemiştir. “Her türlü kötü, çirkin şeyi yapmak” anlamındaki “sue” sözcüğünün bu anlam ekseninde olan birçok türevi vardır. Meselâ, “seyyie” sözcüğü, “hasene” sözcüğünün karşıt anlamı olarak kullanılır. Dolayısıyla bu kökten türemiş olan “sev’ete” sözcüğü de, her türlü çirkin iş, söz ve durumu ifade eder. Arapların bu sözcüğü cinsel organlar için kullanmaları da, yaşadıkları toplumda çoklukla bu organların kötülüğe sebep olması sebebiyledir. “Sev’ete” sözcüğü ayrıca “ceset” için de kullanılır. Zira ruh bedenden çıkınca, beden çürüyüp kokmakta, yani çirkinleşmektedir. (Lisan ül Arab, c: 4, s:434-436)


Mistik metinler, bir kaç yüz sayfada evren bilgilerini aktardıkları için, kullandıkları dil/ifade son derece yoğun ve iç içe anlamlar ile yüklü olmak zorunda. Konuya şu şekilde de bakabiliriz ki, yazıldıkları dil de (örn. Arapça) daha en baştan bu amaca uygun inşa edilir. Bu durumda eşsesliler, eşanlamlılar vs. de dilin zorluğu değil, mistik metinlerin bizzat aracı: "Allah, sözün/hadisin en güzelini, birbirine benzer iç içe ikili mânalar ifade eden bir Kitap halinde indirmiştir." Zümer 23. Böylece farklı tekamül kademeleri için farklı anlamlar, iç içe verilebilir: "Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemdir (kesindir) ki; onlar Kitap'ın anasıdır. Diğer ayetlerse müteşâbihdir (benzeşmelidir)." Ali İmran 7

Ayete dönersek, "çirkinlikler", hem çirkinlik hem cinsel organ anlamında. Yani ikisi de doğru. Metnimde, sizin bahsettiğiniz çirkinlikler/kötülükler anlamını zaten vermiştim: “Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir." Ahzab 72. Ve verdiğim ikinci "cinsel organ" anlamı da doğru. Ruh (adem) cinsel organlara (bedene) sahip olunca madde alemde tekamüle başladı ve tekamül bu zalim/cahil/kötülük halinden başladı. Görüldüğü üzere, çelişen hiç bir durum yok.

Üstelik bu kelime seçimi keyfi de değil. Madde bedeni anlatmak için hangi kelimeyi kullansak (beden, el, ayak, kol, göz vs.), ruh bedeni bilmediğimiz için hepsi ruh bedende de olabilecekti. Oysa üreme ihtiyacı madde bedene aittir. Dolayısıyla ruh beden ile madde bedeni birbirinden ayırmanın mutlak yolu (enerji ve madde kelimelerini kullanmayacaksak), üreme organlarıdır (ruhlar üremez, yaratılır).


Konumuz olan ayette “sev’ete” sözcüğü “çirkinlikler” anlamındadır ve bu sözcüğün “cinsel organlar” olarak çevrilmesi yanlıştır. Çünkü Allah, insanı en güzel bir biçimde yaratmış olduğundan, cinsel organlar için “çirkin” nitelemesi yapılamaz.


Ceset kelimesinin de, bedenle yakından ilişkili bir kelime olması dikkat çekiyor. Ama benim dil bilgim buraya kadar.


Konumuz olan ayette “sev’ete” sözcüğü “çirkinlikler” anlamındadır ve bu sözcüğün “cinsel organlar” olarak çevrilmesi yanlıştır. Çünkü Allah, insanı en güzel bir biçimde yaratmış olduğundan, cinsel organlar için “çirkin” nitelemesi yapılamaz.


İlk olarak, "insanın en güzel halde yaratıldığı" bilgisiyle, "cinsel organların çoklukla kötülüğe sebep oldukları" bilgisi farklı tekamül düzlemlerine ait bilgiler. Yani söylendikleri kişiler ve durumlar farklı. Siz burada aynı apartmanın iki katını karşı karşıya getirip bunlardan birinin olmadığı sonucunu üretiyorsunuz. Oysa Kuran'da insan için sert ifadeler var ve epeyce var. Bunlarda "ben seni en güzel halinde yarattım, o yüzden bu sözlere layık değilsin" demez, çünkü ana fikir "herkese onun kendi anladığı dilden konuşmak, hitap etmek"tir.

İkinci olarak, Kuran cinselliğin kendisi konusunda da pek çok uyarılar yapar, Arapça'dan bahsettiğiniz "muhtemel kötü sonuçlara" değinir, yaptırım dahi uygular. Dolayısıyla cinsel organlara "çirkinlik" kelimesi kullanmasında ve "dikkat edilmesi gereken bu unsurlara/eğilimlere" dikkat çekmesinde kendi mantığı içinde bir engel yok.


......
Âdem ve eşi, Kur’ân'da "varaku'l-cennet" olarak adlandırılmış olan “iğreti yaşamın faydalarını sağlayan şeyler”e dadanmışlar ve bu tarz süsleri üst üste koyarak (bütün süsleri bir araya toplayarak) üzerlerine almışlardır (yaşamlarının ayrılmaz parçası hâline getirmişlerdir).


Önceki yorumlardan üretilen yorumları atlayarak sonucu aldım. Benim nezdimde son derece doğru. İnsandaki hırs boyutunu ve bundan sıyrılma boyutunu anlatıyorsunuz. Bu konuya ayrılmış ayetleri ben de zaten vereceğim. Benim itirazım, Kuran'daki pek çok boyutu, teke indirip herşeyi bununla açıklamanız. Kuran buna müsade eder çünkü her bir ayette tüm boyutlar zaten mevcut. Dolayısıyla özellikle bir boyutu ararsanız, o boyutu her ayette mutlaka bulursunuz. Her tekamül kademesinin kendi Kuran anlayışından bu kadar emin olması ve diğer kardeşlerini yargılamaktaki rahatlığı da buradan gelmekte.

Sufizm'in kurucu teorisyenlerinden İbn Arabi:

"İnsan bilinci sonlu olduğu için, sonsuz olanı kavrayamaz, imgeleyemez. Bu sebeple, zihninde onun bir imgesini oluşturur. Sonra bu imgeye aşık olur. Aşka düştüğünden, diğer insanların imgelerinin, aynı sonsuzun farklı imgeleri olduğunu göremez, onlara düşman kesilir. Gönül arifi ise, kendisini bir imge ile sınırlamaz, her imgede o aynı sonsuzu görür, hepsini öğrenmek ister ve hepsini bir ve tek olarak sever."
.

galipyetkin
11. June 2014, 06:25 PM
Sayın özkanateş.

Üzerinden "dehr"ler geçip de "hücre"den bu güne ulaşmış, yani hem beyinsel, hem vücutsal tekâmül etmiş, "öbür dünyada" da tekamüle devam edecek bir insan olarak, devam etmanizi istesem......
Lütfen.

Saygılarımla.
Galip Yetkin

ozkanates
16. June 2014, 04:57 PM
araf/11
ve lekad halaknaaKUM summe savvernaaKUM.../ tasarlanıp sonra biçimlendirilenler...
hicr/26
ve le kad halaknel insaane min salsaalin min hamein mesnuun.../ kuru balçık, şekillendirilmiş kurumuş balçıktan tasarlanan insan...
hicr/29
fe izaa "sevveytuHU ve nefahtu fiiHİ min ruuhii" fekauu leHU saacidiin.../ biçimlendirme ve ruh üfleniş...

tarık/5
fel yenzuril insaanu mimme hulık.../ insan nasıl tasarlandığına baksın...
tarık/6
hulika "min maain daafik".../ "atılan sudan" tasarlandı...
atılan sudan halk edilen/ tasarlanan insan...

secde/7
ellezii ahsene kulle şey’in halakaHU...ve bedee halkal insaani "min tiin".../
en iyi halde..."nemli topraktan" yoktan tasarlanan insan...

secde/8
summe ceale neslehu "min sulaaletin min maain mehiin".../ tasarımdan sonra neslini "meni akıntısından, hakir bir sudan" devam ettiren...
tasarlanıp biçimlendirilenler, kuru balçıktan, şekillendirilmiş kuru balçıktan tasarlanan insan,


Bir farklılık belirtmediğinize bakarak buraya kadar aynı anlamlarda olduğumuzu tahmin ediyorum.

secde/8
summe ceale neslehu "min sulaaletin min maain mehiin".../ tasarımdan sonra neslini "meni akıntısından, hakir bir sudan" devam ettiren...
tasarlanıp biçimlendirilenler, kuru balçıktan, şekillendirilmiş kuru balçıktan tasarlanan insan,
meni akıntısından, atılan sudan tasarlanan insan/meni ile döllenmiş yumurta/zigot/nemli topraktan tasarlanıp biçimlendirilen...
adem...


Kırmızı ile belirttiğim yer ise ayete ve sureye sizin eklemeniz.

Çamurdan yaratılan beden = homo sapines.
Allah'dan üflenen ruh = Adem.
İnsan = Beden (homo sapiens) + ruh (adem)

Kuran'da buna uyumsuz bir ifade biliyorsanız, paylaşmanızı rica ederim.


ali imran/59
inne mesele iisaa indallaahi ke meseli aadem../ allah a göre isa durumu adem durumu gibi...
halakahu min "turaabin" summe kaale lehu kun fe yekuun.../ "kuru topraktan" tasarlanan sonra ol denilip olan...
isanın durumu adem gibi, sadece gibi,
nemli topraktan tasarlanan, tasarlanıp ruh üflenilen...
ve kuru topraktan tasarlanıp "kun" emri devreye sokulan...

maide/110
ve iz tahluku minet tiini ke hey’etit tayri bi iznii fe tenfuhu fiihaa fe tekuunu tayran bi iznii.../
meryem oğlu isa aldığı izin ile nemli topraktan tasarladığı kuş gibi şekle yeni bir izin ile üfleyerek tasarlandığı şekle dönüştürebiliyor,
aldığı izn ile tiinden halk edebilip içine de üfleyebiliyor ama "bedii" değil...
bu kuş için tekamül hikayeleri üretilmiş midir acep, o da halk edildi/tasarlandı, üflendi...


"gibi" edatı ile Adem ve İsa arasında kurulan ilgi, babasız olmaları.
Adem bir babadan doğmadı, Tanrı'dan bir ruh olarak yaratıldı.
İsa, kendisinin Tanrıdan bir ruh olduğunu kavrayan ilk insan.
Bu yüzden Tanrı'dan bir ruh olmanın anlatımı, sembol ismi.

Bedenlerimizdeki ruhlar, bedenlenmemiş ruhlar "gibi"ler.
Çünkü aynılar, babasızlar... onlar üremez, yaratılırlar.

Bahsettiğin kuş vb. mucizeler, bu bilgiyi paylaşmak için.
Allah'dan ruhlar olarak Allah'ın isim ve sıfatlarına sahibiz.
İsa'nın mucizeleri, bu isim ve sıfatları göstermek için.

Bu konu bir kez izah edildikten sonra, artık kapatılıyor.
Kuran, her tür mucize ve doğa üstü olayla arasına kalın bir çizgi çiziyor.
Muhammed babasız doğmadı, bir kuşa hayat vermedi, hiç bir mucize göstermedi.
Çünkü İsa'dan itibaren mucizeyi artık biliyoruz: Biz/evren.

1- Tâ, Sîn, Mîm.
2- İşte sana gerçeği apaçık gösteren Kitap'ın ayetleri...
3- Onlar iman etmiyorlar diye kendini üzüntüden tüketir gibisin.
4- Eğer istersek gökten üzerlerine bir mucize indiririz de boyunları onun önünde perişanlıkla eğilip kalır.Yani mucize indirilmedi.
5- O Rahman'dan kendilerine söze bürünmüş yeni bir hatırlatma gelmeye dursun, ondan mutlaka yüz çevirirler.
6- Yemin olsun, yalanladılar ama yakında gelecektir onlara alaya alıp durdukları şeyin haberleri.Ve indirilmeyecek.
7- Bakmadılar mı yere, neler fışkırtmışız onda cömert ve bereketli her çiftten.
8- Bunda elbette bir mucize var, fakat onların çoğu mümin değiller.Çünkü mucize gördüğümüz her şey. Ve bunu görebilmemiz.

ozkanates
16. June 2014, 05:52 PM
sad/26
yaa davuudu innaa cealnaake haliifeten fiil ardı fahkum beynen naasi bil hakkı ve laa tettebiil hevaa.../
davud seni arza halife atayacağız, nas arasında hak ile hükmet ama hevana uyma...

davud da arza halife atanmış ama ne melekler laf üretmiş ne adem-havvacılar ne de tekamülcüler...


Sanırım bu bir tür kinaye.
İtiraz noktanızı belirtirseniz sohbet imkanımız olur.


bakara/30
ve iz kaale rabbuke lil melaaiketi "innii caailun fiil ardı haliifeh".../ "arzda halef atayacağım"...
kaaluu "e tec’alu fiihaa men yufsidu fiihaa ve yesfikud dimaa".../ "kan döken bozguncuyu mu atayacaksın"..
ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek.../ biz seni övüp yüceltip hürmet ediyoruz...
kaale innii a’lemu maa laa taa’lemuun.../ bilmediklerinizi ben bilirim...

melekler atanan hakkında bilgi sahibiler, atananın "kan döken bozguncu" olduğunu dillendiriyorlar ve kendileride övüp yücelten miş...
nedendir bu tavırları, onlar sanki atanan halefin selefleri, sanki o ana kadar arzda hükm sürenler, sanki haleflerini alçaltıp kendilerini övüyorlar, neden arkadaş...


"melekler atanan hakkında bilgi sahibiler, atananın "kan döken bozguncu" olduğunu dillendiriyorlar"...

"Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir." Ahzab 72
Ruhlara emanet soruluyor, bazıları kabul ediyor, bazıları etmiyor. Nasıl karar veriyorlar? Tekamülün çekinilecek kadar ağır bir yük, zorlu bir yol olduğunu nasıl biliyorlar? Çünkü yol anlatılıyor/gösteriliyor. Bu şekilde, "herkese taşıyabileceği kadar yük" prensibi gereği ruh, ancak taşıyabileceği kadar olgunlaştığında maddeleşmeyi yüklenmeyi istiyor, ondan çekinmiyor.

"kendileride övüp yücelten miş... nedendir bu tavırları, onlar sanki atanan halefin selefleri, sanki o ana kadar arzda hükm sürenler, sanki haleflerini alçaltıp kendilerini övüyorlar, neden arkadaş..."

“Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım7." demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: "Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın4? Oysaki bizler, seni hamt ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz1. Allah şöyle dedi: "Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim5." Bakara 30
“Ve Âdem'e isimlerin tümünü öğretti3. Sonra onları meleklere göstererek şöyle buyurdu: "Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz." Bakara 31
“Dediler ki:..Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim2…" Bakara 32
“Allah buyurdu: "Ey Âdem, haber ver onlara onların adlarını." Âdem onlara onların adlarını haber verince, Allah şöyle buyurdu: "…ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklayageldiklerinizi de en iyi biçimde bilmekteyim6." Bakara 33

1- “bizler, seni hamt ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz.”
Ruh, Allah’ın kendi öz ruhundan, saf iyilik hali, pozitivite. Bu haldeyken adı melek.

2- “Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim.”
Melek, tekamülü seçmeyen ruh olduğundan, pozitiviteden başka hal/bilgi edinmez.

3- “Âdem'e isimlerin tümünü öğretti.”
Adem, tekamül eden ruh olduğundan, pozitiviteden başka hal (negativite) ve bilgi edinir.

4- “Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın?”
Tekamülün başlangıcı, negativite

5- “Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim.”
Melekler, tekamülün başındaki ademin negativite halini bildiler. Bilmedikleri, tekamülden sonra olacağı haldi.

6- “ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklayageldiklerinizi de en iyi biçimde bilmekteyim”
Melekler ve Adem’in dışarı vurdukları o anki tekamül halleri. Saklayageldikleri ise içlerindeki aynı ruh.

7- “Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım.”
Her kavram, ancak kendi zıddıyla tanımlanır/bilinir. Pozitivitedeki melek, kendi halini deneyimler ama bilemez, çünkü zıddını deneyimlemez/bilmez. Tekamüle negativiteden başlayan adem, pozitivite aşamasına geldiğinde… kendi zıddını artık bildiğinden, kendi halini de bilir. Yeryüzü halifeliği ve meleklerin ona secdesi, tekamül eden ruhun bu üstünlüğü için.

Detay için, http://hanifler.com/showthread.php?t=3505


buna karşılık halef atayan ne yaptığını iyi bildiğini bildiriyor...

bakara/31
ve alleme aademel esmaae kullehaa.../ isimlerin tümünü ademe öğretti...
summe aradahum alel melaaiketi.../ sonra meleklere sundu...
fe kaale enbiuunii bi esmaai haaulaai in kuntum sadikiin.../ hadi haber verin bana isimleri, sözü doğrular iseniz...

30 uncu ayette kendilerini övüp halefe bozguncu kan döken diyebilen selef modundakiler iddialarında haklıysalar talebe cevap verebilecekler...

bakara/32
kaaluu subhaaneke laa ilme lenaa illaa maa allemtenaa.../ sen subhan, bize öğrettiğin dışında bize ilm yok...
inneke entel aliimul hakiim.../ sen bilen ve hakim...

cevap veremediler...

bakara/33
kaale yaa aademu enbi’hum bi esmaaihim.../ haber ver onlara isimlerini adem...
fe lemmaa enbeehum bi esmaaihim.../ isimleri haber verir...
kaale e lem ekul lekum innii a’lemu gaybes semaavaati vel ardı.../ yerin göğün gayblerini bilenim...
ve a’lemu maa tubduune ve maa kuntum tektumuun.../ açıkladığınızı, gizlediğinizi bilen...

adem onların yapamadıklarını yapan,
haleflerini atayan, bilip bilmeden soru soran seleflerin söyleyip söylemediklerini daha önce beyan ettiği gibi daha iyi/gerçeği bilen ...


Burada hemfikiriz. Adem bilebilmesiyle = tekamül etmesiyle meleklerden ayrılır:
Melek = Tekamül etmeyen ruh.
Cin = Ruh/enerji formunda tekamül eden ruh.
Adem = Bedenlenerek madde alemde tekamül eden ruh.

"Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin" dedik." Araf 11
Yaratılan ve biçimlenenler tekil değil çoğul. Âdem tekil bir ad değil, topluluk adı.

"Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin" dedik." Araf 11
"Onu, amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp ruhumdan içine üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın." Hicr 29
- Adem, bir bedene üflenecek ruhların topluluk adı.
- Her ruh, Allah’ın ruhundan.

"Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler1. Onu insan yüklendi2. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir3." Ahzab 72
1- Tekamül bir seçenek, her ruh isteyip istemediğine kendisi karar verir.
1- Tekamülün zorluğundan çekinerek istemeyenler var (melek).
1- Zorluğuna rağmen tekamülü kabul edenler var (adem).
1- Tekamül, gök, yer, dağ gibi cisimlerin olduğu madde alemde.
2- Tekamülü seçen ruh, madde bedene üflenince insan olur: insan = adem + beden
3- Tekamül, zalim ve cahil halden, yani negativiteden başlar.

“Hani Rabbin, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu: "Rabbiniz değil miyim?" Onlar: "Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz." demişlerdi.” Araf 172
- Rabbin (eğiten, daha iyiye güzele klavuzlayan, tekamül ettirenin) tekamülü ruhlara sorması.
- Ademoğulları, bedenlenerek tekamülü kabul edenler.


bakara/34
ve iz kulnaa lil melaaiketiscuduu li aademe.../ meleklere/selef modundakilere denilen, "boyun eğin "ademe"..."
fe seceduu illaa ibliise, ebaa vestekbere ve kaane minel kaafiriin.../ iblis haricindekiler boyun eğerken o büyüklendi ve inkarcılardan oldu..

ademe secdede birden fazla selef modunda melek ve iblis hariç, direnip büyüklenince inkarcılar sınıfına geçen iblis bir melek...

isra/61
ve iz kulnaa lil melaaiketiscuduu li aademe fe seceduu.../ meleklere ademe boyun eğin dendiğinde boyun eğerler...
...illaa ibliis kaale e escudu li men halakte tiinaa.../ iblis hariç, nemli topraktan tasarlanana mı boyun eğecek...


araf/10
ve lekad mekkennaakum fiil ardı.../ yeryüzünün mekan edilişi...
araf/11
ve lekad halaknaaKUM summe savvernaaKUM.../ tasarlanıp sonra biçimlendirilenler...
fe seceduu illaa ibliise.../ iblis haricindekiler boyun eğer...
lem yekun mines saacidiine.../ o boyun eğenlerden olmadı...

kehf/50
fe seceduu illaa ibliise, kaane minel cinni fe feseka an emri rabbihi.../

bir melek olan iblis boyun eğmeyip cinler safına katılır, efendisinin buyruğundan sapanlardan olur ...

e fe tettehızunehu ve zurriyyetehuu evliyaae min duunii.../ onu ve neslini benden başka veliler mi edindiniz...
ve hum lekum aduvvun.../ size düşmanlar...

sad/74
illaa ibliise, istekbere ve kaane minel kaafiriine.../ kibirlendi/büyüklendi ve inkarcılardan oldu...
sad/75
estekberte em kunte minel aaliine../ kibirlendin/büyüklendin yücelerden mi oldun...

boyun eğip kabullenenler ve kibirlenen inkarcılar, iki grup...

iblis; melek, halefi, nemli topraktan tasarlanana boyun eğmeyi kabullenmeyen/boyun eğmeyen selef, cinler safında, rabbin buyruğundan sapkın, rab yerine edinilen veli, düşman,
kibirlenen/büyüklenen/kendini yücelerden sanan inkarcı...


Sanırım buradan İblis'in bir varlık olmadığına, bir davranış olduğuna, dolayısyla...

İblis = düşünme yetisi (daha doğrusu, düşünme yetisinin iyi kullanılmaması)
Cin = Başka yerden gelen yabancı insanlar, tanımadığımız yabancı insanlar, gizli ajanlar, görünmez varlıklar, güçler

tanımlarına geleceksiniz. Benim sorum, İblis ve cinlerin bir varlık olmadığına, insanın yetileri ve davranışları olduğuna işaret eden Kuran ayetlerini paylaşmanız.

ozkanates
16. June 2014, 05:59 PM
Sayın özkanateş.

Üzerinden "dehr"ler geçip de "hücre"den bu güne ulaşmış, yani hem beyinsel, hem vücutsal tekâmül etmiş, "öbür dünyada" da tekamüle devam edecek bir insan olarak, devam etmanizi istesem......
Lütfen.

Saygılarımla.
Galip Yetkin

Tekamül ayetlerimi sırasıyla vermeye devam ediyorum Galip kardeşim. Selamlarımla...

Fers
18. June 2014, 12:25 AM
yorumum,


nemli toprak/balçık/çamur, su ve toprak ikilisi,
sperm ve yumurta ikilisi/çekirdekler birleşimi oluşan zigot misali...



araf/10
ve lekad mekkennaaKUM fiil ardı.../ arzda var edilenler "KUM/SİZ"...
araf/11
ve lekad halaknaaKUM summe savvernaaKUM.../ tasarlandıktan sonra biçimlendirilenler "KUM/SİZ"...

secde/7
ellezii ahsene kulle şey’in halakaHU.../ en iyi halde tasarlanan...
ve bedee halkal insaani min tiin.../ nemli topraktan yoktan tasarlanan...

tasarlananların hayatı buradaki gibi zigotların/hücrelerin arzda birden yoktan tasarlanıp yerleştirilmesiyle başladı,



zariyat/49
Ve min kulli şey’in halaknaa zevceynii.../ herşey ikili tasarlandı..
tarık/5
fel yenzuril insaanu mimme hulık.../ insan nasıl tasarlandığına baksın...
tarık/6
hulika "min maain daafik".../ "atılan sudan" tasarlandı...
secde/8
summe ceale neslehu min sulaaletin min maain mehiin.../ tasarımdan sonra neslini kendi hakir bir su, meniden devam ettiren...
furkan/54
ve huvellezii halaka minel maai beşeren fe cealehuu neseben ve sıhraa..../ akıcı sudan beşer tasarlayan ve ona neseb sıhr kılan..

sonra herbiri kendi atık suyundan/menisinden neslini devam ettirip soy sop kılınan...



nur/45
Vallahu halaka kulle daabbetin min MAAİN.../ SUdan tasarlanan yürüyen varlıklar...
fe minhum men yemşii alaa batnih ve minhum men yemşii alaa ricleyn ve minhum men yemşii alaa erba.../
karınları, iki ve dört ayakları üzerinde yürüyen mahluklar...

değişik türlerdeki yürüyen her canlı için ayrı ayrı kendi zigotu/döllenmiş yumurtası arza yerleştirildi/var edildi ve sonra
secde/8 gerçekleşip herbiri kendi doğal üreyişine geçti...



araf/10
ve lekad mekkennaaKUM fiil ardı.../ arzda var edilenler "KUM/SİZ"...
araf/11
ve lekad halaknaaKUM summe savvernaaKUM.../ tasarlandıktan sonra biçimlendirilenler "KUM/SİZ"...

ayetlerdeki ifade "ademi tasarladık sonra biçimlendirdik" değil, arz da var edilip tasarlanıp biçimlendirilen "KUM/SİZ"

sad/26
yaa davuudu innaa cealnaake haliifeten fiil ardı fahkum beynen naasi bil hakkı ve laa tettebiil hevaa.../ davud, arzda hevaya uymadan naas arasında hak ile hükmetmesi için halife atanan...

davud, arzda hevaya uymadan hak ile hükmetmesi için selefi yerine halef atanandır...
araf/10 dakiler arzda "arzda var edilenler/yerleştirilenler/mekkennaaKUM" ve "tasarlanıp sonra şekillendirilenler/halaknaaKUM summe savvernaaKUM" dir...
bakara/30 un halefi tıpkı davud gibi araf 10,11 deki muhteremler arasında hükmetmesi istenen halifedir...


bakara/30
ve iz kaale rabbuke lil melaaiketi "innii caailun fiil ardı haliifeh".../ meleklere bildirilen "arzda halef atanması"...

davudun halife atanması ile bu ayette bahsedilen halifenin ataması arasında fark görmüyorum...

Fers
18. June 2014, 12:38 AM
ali imran/59
inne mesele iisaa indallaahi ke meseli aadem../ allah a göre isa durumu adem durumu gibi...
halakahu min "turaabin" summe kaale lehu kun fe yekuun.../ "kuru topraktan" tasarlanan sonra ol denilip olan...

isanın durumu adem gibi, sadece gibi,
imesel olan isa kuru topraktan tasarlanıp "kun" emri devreye sokulan, yalnız toprak, yalnız yumurta misali...

diğeri nemli topraktan/toprak ve su tasarlanan, tasarlanıp ruh üflenilen, sperm ve yumurta/zigot misali...

babadan kastınız nedir, sperm mi beşer mi, bu ifadelerin, ademin veya isanın babalarının var olup olmadığıyla ilgisi ne...



maide/110
ve iz tahluku minet tiini ke hey’etit tayri bi iznii fe tenfuhu fiihaa fe tekuunu tayran bi iznii.../
meryem oğlu isa aldığı izin ile nemli topraktan tasarladığı kuş gibi şekle yeni bir izin ile üfleyerek tasarlandığı şekilde oluş,

burada yoktan var ediliş yok, ama izin ile tasarlanış ve üfleniş var..

bu kuş halk edildi/tasarlandı, üflendi, isanın kuşunun tekamülü yok mu, varsa nedir/nasıldır...

Fers
18. June 2014, 12:52 AM
1- “bizler, seni hamt ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz.”
Ruh, Allah’ın kendi öz ruhundan, saf iyilik hali, pozitivite. Bu haldeyken adı melek.

2- “Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim.”
Melek, tekamülü seçmeyen ruh olduğundan, pozitiviteden başka hal/bilgi edinmez.

3- “Âdem'e isimlerin tümünü öğretti.”
Adem, tekamül eden ruh olduğundan, pozitiviteden başka hal (negativite) ve bilgi edinir.

4- “Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın?”
Tekamülün başlangıcı, negativite



üstteki ifadelerle alttaki ifadeleri nasıl denklediğini anlamadım, ruhu negatif ve pozitif diye böldün ve pozitif olana melek dedin ve ona tekamülü seçtirmedin.. .

şu tekamülden kastın nedir , evrim mi...

ozkanates
18. June 2014, 11:10 AM
yorumum,

nemli toprak/balçık/çamur, su ve toprak ikilisi,
sperm ve yumurta ikilisi/çekirdekler birleşimi oluşan zigot misali...

araf/10
ve lekad mekkennaaKUM fiil ardı.../ arzda var edilenler "KUM/SİZ"...
araf/11
ve lekad halaknaaKUM summe savvernaaKUM.../ tasarlandıktan sonra biçimlendirilenler "KUM/SİZ"...

secde/7
ellezii ahsene kulle şey’in halakaHU.../ en iyi halde tasarlanan...
ve bedee halkal insaani min tiin.../ nemli topraktan yoktan tasarlanan...

tasarlananların hayatı buradaki gibi zigotların/hücrelerin arzda birden yoktan tasarlanıp yerleştirilmesiyle başladı,

zariyat/49
Ve min kulli şey’in halaknaa zevceynii.../ herşey ikili tasarlandı..
tarık/5
fel yenzuril insaanu mimme hulık.../ insan nasıl tasarlandığına baksın...
tarık/6
hulika "min maain daafik".../ "atılan sudan" tasarlandı...
secde/8
summe ceale neslehu min sulaaletin min maain mehiin.../ tasarımdan sonra neslini kendi hakir bir su, meniden devam ettiren...
furkan/54
ve huvellezii halaka minel maai beşeren fe cealehuu neseben ve sıhraa..../ akıcı sudan beşer tasarlayan ve ona neseb sıhr kılan..

sonra herbiri kendi atık suyundan/menisinden neslini devam ettirip soy sop kılınan...

nur/45
Vallahu halaka kulle daabbetin min MAAİN.../ SUdan tasarlanan yürüyen varlıklar...
fe minhum men yemşii alaa batnih ve minhum men yemşii alaa ricleyn ve minhum men yemşii alaa erba.../
karınları, iki ve dört ayakları üzerinde yürüyen mahluklar...

değişik türlerdeki yürüyen her canlı için ayrı ayrı kendi zigotu/döllenmiş yumurtası arza yerleştirildi/var edildi ve sonra
secde/8 gerçekleşip herbiri kendi doğal üreyişine geçti...

araf/10
ve lekad mekkennaaKUM fiil ardı.../ arzda var edilenler "KUM/SİZ"...
araf/11
ve lekad halaknaaKUM summe savvernaaKUM.../ tasarlandıktan sonra biçimlendirilenler "KUM/SİZ"...

ayetlerdeki ifade "ademi tasarladık sonra biçimlendirdik" değil, arz da var edilip tasarlanıp biçimlendirilen "KUM/SİZ"


Aynı fikirdeyiz. Arzda var edilen, tasarlanıp biçimlenen adem değil homo sapiens beden. Adem, bu homo sapines bedenin içine üflenen Allah'dan ruhun adı... insan (ademoğulları) = beden (homo sapines) + ruh (adem) ... İnsan hem çamurdan başlayıp homo sapiense tekamül eden madde hayat olarak var edildi, hem de zigottan başlayan kendi zat bedeni olarak. Yani ikisi de doğru. Kuran bu ikisini birbirine paralel ilerleyen ifadelerle anlatıyor.

Altını çizdiğim "birden" kelimesi hakkında: Şeylerin belli bir sırayla olması, biz zaman boyutundakiler için. Allah ise zaman ve mekandan münezzeh olduğundan, tüm anlar onun için birlikteler. Dolayısıyla O, "ol" dediğinde olur. Biz zaman boyutundakiler içinse bu, milyarlarca yıl sürer. Yani yine, her ikisi de doğru.


sad/26
yaa davuudu innaa cealnaake haliifeten fiil ardı fahkum beynen naasi bil hakkı ve laa tettebiil hevaa.../ davud, arzda hevaya uymadan naas arasında hak ile hükmetmesi için halife atanan...

davud, arzda hevaya uymadan hak ile hükmetmesi için selefi yerine halef atanandır...
araf/10 dakiler arzda "arzda var edilenler/yerleştirilenler/mekkennaaKUM" ve "tasarlanıp sonra şekillendirilenler/halaknaaKUM summe savvernaaKUM" dir...
bakara/30 un halefi tıpkı davud gibi araf 10,11 deki muhteremler arasında hükmetmesi istenen halifedir...

bakara/30
ve iz kaale rabbuke lil melaaiketi "innii caailun fiil ardı haliifeh".../ meleklere bildirilen "arzda halef atanması"...

davudun halife atanması ile bu ayette bahsedilen halifenin ataması arasında fark görmüyorum...


Zaten fark yok. Halife atanan tüm ademoğulları. Ancak her bir ademoğlu, tekamülde ilerledikçe, bu halifeliği icrada mükemmelleşir. Yani her ikisi de doğru. Halifelik bir makam değil. Evren, Allah'ın isim ve sıfatlarının tezahürü, görünür kılınması. İnsan, bu isim ve sıfatların içsel olanlarının yeryüzünde/madde alemde tezahür ettiği aşama, dolayısıyla "yeryüzüne halife". Yeryüzündeki bu aşamanın en ileri aşaması da peygamberler, nebiler.

ozkanates
18. June 2014, 02:08 PM
ali imran/59
inne mesele iisaa indallaahi ke meseli aadem../ allah a göre isa durumu adem durumu gibi...
halakahu min "turaabin" summe kaale lehu kun fe yekuun.../ "kuru topraktan" tasarlanan sonra ol denilip olan...

isanın durumu adem gibi, sadece gibi,
imesel olan isa kuru topraktan tasarlanıp "kun" emri devreye sokulan, yalnız toprak, yalnız yumurta misali...

diğeri nemli topraktan/toprak ve su tasarlanan, tasarlanıp ruh üflenilen, sperm ve yumurta/zigot misali...


Ali İmran 59:

"Allah katında İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "Ol!" dedi. Artık o, olur."
Ayetin ilk kısmı Allah katına ait (madde aleme/yeryüzüne ait değil). Adem Allah'dan bir ruh olarak yaratılmıştı. İşte bilgi de bu: İsa da Adem gibi, yani o da Allah'dan bir ruh. Ve asıl bilgi: Tüm ademoğulları, Adem gibi olan İsa gibiler: Onlar Allah'dan birer ruhlar (bedenlenmiş olarak).

"Allah katında İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "Ol!" dedi. Artık o, olur."
Toprağa geçtik, yani ayet artık Allah katında değil, madde alemde. O diye bahsedilen, homo sapiens bedenin tekamülle yaratılması (önceki cümledeki "gibi" edatı ruh konusunu beden ile örtmek için kullanılıyor. "Allah katında" ve "toprak" ifadeleri ise bu örtmeyi kaldıran şehr).

"Allah katında İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "Ol!" dedi. Artık o, olur."
Bu da ikinci örtme. Tekrar Allah katına dönülerek Allah'ın zaman ve makandan münezzeh olduğu bilgisi gibi anlaşılması çok zor bir konu ile, Adem ve İsa arasındaki ruhi ilgi tekrar örtülüyor.

Kuran'ın kendi sade üslubunun dışına çıkarak yarattığı bu bilinçli karmaşada... verilen bilginin ne kadar önemli olduğunu görüyoruz:

"Onu (bedeni), amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp ruhumdan (ademi) içine üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın." Hicr 29
“Meryem'in oğlu İsa Mesih, Allah'ın resulü ve kelimesidir. Onu, kendisinden bir ruhla beraber Meryem'e atmıştır.” Nisa 171
Adem = İsa = Allah'dan ruhun bedene bağlanması

“Biz de ruhumuzu ona göndermiştik de o kendisine sapasağlam bir insan şeklinde görünmüştü.” Meryem 17
İnsan = bedenlenmiş ruh.

İlgili ayet grubu: http://hanifler.com/showthread.php?t=3507 (Kuran'da insanın tanımı: Beden + ruh)


babadan kastınız nedir, sperm mi beşer mi, bu ifadelerin, ademin veya isanın babalarının var olup olmadığıyla ilgisi ne...

maide/110
ve iz tahluku minet tiini ke hey’etit tayri bi iznii fe tenfuhu fiihaa fe tekuunu tayran bi iznii.../
meryem oğlu isa aldığı izin ile nemli topraktan tasarladığı kuş gibi şekle yeni bir izin ile üfleyerek tasarlandığı şekilde oluş,

burada yoktan var ediliş yok, ama izin ile tasarlanış ve üfleniş var..

bu kuş halk edildi/tasarlandı, üflendi, isanın kuşunun tekamülü yok mu, varsa nedir/nasıldır...


Yukarıda verdiğim bilgiler ile şunları tekrar değerlendirmenizi rica ederim. Örtülmeyen bir nokta varsa lütfen belirtin.

"gibi" edatı ile Adem ve İsa arasında kurulan ilgi, babasız olmaları.
Adem bir babadan doğmadı, Tanrı'dan bir ruh olarak yaratıldı.
İsa, kendisinin Tanrıdan bir ruh olduğunu kavrayan ilk insan.
Bu yüzden Tanrı'dan bir ruh olmanın anlatımı, sembol ismi.

Bedenlerimizdeki ruhlar, bedenlenmemiş ruhlar "gibi"ler.
Çünkü aynılar, babasızlar... onlar üremez, yaratılırlar.

Bahsettiğin kuş vb. mucizeler, bu bilgiyi paylaşmak için.
Allah'dan ruhlar olarak bizler, Allah'ın isim ve sıfatlarıyız.
İsa'nın mucizeleri, bu isim ve sıfatları göstermek için.

ozkanates
18. June 2014, 02:41 PM
1- “bizler, seni hamt ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz.”
Ruh, Allah’ın kendi öz ruhundan, saf iyilik hali, pozitivite. Bu haldeyken adı melek.

2- “Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim.”
Melek, tekamülü seçmeyen ruh olduğundan, pozitiviteden başka hal/bilgi edinmez.

3- “Âdem'e isimlerin tümünü öğretti.”
Adem, tekamül eden ruh olduğundan, pozitiviteden başka hal (negativite) ve bilgi edinir.

4- “Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın?”
Tekamülün başlangıcı, negativite

üstteki ifadelerle alttaki ifadeleri nasıl denklediğini anlamadım, ruhu negatif ve pozitif diye böldün ve pozitif olana melek dedin ve ona tekamülü seçtirmedin.. .

şu tekamülden kastın nedir , evrim mi...

Tekamül = Fizyolojik evrim + ruhi evrim

Ruhi evrim... sırasıyla melek, cin, adem, insan ve sonraki aşamalardan oluşur. Melekler, Allah'dan bir ruh olarak ruhun ilk yaratıldığı hal olduğundan, mutlak pozitivite. Sonrasında tekamüle başladığında, önce ruh formunda cin olarak, sonra madde formunda insan olarak tekamül eder.

Melek = Henüz tekamüle başlamamış olan ruh
Cin = Ruh formunda tekamül etmekte olan ruh
Adem = Madde bedene bağlanacak kadar tekamül etmiş ruh
İnsan = Ruhun/ademin madde bedene bağlanarak tekamülü

Tekamülde Allah'ın isim ve sıfatları, nefs denen perde ile örtülür/unutturulur. Artık kendi halini (pozitiviteyi) bilemeyen ruh, kendi olmayan hali (negativiteyi) deneyimler. Deneyimledikçe, deneyimlediklerinden yavaş yavaş kendi halini öğrenir/hatırlar. Bu, üstteki nefs/unutma perdesinin yavaş yavaş kalkmasıdır. Nefs perdesinin tamamen kalktığında, yaratılan yaratanına döner.

İnsan aşamasında tekamül: http://hanifler.com/showthread.php?t=3509 (Kuran'da tekamülün tanımı)

khaos
19. June 2014, 11:59 PM
1- Tekamül bir seçenek, her ruh isteyip istemediğine kendisi karar verir.
1- Tekamülün zorluğundan çekinerek istemeyenler var (melek).
1- Zorluğuna rağmen tekamülü kabul edenler var (adem).
1- Tekamül, gök, yer, dağ gibi cisimlerin olduğu madde alemde.
2- Tekamülü seçen ruh, madde bedene üflenince insan olur: insan = adem + beden
3- Tekamül, zalim ve cahil halden, yani negativiteden başlar.


tekamül bir seçenek?
tekamül ün zorluğundan çekinen ve istemeyen ruh melek?
o zaman;

“Dediler ki:..Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim…"

peki seçenek nerede?
burdaki tekamül etmeyen ruhların(meleklerin) bize bu kadarı yeter fazlası harddisk te bad sector yapar.Yada daha fazlasını öğrette tekamülde level atlayalım dediğini görmüyoruz.

size göre tekamülden önce her ruhun pozitive durumda olduğunu var sayarsak(melek)

ayette
bakara 30 orada ben bir halife atayacağım derken içinizden bazılarını demiyor.yada gönüllü aydınlanmayı isteyen birisini

yine
ve 31. ayette Tanrı meleklere doğru sözlü iseniz derken hangi pozitive likten bahsedebiliriz.Demekki melek! lerin kendine göre fikirleri ve iddiaları var.buda onların her iki yönlü düşünebildiğini gösteriyor.(pozitive-negative)

Tekamülde bedenlenen ruha homo sapiens yani insan diyorsunuz.Ve anladığım kadarıyla tekamülü ise ruhun yolculuğu olarak (negative olmaktan pozitive olmayı) görüyorsunuz.
Peki homo sapiens iyide homo habilisle homo erectus un suçu ne.Yada homo grubunu es geçiyorum.Pelagia noctiluca nın yada zavallı herhangi bir endemik türün.Konunun madde kısmını sorunlu görüyorum.eğer ruhun seçenekle bedenende tekamül ettiğini düşünürsek japon balığı olmadığıma şükrediyorum.

ozkanates
20. June 2014, 02:58 PM
tekamül bir seçenek?
tekamül ün zorluğundan çekinen ve istemeyen ruh melek?
o zaman;

“Dediler ki:..Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim…"

peki seçenek nerede?
burdaki tekamül etmeyen ruhların(meleklerin) bize bu kadarı yeter fazlası harddisk te bad sector yapar.Yada daha fazlasını öğrette tekamülde level atlayalım dediğini görmüyoruz.


Adem ve melek ikiliği, tekamül eden ve etmeyen ikiliğini, dolayısıyla tekamülü izah ediyor:
“Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim.”
Melek, tekamülü seçmeyen ruh olduğundan, pozitiviteden başka hal/bilgi edinmez.
“Âdem'e isimlerin tümünü öğretti.”
Adem, tekamül eden ruh olduğundan, pozitiviteden başka hal (negativite) ve bilgi edinir.

Sonsuz kendinden bir bölgeyi ("bölge" benzetme amacıyla, sonsuzda zaman ve mekan olmadığından bölge de olmaz) nefs perdesiyle ayırdığında, orası melektir. Meleğin nefsi var, o bir varlık. Ancak halen yaratıldığı halde, yani Allah'ın isim ve sıfatlarıyla. Dolayısıyla saf pozitivite. Dolayısıyla tekamül şansı yok çünkü zaten tekamül edilecek noktada. Meleklerin tekamülü değil görevleri var. O görevleri icra ederler. Bu, aynı zamanda onların bir nefs/varlık olarak varoluşa adaptasyonları süreci.

Adaptasyon süreci tamamlandığında, tekamül süreci başlar. Tekamül dediğimiz, nefs perdesi dediğimiz, bir unutma halinden başka bir şey değil. Melek, kendinde olan isim ve sıfatları unutur. Böylece kendi olan hali (pozitivite) değil, kendi olmayan hali (negativite) edinir. Dikkat edilirse varlık yine kendisi, sadece hali değişti. İşte cin, o halin adı. Cin negativiteyi deneyimledikçe bilgisi artar, kendini öğrenir/hatırlar.

Belli bir aşamaya geldiğinde onu daha zorlu bir öğrenme/hatırlama süreci bekler. Ruh/enerji formundan vazgeçerek bir bedene bağlanma, bedenlenme aşaması. Bu, bir sporcunun çok daha sıkı bir üst programa geçmesi gibi. Madde aleme gelmek, enerji formunun pek çok imkanından vazgeçmek, adeta hapishane boyutunda bir spor kampına girmek gibi. Elimizdeki imkanlar alınınca çok daha fazla yaratıcı olmak zorunda kalırız ki, bu da tekamülde yeni imkanlar demek. İşte Adem, bu aşamaya gelmiş halin adı (varlık değil hal çünkü hepsi aynı varlık).

İşte insan, ruhun adem halinin bir bedene bağlanmış halinin adı.

Tekamül sıralamasını nereden biliyoruz dersek...
- Melek ve cin aynı varlık. Aradaki tek fark tekamül.
- Melek ademe secde ettiğine göre, tekamül eden etmeyenden ileri.
- İblis'den (cinlerden) Ademe secde istendiğine göre tekamül edenlerden adem cinden ileri
- Madde alemde tekamülü sadece insan kabul edebiliyor, o kadar zor. İnsan en ileride olan.
Böylece sıralama çıkıyor... melek, cin, adem, insan (sonrasında da konsey, Ruh ve Tevhid). Tekrar belirteyim bunlar makamlar değil, aynı okulun farklı sınıfları. Talebeler arasındaki tek fark zaman. Ve zaman da bir ilüzyondan ibaret olduğundan, aslında hiç bir fark yok.


size göre tekamülden önce her ruhun pozitive durumda olduğunu var sayarsak(melek)

ayette
bakara 30 orada ben bir halife atayacağım derken içinizden bazılarını demiyor.yada gönüllü aydınlanmayı isteyen birisini


Halife atanan tüm ademoğulları. Ancak her bir ademoğlu, tekamülde ilerledikçe, bu halifeliği icrada mükemmelleşir. Halifelik bir makam değil. Evren, Allah'ın isim ve sıfatlarının tezahürü, görünür kılınması. İnsan, bu isim ve sıfatların içsel olanlarının yeryüzünde/madde alemde tezahür ettiği aşama, dolayısıyla "yeryüzüne halife". Yeryüzündeki bu aşamanın en ileri aşaması da peygamberler, nebiler.


yine
ve 31. ayette Tanrı meleklere doğru sözlü iseniz derken hangi pozitive likten bahsedebiliriz.Demekki melek! lerin kendine göre fikirleri ve iddiaları var.buda onların her iki yönlü düşünebildiğini gösteriyor.(pozitive-negative)


Ruha tekamül soruluyor, bazıları kabul ediyor bazıları etmiyor. Hangisini seçeceklerini nereden biliyorlar? Çünkü seçenek onlara anlatılıyor/gösteriliyor. Böylece onlar da kendi vakitlerinin gelip gelmediğini bilebilerek seçiyorlar.

Allah "ben yeryüzüne bir halife atayacağım/yaratacağım" dediğinde, melekler o insanın ne olduğunu bildikleri gibi, onun hakkında muhakeme yürütüyor, sorguluyor ve Allah ile diyaloğa giriyorlar. Onlar düşünce ve iradeye sahipler. Ruh Allah'dan olduğundan, hangi halin içinde olursa olsun Allah'ın tüm isim ve sıfatlarına sahip. Melekler yine de robotvari çünkü mutlak pozitivitedeyken seçenek/seçim olmaz. Bu sadece, negativite/pozitivite ikiliği/ilüzyonundayken mümkün.


Tekamülde bedenlenen ruha homo sapiens yani insan diyorsunuz.Ve anladığım kadarıyla tekamülü ise ruhun yolculuğu olarak (negative olmaktan pozitive olmayı) görüyorsunuz.
Peki homo sapiens iyide homo habilisle homo erectus un suçu ne.Yada homo grubunu es geçiyorum.Pelagia noctiluca nın yada zavallı herhangi bir endemik türün.Konunun madde kısmını sorunlu görüyorum.eğer ruhun seçenekle bedenende tekamül ettiğini düşünürsek japon balığı olmadığıma şükrediyorum.


Homo sapines, adem (ruh) ile birleşme aşamasına gelmiş bedenin adı. İnsan, birleşmiş halin adı. Homo habilis, homo erectus ve diğerler, henüz adem (ruh) ile birleşme aşamasına gelmemiş bedenlerin adı: “İnsan üzerinden, henüz anılan bir şey olmadığı bir süre geçmedi mi zamandan?” İnsan 1. İnsansılar: İnsanın varolduğu ama ona henüz insan denmediği 18 milyon yıl.


Yada homo grubunu es geçiyorum.Pelagia noctiluca nın yada zavallı herhangi bir endemik türün.Konunun madde kısmını sorunlu görüyorum.eğer ruhun seçenekle bedenende tekamül ettiğini düşünürsek japon balığı olmadığıma şükrediyorum.


Pelagia noctiluca, diğer endemik türler, japon balığı vs. de fiziksel tekamülün diğer aşamaları.

Burada şu nokta önemli ki, tekamülün kendisi tek ama yolları sonsuz. Adem ile birleşme seviyesine bu gezegende homo sapines türü geldi. Başka bir tür de olabilirdi. Tanrı'nın sonsuz isim ve sıfatları olduğundan, her birimiz sonsuz sayıdaki kombinasyonlardan sadece biriyiz. 100 milyar kere 100 milyar yıldız sadece tek bir evren, ve evrenler de sonsuz kere sonsuz.

ozkanates
20. June 2014, 03:01 PM
Bir gezegen düşünelim, hep aydınlık olsun.
Oradaki varlıklar, aydınlığı deneyimlerler ama onun aydınlık olduğunu bilemezler.
Çünkü aydınlığın tanımı/bilgisi karanlıktan gelir. Karanlığın tanımı da aydınlıktan.
Her kavram sadece kendi zıttıyla tanımlı.

Bu yüzden tekamül,
Zıtların her ikisini (yani şeylerin yok ve var hallerini) deneyimleme,
Yok hallerinden var hallerine doğru bir yürüyüş.

Varolan fotondur, fotonun olmadığı hale "karanlık" adı verilir.
Varolan atomik titreşimdir, atomik titreşimin olmadığı hale "soğuk" adı verilir.
Varolan sevgidir, sevginin olmadığı hale "korku" adı verilir.

Tekamülde...
"Kötü" adını verdiklerimiz, sevginin daha az algılandığı, evvelki halleri deneyimleyenler.
"İyi" adını verdiklerimiz, sevginin daha fazla algılandığı sonraki halleri deneyimleyenler.

Aslında sevgiden başka bir şey yok. Bunu, sevgiyi daha az algıladığımız hal ile biliyoruz.

İyi ve kötü diye ayrıştırdıklarımız, aynı yolculuğun farklı anları.
Kötü dediğimiz, iyinin sunum/giriş bölümü.

Hepimiz hepsini deneyimleyeceğiz.

khaos
22. June 2014, 05:47 PM
enteresan bir teori
''Kendi içinde'' tutarlılık ve tutarsızlıkları var.(bana göre)
kafa yormuşsunuz bununda önemli olduğunu düşünüyorum.Emeğinize sağlık.

ozkanates
23. June 2014, 11:55 AM
enteresan bir teori
''Kendi içinde'' tutarlılık ve tutarsızlıkları var.(bana göre)
kafa yormuşsunuz bununda önemli olduğunu düşünüyorum.Emeğinize sağlık.

Teşekkür ettim. Tüm tarihi bu perspektif içine oturtmak mümkün:

5.000 yıl önce yazı keşfedilir keşfedilmez, iki eşit zıttan oluşan Bir yazıldı, Yin ve Yang.
4.000 yıl önce iki ana kol, Hinduizim ve İbrahim, biri daha zayıf iki zıttan oluşan Bir'i tanımladı.
1.400 yıl önce Sufizm, her tür uzlaşma ile bağları kopararak, zıttı olmayan Bir'i tanımladı.

khaos
23. June 2014, 09:10 PM
bir soru soracaktım unuttum

Size göre bu tekamülün sonucu nedir? Son noktası yani
Hinduizmdeki Nirvana gibi bir şey mi
Yoksa sonu en-el hak mı?

Fers
23. June 2014, 11:06 PM
bence,

rabbi muhammedle ne diye temasa geçti, muhatab olduğu/yoldan çıkmışları/bozguncuları onun elçiliğiyle öğütlemek uyarmak/yola sokmak için...
kimle/kimlerle muhatab isen/kime müdahale edeceksen onunla/onlarla temasa geçersin...
muhammed uyardığı bozguncu/yoldan çıkmış kavme dahildi ama bozguncular arasında/zihniyetinde değildi...


bakara/30
ve iz kaale rabbuke lil melaaiketi "innii caailun fiil ardı haliifeh".../
belirtilen, arzda halef atanacağının meleklere bildirilmesi...

kaaluu "e tec’alu fiihaa men yufsidu fiihaa ve yesfikud dimaa".../
belirtilen, meleklerin atanan hakkındaki görüşleri, "kan döken bozguncu"..

ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek.../
belirtilen, meleklerin kendileri hakkındaki görüşleri, "övüp yüceltip hürmet eden"...

kaale innii a’lemu maa laa taa’lemuun.../
belirtilen, " meleklerin kendilerine göre konuştukları rabbin ise bilmedikleri gerçeği/bilinmeyenleri/sebepleri/işin doğrusunu/uygununu bilen olduğu...


burada rabbin muhatab olduğu/sözlü temasta bulundukları melekler ve ismen atanacak olan halef, belliki bunlar arasında bir ilişki var, atanacak halefi bozguncu ve kan döken olarak tanımlamalarının sebebi halefin arzdaki kan döken bozguncular arasından seçilmiş olması, yani halefin atandığı o kavme dahil olması...


rab ne diye halef atanacağını bu meleklere bildirdi, neden onlarla sözlü temasa geçti, ne gerek var,
atanan halefi tanıyıp iyi bilen bu melekler durum hakkında nasıl ve neden yorumda buluyorlar,
meleklerin her biri bu diyaloga dahil mi yoksa adlarına konuşan tek bir sözcü mü...

bu melekler neden "seni yüceltip övüyoruz, hürmetteyiz, oysa diğeri kan döken bozguncu" derler,
yoksa bu melekler atanan halefin selefleri mi ki biz böyle iyiydik neden halef atadın modundalar,
belkide bu meleklerle atanacak olan halef aynı formda/türden, aynı kavme hükmeden, hatta aynı kavmden...

buradaki melekler yani malikler, o ana kadar arzda malik olanlar/hükmedenler ve şimdi selef konumundalar ve halefleriyle kendilerini kıyasa sokuyorlar...

Fers
23. June 2014, 11:10 PM
yunus/13
ve lekad ehleknel kurûne min kablikum lemmaa zalemuu.../ önceki dönemlerde helak edilen zalimler...
yunus/14
Summe cealnaakum halaaife fiil ardı min ba’dihim li nanzure keyfe ta’meluun.../
sonra onların ardından amelleri değerlendirilmek için yeryüzüne halef atananlar...

araf/69
vezkuruu iz cealekum hulefaae min ba'di kavmi nuuhın.../ sizi nuh tan sonra halef atadığını zikredin...

hud/57
....ve yestahlifu rabbii kavmen gayrekum, ve laa tedurrûnehu şey’aa.../
...rabbi yerlerine onlardan başka bir topluluğu geçirir birşey de yapamazlar....

araf/74
vezkuru iz cealekum hulefaae min ba'di aadin ve bevveekum fiil ardı...ve la ta'sev fiil ardı mufsidiin.../
ve ad dan/ad kavminden sonra sizi arzda halef atadığını hatırlayın...arzda bozgunculuk yapmayın...

meryem/59
fe halefe min ba’dihim halfun edaaus salaate vettebeuuş şehevaati fe sevfe yelkavne gayyaa.../
onlardan sonra salat yerine şehvete uyan halefleri...



diğer ayetlerde de olduğu gibi bu ayetlerdeki halef selef ilişkisi de kendi türleri arasında, selef gider halef gelir, gidenlerde gelenler gibi aynı formda/türde...
bu ayetlerde olduğu gibi,
bakara/31 bakara/30 un devamıysa ve 31 deki adem 30 daki halef ise adem ne ilk insan, ne homo türlerinden, ne de ruh, o arzda bozgunculuk eden kendi türleri arasından o anki melekler/malikler/hükmedenler yerine hale atanan...

Fers
23. June 2014, 11:19 PM
nemli toprak/balçık/çamur, su ve toprak ikilisi,
sperm ve yumurta ikilisi/çekirdekler birleşimi oluşan zigot misali...

bu ikisi aynı şey, biri onların anladığı dil diğeri senin benim..

adem dediğin, yeryüzünde hali hazırda var olan kan döken bozguncular kavminden...
ayetlerde meleklerle ademin fiziksel olarak tanımı yok, bilinen meleklerin kendilerinle ademi kıyasladığı, yapılan kıyas davranış tarzları üzerine, "öven, yüceltip hürmet edenler ve kan döken bozguncu tipler", birinin homonun türleri, diğerinin dağ, tepe, doğa güçleri vs olduğuna kanıt yok,
iblisin düşünce yetisi, davranış veya ajan olduğuna dair de bilgi yok...

kıssanın kahramanları melekler ve halef, melekler/malikler/hükm ellerinde olan muhteremler, halef onları selef durumuna düşüren yeni malik/hükm sahibi...
tıpkı sad/26 nın davudu gibi...


sad/26
yaa davuudu innaa cealnaake haliifeten fiil ardı fahkum beynen naasi bil hakkı ve laa tettebiil hevaa.../
davud, arzda hevaya uymadan naas arasında hak ile hükmetmesi için halife atanan...

davud, arzda hevaya uymadan hak ile hükmetmesi için selefi yerine halef atanandır, amaç davuda arzda ulaştığı kavmler arasında hak ile hükm sürdürtmek...


bakara/30 a kadarki zaman diliminde arzda zaten ayette bildirilenler faal durumda,
burada ne çamur var ne zigot ne de homonun türevleri, faal durumda olanlar "övüp yücelten melekler/hakimler/hükmedenler" ve "kan döken bozguncu"...
buraya kadar ne ilk insan, ne doğa güçleri ne homonun türleri ve ona yakıştırılan fiziksel evrim ne de tekamül veya zihinsel evrim hikayesine ait bir bilgi yok...

bakara/30 un halefi tıpkı davud gibi azdaki muhteremler arasında hükmetmesi istenen haleftir, davudun naas ı neyse bakara/30 un halefinin atandığı kavmide o dur, davud kimse, amacı neyse atanan halefte o dur...

ozkanates
24. June 2014, 10:43 AM
Size göre bu tekamülün sonucu nedir? Son noktası yani
Hinduizmdeki Nirvana gibi bir şey mi
Yoksa sonu en-el hak mı?

Bir = Tevhid = Nirvana = Oneness

“Biz de ruhumuzu ona göndermiştik de o kendisine sapasağlam bir insan şeklinde görünmüştü.” Meryem 17
"Onu, amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp ruhumdan içine üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın." Hicr 29
“Meryem'in oğlu İsa Mesih, Allah'ın resulü ve kelimesidir. Onu, kendisinden bir ruhla beraber Meryem'e atmıştır.” Nisa 171
Her ruh, Allah’ın ruhundan.

"Allah'tan hak bir vaat olarak hepinizin dönüşü yalnız O'nadır." Yunus 4
Melek, cin, adem, insan ve konsey aşamalarından sonra, ruhun son nefs perdesi Ruh da kalkar. Yaratılan yaratanına döner. Yaratılan/yaratan ikiliği biter, sadece O kalır = Tevhid.

"Doğu da batı da yalnız Allah’ındır. O halde nereye dönerseniz orada Allah’ın yüzü vardır." Bakara 115
"Evvel’dir O, başlangıcı yoktur; Âhir’dir O, sonu yoktur; Zâhir’dir O, her şeyde belirir; Bâtın’dır O, gözlerden gizlenmiştir.” Hadîd 3
Tevhid.

bartsimpson
25. June 2014, 02:29 AM
Tasavvufa giriş...

ozkanates
26. June 2014, 04:01 PM
Tasavvufa giriş...

Girişten ziyade son bölüm.
Anlatılan her şey bunu anlatmak için.

ozkanates
26. June 2014, 06:11 PM
bence,

rabbi muhammedle ne diye temasa geçti, muhatab olduğu/yoldan çıkmışları/bozguncuları onun elçiliğiyle öğütlemek uyarmak/yola sokmak için...
kimle/kimlerle muhatab isen/kime müdahale edeceksen onunla/onlarla temasa geçersin...
muhammed uyardığı bozguncu/yoldan çıkmış kavme dahildi ama bozguncular arasında/zihniyetinde değildi...

bakara/30
ve iz kaale rabbuke lil melaaiketi "innii caailun fiil ardı haliifeh".../
belirtilen, arzda halef atanacağının meleklere bildirilmesi...

kaaluu "e tec’alu fiihaa men yufsidu fiihaa ve yesfikud dimaa".../
belirtilen, meleklerin atanan hakkındaki görüşleri, "kan döken bozguncu"..

ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek.../
belirtilen, meleklerin kendileri hakkındaki görüşleri, "övüp yüceltip hürmet eden"...

kaale innii a’lemu maa laa taa’lemuun.../
belirtilen, " meleklerin kendilerine göre konuştukları rabbin ise bilmedikleri gerçeği/bilinmeyenleri/sebepleri/işin doğrusunu/uygununu bilen olduğu...

burada rabbin muhatab olduğu/sözlü temasta bulundukları melekler ve ismen atanacak olan halef, belliki bunlar arasında bir ilişki var, atanacak halefi bozguncu ve kan döken olarak tanımlamalarının sebebi halefin arzdaki kan döken bozguncular arasından seçilmiş olması, yani halefin atandığı o kavme dahil olması...


1- Adem ilk yaratılan insan olduğundan, ona ait ayetler ilk yaratışa ait, yaratılış ayetleri. Diğer peygamber ayetleri ise var-olanların ayetleri, varoluş ayetleri.

2- Adem ve diğerleri arasındaki bu farklılık atlanarak benzerlikler kurulacaksa, bunu "belli ki..." gibi ibarelerle biz değil, Kuran kurmalı. Oysa Kuran, "Allah katında İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "Ol!" dedi. Artık o, olur." Ali İmran 59 ile Adem'e benzemeye "sadece İsa" şerhi koyuyor. Neden? Çünkü benzerlik yine yaratılışta:
"Onu, amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp ruhumdan içine üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın." Hicr 29
“Meryem'in oğlu İsa Mesih, Allah'ın resulü ve kelimesidir. Onu, kendisinden bir ruhla beraber Meryem'e atmıştır.” Nisa 171
O halde yaratışa ait bu istisna şerhi sebebiyle de, Adem bilgilerini, diğer peygamberlere ait bilgilere benzeterek açıklayamayız.



rab ne diye halef atanacağını bu meleklere bildirdi, neden onlarla sözlü temasa geçti, ne gerek var,
atanan halefi tanıyıp iyi bilen bu melekler durum hakkında nasıl ve neden yorumda buluyorlar,
meleklerin her biri bu diyaloga dahil mi yoksa adlarına konuşan tek bir sözcü mü...

bu melekler neden "seni yüceltip övüyoruz, hürmetteyiz, oysa diğeri kan döken bozguncu" derler,


Bu bilgiler bu başlığın konusu ve başlık yazısında ayetleri ile birlikte sunuldu.



yoksa bu melekler atanan halefin selefleri mi ki biz böyle iyiydik neden halef atadın modundalar,
belkide bu meleklerle atanacak olan halef aynı formda/türden, aynı kavme hükmeden, hatta aynı kavmden...

buradaki melekler yani malikler, o ana kadar arzda malik olanlar/hükmedenler ve şimdi selef konumundalar ve halefleriyle kendilerini kıyasa sokuyorlar...

Eğer...
- Melekler halefin selefi ise,
- Melekler halef ile aynı formda/türde, aynı kavme hükmeden, hatta aynı kavimdense,
- Özetle melekler, bozguncu/yoldan çıkmış insan toplumların egemenlerinden başka bir şey değilse,
bu, Kuran'ın hangi ayet veya ayet grubunda belirtiliyor? Çünkü eğer melek = insan denkliğini kuran bir Kuran ayeti yoksa, bu, kişisel bir çıkarımdır.

Soruyu tersten de sorabiliriz: Meleklerin, tekamül etmeyen ruhlar olduğuna dair ayetleri belirttim. Bu yargı ile çelişen tek bir Kuran ayeti var mı? Meleklere herhangi başka bir misyon yükleyen tek bir Kuran ayeti var mı?

.

bartsimpson
27. June 2014, 07:24 AM
Girişten ziyade son bölüm.
Anlatılan her şey bunu anlatmak için.

Yani demeniz o ki...
insan kendisine biçilen bir ömür süresince şunları şunları yaparsa tekamüle erer (kemale) erer ve artık bulması gereken her neyse onu bulur...

doğru mu anladım bilmiyorum?

ama merak ettiğim şu.
1500 küsür yıl ya da ademden bu yana bunu yapan yada yapabilen birisi varmı da biz göremedik, yoksa yaptığını zannedenler var da biz mi anlayamadık.???

tüm bunlardan çıkarımım şu oluyor ki.
tekamül devam eden bir süreç sonu yok.
kim tamam oldum derse yalan olur.

tıpkı bilimdeki ilerleyiş gibi.
insanlık son 200 yıldır bilim konusunda bir ilerleme kaydetmekte hatta bunun son 50 yılı geçmişe kıyasla ışık hızında geçmekte.
peki bunun sonu nerede???
tabi ki yok.

peki tekamül ve olgunlaşma bir süreç ise ve sonu yok ise kuran sizin deyiminize göre insandan somut olarak neyi bulmasını ve yapmasını istemektedir?
bu arayış sürecindeki basamaklar ve referanslar ne olmalıdır?
sonuç nereye varacaktır?

ozkanates
27. June 2014, 12:08 PM
Yani demeniz o ki...
insan kendisine biçilen bir ömür süresince


Ömür 70 yıl değil, bu alemdeki ve öbür alemdeki sürelerin toplamı.


şunları şunları yaparsa tekamüle erer (kemale) erer


Kemale ermek aradaki duraklardan sadece biri.


ve artık bulması gereken her neyse onu bulur...


İnsan sayısı kadar tekamül yolu var. Yolun sonu ise tek: "Allah'tan hak bir vaat olarak hepinizin dönüşü yalnız O'nadır." Yunus 4


1500 küsür yıl ya da ademden bu yana bunu yapan yada yapabilen birisi varmı da biz göremedik, yoksa yaptığını zannedenler var da biz mi anlayamadık.???


Bizden ilerideki tekamül kademelerini anlayamadığımız için, halen madde alemde olup da tekamülde bizden ileri insanları anlayamaz ve fark etmeyiz. Hatta dışlar ve kovarız: "Onlar peygamberlerle alay ettiler, ve onları haksız yere öldürdüler". Bu, henüz hazır olmadığımız tekamül bilgilerinden doğacak zararları önlemek için böyledir.

Bir diğer konu da, tekamül bir kariyer değil. Şu anda öğrenmekte olduğumuz konuları öğrenmek için buradayız, hepsi bu. Bunlar bitince başkaları başlayacak. İçinde olunan durağa odaklanmak, sonraki durakları merak ederek zaman geçirmekten iyi. Ama tabi tercih.


tüm bunlardan çıkarımım şu oluyor ki.
tekamül devam eden bir süreç sonu yok.


Sonsuz Olan'ın tekamülü sonsuz. Biz sonluların tekamülü ise sonlu: "Allah'tan hak bir vaat olarak hepinizin dönüşü yalnız O'nadır." Yunus 4


kim tamam oldum derse yalan olur.


Evet, kendisi de halen madde aleminde olduğuna göre, henüz yolun başında.


tıpkı bilimdeki ilerleyiş gibi.
insanlık son 200 yıldır bilim konusunda bir ilerleme kaydetmekte hatta bunun son 50 yılı geçmişe kıyasla ışık hızında geçmekte.
peki bunun sonu nerede???
tabi ki yok.


"Allah'tan hak bir vaat olarak hepinizin dönüşü yalnız O'nadır." Yunus 4


peki tekamül ve olgunlaşma bir süreç ise ve sonu yok ise kuran sizin deyiminize göre insandan somut olarak neyi bulmasını ve yapmasını istemektedir?


"Göklerde ve yerde kim varsa O'ndan ister. O, her an yeni bir iş ve oluştadır." Rahman 29

"O halde, bir iş ve oluştan boşalır boşalmaz yeni bir işe koyulup yorul!" İnşirah 7

İlk ayet yaratanın, ikincisi yaratılanın tanımı.


bu arayış sürecindeki basamaklar ve referanslar ne olmalıdır?


Tekamül sürecindeki basamaklar ve referanslar zaten tanımlı. Madde aleme kadar ayetleri verdim, sonrasını da vereceğim.


sonuç nereye varacaktır?

"Allah'tan hak bir vaat olarak hepinizin dönüşü yalnız O'nadır." Yunus 4

ozkanates
27. June 2014, 02:57 PM
yunus/13
ve lekad ehleknel kurûne min kablikum lemmaa zalemuu.../ önceki dönemlerde helak edilen zalimler...
yunus/14
Summe cealnaakum halaaife fiil ardı min ba’dihim li nanzure keyfe ta’meluun.../
sonra onların ardından amelleri değerlendirilmek için yeryüzüne halef atananlar...

araf/69
vezkuruu iz cealekum hulefaae min ba'di kavmi nuuhın.../ sizi nuh tan sonra halef atadığını zikredin...

hud/57
....ve yestahlifu rabbii kavmen gayrekum, ve laa tedurrûnehu şey’aa.../
...rabbi yerlerine onlardan başka bir topluluğu geçirir birşey de yapamazlar....

araf/74
vezkuru iz cealekum hulefaae min ba'di aadin ve bevveekum fiil ardı...ve la ta'sev fiil ardı mufsidiin.../
ve ad dan/ad kavminden sonra sizi arzda halef atadığını hatırlayın...arzda bozgunculuk yapmayın...

meryem/59
fe halefe min ba’dihim halfun edaaus salaate vettebeuuş şehevaati fe sevfe yelkavne gayyaa.../
onlardan sonra salat yerine şehvete uyan halefleri...

diğer ayetlerde de olduğu gibi bu ayetlerdeki halef selef ilişkisi de kendi türleri arasında, selef gider halef gelir, gidenlerde gelenler gibi aynı formda/türde...
bu ayetlerde olduğu gibi,


Halef atanan Adem ve sonra Adem-oğulları. İlki yaratılış, sonrakiler varoluş. Dolayısıyla Adem bir kez yaratıldıktan sonra, gelenler de ademoğlu olacak, gidenler de ademoğlu olacak. Başka bir seçenek yok ki.

Melekler halef olarak atanmadıklarından, yaratılışı tanımlayan didaktik diyaloglar hariç, konu ile ilgileri zaten yok.

yunus/13
bakara/31 bakara/30 un devamıysa ve 31 deki adem 30 daki halef ise adem ne ilk insan, ne homo türlerinden, ne de ruh

Adem...
Homo sapines isimli seviyeye ulaşmış fiziki tekamül seviyesine...
Üflenme/bağlanma seviyesine ulaşmış ruhi tekamül seviyesinin adı.

İnsan = "Homo sapiens" isimli fiziksel tekamül seviyesi + "Adem" isimli ruhi tekamül seviyesi

Vakti gelen ruh, vakti gelen bedene üfleniyor. İnsan da bu bileşimin adı.

- Adem ilk insan değil, çünkü o bir insan değil. O melek, cin gibi ruhun bir tekamül seviyesi.
- Adem ilk insan değil, çünkü tekil bir "ilk" insan yok. Homo sapiensler ve adem(ler) var.

yunus/13
adem ... o arzda bozgunculuk eden kendi türleri arasından o anki melekler/malikler/hükmedenler yerine hale atanan...

Buradaki algı farklılığı şuradan doğuyor:

Kuran'a "böyle olabilir mi?" diye soruyorsunuz, cevap "evet olabilir". Sayısız tekamül kademelerine ait sayısız tasarım Kuran'a bu şekilde soruluyor ve cevap hep "evet olabilir". Tanrı hiç bir kulunu dışlamadığından, hepsine onların dilinden, onların anlayacağı şekilde konuştuğundan... binlerce tasarım var ve hepsi de aldığı cevaptan ve kendinden aynı şiddette emin/müsterih.

Oysa soru "Kuran'da bu nerede yazıyor" olmalı. "Kuran'ı tek kelime, tek harf değiştirmeden yorumlamak mümkün mü" olmalı. Eğer söylediklerinizin Kuran'daki karşılıklarını tek kelime değiştirmeden, yorumlamadan getiriyorsanız, bu bir Kuran beyanıdır. Aksi durumlar, Tanrı'nın kuluyla kulunun dilinden konuşması.

(tabi benimle de benim dilimden konuştuğundan, her bir sözüm ancak geçici bir tasarım)

ozkanates
27. June 2014, 04:34 PM
nemli toprak/balçık/çamur, su ve toprak ikilisi,
sperm ve yumurta ikilisi/çekirdekler birleşimi oluşan zigot misali...

bu ikisi aynı şey, biri onların anladığı dil diğeri senin benim..


Buna sen, ben, biz karar veremeyiz.
Bu ikisi aynı şeyse, Kuran'da şerhi olmalı.
Eğer böyle bir şehr yoksa, bu ikisi aynı değil, farklı.
Çamur dediği çamur, su dediği su ve zigot dediği zigot.

Bir de şuradan bakabiliriz:
Çamura çamur, suya su, zigota zigot deyince bir darlık mı oluşuyor.
Bilimden öğrendiklerimizle, gönülde hissettiklerimizle çelişki mi doğuyor.
Eğer böyle çelişkiler doğuyorsa, bu çelişkileri paylaşın sohbetini yapalım.
Eğer hiçbir çelişki doğmuyorsa, Allah sözünü neden keyfe keder değiştirelim.


ayetlerde meleklerle ademin fiziksel olarak tanımı yok,


“Hani, biz meleklere "Âdem'e secde edin" demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi” Kehf 50
İblis, hem melek hem cin, yani ikisi aynı (tekamül hariç).

“Cini de ateşin dumansızından yarattı.” Rahman 15
Cin madde formunda değil, ateş/enerji/ruh formunda. O halde melek de öyle.

"Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin" dedik." Araf 11
"Onu, amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp ruhumdan içine üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın." Hicr 29
Cümlelerdeki eşleştirmeye dikkat. Tek fark "Adem" ve "ruhumdan içine üflediğim". Çünkü Adem = ruhumdan içine üflediğim. Yani Adem (Allah'ın ruhundan) bir ruh. Melek ve cinin olduğu gibi.

“Hani Rabbin, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu..." demişlerdi.” Araf 172
Ademoğulları: Üreme organları var çünkü bedenlerin üremesi için üreme organı lazım. Ruhlar ise üremez, (Allah'ın ruhundan) yaratılır.

"O ikisi ağaçtan tadınca çirkin yerleri kendilerine açıldı1. Bahçenin yapraklarından yamalar yapıp üzerlerine örtmeye başladılar2.” Araf 22, Taha 121
Bedenlenme anı:
1- Üreme organlarının kendilerine açılması... cinsiyetsiz ruhların, cinsiyetli bedenlere bağlanması.
2- Bedeni örtme, giyinme. Daha önce giyinmiyorlardı çünkü madde bedenleri yoktu, ruh formundaydılar.

Özetle, melek, cin ve adem ruh/enerji formundayken, ademoğulları (insanlar) madde formuna bağlanmış ademlerdir. Tersten giderek verdiğim ayetlerin sağlamasını da yapabiliriz. Bu yoruma uymayan tek bir ayet var mı. Bu yorumun dışında herhangi bir yorum yapan tek bir ayet var mı.


bilinen meleklerin kendilerinle ademi kıyasladığı, yapılan kıyas davranış tarzları üzerine, "öven, yüceltip hürmet edenler ve kan döken bozguncu tipler", birinin homonun türleri, diğerinin dağ, tepe, doğa güçleri vs olduğuna kanıt yok,


Kanıt verdiğim ayetler. İnançta başka kanıt olmaz. Söylenmiş söz, vakti gelince bilinir; vakti gelmeyince vaktinin gelmesi beklenir.


iblisin düşünce yetisi, davranış veya ajan olduğuna dair de bilgi yok...


Bence de yok çünkü buna ait bir ayet getirilmedi.


adem dediğin, yeryüzünde hali hazırda var olan kan döken bozguncular kavminden...

kıssanın kahramanları melekler ve halef, melekler/malikler/hükm ellerinde olan muhteremler, halef onları selef durumuna düşüren yeni malik/hükm sahibi...
tıpkı sad/26 nın davudu gibi...

sad/26
yaa davuudu innaa cealnaake haliifeten fiil ardı fahkum beynen naasi bil hakkı ve laa tettebiil hevaa.../
davud, arzda hevaya uymadan naas arasında hak ile hükmetmesi için halife atanan...

davud, arzda hevaya uymadan hak ile hükmetmesi için selefi yerine halef atanandır, amaç davuda arzda ulaştığı kavmler arasında hak ile hükm sürdürtmek...


Yukarıda bahsedildi.


bakara/30 a kadarki zaman diliminde arzda zaten ayette bildirilenler faal durumda,
burada ne çamur var ne zigot ne de homonun türevleri, faal durumda olanlar "övüp yücelten melekler/hakimler/hükmedenler" ve "kan döken bozguncu"...
buraya kadar ne ilk insan, ne doğa güçleri ne homonun türleri ve ona yakıştırılan fiziksel evrim ne de tekamül veya zihinsel evrim hikayesine ait bir bilgi yok...


"Şu konudaki şu şu bilgiler Bakara 30'dan önce verilmeliydi, Bakara 30'dan (2.surenin 30.ayetinden) sonrakiler geçerli olmaz" şeklinde bir kural koyacaksak, bunun yaslandığı bir ayet olmalı. Böyle bir ayet yoksa, her ayetteki her bilgi geçerli.


bakara/30 a kadarki zaman diliminde arzda zaten ayette bildirilenler faal durumda,
burada ne çamur var ne zigot ne de homonun türevleri, faal durumda olanlar "övüp yücelten melekler/hakimler/hükmedenler" ve "kan döken bozguncu"...
buraya kadar ne ilk insan, ne doğa güçleri ne homonun türleri ve ona yakıştırılan fiziksel evrim ne de tekamül veya zihinsel evrim hikayesine ait bir bilgi yok...


Kuran'ın ilk sözü/emri "Oku".
Kuran henüz "Oku" kelimesinden ibaretken, ne okunacaktı?
Okunacak 3 kitap:
- Evren kitabı (bilim)
- Gönül kitabı (benlik/felsefe)
- Kitap'taki kitap (mistik metin)

Eğer bir yaratıcı varsa, onu yarattığı her şey birbirine uyum içinde olur, birbiriyle çelişmez. O halde evren de Allah'ın ayetleridir. Evreni bilimle okuduğumuzda, Allah'ın kitabını okumuş oluruz:

Nur 42 “Göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı yalnızca Allah'a aittir. Dönüş de ancak Allah'adır.

43 Şüphesiz Allah'ın, bulutları sürüklediğini, sonra onları bir araya getirdiğini, sonra da üstüste yığdığını görmedin mi/ hiç düşünmedin mi? İşte görüyorsun ki bunların arasından yağmuru çıkarıyor. Ve O, gökten, içinde dolu bulunan dağ gibi bulutları indirir de onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de onu uzak tutar. Şimşeğin parıltısı nerdeyse gözleri alır!

44 Allah, geceyi ve gündüzü çevirir durur. Şüphesiz sağduyu sahipleri için kesinlikle bir ibret vardır.

45 Ve Allah, her canlıyı sudan oluşturdu. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimileri iki ayak üzerinde yürümekte, kimi de dört ayak üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini oluşturur. Hiç şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.

46 Andolsun ki Biz, açıkça ortaya koyan âyetler indirdik. Ve Allah, dileyen kimseyi dosdoğru yola iletir."

ozkanates
27. June 2014, 04:39 PM
.
Fiziksel evrim:

“Gökler ve yer bitişik idi, biz onları ayırdık.” Enbiya 30
Big Bang, evrenin yaratılış anı.

“O ki yarattı, düzene koydu,” Ala 2
İlk yaratıştan sonra düzene koyma, evrim.

“Her canlı şeyi sudan oluşturduk.” Enbiya 30, Nur 45
Hayatın evrimi, denizlerdeki su ve…

“Yemin olsun ki, biz insanı topraktan oluşan bir özden yarattık.” Muminun 12
Toprak karışımında başladı:

"Ve insanın yaratılışına çamurdan başladı." Secde 7
Dünya, ilk 500 milyon yılda soğudu, karalar ve denizler oluştu. Ay, o dönemde Dünya'ya daha yakındı. Karaya yüzlerce kilometre giren gelgit dalgaları, durmaksızın denize toprak taşıdı. Hayat, ikinci 500 milyon yılda, bu su ve toprak karışımında, yani çamurda başladı.

"Ve Allah sizi bir bitki olarak yerden bitirdi. Sonra sizi yere geri gönderiyor ve sonra bir çıkarışla tekrar çıkarıyor.” Nuh 17-18
Sonraki 3,5 milyar yılda, bitkiden şimdiki insana kadar…

"O ki, sizi halden hale/evreden evreye geçirerek yarattı." Nur 14
Pek çok evrelerle evrildi:

“Sonra onu çok dayanaklı bir karargâhta bir damlacık yaptık1. Sonra o damlacığı bir embriyo halinde yarattık, sonra o embriyoyu bir et parçası halinde yarattık2, sonra o et parçasını bir kemik halinde yarattık3 ve nihayet o kemiğe de bir et giydirdik4. Sonra onu bir başka yaratılışta yeniden kurduk5.” Muminun 13-14
1- Tek hücreliler
2- Çok hücreliler
3- Kabuklular
4- Omurgalılar
5- Memeliler

“İnsan üzerinden, henüz anılan bir şey olmadığı bir süre geçmedi mi zamandan?” İnsan 1
6- İnsansılar: İnsanın olduğu ama henüz insan denmediği 18 milyon yıl.

“Sonra ona bir biçim verdi ve onun içine kendi ruhundan üfledi. Sizin için, işitme gücü, gözler ve gönüller vücuda getirdi.” Secde 9
7- İnsan: Öğrenmenin başlayarak kulak ve gözün bir öğrenme aracı olması, 200.000 yıl önce ortaya çıkan homo sapiens. Gönül hem diğer bir öğrenme aracı; hem de fizyolojik evrime (homo sapiens), ruhsal evrimin (Âdem) eklendiği seviye (insan).

“Ki siz boyuttan boyuta/halden hale mutlaka geçeceksiniz.” İnşıkak 19, İnsan 28
8- İnsan evresinden sonra da evrim sürecek.

Fers
29. June 2014, 02:57 PM
bunu "belli ki..." gibi ibarelerle biz değil, Kuran kurmalı.

Buna sen, ben, biz karar veremeyiz.
Bu ikisi aynı şeyse, Kuran'da şerhi olmalı.
Eğer böyle bir şehr yoksa, bu ikisi aynı değil, farklı.
Çamur dediği çamur, su dediği su ve zigot dediği zigot.



ozkanates, ayetlerin yanındaki açıklamalar benim yorumum/çevirim yani beşer aklı, yanılgı yanında bedava...
aslını astarını sözün gerçek sahibi bilir, bildiğini zannedip destursuz meallendiren çakma sahipleri ve destursuz kopyalayan dağıtıcıları değil...

sana sınırsız ve desteksiz atış serbest bana yorum bile fazla mı ozkanates,
aslında, ne olduğunu bile bilmediğin mealleri kopyalayıp yapıştıracaksın sonra üzerine desteksiz hikayeler sıralayacaksın ki millet bilgilensin değil mi ozkanates...


Cin madde formunda değil, ateş/enerji/ruh formunda. O halde melek de öyle.


hepsi bir arada "ateş/enerji/ruh ve melek" yani adem e üfledğin hem cin hem ateş hem enerji hem melek, full adem, oyle mi...


Halef atanan Adem ve sonra Adem-oğulları. İlki yaratılış, sonrakiler varoluş. Dolayısıyla Adem bir kez yaratıldıktan sonra, gelenler de ademoğlu olacak, gidenler de ademoğlu olacak. Başka bir seçenek yok ki.
Özetle, melek, cin ve adem ruh/enerji formundayken, ademoğulları (insanlar) madde formuna bağlanmış ademlerdir. Tersten giderek verdiğim ayetlerin sağlamasını da yapabiliriz. Bu yoruma uymayan tek bir ayet var mı. Bu yorumun dışında herhangi bir yorum yapan tek bir ayet var mı.


heryer ademoğlu nerede bu adem kızları...


Alıntı:
Fers Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
bilinen meleklerin kendilerinle ademi kıyasladığı, yapılan kıyas davranış tarzları üzerine, "öven, yüceltip hürmet edenler ve kan döken bozguncu tipler", birinin homonun türleri, diğerinin dağ, tepe, doğa güçleri vs olduğuna kanıt yok,

Kanıt verdiğim ayetler. İnançta başka kanıt olmaz. Söylenmiş söz, vakti gelince bilinir; vakti gelmeyince vaktinin gelmesi beklenir.


ozkanates ben sana ayet üzerinden yorum yapıyorum sen hayal dunyana kanıtlı ayet diyorsun, o ayetlerdeki kıyas davranış tarzları üzerine mi senin homo türleri üzerine mi...


Kuran'ın ilk sözü/emri "Oku".
Kuran henüz "Oku" kelimesinden ibaretken, ne okunacaktı?
Okunacak 3 kitap:
- Evren kitabı (bilim)
- Gönül kitabı (benlik/felsefe)
- Kitap'taki kitap (mistik metin


kim dedi sana, "Kuran'ın ilk sözü/emri "Oku", Kuran henüz "Oku" kelimesinden ibaretken" diye, bunları ispatlayabilir misin ?..

Fers
29. June 2014, 03:00 PM
Eğer...
- Melekler halefin selefi ise,
- Melekler halef ile aynı formda/türde, aynı kavme hükmeden, hatta aynı kavimdense,
- Özetle melekler, bozguncu/yoldan çıkmış insan toplumların egemenlerinden başka bir şey değilse,
bu, Kuran'ın hangi ayet veya ayet grubunda belirtiliyor? Çünkü eğer melek = insan denkliğini kuran bir Kuran ayeti yoksa, bu, kişisel bir çıkarımdır.

Soruyu tersten de sorabiliriz: Meleklerin, tekamül etmeyen ruhlar olduğuna dair ayetleri belirttim. Bu yargı ile çelişen tek bir Kuran ayeti var mı? Meleklere herhangi başka bir misyon yükleyen tek bir Kuran ayeti var mı?


hangi ayetlerle belirttin ozkanates, sen sadece ne olduğunu bile bilmediğin/yada öyle işine geldiği için alıntıladığın alakasız mealleri bunlar yorumdur bile demeden kesin bir dille
bu böyledir diye dayattın, sözün sahibi senmişsin gibi...


ayette geçen "meaaiketi" ifadesi hakkında bilgin var mı, bu ayetteki melaaiketi/malikler/malik olanlar/gücü elinde bulunduranlardır,
senin hayal gücündeki ruhani/enerji boyutundaki emre amade tekamülden tırsmış görünmez varlıklar değil...


onlar o ayete kadarki zaman diliminde arzda malik olanlar, adem dediğinde arzda bozguncuk eden kan döken kavm e ait bir ifade...
ne ilk insan ne de senin homonun ruhi tekamül seviyeli hali..


yunus/13
ve lekad ehleknel kurûne min kablikum lemmaa zalemuu.../ önceki dönemlerde helak edilen zalimler...
yunus/14
Summe cealnaakum halaaife fiil ardı min ba’dihim li nanzure keyfe ta’meluun.../
sonra onların ardından amelleri değerlendirilmek için yeryüzüne halef atananlar...

araf/69
vezkuruu iz cealekum hulefaae min ba'di kavmi nuuhın.../ sizi nuh tan sonra halef atadığını zikredin...

hud/57
....ve yestahlifu rabbii kavmen gayrekum, ve laa tedurrûnehu şey’aa.../
...rabbi yerlerine onlardan başka bir topluluğu geçirir birşey de yapamazlar....

araf/74
vezkuru iz cealekum hulefaae min ba'di aadin ve bevveekum fiil ardı...ve la ta'sev fiil ardı mufsidiin.../
ve ad dan/ad kavminden sonra sizi arzda halef atadığını hatırlayın...arzda bozgunculuk yapmayın...

meryem/59
fe halefe min ba’dihim halfun edaaus salaate vettebeuuş şehevaati fe sevfe yelkavne gayyaa.../
onlardan sonra salat yerine şehvete uyan halefleri...


bu ayetler kur andaki halef-selef ilişkisine kanıttır, selef neyse halef te o dur,
domuza insan, kuş a barbunya, bulgur a hamam böceği, görünmez varlıklara da görünür varlıklar halef olmaz, kanıtı bu ayetlerdir..


bakara/30
ve iz kaale rabbuke lil melaaiketi "innii caailun fiil ardı haliifeh".../
belirtilen, arzda halef atanacağının meleklere bildirilmesi...

kaaluu "e tec’alu fiihaa men yufsidu fiihaa ve yesfikud dimaa".../
belirtilen, meleklerin atanan hakkındaki görüşleri, "kan döken bozguncu"..

ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek.../
belirtilen, meleklerin kendileri hakkındaki görüşleri, "övüp yüceltip hürmet eden"...

kaale innii a’lemu maa laa taa’lemuun.../
belirtilen, " meleklerin kendilerine göre konuştukları rabbin ise bilmedikleri gerçeği/bilinmeyenleri/sebepleri/işin doğrusunu/uygununu bilen olduğu...

burada rabbin muhatab olduğu/sözlü temasta bulundukları melekler ve ismen atanacak olan halef, belliki bunlar arasında bir ilişki var, atanacak halefi bozguncu ve kan döken olarak tanımlamalarının sebebi halefin arzdaki kan döken bozguncular arasından seçilmiş olması, yani halefin atandığı o kavme dahil olması...


aynı buradaki gibi,
BELLİKİ, muhatablar birbirlerinden haberdar, birbirlerine denkler ve tanımlamalar davranış tarzları üzerine, bedenlerler/fiziksel boyut üzerine değil...

Fers
29. June 2014, 03:02 PM
“Gökler ve yer bitişik idi, biz onları ayırdık.” Enbiya 30
Big Bang, evrenin yaratılış anı.

“O ki yarattı, düzene koydu,” Ala 2
İlk yaratıştan sonra düzene koyma, evrim.


demek bu ayetin özeti big bang, ilk yaratış ve evrim,
çeviri/yorum senin mi...?


alıntıladığın mealin ayetinin başında ne diyor, bilgin/yorumun var mı ?

أَلَمْ تَرَ.../ e lem tera.../ bu tabirin anlamı; görmedin mi/bilmion mu/bilmez misin/duymadın mı, beklenen cevap olumlu, yani biliyorsun ki, görüyorsun ki, gibi...

embiya/30
أَوَلَمْ يَرَ.../ e ve lem yere.../ yani "ve görmediler mi, ve bilmezler mi ki"...yani biliyorlar, görüyorlar ki...

"elleziine keferuu" ennes semaavaati vel arda kaanetaa retka.../ yerin göğün bitişik olduğunu bal gibide bilenler kim "elleziine keferuu" yani inkarcılar...

demek o zamanın zındıkları big bang i senden önce keşfetmişler !!!


ceale fiili yoktan yaratmayı kapsamaz, zaten var olan şeyi işlevli kılar veya başka bi hale sokar...

zümer/6
halaqakum min nefsin vahıdetin summe ceale minhaa zevceha.../ tek nefs olarak tasarlanıp ondan eşi yapılan...
var olandan yapılan eş...
nahl/81
vallaahu ceale lekum mimmaa halaka zılaalen ve ceale lekum.../ ve Allah size tasarladıklarından gölgeler yapan...
var olandan yapılan gölge...

enbiya/30
ve cealnaa min el maai kull şey in hayy.../ sudan kıldık canlıları...

bu zındıklar canlıların suyla olan bağlarınında, suya bağımlılıklarınında farkındalar...

yahu arkadaş, demekki bu ifadeler onların anlayabileceği/zaten bildikleri kavramlardan bahsediyor onlar için gökteki ay gibi ortada,
ne bilsinler big bang i, sudaki hücreyi, ne evrimi...

bak senin alıntıladığın mealler de bile ne diyor,



Nur 42 “Göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı yalnızca Allah'a aittir. Dönüş de ancak Allah'adır.

43 Şüphesiz Allah'ın, bulutları sürüklediğini, sonra onları bir araya getirdiğini, sonra da üstüste yığdığını görmedin mi/ hiç düşünmedin mi? İşte görüyorsun ki bunların arasından yağmuru çıkarıyor. Ve O, gökten, içinde dolu bulunan dağ gibi bulutları indirir de onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de onu uzak tutar. Şimşeğin parıltısı nerdeyse gözleri alır!

44 Allah, geceyi ve gündüzü çevirir durur. Şüphesiz sağduyu sahipleri için kesinlikle bir ibret vardır.

45 Ve Allah, her canlıyı sudan oluşturdu. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimileri iki ayak üzerinde yürümekte, kimi de dört ayak üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini oluşturur. Hiç şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.

46 Andolsun ki Biz, açıkça ortaya koyan âyetler indirdik. Ve Allah, dileyen kimseyi dosdoğru yola iletir."


nur/43
أَلَمْ تَرَ .../ e lem tera.../ görmedin mi yani görüyorsun ki....
bulutları ve yağmuru, geceyi ve gündüzü görüyorsun ya işte bunların idaresi Allah a ait...

muhatabların görüp durdukları bilgi sahibi oldukları şeylerden bahseder kur an,
bulutların sulamasından, gece ve gündüzün ard arda gelişinden, canlıların suya bağımlılığından, yerde ve gökte görebildikleri dağlardan, inen dolulardan, çakan şimşekten yani yerde ve gökte olup biten herşeyin bir sahibi olduğundan,
açık ayetler bunlardır senin bugün doğruluğu ispattan yoksun masallar/bulduğunu sandığın hikayelerden değil...


“O ki yarattı, düzene koydu,” Ala 2
İlk yaratıştan sonra düzene koyma, evrim.


secde/7
ellezii ahsene kulle şey’in halakaHU.../ en iyi halde tasarlanan...
ve BEDEE HALKal insaani "min tiin".../ "nemli topraktan" YOKTAN TASARLAnan insan...

bedii nin burada kattığı anlam, öncesinde eşi/numunesi olmayanı tasarlayan/yoktan var edendir..

ala/2
ellezii halaq fesevv.../ tasarladı, biçimlendirdi...

burda kullanılan yalnız tasarım, bedii siz...

Fers
29. June 2014, 03:10 PM
“Her canlı şeyi sudan oluşturduk.” Enbiya 30, Nur 45
Hayatın evrimi, denizlerdeki su ve…



enbiya/30
ve cealnaa min el maai kull şey in hayy.../ sudan kıldık canlıları...

burada kullanılan "ceale",

nur/45
vallahu halaka kulle daabbetin min MAAİN.../ SUdan tasarlanan yürüyen varlıklar...
fe minhum men yemşii alaa batnih ve minhum men yemşii alaa ricleyn ve minhum men yemşii alaa erba.../
karınları, iki ve dört ayakları üzerinde yürüyen mahluklar...

kullanılan "halq",

tarık/5
fel yenzuril insaanu mimme hulık.../ insan nasıl tasarlandığına baksın...
tarık/6
hulika "min maain daafik".../ "atılan sudan" tasarlandı...

sudan tasarlanan türlü canlılar evet ama tarık/5 in naası ve secde/8 in beşeri ATILAN sudan halq/halk edilen/tasarlanan...

nedir atılan su bilir misin,


secde/7
ellezii ahsene kulle şey’in halakaHU...ve bedee halkal insaani "min tiin".../

en iyi halde..."nemli topraktan" "bedee halq" yoktan tasarlanan insan...
yani sudan çıkıp karada evrimleşen zombi değil, nemli topraktan hiç yoktan tasarlanan insan...

secde/8
summe ceale neslehu min sulaaletin min maain mehiin.../ tasarımdan sonra neslini kendi hakir suyundan, yani kendi bir kaç damlacık menisinden devam ettiren...
furkan/54
ve huvellezii halaka minel maai beşeren fe cealehuu neseben ve sıhraa..../ akıcı sudan yani meniden tasarlanan beşer ve ona kılınan soy sop..

o "su" secde/8 deki MENİ/HAKİR SU dur, denizlerdeki muhteşem tek hücreden karaya yayılan zombilerden bahsetseydi "deniz" ile ilgili ifadeyi de ayetlere koyardı zaten,
sudaki hücreden evet ama senin hikayendeki sihirli deniz suyundaki değil beşerin KENDİ ATIK SUYUNDAKİ hücre...

tabiki bunlar yanında yanılgı payı hediyesi olan yorumlarım, doğrusunu sözün sahibi bilir..

ozkanates
30. June 2014, 04:26 PM
ozkanates, ayetlerin yanındaki açıklamalar benim yorumum/çevirim yani beşer aklı, yanılgı yanında bedava...
aslını astarını sözün gerçek sahibi bilir, bildiğini zannedip destursuz meallendiren çakma sahipleri ve destursuz kopyalayan dağıtıcıları değil...

sana sınırsız ve desteksiz atış serbest bana yorum bile fazla mı ozkanates,
aslında, ne olduğunu bile bilmediğin mealleri kopyalayıp yapıştıracaksın sonra üzerine desteksiz hikayeler sıralayacaksın ki millet bilgilensin değil mi ozkanates...


Fers kardeşim, serzlenişlerinden anlıyorum ki seni germişim.
Bense ilimde ileri kardeşlerimle, sizle olmaktan memnunum.

Sözü dikkate almadan hatta okumadan sözünü tekrarlarsın.
Bana bu da uyardı, Arapça bilginden nasiplenir, sevinirdim.

Maksat hamasi duygularda değil, ilimde gayret göstermek.
Bu gerginliğin üzerine söz, ne sana fayda ne bana fayda.

Sen davet etmedikçe ve sohbet muhabbete dönmedikçe,
Cevap hakkım bende saklıdır.