PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Allah geleceği bilmez mi?


dost1
4. March 2013, 02:53 PM
Abdülaziz Bayındır Hocanın Allah geleceği bilmez söylemi

W4YddpREMqE


Bu söyleme verilen cevap

kbmSzL5rgxY

bartsimpson
4. March 2013, 03:32 PM
kbmSzL5rgxY

Anladım Halil Ağabey, teşekkürler :) Allah Razı olsun

merdem
4. March 2013, 03:56 PM
Allah razi olsun Dost1 Kardesim, cok net bir aciklama olmus, ben de MUSHAF ile KUR'AN arasindaki farki böylece idrak etmis oldum.

Müsaadenizi almadim, kusura bakmayin, hemen kuranformunda yayinladim videoyu.

Gününüz hayrola ve bilgilerinizden bizeleri faydalandirmaya devam edin.

Hakki Yilmaz Hocamiza da ayriten tesekkürlerimi bir borc bilirim.

Selam ve dua ile.

merdem
8. March 2013, 02:29 AM
kbmSzL5rgxY



Degerli Kardesim Dost1,

Abdülaziz Bayirdan bu videoya yeni cevabi, lütfen videoyu yüklermisiniz, youtube beni pek sevmiyor nedense :p

Videoyu ekledim.


IkFuYfqsEYc



Selam ve dua ile.

dost1
10. March 2013, 02:44 PM
Selamun Aleyküm! Değerli Kardeşlerim!

Abdülaziz Bayındır Hocanın "Allah geleceği bilmez." şeklindeki söylemi ile ilgili yukarıda bütünün izlediğiniz videodaki söylemine Hakkı Yılmaz Kardeşimin verdiği, Süleymaniye Vakfına ve yukarıdaki videoyu gönderenlere de gönderdiği cevabı yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum.

A. Bayındır ile ilgili açıklamalar!

Bayındır Hoca’nın, mushaftaki “lemma ya’lem” fiillerinden hareketle “Allah’ın, gaybı, geleceği bilmediği” zu’muna sahip olması ile ilgili yapmış olduğumuz açıklama ve bilgilendirmemize kendisi tarafından yine bir video programı ile tepki gösterilmiştir. Söz konusu videoyu esefle izledim ve hocanın çırpındıkça daha da bataklığa saplandığına şahit oldum. Gönül isterdi ki, bizim gösteriverdiğimiz kendisini yanlışa iten noktalar üzerinde bir araştırma yapsın da cevap versin. (Bu uyarı Bayındır Hoca tarafından bana yapılsaydı, gider elini öper teşekkür ederdim.)
Ama görüldüğü kadarıyla Hakkı Yılmaz adı hocanın kimyasını bozmaktadır. Ki videoda herkes panik havasını sezebilmektedir. Ayrıca “Hakkı Yılmaz çok tehlikeli, zararlı bir adamdır” derken Hakkı Yılmaz’ın kendisi için tehlikeli olduğunu ele vermektedir. Hakkı Yılmaz’ın dine, Allah’a, insanlığa karşı durumu; tehlikeli veya yararlı olup olmadığı ise başta Allah olmak üzere herkesçe bilinmektedir.

Bu videosuna kadar kendisi hakkında hüsnüniyet besledim. Daha evvelki yalan ve iftira içeren videolarının düzmece olabileceğini düşündüm. Bu videodan ise husumetinden emin oldum.

Okur ve izleyicilerimizin dikkatine şunları sunuyorum.

Salât sözcüğünün, ilk vaz’ından itibaren anlamını yazılarımızda temel kaynaklarını da göstererek delilleriyle sunduk. Ama Bayındır, hiçbir kitapta Hakkı Yılmaz’ın verdiği anlam yoktur diye utanmadan yalan söylüyor. Hâlbuki Tac ve Lisan’da ayrıntılı olarak verilmiştir. Hadi diyelim ki Tac ve Lisan’dan araştırmaya kapasitesi müsait değil, ama Osmanlı döneminin temel lügatı olan “AHTERİ KEBİR”de Türkçe olarak “salv” sözcüğünün “uyluk ve sırt” olduğu yazılıdır. Sözcüğün vazı anlamı budur. Bunun fiili “uyluklamak (alttan uylukla destek vermek), sırtlamak (sırta alarak taşımak)” demektir. Bu ifadeler, toplumsal hayatta, mecazen “sosyal hayatta destek vermek” anlamındadır. Bakın bu konuya ait tüm “Salât” yazılarımızdaki açıklamalar:

الصّلوة [salât] sözcüğünün yapı olarak, ص ل ى [saly] ve ص ل و [salv] köklerinden türemiş olması mümkün görünmektedir. Dilbilgisi kurallarına göre her iki kökten de türemiş olabilir. Zira hem ص ل ى [saly] hem de ص ل و [salv] sözcükleri, son harflerinin “harf-i illet” olması sebebiyle “nâkıs”tırlar ve bu köklerden bir sözcük türediğinde, köklerin sonundaki harf-i illetler düşerek başka harfe dönüşür. Bu durumda, türeyen yeni sözcüğün, bu köklerin hangisinden türediği konusunda ciddi bir araştırma yapılmadığı takdirde ortaya bazı karışıklıklar çıkabilmektedir. Nitekim ص ل و [salv] kökünden olan kalıpların birçoğunun çekimlerinde و [vav] harfi, “galb” [değişim] neticesi ى ]ya]ya dönüşmekte ve bu şekilde türeyen sözcükler, ilk bakışta ص ل ى [saly] kökünden türemiş gibi görünmektedir.

Bu gibi durumlarda Kur’ân'ın mesajını doğru anlamak için yapılacak ilk iş, sözcüğün türemiş olabileceği köklerin anlamlarına bakmaktır. Bu sebeple biz de tahlilimize, الصّلوة [salât] sözcüğünün türemiş olabileceği ص ل ى [saly] veص ل و [salv] köklerinin anlamları ile başladık.
صلى [saly, sıla]; “pişirmek, yakmak, ateşe atmak-ateşe girmek, yaslamak” anlamına gelir. Sözcük bu manada Hâkka sûresi'nde geçmektedir:
Sonra cehenneme [صلّوه/sallûhû] yaslayın onu. (Hâkka/31)

Bundan başka, sözcük Kur’ân'da birçok kez, bu kökten türemiş olan إصلوها [islavhâ], يصلى [yeslâ], وسيصلون [veseyeslavne], ساصليه [seüslîhi], لايصلاها [lâ yeslâhâ] gibi farklı kalıplar hâlinde yine aynı anlamda yer almıştır. Meselâ, صلى [s-l-y] kökünden türemiş olan المصلّين [musallîn] sözcüğü, “destek veren, yardım eden” anlamında değil, “hayvanının sırtına, uyluğuna yaslanan” anlamında kullanılmaktadır.

صلى[saly] sözcüğü, Türkçe'deki “sallamak” ve “yaslamak” sözcüklerinin de kaynağıdır.
Ancak, konumuz olan salât sözcüğünün kökünün saly olduğu varsayılırsa, Kur’ân'da geçen tüm الصّلوة [salât] sözcüklerinin ve türevlerinin “ateşe atmak, yaslamak” anlamında olduğunu kabul etmek gerekecektir ki bu durumda, meselâ Kevser sûresi'ndeki صلّ [salli] emrinden, “onu ateşe at” veya Ahzâb/56'daki صلّواعليه [sallû aleyhi] ifadesinden, “onu [Muhammed'i] ateşe sallayın/atın” anlamını çıkarmak gerekecektir.

Sonuç olarak, “yardım, destek, çaba, gayret” anlamlarına gelen الصّلوة [salât] sözcüğüyle, “ateşe atmak, ateşe yaslamak, pişirmek, yakmak” anlamındaki صلى [saly] sözcüğü arasında herhangi bir mana ilişkisi kurma imkânı yoktur.

ص ل و[salv]: İsim olarak “uyluk, sırt” demek olan sözcük şöyle açıklanır: صلو [salv], “insanın ve dört ayaklı hayvanların sırtı, kalça ile diz arası” anlamına gelir.

Bu anlam doğrultusunda fiil olarak kullanıldığında sözcük; “uyluklamak, sırtlamak” anlamına gelir ki, uyluğun yatay duruma getirilerek bir yükün altına uzatılması şeklinde bir hareket olan “uyluklamak” da, bir yükü sırta almak demek olan “sırtlamak” da, yük altına girmeyi, yüke destek vermeyi ifade eder.

Bize göre salât sözcüğünün kökü saly değil, salv'dir. Sözcüğün aslı ise صلوة [salvet] olup, kök sözcük nâkıs [son harfi illetli] olduğundan, genel dilbilgisi kuralları gereği صلوة [salvet] sözcüğü,الصّلوة [salât] şekline dönüşmüştür. Nitekim sözcüğün çoğulu olan صلوات [salavât] sözcüğünde, kök sözcüğün asıl harfi olan و [vav] açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu durum, başka birçok sözcük için de geçerlidir. Meselâ, ğazâ [savaştı] sözcüğünün mastarı غزوة [ğazve]dir ve ğazve'nin çoğulu غزوات [ğazevât] olarak gelir. Diğer fiil çekimlerinde de ğazâ'nın “vav”ı, ya ى [ya]ya dönüşür yahut da düşer. Zaten salât sözcüğünün, s-l-v kökünden türediği hususunda ittifak olduğu içindir ki, bir anlam karışıklığı olmasın diye mushaflarda salât sözcüğü, الصلاة şeklinde ا [elif] ile değil, الصّلوة şeklindeو [vav] ile yazılır.

Diğer taraftan, صلو [s-l-v] kökünden türemiş olan صلّى [sallâ] (mastarı salât) sözcüğünün anlamı, Kıyâmet/31-32'de, hiçbir yanlış anlamaya meydan vermeyecek şekilde net olarak açıklanmıştır:
فلا صدّق ولا صلّى ولاكن كذّب و تولّى [felâ saddaqa velâ sallâ velâkin kezzebe ve tevellâ (Fakat o, ne onayladı, ne destekledi. Fakat o, yalanladı ve geri durdu.)].

Görüldüğü gibi yukarıdaki cümlede dört eylem zikredilmiş, bu eylemlerden ikisi diğer ikisinin karşıtı olarak gösterilmiştir. Şöyle ki: صدّق [saddaqa]nın karşıtı olarak كذّب [kezzebe], yani “tasdik etme”nin karşıtı olarak “tekzib etme, yalanlama” fiili kullanılırken, صلّى [sallâ] fiilinin karşıtı olarak da تولّى [tevellâ] fiili kullanılmıştır. Kalıbı itibariyle “süreklilik” anlamı taşıyan tevellâ sözcüğü; “sürekli geri durmak, sürekli yüz dönmek, lakayt kalmak, ilgisizlik, pasiflik ve yapılmakta olan girişimleri kösteklemek” demek olduğuna göre, تولّى [tevellâ]nın karşıtı olan صلّى [sallâ] da; “sürekli olarak destek olmak, seyirci kalmamak” anlamına gelmektedir.

Anlamı Kur’ân'da bu kadar açık olarak belirtilmesine rağmen salât sözcüğü, ünlü bilgin Râgıb el-İsfehânî'nin Müfredât adlı eserinde, “Lügat ehlinin çoğu, salât: ‘dua, tebrik ve temcit’tir demiştir” ifadesiyle âdeta geçiştirilmiştir.

Sonuç olarak الصّلوة [salât] sözcüğünün anlamını; “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür.


Hoca, bunu bir videosunda kendisi kabul etmiş, yaptığı saldırılar nedeniyle kendisini sıkıştıran okurlarına “Evet, salât, mecazen destek demektir” diye itiraf etmek zorunda kalmış ama utanmadan “Hakkı Yılmaz salâtın gerçek anlamı “destektir”tir mecaz anlamı değildir diyor” diyebiliyor. Hâlbuki biz, salâtın gerçek anlamının yukarıda görüldüğü üzere (Arapların ilk kullandığı anlamın) “uyluklamak ve sırtlamak” olduğunu uzun uzun açmışız. Bedevi, şehre, sosyal hayata başladığı zaman ise salât, “sosyal sorunları uyluklamak ve sırtlamak” anlamında kullanılır olmuştur. Peki sosyal sorunların uyluklanması, sırtlanması “hakikat (bedevinin verdiği ilk anlam)” anlam mıdır yoksa mecaz anlam mıdır? Kim, sosyal sorunları sırtında taşıyor, uyluğunu altına sokarak destek veriyor? Bunlar hep mecaz değil midir? Bayındır bunları bilemeyecek kadar ğabiy birisi midir? Her yerde, her yazıda, her söyleşide bu MECAZ’dır diye gözüne sakmak mı gerekir?
Bir de verdiğim anlamın lügatlarda olmadığını söylermişim. Kuyruklu yalana bir bakın. Ben, yukarıda görüldüğü üzere İsfehani’nin ihanetini söyledim. Ve verdiğim anlamları kaynaklarıyla gösterdim.

[B]Bana iletilen maillerden biri:
"Hakkı hocam abdulaziz hoca bir videoda sizin kaynak vermediğinizi soylemişti salata verdiginiz anlamla ilgili,
kendilerine mail ile sitenizdeki videoyu ilettim ve kaynak verdiginizi soyledim."

Şöyle bir cevap aldım size de ileteyim istedim buyrun;


Z. K Bey, (isimler tarafımdan eksiltilmiştir. HY)

"Gönderdiğiniz videonun ilgili bölümünü dinledim. Salat kelimesi, mecaz olarak destek anlamında kullanılır. Peygambere salat bu anlamdadır. Hakkı Yılmaz mecazı hakikata çeviriyor. Ayrıca kelimeye kendi verdiği anlamın sözlüklerde olmadığını da söylüyor. Türk Dil Kurumu gibi bir kurumun, büyük araştırmalar sonunda uydurduğu yeni kelimelerin dilimizi tanınmaz hale getirdiğini ve nesilleri birbirinden kopardığını hepimiz biliyoruz. Kur'an'ın en temel emriyle ilgili böyle bir çalışma da dinimizi tanınmaz hale getirme gayretinden başka bir şey değildir. Bunların şerlerinden Allah'a sağınırım."
Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR

Bu videoda hâlâ salâtın mecazen destek anlamında olduğunu inkâr ederek yine ikiyüzlülüğünü sergilemektedir.

Bizim kendisini uyarı videomuzdaki “aLEme” fiiliyle ilgili de vazı anlamıyla demogoji yapıp “Varsayalım ki o dediğin anlam doğru (tekrar tekrar), Allah nereye bayrak dikmiş, nereye işaret koymuş, nereye damga basmış” diyebiliyor. Çevresindeki dalkavuklar da Ahfeşin keçisi gibi kafa sallıyor. Kimse buradaki ifadelerin de mecazen “herkese göstermek, herkesin bilmesini sağlamak” anlamında olduğunu söylemiyor. Bozacının şahidi şıracı olurmuş.

Görüldüğü üzere videodaki “Varsayalım ki o dediğin anlam doğru (tekrar tekrar), Allah nereye bayrak dikmiş, nereye işaret koymuş, nereye damga basmış” ifadeleriyle mecazları hakikate çeviren bizzat kendisidir, Hakkı Yılmaz değildir.

Hocaya sorulmasını isterim. Allah, Kur’an’da (Bakara/7, En’am/46, Casiye/23, Münafikun/3, Nisa/155) kâfirlerin kalplerine, kulaklarına mühür, damga bastığını, boyunlarına demir halkalar geçirdiğini (Ya Sin/8), önlerine ve arkalarına set oluşturduğunu ifade ediyor. Bunlar ne demektir?
Kâfirlerin kalplerine, kulaklarına Allah’ın mühür, damga bastığını, önlerine arkalarına set (baraj) kurduğunu hiç gören olmuş mu? Allah yalan mı söyledi. Yoksa bu ifadelerin bir mecaz anlamı mı var?

Ayrıca, Allah Enbiya/44 ve Ra’d/41’de “Kendisinin Yeryüzüne gelip yeryüzünü etrafından eksilttiğini” bildirmektedir. Allah’ın yeryüzüne geldiğini, yeryüzünü, etrafından eksilttiğini herhangi bir gören olmuş mu? Enfal/17’de Allah’ın ok attığı bildirilmektedir. Allah’ın Bedir’de ok attığını kim görmüş? Allah yalan mı söylüyor? ( Bu örnekleri çoğaltabiliriz)

Korkarımki Bayındır, “Evet, Allah yeryüzüne; benim yanıma geldi, benden bilmediklerini öğrendi gitti” de diyebilir. (!)

Bu ifadeler mecazdır. Ehil olanlar bu ifadelerin mecaz anlamlarını gayet iyi bilirler. Ama ehil olmayanlar bunu bilmezler. Said Nursi’nin bir vecizesi var: “Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse, hakikate inkılab eder, hurafata kapı açar.”

Biz, Bayındır’ın bunları bilmediğini sanmıyoruz. Tepkilerinden, bunları hayınlığından yaptığını tahmin ediyoruz. Ona önerimiz, Allahın boynuna geçirdiği halkaları bir an evvel çıkarıp atması, ön ve arkasına Allah’ın kurduğu setleri yıkmasıdır. Yani gururdan, kibirden arınıp Kur’an ilkeleriyle edeplenmesidir.

Ayrıca şunu da ifade edelim ki, konu edilen ayetlerdeki “lemma ya’leme” fiillerinin İf’âl ve Tef’il babından “lemma YÜ’LİM, YÜALLİM” şeklinde kıraatleri de vardır. Kılasik eserlerde bunu; bu konuya ait görüş beyanlarını herkes görebilir (Biz, videodaki açıklamamızda bunu ihmal etmiştik). Bu ayetlerdeki anlam yeni gündeme gelmedi. Asırlardır kitaplarda mevcuttur. Bu kıraate göre de fiilin anlamı, “bildirmeden” demektir. Bayındır’ın Diyanet mealini eleştirmeden evvel en azından bu açıklamaları görmesi, bilmesi gerekirdi. Her şeyden evvel Mushaftaki harekelemenin Rasülüllah’tan çok sonra, o günkü âlim geçinenler tarafından yapıldığını, hataların varlığını (en azından olabileceğini) kabullenmesi gerekirdi.

Bir de “alime” fiilinin “alem” ve “alamet” manaları da vardır itirafında bulunuyor. Madem bu anlamları da var sözcüğe niye bu anlamı vermiyorsun da Allah’ı bilmez biri yaparak kara sürüyorsun?

Bayındır hoca bir de bize Nisa/46’dan hareketle Yahudilerin tahrifatçılığını isnat ediyor.
Şeyhin kerameti kendinden menkulmuş veya mer-di kıpti şecaat arzederken sirkatin izhar edermiş. Ne güzel deyimler, hoca bize sataşırken düştükleri durumu itiraf etmiş.

Soruyorum ehli insafa: Ayetlere yanlış mana vererek her kusurdan münezzeh Allah’a cehalet isnat eden, mü’minlerin akıdelerini bozan kim? Hakkı Yılmaz mı, Bayındır mı, Bayındır’a zemin hazırlayanlar mı?

Aynı mesele, Kehf/12, Sebe/21, Ankebut/3, 11, Bakara/143, Âl-i İmran/140, 142, 166, 167, Hadid/25, Muhammed/31 ve Tevbe/16 için de geçerlidir.

Bayındır, bu videosunda ilmî, vicdanî ve ahlâkî bir karşılık vermemiş (ya da verememiş), dalkavuklarının huzurunda pirimitif şov yapmıştır. Bizim kendisine cevap vermemiz nefsimize yönelik değildir. Şahsımıza istediği kadar iftira atabilir, yalan söyleyebilir. (Yaklaşık beş sene evvel, “Hakkı Yılmaz İzmir’de peygamberlik ilan etmiş, doğru mu?” diye bir arkadaşa sormuş.) Umurumuzda da değildir. Ama Kur’an’a ve Allah’a kara çalmaya devam ederse ensesinde olacağımızı bilmelidir. Kur’an, tüm mü’minlerin mukaddes kitabıdır ve bundan hepsi sorumludur. Nerde hata yapılırsa hemen müdahale edilmesi gerekir.

Biz Gelelim Asıl Meseleye
ALLAH’IN AMELLERİ ŞAHİTLENDİRMESİ

Bir müslümanın asli görevi batılla mücadele değil hakkı ikame etmektir. Bilindiği ve Allah’ın vadettiği üzere Hak gelirse, getirilirse bâtıl yok olup gider.

Bu tartışmaya malzeme olan ayetler, Allah’ın sünnetlerinden; uygulamalarından bir tanesini açıklamaktadır. Bu sünnet, “ahırette insanları hesaba çekişinin, sorgulayışının şekli”ndeki uygulamasıdır.

Rabbimiz insanları ahırette hesaba çekecektir. Kur’an’dan öğrendiğimize göre, ahıret mahkemesi şimdiki gibi, sadece Allah’ın Kendi iddiası, gizli tanık, yalançı tanık, düzmece belge vs. ile olmayıp sağlam tanık ve belgeler ile olacaktır. Bu davada, insanların kendileri, uzuvları, iblisi, hücreleri, peygamberler, gönderilmiş kitaplar ve kişilerin yakınları, arkadaşları ve toplumları şahitlik edeceklerdir.

Zümer/68-70:
68Ve sûra üflenmiştir de Allah'ın dilediği hariç, göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılıvermiştir. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir de onlar kalkmışlar karşıda bakıp duruyorlar.
69Ve yeryüzü Rabbinin nûruyla aydınlanmış, kitap konulmuş, peygamberler ve tanıklar getirilmiş ve aralarında hak ile karar verilmiştir. Ve onlara haksızlık edilmez.
70Ve Allah, ne amel yaptıysa herkese karşılığını kesinlikle tam olarak ödeyecek. Ve Allah, onların yaptıklarını en iyi şekilde bilendir.

Bu konuyla ilgili şu ayetlere de bakılabilir.
Bakara/143, Hacc/78, Fecr/21-23, Nebe/38-40, Nisa/41, 159, Nahl/84, 89, Kaf/21, Mü’min/51, Hud/18, 19, Kasas/75, Fussılet/20-22, Nur/24, Ya Sin/65, Furkan/30, Maide/116-118.

Rabbimiz, sözü edilen Âl-i İmran/140, 141, Tevbe/16, Kehf/12, Sebe/21, Ankebut/3, 11, Bakara/143, Âl-i İmran/166, 167, Hadid/25, Muhammed/31 ve Tevbe/16. ayetlerde, ahırete tanık hazırlayacağını, mü’minlerin mü’minliğine ve samimiyetine, inkârcıların inkar ve riyakarlığına dünyada bir takım tanıklar oluşacağını bildirmektedir. Ki mahşerdeki mahkemede herkes Allah’ın adaletli davrandığını kabullenecektir; cennete gideceklerin hak ettiklerini, cehenneme gideceklerin de cehennemi hak ettikleri herkesçe bilinecektir.


Âl-i İmran/140, 141:
140,141Eğer size bir yara değmişse, o topluma da benzeri bir yara dokunmuştu. Ve işte o günler; Biz onları, Allah'ın sizden iman eden kimseleri bildirmesi/ işaretleyip göstermesi ve sizden şâhitler edinmesi, Allah'ın iman eden kimseleri arındırması, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenleri de mahvetmesi için insanlar arasında döndürür dururuz. Ve Allah, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları sevmez.

Tevbe/16:
16Sizden çaba harcayanları, Allah'ın Elçisi'nden ve inananların astlarından sırdaş/ can dostu edinmeyenleri Allah bildirmeden/ işaretleyip göstermeden bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır.

Hadîd/25:
25Andolsun ki Biz, elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların hakkaniyeti ayakta tutmaları ve Allah'ın, dinine ve elçilerine, kimse kendilerini görmediği ve tanımadığı yerlerde yardım edenleri belirlemesi/ işaretleyip göstermesi için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz, kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlar için yararlar bulunan demiri de indirdik. Şüphesiz Allah, çok kuvvetlidir, mutlak üstündür.

Muhammed/31:
31Ve kesinlikle Biz, içinizden çaba gösterenleri ve sabredenleri bildirmemiz/ işaretleyip göstermemiz için sizi yıprandıracağız/ denemeye tâbi tutacağız. Haberlerinizi de yıprandıracağız/denemeye tâbi tutacağız.

Kehf/12:
12Sonra da iki grubun hangisinin, onların bekledikleri süreyi daha iyi hesapladığını bildirelim/ işaretleyip gösterelim diye Rakim/Yazıt Ashâbı'nı gönderdik.


Âl-i İmrân/166-168:
166-168İki topluluğun karşılaştığı günde size dokunan şeyler de Allah'ın izniyledir/ bilgisiyledir. Ve mü’minleri bildirsin/ işaretleyip göstersin ve münâfıklık yapan kimseleri –kendileri oturup dururken kardeşleri için: “Eğer bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi” diyen kimseleri– bildirsin/ işaretleyip göstersin diyedir. Ve onlara: “Geliniz, Allah yolunda savaşınız veya savunma yapınız” denilmişti. Onlar: “Biz, savaşı bilseydik kesinlikle size uyardık” dediler. Onlar o gün, imandan çok Allah'ın ilâhlığını, rabliğini örmeye yakındılar. Onlar, kalplerinde olmayan şeyleri ağızlarıyla söylüyorlar. Allah, gizledikleri şeyleri daha iyi bilendir. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, haydi kendinizden ölümü uzaklaştırınız.”

Evet, Allah, hiçbir niyyeti, hiçbir suçu gizli bırakmaz; çeşitli vesilelerle ortaya çıkarır, herkese teşhir edip gösterir.

Âl-i İmran/ 178,179:
178Allah'ın ilâhlığını rabliğini tanımayan şu kimseler, şüphesiz Bizim kendilerine süre tanıyışımızın, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Şüphesiz Biz, onlara daha çok günaha girsinler diye süre tanıyoruz. Ve onlar için alçaltıcı bir azap vardır.
179Allah, murdar olanı temiz olandan ayırt edinceye kadar mü’minleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz şey üzerinde bırakacak değildir. Allah sizleri görülmeyen, duyulmayan, sezilmeyen, geçmiş, gelecek üzerine bilgilenen biri yapacak da değildir. Velâkin Allah, elçilerinden dilediğini seçer. Öyleyse Allah'a ve Elçisi'ne iman edin. Ve eğer iman eder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, işte o zaman sizin için çok büyük bir karşılık vardır.

Tarih incelenirse görülecektir ki, kimse ihanet sırlarıyla ölüp gitmemiş, kâfirliği, münafıklığı, müşrikliği zaman içerisinde deşifre olmuştur. Ve herkes kimin ne mal olduğunu öğrenmiş, ahırette de tanıklığını edecektir.
Sonuç olarak diyoruz ki Rabbimizin insanları sınaması, öğretmek için değil, dünya ve ahırete tanık oluşturmak içindir. Kimse hakkındaki karara itiraz edemesin. Tıpkı okullardaki öğretmenlerin öğrencilerini sınav yapma amacının, öğrencilerden öğrenmek olmayıp sınava giren öğrencilerin durumunun belirlenmesi, şahitlendirilmesi olduğu gibi. 10 03 2013
Hakkı YILMAZ

Yiğitcan
12. March 2013, 04:30 PM
Allah razı olsun. Değerli Hocam önünüz daima açık olsun.

kuman
26. March 2013, 11:31 AM
Bu konuda sormak istediğim bir konu var aydınlatırsanız sevinirim.
Allh şöyle sünnet buyurmuş olamaz mı? Ben Kullarım geleceğini bilmeyeceğim (istemiyorum manasında). Çünkü bu dünya Sınav dünyası. Sınav dünyasında sınav sonucunu değiştirme ihtimali yoksa eğer Nasıl Bir Sınav bu?

merdem
26. March 2013, 11:58 AM
Bu konuda sormak istediğim bir konu var aydınlatırsanız sevinirim.
Allh şöyle sünnet buyurmuş olamaz mı? Ben Kullarım geleceğini bilmeyeceğim (istemiyorum manasında). Çünkü bu dünya Sınav dünyası. Sınav dünyasında sınav sonucunu değiştirme ihtimali yoksa eğer Nasıl Bir Sınav bu?


Degerli Kardesim,

Sinavdan maksat, Rabbimize gerektigi sekilde kulluk edip edemiyecegimizdir.

Ademoglunun yeryüzüne halife kilinmasinin sebeblerinden biri. Adalet sahibi yüce Allah kimseye haksizlikta bulunmuyor. Her kuluna ayni sanslari vermistir, isteyen istedigi gibi kullanir. Kimsenin kimseden üstünlügü yoktur, hepimiz O'nun kullariyiz. Allah katinda üstünlük takva ile ölcülür, soy sop, mal mülk, cogunluk gibi terimler gecersizdir.

Allah'in gelecegi bilip bilmemesinin hic bir önemi yok, cünkü Rabbimiz bize can damarimizdan daha yakindir. Merhametlilerin en merhametlisidir.

Böyle sinava can kurban. Hangi sinavda görülmüstür sorularin cevabi önceden ele verilsin. Kur'an da bütün cevaplar yazili. Isteyen sinavi en iyi notlarla bitirir, isteyen sinifta kalir.

Son nefes yaklasmadikca sinavin sonuclarini degistirmek herkesin kendi elindedir.

Dua edin dualarinizi kabul edeyim diyen Rabbimizin her duayi kabul edeceginden emin olmasak dahi, cani gönülden tüm samimiyetle yapilalacak olan tevbeleri kabul ettigini bizlere acikca bildirmistir yüce Allah.

Herseyden evvel en mühimi Allah'a ortak kosmadan iman etmek. Devamli tevbelerde bulunmak, tevbe icin ille de bir günah islemek lazim gerekmez. Zamaninda yapilan tevbeleri Rabbimiz kabul edecegini bizlere teminat veriyor.

Dedigim gibi böyle sinava can kurban. Adalet sahibi Allah kimseyi kendinden uzaklastirmiyor, herkese aciktir yolu, yeterki kul istesin bunu.

"Haber ver kullarıma; şüphesiz Ben, Ben bağışlayanım, esirgeyenim." (Hicr Suresi, 49)


Kim kötülük işler veya nefsine zulmedip sonra Allah'tan bağışlanma dilerse Allah'ı bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur. (Nisa Suresi, 110)

Bizim ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara de ki: "Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti Kendi üzerine yazdı ki, içinizden kim bir cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Enam Suresi, 54)

De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin.Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Zümer Suresi, 53)


Sizin yanınızda olan tükenir, Allah'ın Katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle Biz muhakkak vereceğiz. Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 96-97). .


Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilir ne de öne alınabilirler. (Nahl Suresi, 61)


Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 17–18)


Biz, İsrailoğulları'nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğulları'nın kendisine inandığı (İlah'tan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi. Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. (Yunus Suresi, 90–91)


Rabbimiz cümlemizi/arzu edenleri/kalbten dileyenleri dogru yoluna iletsin.


Selam ve dua ile.

merdem
26. March 2013, 12:36 PM
Bu konuda sormak istediğim bir konu var aydınlatırsanız sevinirim.
Allh şöyle sünnet buyurmuş olamaz mı? Ben Kullarım geleceğini bilmeyeceğim (istemiyorum manasında). Çünkü bu dünya Sınav dünyası. Sınav dünyasında sınav sonucunu değiştirme ihtimali yoksa eğer Nasıl Bir Sınav bu?




Degerli Kardesim,

sana ögüt vermek maksadiyla yazmiyorum, neden bu soruyu sormak lüzumunu hissettigini de sormuyorum. Bu satirlarimla faydam dokunursa memnun olurum.

Sinavdan maksat, Rabbimize gerektigi sekilde kulluk edip edemiyecegimizdir.

Ben, insanları ve cinleri bana kulluk etmeleri için yarattım.
Zariyat Suresi Ayet 56

Hanginizin daha güzel iş yapacağını belirlemek için sizi imtihana çekmek üzere ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Azîz’dir O, Gafûr’dur.
Mülk Suresi Ayet 2


Ademoglunun yeryüzüne halife kilinmasinin sebeblerinden biri. Adalet sahibi yüce Allah kimseye haksizlikta bulunmuyor. Her kuluna ayni sanslari taniyor, isteyen istedigi gibi kullanir. Kimsenin kimseden üstünlügü yoktur, hepimiz O'nun kullariyiz. Allah katinda üstünlük takva ile ölcülür, soy sop, mal mülk, cogunluk gibi terimler gecersizdir.

Allah'in gelecegi bilip bilmemesinin bizler icin hic bir önemi yok, zan üzerine fikir yürüttügümüzle kaliriz ancak, Rabbimiz bize can damarimizdan daha yakindir. Her seyi hakkiyla gören, isiten ve bilendir.

Merhametlilerin en merhametlisidir.

Böyle sinava can kurban. Hangi sinavda görülmüstür sorularin cevabi önceden ele verilsin. Kur'an da bütün cevaplar yazili. Isteyen sinavi en iyi notlarla bitirir, isteyen sinifta kalir.

Son nefes yaklasmadikca sinavin sonuclarini degistirmek herkesin kendi elindedir. Yeterki kul istesin.

Dua edin dualarinizi kabul edeyim diyen Rabbimizin her duayi kabul edeceginden emin olmasak dahi, cani gönülden tüm samimiyetle yapilalacak olan tevbeleri kabul ettigini bizlere acikca bildirmistir yüce Allah.

Herseyden evvel en mühimi Allah'a ortak kosmadan iman etmek. Devamli tevbelerde bulunmak, tevbe icin ille de bir günah islemek lazim gerekmez. Zamaninda yapilan tevbeleri Rabbimiz kabul edecegini bizlere teminat veriyor.

Dedigim gibi böyle sinava can kurban. Adalet sahibi Allah kimseyi kendinden uzaklastirmiyor, herkese aciktir yolu, yeterki kul istesin bunu.

"Haber ver kullarıma; şüphesiz Ben, Ben bağışlayanım, esirgeyenim." (Hicr Suresi, 49)


Kim kötülük işler veya nefsine zulmedip sonra Allah'tan bağışlanma dilerse Allah'ı bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur. (Nisa Suresi, 110)

Bizim ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara de ki: "Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti Kendi üzerine yazdı ki, içinizden kim bir cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Enam Suresi, 54)

De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin.Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Zümer Suresi, 53)


Sizin yanınızda olan tükenir, Allah'ın Katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle Biz muhakkak vereceğiz. Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 96-97). .


Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilir ne de öne alınabilirler. (Nahl Suresi, 61)


Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 17–18)


Biz, İsrailoğulları'nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğulları'nın kendisine inandığı (İlah'tan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi. Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. (Yunus Suresi, 90–91)


Rabbimiz cümlemizi/arzu edenleri/kalbten dileyenleri dogru yoluna iletsin.


Selam ve dua ile.

merdem
26. March 2013, 01:52 PM
Benim icin hic farketmez, orasi Allah'in bilgisindedir, neyi ne kadar nasil bileceginin hesabi kulun harci degildir fikrindeyim. Benim üzerime düsen vazifeler bellidir.

Kainatlari yaradan Allah acaba yarattiktan sonra herseyi kendi haline mi birakmistir, kendi haline terkedilen kainat ve yaratilanlara mi birakilmistir tüm sorumluluk? Ne haliniz varsa görün misali.

Vergi dairesi her bir seyi bilmek ister, is sahipleri gelecek yillarin bilancosunu yapar, aileler kazanclarini hesaplar izinler planlar, ciftci tarlasindan gelecek ürünü hesaplar, ineklerinden sagacagi sütü, tavuklarindan kazanacagi yumurtalari hesaplar, bankalar ayri bir hesap pesinde.... mahkemelerde sorulan hesaplarin ardi arkasi kesilmez. Yaradan yüce Allah'a gelince, gelecegi bilir mi bilemez mi diye kiyametler koparilir. Yahu bilse ne olur bilmese ne olur, bizim haddimize mi düsmüs. Ha Allah'in eli kolu var demisiz, ha aklinin nereye kadar yettigini, bilgisinin nereye kadar vardigini varmadigini tartismisiz ayni kapiya cikmiyormu?

Hepimiz Isa mi kesildik, dogar dogmaz cevremize akil verecek kadar.

Tavuk olsun öküz olsun sanki sahibinin kendilerini ne zaman kesecegini önceden kestirmesi bir sey farkedermis misali. Hic olmazsa bir insan olarak, hayatta oldugumuz müddetce bizlere taninan sansi kullanmasini bilelim, degerlendirelim.

Biz gelecek bir iki seneden bahsediyoruz, Allah'in biz insanlardan sonra hangi yaratiklarla planlari oldugundan acaba haberdarmiyiz? Bizden evvelki yaratiklar hakkinda dahi en ufak bir bilgimiz yok. Zaman biriminin Rabbimiz icin bir rol oynamadigini düsünecek olsak olacak olmus ne varsa acaba garip aklimizla ne kadarini tahmin (!) edebiliriz.

Gözümüzde büyüttügümüz dünya nedir ki, belki de bir toz kadar degeri dahi yoktur.

Ne kadar aciz oldugumuzu acaba ne zaman kavriyacagiz, gaybin anahtarlarinin Allah'in katinda oldugunu ve bizlere hic bir bilgi sunulmadigini ne zaman idrak edebilecegiz.

Kudreti sonsuz olan Rabbimizi geregi gibi degerlendiremedigimizin bir farkina varabilsek.

Hükmüne ortak kabul etmeyen Rabbimiz, bizleri bagisla. Firavuna bir yandan lanet ederken, firavunun dahi aklindan geciremeyecegi konular üzerinde tartisiyoruz.

Cekirge bütün yazi sazla gecirir erzagini kis icin hazirlamazsa, kista mi kabahat?
Bir talebe derslerini ihmal eder sinifta kalirsa (ki ögretmen 100% biliyordur o talebenin sinifta kalacagini) ögretmende mi kabahat?Ögretmen bildigi icin mi sinifta kalmistir talebe, yoksa derslerini ihmal ettiginden dolayi mi? Herhalde ki derslerini ihmal ettiginden dolayidir, ögretmen tahmin etmemis dahi olsa zaten sinifta kalma ihtimali cok cok yüksektir.

kuman
26. March 2013, 09:47 PM
Canını çok sıkan bir konu olduğu belli merdem,
Ancak şunu sakın unutma insanlar ne kadar çok soru sorarlarsa gerçeğe o kadar çok yaklaşırlar. İbrahim Allahı soru sorarak bulmuştur unutmamak lazım. Asıl önemli konu doğru soruları sorabilmektir.
Benim sıkıntım İnsanların yazdıklarına kanıt olarak hemen bir ayetler zinciri oluşturarak konulara cevap vermesidir. Kuranın ışığında fikir telakki ederek insanlığın bugüne kadar olan bilgileri harmanlanarak doğruya ulaşmak en güzeli diye düşünüyorum.
Ayet ayet konuşmak söylediklerinin doğruluğunu Kurana doğrulatmak gibi geliyor bana.

Sen ne kadar sıkıntılıysan emin ol bende sıkıntılıyım.
Ben kime inanıyorum yada ben inanmaya çalışıyorum??? benim derdim bu. İnanamaya çalıştığım şey çok değişmeye başladı farklılaşmaya başladı ya yanlış biliyorduk yada biz yanlışa sürükleniyoruz.
Sorun burda
Diğer sorun iletişim kaynaklarının çoğalması ile pek çok bilginin ortaya çıkması ve bunların doğruluğunun araştırılamaması.
Sen anladığım kadarıyla Almanyada yaşadığın için şu anTürkiye hakkında bazı şeylerde eksiksindir . Burda o kadar çok bilgi var ki ve bu bilgiler ya siya ya beyaz gri yok.
nato üstünde bir arkadaşıma söylendiği gibi ki yıl 2004 tü yanılmıyorsam Sizin ülkenizde o kadar büyük bir psikolojik harp varki bu sizin için çok kötü. bunu söyleyensadece türk haberlerini seyreden biri. gerisini siz düşünün.

merdem
27. March 2013, 08:16 AM
Canını çok sıkan bir konu olduğu belli merdem,
Ancak şunu sakın unutma insanlar ne kadar çok soru sorarlarsa gerçeğe o kadar çok yaklaşırlar. İbrahim Allahı soru sorarak bulmuştur unutmamak lazım. Asıl önemli konu doğru soruları sorabilmektir.
Benim sıkıntım İnsanların yazdıklarına kanıt olarak hemen bir ayetler zinciri oluşturarak konulara cevap vermesidir. Kuranın ışığında fikir telakki ederek insanlığın bugüne kadar olan bilgileri harmanlanarak doğruya ulaşmak en güzeli diye düşünüyorum.
Ayet ayet konuşmak söylediklerinin doğruluğunu Kurana doğrulatmak gibi geliyor bana.

Sen ne kadar sıkıntılıysan emin ol bende sıkıntılıyım.
Ben kime inanıyorum yada ben inanmaya çalışıyorum??? benim derdim bu. İnanamaya çalıştığım şey çok değişmeye başladı farklılaşmaya başladı ya yanlış biliyorduk yada biz yanlışa sürükleniyoruz.
Sorun burda
Diğer sorun iletişim kaynaklarının çoğalması ile pek çok bilginin ortaya çıkması ve bunların doğruluğunun araştırılamaması.
Sen anladığım kadarıyla Almanyada yaşadığın için şu anTürkiye hakkında bazı şeylerde eksiksindir . Burda o kadar çok bilgi var ki ve bu bilgiler ya siya ya beyaz gri yok.
nato üstünde bir arkadaşıma söylendiği gibi ki yıl 2004 tü yanılmıyorsam Sizin ülkenizde o kadar büyük bir psikolojik harp varki bu sizin için çok kötü. bunu söyleyensadece türk haberlerini seyreden biri. gerisini siz düşünün.


Sütten agzi yanan yogurdu üfleyerek yermis, bir de bazi kisiler var tümünden vaz geciyor ne süt ne yogurt :p

Haklisin Kuman Kardesim, arastirmaktan icime bazen fenaliklar geliyor. Ama umudumu yitirmis degilim, devamli dogru olani bulana kadar ugrasacagim.

Tek korkum, her tarafta sunulan son zamanlarin genis bilgilerinin altinda herhangi bir art niyet olmasidir. Uyanik olmaya kararli oldugumdan iyice incelemeden "he" demiyorum.

Benim uyanisim biraz gec oldu. Gercek Islami yasayan bir zoplum icinde büyümedim. Ne gariptir, az cok din ile iliskim Almanya'ya geldikten sonra basladi. Bir kac sene sonra eski tas eski hamam.

Kendi kendime hayret ediyorum, senelerden beri internetteyim böylesine güzel konulari neden daha önce kavrayamamisim diye hayiflanip duruyorum. Tam olgunlasamamisim herhalde o zamanlar, ancak yeni kavrayabildim neye nasil nicin inanmam ve inancima göre yasamam lazim gerektigini.

Basimiza gelen felaketlerden güzel bir ögüt alabilmeyi ögrenmekte olgunluktur. Isyan yerine teslimiyet yolunu secmis bulunuyorum.

Ben de bir zamanlar yalniz siyah yada beyaz diyordum. Ama anlayisli bir insan olabilmek icin bütün renkleri kavramanin gerekli oldugunu da kavramis bulunuyorum.

Esasinda ender soru sormak zorunlugunu duyarim. Galip Kardesime arasira takiliyorum, onun bilgilerinden de faydalaniyorum yani sira.

Selam ve dua ile.

Not: Serverin cilvesinden dolayi yazini ancak su an görmüs bulundum.

merdem
13. April 2013, 08:43 AM
Buraya tıklar mısınız? (https://www.facebook.com/photo.php?v=228136267328214&set=vb.135502983258210&type=2&theater)

youtube'u alip bir taraflara carpasim geliyor, ama degerli bir Dost1 Kardesim olduktan sonra kendimi frenliyebiliyorum :-)

dost1
13. April 2013, 10:24 PM
Selamun aleyküm! Değerli Merdem Kardeşim!

Buraya tıklar mısınız? (https://www.facebook.com/photo.php?v=228136267328214&set=vb.135502983258210&type=2&theater)

youtube'u alip bir taraflara carpasim geliyor, ama degerli bir Dost1 Kardesim olduktan sonra kendimi frenliyebiliyorum :-)

Sağolsun Mustafa İslamoğlu da bizler gibi bir tutum takınmış ki,yanlışından dönebilsin. Ancak, sağolsun Abdülaziz Bayındır Hoca dönüp ayete bakacağı yerde hatasında israr etmeyi sürdürüyor.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

kuman
14. April 2013, 12:45 AM
Şimdi bir sorum olacak.
Ben mucizelere inanmıyorum yani açıklandığı şekilde inanmıyorum. başka bir şekli ve açıklaması olması gerektiğine inanıyorum. Mirac olayına sizin anlatığınız şekilde inanmıyorum bu olayda başka bir şeyler olmalı (başka şeyler anlatanlar var)
Ben İsanın bir babası olduğunuda inanıyorum ve bu kişide allahın bir elçisi olduğunu düşünüyorum (Şuan ki bilgilerimle ve anlamalarımla)
ben tüm bunları Allahın kanununda bir değişiklik bulamazsın sözünden yola çıkarak söylüyorum.

Sorum şu;
Benim tüm bildiklerim ve kabul ettiğim şeyler yanlışsa eğer Ben Kafir mi oluyorum

Bu sorunun cevabından sonra
ben kafir oldum! Neden kafir oldum Mirac olayı yüzünden necm suresini hoca gibi anlamadığım için.
Neden kafir oldum Allahın koyduğu kanunları değiştirmeyeceğine inandığım için. Doğa üstü, metafiziğe inanmadımdan diye.


Kafir olmak kolaydır ancak bu kadar kolay değil.

merdem
14. April 2013, 02:35 AM
Acıbadem Tüp Bebek Merkezine Hoş Geldiniz!:p

Merkezimiz tıp teknolojisinin en son olanaklarını kullanarak yurt içinde ve yurt dışında edinilmiş engin tecrübeleri ve bilgi birikimleri ile sizlere hizmet vermekten mutluluk duymaktadır. Hizmet anlayışımız, etkinliği bilimsel çalışmalarla kanıtlanmış tedavileri, en yüksek kalitede, sizlerin tıbbi ve ruhsal anlamda ihtiyaçlarınızı göz önüne alarak modern bir atmosferde sunmaktır. Acıbadem Tüp Bebek sizlere daha yakın olabilme amacı ile birden fazla Merkezde çalışmalarını sürdürmektedir. Bu anlamda sadece verilen hizmetin kalitesi ve başarı oranları ile değil aynı zamanda tedavi ettiği çiftlerin sayısı bakımından da Türkiye nin önde gelen Tüp Bebek Merkezleri arasındadır.


http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/6/69/Dollyscotland.JPG/260px-Dollyscotland.JPG:confused:


http://tr.wikipedia.org/wiki/Klonlama

Insanoglu dahi bir seyler elde etmege yelteniyor!

Yaratmak Allah'a mahsustur! "OL" demesi yeterlidir. :)

merdem
14. April 2013, 02:50 AM
Cennette Hz. Muhammed'in (SaV) hz. Meryem'le evleneceği doğru mu? Mumsema Sebep ve hikmetler dünyasında yaşıyoruz. Burada her şeyin bir sebebi ve hikmeti vardır. Ama ücret ve kudret yeri olan ebedî âlemin kendine has yönleri vardır. Buradaki ölçüler oraya uymadığı gibi, buradaki şartlar ve esaslar da o âleme benzemez.

Bunun için o âlemi kendi ölçüleri içinde mütalaa etmek lazım. Ancak ebedî âlem hakkında tam bir bilgiye sahip olmamız mümkün değildir. Ancak bazı âyet ve hadislerde bu meseleye esas teşkil edecek işaretler vardır. Biz de bu işaretlerin gösterdiği nisbette biliyoruz.

Sizin sözünü ettiğiniz meseleyi İbni Mâce’nin Zühd babında rivayet edilen bir hadis-i şeriften öğreniyoruz.

Peygamber Efendimiz (a.s.m) şöyle buyuruyor:
“Allah Azze ve Celle sizden Cennete dahil ettiği her mü’mine yetmiş iki hanım verir. Bunların ikisi hurilerden ve yetmişi Cehennemlik olanların Cennetlik hanımlarındandır.”1

Hadis âlimi Hişam bin Hâlid, bu hadisin izahında şöyle der:
“Bazı erkekler ebedî olarak Cehenneme girerler. Cennet ehli olan erkekler Cehenneme girenlerin hanımlarını alacaklardır.”

Meselâ, Firavun’un hanımı Hz. Âsiye gibi.
Hz. Âsiye’nin durumunu da yine bir başka hadisten öğreniyoruz:
“Allah, İmran kızı Meryem’i, Firavun’un hanımı Âsiye’yi ve Musa’nın kızkardeşi Gülsüm’ü Cennette bana zevce olarak vermeyi hükmeyledi.”2

Bu hadis-i şeriflerden anlaşıldığı üzere, Cehennemlik erkeklerin Cennetlik hanımlarını Cenab-ı Hak mü’min erkeklere verecek. Cennetin şartları kendine göre olacağı için orada kıskançlık, haset ve benzeri duygular olmayacaktır.

Hiç evlenmeden vefat eden hanımlar için de aynı hususlar geçerli olsa gerekir.

1 İbni Mâce, Zühd: 39.
2 İbni Mâce Tercümesi, 10: 649.

Mehmed Paksu Aileye Özel Fetvalar

Selam ve dua ile.


Ha bunlara da inananlar var. Hadisleri inkar edene ne deniliyordu?:rolleyes:

dost1
14. April 2013, 10:09 PM
Selamun aleyküm! Değerli Kuman Kardeşim!

Şimdi bir sorum olacak.
Ben mucizelere inanmıyorum yani açıklandığı şekilde inanmıyorum. başka bir şekli ve açıklaması olması gerektiğine inanıyorum. Mirac olayına sizin anlatığınız şekilde inanmıyorum bu olayda başka bir şeyler olmalı (başka şeyler anlatanlar var)
Ben İsanın bir babası olduğunuda inanıyorum ve bu kişide allahın bir elçisi olduğunu düşünüyorum (Şuan ki bilgilerimle ve anlamalarımla)
ben tüm bunları Allahın kanununda bir değişiklik bulamazsın sözünden yola çıkarak söylüyorum.

Sorum şu;
Benim tüm bildiklerim ve kabul ettiğim şeyler yanlışsa eğer Ben Kafir mi oluyorum

Bu sorunun cevabından sonra
ben kafir oldum! Neden kafir oldum Mirac olayı yüzünden necm suresini hoca gibi anlamadığım için.
Neden kafir oldum Allahın koyduğu kanunları değiştirmeyeceğine inandığım için. Doğa üstü, metafiziğe inanmadımdan diye.


Kafir olmak kolaydır ancak bu kadar kolay değil.

Sorunuzun cevabını bulmak için şeytani racimden Allah'a sığınmanız gerekir.

Şeytandan Allah’a sığınmak; “Euzu billahi mineşşeytanirracim (Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım / Allah’ım şeytandan sana sığınırım, beni ondan koru)” demek değildir.

Şeytandan Allah’a sığınmak:

- Şeytan tipler ve güçler tarafından dayatılan düşünce ve amelleri, hemen, Allah’ın bizlere gönderdiği Kur’an terazisinde tartmaktır.

- Şeytanın aklımıza, fikrimize zerk ettiği zehirleri, Allah’ın Kur’an’da bize ikram ettiği panzehirle tedavi etmektir.

- Doğruyu Allah’tan öğrenip, şeytanın bizi saptırmasına engel olmaktır.

- Fırtınaya tutulan geminin hemen limana sığındığı gibi, hemen Kur’an’a sarılıp problemleri Kur’an ile çözmektir. (Anlamadan Kur’an okumak bu problemleri çözmez!)

Günümüzde, bu konuya örnek olabilecek şeytanî vesveseler insanların hayatlarına o kadar çok yönden sokulmak istenmektedir ki, bunlardan bir tanesini somutlaştırarak burada sunmak boynumuzun borcudur:

Yüzyıllardır Müslümanlara birileri tarafından telkinde bulunulmakta ve şunlar söylenmektedir:

“Şu kandil gecesinde şu kadar rekât namaz kılar, şu kadar sayıda tespih çekersen, bütün günahların affolur ve cennete gidersin!”

Bu teklif, ilk bakışta insanların hoşuna gitmekte, daha doğrusu işine gelmektedir. Çünkü insanın dünyaya gelişinden itibaren onun “karin”i olarak faaliyet gösteren şeytan (İblis), bu teklif ile hemen harekete geçip bir ham düşünce üretmekte ve bu söylenen kolay davranışları yaparak cenneti ucuza kapatma fikrini insana “süslü” göstermektedir. Yani, yapılan teklif (telkin) ile insan, hem Allah’ın bildirdiği dışında bir yolla cennet vadeden şeytanların, hem de bu yolu kendinse süslü gösteren beynindeki İblis’in vesveseleri ile karşı karşıya kalmaktadır. İşte, Rabbimizin kendisine sığınılmasını istediği şeytan vesvesesi, buna benzer kuruntulardan oluşmaktadır. Ancak, bu sığınma, ayetteki ifadelerden anlaşıldığına göre lâfla olmamaktadır. Zira ayette “Allah’a sığınırım de!” veya “Allah’a sığınmak istiyorum de!” değil, “Allah’a sığın!” denmektedir.

O hâlde yapılacak iş, yukarıda da söylediğimiz gibi, insanın kendisini sadece Allah’ın sözlerine teslim etmesidir.
Nitekim yukarıda verdiğimiz örnek için insan “Cennetin bedeli nedir Ya Rabbi!” diye Allah’a sığınmak isterse, Allah’ın cevabını Kur’an’da bulacak ve bu bedelin “mütteki olmak, ebrardan olmak, malını ve canını Allah’a satmak” olduğunu öğrenerek, hem o teklifi yapan yalancı şeytanların, hem de beynindeki İblis’in vesvesesinden kendini kurtarabilecektir.

Sonuç olarak insan, aklını çalıştırmalı ve bu tarz yalanlarla sürekli vesvese veren şeytanlardan korunmak için Allah’a, yani O’nun kitabına sığınmalıdır ki, Âdem ve eşi gibi hataya düşmesin.
Kaynak: İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

kuman
15. April 2013, 12:15 AM
Kuranı kim doğru anlıyor kim doğru anlamıyor Allahtan başka bilen yok.
Kim münafık kim kafir Allahtan başka bilen yok.
Kuran Allah ın kelamı kim daha iyi bilir ?
A böyle diyor B böyle diyor
Aklımı kullanıyorum Kuranı baz alarak aklımı kullanıyorum.
Allah her şeyi bir ölçü ile yarattıysa, ki öyle, ölçüyü bozacak herhangi bir davranışı yapmayacağına göre ölçüye aykırı ve mucize olduğu söylenen olayların anlamları daha farklı olmalıdır.
Gece gündüzü örnek veren Allah, baharı örnek veren Allah. Rüzgarı örnek veren Allah, Yağmuru örnek veren Allah, İnsanı örnek veren Allah, bitkileri örnek veren Allah, Güneşi örnek veren Allah, gökleri örnek veren Allah, yerkabuğunu örnek veren Allah, bunları çoğaltmak mümkün ve bunlar için aklını kullanın demesinin sebebi nedir ?
Tek bir sebebi vardır çünkü bunlar mucizedir.
Mucize mi arıyorsunuz çevrenize bakın.

Allahın ;

Gökten sofra indirmesi mi mucize ? Neden bunu yaptı havariler inansın diye mi? Kalpleri yatışsın diye mi ?
Allah dünyaya rızıklar ile doldurmasından sonra havariler neden gökten sofra istedi ? Allah onları uyarmış olmasın !

Ateşi suya dönüştürmesi ve odunları balığa dönüştürmesinden sonra orda ki halk nasıl oldu da Hz. İbrahim e inanmadı ve sadece ailesini alıp gitti Mekke ye

Allah Kuranda mucizeden bahsediyor mu ? Tüm bunları düşünmemiz ve öğüt almamızı istemiyor mu?

Bu evrenin sistemi mucize değil de nedir ? Buna rağmen hala mı mucize istiyorsunuz ? Gidip Yunan mitlojisi okuyun orda çok var.

kuman
15. April 2013, 12:36 AM
Dost hocaya sormak isterim;
Cenneti biz mi kazanırız yaptıklarımızla yoksa,
yaptıklarımız karşılığında Allah bize cennetimi lütfeder ?

dost1
15. April 2013, 01:13 AM
Selamun Aleyküm! Değerli kuman Kardeşim!

"Mucize", Arapça'da 'Acz' kökünden türemiş; İf'âl babından ismifâil, müfred müennes bir sözcük olup anlamı "aciz bırakan" demektir. Bununla "insan aklını ve kudretini aciz bırakan şey" kastedilir.

Kur'ân'da mu’cize sözcüğü geçmez. Kur'ân'da "Âyet (alamet/gösterge)" sözcüğü yer alır.

(Mü'min: 78–78) Ve andolsun ki, Biz senin önünden nice elçiler gönderdik. Onlardan kimini sana anlattık onlardan kimini de anlatmadık. Hiçbir elçi, Allah'ın izni olmaksızın bir alamet/gösterge getiremez. Artık Allah'ın emri gelince de hak ile gerçekleştirilir. Batılcılar, işte burada hüsrana uğradılar.

(Ra'd: 38–38) Andolsun ki, Biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve zürriyet (nesil; oğlan- kız çocuklar) verdik. Hiç bir peygamber için Allah'ın izni olmadan herhangi bir alamet/gösterge getirmek de yoktur. Her ecel için bir yazı vardır.
Rabbimiz kendi varlığına, birliğine alamet/ işaret olan her varlığı ve olayı Âyet diye ifade buyurmuştur.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________

kuman
15. April 2013, 01:17 AM
Dost hocaya sormak isterim;
Cenneti biz mi kazanırız yaptıklarımızla yoksa,
yaptıklarımız karşılığında Allah bize cennetimi lütfeder ?

Üstat bunuda bi cevaplasan
Selametle

dost1
15. April 2013, 01:24 AM
Selamun aleyküm! Değerli Kuman Kardeşim!

Dost hocaya sormak isterim;
Cenneti biz mi kazanırız yaptıklarımızla yoksa,
yaptıklarımız karşılığında Allah bize cennetimi lütfeder ?

Bu sorunuzun cevabını ancak, Allah'a sığınarak bulabiliriz.

Allah`tan gelen Hakk Din`e inanan, salih ameller işleyen, Allah`tan sakınan kullar için ahirette hazırlanmış olan mutluluk ve mükâfat yurdudur. Bu cennetin farklı nitelikleri; hoş kokulu yiyecekler, gönlün hoşlandığı her türlü yiyeceğin varlığı, içinden nehirlerin akışı, bal ve sütten ırmaklar, emre amade kişiye özel hizmetçiler, ipek atlas giyecekler, altın ve gümüşten kaplar, sınırsız genişlik vs. ile birlikte, bunları kimlerin hak ettiği ve bunlara kimlerin kavuşacağı Kur`an`da hep açıklanmıştır. Ancak Kur`an`da, yukarıda sayılan niteliklerin birer sembol, örnek olduğu vurgulanır ve asıllarının daha muhteşem olduğu ima edilir (Ra`d; 35, Muhammed; 15, İnsan; 12-22). Ahiretteki mutluluk yurduna “cennet” adı verilmesinin nedeni, ağaçlarının ve gölgelerinin çokluğundan ötürü olsa gerektir.

Yine Kur`an`dan öğrendiğimize göre ahiretteki cennet bir ikram ve lütuf yurdudur, orada yasak olan ve günaha sokacak bir şey yoktur, o cennet süreklidir, ebedîdir:

Vakıa; 25: Ne boş bir lâf işitirler orada (cennette) ne de günaha sokacak bir şey.

Vakıa; 32, 33: Bir çok meyveler arasındadırlar. Ne tükenir, ne yasaklanır.

Zühruf; 71: Çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır. -Ve siz orada sürekli kalacaksınız.-

Duhan; 56:Orada ilk ölüm dışında ölüm tatmazlar…

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

merdem
15. April 2013, 01:49 AM
Ikiside ayni kapiya cikar Kuman Kardesim.


Karnin aciktiginda ha evde yemek pisirip yemissin ha gidip lokanta da yemissin, her iki durumdada karnini doyurursun. Ola ki evde pisirilen ile lokanta yemeginin arasinda malzeme, hazirlama süresi ve lezzet bakimindan farklar olur ama sonunda karin doymus olur.

Ha deveyle yola koyulmusun, ha ucakla ha yaya olarak, eninde sonunda varacagin yere varirsin, masraf, zahmet, zaman kazanci bakimindan farkli olabilir, ama hedefe ulsabilirsin.

Bu misaller gibi, ha cenneti sen emegini karsiligi Allah'in buyruklarina saygi göstererek yerine getirmissin ve O'na sirk kosmamissin ömür boyu. Bolca tevbelerde bulunmussun ve cenneti hak etmissin, Haa yüce Allah seni cennetine buyur etmis. Sana cennete gidecek yollari göstermis olduktan sonra, sen o yollari uyguladiktan sonra senin amellerin Allah'in rizasina ulasmis olmali ki cenneti haketmissin. Bosuna bizlere özgür bir sekilde secme hakki verilmemis herhalde. Isteyen cenneti secer isteyen cehennemi.

Allah ile pazarlik edilmez, antlasma yapilir. Pazarlikta bir takim menfaatler göz önüne alinir (bir nevi zorlama olur, hile yollarina gidilir), antlasma karsilikli olur her iki tarafinda arzusuyla hilesiz dolambacsiz kabul edilir, kimse kimsenin hakkini suistimal etmez bir hardal danesine kadar hak hukuk gözetilir.

Kimseye havadan ehliyet verilmez. Verilmis ise o iste bir yolsuzluk olmustur.

Bedavadan, zahmetsiz ve imtihansiz uni olamayacagi gibi. Talebe calisir, sabirla ögrenir, basarili olur ve ögretmenleri o talebeye seve seve diplomasini verir. Alan hakkiyla alir, veren hakkiyla verir.

Yüce Allah Celle ve Celaluhu hic bir emek sarfetmeyene "Buyur Cennetime" demez, Rabbimiz HAKK'in kendisidir. Haksizliga tahammül etmez, anlayis göstermez ve kimseye de ögütlemez.