PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kur'an mı Temel Belirleyicidir, Hadisler mi?


halukgta
3. December 2012, 06:50 PM
KUR'AN MI TEMEL BELİRLEYİCİDİR, HADİSLER Mİ?


Rabbimiz tarih boyunca, çoğu defa birbirine karıştırılan hakla bâtılın arasını açmak üzere, çeşitli dönemlerde insanlar arasından elçiler seçmiş ve onlara insanların tâbi olmaları gereken ölçüleri vahiy etmiştir. Hz. Muhammed, hidayet önderi olarak seçilen son elçi, ona bildirilen Kur’an vahyi de vahiy halkasının son temsilcisi olmuştur.

Hz. Peygamber ve beraberindeki ilk nesil, tüm benlikleriyle, âlemlerin Rabbi yüce Allah’ın insanlığın kurtuluşu için yeryüzüne saldığı son ip (Hablullah) olan Kur’an’a yönelmiş, tasavvur ve şahsiyetlerini onunla inşa etmişlerdir.

“Onlara bir ayet getirmediğin zaman: ‘Sen onu derleyip-toplasana' derler. De ki: Ben, yalnızca bana Rabbimden vahyolunana uyarım. Bu, Rabbinizden olan basiretlerdir, iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve bir rahmettir.” (A’râf 7 / 203) Kur’ani beyanında ve benzeri birçok ayette de ifadesini bulduğu üzere Hz. Peygamber, kendisine vahyolunan Kur’an’a tâbi olmaktan, onun hükümlerini pratize etmekten başka bir şey yapmıyordu.

Hz. Aişe validemizin, kendisinden Hz. Peygamber’i anlatmasını talep edenlere “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlâkı Kur’an’dı” şeklinde cevap vermesi de, bu gerçeğin ifadesinden başka bir şey değildi.


Hz. Aişe, Allah Resulü’nün (a. s.), Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş hali olarak yaşadığını çok iyi bildiği için, Allah Resulü’ne herhangi bir söz nispet edildiğini işittiğinde, hemen o sözü Kur’an’ın süzgecinden geçirir, Kur’an’ın ölçüleriyle örtüşmeyen rivayetleri kesin olarak reddederdi. Bedruddin ez-Zerkeşi’nin kaleme aldığı ve Hz. Aişe’nin Kur’an’a aykırı bulduğu için reddettiği rivayetlerden örneklere yer verdiği “Hz. Aişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler” adlı kitabı, bu konuda önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır.


Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber adına Kur’an’a aykırı sözler uydurulmasına geçit vermeyen, Kur’an merkezli bu titiz tutumu, sonraki dönemlerde Müslümanlar arasında hep yaşatılmakla birlikte, özellikle hicri 2 ve 3. yy’larda hadislerin tedvini sürecinde, hadis rivayetlerinin Kur’an’a arzını önceleyen metin tenkidi yöntemi yerine, sened zincirlerinin incelenmesine dayalı sened tenkidi yönteminin öne çıkarılması, bu alanda Kur’an’ın hakemliğini önemli ölçüde devre dışı bırakan bir gelişme olmuştur.


Bu yöntem değişikliğiyle birlikte, hadis rivayetlerinin Kur’an’la örtüşüp örtüşmediği değil, hadis ravilerinin güvenilir olup olmadıkları üzerinde yoğunlaşılmaya başlanmış, bu da gerek farklı fırkaların iyi niyetlerle hadis uydurma tutumunun, gerekse muharref kültürlere mensup kötü niyetli kimselerin Müslüman görüntüsü altında hadis uydurmaya yönelmesinin önünü açmıştır.


Bu büyük kırılmaya, bir de Şafii’nin hadisleri de Kur’an gibi vahy ürünü olarak gören ve böylece Kur’an’ın hakemliğini/belirleyiciliğini buharlaştıran yaklaşımının giderek genel kabul halini alması eklenince, hadis kültürü tamamen Kur’an’ın kontrolü dışına çıkartılmış, “yürüyen Kur’an” olan Allah Resulü adına Kur’an dışı bir kültür ve din anlayışı oluşturulmasına zemin kazandırılmıştır.

Böylece Kur’an temel belirleyici olmaktan çıkarılmış, hadis rivayetleri Kur’an’a arz edilecek ve hadis rivayetleri Kur’an’la değerlendirilecek yerde, yer yer apaçık Kur’an ayetleri hadis rivayetlerine tâbi kılınmaya çalışılmış, böylece İslam’ın yapısı tamamen ters yüz edilmiştir.

Bu söylediklerimizi somut bir örnekle açmak istiyoruz. Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsa’nın akıbeti ile ilgili şu apaçık beyanlarda bulunmuştur:

“Onlar hileye başvurdular, Allah da onların tuzağını boşa çıkardı. Allah hileleri boşa çıkaranların en hayırlısıdır.

O zaman Allah şöyle dedi: Ey İsa, şüphesiz ki seni öldüreceğim, seni kendime yükselteceğim ve seni inkârcılardan temizleyeceğim. Hem sana uyanları, kıyamete kadar o küfredenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz banadır, ayrılığa düştüğünüz hususlarda aranızda hükmedeceğim.” (Âl-i İmran 3 / 54 – 55)

“Ve Allah demişti ki: Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara: 'Beni ve annemi, Allah'tan başka iki tanrı edinin' dedin? Hâşâ, dedi, sen yücesin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, sen bunu bilirsin, sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise senin nefsinde olanı bilmem, çünkü gaybları bilen yalnız sensin, sen.


Ben onlara sadece, senin bana emrettiklerini söyledim. Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. Aralarında olduğum müddetçe onlara şahit idim, fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen yalnız sen oldun. Sen her şeyi görensin.” (Maide 5 / 116-117)

Kur’an’da Hz. İsa’nın vefat ettiği, bu şekilde apaçık ifadelerle bildirildiği halde, tarihsel süreçte Ehl-i Kitab’ın muharref kültürünün hadis uydurmacılığı yoluyla Müslümanlar arasında yaygınlaştırılmasıyla, Hz. İsa’nın ölmediği ve kıyamet öncesi yeniden yeryüzüne gönderileceği inançları ortaya çıkmış ve yerleşik hale gelmiştir.

Müslümanların bu konudaki inançlarını Kur’an’ın apaçık beyanları yerine, önemli ölçüde kaynağı muharref kültürlere dayanan rivayetler oluşturur olmuştur.

Tefsir yazarı Elmalılı M. Hamdi Yazır, “Hak Dini Kur’an Dili” adlı ünlü tefsirinde, Âl-i İmran Sûresi 55. ayeti şu şekilde yorumlamaktadır:

“Teveffi kelimesi, ‘vefa’ mastarından alınmış olarak esas lügat ta ‘ıstıfa’ gibi tamamen kabzedip almaktır. Fakat ruh sahiplerine ve bilhassa insanla ilgili olduğu zaman vefat ettirmek, yani eceline yetiştirip ruhunu almak manasında açık ve meşhurdur. Buna göre bir delil bulunmadıkça, başka bir mana ile tevili caiz değildir.

Fakat burada mekir manasıyla ilgisi bulunmak üzere Nisa Suresi’nde “Onu öldürmediler ve asmadılar, fakat (öldürdükleri) kendilerine (İsa’ya) benzetildi” (Nisa 4/154) ayeti onların Mesih Meryem Oğlu İsa Peygamberi öldüremediklerini ve asamadıklarını ve fakat şüpheye düşürüldüklerini açıkça beyan etmiş, Hz. Peygamber’den de: “İsa ölmedi, kıyamet gününden önce size dönecektir” hadisi şerifi de varid olmuş bulunduğundan buradaki ‘seni öldüreceğim’ kelimesinin, az çok zahir dışı bir mana ile tevil olunması gerekmiştir… İslam inancında İsa vefat etmemiştir ve fakat kıyametten önce vefat edecektir. Demek ki İsa’nın son hali de budur.”

Görüldüğü üzere ortada apaçık Kur’ani beyanların bulunduğu bir konuda bile, bu Kur’ani beyanlar yerine konuyla ilgili hadis rivayetleri temel belirleyici kılınmış ve Kur’an’ın apaçık beyanları hadis rivayetleri yönünde tevile tâbi tutulmuştur. Oysa doğrusu, Kur’ani beyanların hadis rivayetlerine göre tevili değil, hadis rivayetlerinin Kur’an’a arzı ve Kur’an’la sağlamasının yapılmasıdır. Başta da belirttiğimiz gibi Hz. Aişe’nin yaptığı tam da buydu.


Müslümanlar olarak, yeniden Kur’an’a yönelmek, Kur’an’ı bilgi, akide ve amelimizin merkezine yerleştirmekten başka çıkar yolumuz yoktur. Hz. Peygamber’i ve onun sünnetini doğru anlamak ve muharref kültürlerin sızmalarına karşı sünneti asli haliyle muhafaza etmek de, Kur’an’a yönelmekten ve Kur’an’ı temel belirleyici/hakem kılmaktan geçmektedir. Tarihsel süreçte yaşanan kırılmaları ve alt üst oluşları başka türlü tamir etmek mümkün değildir.

[1] Muslim, Salatu’l-Musafirin, 139
[2] Hz. Aişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler, Bedruddin ez-Zerkeşi, Kitabiyat Yayınları
[3] M. Hamdi Yazır, Hak dini Kur’an Dili, C. 2, Sh. 371–372, 375–376, Azim Dağıtım

Şükrü Hüseyinoğlu

aorskaya
8. December 2012, 03:54 PM
KUR'AN MI TEMEL BELİRLEYİCİDİR, HADİSLER Mİ?

...............
..................


Görüldüğü üzere ortada apaçık Kur’ani beyanların bulunduğu bir konuda bile, bu Kur’ani beyanlar yerine konuyla ilgili hadis rivayetleri temel belirleyici kılınmış ve Kur’an’ın apaçık beyanları hadis rivayetleri yönünde tevile tâbi tutulmuştur. Oysa doğrusu, Kur’ani beyanların hadis rivayetlerine göre tevili değil, hadis rivayetlerinin Kur’an’a arzı ve Kur’an’la sağlamasının yapılmasıdır. Başta da belirttiğimiz gibi Hz. Aişe’nin yaptığı tam da buydu.


Müslümanlar olarak, yeniden Kur’an’a yönelmek, Kur’an’ı bilgi, akide ve amelimizin merkezine yerleştirmekten başka çıkar yolumuz yoktur. Hz. Peygamber’i ve onun sünnetini doğru anlamak ve muharref kültürlerin sızmalarına karşı sünneti asli haliyle muhafaza etmek de, Kur’an’a yönelmekten ve Kur’an’ı temel belirleyici/hakem kılmaktan geçmektedir. Tarihsel süreçte yaşanan kırılmaları ve alt üst oluşları başka türlü tamir etmek mümkün değildir.

Şükrü Hüseyinoğlu

Sevgili haluk kardeşim,

Şükrü Hüseyinoğlu'nun sonuç itibarıyla güzel kabul edilecek bir yazısıyla, kuranın temel belirleyici olmasını anlatmaya çalışmanızı değerli buluyor ve teşekkür ediyorum.

Ancak konu açılmışken bazı hususlara dikkat çekmek istiyorum:

1- Öncelikle alıntıladığınız yazının sahibi şükrü kardeşimiz, hadis ile hadis rivayetlerini birbirinden ayırmayan ve mütevatir olması halinde rivayeti hadis kabul ederim diyen biridir.

Kendisiyle, yönettiği bir sitede, sadece kuran kaynaklı yazıları yayımlamak için yaptığımız bir görüşmede, sadece kuran kaynaklı yazıları temelde kabul etmeyip, mütevatir hadisler! le de desteklemedikçe yazmama izin veremeyecekleri, bu konuda onun isteği noktasında birleşmedikçe de başkaca görüşmeye gerek olmadığını bildiren talihsiz bir anımız olmuştu.

Ancak, şimdiki görüşü nasıldır, bu konuda ise zanna dayanarak bir şeyler söylemem doğru olmaz. İnşallah, aynı görüşünü sürdürmüyordur.

2- Kuranın önüne hadis ve sünnet adı altında, hemen hemen her türlü uyduruk, saçma, sapık oluşuna dahi aldırış etmeden insan kaynaklarını geçirenlere göre hadisler temel kaynak, kuran ise maalesef sonra gelen kaynak ancak olabilmektedir.

Çünkü bu kimselerin, kendilerinin akıl etmelerine gerek olmadığına inandırılmalarının ve buna inandırıldıktan sonrada hadislerin ayetleri neshedeceği, peygamberin dini hükümler koyacağı, haram-helal belirleyeceği kabul ettirilerek korunmayan hadis alanında şeytan ve dostlarının hilelerine yenik düşmüş hatta bundan zevk alır olmuşlardır.

Bunlar sahih kaynak adı altında kaynakları kurandan öne getirmişlerdir. bu kardeşlerimize, buradan kısaca bir kaç hususu açıklamak ve dikkatlerini çekmek istiyorum:

Buhari, tırmizi, müslim vb. peygamber değillerdir. Onların peygamber sözü diye söyledikleri de peygamber sözü olduğu ispatlanamadığı için peygamber sözü kabul edilmemelidir.

Sizler, peygambere itaat ile, peygamber şunu demiştir diyen sahih kaynakçılara! itaat etmeyi anlıyorsanız, nasıl bir yanlışa düştüğünü görünüz.

Siz, buhariyi vb. ni peygamber statüsüne koyarsanız, onların kaynaklarındaki saçmalıkları da peygamber sözü yada uygulaması kabul ederseniz, dini doğru yaşamanın mümkün olmadığını görünüz. Görün de artık, gerek peygamberimizin, gerekse annelerimizin iftiraya uğradığı durumları idrak edin artık.

Sahih denilen fakat içinde nifak bulunan sözleri barındıranları savunacağınıza, bunlardan kurana ters olmayanları dini görüş kabul ederek, doğrumu yanlışmı diye değerlendiremezmisiniz?

Siz, Buhari vb.lerinin her aktardığını nasıl, hangi hak ve vicdanla peygamber'e ait kabul edebildiğinizi kendinize sorunuz, samimi olarak kendinizi gözden geçiriniz.

3- Kuranı bu şekilde geri plana atanlar varken, bir de kuran için "tek kaynak" iddiasında bulunmakla, ilk görüntüde çok olumlu bir imaj çizen ama içine bakıldıkça, kuranı kaynak bile olmaktan çıkaran görüş sahipleri olduğunu da unutmamak gerekir.

Bu kardeşlere de kısaca açıklamalarda bulunmak gerekir:

Evet, kardeşlerimiz, dinin tek kaynağı kuran iken ve herkesin dini doğru yaşamak için öncelikle kurandan kendi anlayışını belirleyip, daha sonra aynı konuda başkalarının daha iyi görüşleri varmıdır diyerek arama çalışmaları yapması lazımdır.

Herhangi bir konuda kendi anlayışından daha doğru ve kurana ters olmayan bir anlayışla karşılaşınca, görüş isterse imansızdan gelsin hemen alınız kabul ediniz ve buna göre yaşayınız.

Ancak, sizin kuranla ilgili anlayışınızı belirlerken, kuran ayetlerini anlamak için "kovulmuş şeytandan rabbimize sığınarak" kuranı anlamaya çalışınız. Bunu yapmadan kuranı anlamaya çalışan çoğu kimse, kurandaki kıssaları gerçek olaylar olarak kabul edemeyip, onların sembol olduklarına, melek, iblis ve diğer şeytanları tam kavrayamayıp, onların mecaz olduğuna, yine bazı hükümlerin ise evrensel olması özelliğini atlayarak, onların çağdaş olmadığına, zamanımızda uygulanamayacağına karar vererek, kuranı semboller, bulmacalar kitabı haline getirmektedirler. bu durumda da, gelenekçi/mezhepçilerden daha da kötü bir din anlayışına sahip olmaktalarsa da, bu kardeşlerimiz, böylesinin en akıllıların buluşu olduğuna inanma hatasına düşmektedirler.

Son olarak bu yanlıştan kurtulabilmek için İblis'in insanlardan ayrı bir yaratık olarak var olduğunu ve bizler ölsek bile "kalan sağlar benimdir" anlayışıyla kıyamete kadar kalanları dosdoğru yoldan çevirmeye çalışarak yaşayacağını anlayalım, kurandaki itiraflarından yararlanarak, iblise karşı dikkatli tedbirli yaşayalım.

selamlarımla,
aorskaya

halukgta
8. December 2012, 05:56 PM
Düşüncelerinize katılıyorum. Yazıyı kaleme alan kişinin, genel düşüncelerini biliyorum. Diğer fikirleri kendisini bağlar. Fakat bu yazısı, örnek olması adına güzel bir yazı olduğundan, toplumunda faydalanmasını istedim.

Ben genel anlamda düşüncelerine katılmadığım kişilerin de, bazı fikirlerini yazılarımda örnek vermekten kaçınmam. Örneğin prof. Hayreddin Karaman ın genel çoğunlukla düşüncelerine katılmadığım halde, geçen gün bir yazısından örnek verdim.

Beni ilgilendiren, Kur’anın doğrularına uyan sözlerdir. Kişinin kimliği benim için, daha sonra gelir. Herkes söylediklerinden sorumludur. Hiç kimseyi toptan reddetmem, yakınımdan uzaklaştırmam. Konuşarak elde Kur’an en doğruyu bulacağıma inanırım.

Bu düşüncede olduğum içinde, her doğru bilgiden, herkesin yararlanması adına, yazılarımda kullanırım.

İlginize teşekkür ederim.
Saygılarımla

aorskaya
8. December 2012, 11:52 PM
Düşüncelerinize katılıyorum. Yazıyı kaleme alan kişinin, genel düşüncelerini biliyorum. Diğer fikirleri kendisini bağlar. Fakat bu yazısı, örnek olması adına güzel bir yazı olduğundan, toplumunda faydalanmasını istedim.

Ben genel anlamda düşüncelerine katılmadığım kişilerin de, bazı fikirlerini yazılarımda örnek vermekten kaçınmam. Örneğin prof. Hayreddin Karaman ın genel çoğunlukla düşüncelerine katılmadığım halde, geçen gün bir yazısından örnek verdim.

Beni ilgilendiren, Kur’anın doğrularına uyan sözlerdir. Kişinin kimliği benim için, daha sonra gelir. Herkes söylediklerinden sorumludur. Hiç kimseyi toptan reddetmem, yakınımdan uzaklaştırmam. Konuşarak elde Kur’an en doğruyu bulacağıma inanırım.

Bu düşüncede olduğum içinde, her doğru bilgiden, herkesin yararlanması adına, yazılarımda kullanırım.

İlginize teşekkür ederim.
Saygılarımla

Sevgili kardeşim,

Alıntı yaptığın yazı için zaten olumlu görüşlerimi belirtmiştim ve seninde bu yazıyı alıntılamanı olumsuz değerlendirmedim.

Doğru bilginin herkesten alınabileceği hakkındaki görüşünüze katılıyorum.

Hatta kişisel olarak; "doğru herkese aittir, imansızda bile olsa hemen alınmalıdır, yanlış sahibine aittir, ulemada da olsa hemen kaçılmalıdır" şeklinde bir kabul mantığına sahibim.

Yazılarınızın devamını ve onlardan faydalanmayı dilerim.

saygı ve selamlarımla,
aorskaya