PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Vatandaş Türkçe konuşmuyor!


merdem
5. May 2013, 12:36 AM
Günümüzde durum degisti mi???

***

4 Mart 1937 Cumhuriyet gazetesi



Vatandaş Türkçe konuşmuyor!




"Vatandaş Türkçe konuş!"

On seneden fazladır, bunu tekrar ede ede dilimizde tüy bitti.

Onlar ise hâlâ, kös dinlemiş insanlar hâlinde, bildiklerini olumakta devam ediyorlar.

Hayır, vatandaş Türkçe konuşmuyor!

Ve uzun tecrübelerle anlaşıldı ki, bu hitaba maruz kalan vatandaşlar, imkânı yok bu yola cezasız girmeyeceklerdir.

Böyle, imkânı yok, diyecek kadar kat'î bir hüküm vermeden evvel, İstanbul'da küçük bir tetkik seyahati yapmak zaruretini duydum.

Ve dün Ortaköy açıklarında, dalgaları yara yara kendi yarattığı kara bulutların içinden bir yıldırım gibi enginlere akan Yavuz'u uzun uzun takib ettikten sonra, içim ondan gelen sevgi ve gururla dolu, ıslak kaldırımlara düştüm ve yolunu şaşırmış bir seyyah gibi Galata'da durdum.

Bankalar caddesini bilirsiniz...

Biraz ilerleyin... Şişhane yokuşunun alt başında, sağda Tünel'e çıkan geniş bir cadde vardır. İşte oraya saptım.

Beş on adım yürüyünce, uçlarına mısır taneleri bağladıkları sicimlerle güvercin avlamağa uğraşan irili ufaklı bir kalabalıkla karşılaştım ve katıldım aralarına.

Kadınlar, erkekler, çocuklar yerlere mısır serperek güvercinlere sesleniyorlar:

– Vene.. vene.. vene!

Zavallı kuşlar bu yabancı dile sinirlenmiş gibi havada çırpınıp duruyor, bir türlü yere inmiyorlar.

– Vene.. vene!

– Siz Türkçe bilmez misiniz?

Aldıran bile yok. Kaldırımlar Madrid veya Barselona sokaklarını andıran karmakarışık bir velvele içinde.

Biraz ötedeki balıkçının önünde şamatalı bir pazarlık var.

Fakat bütün bu gürültü içinde tek Türkçe kelime yok.

Daha ileride pencereden pencereye yarenlik eden kadınlara kulak veriyorum.

Hayır, kulakları tırmalayan bu sohbet de Türkçe'ye yabancı.

Köşebaşında çocuklar oynaşıyorlar ve yabancı bir dille birbirlerine bağrışıyorlar.

Bir leblebici de onlara bağırıyor:

– Eee.. Non kero şamata!

– Sen de mi mubarek adam?

Ağzı bir karış açık gülüyor:

– Ne idelim... Aralarında dolaşa dolaşa dillerini öğreniyoruz.

– Dilini öğretsen daha iyi değil mi?

– Öğretmeye ne hacet efendi... Onlar Türkçe bilirler. Bilirler amma konuşmazlar.

Tünel'in önünde tramvay bekleyen kalabalık Türkçe'den başka her dili hem de yüksek sesle konuşuyor. Birbirlerine sokulmuş iki kadın bu umumî kaideye muhalefet etmekten çekinir gibi Türkçelerini birbirlerinin kulaklarına fısıldıyorlar.

Tramvayda aynı hâl.

Galatasaray'da tramvaydan iniyor, sola kıvrılıyorum.

Sesler geliyor:

– Pandufles!

– Lusturacis!

– Servelo... Servelo!

Sağa sapıyorum. Balıkpazarı ses içinde. Fakat sağdan soldan gelen çeşid çeşid seslerin hiçbirinde Türkçe'nin sıcaklığı, tatlılığı yok.

Neredeyim yarabbi.. Nerede?

İstiklal caddesine çıkarken, pasajın kapısında çiçekçiler haykırışıyorlar:

– Viyolettis.. Viyolettis!

Sendeleye sendeleye, dalgınlıkla bir mağazaya giriyorum.

Karşıma çıkan tepeden tırnağa boyanmış kız yılışıyor:

– Vous desirez monsieur?

Karşıki kazinoya başvuruyorum:

– Oriste kirye...

İşte Türkçe konuşmasını istediğimiz vatandaş gizlemeğe bile lüzum görmeden, açıkça, bağıra bağıra, ihmalimizle, müsamahamızla alay eder gibi, Türkçe konuşmuyor..

Evde, mektebde, sokakta, tramvayda, çarşıda, pazarda her yerde Türkçe'den başka dil kullanmakta ısrar ediyor.

Ve biz, şehrin birçok semtlerinde gözlerimizi yumunca, öz yurdumuzun hasretini duyacak kadar kendimizi uzaklarda buluyoruz. Artık yetmez mi?