PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kur'an'da Oruç - Hakkı YILMAZ


merdem
5. July 2013, 03:14 AM
[YOUTUBE] http://www.youtube.com/watch?v=b97IJB73juA [YOUTUBE]

Degerli Dost1 Kardesim,

Site'de arama yaptim, ben bu videoya rastlamadim. Zaten "Arama" da istedigim kelimeyi bulamiyorum her zaman :( Sayet ayni video vardiysa, lütfen, size bir zahmet siliverin bunu.

Ramazan ayi geliyor, kardeslerimiz faydalanirlar arzusuyla.

Selam ve Dua ile.

pramid
8. July 2013, 08:35 AM
Orucunuzun fidyesinin verin

http://vekuran.blogspot.com/2012/07/orucunuzun-fidyesinin-verin.html


Oruç, üç öğün yerine iki öğün yiyip bir öğünlük bedeli de yiyip içemeyenlere verebilmektir.

Oruçta 3 öğünü 2’ye indirip her öğünde ikişer kat yani 4 öğün kadar tüketirsek, üstelik bir de sofra artıkları ile israf yayıp bir kısım yiyeceği çöpe atarsak! Böyle bir eylemi sevap kazandıran bir ibadet olarak savunabilir miyiz?

Ne garip ki aç kalıp daha az yememiz gereken oruç ayında, daha çok yiyecek alıyoruz ve tüm yiyecek fiyatları artıyor. Ramazan ayında fakir insan, artan yiyecek fiyatları sebebi ile daha az yiyecek alabiliyor! Gıda enflasyonu oluşturan ve gelirinin daha çoğunu kendi yiyeceğine ayıran kişi nasıl sevap bekleyebilir?

Oruç ayında normal yediği gibi yiyen, normal zamanlardan daha az yiyecek masrafı yapıp artan maddi kısmı da paylaşan insanlara ne mutlu!.

Yaptığımız icraatlar bizim aklımıza ve vicdanımıza yatmıyorsa, bu tür icraatların Allah katında hiç bir değerinin olmayacağı unutulmamalı.

***

Sayılı günler… Sizden kim o günlerde hasta veya yolcu olursa, o günler sayısınca diğer günlerde oruç tutsun. Onu tutabilenlere bir yoksulu doyuracak fidye de gerekir. Kim bir hayrı içten gelerek yaparsa onun için daha iyi olur. Oruç tutmanız sizin için hayrdır. Eğer bilmiş olsaydınız…” (Bakara 2/184)

Oruç tutmak hayırdır. Miskinin halinden anlarsınız...Açlık... Sağlığınızın ve variyetinizin değerini anlar paylaşırsınız. Hayvanlardan farkınız olur. Onları bağlasanızda oruç tutarlar.

Ayette geçen (و على الذينيطيقونه = ve alellezîne yutîkûnehû) ifa-desi “… onu tutabilenlere…” anlamındadır. Ancak âlimlerimizin çoğu âyete; “… onu tutamayanlara…” şeklinde olumsuz anlam vermişlerdir. Bu, şaşırtıcı bir durumdur.

Arapça’da zamir en yakınını gösterir; uzağı için karine gerekir. Burada zamire en yakın kavram seferi veya hasta olmayıp oruca güç yetirenlerdir. Bunun dışındaki anlamların bir çoğu kuran mantığı ile çelişir.

Hasta ve yolcuların, tutamadıkları oruçları kaza etmelerinin gerekçesi olarak şöyle buyrulmuştur: “Allah size kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara 2/185) Demek ki bunlar, oruç tutmakta zorlanan kimselerdir. Bunlara oruçlarını kaza etmeleri emredilirken emzikli kadın, dökümcü, maden işçisi, tellak, hamal gibi ağır işlerde çalışanların, zarar görmeleri halinde oruç yerine fidye verebileceklerine hükmetmek tam bir çelişki olur.

Kadınların Adet hali hastalık değil ezadır(cinsel ilişki anında eziyet). Yahudi dinin etkisi ile Allah’ın istediği dinin hükümleri hadisler aracılığı ile değiştirilmiştir.

Oruç, onu tutabilenlere farzdır;

Güç yetiremeyecek yaştaki çocuklar oruç ibadetinden sorumlu değildir. Onlardan ileriki yaşlarda bunu telafi etmeleri istenmemiştir.


Ya da Hac 5 te bildirildiği gibi ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderilen yaşlı insanlar. Onlar için de orucun farzlığından söz edemeyiz (Bizlerden, bu duruma düşebileceğimiz olasılığını dikkate alarak, güç yetirebildiğimiz yaşlarda bu gerekçeyle oruç tutmamız istenmemiştir).

Bir diğer sorumlu olmama durumu da; kalıcı, geri dönüşü olmayan bir hastalık nedeniyle oruç tutabilmesi mümkün olamayan kişilerdir.

Her üç durum için de oruç farz değildir. Tutamadıkları oruçlara karşılık herhangi bir şey yapmaları gerekmemektedir. Allah İnsanın kaldıramayacağı yükü yüklemez…

Oruç tutabilenlere gelecek olursak;
Bizler oruç tutarak normal zamana göre bir öğün eksik yeriz. Oruçlu olduğumuz süre içersinde, açlık ve susuzluğu yaşar, yoksulluk nedeniyle bu durumu sürekli yaşayan insanların durumunu anlama noktasına geliriz. Buraya kadar bir sorun yok. İftarla birlikteyse olan olur ve sahura kadar eksik yediğimiz o bir öğünü de fazlasıyla telafi ederiz.
Bu nereden mi anlaşılır;
29 – 30 gün oruç tuttuğumuz Ramazan ayını kilo almış olarak tamamlarız.
Evimizdeki gıda harcamaları Ramazan ayında gözle görülür bir şekilde artar,
Gıda firmalarının satışlarında ciro patlaması bu ayda yaşanır.
İftar davetlerinde sofraya çıkarılanlar, normal zamanla kıyaslanamayacak ölçüde fazladır.

Oysa Ramazan ayında gerçekleşmesi beklenen tam tersi olmalıdır. Günü oruçlu geçirdik ve normal bir güne göre bir ögün eksik yedik. Diğer bir deyişle bir öğün parası tasarruf ettik. Bakara 184 te... gücü yetenlere bir muhtacı doyurarak fidye vermek, bir yükümlülüktür.... denilerek tasarruf ettiğimiz bu öğünü bir yoksula vermemiz emrediliyor. Bu sağlıklı olmanın bir fidyesidir. Rabbimiz sağlıktan ayırmasın…..

***


İLK AKLA Hem oruç tutup aç kalacağım, hem de para mı vereceğim!

Sizce de böyle düşünenler için oruç; aç kalmak ve para ödememek için yapılmış bir ibadet haline dönüşmüş olmuyor mu?

Oruç tutabilecek durumda olup, tutmayanlara gelince. Oruç tutmadığı için böyle bir tasarrufu söz konusu değildir. Bundan dolayı yoksul doyurma yükümlülüğü de olmayacak (olamayacak) tır. Fakat maddi durumu iyi olanlar için oruç tutmadıkları durumda bile yoksullara yardım, zekat ve infak bağlamında da farzdır.

Uygulamada en fazla kılıf uydurularak sarfınazar edilen farzlardandır zekat ve infak.
Bundandır ki oruç, tasurruf etmek ve yoksulla paylaşmak.
Güçtür, benim, diye sarıldığından ayrılmak,
Oruçla kolaylaştırılır yoksulla paylaşmak.

Bakara 183 te bildirildiği üzere zekat ve infaktan kaçış, sarfınazar, gerçekte fenalıktır, sakınılması gereken bir şeydir ve oruç sayesinde bundan korunmamız umulur. Oruç ile Allah`a karşı bu konudaki sorumluluğumuzun bilincine varmamız kolaylaştırılır. Bu korunmayı artırır.

Bozulan yemin (Maide 89), İhramlı avlanma(Maide 95), Hac ibadetinden engellenme,... (Bakara 196), Kazara ölüme sebep olmak (Nisa 92), Sözden dönme (Mücâdele 3, 4) gibi durumlarda ise köle azad etme, buna gücü yoksa yoksul doyurma, fakir ve buna da güç yetiremiyorsa o zaman oruç tutarak (eksik yiyerek tasurruf edip) yoksulu doyurmak emrolunmaktadır. Suçun durumuna göre (sabrın eğitimi için) bazan oruç tutarak yoksul doyurmak ( Mücâdele 4), sadece yoksul doyurmaya göre öne geçmektedir.

***
BAKARA 184. AYET İNCELEMESİ
Oruç konusunda çok tartışılan ayetlere, kuran kalıpları ile bakalım…

وعلى الذين يطيقونه Bakara 184 konu oruç ve oruca (ona) güç yetirenler üzerine

على الذين يتولونه Nahl 100 konu şeytan ve şeytanı(onu) veli edinenler üzerine

على الذين يبدلونه Bakara 181konu vasiyet ve vasiyeti (onu) değiştirenler üzerine

Bakara 181. ayette zamir Bakara 180. ayette ( الْوَصِيَّةُ ) vasiyeti,

Nahl100. ayette zamir Nahl 98. ayette ki (الشَّيْطَانِ) şeytanı işaret etmektedir.

Bakara 184. ayette zamir, Bakara 183. ayette ki (ا الصِّيَامُ ) orucu işaret etmektedir.

Zamirler, kuran hangi konuyu anlatır ise, zamir konuyu işaret etmektedir. Zamirler hemen önceki özneye gitmesi ise, konu dahili iş yapan öznenin yaptığı iştir.

: : ANALİZ: :
Bakara 184. ayette ki Yutîkûnehû’ya yestatî’ûnehû manası vermek yanlıştır. Zira tâka, “gayretin en üstünü ve ihtimalin son noktasıdır” (bak: 2: 249 (savaşmaya gücümüz yok), ). Hem zaten güç yetiremeyenden oruç düşer. Zira teklîf-i mâ lâ-yutak (güç yetirilemeyen bir şeyi emretmek) muhaldir. Bu bir hakikattir. Bakara Sûresi’nin 286. âyetindeki duada bu hakikat dile gelir.

Hasta ve yolcuların, tutamadıkları oruçları kaza etmelerinin gerekçesi olarak şöyle buyrulmuştur: “Allah size kolaylık ister, zorluk istemez. ” (Bakara 2/185) Demek ki Bakara 184. ayettekiler, oruç tutabilen kimselerdir. Eğere Oruca zor gücü yetenler olarak alınırsa, bunlara oruçlarını kaza etmeleri emredilirken emzikli kadın, dökümcü, maden işçisi, tellak, hamal gibi ağır işlerde çalışanların, zarar görmeleri halinde oruç yerine fidye verebileceklerine hükmetmek tam bir çelişki olur.

Âyette emredilen fidye “gücü yeten” üzerinedir. Fakat burada kapalı kalan “gücü yetenlerden” kastın kimler olduğudur. Bir de, neye gücü yetenler? Oruca mı, fidyeye mi, kazaya mı? Zamirin orucu göstermesi, uzağı göstermesidir ki, bunun için karine gereklidir lafzı geçerli değildir. Zira Nahl 100. ayetteki zamir 98. ayetteki (ا ل ) belirteçli şeytana gitmektedir. Buradaki zamir (ا ل ) belirteçli kelimeyi yani ORUCU gösterir. BAKARA 185 ayette seferi ve hasta üzerine “kaza etmeye gücü yetenler üzerine bir yoksulu doyuracak fidye gerekir” ibaresi yoktur.

2/185: “(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, insanlığa rehber olan, bu rehberliğin apaçık belgelerini taşıyan ve hakkı batıldan ayıran Kur’an işte bu ayda indirilmiştir. Sizden biri bu aya ulaştığında oruç tutsun. Hasta ya da yolcu olan kimse de, başka günlerde iade etsin. Allah sizin için kolaylık ister, sizi zora koşmak istemez. Oruç günlerinin sayısını tamamlamanızı, sizi doğru yola ulaştırdığı için O’nu yüceltmenizi ve şükretmenizi ister. ”

Bizler oruç tutarak Allah’ı yüceltir ve orucun fidyesinin vermekle şükretmiş oluruz. Şükür “hamd” gibi sözlü bir eylem olmayıp karşılık verilen eylemdir. Şükrün zıddı ise nankörlüktür.

Oruç, sadaka ve kurban gibi bir fidyenin karşılığı olur. (bak 2: 196). Bizler sağlıklı olmamızın fidyesini veririz. Oruç tutan, ister ramazanda tutsun isterse ramazan ayı dışında sayıyı tamamlasın, fidyesini vermek zorundadır. Oruc tutmaya güç yetiremeyenler de oruç fidyesini vermelidir. Zira oruç tutmak hayırlıdır. Bakara 184. âyetinin sonundaki “ama –eğer bilirseniz- oruç tutmanız sizin için hayırlıdır” ifadesi bakara 148. ayette “hayırlarda yarışın” (bak: 2: 148, 23: 61) ayeti ile örtüşür.

Malesef ibadet mantıklarını anlamayan ve malı çok seven İnsanlar, mal olarak hayır vermekten kaçmak için din adamları vasıtası ile, ibadetleri kendi kafalarına göre uyarlayarak uydurulmuş ve Gerçek anamçlarından saptırmışlardır. Bu sapmada din adamlarının birbiri ile çeşirek ihtilafları incelediğimiz ayette ayyuka çıkmıştır. Zamir için karine gerekir diyerek atılan bir İNSAN KANUNU ile Kuran tahrif edilmektedir.

merdem
8. July 2013, 12:08 PM
Sagolun Pramid Kardesim, Allah sizden razi olsun.

Ramazan dolayisiyle paylasmis oldugunuz bilgiler ile asagidaki verecegim yaziyi karsilastirirmisiniz ve lütfen fikrinizi söyleyin. Her yerde her cesit bir seyler yaziliyor, insanin kafasi hepten karisiyor.

Fikirlerinize ve görüslerinize deger vermis oldugumdan dolayi yöneltiyorum bu soruyu size :)

Yüce Allah Celle ve Celaluhu gercekleri örtmeyin buyurdugu halde, nasil oluyor bu kadar degisik, birbirine zit meallendirilmeler yapiliyor anlasilir degil.

Ben gibi Arapcadan yoksun olanlar icinhangi mealin dogru hangi mealin art niyetle/atalar dini etkisi altinda kalinarak ve yahutta ezberden bilincsiz olarak yapildigini ayirt etmek zor oluyor.

Selam ve Dua ile.

*****

Kuran Dini Sitesinden Alintidir:


SAVM-ORUÇ
Pazar, 08 Temmuz 2012 23:02

Bilindiği üzere oruç kelimesi Farsça’dan dilimize geçmiş bir kelimedir. Dilimize oruç diye çevrilen bu kelimenin Arapça aslı “savm-siyam’dır”dır. Biz bu makalede savm kelimesini kullanmayı tercih ediyoruz. Kur’an’da yer alan savm konusunu iki başlık altında ele alacağız. 1.Şehri Ramazan/Sıcak Dolunay 2.Savm’ın/Orucun Niteliği.


1.ŞEHRİ RAMAZAN / SICAK DOLUNAY


Bu yazıda inceleyeceğimiz konu savm’ın vakti ve süresidir. Bu konuda öncelikle Bakara 185’i mercek altına alacağız:

Ramazân ayı ki, Kur’ân, bir kılavuz olarak ve furkândan, yol göstermeden açık açık açıklamalar olarak kendisinde indirilmiştir. Bu nedenle sizden her kim bu aya şâhit olursa hemen onda savm etsin/oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculukta ise diğer günlerden sayısıncadır. Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. Bu kolaylık, Allah'ın koruması altına girmeniz ve sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve Allah’ın verdiği nimetlerin karşılığını ödeyesiniz diyedir.(Bakara, 185)

Bakara 185’teki “Ramazan ayı” tabiri nedeniyle savm, bugün Hicri takvimde yer alan Ramazan ayında 30 gün süre ile icra edilmektedir.

“Ramazan ayı” olarak yapılan çevrinin orijinal hali “Şehri Ramazan”dır. Öncelikle "Şehr" kelimesini ele alalım:

Şüphesiz Allah katında; gökleri ve yeri yarattığı günkü Allah'ın yazısında, iddeteş ŞuHuRi/ayların sayısı, ay olarak on ikidir. Bunlardan dördü haramlardır. İşte bu koruyan dindir. Bu sebeple onlarda [haram aylarda] kendinize zulmetmeyiniz. Ve sizinle toptan savaşan müşriklerle siz de toptan savaşın. Ve şüphesiz Allah'ın muttakiler ile beraber olduğunu bilin. (Tevbe, 36)

Bu ayetteki “ayların sayısı on ikidir” ifadesi takvimlerdeki 12 aya bölünmüş 30 günlük zaman dilimlerini değil, bir senede ortaya çıkan 12 dolunayı işaret etmektedir. Hicri takvim peygamberin ölümünden çok sonra Ebu Bekir ve Ömer zamanlarında oluşturulmuştur. Oysa ki yukarıdaki ayet, “göklerin ve yerin yaratıldığı gün”den bu yana ayların sayısı on ikidir, diyor.

Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde de “Şehr” kelimesi için şöhret kökünden mastar olup bir şeyi açığa çıkarmak manasındadır, denilerek gökte görünen aya şehr dendiği belirtilir. Nitekim, birçoğu dilimize de geçmiş olan ve şöhretli, göze çarpan anlamlarını taşıyan kelimeler şöyledir:

meŞHuR: göze çarpan
teŞHiR: göz önüne sermek
ŞeHiRat: şişman kadın
eŞHarat: gebe kadın
eŞHaR: göz alıcı çiçekler

Gökteki ayın Kur’an’daki adı kamer’dir. Şehr, kamer’in şöhretli halidir, yani dolunay halidir. "Şehr" kelimesi Kur’an’da 11 ayette kullanılmıştır. Kullanıldığı tüm yerlerde takvim ayına değil, ayın dolunay haline işaret etmektedir.

Şimdi de “Ramazan” sözcüğüne bakalım:

Ramazan sözcüğünün kökü, [r-m-z’dir].

[ramaz] ve [ramza], şiddetli sıcaktır. Ramaz, “güneşin sıcaklığının şiddetinden taşların sıcaklaması” demektir.

Bu açıklamalardan sonra “Şehru Ramazan”ın şiddetli sıcakların olduğu zamandaki şöhretli dolunay olduğu anlaşılmaktadır. Biz buna Sıcak Dolunay diyeceğiz. Senenin en şiddetli sıcakları bilindiği gibi Haziran-Temmuz aylarıdır. Ve Şehru Ramazan/Sıcak Dolunay da 21 Haziran yaz dönencesinden sonra ilk 0-30 gün içerisinde görülmektedir.

22 Haziran 2005’te çekilen bu fotoğrafata o yıla ait “Sıcak Dolunay” görülüyor.



Kur’an’ın bütünü incelendiğinde Kur’an ayetlerinin insanın, dünyanın ve evrenin dinamiklerine göre yazıldığı görülecektir. Kur’an, ismini insanların taktığı (hem de yıllarca sonra taktığı) bir ayın ismini zikrederek savm edilmesini istemez. Ocak ayında savm edin ya da Kasım ayında savm edin gibi bir ifadeyi Kur’an kullanmaz. Eğer bir zaman verecekse bunu değişmez dinamiklere güneşin ya da ayın durumlarına göre yapar.

Buraya kadar yazdıklarımız ile savm’ın Hicri takvimdeki Ramazan ayında değil, 21 Haziran yaz dönencesinden sonra görülen ilk Dolunayda/Sıcak Dolunay’da tutulması gerektiğini belirttik.

Peki savm kaç gün süreyle icra edilmelidir?

Kur’an’da yer alan “Şehri Ramazan” tabiri, Hicri takvimdeki Ramazan ayı olunca ve bu ay da 30 gün çekince haliyle savm’da 30 gün süreyle icra edilir olmuştur. Bakara 183 ve 184 ayetleri bizden evvelkilerden (Hıristiyanlar ve Yahudiler’den) istenen savm’ı anlatmaktadır. Ve bu ayete göre savm, sayılı günlerdedir. Bakara 185’te anlatılan ve bizlerin yerine getirmesi istenen savm için kullanılan ifade şudur; “Ramazan ayı ki… kim bu aya şâhit olursa hemen onda savm etsin”. Bizlere getirilen savm’da sadece savm’ın vakti belirtilmiştir. Bunun da Sıcak Dolunay olduğunu yukarıda anlattık. Savm süresi ile ilgili olarak yeni bir hüküm getirilmediğine göre, bizden evvelkiler için geçerli olan “sayılı günler” bizim için de geçerlidir. Bunu Hacc’da savm’ı anlatan Bakara 203 ve 196 ayetlerinde açıkça göreceğiz.

O halde “Sayılı günler/Eyyamen madudat” ifadesi kaç gün demektir?

Ve Allah'ı sayılı günlerde anın. Artık kim iki gün içinde acele ederse ona günâh yoktur… (Bakara, 203)

(Savm’ın amacının Allah’ı anmak/Zikrullah olduğu ileride açıklanacaktır.) Ayet dikkatli okunursa şu görülecektir: 2 gün savm etmek acele etmek ise sayılı günler 3 gündür. Bunun daha açık şekilde ifadesi Bakara 196’dadır:

…Bunu bulamayan oruç tutsun: Bu, üç günü hacda, yedi günü döndüğünüzde, tam on gündür…

Bakara 196, hacc ve umre yapmak isteyip de herhangi bir sebeple engellenen kimselerin ne yapacaklarını anlatmaktadır. Engellenme hali bitip de kişi güvenliğe kavuştuğunda hediye verecektir. Verecek hediye bulamazsa, o taktirde 10 gün savm edecektir. Bunun üç günü hacc’dadır. Burada belirtilen üç gün “sayılı günler”in açık ifadesidir. Ve Bakara 203’teki “kim iki gün içinde acele ederse” ifadesini tamamlamaktadır.

Tüm bunlardan çıkardığımız sonuç şudur ki: Savm, yaz dönümü olan 21 Haziran’dan sonraki ilk ŞEHR’DEN/DOLUNAYDAN itibaren 3 gün süreyle yerine getirilmelidir.

2.SAVM’IN – ORUCUN NİTELİĞİ


Bakara 183 ve 184 bizden öncekilerin savm’ını anlatmaktır. Bakara 185 ve 187 ise bizim savm’ımızı anlatmaktadır. Savm’ın niteliğini “Savm Emri”, “Bakara 187” ve “Savm’ın Amacı” başlıklarında ele alacağız.

A.Savm Emri:

Ramazân ayı ki, Kur’ân, bir kılavuz olarak ve furkândan, yol göstermeden açık açık açıklamalar olarak kendisinde indirilmiştir. Bu nedenle sizden her kim bu aya şâhit olursa hemen onda savm etsin/oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculukta ise diğer günlerden sayısıncadır. Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. Bu kolaylık, takvaya ulaştırması (Allah'ın koruması altına girmeniz) ve sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve Allah’ın verdiği nimetlerin karşılığını ödeyesiniz diyedir. (Bakara, 185)

Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde savm şöyle tarif edilmiştir:

"sıyâm, savm", sözlükte nefsi meylettiği şeylerden, isterse bir söz olsun alıkoymak yani kendini tutmaktır.

Bakara 185’te savm’a ilişkin bir çok unsur vardır. Ancak emir bir tanedir ve çok açıktır: “Savm edin/kendinizi tutun”. Bu emrin ne şekilde yerine getirileceği insanın özgür iradesine bırakılmıştır. İşte savm, arzu ve isteklerimiz konusunda kendimizi tutmak, bu yönde irade göstermektir. Hem yememek hem içmemek suretiyle savm edilebileceği gibi sadece yememek ya da sadece içmemek suretiyle de savm edilebilir. Sigara içmemek, kumar oynamamak, alkol kullanmamak, dedikodu yapmamak ve bunlar gibi daha yüzlerce konuda savm edilebilir. Bünyeleri, duyguları, düşünceleri, arzuları, hayatı algılamaları, psikolojileri farklı milyonlarca insan için geçerli bir tek savm şekli yoktur.

Ancak bugüne kadar savm önce oruç ismiyle hayatımıza girmiş daha sonra da yememek içmemek ve cinsel ilişkide bulunmamak olarak algılanmıştır.

Ragıp El İsfahani’nin Müfredat’ta savm için yaptığı tarif hayatımıza yerleşmiştir. Ragıp El İsfahani Müfredat’ta savm’ı “yemeyi, içmeyi, konuşmayı ve cinsel ilişkiyi bırakmak” olarak tarif etmiş ve bu tarif de kabul görmüştür. İsfahani’nin tanımını yaptığı, Kur’an’da yer alan savm çeşitlerinin bir toplamıdır. Bunlar da savm’dır ama savm’lar bunlarla sınırlı değildir.

Yiyip içerek de savm edilebileceği Meryem Suresi’nden açıkça anlaşılmaktadır:

Sonra ona aşağısından/aşağısındaki kişiseslendi: "Sakın üzülme, Rabbin alt tarafında bir su arkı akıttı. Hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine olgunlaşmış taze hurmalar düşsün. Sonra ye, iç, gözün aydın olsun. Sonra eğer beşerden birini görürsen, ‘Ben Rahmân'a bir savm adadım, onun için bugün hiçbir kimseyle konuşmayacağım' de." (Meryem, 24-26)

Kadınların konuşmayı erkeklerden çok sevdikleri ve daha çok konuştukları bilimsel bir gerçektir. Burada da Meryem, İsa’nın doğumuyla ilgili konuşma dürtüsüne savm ederek engel olmaktadır. İsfahani’nin tanımına göre Meryem’in savm’ı 4’te 1 savm olmaktadır. Tanımda yer alan 4 unsurdan sadece konuşma hususunda savm edilmiştir. Ancak ayet Meryem için “savm etti” demektedir. Eğer ki savm, yemeyi içmeyi tamamen kesmektir denirse o taktirde Meryem’in savm’ı açıklanamaz olur ve Kur’an’a çelişki atfedilmiş olur. Kur’an’da çelişki yoktur.

Ayrıca Bakara 185’te “Allah size kolaylık diler zorluk dilemez” denerek, bizden evvelkilerin savm’ından (Bakara 183’te anlatılandan) daha kolay bir uygulamaya gidileceği belirtmiştir. Bir sonraki cümledede “Bu kolaylık, …sayıyı tamamlamanız… içindir” denerek artık herkesin sayıyı tamamlayabileceği bir savm uygulamasına geçileceğinin haberi verilmiştir.

B.Bakara 187:

Oruç tutma gecesinde kadınlarınıza refes [çirkin söz, cinsel ilişki], size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir giysidir siz de onlar için bir giysisiniz. Allah, sizin kendinize hâinlik ettiğinizi bildi de tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara [kadınlarınıza] yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığı şeylerden arayın. Ve fecrden beyaz iplik siyah iplikten sizin için açığa çıkıncaya kadar yiyin, için. Ve geceye kadar orucu tamamlayın. Ve siz mescidlerde âkif [programlı ibâdet hâlinde] iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, Artık onlara [Allah'ın sınırlarına] yaklaşmayın. Allah, takvâlı olsunlar diye âyetlerini insanlara işte böyle açıkça ortaya koyar. (Bakara, 187)

Bakara 185’teki emir açıktır: “Savm edin/kendinizi tutun”. Bu emrin ne şekilde yerine getirileceği insanın özgür iradesine bırakılmıştır. Ayetlerden anlaşıldığına göre, Bakara 185 indiğinde Muhammed toplumu sabahtan akşama kadar yememek içmemek ve savm süresince cinsel ilişkiye girmemek yönünde savm kararı almıştır. Ancak eşleri ile birlikte olmamak yönündeki savm’larını yerine getirememişlerdir. Bunun üzerine Bakara 187. Ayeti inerek geceleri eşleri ile birlikte olmayı helalleştirmiştir/serbestleştirmiştir.

Şimdi Bakara 187’deki “Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, Artık onlara [Allah'ın sınırlarına] yaklaşmayın” cümlesi ile Bakara 187. Ayetini tahlil edelim:

Muhammed toplumu savm süresince eşleriyle cinsel ilişkiye cinsel ilişkiye girmeme konusunda savm kararı almış ancak bu konuda kendilerini tutamamışlardır. Bu suretle Bakara 185’teki kendini tutma emrini ihlal etmişlerdir. Kendilerini tutamayacakları konuda savm kararı almakla aşırıya kaçmışlardır. Ayetler sadece uygulanmamak suretiyle değil, uygularken aşırıya gitmek suretiyle de ihlal edilebilir. Bu ihlalden sonra da tevbe etmişlerdir. Bu tevbe üzerine: “Allah, sizin kendinize hâinlik ettiğinizi bildi de tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı” denerek tevbeler kabul edilmiştir. Bakara 187 ayeti bu ihlal ve tevbeler üzerine inmiştir. İnmesiyle birlikte:

1.Geceleri cinsel ilişkiyi helalleştirmiş/serbestleştirmiş ve bu yolla insanların kendilerine yaptıkları zulme son vermiştir. Ancak bu helalleştirme diğer yönüyle bir haramlaştırmayı/yasaklamayı beraberinde getirmiştir. Buna göre gündüzleri cinsel ilişki yasaktır. Bu birinci sınırdır.

2.Muhammed toplumu gündüzleri yememe ve içmeme yönündeki savmlarını yerine getirdiğinden burada bir onama vardır. O sebeple yemek ve içmek konusunda bir haramlaştırma/yasaklama yoktur. Yani Bakara 185’te belirtildiği gibi insanlar hangi konuda savm edeceklerine özgür iradeleriyle karar verecektir. Muhammed toplumu gündüzleri yememe içmeme yerine başka türlü bir savma gitmiş ve onu da uygulamış olsaydı yine onanacaktı. Çünkü emir kendini tutmaktır. Kendini tutmanın hangi konuda olacağını kişiler kendileri belirleyecektir.

3.Geceleri cinsel ilişkinin helalleştirilmesine karşılık dengeyi sağlamak için itikafta iken cinsel ilişki yasağı gelmiştir. Bu da ikinci sınırdır.

Bakara 187’de “yemeyin, içmeyin” diye bir emir yoktur. Sadece Muhammed toplumunun kendisine uygun bulduğu sabahtan akşama kadar yememe içmeme kararının onayı vardır. Bu anlamda o gün yaşayanların kendileri için belirledikleri sabahtan akşama kadar yememe içmeme şeklindeki savm’ını kurallaştırmak uygun değildir. Belli bir süreyle de olsa Allah hiç kimseye yemeyi içmeyi yasaklamış değildir. Sadece Kendisinin anılmasının yolunun insanın kendisini tutmasından geçtiğini belirterek hangi konuda kişinin kendisini tutacağını kişinin özgür iradesine bırakmıştır. Bakara 187 ayetinde, savm halinde iken gündüzleri cinsel ilişkiye girmemek ve itikaftayken cinsel ilişkiye girmemek dışında bir sınır, bir yasak yoktur.

Mekke ve Medine tarlanın, bağın, bahçenin ve suyun olmadığı bir çöl arazisidir. Bu sebeple o günkü Arap toplumu açlığa ve susuzluğa çocuktan beri talimli ve dayanıklıdır. Bu coğrafyada büyüyen insanlar için sabahtan akşama kadar yememek ve içmemek belki de birçok gün yaptıkları bir şeydir ve onlar için kolaydır. Buna karşılık o günkü toplum bir çoğumuz için daha kolay görünen cinsel ilişkiye girmemek yönündeki savm’ı gerçekleştirememiştir. O halde bugün için şunu söyleyebiliriz: Yaşadığı coğrafya, yetişme şartları, duygu, düşünce, zaaf, arzu ve istekleri farklı olan her kişi, kendi sınırlarını bilerek aşırıya kaçmadan ve kendine zulmetmeden kendine uygun savm şeklini belirlemelidir.

Bu anlamda Bakara 187 tek başına değerlendirilemez. Önce Bakara 185’teki savm emrinin niteliği belirlenmeli daha sonra Bakara 187 bu ayete göre değerlendirilmelidir. Savm emri Bakara 187'de değil, Bakara 185'tedir.

C.SAVM’IN AMACI:

Ramazân ayı ki, Kur’ân, bir kılavuz olarak ve furkândan, yol göstermeden açık açık açıklamalar olarak kendisinde indirilmiştir. Bu nedenle sizden her kim bu aya şâhit olursa hemen onda savm etsin/oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculukta ise diğer günlerden sayısıncadır. Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. Bu kolaylık, takvaya ulaştırması (Allah'ın koruması altına girmeniz) ve sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve Allah’ın verdiği nimetlerin karşılığını ödeyesiniz diyedir. (Bakara, 185)

Yukarıda altı çizili bölüm bize savm’ın sebebini açıklamaktadır. Biz savmı, Şehri Ramazan’da/Sıcak Dolunay’da Kur’an’ın indirilmesi nedeniyle yerine getiriyoruz. Şimdi birinci ve ikinci cümleleri düz bir cümle haline getirelim:

Şehri Ramazan ki/Sıcak Dolunay ki, Kur’ân, bir kılavuz olarak ve furkândan, yol göstermeden açık açık açıklamalar olarak kendisinde indirildiği için sizden her kim bu aya şâhit olursa hemen onda savm etsin.

Kısaca, Kur’an Sıcak Dolunay’da indirildiği için savm edin, deniyor.

Kur’an kendi başına inmedi. Kur’an’ı indiren Allah. O halde, Allah Kur’an’ı indirdiği için savm edeceğiz.

O halde savm ederek, Kur’an’ı bir kılavuz olarak ve furkândan, yol göstermeden açık açık açıklamalar olarak indirdiğinden dolayı Allah’ı anıyoruz/Zikrullah.

Savm ile kendini tutma eylemi, Allah’ı anmak içindir.

Şerhi Ramazan’da/Sıcak Dolunay’da sadece savm edilmeyecek aynı zamanda Kur’an çalışılacaktır. Bunu da gerek Bakara 185 gerekse Bakara 187’den anlayabiliriz:

Şehri Ramazan ki/Sıcak Dolunay ki, Kur’ân, bir kılavuz olarak ve furkândan, yol göstermeden açık açık açıklamalar olarak kendisinde indirilmiştir. Bu nedenle sizden her kim bu aya şâhit olursa hemen onda savm etsin… (Bakara, 185)

Şehri Ramazan’da/Sıcak Dolunay’da Kur’an indirilmiştir. Kur’an baştan sona bilgi dolu bir kitaptır. O halde Allah’ı anmak için Kur’an da çalışılacaktır. Kur’an’ın indirilmesi sebebiyle savm yapılan bir dönemde Kur’an çalışmamak olmaz.

…Kim de hasta veya yolculukta ise diğer günlerden sayısıncadır. Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. Bu kolaylık, takvaya ulaştırması (Allah'ın koruması altına girmeniz) ve sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve Allah’ın verdiği nimetlerin karşılığını ödeyesiniz diyedir.(Bakara, 185)

Aç kalmak, susuz kalmak, cinsel ilişkiye girmemek tek başlarına insanı takvaya ulaştırmaz, doğru yola götürmez. İnsanın takvaya ulaşması doğru yola girmesi, ham düşünce arzu ve isteklerini terk edip aklını işletmesi ile mümkündür. Savm (arzu ve istekler konusunda kendini tutmak) + ham düşüncelerden kurtulmak için Kur’an çalışmak insanı takvaya ulaştırır, doğru yola sokar.

…Ve siz mescidlerde âkif [programlı ibâdet hâlinde] iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, Artık onlara [Allah'ın sınırlarına] yaklaşmayın. Allah, takvâlı olsunlar diye âyetlerini insanlara işte böyle açıkça ortaya koyar. (Bakara, 187)

Bu ayet de savm’da Kur’an çalışılacağını çok net göstermektedir. İsteyen herkes savm edecek Kur’an çalışacaktır. Ancak ayetten de anlaşılacağı üzere bir kısım insan savm zamanı mescidlerde programlı Kur’an çalışmaları yapacaktır.

Savm ile Allah, kullarına Kendisi’nin nasıl anılması gerektiğinin yolunu göstermektedir. Buna göre, kişi kendi belirlediği bir konuda kendini tutarak ve Kur’an çalışarak Allah’ı anacaktır.

Ay Takvimi: http://kalender-365.de/ay-takvimi.php

NOT: 2013 yılında Sıcak Dolunay/Şehri Ramazan 23 Haziran'da. 24-25-26 Haziran savm/oruç günleri.

Bakara 185 Kur’an Sıcak Dolunay’da indirildi der. Sıcak Dolunay aynı zamanda Kadir Gecesi'dir (Kadir Suresi).

“Savm” kelimesi sadece Meryem Suresi’nde Meryem’in kendini tutmasında kullanılır. Kur’an’da bunun dışında kalan ve oruç diye çevrilen kelime “siyam”dır. Her ikisi de kendini tutmaktır ancak “Savm” kişinin herhangi bir zaman herhangi sebeple kendini tutmasıdır (adak). “Siyam” ise Allah’ın Kur’an’da insanlar üzerine yazdığı kendini tutmaktır. “Savm” ismi ünlendiği için biz bu makalede “Savm” kelimesini kullandık.

ORHAN VELİ
8. July 2013, 03:25 PM
Şu anda yaşanan oruç tutmak ve ramazan Kuranda yoktur .

merdem
8. July 2013, 04:50 PM
Şu anda yaşanan oruç tutmak ve ramazan Kuranda yoktur .


Degerli ORHAN VELI Kardesim,

Bir cümle ile karar verilmistir diye yüce mahkemede deliller/ispatlar ortaya konulmadiktan sonra herkes itiraz edebilir.

Güzel ve kesin bir aciklama ile sunarmisiniz bize bu hükme nasil vardiginizi, ki bizlerin de Din Günü ellerimizde delillerimiz olsun.

Selam ve Dua ile.

bartsimpson
9. July 2013, 12:06 PM
Orucunuzun fidyesinin verin

http://vekuran.blogspot.com/2012/07/orucunuzun-fidyesinin-verin.html


Oruç, üç öğün yerine iki öğün yiyip bir öğünlük bedeli de yiyip içemeyenlere verebilmektir.

Oruçta 3 öğünü 2’ye indirip her öğünde ikişer kat yani 4 öğün kadar tüketirsek, üstelik bir de sofra artıkları ile israf yayıp bir kısım yiyeceği çöpe atarsak! Böyle bir eylemi sevap kazandıran bir ibadet olarak savunabilir miyiz?

Ne garip ki aç kalıp daha az yememiz gereken oruç ayında, daha çok yiyecek alıyoruz ve tüm yiyecek fiyatları artıyor. Ramazan ayında fakir insan, artan yiyecek fiyatları sebebi ile daha az yiyecek alabiliyor! Gıda enflasyonu oluşturan ve gelirinin daha çoğunu kendi yiyeceğine ayıran kişi nasıl sevap bekleyebilir?

Oruç ayında normal yediği gibi yiyen, normal zamanlardan daha az yiyecek masrafı yapıp artan maddi kısmı da paylaşan insanlara ne mutlu!.

Yaptığımız icraatlar bizim aklımıza ve vicdanımıza yatmıyorsa, bu tür icraatların Allah katında hiç bir değerinin olmayacağı unutulmamalı.

***

Sayılı günler… Sizden kim o günlerde hasta veya yolcu olursa, o günler sayısınca diğer günlerde oruç tutsun. Onu tutabilenlere bir yoksulu doyuracak fidye de gerekir. Kim bir hayrı içten gelerek yaparsa onun için daha iyi olur. Oruç tutmanız sizin için hayrdır. Eğer bilmiş olsaydınız…” (Bakara 2/184)

Oruç tutmak hayırdır. Miskinin halinden anlarsınız...Açlık... Sağlığınızın ve variyetinizin değerini anlar paylaşırsınız. Hayvanlardan farkınız olur. Onları bağlasanızda oruç tutarlar.

Ayette geçen (و على الذينيطيقونه = ve alellezîne yutîkûnehû) ifa-desi “… onu tutabilenlere…” anlamındadır. Ancak âlimlerimizin çoğu âyete; “… onu tutamayanlara…” şeklinde olumsuz anlam vermişlerdir. Bu, şaşırtıcı bir durumdur.

Arapça’da zamir en yakınını gösterir; uzağı için karine gerekir. Burada zamire en yakın kavram seferi veya hasta olmayıp oruca güç yetirenlerdir. Bunun dışındaki anlamların bir çoğu kuran mantığı ile çelişir.

Hasta ve yolcuların, tutamadıkları oruçları kaza etmelerinin gerekçesi olarak şöyle buyrulmuştur: “Allah size kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara 2/185) Demek ki bunlar, oruç tutmakta zorlanan kimselerdir. Bunlara oruçlarını kaza etmeleri emredilirken emzikli kadın, dökümcü, maden işçisi, tellak, hamal gibi ağır işlerde çalışanların, zarar görmeleri halinde oruç yerine fidye verebileceklerine hükmetmek tam bir çelişki olur.

Kadınların Adet hali hastalık değil ezadır(cinsel ilişki anında eziyet). Yahudi dinin etkisi ile Allah’ın istediği dinin hükümleri hadisler aracılığı ile değiştirilmiştir.

Oruç, onu tutabilenlere farzdır;

Güç yetiremeyecek yaştaki çocuklar oruç ibadetinden sorumlu değildir. Onlardan ileriki yaşlarda bunu telafi etmeleri istenmemiştir.


Ya da Hac 5 te bildirildiği gibi ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderilen yaşlı insanlar. Onlar için de orucun farzlığından söz edemeyiz (Bizlerden, bu duruma düşebileceğimiz olasılığını dikkate alarak, güç yetirebildiğimiz yaşlarda bu gerekçeyle oruç tutmamız istenmemiştir).

Bir diğer sorumlu olmama durumu da; kalıcı, geri dönüşü olmayan bir hastalık nedeniyle oruç tutabilmesi mümkün olamayan kişilerdir.

Her üç durum için de oruç farz değildir. Tutamadıkları oruçlara karşılık herhangi bir şey yapmaları gerekmemektedir. Allah İnsanın kaldıramayacağı yükü yüklemez…

Oruç tutabilenlere gelecek olursak;
Bizler oruç tutarak normal zamana göre bir öğün eksik yeriz. Oruçlu olduğumuz süre içersinde, açlık ve susuzluğu yaşar, yoksulluk nedeniyle bu durumu sürekli yaşayan insanların durumunu anlama noktasına geliriz. Buraya kadar bir sorun yok. İftarla birlikteyse olan olur ve sahura kadar eksik yediğimiz o bir öğünü de fazlasıyla telafi ederiz.
Bu nereden mi anlaşılır;
29 – 30 gün oruç tuttuğumuz Ramazan ayını kilo almış olarak tamamlarız.
Evimizdeki gıda harcamaları Ramazan ayında gözle görülür bir şekilde artar,
Gıda firmalarının satışlarında ciro patlaması bu ayda yaşanır.
İftar davetlerinde sofraya çıkarılanlar, normal zamanla kıyaslanamayacak ölçüde fazladır.

Oysa Ramazan ayında gerçekleşmesi beklenen tam tersi olmalıdır. Günü oruçlu geçirdik ve normal bir güne göre bir ögün eksik yedik. Diğer bir deyişle bir öğün parası tasarruf ettik. Bakara 184 te... gücü yetenlere bir muhtacı doyurarak fidye vermek, bir yükümlülüktür.... denilerek tasarruf ettiğimiz bu öğünü bir yoksula vermemiz emrediliyor. Bu sağlıklı olmanın bir fidyesidir. Rabbimiz sağlıktan ayırmasın…..

***


İLK AKLA Hem oruç tutup aç kalacağım, hem de para mı vereceğim!

Sizce de böyle düşünenler için oruç; aç kalmak ve para ödememek için yapılmış bir ibadet haline dönüşmüş olmuyor mu?

Oruç tutabilecek durumda olup, tutmayanlara gelince. Oruç tutmadığı için böyle bir tasarrufu söz konusu değildir. Bundan dolayı yoksul doyurma yükümlülüğü de olmayacak (olamayacak) tır. Fakat maddi durumu iyi olanlar için oruç tutmadıkları durumda bile yoksullara yardım, zekat ve infak bağlamında da farzdır.

Uygulamada en fazla kılıf uydurularak sarfınazar edilen farzlardandır zekat ve infak.
Bundandır ki oruç, tasurruf etmek ve yoksulla paylaşmak.
Güçtür, benim, diye sarıldığından ayrılmak,
Oruçla kolaylaştırılır yoksulla paylaşmak.

Bakara 183 te bildirildiği üzere zekat ve infaktan kaçış, sarfınazar, gerçekte fenalıktır, sakınılması gereken bir şeydir ve oruç sayesinde bundan korunmamız umulur. Oruç ile Allah`a karşı bu konudaki sorumluluğumuzun bilincine varmamız kolaylaştırılır. Bu korunmayı artırır.

Bozulan yemin (Maide 89), İhramlı avlanma(Maide 95), Hac ibadetinden engellenme,... (Bakara 196), Kazara ölüme sebep olmak (Nisa 92), Sözden dönme (Mücâdele 3, 4) gibi durumlarda ise köle azad etme, buna gücü yoksa yoksul doyurma, fakir ve buna da güç yetiremiyorsa o zaman oruç tutarak (eksik yiyerek tasurruf edip) yoksulu doyurmak emrolunmaktadır. Suçun durumuna göre (sabrın eğitimi için) bazan oruç tutarak yoksul doyurmak ( Mücâdele 4), sadece yoksul doyurmaya göre öne geçmektedir.

***
BAKARA 184. AYET İNCELEMESİ
Oruç konusunda çok tartışılan ayetlere, kuran kalıpları ile bakalım…

وعلى الذين يطيقونه Bakara 184 konu oruç ve oruca (ona) güç yetirenler üzerine

على الذين يتولونه Nahl 100 konu şeytan ve şeytanı(onu) veli edinenler üzerine

على الذين يبدلونه Bakara 181konu vasiyet ve vasiyeti (onu) değiştirenler üzerine

Bakara 181. ayette zamir Bakara 180. ayette ( الْوَصِيَّةُ ) vasiyeti,

Nahl100. ayette zamir Nahl 98. ayette ki (الشَّيْطَانِ) şeytanı işaret etmektedir.

Bakara 184. ayette zamir, Bakara 183. ayette ki (ا الصِّيَامُ ) orucu işaret etmektedir.

Zamirler, kuran hangi konuyu anlatır ise, zamir konuyu işaret etmektedir. Zamirler hemen önceki özneye gitmesi ise, konu dahili iş yapan öznenin yaptığı iştir.

: : ANALİZ: :
Bakara 184. ayette ki Yutîkûnehû’ya yestatî’ûnehû manası vermek yanlıştır. Zira tâka, “gayretin en üstünü ve ihtimalin son noktasıdır” (bak: 2: 249 (savaşmaya gücümüz yok), ). Hem zaten güç yetiremeyenden oruç düşer. Zira teklîf-i mâ lâ-yutak (güç yetirilemeyen bir şeyi emretmek) muhaldir. Bu bir hakikattir. Bakara Sûresi’nin 286. âyetindeki duada bu hakikat dile gelir.

Hasta ve yolcuların, tutamadıkları oruçları kaza etmelerinin gerekçesi olarak şöyle buyrulmuştur: “Allah size kolaylık ister, zorluk istemez. ” (Bakara 2/185) Demek ki Bakara 184. ayettekiler, oruç tutabilen kimselerdir. Eğere Oruca zor gücü yetenler olarak alınırsa, bunlara oruçlarını kaza etmeleri emredilirken emzikli kadın, dökümcü, maden işçisi, tellak, hamal gibi ağır işlerde çalışanların, zarar görmeleri halinde oruç yerine fidye verebileceklerine hükmetmek tam bir çelişki olur.

Âyette emredilen fidye “gücü yeten” üzerinedir. Fakat burada kapalı kalan “gücü yetenlerden” kastın kimler olduğudur. Bir de, neye gücü yetenler? Oruca mı, fidyeye mi, kazaya mı? Zamirin orucu göstermesi, uzağı göstermesidir ki, bunun için karine gereklidir lafzı geçerli değildir. Zira Nahl 100. ayetteki zamir 98. ayetteki (ا ل ) belirteçli şeytana gitmektedir. Buradaki zamir (ا ل ) belirteçli kelimeyi yani ORUCU gösterir. BAKARA 185 ayette seferi ve hasta üzerine “kaza etmeye gücü yetenler üzerine bir yoksulu doyuracak fidye gerekir” ibaresi yoktur.

2/185: “(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, insanlığa rehber olan, bu rehberliğin apaçık belgelerini taşıyan ve hakkı batıldan ayıran Kur’an işte bu ayda indirilmiştir. Sizden biri bu aya ulaştığında oruç tutsun. Hasta ya da yolcu olan kimse de, başka günlerde iade etsin. Allah sizin için kolaylık ister, sizi zora koşmak istemez. Oruç günlerinin sayısını tamamlamanızı, sizi doğru yola ulaştırdığı için O’nu yüceltmenizi ve şükretmenizi ister. ”

Bizler oruç tutarak Allah’ı yüceltir ve orucun fidyesinin vermekle şükretmiş oluruz. Şükür “hamd” gibi sözlü bir eylem olmayıp karşılık verilen eylemdir. Şükrün zıddı ise nankörlüktür.

Oruç, sadaka ve kurban gibi bir fidyenin karşılığı olur. (bak 2: 196). Bizler sağlıklı olmamızın fidyesini veririz. Oruç tutan, ister ramazanda tutsun isterse ramazan ayı dışında sayıyı tamamlasın, fidyesini vermek zorundadır. Oruc tutmaya güç yetiremeyenler de oruç fidyesini vermelidir. Zira oruç tutmak hayırlıdır. Bakara 184. âyetinin sonundaki “ama –eğer bilirseniz- oruç tutmanız sizin için hayırlıdır” ifadesi bakara 148. ayette “hayırlarda yarışın” (bak: 2: 148, 23: 61) ayeti ile örtüşür.

Malesef ibadet mantıklarını anlamayan ve malı çok seven İnsanlar, mal olarak hayır vermekten kaçmak için din adamları vasıtası ile, ibadetleri kendi kafalarına göre uyarlayarak uydurulmuş ve Gerçek anamçlarından saptırmışlardır. Bu sapmada din adamlarının birbiri ile çeşirek ihtilafları incelediğimiz ayette ayyuka çıkmıştır. Zamir için karine gerekir diyerek atılan bir İNSAN KANUNU ile Kuran tahrif edilmektedir.

Üstadım zar zor geçinip borç içinde olan ve oruç tutanın durumu nedir,
o da tasarruf ettiği 1 öğünü ihtiyaç sahiplerine mi verecek (artık kendisi neyse?)

oruç tutanlar 9,25.TLx30.gün=277,50.TL (bazı tanıdığım insanların 1 aylık ev kirası)
oruç tutmayanlar 9,25.TLx3.öğünx30.gün=832,50.TL (bu rakam asgari ücret ev geçindiriyor insanlar bununla)

(9,25.TL diyanetin açıkladığı miktar) hesap bu mudur?

merdem
9. July 2013, 12:19 PM
Sevgili Bart,

3 günden hesaplayacak olursak orucu, asagi yukari 30 TL verilmesi gerekir :)

*** Almanya da 6 Euro dan hesapliyorlar, insan iflas eder dogrusu. Hem kendi gecinecek, hem devamli sadakalarda bulunacak (aylik, günlük herneyse, vergiler, sigortalar zaten haric) bir de senede bir gün (kulaklarimda bir sarki cinlar oldu, özür dilerim) 30 günlük oruc karsiligi.

Bir yerlerde hesaplarsa yanlislik var.

Selam ve Dua ile.

merdem
9. July 2013, 12:37 PM
oruç tutanlar 9,25.TLx30.gün=277,50.TL (bazı tanıdığım insanların 1 aylık ev kirası)
oruç tutmayanlar 9,25.TLx3.öğünx30.gün=832,50.TL (bu rakam asgari ücret ev geçindiriyor insanlar bununla)


Oruc zamani hemde 3 ögünden?

Hani oruc tutmayan verecek bu miktari, kimlere verecek?

Günde 3 ögün yiyen/ yani oruc tutmayana mi verilecek ki günde 3 ögünden hesaplaniliyor? O oruc tutmayan da baskasina verir.... bitmeyen hikayeye döner ortalik.

Tam alay konusu olmusuz :confused:

Bu ne perhiz bu ne tursu...

bartsimpson
9. July 2013, 12:39 PM
Bide bu var...

Norveç'in başkenti Oslo

İmsak : 01.22
Akşam : 22.46

Oruç süresi : 21 saat 24 dakika...

30 gün can mı dayanır buna....

bartsimpson
9. July 2013, 12:42 PM
Sevgili Bart,

3 günden hesaplayacak olursak orucu, asagi yukari 30 TL verilmesi gerekir :)

*** Almanya da 6 Euro dan hesapliyorlar, insan iflas eder dogrusu. Hem kendi gecinecek, hem devamli sadakalarda bulunacak (aylik, günlük herneyse, vergiler, sigortalar zaten haric) bir de senede bir gün (kulaklarimda bir sarki cinlar oldu, özür dilerim) 30 günlük oruc karsiligi.

Bir yerlerde hesaplarsa yanlislik var.

Selam ve Dua ile.

Dinde şüpheye yer yoktur...
Ben bilmem bilenler cevaplasın...
Ben kahvaltıları bir simit ile geçiştiriyorum, ne olacak?
(0,60.TLx30.gün=18,00.TL)

merdem
9. July 2013, 01:02 PM
Dinde şüpheye yer yoktur...

Yoktur da, zorlama hic yoktur.

Insanin kesesine göre hesap yapilir diyecegimde, zaten o da yok (tabii böyle hesaplanirsa zenginler zararli cikacak), kim bu hakki buluyor kendinde de müslümanlar adina karar verebiliyorlar bir de o var.

Yüce Rabbimiz dahi kimseyi mecbur tutmadigi halde ve de bilhassa kimsenin zararina karalar vermedigi halde...

Ne demistik:

Diyanet+Hiyanet+Cinayet

merdem
9. July 2013, 01:05 PM
Ben buraya gecen gün 100 euro gönderdim, insaAllah ulasir yerine.

Ramazan yardimi adina 25 euro ile 1 hafta yiyecek yardimi


http://www.muslimehelfen.org/

merdem
9. July 2013, 02:17 PM
bunu sil ve özel mesajina bak.

pramid
10. July 2013, 08:57 AM
Sagolun Pramid Kardesim, Allah sizden razi olsun.

Ramazan dolayisiyle paylasmis oldugunuz bilgiler ile asagidaki verecegim yaziyi karsilastirirmisiniz ve lütfen fikrinizi söyleyin. Her yerde her cesit bir seyler yaziliyor, insanin kafasi hepten karisiyor.

Fikirlerinize ve görüslerinize deger vermis oldugumdan dolayi yöneltiyorum bu soruyu size

Yüce Allah Celle ve Celaluhu gercekleri örtmeyin buyurdugu halde, nasil oluyor bu kadar degisik, birbirine zit meallendirilmeler yapiliyor anlasilir degil.

Ben gibi Arapcadan yoksun olanlar icinhangi mealin dogru hangi mealin art niyetle/atalar dini etkisi altinda kalinarak ve yahutta ezberden bilincsiz olarak yapildigini ayirt etmek zor oluyor.

"Şehr" konaklanan yer, konaklama demektir. İnsanın konakladığı yere de şehir denir. Ayın gökyüzü evlerinde konaklaması da şehr olarak adlandırılır.

Gökyüzü evleri 12 adettir. Bu evlerin içerisine giren ay, bu evlerde konaklaması süresine "şehr" denmektedir. Bu evlere de kapılarından girmek gerekmektedir.

Sana, hilalleri (doğuş halindeki ayları) sorarlar. De ki: "O, insanlar ve hacc için belirlenmiş vakitlerdir. İyilik (birr), evlere arkalarından gelmeniz değildir, ama iyilik sakınan(ın tutumudur). Evlere kapılarından girin. Allah'tan sakının, umulur ki kurtuluşa erersiniz.

evlere demekte ayet, evlerinize değil.

Tabi insanların bir çoğu gökyüzü evlerinden haberdar değil. Haberdar olan Astrologlar burçlar ile canına okumuş.

Gök haritası 12 eşit kısma bölünmüştür ve bunların her birine Ev adı verilir. Evler, gezegenler ve burçlar tarafından etkilenen yaşam bölgelerini gösterir. Gök haritası gökyüzünü temsil eder. Evler, gökyüzüne bakıldığında gözle görülebilen bir bölünme olmayıp, hesaplama yöntemi ile bulunan bir uyarlamadır.

Gezegenler ve burçlar devamlı hareket ederler. Saat hareketinin aksi yönünde sıralanan ev kurgusu ise dengede kalır.

Dini bütün denen din(i)darlar gökyüzü ayetlerinden günaha girerim diye yüz çevirmiş.

Arkadaşlar birr, evlere arkalarından girmek değildir.

Ramazan kutsal gün de değildir. Ramazanda tutamayan başka bir günde orucunu sonra da tutabilir.

merdem
10. July 2013, 11:59 AM
:-) :-)

galipyetkin
10. July 2013, 09:30 PM
"Oruç, üç öğün yerine iki öğün yiyip bir öğünlük bedeli de yiyip içemeyenlere verebilmektir."

Oruc'un hayret veren bir tanımı-tarifi! Senin oruç tuttığun zamanda yediğin öğünden bile bir eksik. Lutfedip de verdiğin ancak bir öğününü karşılıyor bir ay boyunca; ancak bir aylık. Bu mu oruç?

Mizanda vezine uygun, hizmet erbabından toplanması gereken "sadaka" ve serbest meslek erbabından toplanması gereken "zekât", toplumda aç ve açıkta kimseyi bırakmaması lazım, ve usulüne uygun hareket edildiğinde de değil bir muhtaç, bir fakir bile o toplumda olmaz.

Bu durumda orucun bu tanımı-tarifi doğru değil, "infak" emrine aykırıdır. İnfak'ı kaldıran bir uygulamadır. İslami değildir.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Hasan Akçay
11. July 2013, 04:42 PM
"Şehr" konaklanan yer, konaklama demektir. İnsanın konakladığı yere de şehir denir. (pramid)

Benim bildigim, yer olarak SeHR göze çarpan demek. Dağ köyü gibi gözlerden IRAK, gözden kaçan degil örnegin Istanbul gibi göze çarpan, göz önündeki yer.

Önemli olan burada, göze çarpan ifadesi. Tipki sunlar gibi:

meSHuR: göze çarpan
teSHiR etmek: göz önüne sermek
SeHiRat: sisman kadin
eSHaRat: gebe kadin
eSHaR: göz alıcı çiçekler

Yani göze çarpan yusyuvarlak şeydir SeHR. Insikak sûresinde belirtildigi üzere kamerin اتَّسَقَ denen görüntüsü. Dolunay:

Yo! Is onlarin zannettigi gibi degil.
16.Andolsun aksamin kizilligina,
17.geceye ve gecenin topladigina,
18.ve "dolunay"lastiginda aya ki... (Vel kameri izet tesak)

23 Haziran 2013 aksami bu muhtesem gök olayini izlediniz mi? Bir yanda batan günesin biraktigi o muhtesem kizillik, öte yanda gecenin toplayip getirdigi karanlik; sonra yilin en büyük, en parlak "SeHR"inin arzı endam ederek karanligi dagitmasi. Allah Insikak suresinde iste ona yemin ediyor.

Gökyüzü evleri 12 adettir.

Yalnizca 12 degil, EN AZ oniki. Tevbe 36'da sözü edilen ve dolunaylarin süresi demek olan iddet es-suhur en az 12 "SeHR"den meydana gelir. 11 dolunay bir iddet etmez. En az 12 olacak.

Ama her üç iddetten biri 13 dolunaydan meydana geliyor. Iki iddet 12, bir iddet 13. Iki iddet 12, bir iddet 13. Iki iddet 12, bir iddet 13...

Örnegin içinde bulundugumuz "iddet"ten önceki iki iddette 12'ser dolunay vardi; simdikinde 13 dolunay var. Bkz http://www.timeanddate.com/calendar/moonphases.html?year=2013&n=0

01: 23 Haz 2013
02: 22 Tem
03: 21 Agu
04: 19 Eyl
05: 18 Eki
06: 17 Kas
07: 17 Ara
08: 16 Oca 2014
09. 14 Sub
10: 16 Mar
11: 15 Nis
12. 14 May
13: 13 Haz

Yüce Allah iddetleri semsî yila bu 13 ncü dolunaylar yoluyla uyarlamis; kamerî yila ait vakten oynak aylarin vakit kavramindan yoksun olmasina inat gökteki "SeHR"ler o sayede vakten sabittir ve vakit kavramina sahiptir.

Bana göre Kurân'in Allah tarafindan indirildigine kanit isteyenlere bu mucize yeter. Bilimin alabildigine ilerledigi günümüzde dahi din ulemasinin hâlâ farkina varamadigi mucize.

Hasan Akçay
11. July 2013, 05:59 PM
Sana, hilalleri (doğuş halindeki ayları) sorarlar. De ki: "O, insanlar ve hacc için belirlenmiş vakitlerdir.

Parantez içindeki ifade Allah'in sözlerine müdahaledir. Nolur bunu yapmayalim. Allah'in dedigine razi olalim. Allah'in dedigi: Yes’elûneke anil ehilleh -Sana hilallerden soruyorlar.

Sözü edilenler ilk "çeyrekay"a kadar büyüyen hilaller olabildigi gibi ikinci "çeyrekay"dan ayin sonuna kadar küçülen hilaller de olabilir.

Yani yoruma bakar.

Parantez içinde dogus halindeki aylar deyip te kendi yorumumuzu sanki Allah'in sözü imis gibi gösterip dayatmayalim; birakalim insanlar yorumlamakta özgür olsunlar.

Benim yorumum:

Ayette sözü edilenlerin küçülen hilaller oldugu kesin. Çünkü hac vaktini haber veriyorlar. Hac vakti, bilindigi üzere, Zilhiccenin 10'undan sonradir; ayin basi degil. Dolunay vaktidir; hilal milal yok artik. Dolunaydan sonra gelen ikinci çeyrekaya kadar küçülme olacak ve çeyrekay karnini içeri çekince hilallesecek. Küçülen hilaller baslamistir.

Aslinda haccin vakti dolunaydan sonraki çeyrekayin karnini içeri çekerek hilal halini almasina kadardir, ki tam olarak
10 gün sürer ama isteyenler hac ibadetini 2 günde tamamlayabilirler (Bakara 203).

merdem
12. July 2013, 12:57 AM
Hayret ki ne hayret dogrusu!


Cahiliye devrinin Araplarina gelde imrenme.

Kur'an indirilmeye devam ettigi siralar kadinlarin iddet gününden sorular sorulmus ama tek tel görünür mü görünmez mi kimseyi ilgilendirmemis.

Sanki Allah'in Son Elcisi KIYAMET hakkinda bir sey bilirmis gibi olmadik sorular sorulmus.

Mal ve mülkün hepsi mi verilsin, belli bir kismi mi verilsin, o da ayri bir tiyatro günümüzde.

Oruc 30 gün mü 10 gün mü 3 gün mü, hangi ay ....

5 vakit, 3 vakit 2 vakit namaz, rekatleri ise ayri bir dava....

Hac hangi ayda, nereye ve nasil..... sonunda bir kara tasi öpmekte var isin icinde.....


Araplardan evvelkilerinde uyguladigi namaz, oruc ve hac ortada kalip kalmis olmaliki bizlerin kafalarinda soru isaretleri gittikce büyür olmus. Onlar sormamis biz soruyoruz, sanki gaybten haber alacak imis gibiyiz.

Bunca arapcasi olan, ilahiyet fakültelerinden mezun olanlar, Kur'an'a kovulmus seytanin vesfeselerinden Rabbine siginarak yanasanlar vs.....

Asirlardir bu dünyaya göz acip kapayanlar.... hangi din üzerine dogup öldüler?

Vallahi diyesim geliyor ki, (benzetmeden dolayi Rabbim affetsin beni) melekler (uzaylilar da diyebilirm) gökyüzünden bizleri izlerken, tenis topunu oradan buraya atilisini seyreder misali bakislar oradan buraya döndürülüyordur. Macin sonucu daha gelmedi, top yere düsmedi.

Ömrüm geciyor. Herhalde arapca ögrenseydim benim de arapca bilenlerden farkim olmayacak, isime geldigi gibi anlayacak idim.

Allah'in Son Elcisinin "Rabbim! Bu ümmet bu Kur'an'i terk etti!" demesiyle neyi kastettigini anlar gibi oluyorum.

Terk edilen Kur'an okunmayan/yasanmayan Kur'an degil, bilhassa okudugunu/yasadigini zanneden bizlerin durumudur. Elimizde tuttugumuz halde terk etmektir bu.

Itirazi olan varsa buyursun.

Cikmaz bir sokak dahi eninde sonunda insaa edilir de gecit saglanir, isterse sonunda tür sehrin plani degistirilmek zorunda kalinsin. Insan azmettikten sonra her seye ulasiliyor, para ve zaman müsait olduktan sonra.

Milyari gecen müslümanlarin acaba kacta kaci herhangi bir dini konuda birlesmis durumdadirlar?

Herkes kendine uydurmaya kalkiyor Islam'i, Islam'a uyacagi yerde.

Neden?

Daha Islam'i anlamis degiliz ki!

Asirlardir dogup yasayan ve ölenler, bu inanan insanlar kimbilir ne niyetlerle yasadilar. Hepside kendilerini dogru yol üzerinde mi zannettiler?

Günümüzde yasanan dünya rezilligine bakacak olursak, cahiliye devri halt eder yanimizda. Firavun kiskancligindan mezarinda ters döner. Karun zenginlerin malina hasetle bakar. Seytan ellerini ovusturur, sonunda üstlendigi vazifesini kiyamet gelmeden tam anlamiyla basardi diye.



Seriati yasayacagiz diye kan gövdeyi götürür.

Sonunda "Keske TOPRAK olsaydim" demek var. Sanki topragin kiymetini biliyormusuz gibi.

Neyin kiymetini/degerini idrak ettik ki.

Rabbimizi dahi geregince takdir edemedik!

Mal ve mülk zenginlerin arasinda dönüp dolastigi gibi, iman da bir iki kisinin arasinda dönüp dolasiyor olmali ki genis bir cevreye yayilmiyor!

Hasan Akçay
12. July 2013, 06:14 AM
Hac hangi ayda.....

Madem oruç vakti "SeHRu Ramazân"dir (2:185) ve madem hacda yoksullar için hayvan bagislayamayanlarin toplam 10 gün kefaret orucu tutmasi gerekiyor (2:196) o halde hac SeHRu ramazânda yapilamaz; yoksa haccin kefaret orucuyla ramazânin orucu çakisir ve Allah'in kefaret orucu tutsunlar emri hükümden düser.

Hac bilinen aylardir (2:197), ki haram aylardir yani av hayvanlarinin üreme dönemi. O yüzden avlanmak "haram"dir o aylarda (5:2, 5:95).

Ve avlanma yasagi vakten SABIT oldugu için haram aylar vakten sabittir. Yaz aylari* + son baharin basi. Bazan ilk bahar, bazan kis, bazan yaz, bazan son bahar degil. Hep yaz aylari, hep yaz aylari, hep yaz aylari. Sabit.

Tam olarak 21 Hazirandan sonraki ilk dolunay olan SeHRu Ramazân, arti, onu izleyen üç ay: Zilhicce, Zilkâde, Recep. Haccin vakti iste bu üç ay.

Dikkat edilirse bu aylar anlamca da hac ile ve hacdaki "haram"lar ile ilgilidir.

Zilhicce: Hac vakti.
Zilkâde: Oturulan (avlanilmayan, savasilmayan, kisacasi kan dökülmeyen) vakit.
Recep: saygi (av hayvanlarinin yavrularini büyütme hakkina saygi...) vakti.

__________________________________

*Haram aylar ayni zamanda panayir vaktiydi. Panayir: Mekke halkinin ekmek teknesi. Insanlar alis verislerini güven içinde yapabilsin diye savasmak ta "haram"di o aylarda.

Mekke halki Kureysti aslinda. Kureys olmadan Mekke halki, Mekke halki olmadan Mekke panayiri düsünülemez. Ve o Kureys ilk baharda ve kisin Mekke'de yoktu; ticaret kervanlariyla dis ülkelere giderlerdi o iki mevsimde:

Kureysin ilkbahar ve kis yolculuklarini bu evin Rabbi sagladi -Li îlâfi kureyş, îlâfihim rıhleteş şitâi ves sayf (106:1-2)

merdem
12. July 2013, 11:44 PM
Hac bilinen aylardir (2:197), ki haram aylardir yani av hayvanlarinin üreme dönemi. O yüzden avlanmak "haram"dir o aylarda (5:2, 5:95).


Iyi güzelde, dünyanin her bir kösesinde 4 mevsim ayni anda baslamiyor herhalde. Almanya'da kis mevsimi sürerken Yeni Zelanda'da asagi yukari yaz mevsimi sürüyor.

Türkiye'de haziran ayi sicak olabilir, ama dünyanin baska bir ülkesinde her yeri karli olabilir.

Bazi bölgeler de sadece kis var bazi bölgelerde sadece kuraklik var. Yine de ille haziran ayimi gecerli tüm dünya icin av yasagi olarak?

Av hayvanlarini korumada Almanya'da ilkbahar-yaz herneyse uygulandiginda, Avusturalya bölümünde kis mevsimi dolyasiyla onlar da mi uyacak yasaklara?

Yoksa Mekken'in yaz mevsimi mi gecerlidir tüm dünya müslümanlari icin hac yapmaya? Haccin uygulama mevsimi Mekke'nin yaz mevsimi demek mi nedir?

Neden tüm dünya müslümanlari belli bir iki gün arasinda zorlaniyorlar hac yapmaya?

Yine kafam karisti.

Hasan Akçay
13. July 2013, 04:32 AM
Yine kafam karisti.

Kur'ânen hac haram aylardir ve haram aylar yilin en uzun gündüzü olan yaz dönencesine endekslidir; o yüzden vakten sabittir. Yilin en uzun gündüzü kuzey yarikürede 21 Haziran, güney yarikürede 21 Aralik. Bu kadar besbelli. Benim aklim hiç karismiyor; Kur'ân açisindan baktiginizda sizin akliniz da karismaz.

bartsimpson
13. July 2013, 09:37 AM
Yine kafam karisti.

Kur'ânen hac haram aylardir ve haram aylar yilin en uzun gündüzü olan yaz dönencesine endekslidir; o yüzden vakten sabittir. Yilin en uzun gündüzü kuzey yarikürede 21 Haziran, güney yarikürede 21 Aralik. Bu kadar besbelli. Benim aklim hiç karismiyor; Kur'ân açisindan baktiginizda sizin akliniz da karismaz.

yani, av yasağının konulma amacı olan hayvanların çoğalma ve büyüme dönemleri tüm gezegendeki türler için kuzey yarım kürede (haram ayların başlangıcı olan) 21 hazirandan itibaren başlıyor, güney yarım kürede de 21 aralıktan itibaren başlıyor öyle mi?

gezegendeki tüm türler için bu iddanızın bilimsel dayanağı nedir öğrenebilir miyim?

LYS 2013 mantık sorusu: güney yarım küredeki bir kişi "kuranen" haram aylarda yani 21 aralık sonrasında hac yapmaya niyetleniyor ve kuzey yarım küredeki suudi arabistana varıyor... suudi arabistanda hac dönemi "kuranen" 21 haziran sonrasında başladığına göre ??? hac yapmaya niyetlenen söz konusu kişi için aşağıdakilerden hangisi uygundur.

a ) "ben anlamama, benim hac dönemim 21 aralık sonrası başlıyor" der ve hac görevini yerine getirir.
b ) "21 haziran" sonrası gel diye suudi yetkililerce sınır dışı edilir.
c ) 21 hazirana kadar suudi sınırında bekler.
d ) 21 aralıkta hacca niyetlendiği için kendine küfreder.
e ) ................................

merdem
13. July 2013, 10:54 AM
Hac mevsiminde avlanmak yasak ise, ki ev hayvanlari/evcil hayvanlar av konusuna girmaz, Hac anlatilan sekilde Mekke'de yapilir.

Mekke'de ne tür av hayvanlari mevcuttur? Ki bir müslümanin anlayacagi av hayvani demek eti yenilebilir, tüyünden, derisinden faydalanabilir hayvan olmasi gerekir. Zevk icin avlanmak zaten uygun görülmez.

Devenin, koyunun, kecinin, inegin (ev hayvanlari) haricinde Mekke'de avlanmasi yasak olan hangi av hayvanlari var? Ceylan, tavsan,...???

Hasan Akçay
13. July 2013, 11:36 AM
...hayvanların çoğalma ve büyüme dönemleri tüm gezegendeki türler için kuzey yarım kürede (haram ayların başlangıcı olan) 21 hazirandan itibaren başlıyor, güney yarım kürede de 21 aralıktan itibaren başlıyor öyle mi?

Öyle degil. Yani konu tüm gezegendeki türler degil. Genel olarak av hayvanlarinin üreme dönemi sicak yaz aylaridir. Genel olarak. Örnegin Istanbul'da öyle. O yüzden Istanbul'da av yasagi Mayis sonu Eylul arasi.

Size izin verildiginde avlanin -izâ haleltum (5:2).
size yasak iken avlanmayin -ve entum hûrûm(5:95).

Size yasakken avlanmayacaksiniz; size izin verildiginde avlanabilirsiniz ancak. Önemli olan bu. Size yasakken. Nerde yasiyorsaniz ordaki size.

Avlanma yasagi konuyor. Bu kesin. Siz nerdeyseniz yasak orda. Siz ona uyacaksiniz.

Haram = yasak. Yasak kavrami "haram aylar"la iç içe oldugu için Kur'ân'daki avlanma yasagina atifta bulundum. Yoksa yasak aylarin vakten sabit oldugunun kaniti avlanma yasagindan ibaret degil. Kureys'in ilk bahar ve kis yolculuklari da bir kanit (106:1-2). Açiklamaya çalistim.

a) "ben anlamam, benim hac dönemim 21 aralık sonrası başlıyor" der ve hac görevini yerine getirir.

Dogrusu bu. Hac ibadeti haram aylarda yapildigina ve güney yariküreye ait haram aylarin ilki 21 Araliga endeksli SeHRu Ramazân olduguna göre dogru seçenek bu.

b) "21 haziran" sonrası gel diye suudi yetkililerce sınır dışı edilir.

Suudi yetkililer bunu yapabilir elbet. Ama Allah'a hesap vermeyi göze alarak. Suudiler su anda da hacilara bir çok dayatmada bulunuyor. Örnegin Kabe'nin çevresinde namaz kilinirken kadinlari erkeklerinden ayiriyorlar. Müslümanlar sustugu sürece daha çoook dayatmalari sineye çekerler.


***

Devenin, koyunun, kecinin, inegin (ev hayvanlari) haricinde Mekke'de avlanmasi yasak olan hangi av hayvanlari var? Ceylan, tavsan,...???

Olabilir. ÇAGRI filminde Hz Hamza'nin avdan gelisini gösteren bir sahne var. Çölde avlanmis.

merdem
13. July 2013, 12:24 PM
Degerli Hasan Kardesim,

Yüce Allah'in ap acik ve bir birini tamamlayan ayetler ile Kur'an'in kendini acikladigini ifade etmesi ve bizim Kur'an anlayisimiz nasil oluyor da bu kadar farkli ve celiskili oluyor?

Bir insancigi düsünün, bir iki ihtiyaci yani sira bir Kur'an aliyor yanina ve inzivaya cekiliyor issiz bir yere. Ve yahutta birilerini düsünün, Kur'an eline ulasmis ama ne medya ile baglantisi var, ne bir külliyat ile ne de bir arap lügati ile.

Bana lütfen izah edermisiniz, böyle kisiler ne anlayabilirler Kur'an'dan?

Bir MELEK kavramini bile anlatmaya kalktiklarinda kitapciklar olusuyor, zaten yine de herkes baska baska anlamlar veriyor ya orasi da bir baska alem.

Benim arapcam yok, bu yüzden meallere bas vuruyorum. Tek bir mealle yetinmis olsam mealcinin yolundan gitmis olurum.

Hic bir parantez aciminina gidilmeden bir meal dahi okumus olsam, yine de mealcinin anlayisini paylasmis olacagim. Sadece kelime karsiliklariyla yapilmis mealleri okusam ve ne anlarsam anlayayim yeterli degilmi benim icin?

Bizler her zaman icin, kim olursa olsun, ya gelenekci misali ordan burdan duyduklarimizla yetiniyoruz, yahutta fikirlerini begendigimiz kisilerin meallerine takiliyoruz.

Milyonlarca internet sayfalari mevcut, ne icin acaba? Insanlari saptirmak icin mi yoksa dogru yola yöneltmek icin mi?

Kimler hangi idealin arkasinda kosarak (bilincli yada bilincsiz olarak) sunduklari hizmetlerden sorumlu olduklarinin farkinda degiller mi?

Yok mu bir Allah'in kulu, putlarini isin icine karistirmadan, atalar dinini isin icine karistirmadan, menfaatlerini isin icine karistirmadan, gelenek ve göreneklerini isin icine karistirmadan, sirf Allah rizasi icin türklere bir türkce meal sunacak?

Ben okudugum mealler arasindaki farki yapilan izah yollarindan anliyabiliyorum hangi yol gözetilmis diye.

Beni rahatsiz ediyor bunlar.

Kendi kendime lügatlardan kelime karsiliklarini arayarak Kur'an'i meallendiremem. Cünkü arapca cümle kuruluslarindaki özellikleri bilmem gerekli, o kadarina aklim eriyor, yoksa cümle tamamen zivanadan cikar, anlamsizlasir.

Allah, Melekler, Kitaplar, Peygamberler, Din Günü..... yanina bir ton daha sözcükler ilahiyatcisindan cobanina kadar anlasilir bir sekilde aciklanmistir Kur'an'da. Demek bizlerin cahiliye arabindan daha düsük bir anlayis kapasitemiz olmali ki, daha yolun basinda kalmisiz, ilk sayfada ilk ayette. Ilerleme olmadigi gibi gerilemeye devam ediyoruz.

15 senedir internet sitelerinde dolasanlar devamli ayni konular üzerinde tartisiyorlar, sonuc sifir.

Kiyamet yaklasiyor, müminler egitimin ciddiyetinden uzaklasmis bir sekilde halen edebiyata dökmekle mesgullar iman konusunu.

Yüce Allah dileseydi tek bir kelime ile "SADAKA" diyerek indirirdi Kur'an'i. Eliacigin anlayisi.

"Istediginiz gibi hür yasayin" Y. Öztürk'ün anlayisi.

"Tarih bir bütündür" H.Yilmaz Kardesimizin anlayisi.

"Islam modernlesmelidir" Kemalistlerin anlayisi.

"Muhammed Peygamber üstünlerin üstünüdür" Sünnilerin anlayisi. Buna bir de ALI ekleniyor sia geregince.

"Islam körletilmelidir" Batinin anlayisi ve emellerine de ulasmalarina tek bir adim kalmistir.

Islam'in neresindeyiz?

Hangi idealler pesindeyiz, neden kimsenin umuru olmuyor?

Allah'in Dinini Allah'a ögretir olmusuz!

Ben Kur'an'dan ne anlarsam onu uygular/yasarim dedigimde hemen bir yerlerden itiraz geliyor. Neymis efendim, kendi anlayisima göremi hareket edecekmisim. Ille de birilerinin anlayisina ortak mi olmam lazim?

Aklima 100 de 100 yatan bir site bulamadim henüz. Hanifler sitesi gibi sitelerden bahsetmiyorum. Bahiskonusu olan KUR'AN sitesidir, yorumlara acik olmayan, Kur'an disinda tek bir sözü gecmeyen siteden bahsediyorum.

Sorumlusu ben olacak isem, kime ne.

Iyi ki de, ille de sadece benim meallerimi okuyup uygulayacaksiniz diye mezhepciler gibi bir yol tutulmuyor. Bu da bir kolaylik olsa gerek :)

Selam ve Dua ile.

bartsimpson
13. July 2013, 05:35 PM
...hayvanların çoğalma ve büyüme dönemleri tüm gezegendeki türler için kuzey yarım kürede (haram ayların başlangıcı olan) 21 hazirandan itibaren başlıyor, güney yarım kürede de 21 aralıktan itibaren başlıyor öyle mi?

Öyle degil. Yani konu tüm gezegendeki türler degil. Genel olarak av hayvanlarinin üreme dönemi sicak yaz aylaridir. Genel olarak. Örnegin Istanbul'da öyle. O yüzden Istanbul'da av yasagi Mayis sonu Eylul arasi.

Size izin verildiginde avlanin -izâ haleltum (5:2).
size yasak iken avlanmayin -ve entum hûrûm(5:95).

Size yasakken avlanmayacaksiniz; size izin verildiginde avlanabilirsiniz ancak. Önemli olan bu. Size yasakken. Nerde yasiyorsaniz ordaki size.

Avlanma yasagi konuyor. Bu kesin. Siz nerdeyseniz yasak orda. Siz ona uyacaksiniz.

Haram = yasak. Yasak kavrami "haram aylar"la iç içe oldugu için Kur'ân'daki avlanma yasagina atifta bulundum. Yoksa yasak aylarin vakten sabit oldugunun kaniti avlanma yasagindan ibaret degil. Kureys'in ilk bahar ve kis yolculuklari da bir kanit (106:1-2). Açiklamaya çalistim.

a) "ben anlamam, benim hac dönemim 21 aralık sonrası başlıyor" der ve hac görevini yerine getirir.

Dogrusu bu. Hac ibadeti haram aylarda yapildigina ve güney yariküreye ait haram aylarin ilki 21 Araliga endeksli SeHRu Ramazân olduguna göre dogru seçenek bu.

b) "21 haziran" sonrası gel diye suudi yetkililerce sınır dışı edilir.

Suudi yetkililer bunu yapabilir elbet. Ama Allah'a hesap vermeyi göze alarak. Suudiler su anda da hacilara bir çok dayatmada bulunuyor. Örnegin Kabe'nin çevresinde namaz kilinirken kadinlari erkeklerinden ayiriyorlar. Müslümanlar sustugu sürece daha çoook dayatmalari sineye çekerler.


***

Devenin, koyunun, kecinin, inegin (ev hayvanlari) haricinde Mekke'de avlanmasi yasak olan hangi av hayvanlari var? Ceylan, tavsan,...???

Olabilir. ÇAGRI filminde Hz Hamza'nin avdan gelisini gösteren bir sahne var. Çölde avlanmis.

sevgili hasan bey açıklamalar için teşekkürler, gayet anlaşılır.

bir sorum daha var.

haram aylar 21 hazirandan itibaren başlıyor ve hac mevsimide buna göre sabit.

o halde ramazanın da kurban dönemininde her yıl 10 gün geri kayması yerinde durmaması nedendir.

yani 3 aylar (haram aylar) için sabit olan takvim ramazan ve kurban bayramı dönemi için neden değişken?

khaos
13. July 2013, 11:04 PM
sevgili hasan bey açıklamalar için teşekkürler, gayet anlaşılır.

bir sorum daha var.

haram aylar 21 hazirandan itibaren başlıyor ve hac mevsimide buna göre sabit.

o halde ramazanın da kurban dönemininde her yıl 10 gün geri kayması yerinde durmaması nedendir.

yani 3 aylar (haram aylar) için sabit olan takvim ramazan ve kurban bayramı dönemi için neden değişken?


bart dostum
Sanırım takvimle alakalı bir olay.Hicri takvim ay yılını, miladi takvim ise güneş yılını esas alıyor.bu yüzden arada 11 günlük bir fark oluyor.
kadir gecesi olayı bu yüzden hep kafama takılmıştır.yada kurban.bu sene temmuzda ramazanken on beş yıl sonra kışa denk gelecek.
ayları sabitlesen yine olmuyor.
mesela av hayvanı tanımıda çok geniş bir kavram.müslümanlar sadece ortadoğuda yaşamıyor.hayvanların üremesinde bir çok etken var.Mesela düşmanı az olan hayvanlar yılın her zamanı üreyebiliyor.yada hamsiler kışın en soğuk döneminde ürüyorlar.
abi kafam karıştı.ben şu takvim olayını bir inceleyeyim

bartsimpson
14. July 2013, 03:43 AM
bart dostum
Sanırım takvimle alakalı bir olay.Hicri takvim ay yılını, miladi takvim ise güneş yılını esas alıyor.bu yüzden arada 11 günlük bir fark oluyor.
kadir gecesi olayı bu yüzden hep kafama takılmıştır.yada kurban.bu sene temmuzda ramazanken on beş yıl sonra kışa denk gelecek.
ayları sabitlesen yine olmuyor.
mesela av hayvanı tanımıda çok geniş bir kavram.müslümanlar sadece ortadoğuda yaşamıyor.hayvanların üremesinde bir çok etken var.Mesela düşmanı az olan hayvanlar yılın her zamanı üreyebiliyor.yada hamsiler kışın en soğuk döneminde ürüyorlar.
abi kafam karıştı.ben şu takvim olayını bir inceleyeyim

:) seviyorum seni

Hasan Akçay
14. July 2013, 03:49 AM
Kur'ân'daki SeHR senenin onikide biri anlamindaki AY ile karistiriliyor. Yanilgilar zincirinin ilk halkasi bu. Oysa SeHR gökteki aydir ve 29.5 gün yani tam olarak 29 gün 12 s 44 dk 3 sn sürer. Kur'ân'daki sene ise semsî yil olup 365 küsur gün sürer ve onun onikide biri olan ay 365 bölü 12 = 30.41666... yaklasik 30.5 gündür.

Kameri yil: 29.5 x 12 = 354 gün.
Semsî yil.: 30.5 x 12 = 365 gün.

365 - 354 = 11.

Islam takviminde "yil"in 11 gün erken gelmesi bu yüzden. Çünkü Islam takvimi kamerî yili esas aliyor. Kur'ân'daki sene ise semsî yildir yani Allah'in indinde geçerli olan semsî yildir; kamerî yil diye bir yil yok.

Devam edeyim mi?

merdem
14. July 2013, 03:56 AM
Kur'ân'daki SeHR senenin onikide biri anlamindaki AY ile karistiriliyor. Yanilgilar zincirinin ilk halkasi bu. Oysa SeHR gökteki aydir ve 29.5 gün yani tam olarak 29 gün 12 s 44 dk 3 sn sürer. Kur'ân'daki sene ise semsî yil olup 365 küsur gün sürer ve onun onikide biri olan ay 365 bölü 12 = 30.41666... yaklasik 30.5 gündür.

Kameri yil: 29.5 x 12 = 354 gün.
Semsî yil.: 30.5 x 12 = 365 gün.

365 - 354 = 11.

Islam takviminde "yil"in 11 gün erken gelmesi bu yüzden. Çünkü Islam takvimi kamerî yili esas aliyor. Kur'ân'daki sene ise semsî yildir yani Allah'in indinde geçerli olan semsî yildir; kamerî yil diye bir yil yok.

Devam edeyim mi?

Gayet güzel anlasilir olmus izahiniz, olmus da kameri yila hic olmazsa Islam takvimi demiyelim :)

bartsimpson
14. July 2013, 04:03 AM
Kur'ân'daki SeHR senenin onikide biri anlamindaki AY ile karistiriliyor. Yanilgilar zincirinin ilk halkasi bu. Oysa SeHR gökteki aydir ve 29.5 gün yani tam olarak 29 gün 12 s 44 dk 3 sn sürer. Kur'ân'daki sene ise semsî yil olup 365 küsur gün sürer ve onun onikide biri olan ay 365 bölü 12 = 30.41666... yaklasik 30.5 gündür.

Kameri yil: 29.5 x 12 = 354 gün.
Semsî yil.: 30.5 x 12 = 365 gün.

365 - 354 = 11.

Islam takviminde "yil"in 11 gün erken gelmesi bu yüzden. Çünkü Islam takvimi kamerî yili esas aliyor. Kur'ân'daki sene ise semsî yildir yani Allah'in indinde geçerli olan semsî yildir; kamerî yil diye bir yil yok.

Devam edeyim mi?

ediniz...

ama olmayan yılları yada takvimleri işin içine karıştırıp çorba etmeden

ediniz...

soru basit...

hac dönemi sabit...

kuzey yarım küre 21 haziran takip eden 90 gün... (3 haram aylar)

güney yarım küre 21 aralık takip eden 90 gün... (3 haram aylar)

ramazan dönemi neden her yıl 11 gün atıyor ???

sizin değişinize göre "yanlış anlamadıysam" ramazan dönemi ay hareketlerine göre (kaymalar ondan), hac dönemi güneş hareketlerine göre (sabit)...

neden iki farklı gök cismine göre düzenleme... ??? sebep ...???

Hasan Akçay
14. July 2013, 08:41 AM
ramazan dönemi neden her yıl 11 gün atıyor ???

Buradaki atiyor erken geliyor demek, tamam? Neden erken geliyor? Gelmiyor aslinda. Hep ayni dönemde geliyor. Hep ayni dönemde, hep ayni dönemde.

SeHRu Ramazân 21 Hazirandan sonraki ilk dolunay olup 21 Hazirani izleyen 0-30 gün içinde görünür. Buyurun, içinde bulundugumuz yila da denk gelecek sekilde 10'ar yil arayla birlikte bakip görelim hep ayni dönemde mi gelmis, farkli dönemlerde mi?

25 Haz 1983. Yaz. (http://www.timeanddate.com/calendar/moonphases.html?year=1983&n=0)
03 Tem 1993. Yaz (http://www.timeanddate.com/calendar/moonphases.html?year=1993&n=0)
13 Tem 2003. Yaz. (http://www.timeanddate.com/calendar/moonphases.html?year=2003&n=0)
23 Haz 2013. Yaz. (http://www.timeanddate.com/calendar/moonphases.html?year=2013&n=0)

Sehru Ramazân bir dolunay vakti. Semsî yilin içinde bir gün. Tipki örnegin Muhammed nebinin dogum günü gibi. 20 Nisan 571. Bu "kutlu dogum" günü her yil 11 gün erken gelir mi? Böylece yani zincirleme 11 gün erken gelir de Hz Muhammed bi son baharda dogmus, bi yazin dogmus, bi kisin dogmus olur mu?

SeHRu Ramazan belli bir günün dolunay gecesi. Kadir gecesi (97:1). Çünkü "Biz onu kadir gecesinde indirdik!" diyor Allah. Neyi? "Furkân"i (2:185). "SeHRu Ramazân ki onda Furkân indirildi..."

Tipki "Muhammed dogdu" gibi "Furkân indirildi".

Kardesim, siz hangi mevsimde dogdunuz? Hz Muhammed hangi mevsimde dogdu? Hz Muhammed bir su mevsimde bir bu mevsimde mi dogdu ki o furkân bir su mevsimde bir bu mevsimde indirilsin?

olmayan yılları yada takvimleri işin içine karıştırıp çorba etmeden

Siz çorba etmeyebiliyor musunuz ki ben çorba etmiyeyim? Kendi sorunuza bakin: "ramazan dönemi neden her yıl 11 gün atıyor ???"

Sözünü ettiginiz ramazan "kamerî yil"in içindeki ramazan. Hangi yildan 11 gün erken geliyor? "Semsî yil"dan. Buyurun sizin deyiminizle kamerî yil + semsî yil çorbasina.

Allah'in onayladigi semsî yil ile reddettigi kamerî yili çorba eden etmis zaten. Simdi biz onun içindeki pirincin taslarini ayiklamaya yelteniyoruz etimiz ne budumuz ne demeden.

Hasan Akçay
14. July 2013, 10:53 AM
Gayet güzel anlasilir olmus izahiniz, olmus da kameri yila hic olmazsa Islam takvimi demiyelim.

Diyen yok zaten. YIL baska, takvim baska. YIL zaman birimidir; bir isin ne kadar zamanda ve ne zaman, örnegin hangi mevsimde oldugunu bildirir. Takvim ise yalnizca yili bildirmez; aylari, haftalari, günleri de bildirir.

"Yil"i Allah yapar yani Allah gökleri ve yeri yarattigi gün hüküm vermistir ki YIL yerküremiz günesi bir kez dolandiginda geçen süredir.

Takvimi ise insanlar yapar. Örnegin Hristiyan takvimini Hristiyanlar, Islam takvimini müslümanlar yapar.

Ve Hristiyan takvimini Isa nebinin dogum yili ile baslatip miladî diye nitelemek Hristiyanlarin ne kadar hakki ise Islam takvimini Muhammed nebinin hicreti ile baslatip hicrî diye nitelemek müslümanlarin o kadar hakkidir.

Buna kimsenin itirazi olamaz.

Itiraz edilmesi gereken "kamerî yil"dir. Çünkü tamamen sanaldir; öyle bir yil yok. O kadar yok ki kamerî yil diye sisirilen balon "Muhammed nebi hangi mevsimde dogdu?" sorusuna bir ilk baharda der, bir yazin, bir son baharda, bir kisin. Aslinda "Muhammed nebi hiç dogmadi!" demektir bu... da biz Müslümanlar basimizi kuma sokuyoruz duymamak için.

Müslümanlar semsî yili esas alan ve hicret ile baslayan bir takvim yapsinlar; sorun biter.

bartsimpson
14. July 2013, 01:13 PM
hasan bey, bu konuda şahsım adına sizinle daha önce de bir sohbetimiz oldu ama demekki yine anlamamışım hala soruyorum.

sorumu altta tekrar yazıyorum. yanlış varsa eksik varsa satır satır belirtiniz lütfen.

soru basit...

hac dönemi sabit...

kuzey yarım küre 21 haziran takip eden 90 gün... (3 haram aylar)

güney yarım küre 21 aralık takip eden 90 gün... (3 haram aylar)

ramazan dönemi neden her yıl 11 gün geri geliyor ???

sizin değişinize göre "yanlış anlamadıysam" ramazan dönemi ay hareketlerine göre (kaymalar ondan), hac dönemi güneş hareketlerine göre (sabit)...

neden iki farklı gök cismine göre düzenleme... ??? sebep ...???

bide ben çorbadan bahsettimde siz kızdınız ya (miladi, kameri, hicri, şemsi, yıl, takvim, 12de 1ay, gökteki ay, gökyüzü evleri, 11 dolunay 1 iddet olmaz enaz 12, gökteki "SeHR"ler, dönence, vs.vs.) bu zamansal süreç belirten kavramları siz kullandınız ve hala da kullanıyorsunuz.

bakın soru basit diyorum.

kuran zaman ölçüsü olarak hangi gök cismini esas alır?

açıklamalarınızı detaya girmeden basitçe bu şekilde anlatın.

sizin demenizden benim anladığım....

"benim doğum tarihim 16 mart 1970"

"haram aylar kuzey yarım kürede 21 haziran, güney yarım kürede 21 aralıktan sonraki 120 günlük süredir."

"haram aylar kuzey yarım kürede 21 haziranda başlar 21 ekimde biter, güney yarım kürede 21 aralıkta başlar 21 mayısta biter"

"ramazan da yukarıdaki çıkarım doğrultusunda kuzey yarım kürede 21 hazirandan sonraki 30 günlük süre, güney yarım kürede 21 aralıktan sonraki 30 günlük süredir"

"eğer yukarıdaki çıkarımlarınızı doğru anladıysam biz orucu yanlış zamanda tutuyoruz çünkü ramazan 21 hazirandan sonraki ilk dolunayda başlıyor ve 30 gün sürüyor"

Ya da ???? (çok mu salağım da hala anlamadım)

Hasan Akçay
14. July 2013, 04:49 PM
hac dönemi sabit... kuzey yarım küre 21 haziran takip eden 90 gün... (3 haram aylar), güney yarım küre 21 aralık takip eden 90 gün... (3 haram aylar)

Hac dönemi kuzeyde 21 Hazirani, güneyde 21 Araligi takip edecek diye bir sey yok. Dogrusu: ilk haram ayi takip eden 90 gün. Çünkü ilk haram ay, oruç vaktidir. Oruç vaktinde hac olamaz. Nitekim mevcut uygulama da böyle. Bunu daha önce açikladim. Lütfen izin verin de tekrar etmiyeyim.

ramazan dönemi neden her yıl 11 gün geri geliyor???

Bunu bir önceki iletimde su sekilde cevaplamaya çalistim: Geri (yani erken) gelmiyor aslinda. Hep ayni dönemde geliyor. Hep ayni dönemde, hep ayni dönemde. Örnegin 1983, 1993, 2003, 2013 yillarinda ramazan yalnizca yaz döneminde gelmis; hiç birinde 11 gün erken gelmemis.

Acaba sunu mu diyorsunuz:

Örnegin 1983'ün ramazani 25 Haziranda baslamis, 1993'ün ramazani ise 03 Temmuzda. 1983'ün ramazani 1993'ün ramazanindan niçin 8 gün erken gelmis? Sorunuz eger bu ise cevap:

Ramazan orucunun vaktini 2:185'te sözü edilen SeHRu Ramazân haber verir. SeHRu Ramazân = ramazan dolunayi. Iste o dolunay yilin sabit bir aninda degil yaz dönencesini izleyen 0-30 gün içinde olmak kosuluyla degisik anlarda dogar. Çünkü "SeHR"ler yilin aylari degildir, yila endeksli degildir.

Daha fazla açiklamaya kalkisirsam laf kalabaligi yaptigim izlenimi dogar diye çekiniyorum. Öyle bir izlenim söz konusu degilse daha fazla açiklayayim.

"yanlış anlamadıysam" ramazan dönemi ay hareketlerine göre (kaymalar ondan), hac dönemi güneş hareketlerine göre (sabit)...

Ramazân dönemi de hac dönemi de SeHR denen dolunaylara göredir. Sizin burada kaymalar dediginiz 11 gün erken gelmeler uyduruk kamerî yil yüzünden. Bu konuda ayrintili açiklama ister misiniz?

merdem
14. July 2013, 05:29 PM
Kisacasi:

Ister Roma Takvimi olsun, ister Miladi ister Hicri Takvimi olsun, isterse Musevilerin Takvimi olsun, hangi takvim olursa olsun beser tarafindan uygulandigi icin tarihler birbirine zaten uymayacaktir.

Zaman birimini tespit etmek icin dahi dinler/inanclar emellere alet ediliyor.

Mühim mi ne zaman dogdugumuz?

Mühim olan nasil, nerede ve hangi ameller üzerine ölmek degilmi?

Müslümanlarin haricinde takvimle problemleri olanlar varmi?

Eh iste, adi müslümaniz ya, nelerle ugrasiyoruz halen.

Zaten "CUMA" lar bile cigirindan cikmis durumda. Acaba CUMA günleri yapilan ibadetler yerinde midir?

Bir de Bayram Namazlarini katiyorlar isin icine.

Simdi burada sorulacak bir soum var:

Iyi niyetle yapilan ibadetler (!) gecerlimidir? Nasil olmasi lazim geldigi mühim degil deyip te, kalpten inanarak yapiyoruz diye kendimizi avutabilirmiyiz?



Müslümanlari birlestirmesi gereken bazi önemli noktalari neden gözden cikariyoruz da, namaz da ramazan da ve hac da beraberlik ariyoruz?

Koro halinde ibadetler daha mi gecerli Rabbimizin katinda? Herhalde bu koro halinde yapilan ibadetlerde birilerin ihtiyaclari konusulmuyor, yardim kampanyalari acilmiyor, hastalara toplu ziyaretler yapilmiyor, yardima muhtaclara el ele verilerek yardimlar ulastirilmiyor, yetimlerle özel saatler ve günler gecirilmiyor, yaslilar evindekiler ziyaret edilip halleri hatirlari sorulmuyor...... daha devam edeyim mi, yoksa koro halinde soludugumuz AMIN'ler bizlere yeterli deyip birakalim her seyi bir kenara, zar atip hangi senenin hangi gününde ne yapilacak yollarina mi yönelelim yine?

Biz islah olacakmiyiz?

Bakarmisiniz dinimize verilen öneme. Tarih basi dahi tutulmamis, elle tutulur, tespit edilebilinir bir tarih baslangicina dahi önem verilmemis. Neden? Müslümanlar her isi gücü birakip Kadir Gecesinin tayinini yapmakla ömür gecirsinler diye mi?

Her gecenin bir Kadir Gecesi oldugunu kabul edecek olsak ne kaybederiz? Bozuk bir saat dahi günde en azindan bir kere olsun dogru saati gösterir :)

Islam'i birileri daha ilk yillarinda yok etmeyi, en azindan bulandirmayi gözlerine kestirmis olmalilar ki, bulmaca bilmeceler icinde kalmisiz.


Zaten iblis tek basina beceremezdi tüm bunlari, iblis ordusunun parmagi var isin icinde ve o parmagin ucunda ön rolü oynayanlar.

bartsimpson
15. July 2013, 01:04 AM
Hac dönemi kuzeyde 21 Hazirani, güneyde 21 Araligi takip edecek diye bir sey yok. Dogrusu: ilk haram ayi takip eden 90 gün. Çünkü ilk haram ay, oruç vaktidir. Oruç vaktinde hac olamaz. Nitekim mevcut uygulama da böyle. Bunu daha önce açikladim. Lütfen izin verin de tekrar etmiyeyim.

Hasan bey sen iyice şaşırmışsın... söylediğini de inkar ediyorsun...

a) "ben anlamam, benim hac dönemim 21 aralık sonrası başlıyor" der ve hac görevini yerine getirir.

Dogrusu bu. Hac ibadeti haram aylarda yapildigina ve güney yariküreye ait haram aylarin ilki 21 Araliga endeksli SeHRu Ramazân olduguna göre dogru seçenek bu.

Hasan Akçay
15. July 2013, 02:42 AM
Haklisiniz. Sasirmisim. "Benim hac dönemim 21 Araliktan sonra baslar" ifadesindeki "benim hac dönenim"i "benim haram aylarim"a yormusum. Konu, "benim haram aylarim- senin haram aylarin" oldugu için her halde.

Haram aylar dörttür; ilkinde oruç tutulur, hac ibadeti ondan sonraki üçünde. Yalniz siz de... elbet sasirmamissiniz ama 12 Temmuzdaki 22 nolu iletimi gözden kaçirmissiniz. Orda söylemisim:

Madem oruç vakti "SeHRu Ramazân"dir (2:185) ve madem hacda yoksullar için hayvan bagislayamayanlarin toplam 10 gün kefaret orucu tutmasi gerekiyor (2:196) o halde hac SeHRu ramazânda yapilamaz; yoksa haccin kefaret orucuyla ramazânin orucu çakisir ve Allah'in kefaret orucu tutsunlar emri hükümden düser.

Hasan Akçay
15. July 2013, 09:20 AM
Kamerî yilin ramazâni semsî yila göre 11 gün erken geliyor. Ve bu erken gelmeler zincirleme üst üste bindigi için oruç vakti bi ilk bahar oluyor, bi yaz, bi son bahar, bi kis. Bununla ilgili ben sorabilir miyim.

Hz Muhammed ramazânin geldigini nerden biliyordu?

Islam takvimi Hz Peygamber ahrete göçtükten sonra yapildi. O halde Saatli Maarif Takvimi gibi bir duvar takvimi yoktu onun; gazetesi yoktu; radyosu yoktu, televizyonu yoktu.

SeHR denen dolunayin görünmesinden anliyor idiyse o görünenin SeHRU Ramazân oldugunu nerden biliyordu? Daha da önemlisi, o dolunay her yil 11 gün erken mi doguyordu? Nasil yani?

merdem
15. July 2013, 10:51 AM
Kamerî yilin ramazâni semsî yila göre 11 gün erken geliyor. Ve bu erken gelmeler zincirleme üst üste bindigi için oruç vakti bi ilk bahar oluyor, bi yaz, bi son bahar, bi kis. Bununla ilgili ben sorabilir miyim.

Hz Muhammed ramazânin geldigini nerden biliyordu?

Islam takvimi Hz Peygamber ahrete göçtükten sonra yapildi. O halde Saatli Maarif Takvimi gibi bir duvar takvimi yoktu onun; gazetesi yoktu; radyosu yoktu, televizyonu yoktu.

SeHR denen dolunayin görünmesinden anliyor idiyse o görünenin SeHRU Ramazân oldugunu nerden biliyordu? Daha da önemlisi, o dolunay her yil 11 gün erken mi doguyordu? Nasil yani?


Hasan Kardesim, ben de bir takim sorular yönelteyim:

Nüfus cüzdanimiza dogustan yazilmis olan, ailemizden, sagdan soldan, hocalardan, ilmihallerden ve de külliyatlardan ögrenmis oldugumuz din ne dinidir?

80 sene evveli olanlardan kesin olarak bir fikrimiz dahi yokken, Atatürk'ün dogum tarihini dahi bilemezken, ki kendisi de bilmiyordu ki bizim haberimiz olsun, asirlar evveli uygulanan Allah'in Son Elcisi ile Teblig edilen Din nerede kaldi?

Tarih yalan söyleyip duruyor her zamanki gibi, elle tutulur tek delil gözle görülür kalintilardan ibaret.

Bizleri ateistlere, Yahudilere, Hiristiyanlara neden yem ettiler?

Sadece Kur'an'i önder alarak, icindekileri uygulayarak, öngörülen Atamiz Ibrahim'in dinini yasayacak olursam hata mi etmis olurum?

Selam ve Dua ile.

Hasan Akçay
15. July 2013, 11:03 AM
Aklimin erdigi kadar cevap vereyim:

"...ailemizden, sagdan soldan, hocalardan, ilmihallerden ve de külliyatlardan ögrenmis oldugumuz din ne dinidir?" Atalar dini.

"...Allah'in Son Elcisi ile Teblig edilen Din nerede kaldi?" Kur'ân'da.

"Sadece Kur'an'i önder alarak, icindekileri uygulayarak, öngörülen Atamiz Ibrahim'in dinini yasayacak olursam hata mi etmis olurum?" Elbette hata etmis olmazsiniz.

bartsimpson
15. July 2013, 04:45 PM
Kamerî yilin ramazâni semsî yila göre 11 gün erken geliyor. Ve bu erken gelmeler zincirleme üst üste bindigi için oruç vakti bi ilk bahar oluyor, bi yaz, bi son bahar, bi kis. Bununla ilgili ben sorabilir miyim.

Hz Muhammed ramazânin geldigini nerden biliyordu?

Islam takvimi Hz Peygamber ahrete göçtükten sonra yapildi. O halde Saatli Maarif Takvimi gibi bir duvar takvimi yoktu onun; gazetesi yoktu; radyosu yoktu, televizyonu yoktu.

SeHR denen dolunayin görünmesinden anliyor idiyse o görünenin SeHRU Ramazân oldugunu nerden biliyordu? Daha da önemlisi, o dolunay her yil 11 gün erken mi doguyordu? Nasil yani?

E söylesene be muhterem... çatlatma adamı...

Kaç posttur öğrenmeye çalışıyorum...

Vallahi karşındakini kıvrandırmaktan sadist bir zevk aldığını zannetmeye başlayacağım...

ORHAN VELİ
16. July 2013, 01:53 PM
Yaşam kitabından; dünyada bir milyarı geçkin insan aç yani ekmek,temizsu,yiyecek bulamıyor.Ve tefsirciler,hadisciler,kuranı sözde anlayıp bize sunanlar kainat kitabında oruç tutun sevap kazanın diyorlar nasıl bir çelişkidir bu.1milyar insanın yarısından fazlası müslüman ülkelerde yaşıyor.Adam aç aç ama sen kalkıyorsun Allah diyorki diyorsun belli vakitlerde oruç tutki sevap kazanasın.Hadi o aç insana sahur yaptır,iftar yaptırın, ya Allah aşkına o insanlar su bulamıyorlar su.Biz kalkmışısız abdesti,gusülu vs ufak tefek kıl gındap işleri tartışıyoruz arkadaşlar.O insanlar doymadıkça bizlere oruç abdest ve namaz haram haram. Bu böyle biline; Kainatın,
hayatın ve insan kitabı bunu yazıyor.

Hasan Akçay
17. July 2013, 08:11 AM
Sadece yazami denk geliyor ramazan?

Kesinlikle. Çünkü fiilî sünnetullah bu. Bakin, dogan günes nasil gündüz aydinliginin habercisi ise dogan SeHRu Ramazân da yaz sicaginin habercisidir. Ramazân sicak demek.

Nasıl hiç kimse günesin kusluk vakti ya da ögleyin ya da ikindi vakti ya da aksamleyin dogmasini saglayamazsa SeHRu Ramazânın da ilk baharda ya da son baharda ya da kisin dogmasini saglayamaz. Sünnetullah degismez, degistirilemez.

Bilindigi üzere 21 Haziran yaz dönencesidir, yilin en uzun gündüzü. Herkes yasar onu; simdi ve 1 400 küsur yıl önce... o yüzden herkes bilir.

Yaz dönencesinin geldigini bilmek için duvar takvimine, radyoya, televizyona, gazeteye ihtiyaç yok.

SeHRu Ramazân iste o herkesin bildiği yaz dönencesini izleyen 0-30 gün içinde dogar; yazin ilk ayi olan 21 Hazirana endekslidir, vakten sabittir.

Gökyüzündeki bütün hilaller, çeyrekaylar, dolunaylar... kamerî yil denen sanal vaktin hilallerine inat, vakten sabittir. Orucun vaktini belirlemek için Ramazan hilali zannettikleri hilali görmeye çalisanlar fena halde enayi yerine konuyorlar.

Saatinizi durdurun. O saat artik nasil 12 saatte yalnizca bir kere dogru vakti gösterirse yanlis kurguladiginiz hilal de yillar yillar süren bir dönemde yalnizca bir kere gerçek SeHRu Ramazani haber verir.

Hasan Akçay
17. July 2013, 08:44 AM
Asagidaki tabloda 5 "iddet es-suhur"a ait dolunaylarin hangi tarihlerde dogdugu görülüyor.

Görüldügü üzere her iddetin basindaki 4 ay haramdir ve haram ayların ilki SeHRU Ramazan. Örneğin 1. iddete ait haram aylarin dolunaylari 7 Temmuzda, 6 Agustosta, 4 Eylulde, 4 Ekimde dogmus.

(Oc: Ocak, Su:Subat, Mar:Mart, Ni:Nisan, May:Mayis, Ha:Haziran, Te:Temmuz, Ag:Agustos…)

1.7Te 2009-6Ag-4Ey-4Ek-2Ka-2Ar-31Ar-30 Oc 2010-28Su-30Mar-28Ni-27May
2.26Ha 2010-26Te-24Ag-23Ey-23Ek-21Ka-21Ar-19 Oc 2011-18Su-19Mar-18Ni-17May-15Ha
3.15Te 2011-13Ag-12Ey-12Ek-10Ka-10Ar-9 Oc 2012-7Su-8Mar-6Ni-6May-4Ha
4.3Te 2012-2Ağ-31Ag-30Ey-29Ek-28Ka-28Ar-27 Oc 2013-25Su-27Mar-25Ni-25May
5.23Ha 2013-22Te-21Ag-19Ey-18Ek-17Ka-17Ar-16Oc 2014-14Su-16Mar-15Ni-14May-13Ha

1. iddet 12 aya sahip. SeHRu Ramazan 7 Temmuz 2009 aksmi dogmus.
2. iddette 13 ay var. SeHRu Ramazan 26 Haziran aksami dogmus.
3. iddette 12 ay var. SeHRu Ramazan 15 Temmuz aksami dogmus.
4. iddette 12 ay var. SeHRu Ramazan 3 Temmuz aksami dogmus.
5. iddette 13 ay var. SeHRu Ramazan 23 Haziran aksami dogmus.

Gökteki bütün aylar vakten sabit. Hiç birinin bir önceki yildan 11 gün erken geldigi filan yok. Örnegin SeHRu Ramazanin vakti daima 21 Haziran-21 Temmuz arasi. Daima yazin basi. Daima.

Birinci iddeti
alalim:

1.7Te 2009-6Ag-4Ey-4Ek-2Ka-2Ar-31Ar-30 Oc 2010-28Su-30Mar-28Ni-27May

Simdi bunun sonundaki 27 Mayis dolunayini
bir sonraki iddete devredelim:

7Te 2009-6Ağ-4Ey-4Ek-2Ka-2Ar-31Ar-30 Oc 2010-28Şu-30Mar-28Ni
-27 May-…

Tevbe 37'de lanetlenen nesî işte bu. Iddetteki aylarin sayisi 11’e düstü ve iddet, iddet olmaktan çikti. Çünkü Allah’ın hükmü (Tevbe 36): aylarin iddeti 12 aydir. Yani 11 ay bir iddet etmez; en az 12 olacak.

Sonuç? 27 Mayis haram ay oldu. Oysa Allah haram kilmamistir onu. Allah'in helal kildigini haram ilan ettik. Ve nesî küfrü zincirleme devam eder:

7Te 2009-6Ağ-4Ey-4Ek-2Ka-2Ar-31Ar-30 Oc 2010-28Şu-30Mar-28Ni
-27May-26Ha 2010-26Te-24Ağ-23Ey-23Ek-21Ka-21Ar-19 Oc 2011-18Şu-19Mar-18Ni
-17May-15Ha

Sonuç? Ikinci iddetin Allah tarafindan haram kilinan dördüncü haram ayini (23 Ey) helal ilan ettik. Allah’in o ayda haram kildigi isleri yapabiliriz artik. Pasa gönlümüzün istedigini kitabina uydurduk.

Tabii bu, "nesî"nin yalnızca BIR uygulaması. Baska uygulamalari da var. 13 ayli bir iddetin son ayini bir sonraki iddete devretmek te haram aylari helal göstermenin hin oglu hince bir yolu.

Örnegin avlanma yasagi (Mâide 2, Mâide 95):

Size helal iken avlanin.
Size haram iken av hayvani öldürmeyin.

Harami helal göstermek için nesî uygulamak cahiliye Araplarinin yaptigi bir zulümdü. Ama onlar bunu bir yil yapar bir yil yapmazdi, islerine geldigi gibi.

Kamerî yilcilar ise 13 ayli iddetleri budayip 12 ayli kamerî yil yaparak nesî küfrünü otomatige bagladilar, iddet baska bir sey, yil bambaska oldugu halde...

Allah'in gökleri ve yeri yaratirken kurdugu düzene fesat soktular.

bartsimpson
17. July 2013, 05:33 PM
Bir yerde okudum aklıma takıldı?

Ramazan orucuyla ilgili

1-Tüm toplumlara tüm insanlığa ve tüm zamanlara farz olan bir ibadetin gün sayısı neden belirtilmemiş ?

Belirli günler ifadesi muhatap olanlar tarafından bilinen belirlenmiş gün anlamı taşır.

2-Gün ağarmasından geceye kadar yapılacak savm ibadeti bu zaman periyotunun oluşmadığı coğrafik bölgelerde geçerliliğini yitiriyor

Dinde çelişki olmaz çelişki oluşan bir durum var ise anlayışımızı gözden geçirmemiz gerekir.

Kutupta yada uzayda yaşayana zamanın oluşmamasından dolayı yaptıramadığınız bir ibadet tüm toplumlara ve tüm inasanlığa farzdır diyemezsiniz..."

ve birde sorulan bir soruya verilen cevap :)

Soru : Akşam ile gece ayrı ayrı vakitler midir? Ayrı ise orucu geceye kadar tamamlamak gerekmiyor mu? Aynı ise ayette niye akşam değil de gece geçiyor. İftar vaktinde güneş kaç derecede olmalı.

Bu sorularımı cevaplamak zahmetine katlanan arkadaşlardan Allah razı olsun. Selâm ve dua ile...

Cevap : Geceye kadar" demek, gecenin girişine kadar demektir. Gecenin girişi de akşam iledir. Güneş batınca akşam olur, akşam olunca da geceye girilmiş olur.

Sevgili kardeşim, ne diye kafaya takarsın, zamanlama o kadar önemli midir? Gece olmuş gündüz olmuş, güneş batmış batmamış, hilal görünmüş görünmemiş ne fark edecek, Allah için ne önemi vardır bunun? Bu o günkü Mekke ve çevresindeki Arapların çalışma takvimidir; Sabah erkenden işe başlanır akşama karanlığa kalmadan dönülürdü. Halen de memleketimizde birçok sektör personelini 12 saat çalıştırıyor. Köylümüz halen de çiftine, bahçesine, tarlasına sabah erkenden çalışmaya gider ve akşama evine döner. Tutma mecburiyeti varsa şayet, orucun süresi 12 saati geçmemelidir. Ekvator bölgesinde gündüz ortalama 12 saattir. Ne diye güneşe kafayı takarlar? Haşa, Allah'ın güneşten gözleri mi kamaşıyor? Hristiyanlar gündüz 12-gece 12 oruç tutarlar. İnsanlar kendileri için uygun olan takvimi kendileri yaparlar ve uygularlar. Allah insanlar için takvim yapmaz; şu vakitte kalkacak, şu vakitte yatacak, şu vakitte çalışacak, şu vakitte dinlenecek, şu vakitte yemek yiyecek, şu vakitte seyahat edecek, şu vakitte namaz kılacak, şu vakitte oruç tutacaksın vs. takvimler, imsakiyeler hazırlamaz Allah. Allah yukardan bakarken dünyanın yuvarlak olduğunu görmüyor mu, ne diye güneşe aya kafayı taksın? Madem ferden ferda yapıyorsun; namaz mı kılacaksın istediğin vakitte kılarsın, oruç mu tutacaksın istediğin gün ve zaman diliminde tutarsın... Allah randevu vermez, sen ne zaman müsaitsen O müsaittir. :))

merdem
17. July 2013, 05:43 PM
Yaşam kitabından; dünyada bir milyarı geçkin insan aç yani ekmek,temizsu,yiyecek bulamıyor.Ve tefsirciler,hadisciler,kuranı sözde anlayıp bize sunanlar kainat kitabında oruç tutun sevap kazanın diyorlar nasıl bir çelişkidir bu.1milyar insanın yarısından fazlası müslüman ülkelerde yaşıyor.Adam aç aç ama sen kalkıyorsun Allah diyorki diyorsun belli vakitlerde oruç tutki sevap kazanasın.Hadi o aç insana sahur yaptır,iftar yaptırın, ya Allah aşkına o insanlar su bulamıyorlar su.Biz kalkmışısız abdesti,gusülu vs ufak tefek kıl gındap işleri tartışıyoruz arkadaşlar.O insanlar doymadıkça bizlere oruç abdest ve namaz haram haram. Bu böyle biline; Kainatın,
hayatın ve insan kitabı bunu yazıyor.

Neyin Haram olup olmadigini Rabbimiz Kur'an'da acikca bildirmistir.

Iman ettim diyen her mümin üstüne düsen vazifeyi yerine getiriyorsa, orucunu da tutar, abdestini alir, namazini da kilar Yüce Allah'in buyurdugu sekilde.

Dünyada acliklar ölen var diye greve mi girecegiz ibadetlerimizde?

Yoksa aclar doyana kada kimse oruc tutmayacak, abdest alip namaz kilmayacakmi?

Sen, ben, o elimizden geleni yaptigimiz halde aclar azalacagina cogaliyorsa senin benim onun kabahati degil herhalde.

Yardim elini uzatmaktan aciz olanlar düsünsün. Fakiri fukarayi yetimi öksüzü dulu yasliyi hastayi yolcuyu gözetmeyenler düsünsün Din Günü nasil hesap vereceklerini.

Yeryüzünde aclik devam ettigi müddetce oldu olacak dualarimizdan da elimizi cekseydik.

Olmaz Kardesim, ibadet bir bütünlük icinde olmalidir. Oruc tutan fidyesini versin tutmayan vermesin diye de birbirlerini kandirmasinlar.

Akli basinda olgun bir mümin her zaman icin aclari ve her türlü yardima ihtiyaci olanlari gözetmelidir, sadece Ramazan ayi dedikleri bir kac günde degil.

Aksamdan aksama ziyafet cekip te senede bir gün bir aca bir ögün yemek vermekle isler tamamlanmis olsaydi, elin gavuru da ererdi muradina. Onlar hic olmazsa senenin her gününde aktifler.

Hasan Akçay
18. July 2013, 02:46 AM
Ramazan neden 11 gün erken geliyor?

11 gün erken gelme, "dolunaylarin iddeti"nde yok. Çünkü o, Allah’in düzenlemesidir; kusursuzdur.
11 gün erken gelme, "kamerî yil"da oluyor. Çünkü o, kamerî yilcilarin kurgulamasidir; kusurludur.

Bi daha: Kamerî yil onu Islam takvimine yamayanlarin kurgusudur; sanaldir; gerçekte öyle bir yil yok.

Karsilastirmali
dolunay tarihleri

Bkz 1. http://www.timeanddate.com/calendar/moonphases.html?year=2009&n=0
Bkz 2. http://www.islamicfinder.org/dateConversion.php?mode=ger-hij&day=14&month=8&year=622&date_result=1

----------Iddet --- Kamerî yil

2009 --- 07 Tem --- 04 Eyl ---------- (14 Ramazan 1430)
2010 --- 26 Haz --- 24 Agu ---------- (14 Ramazan 1431)
2011 --- 15 Tem -- 13 Agu ---------- (14 Ramazan 1432)
2012 --- 03 Tem --- 02 Agu ---------- (14 Ramazan 1433)
2013 -- 23 Haz ---- 22 Tem ---------- (14 Ramazan 1434)
2014 -- 12 Tem --- 12 Tem ---------- (14 Ramazan 1435)
2015 --- 02 Tem --- 02 Tem --------- (14 Ramazan 1436)
2016 ---19 Tem ----20 Haz ---------- (14 Ramazan 1437)
2017 --- 09 Tem --- 09 Haz ---------- (14 Ramazan 1438)
2018 --- 28 Haz --- 29 May ---------- (14 Ramazan 1439)

2019 --- 16 Tem -- 18 May ---------- (14 Ramazan 1440)
2020 --- 05 Tem --- 07 May ---------- (14 Ramazan 1441)
2021 --- 24 Haz ---- 27 Ni ------------ (14 Ramazan 1442)


Dolunay tarihleri 2014'te örtüsüyor. Tipki duran bir saatin ve çalisan bir saatin gösterdigi vakitler 12 saatte bir nasil örtüsürse. Örtüsme 2015'te de oluyor çünkü 21 Haz-21 Tem arasinda yeterli vakit var.

Ondan sonra…

Iddetin ramazan dolunayi 21 Haz-21 Tem arasinda dogmayi sürdürüyor çünkü 13. ay devreye girip vakti mevsim baglaminda sabitliyor. Allah’in gökleri ve yeri yarattigi gün (9:36) yaptigi düzenleme bu.

Kamerî yilin ramazan dolunayi ise semsî yildan sürekli 11 gün erken geliyor çünkü kamerî yilcilar, YIL 12 DOLUNAYDAN MEYDANA GELSIN DIYE, 13. dolunayi dislayip "nesî"yi otomatige baglamislar.

bartsimpson
18. July 2013, 12:46 PM
Sayın Hasan Akçay o halde şimdiye kadar tutuğumuz ramazan oruçlarının günler ve tutacaklarımız iddet dahilinde olmayanlar hariç yanlış oldu öyle mi?

yani 14 yaşından ber oruç tutarım diyanet takvimine göre hepsi yanlış mı oldu bunlara kaza mı gerekiyor hep.

hepsi bir yana da tüm islam alemi bu derece yanılmışsa vay hallerine vay

ORHAN VELİ
19. July 2013, 02:07 PM
Namazdan abdestten önce o insanlar neden aç bırakılmış onu düşünecek sonra onların yaşamlarını düzeltebilecek,sorunlarını düzeltmek için tartışmalar(hac) yapılacak.Bütün insanlık o açları doyurmak için desteklerini(Salat) verecek bunu yapmak için infak edecekler o sorunu çözecekler bu hem iyi bir amel hemde salihatı işlemek hemde Allahı anmaktır.Taşa,kayaya,puta yönelerek namaz kılmak değildir.Bu Allahı anmak değildir.Asıl amel ibadet ve namaz(salat) yukarıdaki sorunları çözmektir.

merdem
19. July 2013, 09:01 PM
Hasan kardesim,

Tipki örnegin Muhammed nebinin dogum günü gibi. 20 Nisan 571. Bu "kutlu dogum" günü

yazmissiniz, rivayetlere bakilacak olursa halife Ömer Son Elcinin dogum gününü kesin olarak bilemediginden müslümanlarin takviminde hicretin tarihini almis baslangic olarak.

Bu dogum günü nereden cikti tam olarak? Ulema birligi ilemi karar mi verilmis nedir bu ? Yoksa hicri takvimi de gönüllere göre mi ayarlamislar zamaninda?

merdem
19. July 2013, 09:37 PM
Bu nu http://gercek-islam.com/forum/index.php?topic=23.15 da yakaladim:


2:183 Ey güvenen/güven sağlayan kişiler; Siyam, takva sahibi olabilesiniz/kendinizle kötülükler arasına engel koyabilesiniz diye, sizden evvelkilere yazıldığı gibi, size de yazıldı.

Siyam’ın amacı insanları takva sahibi yapmak. Onlara, kendileri ile kötülükler arasına engel koyabilme yeteneği vermek. Yani onları eğitmek, yapılandırmak ve disipline etmek.


2:184 Sayılı günlerde "o nedenle sizden her kim hasta olursa veyahut yolculuk üzere olursa diğer günlerden sayısıncadır. Ona/yoksulu yedirmeye gücü yetenler/takati olanlar üzerine ise bir yoksulun yiyeceği fidye vardır. Ve kim gönüllü hayır/iyilik yaparsa bu kendisi için çok hayırlıdır/iyiydir. Ve eğer bilirseniz siyam sizin için hayırlıdır.


Siyam kişiyi takva sahibi yaparak kötülüklerden korur dolayısıyla kişi için hayırlıdır.
Siyam sayılı günlerde yapılır.
Siyam yapan kişi gücü yeterli ise bir yoksulu doyurur.
Kişi hasta veya yolculukta ise siyamı başka günlerde yapar.
Gönüllü iyilik yapanlar bu iyiykleri kendilerine iyilik getirir.

Takva sahibi olabilmenin tek yolu kuranda bizlere verilen ilkeleri öğrenip uygulamaktır. Nefsin zekatını/gelişip serpilmesini sağlamak nefse ilham edilmiş olan fucuru bastırıp takvayı üste çıkarmaktır. Bu da ancak aç kalmakla değil sıkı bir eğitime tabi olmakla mümkündür. O yüzden sıyam süresince yoksullar diğer kişiler tarafından doyurulacak.

2:185 Kur'an, insanoğluna bir rehber, bu rehberliğin apaçık bir delili ve doğruyu yanlıştan ayırt edici bir ölçü olarak ÜZÜNTÜNÜN – DERDIN – ACNIN – IZDIRABIN – FELÂKETIN – SIKINTININ – TEHLİKENİN – ENDİŞENİN – KAYGININ – HUZURSUZLUĞUN – RAHATSIZLIĞIN – (RAMAZIN) BELLİ – AŞİKÂR – APAÇIK - HERKESE AÇIK - ALENİ (ŞEHR) olduğunda indirilmiştir Dolayısıyla içinizden herkim bu apaçık duruma şahit olursa onu savm etsin. Kim de hasta veya yolculukta ise diğer günlerden sayısıncadır. Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. Ve (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve şükretmeniz içindir.

Takva sahibi olabilmek ve kendini kötülüklerden koruyabilme yeteneğini elde edebilmek için doğruyu yanlıştan ayıran ölcütü öğrenmek tüm insanlara yolgösterici delilleri kavrayabilmek gerekir. Bu da işi gücü bırakıp belli ve sayılı günlerde yapılacak yoğun bir çalışmayla olur. (Yemeyi içmeyi bırakarak değil) İşini gücünü bırakıp siyama katılan yoksulları da doyurarak.


Dolayısıyla bizleri takva sahibi yapacak olan siyamı/yapılanma ve disipline olma çalışmasını gerekli hallerde ve gerektiği kadar yaparız. Takva sahibi olmak için gelecek senenin RAMAZAN diye adlandırılmış bir ayını beklemek mecburiyetinde değilim.

Yaşamımızda herhangi bir felaket veya kötü durumla (Ramaz) karşılaştığımızda bu kötü durumu en az zararla başımızdan savmak (savm etmek/ondan uzak durabilmek) için kendimizi ve etrafımızdakileri durumun ehemmiyetine göre bizlerin kararlaştıracağı sayılı günlerde eğitmek ve disipline etmek durumundayız.

2:186 Ve bana ibadet edenler/benim hizmetkarlarım, sana Benden sordukları zaman; biliniz ki şüphesiz Ben çok yakınımdır. Çağıranın çağrısına, çağırısa cevap veririm. Onlar da Bana karşılık versinler ve Bana güvensinler.

galipyetkin
20. July 2013, 12:14 PM
Eh be Merdem!

Nihayet. Önünde sonunda dört dörtlük bir yazı bulmuşsun.

Bu konunun 2. sahifesinde orucun bir aylık müddet içinde bir öğün eksik yiyip de bu öğün bedelinin muhtaçlara verilmesi diye yapılan tarifine biraz da sert bir uslupla karşı çıkmıştım. Çünkü Allah adil bir paylaşımla kimsenin aç kalmayacağını bildirmiş dolayısı ile itidali-kavamı önermiş ve infak kurallarını koymuştur. Bu kurallara uyulduğunda bir öğün oruç tutulup bunun bedelinin muhtaçlara dağıtılması aldatmacadan, ağıza bal çalmaktan başka bir şey değildir... İnfak kurallarına aykırılıktır, dine yeni kural koymaktır.
Oruçtan maksat ayette belirtildiği gibi TAKVA sahibi olmaktır.

Nedir Takva? Hakkı Yılmaz'dan okuyalım:"TAKVA (cennetin bedeli) (Allah korkusu) (haşyetüllah) (eğitimde korku) 19.02.2006
TAKVÂ


"التقوى Takvâ'nın sözcük anlamı:

‘Takvâ' sözcüğünün aslı, ‘وقاية vikâye', ‘ توقيةtevkiye', ‘ وقاءة vikâe ' köklerinden türemiş olan " وقيvekâ' fiilidir.
Bu fiilin sözlük anlamı, ‘Bir şeyi korumak, himaye etmek. zarar vericek şeylerden çekinmek, bir şeyi başka bir şeyle bir tehlikeye karşı korumaya almak' demektir. Öz olarak ifade edersek, ‘zararlı şey ile kendi arasına bir engel koymak' tır.

Bunun Kur'ân'daki örnekleri:

İnsan suresi âyet 10, 11:

"Evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde, Rabbimizden korkarız.
Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur (فوقاهم fevegâhüm); onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, ..."
Tahrim suresi âyet 6:

"Ey mü'minler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve taşlar olacak bir Ateş'ten koruyun (قوا Gû). ......"

Teğâbün suresi âyet 16:

"Gücünüz yettiğince Allah'tan sakının ( اتقوا ittegû) ve buyruklarını dinleyin, boyun eğin; mallarınızdan, kendinizin iyiliğine olarak bağışlayın. Kim, benliğinin açgözlülüğünden korunursa ( يوق Yûga) işte, başarıya ulaşanlar, ancak onlardır."



‘Vekâ' fiilinin mezidatından olan ‘اتّقاء ittikâ' ise sözlükte; ‘Korumayı kabul etmek' demektir. Başka bir ifadeyle: Acı ve zarar verecek şeyden sakınıp kendini korumaya almak, sakınmak demektir. Biz bu ifadeyi kısaca "sakınmak" olarak ifade edeceğiz.
Kur'ân'dan örnekler:

Haşr suresi âyet 18, 19 :

Ey inananlar! Allah'tan sakının ( اتّقوا ittegû); herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Ve Allah'tan sakının ( اتقوا ittegû). Evet, Allah, işlediklerinizden haberdardır.
Ve Allah'ı unutan kimseler gibi olmayın: Allah, onları kendilerine unutturur. İşte onlar, yoldan çıkmış kimselerdir."


Âl-i Imran suresi âyet 131:

"Ve inkarcılar için hazırlanmış Ateş'ten sakının (اتقوا ittegû)."
Bakara suresi âyet 24:

"Sonra, eğer bunu yapamazsanız -ki asla yapamayacaksınız,- öyleyse inkarcılar için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan Ateş'ten sakının (اتقوا ittegû)."


Ve daha bir çok âyette bu ifadeyi görürüz.

‘Takvâ' sözcüğü, ittikâ' sözcüğünün ismidir. Sözlük anlamı olarak, "kuvvetli himayeye girmek, korunmak, kendisini koruma altına almak" demektir.
متّقى Mütteki' sözcüğü ise, ittikâ eden, takvâ sahibi olan, takvalı davranan, koruma altına giren kimse" demektir. Çoğulu ‘ متّقون müttekûn'olarak gelir. Cümledeki yerine göre (mensup veya mecrur olduğu durumlarda) " متّقين müttekîn" şeklini de alır.



Kavram olarak takvâ:

Kur'ân'ı kerimde yer alan ‘takvâ' ve ‘ittikâ' sözcükleri incelendiğinde, bu sözcüklerin tümünün sözlük anlamına yakın manalarda kullanıldığını ve sözlük anlamı ekseninde kavramlaştığını görürüz.

Takvâ sözcüğü tamamen korkmak anlamında değildir. ‘Takvâ' sözcüğünün anlamında ‘korku' ve ‘korkmak' unsurları da olmasına rağmen, ‘takvâ' tek başına korku olayı değildir. Tamamen korku olmadığı gibi korku anlamından tamamen uzak da değildir. Ki bunu "kişinin, kendini korktuğu şeylerden koruması" olarak ifade edebiliriz. Arapça'da korku ve korkmak anlamı ‘ خوف havf', حزر hazer', ‘ خشية haşyet', ‘ اشفاق işfâk', ‘ رهبة rehbet', ve ‘ وجل vecel' gibi sözcüklerle ifade edilir. Bu sözcükler tefsir ve meallerde eşanlamlı sözcükler olarak ele alınsa da aslında birbirinden anlamca farklıdırlar. Bu incelik ayırt edilmediğinden bu konuda çok hata yapılmaktadır. Bir çok meal ve tefsir takvâ ve ittikâ sözcüklerini sadece "korkmak" anlamıyla açıklamıştır. Halbuki korku anlamına olan haşyet ile ittikâ bir âyeti celilede ayrı sözcüklerle ifade edilmiştir.

Nur suresi âyet 52:

"Ve kim Allah'a ve Elçi'sine boyun eğer, Allah'tan korkar ( يخشى الله yehşallaâhe) ve ondan sakınırsa ( و يتقه ve yetteghi), işte başarıya ulaşanlar, onlardır."

İnsan suresi âyet 10, 11:

"Evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde, Rabbimizden korkarız ( انا نخاف من ربنا İnnâ nehâfü min rabbina).
Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur ( فوقاهم fevegâhüm); onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, ..."

İnsanın fıtratında korku ve ümit duyguları vardır. İnsan, bazı şeyler karşısında aciz kalır, ondan korkar ve sığınılacak bir kucak arar. Bu korku ve ümit çizgisi, onun çalışmalarına ve hayatına yön verir. Bu duygular onu hayata bağlar.
Kur'ân, insandaki bu yaratılışı göz önünde bulundurur. Ondaki bütün lüzumsuz korkuları ayıklar, korkulması gereken yerden korkmayı, ümit edilmesi gereken şeyi ümit etmeyi ona öğretir.
İnsandaki korku hissi iyi yönlendirilmezse veya asıl korkulması gereken makam olan Allah'tan hakkıyla korkulmazsa; insanın hayatındaki denge bozulduğu gibi, bir sürü sahte otoritenin önünde boyun eğmek zorunda kalır. İnsan tarih boyunca böylesine lüzumsuz korkular yüzünden sayısız tanrı edinmiştir. Doğa güçlerinden korkmuş, ateşi, gökleri, karanlıkları ilah edinmiş; Firavunlardan ve diktatörlerden korkmuş, onları ilah edinmiş; açlıktan korkmuş, ekmek ve maaş verenleri ilah edinmiş; yalnızlık ve sahipsizlikten korkmuş, putları veya başka şeyleri ilah edinmiştir. Bu lüzumsuz korkular yüzünden insanoğlu, sığınılacak kucaklar aramış, ancak çoğu zaman, sığındığı kucaklar kendisi için tehlikeli ve zararlı olmuştur.
Kur'ân, insan yaratılışındaki korku ve ümit duygularını yine fıtrata en uygun bir biçimde değerlendiriyor. Bu duyguları kulluk faaliyeti çerçevesinde, insana en faydalı bir şekilde yönlendiriyor. Asıl korkulması gereken makamı gösteriyor.
Takvâ, korku duygusunu içerisine alan bir çekinmenin, bir korunmanın ve bir saygının ahlak ve ibadet olarak gösterilmesidir. İslâm, insandaki bu korku ve ümit duygusunu işleterek, bu duyguların övülen bir sıfat haline gelmesini sağlıyor. Kur'ân, insandaki sıradan korku ve sığınma hissini geliştirerek, kişinin manevi olarak yücelmesinin yolunu açıyor. Evet takvâ duygusu, sıradan bir korku değil, belki yaratılıştaki korkunun düzene konularak, bir korunma ahlakı, bir yücelme faaliyeti, bir sorumluluk bilinci haline getirilmesidir.
En geniş ve kapsamlı koruma Allah'ın korumasıdır. Allah'ın rahmet sıfatı bütün yaratılmışları korur. Ancak insan, kendi isteği ile kendine zarar veren şeylerden Allah'ın korumasını ister, ya da işlediği fiillerin kötü karşılığı hakkında Allah'tan korkar. Buradaki koruma isteği daha çok, yapılan amellerin sonuçlarından dolayı duyulan bir korkudur.
Özetlersek: ‘Takvâ', insanın kendisini Allah'ın koruması altına koyarak ahirette zarar ve acı verecek şeylerden sakınması, ya da günahlardan uzak durması ve iyiliklere sarılmasıdır.
‘Takvâ'nın bir çok tanımı yapılmaktadır. Bu çeşitli tanımlar arasında bir çelişki yoktur. Hepsi de aynı anlamı değişik kelime ve ifadelerle anlatmaktadır.
Söz gelimi ‘takvâ'yı, ‘Allah'ın emrettiklerini yapmak, yasaklarından kaçmak' diye tarif edenler olduğu gibi; ‘yapılması günah olanı yapmaktan, terk edilmesi günah olanı terk etmemekten çekinmektir.', ‘Allah'ın cezalandırmasından korkarak, O'nun verdiği bir nur ile O'na itaat etmektir', ‘Allah'ın dışındakileri Allah'a tercih etmektir' şeklinde tanımlayanlar olmuştur.
‘Takvâ'nın türediği ‘veka' fiili ve türevleri Kur'ân'da tam ikiyüzellisekiz yerde geçmektedir. Kur'ân'ın en önemli kavramlarındandır. Takvâ veya ittikâ, kulun, rabbi karşısındaki durumunu en iyi anlatan bir sıfattır. Bir çok âyette insanlara ‘Allah'tan ittikâ edin' denilmektedir. Bir çok peygamber kavimlerini İslâm'a dâvet ederken, ‘Allah'tan ittikâ etmez misiniz? diyerek onları, Allah'tan çekinip O'nun korumasına girmelerini istemişlerdir.
Kur'ân ısrarlı bir şekilde Allah fikrini, yani O'na ait ulûhiyyeti gündeme getirir. Zaten insan için en önemli olay, yaratılışın sebebi, yaratıcının varlığı ve yaratılan insanın bir yaratıcı karşısındaki durumudur. İnsan, öncelikli olarak kendini var edeni tanımak ve O'nun razı olacağı bir hayatı yaşamaktan sorumludur. Hayatın ve nimetlerin sahibi olan Allah, en sonunda bütün insanları ölümle beraber kendisine döndürüyor. Bu bakımdan insan başıboş değildir ve hayatının hesabını vermek üzere ölecektir. Kur'ân, alemlerin Rabbi Allah'ı bütün sıfatlarıyla, O'na ait en üstün yücelik ve makamlar ile tanıtıyor. Sonra da insanın bu yücelik karşısında kendisine çeki düzen vermesini, kendini iyi amellerle korumaya almasını tavsiye ediyor.
İnsan, her halde kendinden yüce gördüğü ve bir makam sahibi kimselerin önünde kötü ve çirkin iş yapmaktan çekinir. Bu çirkin işleri daha çok gizli yapmak ister. Allah'a kuvvetli bir imanla bağlanan kimse; O'nun her yerde kendisini gördüğünü bilen, yaptığı her şeyin kayıt altına alındığının şuurunda olan bir kişi, şüphesiz kendine çeki düzen verir. Allah'ın yüce makamı karşısında çekinir, yaptığı hatalardan dolayı da O'na sığınır.
Demek oluyor ki takvâ, iman ve onun yansımasıdır. İbadet, takvânın kendisi değil, fakat takvâya ileten davranışlardır. İbadet, ilahi emir ve yasakları yerine getirmek, takvâ ise zarar verecek davranışlardan sakınmaktır.
İnsan takvâya yaklaştıkça, "ihsan" derecesine ulaşır. İhsan'ın, Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etmek olduğunu biliyoruz. Allah cc. de Muhsinler ile beraberdir.

Nahl suresi âyet 128:

"Evet, Allah, takvâlı davrananlar ve iyilerle birliktedir."

Tevbe suresi âyet 123:

"Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkarcılarla savaşın ve sizde bir sertlik bulsunlar. Ve bilin ki, evet, Allah, takvâlılarla birliktedir."

Konumuz içerisindeki âyetlerden özetlersek göreceksiniz ki TAKVA:
İman etmek, şirkten uzak durmak, Allah'ı unutmamak, Allah ve Rasülü'ne boyun eğmek, inkarcılarla mücadele etmek, bollukta-darlıkta sahip olunan mallardan bağışta bulunmak, namaz kılmak, zekat vermek, verilmiş sözlerde durmak, sıkıntılara sabretmek, açgözlü olmamak, anaya-babaya iyi davranmak, hiçbir zaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak, tevbe etmek, yanlışlarda ısrar etmemek, yaptıklarının affını dilemek, öfkeye sahip olmamak, başkalarını bağışlamak, adaletli olmak ve adaleti ayakta tutmaya gayret etmektir.
Yani kısacası SORUMLULUK SAHİBİ OLMAKtır.
Bu özellikleri taşıyanlara da MÜTTEKİ deriz."

*********************



Ayette, bize yazıldığı gibi eskilere de yazıldığı belirtildiğine göre nedir bu yazılanlar? Bunu Peygamber İşea'dan alıntılayalım:
"Bunu öğrenmek için İşaya peygamberin kitabının 58. Babında, buna ilişkin açıklamalar vardır. Bu Babın 1 ila 8. ayetleri arasında bu konu yer almaktadır. Şöyle ki;

“Yüksek sesle çağır. Esirgeme sesini. Boru gibi yükselt ve Yakup evine SUÇLARINI BİLDİR “

“Hâlbuki her gün beni arıyorlar. Ve yollarını bilmekten hoşlanıyorlar. ADALET ETMİŞ ve Allah’ın hükümlerini bırakmamış bir millet gibi, benden doğru hükümler soruyorlar. Allah’a yaklaşmaktan hoşlanıyorlar “

“Niçin oruç tuttukta görmüyorsun, canımızı( nefsimizi) alçalttıkta bilmiyorsun diyorlar”

Dualarının kabul olmama sebebi adalete yeteri kadar önem vermemeleridir. Hakkını tam ödemeden ve insanların rahat bir geçimli olacak miktarın altında ücret ödeyip artık değerlere el koydukları için Maun suresinde açıklanan dua(Salâtın bu anlamına göre namazı anlayan) ile yetinip namazı “dosdoğru” kıldığını zannedenler, İnsanların kendi işlerini görmeleri için onları üretim aracı sahibi yapacak sosyal hukuk devletini ihmal etmişler ki, bol işsiz bulunsun da bizim işyerlerimizde ucuz çalışsınlar diyor. Yani tam bir feodalist, liberalist ve kapitalist ruhlu insanlar. Adalet ve rahmetten uzak bir merasimsel din üzerindeler. Şimdi bu hal üzerinde olan ve başkasının iyiliğini kendisiyle eşit bir düzeyde tutmayan sözde müminlere selam ona İşaya dualarının kabul olmama sebebini adaletsiz ve merhametsizliklerine getirerek şöyle cevaplıyor. Yani Allah’ın vahyedilen bir ayetini onlara okuyor.

“İşte siz orucunuz gününde işiniz peşindesiniz(şahsi işlerinizi kovalıyorsunuz, ferdiyetçi bir toplumsunuz) bütün işçilerinizi sıkıştırırsınız.( haklarını kıst üzere ödememelerine rağmen, verimi arttırmak ve çok kâr etmek için) “

Onlar günlük bildiğimiz orucu da, riyakârlıkla tutuyorlar. Bilinçsiz halk yığınları onları dindar zannetsin de sömürmeleri, istismarları kolay olsun diye. Yani Allah ile aldatan riyakârlardanlar. Çünkü hak dinin içinden Adalet ve Rahmeti çekip aldığınızda geriye riyakârlık kalır. Bunu da ayet şöyle dile getirir.

“İşte siz kavga ve çekişme için ve kötülük yumruğu ile vurmak için oruç tutuyorsunuz (rekabet ve yarışı bırakmadınız, sureti haktan görünmek, göz boyamak için ) bugün öyle oruç tutmuyorsunuz ki, yüksek yere ( Allah katına) sesinizi işittiresiniz.”

Şimdi oruç ehli olmuş içinden mülkleşme şehvetini atarak Mesihleşmenin(Oruç ehli olmak) şartlarını da şöyle sıralar ayet.

“BENİM SEÇTİĞİM ORUÇ, İNSANIN CANINI ALÇALTACIĞI GÜN (nefsinin kibrini ve hevasını kırmak, Kânit olmak, mütevazı olmak…) böyle mi olur. Saz gibi başını iğmek ve altına çul ve kül sermek mi? Buna mı oruç, Rabbe makbul gün diyorsunuz?”

Yaşamınızla kibirliler gibi(Firavun) bir hayat sürüyorsunuz, sayılı günlerde sanki kalben tevazu sahibi gibi çullara bürünmek midir tevazu. Bu günler bitince elinizi sıcak sudan soğuk suya sokmayan, insanları köle gibi çalıştırıp, altınlarla bezenip villalarda oturuyorsunuz… Bu eleştirilerden sonra Allah tıpkı Bakara 177. ve ayetteki Oruç tanımını ve Araf- 157 ayette ki gibi hak dinin sosyo ekonomik amacını ortaya koyuyor ki, takva ve vera sahipleri dünyevilikten böyle korunurlardı.

“KÖTÜLÜK ZİNCİRİNİ AÇMAK, BOYUNDURUK BAĞLARINI ÇÖZMEK, EZİLMİŞ OLANLARI HÜR OLARAK KOYVERMEK (işçi olarak sıkıştırıp çalıştırmak değil, onları iş sahibi yapmak) VE HER BOYUNDURUĞU KIRMAK. BENİM SEÇTİĞİM ORUÇ BU DEĞİL Mİ? “

“KENDİ EKMEĞİNİ (ihtiyaç içinde iken, dolup taşıp meleleşmeden iysar yapmak) AÇ OLANLA PAYLAŞMAK( zengin olup vardan değil, ancak kendine yetecek kadarken bölüp vermek) YURTSUZ DÜŞKÜNLERİ KENDİ EVİNE GETİRMEK ( yolcu ve yolda kalmışlar) VE ÇIPLAĞI GÖRÜNCE ÜSTÜNÜ ÖRTMEK VE KENDİ ETİNDEN OLANDAN (âdemoğlundan insan cinsinden) KAÇINMAMAK DEĞİLMİ?

İşte böyle yap, Adil ve Rahim ol, bak duan nasıl kabul olur diyor Allah. Yani bunları yapmadan, mescide gelmen ve sinagogda rutin ibadetini yapmak, camide dua anlamındaki namazı kılmak, kilisede dua edip ayin yapmak belli günlerde alışılmış sayılı günlerde ki orucu değildir makbul olan ibadet diyor. Önce Muhsin bir adam ol, başkalarını da kendini sevdiğin kadar sev, kendin patron, onlar ücretli işçi olur şey midir? İmanın şartı olarak hani kendin kadar sevecektin? Sen işçi ol da, o patron olsun bunu sen kabul edebiliyor musun? Böyle sevgi mi olur? Yukarıdakileri Salih amellerin arasına koy ve aksatmadan bir ömür boyu yap, o zaman mescide gel ve bak gör, diyor. Yarayı üstten pansuman niteliğindedir senin bu ayda biraz cömertleşmen diyor aşağıda, yaranın üstten iyi olması geçici tedbir, onun et sürerek yaranın kapanması ise yapılması gereken köklü değişimdir. Hani Erbakan hoca “Pansuman tedbir “ der di ya, işte şimdi Müslüman geçinenin yaptığı iki buçuk zekât, iftar yemeği kömür vererek seçim yatırımları var ya, işte Allah bunları oruç ehli saymaz. Çünkü bu dalalete sapan eski ümmetlerin hileli dini amel tavırlarıdır. Herkesin istisnasız ve rahatça maişetini sağlayacağı iş sahibi yapılması, iş sahibi yapılamayanlara da iş sahibi yaptıklarınla eşit maişet vermendir asıl Muhsin yönetim. İşte bu Bakara–219/2 ayetin emri olan artanla herkesin insan gibi infak emrine uymak. Allah ve şöyle diyor;

“O zaman ışığın tan gibi doğar, yaran çabuk et sürer. Ve senin önünde kendi salahın yürür. Rabbin izzeti dindarın olur. O zaman imdada çağıracaksın ve Rabb cevap verecek. Feryat edeceksin, işte ben buradayım diyecek.”

Ve yine ihsan etmekle ilgili tembihat yapılıyor;

“Eğer boyunduruğu ( başkasının emeğini sömürmeyi) parmak uzatmayı ve fesat söylemeyi ortanızdan kaldırırsan ve canın çektiği şeyi aç olana verirsen( İysar yaparsan veya çok arzu ettiğini, öyle eskisini bayatını sıradan olanını değil, iştah kabartanını) ve alçaltılmış canı (hakir görülenleri) doyurursan, (onları kendini besler ve ayakta durur hale getirirsen) o zaman karanlık içinde ışığın doğacak, koyu KARANLIĞIN ÖĞLE VAKTİ GİBİ OLACAK…”

Sen böyle yapınca, o eski harabeler, yani eski muttakilerin yaşam biçimleri tekrar gündeme gelecek, gerçek mescitler, manastırlar, havralar tam manası ile orijinal şekline ve işlevine bürünecek. Böylece toplumdan gedikler (imtiyazlar) kalkacak, insanlar arası ekonomik farklılık ortadan kalkacak(Bkz. Nahl–71). Nifak kalmayacak ve çukurlar herkesin maişetini kazanması ile bütün yer çukursuz olacak. Bu infaktır. Tam bir infak olmayan yerde nifak vardır. O toplum münafıktır. Eğer böyle yaparsan sana münafık ve ikiyüzlü denmeyecek(Bkz. Maun suresi). Şöyle denecek. Bab 58 Ayet 12 de şöyle denilir,

“Ve senden çıkacak olan eski harabeleri bina edecekler ; çok nesillerin temellerini dikeceksin.,. VE SANA GEDİK KAPATAN MEMLEKETTE OTURULSUN DİYE YOLLARI ESKİ HALİNE KOYAN DENİLECEK “

Kudüs'ü, Mekke’yi ve benzeri kurumları ziyaret yeri değil, oraları devamlı oturulan ve Takva üzere yaşanan yerler haline çevirip, eski sosyo ekonomik işlevini kazandıracaksın...... deniliyor. Kutsal topraklar uyutmacası'ndan dönüp, kutsal olanın ise, yaşam biçimi ve sistemleşme olduğunu izhar edeceksin diyor. Din edebiyatında buna “eskilerin iyi işleri” denilir(Bkz.Meâsır)

Kanımca İşaya peygamberden yapılan alıntı ile yeteri kadar bilgi edinilmiştir. İnsanların fıska karşı meyilleri ve Adaletten, Merhametten uzaklaştıklarını gördük. Hak din sosyo ekonomi politiğin de nasıl bir sapma ve tersine çevirmenin oluştuğunu izleyerek gördük.Hele, İşaya’nın Oruç tanımlaması eşsiz bir değerde ve Kuran hakikati ile bire bir örtüşmektedir.. Ne yazık ki, İsrail oğullarının yalancı öğütçü aradıkları gibi, diğer kitap ehli milletler de öyle yaptılar. İçinden gerçek şeraiti( sosyo ekonomi politiği) çıkartılıp, adeta posası kalan sözde dinler halen yürürlüktedir.



Ahdi-Atiyk(tevrat) külliyatından İşaya ve Yeramya çıkartıldıktan sonra, geriye pek dişe dokunur şeyler kalmaz. İsterdim ki, İşaya kitabının doyurucu Hakk din iman ve şeraiti konusunda ciltler dolusu şerh ve yorum yapmayı. Ama sadece oruç konusundaki doğru tanımı, onun Birr olarak tanımlaması her şeyi anlatmaya yeter. Birr’in Hak şeriatın ta kendisi olduğu, salih amel ve takvaya dayalı dinin (Hakk dinin) mihenk taşı olduğu yolundaki doğru beyanı, aklı başında her insan için yeter de artar bile.

Selam ona İşaya, Allah’a iman ve Allah’tan emin olmanın dışa yansımasını ister. Bu yansıma ise, onun sözlerinin tutulmasıyla görünür hale gelir. İman’ın yerleştiğinin göstergesinin dua ve ayin cinsinden yapılan ve kısaca anma diyebileceğimiz şekli hürmet göstermenin kâfi olmadığını, Adalet ve rahmeti yaşam biçimi yaparak, onun şeraitinin kişide görünür hale gelmesini ölçü alır. Doğrusu da budur. Özü sözü bir olanlar ve ahdine vefalı olanlar da bunlardır(Bkz. Bakara–177). Somut misal verirsek şöyledir. Bir İnsanın çokça Kiliseye, sinagoga, camiye giderek, merasim, ayin, dua yapmasını değil, onun güzel ahlakın bütün unsurlarını yaşamına yansıtmasını ölçü alır. Çünkü Şeriat budur. Allah güzeldir güzeli sever. Allah güzel ahlaklıdır. Güzel ahlaklıları sever. Güzel ahlak ise, Birr kavramında toplanmıştır. İnsanın, Allah Ahlakı ile Ahlaklanmasıdır. Allah’a hürmette samimiyet ve riyakâr olmamak da budur. Şeriat olarak Allah bunu göndermiştir. Allah dille övülmeye muhtaç değildir. Çok daha önemli olan, Allah’la övünmektir. Onun göstergesi de, temeli Adalet ve rahmet olan erdemli işlerdir. Onun vahyini adalet ve rahmete aykırı yorumlamaktan şiddetle kaçınmaktır Allah ile övünmek. Buna Salih amel denilir. Bu, insana, önceki hatalı değerleri ölçü yapıldığında, bir külfet gibi gelse de, yeni ahlak ve şeriat ölçülerine göre mutluluk olarak algılanmaktadır. Çünkü adalet ve doğruluğu şiar edinmiş birisi Allah emirlerinin adalet, Rahmet ve “SELAM” olduğunu idrak edince sevgisi kat kat artar. Bunu selam ona Davut mezmurlarında da görürüz.. Sevgiye dayalı makbul iman da budur.

Allah’a teslim olup, onun ölçülerine göre yaşamak ve bu Hakk yola teslim olmak ve onunla mesrur olmak, Allah ve onun emirlerinden mutmain olmaktır. Bu, imanın en üst düzeyidir. İnsan Allah’tan razı, Allah insandan razı. İşaya bunu otaya koymakta ve gelenekçilerin, ne imanın da, ne de amelinde bu hallerin dışa yansımamasından, bu güzel ahlaktan nasipleri olmayışından, adaletin ta kendisi olan Allah şeriatını umursamamaktan yakınmaktadır. Yani derdi, riyakârlardan, münafıklardandır. Buna karşı olan, tabi ki fasıklara da karşıdır. Ama münafıklık Fasıklıktan kötüdür. Çünkü fasık, insanların eğri yolunu “doğru budur, Hak budur” diyerek çarpıtmaz. İnsanlar hakkı adaleti aramaya devam ederler. Ama riyakâr ve münafık, salah budur der. İnsan da bunun Allah yolu olduğunu zanneder. Oysa onu insan ağzı söylemiş, insan yolu yapmıştır.

İşaya'nın ,şirkten ve açık put tapımından çokça bahsetmemesini,o zamanda bunların az da olsa olmadığına kimse yormasın. Elbette ki vardı. Nefsini İlah yapan her insan, açık veya gizli puta tapmaktadır. İşaya ise, gizli putperestler olan kibirliler le uğraşmaktadır. Tabi ki, bunların fikrî alt yapısını yanlış olarak dolduran sahte peygamberler de vardır. Çünkü, mülkleşmek ve biriktirerek infak etmemek, bir gizli putperestliktir. Tamahkarlığın putperestlik olduğunu Yakup mektuplarında da görürüz. Nefsini İlahlaştırmak açısından da bir şirktir. Kendisini aziz yapmak istemektedir.

İşaya'nın kitabı, Allah’la övünmek, onunla mutmain olmak ve onun hak şeriatından son derece memnun olarak Allah’a teslim olmayı, SİLM içinde yaşamayı külfet değil, nimet bilip onunla sevinmeyi çok veciz sözle ortaya koyarken, şeksiz, şüphesiz, şartsız koşulsuz kendisini Allah’ın emin ellerine bırakmak anlamına gelen İslam’la sevinmeyi ayetle ortaya koyar. Böylece Yeru-Silim kavramını da, bizim etimolojik analizle ortaya koyduğumuz güzellik ve berraklıkla ortaya koyar. Bunu, gerçek oruç açıklanırken 58. Bab ta geçen 14. ayeti hatırlatarak verelim ki, insicam devam etsin. Sözümüzü 65. Babın 18. ayeti ile bitirelim. Önce bu ayet;

“O zaman zevkini Rabb’de bulursun…”

Şimdi Bab 65 ve ayet 18;

“Ancak yaratmakta olduğumla MESRUR olacaksınız. Ve ebediyen sevinçle coşacaksınız. Ben sevinç olarak Yeruşilim(Yeru-Silim) ve meserret olarak onun kavmini yaratacağım “

Bu ise Maide–54 ayette bahsedilen özü sözü bir gerçek müminlerdir ki, Enbiya–105 de ve Kasas–5 ayette Allah vadi olan sınıfsız ve mutlak eşitlikçi toplumdur. Bu münafıkların son kuşağı inşallah yakında sona erecek, Allah ile aldatıp tâğutu hakem yapmaya kadar vardıran ikiyüzlülerin sonu inşallah bu asır çıkmadan gelir. Biz de beraberce bunu bekleyelim.


Bunun neticesi olarak: ORUÇLU OLMAK VE ORUCU İDRAK ETMENİN ÖNEMİ:

Oruçlu olma durumuna genel olarak perhiz yapmak diyerek tefekküre başlayalım. Sonra amaç ve ibadet açısından bu perhizin biraz tekamül etmiş şekli olan bedenin ve nefsin aç bırakılması pratiğinin yapıldığı Savm tipi olan rutin Müslüman orucu gelmektedir sırada. Benlik ve bencilliğin terki yolunda iyi ahlak kazanmaya yöneliktir. Sonra oruç(savm) kavram ve kumrunu tam idrak ederek oruçlu olmayı hak şeraite(sosyo ekonomi politiğe) minhac(yol,yordam) olarak yansıtarak yaşama kemal safhası gelir son sırada. Bir imsi de Mesih olan bu oruçlu olma hali zühd, takva ve verânın birey düzeyinden yükseltilerek, toplumculuk ve pozitif zühd olan başta devletçilik ve salavat(Havra) samimi dostluk ve muttakiler kollektivizmine kadar yükseltilerek ideal olana varmak ve bu tür Salât ve bu tür oruca sabretmektir.. Demek ki, bedeni aç bırakmak şeklinde yerine getirilen şekline Himyeri perhizi demekteyiz. Beden sağlığı açısından çoğunlukla yerine getirilen ibadet, Allah rızası gibi niyetleri pek içerdiği söylenemeyen amacı ve aracı başka olan bedeni zayıflatmak oruç tipi hak dinle çok da alakası olmayan diyet türüdür. Ortak noktalırı ise harareti düşürmektir. En basiti olan Himyeri perhizi vücuda giren kalori miktarını düşürerek harareti(Ramadan) düşürmektir. Bunun dahi faydasız bir şey olduğu söylenemez. Çünkü Resul ve Nebilerin oburlar gibi yiyip içmediğini, yemekten doymadan kalktıkları biliriz. Az yemenin nefsi zaptetme açısından faydasız olduğunu kimse söyleyemez. Kaldı ki, harcayabileceği kalorinin üzerinde kalori almak ve bunu faydasız yağlara çevirmek, iliklerini semirtmek israf olduğu için de dinen güzel sayılmayan şeylerdendir. Açlığını giderecek kadar rızka sahip olmayan ve olamayan çok sayıda insan varken, bunlar bilinirken, tıkabasa ve çeşitli nimetlerle şişinceye kadar doymak dini terimiyle gadretmektir(Toplumda geçim sıkıntısı çekenler varken, refah içinde yaşamayı içine sindiren ferdiyetçilik vebası).



Himyeri perhizden sonra sırada gelen ve ibadet amacı taşıyan Müslüman’ın bir ay süresince hem bedenin açlığına hem nefsin hevâsına direnerek kendi tutması pratiğidir. Nitelik ve faydaların binlerce hadisten idrak ettiğimiz bu oruç tipi vasat bir oruç tipidir. Onun tekamülü ise Mesih kavramıyla kısaca ifade edilen, hakiki havra, manastır ve tekke insanının işlerini birleştirmesi, ortaklaşa yaşaması samimi dostlar(Sıdk, sadakat, sıdık…) sistemidir. Bunun en mükemmeli ise mülkte iştirak halinde bulunmaktır. Hararetten tamamen böyle kurtulunur. Hararetle yaşamak Beyt ehli olmayı ret edip, Ebna-ı Ahrar(Farmason) gibi hararet içinde yaşamaktır. Özelleştirmeciler bu yolu seçenlerdir. Bunlar boşuna ramazan orucu tutmasınlar.Yani dalalet yolu olan özelleştirmelerden vazgeçip, milli servetin savm(oruç) kökünden gelen Savm’a (manastır silosu) kamusal mülkiyetinde( Beyt-Ül Mal) birikmesi, kul haklarının zimmetinde tutarak semirmiş özel girişimcileri olmayan, yöneticileri babalar gibi tüyü bitmemiş yetimlerin mallarını satmayan, münafıkların mütedeyyin zannedilmediği hikmetli ve basiretli müminlerinin bulunduğu ideal bir sistemdir. Zaten İdeal oruç Bakara suresinin onunla ilgili faslının en önemli ayetlerinden birisi olan ve takvanın tanımında yapıldığı Bakara 177. ayettir. Kamil manada Oruç takva üzere yaşamaktır. Bu ayet ise, takvanın toplumculuk sistemlerinde bulunduğunu bize haber verir. Sonra Allah peygamberlerinden selam ona İşeya peygamberde orucu böyle tanımlamıştır. Yani ona orucun tanımı bu şekilde vahyedilmiştir. Duaların kabul olmasına vesile olacak oruç tipi özelleştirmelerden dönülüp, devletçiliğin yeniden ihya edilmesi ve hatta onun ötesine geçerek Umru( Manastır: Gerçek umre budur) ve havra iştirak halinde mülke tasarruf etme sistemine dönülerek iki yüzlülerin iktidardan uzaklaştırılmasını akıl edecek kadar imandan nasibi olanların kuracakları İslâm’i ve insani sistemin minhacıdır. Şimdi lafı daha uzatmadan, Bakara suresinde Birr kavram ve kurumuyla özdeş olan oruç tanımını hatırlatalım. Sonra Eski Ahit peygamberlerinden olan İşeya’nın oruç tanımını hatırlatarak, takdiri inananlara bırakalım. Belki sözümüz fayda verir de gelecek ramazanlarda bu oruçla birlikte bütün hayat boyu oruçlu sayılan toplumcu sistemlerin kurulmasına vesile olur.



“Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır”.(Bakara-174)



“Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar!”(Bakara-175)



”O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir”.(Bakara-176)



“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakîler ancak onlardır!”(Bakara-177)



Genel anlamda Mesih anlamına gelen vera içinde bir ömür yaşamak minhacın havra-manastır mescid el Haram üzere olduğu şeklinde hak din sosyo ekonomi politiğinin ezelden beri tebliğ edilen hak yol olduğunu, bunda ihtilafa düşenler ve dalalete sapanlar anti kollektivist yolları tercin ederek atalarının dinine uyduklarını bize haber veren takva, zühd, vera üzere yaşama şeklindeki orucu aşağıda ki ayet vurgular. Ayet zaten korunma, takva yolu olarak bunun hususiyetini belirtir.



“Ey iman edenler! Savm(Oruç) sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.”(Bakara-183)



Şimdi tuttuğumuz orucu, yani belli ve belirli günlerde tutulan bu vasat orucu da 184. ayette niteliğini vurgulayarak rabbimiz şöyle belirtir.



“Sayılı günlerde olmak üzere ifa edilen oruca gelence. Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa diğer günlerde kaza eder. Savm(Oruç)tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz Oruç( Savm-savma) tutmanız sizin için daha hayırlıdır”.(Bakara-184)



İslam aleminin perişanlığı ve dünyanın adalet ve merhametten uzak bir kaos durumunda bulunmasının sebebini Bakara 174. ayette bize anlatılmıştır. Gerçekten de bunun içeriğini bilen din bilginleri niçin demezler ki, bu orucunuza devam edin. Bakara 184. ayet bunu bırakmamızı değil, devam etmenizi emretmektedir. Ama Bakara 183. ayette bize bildirilen Salât-Salâvat içersinde yaşamanın gerekliği, ulusal değerlerin müşterek savma(silo, Beyt ül mal, müşterek hazine…) orucu mükemmelleştirmenin yolunun ezileni olduğunu açıklamaları gerekir. Bu oruçlu olma hali, sömüreni bulunmayan bir haktanır toplum oluşturmayı hedefleyerek yaşam biçiminin veraya göre oluşmasını ve minhacın bunun üzerine oturtulmasının ezelden beri emredildiğini bakara 183. ayete insanların dikkatini niçin çekmezler. Nitekim, bu tür orucu tutmayanları bakınız neredeyse üç bin yıla yaklaşan bir zaman önce ayet nasıl kınamaktadır. Hangi orucun kâmil mânâda olduğunu ve en makbulü olduğunu İşeya peygambere Allah söyler. O da, gerçeği diğerleri gibi gizlemeden, halkın tehdidinden de kınamasından da korkmayarak ikiyüzlülerin suçlarını yüzlerine vurur.

Şu anlatılanlara göre nedir oruç?

Sonraki yazımda da Bakara 184. ayette geçen "fidye" kavramına değineceğim.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Hasan Akçay
20. July 2013, 12:51 PM
2010 ile 2033 arasindaki dolunay iddetleri.

01.26Ha2010-26Te-24Ag-23Ey-23Ek-21Ka-21Ar-19 Oc 2011-18Su-19Ma-18Ni-17Ma-15Ha
02.15Te 2011-13Ag-12Ey-12Ek-10Ka-10Ar-09 Oc 2012-07Su-08Ma-06Ni-06Ma-04Ha
03.03Te 2012-02Ag-31Ag-30Ey-29Ek-28Ka-28Ar-27 Oc 2013-25Su-27Ma-25Ni-25Ma
04.23Ha 2013-22Te-21Ag-19Ey-18Ek-17Ka-17Ar-16 Oc 2014-14Su-16Ma-15Ni-14Ma-13Ha
05.12Te 2014-10Ag-09Ey-08Ek-06Ka-06Ar-05 Oc 2015-03Su-05Ma-04Ni-04Ma-02Ha
06.02Te 2015-31Te-29Ag-28Ey-27Ek-25Ka-25Ar-24 Oc 2016-22Su-23Ma-22Ni-21Ma-20Ha
07.19Te 2016-18Ag-16Ey-16Ek-14Ka-14Ar-12 Oc 2017-11Su-12Ma-11Ni-10Ma-09Ha
08.09Te 2017-07Ag-06Ey-05Ek-04Ka-03Ar-02 Oc 2018-31 Oc-02Ma-31Ma-30Ni-29Ma
09.28Ha 2018-27Te-26Ag-25Ey-24Ek-23Ka-22Ar-21 Oc 2019-19Su-21Ma-19Ni-18Ma-17Ha
10.16Te 2019-15Ag-14Ey-13Ek-12Ka-12Ar-10 Oc 2020-09Su-09Ma-08Ni-07Ma-05Ha
11.05Te 2020-03Ag-02Ey-01Ek-31Ek-30Ka-30Ar-28 Oc 2021-27Su-28Ma-27Ni-26Ma
12.24Ha 2021-24Te-22Ag-20Ey-20Ek-19Ka-19Ar-17 Oc 2022-16Su-18Ma-16Ni-16Ma-14Ha
13.13Te 2022-12Ag-10Ey-09Ek-08Ka-08Ar-06 Oc 2023-05Su-07Ma-06Ni-05Ma-04Ha
14.03Te 2023-01Ag-31Ag-29Ey-28Ek-27Ka-27Ar-25 Oc 2024-24Su-25Ma-23Ni-23Ma
15.22Ha 2024-21Te-19Ag-18Ey-17Ek-15Ka-15Ar-13 Oc 2025-12Su-14Ma-13Ni-12Ma-11Ha
16.10Te 2025-09Ag-07Ey-07Ek-05Ka-04Ar-03 Oc 2026-01Su-03Mar-02Ni-1Ma-31Ma
17.29Ha 2026-29Te-28Ag-26Ey-26Ek-24Ka-24Ar-22 Oc 2027-20Su-22Ma-20Ni-20Ma-19Ha
18.18Te 2027-17Ag-15Ey-15Ek-14Ka-13Ar-12 Oc 2028-10Su-11Ma-09Ni-08Ma-07Ha,
19.06Te 2028-05Ag-03Ey-03Ek-02Ka-02Ar-31Ar-30 Oc 2029-28Su-30Ma-28Ni-27Ma
20.26Ha 2029-25Te-24Ag-22Ey-22Ek-21Ka-20Ar-19 Oc 2030-18Su-19Ma-18Ni-17Ma-15Ha

21.15Te 2030-13Ag-11Ey-11Ek-10Ka-09Ar-08 Oc 2031-07Su-09Ma-07Ni-07Ma-05Ha
22.04Te 2031-03Ag-01Ey-30Ey-30Ek-28Ka-28Ar-27 Oc 2032-26Su-27Ma-25Ni-25Ma
23.23Ha 2032-22Te-21Ag-19Ey-18Ek-17Ka-16Ar-15 Oc 2033-14Su-16Ma-14Ni-14Ma-12Ha

Dolunaylarin iddeti (Tevbe 36'daki عدة الشهور) YIL degildir çünkü iddetler bazan 12 bazan 13 dolunaya sahiptirler, uzunluklari degisir. Arti, elma agacinin elmalarindan nasil ayva reçeli yapamazsaniz iddetin aylarindan kamerî yil da yapamazsiniz.

Ama Allah gökleri ve yeri yarattigi gün iddetlerin içindeki "SeHR"leri 13. ay yoluyla mevsim açisindan sabitleyip semsî yillarla uyumlu hale getirmistir.

Bir de, 235 SeHR 19 semsî yil eder. Bu demektir ki su andan itibaren 19 yil sonrasi IDDET dönümüdür, Meton döngüsü* yani 19 yil arayla iddetlere ait "SeHR"lerin dogdugu tarihler bir birinin aynisidir.

Örnegin

01.26Ha2010-26Te-24Ag-23Ey-23Ek-21Ka-21Ar-19 Oc 2011-18Su-19Mar-18Ni-17May-15Ha
20.26Ha 2029-25Te-24Ag-22Ey-22Ek-21Ka-20Ar-19 Oc 2030-18Su-19Mar-18Ni-17May-15Ha

02.15Te 2011-13Ag-12Ey-12Ek-10Ka-10Ar-09 Oc 2012-07Su-08Ma-06Ni-06Ma-04Ha
21.15Te 2030-13Ag-11Ey-11Ek-10Ka-09Ar-08 Oc 2031-07Su-09Ma-07Ni-07Ma-05Ha

03.03Te 2012-02Ag-31Ag-30Ey-29Ek-28Ka-28Ar-27 Oc 2013-25Su-27Ma-25Ni-25Ma
22.03Te 2031-02Ag-31Ag-30Ey-30Ek-28Ka-28Ar-27 Oc 2032-26Su-27Ma-25Ni-25Ma

____________________________

*Bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Meton_D%C3%B6ng%C3%BCs%C3%BC
23.23Ha 2032-22Te-21Ag-19Ey-18Ek-17Ka-16Ar-15 Oc 2033-14Su-16Ma-14Ni-14Ma-12Ha

merdem
20. July 2013, 01:46 PM
Ya ya Galip Agabeyim, ariyor arastiriyorum bir seyler ögrenmeye calisiyorum.

Ben de senin gibi biraz Kutsal Kitaplari inceledim, derken su güzel sözlere rastladim. Gercekten cok hosuma gitti.


Kutsal Kitap » Eski Antlaşma » Yeşeya » Bölüm 1 / 66

YEŞAYA

GİRİŞ

1 Yahuda kralları Uzziya, Yotam, Ahaz ve Hizkiya zamanında Amos oğlu Yeşaya'nın Yahuda ve Yeruşalim'le ilgili görümü:

RAB Halkını Uyarıyor

2 Ey gökler dinleyin, ey yeryüzü kulak ver!

Çünkü RAB konuşuyor:

"Çocukları yetiştirip büyüttüm,

Ama bana başkaldırdılar.

3 Öküz sahibini, eşek efendisinin yemliğini bilir,

Ama İsrail halkı bu kadarını bile bilmiyor,

Halkım anlamıyor."

4 Günahlı ulusun, suç yüklü halkın,

Kötülük yapan soyun,

Baştan çıkmış çocukların vay haline!

RAB'bi terk ettiler,

İsrail'in Kutsalı'nı hor gördüler,

O'na sırt çevirdiler.

5 Neden bir daha dövülesiniz?

Neden vefasızlığı sürdürüyorsunuz?

Baş büsbütün hasta, yürek büsbütün yaralı.

6 Bedeniniz tepeden tırnağa sağlıksız,

Taze darbe izleriyle, yara bereyle dolu,

Temizlenmemiş, yağla yumuşatılmamış, sarılmamış.

7 Ülkeniz ıssız, kentleriniz ateşe verilmiş.

Yabancılar topraklarınızı

Gözünüzün önünde yiyip bitiriyor!

Sanki ülkenin kökünü kazımışlar.

8 Siyon kızı bağdaki çardak,

Salatalık bostanındaki kulübe gibi,

Kuşatılmış bir kent gibi kalakalmış.

9 Her Şeye Egemen RAB kimimizi

Sağ bırakmamış olsaydı,

Sodom ve Gomora gibi olurduk.

10 Ey Sodom yöneticileri,

RAB'bin söylediklerini dinleyin;

Ey Gomora halkı,

Tanrımız'ın yasasına kulak verin.

11 "Kurbanlarınızın sayısı çokmuş,

Bana ne?" diyor RAB,

"Yakmalık koç sunularına,

Besili hayvanların yağına doydum.

Boğa, kuzu, teke kanı değil istediğim.

12 Huzuruma geldiğinizde

Avlularımı çiğnemenizi mi istedim sizden?

13 Anlamsız sunular getirmeyin artık.

Buhurdan iğreniyorum.

Kötülük dolu törenlere,

Yeni Ay, Şabat Günü kutlamalarına

Ve düzenlediğiniz toplantılara dayanamıyorum.

14 Yeni Ay törenlerinizden, bayramlarınızdan nefret ediyorum.

Bunlar bana yük oldu,

Onları taşımaktan yoruldum.

15 "Ellerinizi açıp bana yakardığınızda

Gözlerimi sizden kaçıracağım.

Ne kadar çok dua ederseniz edin dinlemeyeceğim.

Elleriniz kan dolu.

16 Yıkanıp temizlenin,

Kötülük yaptığınızı gözüm görmesin,

Kötülük etmekten vazgeçin.

17 İyilik etmeyi öğrenin,

Adaleti gözetin, zorbayı yola getirin,

Öksüzün hakkını verin,

Dul kadını savunun."

Günümüzün müslümanlarindan(!) bazilari madem ki Kur'an'da her sey yok(!) diyorlar biraz örnek alsinlar buradan. Kutsal Kitaplarda olanlar en güzel örnekleri Kur'an'da mevcuttur, ama anlayana, öyle degilmi Galip Agabeyim.

Ehl-i Kitap gibi agiz bükerek okumaktan vazgecseler Islam hakkiyla yerine oturur.

Yazini dikkatlice okudum, gayet güzel bir anlatim olmus.

Fidye yazini da bekliyorum.

Selam ve Dua ile.

bartsimpson
20. July 2013, 03:42 PM
Bu nu http://gercek-islam.com/forum/index.php?topic=23.15 da yakaladim:


2:183 Ey güvenen/güven sağlayan kişiler; Siyam, takva sahibi olabilesiniz/kendinizle kötülükler arasına engel koyabilesiniz diye, sizden evvelkilere yazıldığı gibi, size de yazıldı.

Siyam’ın amacı insanları takva sahibi yapmak. Onlara, kendileri ile kötülükler arasına engel koyabilme yeteneği vermek. Yani onları eğitmek, yapılandırmak ve disipline etmek.


2:184 Sayılı günlerde "o nedenle sizden her kim hasta olursa veyahut yolculuk üzere olursa diğer günlerden sayısıncadır. Ona/yoksulu yedirmeye gücü yetenler/takati olanlar üzerine ise bir yoksulun yiyeceği fidye vardır. Ve kim gönüllü hayır/iyilik yaparsa bu kendisi için çok hayırlıdır/iyiydir. Ve eğer bilirseniz siyam sizin için hayırlıdır.


Siyam kişiyi takva sahibi yaparak kötülüklerden korur dolayısıyla kişi için hayırlıdır.
Siyam sayılı günlerde yapılır.
Siyam yapan kişi gücü yeterli ise bir yoksulu doyurur.
Kişi hasta veya yolculukta ise siyamı başka günlerde yapar.
Gönüllü iyilik yapanlar bu iyiykleri kendilerine iyilik getirir.

Takva sahibi olabilmenin tek yolu kuranda bizlere verilen ilkeleri öğrenip uygulamaktır. Nefsin zekatını/gelişip serpilmesini sağlamak nefse ilham edilmiş olan fucuru bastırıp takvayı üste çıkarmaktır. Bu da ancak aç kalmakla değil sıkı bir eğitime tabi olmakla mümkündür. O yüzden sıyam süresince yoksullar diğer kişiler tarafından doyurulacak.

2:185 Kur'an, insanoğluna bir rehber, bu rehberliğin apaçık bir delili ve doğruyu yanlıştan ayırt edici bir ölçü olarak ÜZÜNTÜNÜN – DERDIN – ACNIN – IZDIRABIN – FELÂKETIN – SIKINTININ – TEHLİKENİN – ENDİŞENİN – KAYGININ – HUZURSUZLUĞUN – RAHATSIZLIĞIN – (RAMAZIN) BELLİ – AŞİKÂR – APAÇIK - HERKESE AÇIK - ALENİ (ŞEHR) olduğunda indirilmiştir Dolayısıyla içinizden herkim bu apaçık duruma şahit olursa onu savm etsin. Kim de hasta veya yolculukta ise diğer günlerden sayısıncadır. Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. Ve (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve şükretmeniz içindir.

Takva sahibi olabilmek ve kendini kötülüklerden koruyabilme yeteneğini elde edebilmek için doğruyu yanlıştan ayıran ölcütü öğrenmek tüm insanlara yolgösterici delilleri kavrayabilmek gerekir. Bu da işi gücü bırakıp belli ve sayılı günlerde yapılacak yoğun bir çalışmayla olur. (Yemeyi içmeyi bırakarak değil) İşini gücünü bırakıp siyama katılan yoksulları da doyurarak.


Dolayısıyla bizleri takva sahibi yapacak olan siyamı/yapılanma ve disipline olma çalışmasını gerekli hallerde ve gerektiği kadar yaparız. Takva sahibi olmak için gelecek senenin RAMAZAN diye adlandırılmış bir ayını beklemek mecburiyetinde değilim.

Yaşamımızda herhangi bir felaket veya kötü durumla (Ramaz) karşılaştığımızda bu kötü durumu en az zararla başımızdan savmak (savm etmek/ondan uzak durabilmek) için kendimizi ve etrafımızdakileri durumun ehemmiyetine göre bizlerin kararlaştıracağı sayılı günlerde eğitmek ve disipline etmek durumundayız.

2:186 Ve bana ibadet edenler/benim hizmetkarlarım, sana Benden sordukları zaman; biliniz ki şüphesiz Ben çok yakınımdır. Çağıranın çağrısına, çağırısa cevap veririm. Onlar da Bana karşılık versinler ve Bana güvensinler.


Teşekkürler Merdem...

İslamın tüm insanlığın dini olmasına, tüm çağlara hitab etmesine, zaman ve mekan üstü olmasına çok ama çok güzel örnek.

galipyetkin
20. July 2013, 04:06 PM
Fidye, "karşılık demek olup da, bir şeye mukabil olan bir bedeldir" diye tarif edilmektedir.

Biz ise şurada
http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2603
fidye anlayışımızı şöyle anlatmışız:

"Fidye
Hak dinde genel kural, herkesin kendi işini kendisinin yapmasıdır. Çiftlik sahibine çalışmamak ve kendi işi için başkasını isdihdam etmemek gibi...Kendi işi yoksa, çalışacaksa, bunu ancak devletçilik sistemi içerisinde devlete-kamuya maişet karşılığı bedenen iş yaparak yerine getirmelidir. Çalışılacak kurum Beyt-El Mal, maişet karşılığı çalışan kişi de yurttaştır. Müslümanlar bu imkânlara kavuşturulmalıdır. Bunun için de Beyt-El Haram denilen kurumu, havrayı, manastırı kurmuşlardır. Buralarda çalışan yurttaşlara da Ehl-i Beyt denilir. İşlerin birleştirilerek el birliği ile yapılması, maişete razı olunulması, ''takva ve vera'' olarak isimlendirilir. Farz ve vacibin kavramsal anlamı da budur. Bu ihsandır. Hatta ihsanı bir şekilde güzel yapmaktır. Yani güzeli en güzel yapmaktır. Bu ise, günümüzdeki kavramlaşmaya göre tam demokrasidir. Yani üretmenin ve yönetmenin bizzat yapılması ve denetlenmesidir. Bu doğrudanlık ve el birliğidir; mülkte iştiraktır. Toplum el birliği ve güç birliği içerisindedir ve bu da kıble edinilerek topluca bu hale yönelmek, omuz omuza, kimsenin geri kalmadığı ve kimsenin ileri çıkmadığı, tarağın dişleri gibi saf halinde iş yapmak, idareyi yönetmektir. Dolayısı ile hakların kamu ve yetkilerin kamu ajanları tarafından doğrudan kullanılması esastır. Hak olan devletin bizzat üretim yaparak gelirini temin etmesi ve vatandaşları her türlü güven içerisinde (emin olarak) yaşatmasıdır. Bu usuldeki yönetime ''Haram (harim-harem-ortaklık) usulü'' denilir.

Fakat bütün insanları havra ve manastırlara (devletçiliğe) toplamak mümkün olmadığından ve havra-manastır dışını da kafir ve müşriklere terk etmemek ve namuslu-dindar insanların dışarıdakilerden azınlıkta kalmasını önlemek için, ''Haram usulü'' yanında, İsa Peygamber, ''Helal usulü''nü yürürlüğe koymuştur.
Bu sistemde fert kendi nam ve hesabına iş yapar.Yaptıkları işin karşılığı doğrudan ellerine geçtiğinden, kendileri, kendisinin ve iyalinin / aile fertlerinin geçim-ihtiyaç miktarını zimmetinde tutarak bakiyesini derhal zekât-vergi olarak Beyt-ül Mal'a teslim eder. Bu, İslam'ın kabul ettiği özel girişimciliktir ki "helâl usulü" budur ve (Bakara-219) Mü'minun-4-5-6 ve Nahl-71'e tabidirler. Kavam üzere yaşamları denetim altındadır.

Şu halde İslâm'da sosyo-ekonomi-politik bu iki sistem üzerine kurulmuştur. Bu, şu şekilde ifade edilmiştir:''Ekimussalate ve atuzzekât''=''Mescid-El Haram'' üzere mülkte iştirak halinde yaşamak. ''Namazı dosdoğru kılma''nın anlamı da budur. ''dosdoğru kılmamak'' ise seccade secdesini yapıp, sosyo-ekonomi-politiği tağutunkinden farksız olmaktır.

Yinelersek, doğru olan şey, kamu için yararlı ve lüzumlu işlerin kamunun iştirak halindeki gücü ile yapmaktır. İstisna olarak ise, bu düzen yanında ''özel teşebbüs''e, yani ekonomik laiklikte ısrar edenlere, azınlıklara izin verilmesidir. Bu da dinde(insanlar arası kıst prensibinde) zorlama yoktur prensibi gereği ve karma kültür ve toplum düzeni durumu da göz önüne alınarak, biriktirmeyi, yani nimete küfranı seçmiş olanlara tanınmış bir tolerans, yani onlara katlanma durumudur; fakat bu tolerans için bir şart vardır; o da (Bakara-219), Mü'minun-4,5,6, ve Nahl-71 ayetleri ile getirilen ağır vergi-zekâttır, ki bu kişilerin yaşam standartları muttakiler için bir fitne, kendisi için refah, lüks ve zenginlik yaratmamalıdır.. İşte bu vergi-zekât onları genel seviyeye indirip zayıflatacak bir vergi uygulamasıdır. Bu uygulamayı da din belirlemiş ve buna "itidal-kavam" demiştir. Kendisinin ve ailesinin zorunlu ve faydalı ihtiyaçlarını karşılayacak miktarın dışında kalanın hepsi vergi olarak alınacaktır.

Belirtilen bu sistemin uygulanmadığı veya bu sistemden sapıldığı hallerde büyük kazanç getiren işlerin özel kişiler tarafından az vergi karşılığı, hatta teşvikler verilerek yaptırtılması ve buna izin verilmesi rüşvettir. Böylece işi yapan genelin aleyhine zenginleşip refah içinde yaşamasından dolayı fitne olayı meydana çıkar. İşi veren baş mele veya iktidar da bunlardan aldığı vergiyi de halka aktarmadan kendisi ve yandaşları arasında paylaştığı için rüşvet alan, az vergi vermesinden dolayı da işi alan aynı zamanda rüşvet verendir.Şu halde rüşvet veren aynı zamanda rüşvet alan, rüşvet alan da rüşvet verendir. Halka gitmesi gereken servet ya çok az halka aktarılmış veya hiç aktarılmamış dolayısı ile ''devlet''-iyi şans oluşmuş, halk da fakirleşmiş ve ezilmiş-mustazaaf durumuna düşmüştür. İşte bu tavır ferdiyetçilik-liberalizmdir ve ''ekumussalate ve atuzzekât'''ta GEDİK yaratarak hortumculuk başlatılmıştır. İltimas ve imtiyaza dayalı karşılıklı bir zulüm sistemi ortaya çıkmıştır. Bu SERBEST YER yaşam biçimidir ki Allah'ı Adam Smith, bunlar da O'nun kullarıdır. İşte nimete nankörlük ve putperestlik budur.

Hak din mensupları kollektivisttir. Tarihi ve ekonomik laik(anti kollektivist) bakış açısına göre ise insan belli bir vergi (meselâ 1/40) vermek suretiyle istediği işi yapabilmelidir; halbuki islamda ölçü kavamdır. O tarihlerde ''laiklik'', dinin kollektivizm üzere olan sosyo-ekonomi-politiğini red etmek anlamına gelmekteydi ki bu ''mültezim'' zihniyetidir. Müteahhitlik de denilen bu sıfat hem işi yapan ''mele''ye hem de işi yaptıran emir, kral, baş mele, hükümet vs...ye gider. Bu terim devlet gelirlerini toplama ve bundan büyük ölçüde kâr etmek üzere götürü bir tahmini bedelle bu hakkı devralanı anlattığı gibi, liberal sistemin kendisine(ki iltizam sistemi denir), ve kamunun başındaki yönetici veya yönetim kadrosuna da denir. Çünkü birlikte üretip, birlikte tüketip, mülkte iştirak içinde karşılıklı yardımlaşma yarine, bundan firar edenlerin maksatları aynıdır: Firar-Avn (Firavn) niteliği değişmemektedir: kibirlilik ve "muavenetten firar etme". Bütün bu şeyler, nitelik itibarıi ile en azından ubudiyette kusur ve vera ve takvadan kaçıştır. FİDYE kavramı da bu noktada oluşur. (Bu kavram çok yönlü anlamlaşmıştır. Maalesef bu kavrama putperestlikten sonra kurulan hak dinlerin mensupları, putperestlerin verdikleri ıstılah mânâsından kendilerini kurtaramamışlardır. Meselâ harp esirlerinin fidye karşılığı bırakılması; Peygamber İsa'nın, Adem'in kusuru nedeniyle insanlığın kurtuluşu için kendisini çarmıha gerdirterek Allah'a fidye ödemesi gibi. Allah niye fidye alsın ki. Kaldı ki fidyenin konusu her zaman para veya maldır, asla can değil.)

Kollektivizmden kaçış bir ibadet kusurudur. Baş mele,emir, kral veya idareci kurulun bir işi yapmaya talip olandan mutat olan vergi yerine, onu zengin edecek az bir vergi alması ve kendisinin nemalanmasının neticeleri yukarıda anlatılmıştı. Bunu yasalaştırdığınızda liberal-kapitalist sistem ortaya çıkar. Bunu sözleşmelerle devletler arası hale getirirseniz, işte size ''GLOBALLEŞME''. Buyrun size İslam'a karşı yapılmış bir darbe. Bunu müslümanlık iddiasında bulunan bir iktidar yaparsa, varın siz düşünün.

Fidyenin anlamı, rüşvet niteliği, verginin zayıflatacak ve itidal seviyesine çekecek dozda olmayışı sebebiyle fitne yaratmasından, halkı mustazaaf durumuna vs.. düşürmesindendir. İyi fidye var mıdır? Toplum yararına değildir; o halde böyle anlamlandırılan fidye islami değildir.
Bir de "oruç " bahsinde geçen fidye vardır ki, o da düşmana karşı güç yitiren kişi veya bölüme güçleri eşitleme için yapılan yardımdır(ki yukarıda oruç kısmında "yazın ortasında oruç" bahsinde açıklamalarını verdik.)

Kur'an'da geçen ''fidye'' bu kusurları gidermek içindir. Kur'an'daki fidye alınması ifadeleri, bahsedilen kesimlerin aldığı fidye'Yİ(avantayı-beleşi) almak, daha doğrusu ''geri almak'' olarak anlaşılmalıdır. Aldıkları halkın hakkı olduğundan, fidye onlardan geri alınıp hak sahibi olan halka geri verilir. İslamda "karşılık-bedel" manâsında fidye almak yoktur. ''Alınmış ve verilmiş( karşılık-bedel olan)'' fidyeyi, hakkını geri almak vardır.

En nihayet şunlara değinerek konuyu bitirelim.

1_Esirlerden her ne nam altında olursa olsun salıverilmeleri için hiç bir şey alınamaz. Esirler savaş sonu derhal serbest bırakılır. Bu nedenle Enfal-67. mealinin 1. cümlesi yanıltıcı olup tecdit edilmelidir.Çünkü ''şimdi değil, zamanı gelince esir sahibi olursunuz'' anlamı vardır.İslamda hiçbir zaman esir-köle olmayacaktır.
Ancak savaşa sebep olan devletten, devleti ve vatandaşlarını itidal seviyesine indirmek, itidal seviyesi üzerinde sahip oldukları fidyeyi geri almak için savaş tazminatı alınır.

2-Kur'an Bakara-279,Maide-38 yanında ''misak'' ve ''şiddetli misak'' önlemlerinden bahsetmektedir.Bunların da açıklığa kavuşturulması gereklidir.

3-''Boynu vurmak'', ''boyna vurmak'' her kişinin kafasına göre değil, İslam'ın prensiplerine göre açıklanması gerekmektedir. Hiç kimsenin bu ifadenin ''kafa kesmek'' yetkisi olduğunu ileri sürerek,islamı, kan dökücü,can alıcı, vahşi bir din gibi göstermeye hakkı yoktur. Hangi peygamber kafa kesmiştir. Peygamber baş melelerin, putperestlerin merkezi Mekke'yi fethettiğinde hangisinin kellesini almıştır.İbret alacağımız bir misal mi var? Allah Kime cinayet işleme yetkisi vermiş ki?
Neden kafanın düşünme, karar alma ve uygulatma merkezi, boynun, uygulayıcı olan vücut ve organlara ilatim yolu olduğunu düşünüp bunu misal alıp da toplum ve toplumun sosyo-ekomomi politik yapısının açıklanmasında gayri meşru yolların kesilmesi anlamında kullanmazlar ki?"
(Adalet ve Rahmat sitesinden faydalanılarak derlenmiştir.)

Saygılarmla.
Galip Yetkin.

galipyetkin
21. July 2013, 04:57 PM
Fidyeye devam.

Yukarıda yaptığımız izahlardan anlaşılmalıdır ki; fidye kurtulmalık, ceremenin bedeli değildir. Fidye, ihtiyaç fazlası olarak ele geçirilmiş olanların zimmetten çıkartılarak hayat boyu bu fazlalığa karşı oruç tutmak, uzak yaşamak, başkalarının haklarına saygı göstermektir. O nedenle de "fidye" müslümanlığı kabul esnasında hakka aykırı olarak zimmette bulunan ihtiyaç fazlasının elden çıkartılıp, hayat boyu bu halde yaşamayı, itidalli-kavam üzere yaşamayı ıkabul etmektir. Dolayısı ile oruç, haramlardan, kul haklarından uzak kalmaktır.

Ramazan ifadesi ile de Mekke'nin fethedilip de Ramazan Ayı'ndaki hac daveti ile müşriklerin düştüğü ruhsal durum ve bundan kurtuluş çaresi anlatılmakta olup bu gün dahi insanların islâma girmek istediklerindeki (bir halden başka bir hale geçişlerindeki) sahip oldukları ruhsal durum ile yapmaları gerekenler anlatılmaktadır.Bu husus Bakara 185. ayette etraflı şekilde anlatılmıştır:

2:185 Kur'an, insanoğluna bir rehber, bu rehberliğin apaçık bir delili ve doğruyu yanlıştan ayırt edici bir ölçü olarak DERDIN – FELÂKETIN – TEHLİKENİN – KAYGININ – HUZURSUZLUĞUN (yani RAMAZIN)........... BELLİ – AŞİKÂR – APAÇIK - HERKESE AÇIK - ALENİ (yani ŞEHR) olduğunda indirilir. Dolayısıyla içinizden her kim bu apaçık duruma şahit olursa onu "savm etsin(savsın)". Kim de hasta veya yolculukta ise diğer günlerden sayısıncadır. Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. Ve (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve şükretmeniz içindir.

Ayette şahit olma da kişinin kendisinin "Ramazan" halini fark etmesi olarak ifede edilmiştir. Dolayısı ile de sayılı günlerde savm etmek de "Ramazan sıkıntısının da ve bununla savaşın da "sayılı günler/şehr" olduğunu, UYGUN ŞEKİLDE KARŞI KONULDUĞUNDA/SAVM EDİLDİĞİNDE üstesinden gelinebileceği anlatılmakta olup; aç kalmakla filan ilgisi yoktur.

Benim anlayışım bu yönde.
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin
21. July 2013, 10:02 PM
;Bakara Suresi 185. mealindeki ''indirilmiştir" ifadesi bana göre yalnıştır. Meallerde, indirilmiştir denilen "Kur'an"dır; yalnış olan da budur. İndirilmiş ve indirilmesi sona ermiş olan "Kitap"tır ve her(ramazan ayında değil) ramazanda indirilmeye devam eden "Kur'an"dır. "Kitab'ın indirilmesi Peygamberimiz zamanında bitmiş fakat "Kur'an" her ramazanda, her müslümana, ihtiyaç duyarsa iniyor. Bir de "Hayat Kitabı" vardır. Fakat "Kur'an" insanlara ramazanında kişisel olarak indirilmeye devam da edecektir; böylece kendi kendine "tecdid" oluşacaktır. Şu halde "indirilmiştir" ifadesi yerine "Kur'an ramazanda indirilir" diye yazılmalıdır. Çünkü her sıkıştığımızda bulabileceğimiz çare onda.
Kur'an, Kitab'ın içindedir; doğrulardır, özdür, mânâdır ve Kur'an insanlara insanların kendi ramazanlarında indirilir, indiriliyor ve indirilecektir. Kitap kabuk, Kur'an içeriktir. Karpuzun kabuğu Kitap, içi ise Kur'an'dır. Karpuzu yemek için kabuğunu soymak gerekir. Doğduğun zaman kitap 1600 yıl önce indirilmişti; ama sana KUR'AN sıkıntılarına çare olarak her okuduğun zaman indiriliyor. Bu nedenle duvarda asılı olduğu yerden indirilip el kitabı yapılmış, hadislerden kaçınılmıştır.

Kitap, indirilen ayetler ve yaşanılan hayat;
Kur'an da bunlardan eriştiğin doğrular, doğru yol ve yordamlardır. Ve aklı çalıştırarak, hayattan çıkarılan doğru mânâlar, derslerdir, hayatın okunmuş ve doğru anlaşılmış halidir.

İşte "oruç" diye de tercüme edilen "siyam", kişisel olan "savm/savma" eyleminin ramazanda/bunalımda topluca yapılması olup, ramazan ayında aç ve susuz kalma bu nedenle de kendine ve de etrafına eziyet verme, sonrası da gösteriş yapma değildir.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin
23. July 2013, 11:27 AM
Benim anladığıma göre "oruç":
İslâm'ın getirdiği kural ve kaidelere aykırı düşünce ve eylemlerden hayat boyu uzak kalarak, ihtiyaç fazlasından elinde bulundurduğun başkasının hakkı olanı, elden çıkartıp bir daha onlara, kul hakkı doğurduğundan, yaklaşmayıp uzak kalarak, itidalli yaşamak, kavam içinde kalmaktır, "salat'ı ikâme ve zekâtı ita" içinde kalmak, Bakara177. ayeti yerine getirmektir.
Ama oruç diye acemce ifede edilen kelimenin aslı "savm=savma"dır. Musa peygamberin "ibadethane"lerinden biri
olup savunmaya dayalı düşmanı/sömürücüleri savma/püskürtme eylemidir.

Biliyoruz ki hac, Hacc-ı Ekber'in ilânı ile, "sana gelsinler" emri ile, Nisa-102. ayete göre Peygamber'in salâtı ile başlar, Safa Tepesi'nde geceli gündüzlü sürer ve üçüncü aşamada Mescidi'l Haram denilen kollektif yaşayan toplumun yaşamının tetkiki ile sona erer. Bu gün bu işlem, yani müşriklerin Müslümanlığı öğrenme adımları olan hac Peygamber'in yokluğu nedeniyle İslam'ı öğrenmek için Mekke'ye bir ziyaret olmayıp delile dayanarak ispatlama olduğundan bu gün kitap okunarak, iyice tetkik edilerek, içimizde merhamet melekesi olan Muhammed'i açığa çıkartarak yapılır, "4 ay diye belirtilen bir zaman bütünlüğünde bir kere değil, müslüman olmaya meyledildiği her zaman (mahşere kadar) yapılacaktır.

Saygılarımla
Galip Yetkin.

merdem
23. July 2013, 11:42 AM
Benim Kitap'tan anladığıma göre "oruç":
İslâm'ın getirdiği kural ve kaidelere aykırı düşünce ve eylemlerden hayat boyu uzak kalarak, ihtiyaç fazlasından elinde bulundurduğun başkasının hakkı olanı, elden çıkartıp bir daha onlara, kul hakkı doğurduğundan, yaklaşmayıp uzak kalarak, itidalli yaşamak, kıvam içinde kalmaktır, "salat'ı ikâme" içinde kalmaktır.

Biliyoruz ki hac, Hacc-ı Ekber'in ilânı ile, "sana gelsinler" emri ile, Nisa-102. ayete göre Peygamber'in salâtı ile başlar, Safa Tepesi'nde geceli gündüzlü sürer ve üçüncü gün Mescidi'l Haram denilen kollektif yaşayan toplumun yaşamının tetkiki ile sona erer. Bu işlem, yani hac ziyareti, 4 ay içinde bir kere değil çeşitli defalar yapılacaktır. İşte hasta olmak veya yolculukta bulunmak bundan kaçınmak için mazeret olarak ileri sürülemiyecektir.
Saygılarımla.
Galip yetkin.

Galip Agabeyim,

"sana gelsinler" diye Rabbimiz kime hitapta bulunmustur, kesin degil, her bir alimin baska bir görüsü var, kimisi Ibrahim peygamber (selam olsun ona) kimisi isie Muhammed peygamberdir (selam olsun ona) diyor.

Senin bu konuda görüsün nedir?

galipyetkin
23. July 2013, 08:21 PM
Merdemciğim, canım ciğerim kardeşim.

Allah, müşrikler için "sana gelsinler" dediğinden dolayı, bütün müşrikler koşa koşa Peygambere mi giderler zannediyorsun?
"Sana gelsinler"i "kendine getirt" diye anlamak lâzımdır.
Peygamberimiz Muhammed de Mekke'yi fethederek müşrikleri kovmamış, bir kısmınla anlaşma yapmış, diğer kısmını da Hacc-ı Ekber ile islâma davet etmiş, kendisine,yani islâma gelmelerini sağlamıştır.
Herhalde cevabım yeterli.
Galip Yetkin.

merdem
23. July 2013, 10:45 PM
Merdemciğim, canım ciğerim kardeşim.

Allah, müşrikler için "sana gelsinler" dediğinden dolayı, bütün müşrikler koşa koşa Peygambere mi giderler zannediyorsun?
"Sana gelsinler"i "kendine getirt" diye anlamak lâzımdır.
Peygamberimiz Muhammed de Mekke'yi fethederek müşrikleri kovmamış, bir kısmınla anlaşma yapmış, diğer kısmını da Hacc-ı Ekber ile islâma davet etmiş, kendisine,yani islâma gelmelerini sağlamıştır.
Herhalde cevabım yeterli.
galip Yetkin.

Böyle güzel cevaba kurban olem Galip Abim..

Sen hacca gittin mi hic?

Ben herhalde gidemeyecegim, icime öyle doguyor. Bir kac kere akrabalarima he dedim, hic olmazsa umre icin. Olmadi.

Ev doktorum raporunu tastikledi: Cadi, sen ne istedigini gayet iyi biliyorsun :p dedi, bir kac sene oluyor, InsaAllah biliyorumdur ne istedigimi.

Hayirli Aksamlar.

galipyetkin
24. July 2013, 12:07 AM
Ben müslümanım.
Hacca gitmek ne demek ki?
Hacc kelimesinin mânâsını biliyor musun?
"Sana gelsinler" dendiğinden Peygamber'e gidilir. Hacca gidilmez!
"Hac yapılır"

"Hiç olmazsa "umre" için" ne demek ki?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

merdem
24. July 2013, 12:17 AM
"Hiç olmazsa "umre" için" ne demek ki?

Haccin bir asagisi mi?

Ya akrabalarimdan öyle teklifler geldi de onun icin hic olmazsa dedim ben de. Onlardan arada bir gidenler oluyor, ba yapiyorlar devamli orada onu da acaba sorsamiydim.

Galip Agabeyim, bizim millet bir alemdir, hani ehl-i sünnet olanlari bilhassa. Vahhabilere atmadiklari camur kalmaz, ama Mekke'de Hac da olsun umre de olsun Vahhabi Imamlarin arkalarinda durup namaz kilarlar.

Dedikoduye basladim yine.

galipyetkin
24. July 2013, 05:41 PM
Merdem.

Bazan "kış-kış"lar geliyor galiba!

Kızım bu tahtıravalli mi? Hacc'ın bir aşagısı bir yukarısı mı olur?

merdem
24. July 2013, 06:26 PM
Merdem.

Bazan "kış-kış"lar geliyor galiba!

Kızım bu tahtıravalli mi? Hacc'ın bir aşagısı bir yukarısı mı olur?

kis-kislarin tam geldigi güne rastlamis olacagim. bu gün gözümde hic bir sey yok inan ki, bir sey de düsünmek istemiyorum. bikmisim her seyden.

hani su ucurumdan atlayan hayvanciklar var ya, geriden gelen neslillerine yasama imkani saglama gibi bir instinkleri olan hayvanciklar. onlara imrenmemek elde degil. hic olmazsa baskalarinin canina okumuyorlar kendi menfaatleri icin.

Galip Abim, bu gün yorgun günüm, ama bir yerlerde hir ciksa herhalde hic bir sey düsünmeden ben de katilacak kadar gücü nereden buluyorum halen kendimde ona sasiyorum.

seninle dalasmaya gönlüm yok nedense.

Haccin asagisi yukarisi olmaz, hac mevsimi haricinde yapilan ziyaret umre olur, herhalde, aklimda öyle kalmis.

Geri kalan günün ve aksamin hayirli olsun.

mustafabey
26. July 2013, 03:52 PM
Selamun Aleyküm;

Oruç insanın ortaya çıkmasıyla başlayan dindeki en önemli temel ibadetlerdendir. İbadetler insanların eğitilmesi için yapılmaktadır, semavi dinlerle birlikte düşünce yolları açılmış, idrak ve muhakeme ön plana çıkmıştır. Düşünen insanlar için tapma ve tapınma yoktur, her şey idrak ve muhakeme içerisindedir.

Düşünemeyen, belli bir idrak seviyesine çıkamayan insanların kendilerini korumaları için, bir temele tutunmaları ve ilerlemelerini sağlamak için yapılanlar sünnet adı altında topluma bir yol anlayış olarak bırakılmıştır.

Yapılan her türlü ibadet ister ritüel olsun, ister düşünsel olsun, ister inanç besleme şeklinde olsun temelde insan hayatında ortaya çıkışı akıl sağlığı, ruh sağlığı, beden sağlığı olarak oluşmaktadır.

Tüm ibadetlerde olduğu gibi oruç da insanın aklen, bedenen ve ruhen sağlığa kavuşması için yapılan ibadettir.

Oruç tutma ritüel ve fıkhi olarak bilinen şeklinin dışında çok genel bir ibadet olup, insanların hayatının büyük bir bölümünde uyguladığı ibadettir.

Orucun insanın akıl gelişimi, düşünme ve iradesine sahip olma gibi özelliklerine büyük bir etkisi vardır.

İnsan oruçla ne tutar;
kendini tutar,
duygularına hakim olmayı öğrenir,
istek ve arzularını kontrol etmeyi öğrenir,
hayallere kapılmaz,
kelam ve kelimeleri tutar, kavrar hafızasını güçlendirir(kelime-i tevhid),
bir işi eylemi sonucuna ulaştırıncaya kadar işin gereklerini harfiyen yerine getirerek kendini belli sınırlar içerisinde tutarak yönlendirir,
sabreder, zamanı israf etmeden kullanmayı öğrenir,
bilgileri yaşamda kullanmak üzere tutar,
her alanda kendine hakimiyet kurar,
insani vasıfları kendinde toplamak için mücadele eder,
sayıyı tamamlar,
bir bütüne dolunay gibi parlak aydınlığa ulaşıncaya kadar, o aydınlık güne ulaşıncaya kadar çalışır, aklını başına toplar, akıl sağlığına kavuşur ve bayrama ulaşır.

Topluca yapılan ibadetlerde etkisi katlanarak artmaktadır.


2-185; Ramazan o Ay’dır ki; doğruyu eğriden ayıran(Furkan) ve hidayetten kanıtlar(beyinat) getiren ve hidayete erdiren(asla, esasa, hakikate ulaştıran rehber), Kur'an(okunan, toplananlar), onda(şehri ramazan) indirilmiştir. O halde kim bu Ay’a, şahit olursa onu oruçlu geçirsin. Hasta olan veya yolculuk halinde bulunan, iddeti(müddeti, sayıyı) başka günlerde tamamlasın. Allah sizin için kolaylık ister; O sizin için zorluk istemez. İddeti (sayıyı) tamamlamanızı, sizi doğru yola(hidayete) kılavuzladığı için Allah'ı yüceltmenizi ister. Ve sizin şükretmeniz umulmaktadır.


İslamın ilk şartı kelime-i şehadet getirmek, ikincisi oruç…

Önce kelamlara şahit olunacak sonra oruç başlıyor.

Kelimelere şahit olmak; doğruyu eğrinden ayırma idrakine kavuşma, bu idrak ve muhakeme ile okumaya başlama

Kelimelere(kelamlara) şahit olmak;……….. kim bu Aya ulaşırsa oruçlu geçirsin.

Kitap okunduğunda oruç başlar, bin aydan hayırlıdır.

Tutulan oruçların mükafatını Allah verir.