PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kur'an ın Emrettiği, Namaz, Oruç ve Zekatın Özünü, Amacını Doğru Anlamak.


halukgta
7. November 2012, 02:18 PM
Kur’an ı doğru anlamak istiyorsak, önce onunla bizzat tanışmamız ve anlama çabasında olmamız gerekir. Eğer onu anlayarak okumayıp, Rabbin önerdiği gibi ayetler üzerinde düşünmüyorsak, Kur’an ı da asla doğru anlamamız, inancımızı doğru yaşamamız mümkün olmayacaktır.

Belki birilerinden, Kur’an hakkında çok şeyler öğrenebiliriz, ama doğruluğundan asla emin olamayız. Emin olabilmek içinde, önce kendimiz mutlaka Kur’an ile buluşmalı ve onu anlamak adına çaba harcamalıyız. Çaba harcamadan, kendimizden bir uğraş vermeden, imtihanımızda başarılı olacağımızı da düşünmemeliyiz.

Birileri siz Kur’an dan anlayamazsınız diyorsa, bunu söyleyenlerin bizlerden gizlemeye çalıştıkları bir şeyler var demektir, bunu da unutmayalım.

Eğer birileri siz Kur’an ı anlayamazsınız, onu veli insanlar ancak anlayabilir diyorlarsa, şunu unutmayınız ki, bunu söyleyenlerin Kur’an dan gizlemeye çalıştıkları bir şeyler var demektir. Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum dedikten sonra, asla kullarının anlayamayacağı bir rehber gönderip, daha sonrada ondan sorumlu tutmaz.

Bugün sizleri düşünmeye davet etmek istediğim konu, acaba Allah ın Kur’an da bolca bahsettiği, bizlere önerdiği, namaz, oruç, zekât gibi ibadetler, bizlerin Allah a borcumudur? Çünkü günümüzde namaz her Müslüman ın Allah a borcudur denir. Gerçekten Yaradan ın bizlere Kur’an da zikrettiği, ibadetleri Allah a borcumuzu ödemek için mi yapıyoruz? Ya da onun için mi yapmalıyız? Bu önemli konuyu, gelin birlikte Kur’an ışığında düşünelim, anlamaya çalışalım.

Önce namazı ele alalım. Eğer namaz bizlerin Allah a borcumuz olsaydı, borç alacak ilişkisini Yaradan la kurmamız gerekirdi ki, sanırım bu borcu bizlerin ödemesi çok zor olurdu. Borç alacak ilişkisi, aynı değerde kişiler arasında olur. Yaradan la biz aciz kullarının arasında, sizce böyle bir alış veriş olabilir mi?

Borç alacak ilişkisi ile Allah a yaklaşırsak, onun yüceliğine, eşi benzeri olmayan makamına, saygısızlık yapmış olmaz mıyız?
Namazı Kur’an da bolca zikreden Allah, bu yolu bizlere neden öneriyor olabilir. Namazla ulaşılmak istenen amaç, fayda nedir? Önce bunu gerçek anlamda doğru öğrenmeliyiz ki, namazın faydasını görebilelim.

Dikkat ederseniz, Kur’an namazdan bahsederken, bu yolla Yaradan ile bir bağ kurulacağını ve bu irtibat sayesinde, Allah tan yardım istenebileceği örneğini verir.

Bakara 45: Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.

Demek ki namazın asıl amacı, Allah ile diyalog kurmak, ondan yardım istemekmiş. Eğer namazın asıl amacını anlayamayıp, Allah a borcumuzu ödüyoruz fikrinden yola çıkarsak, namazın asıl amacını anlamamış oluruz. Allah ın bizlerin namaz kılmasına ihtiyacı yoktur.

Namaz, Yaradan la kulunun bir olduğu andır. Namaz, Allah ın huzurunda saygıyla boyun eğip, tüm benliğimizle ona teslim olduğumuz andır. Namaz riyadan, her türlü kötülükten, kinden, nefretten uzak kalabilmenin yoludur.

Namaz, Yaradan a açılan bir kapıdır. O kapının da anahtarı yalnız ve yalnız Kur’an da gizlenmiştir. Onu bulmak isteyen, aklını kullanmalıdır. Aklını kullanmayan, birilerine koşulsuz teslim olan, asla Yaradan a açılan kapıdan geçemez. İşte tüm bu gerçeklerin farkında olan, ancak namazın faydasını görebilecek, o anahtara sahip olacaktır. Başaramayan ise, nefsini aldatmaktan öteye gidemeyecektir.

Düşünerek Kur’an ı okuyan bir Müslüman, geçmiş namazların kılınmasından, Allah ın bahsetmediğini görecektir. Böyle bir sorumluluktan Kur’an bahsetmez. Allah geçmişe değil, yaşadığımız o ana ve geleceğimize yön verir. Çünkü geçmiş yaşanmıştır, ancak geçmişten dersler, ibretler alarak geleceğimize yön verebiliriz. Eğer namaz, Allah a borcumuz olsaydı, geçmiş kılmadığımız namazlarımızın, da kılınmasını isterdi bizlerden. Ama böyle bir emri Kur’an da yoktur.

Peki, geçmiş namazlar konusunda ne söyleyebiliriz? Geçmiş kılmadığımız namazlarımızın, bizler için büyük bir kayıp olduğunu söyleyebiliriz. Yaradan ile bağlantı kurmadığımız, onun huzuruna durmaktan uzak, onun nurundan, önerilerinden kopuk yaşadığımız, bizler için kayıp günlerimiz diyebiliriz.

Geçmişte kılmadığımız namazlarımızı bugün kılarak, yaptığımız yanlışlarımızı düzeltebilir miyiz? Elbette hayır. Yaptığımız her şeyin hesabını vereceğiz. Bugün kılacağımız namazlarımızla belki, geçmişte yaptığımız hataların affı için dua edebiliriz.
Buradan da anlaşılıyor ki, bizlerin kıldığı namaza Rabbin ihtiyacı yok, tam tersine bizlerin ihtiyacı vardır. Çünkü namazla bizler Allah a yaklaşır, onun nuru ile nurlanır, gönül gözlerimizi onun ışığıyla aydınlatırız. Onu hatırlarız, onu zikrederiz, tespih ederiz ve hayatımıza onun önerileri ile yön veririz. Doğru, güzel yaşamanın tadını, nefsimizde hissederiz. Bakın Allah namaz konusunda ne diyor.

Bakara 277: İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.

Dikkat ederseniz Allah, namaz kılanların, yani Allah ile irtibat kuranların, mükâfatlandırılacağını söylüyor. Peki, neden mükâfat verileceğini söylüyor, bolca namaz kılanların mı mükâfatlandırılacağını söylüyor? Lütfen bu ayete dikkat edelim. İman edip, iyi işler yapmaları halinde. Yoksa ben iman ettim, bol bolda namaz kılıyorum demekle değil. Buradan da anlıyoruz ki, gerçek anlamda kılacağımız namaz, bizleri doğruya, güzele yaklaştıracaktır. Tabi elimizde, Allah ın rehberi olmak şartıyla. Onun çizdiği yoldan yürüyerek, onun kelamını ciddiye alıp, onda her şey yazmaz, her açıklama, detay yoktur demeden Kur’an a yaklaşarak, Allah ın hoşnutluğunu kazanabiliriz.

Allah birçok ayetinde, üstünde durduğu bir konu vardır. İyilik, güzellik, barış ve hayırda yarışmak. Hatta cennetinin en güzel makamını hayırda ve barışta yarışanlar için ayırdığı örneğini verir. Dikkat ediniz namazı çok kılan, orucu tam tutan demiyor. Önemli olan sonucu alabilmektir. Namaz, oruç bizleri iyiliğe güzele, doğruya, hayra, barışa ulaştırmanın yol ve yöntemleridir.

Bu yolu, yöntemi doğru kullanmıyorsak, işin özüne inmeden görüntüye, gösterişe önem veriyorsak, istenilen amaca da ulaşmamız mümkün olmayacaktır. Bu durumda mükâfat beklemek elbette doğru olamaz. Tüm bunları, doğru bir toplum yaratmak için Allah ister bizlerden. Namazında asıl amacı budur. Allah ı unutmadan, onun rızasının, hoşnutluğunun verdiği mutlulukla, insanlık adına yararlı işiler yaparak yarışmaktır asıl amaç.

Eğer Müslüman olduğunu söyleyen bir toplum, barıştan, yardımlaşmadan, iyilikten uzak bir toplum olarak yaşıyorsa, bu toplum NAMAZIN özünde isteneni kavrayamamış, şekilsel boyutta namazı yaşayarak, boşa zamanlarını harcıyorlar demektir. Sanırım İslam toplumunun büyük bir çoğunluğu, bu gerçeği kavrayamamış görünüyor.

Gelelim oruç tutma konusuna. Oruç tutmamız da Yaradan a bir borcumuz olmayıp, tam tersine bizlerin hayatında, sağlıklı yaşamanın çok önemli bir yoludur. Eğer Allah a borcumuz mantığıyla bakarsak, oruç tutamayanların borcunu ödemediği çıkar ki, bu düşünce ve fikir yanlıştır. Allah bizlerin ne namazına, nede oruç tutmamıza ihtiyacı yoktur. Çünkü onun eşsizliği, yüceliğinin hesabını dahi bizler yapamayız.

Allah oruçtan bahsederken, bizlerin korunması adına orucun farz kılındığını söyler. Oruç tutmamızın, bizler için çok hayırlı olacağı uyarısını da yapar. Demek ki orucun emredilmesinin asıl nedeni, bizlerin sağlıklı bedene ve ruha sahip olabilmesi amacını taşıyor.

Yine oruç konusunda açıklama yapan Allah, bulunduğumuz oruç ayında tutamadığımız günleri de, daha sonra fırsatını bulduğumuz, sağlığımıza kavuştuğumuz en kısa zamanda tutmamızı ister. Hiç tutamayanlarında, fakiri doyurmaları yolunu gösterir. Dikkat ediniz geçmiş yıllarda tutulmayan oruçlar konusundan da hiç bahsetmez Kur’an. Çünkü geçmiş artık geçmişte kalmıştır. Geçmiş yıllarımızı, oruçla değerlendirmediysek, sağlıklı olmanın yolunu kaçırmışız demektir diyebiliriz. Elbette buda bizlerin, bedenimiz ve ruhumuz için büyük bir kayıptır. Bunu yapmakla, Yaradan ın bizlere verdiği emanetini, doğru kullanmadığımızı söyleyebiliriz.

Zekât konusunda Allah, çok dikkat çekici bir örnek verir.

Bakara 245: Kimdir o adam ki, Allah'a güzel bir borç versin de, Allah da ona kat kat fazlasıyla (verdiğini) ödesin! Allah (rızkı) kısar da, açar da. Hep O'na döndürüleceksiniz.

Ayetin güzelliğine bakar mısınız lütfen. Allah fakire, maddi imkânı olmayana zekât vermeyi, kendisine borç verme olarak kabul ediyor. Elbette bunu yapan, karşılığını Allah tan görecektir. Allah zekât konusuna Kur’an da çok önem verir ve derki. Zekât sizlerin malınızın, paranızın bereketidir. Zekât verilen bir toplumda, toplumsal barışın sağlanacağı, insanların daha huzurlu ve mutlu yaşaması arzu edilmektedir.

Dikkat etmemiz gereken bir konuda, Kur’an da en çok zikredilen, Rabbin bizlere önerdiği, namaz kılmayana, oruç tutmayana ve zekâtını vermeyenlere karşı bir yaptırımdan, cezadan söz etmemesidir. Çünkü dinde zorlama olmadığını ve herkesin yaptıklarının karşılığını alacağını, bu Dünyada imtihanda olduğumuzu söyler. Fakat bu ibadetlerin yapılması ile bizlerin Allah ın istediği yoldan gideceğimiz örneklerini verir ve bizleri teşvik eder.

Açıkça Allah bizleri, bu Dünyada özgür bıraktığını söylerken, yapılan her şeyin bir karşılığı olacağının da dikkatini çeker. Emredilen ibadetlerin yapılmadığında, bu Dünyada beşeri kanunlarla bir ceza verilmesinden bahsetmez. Çünkü emrettiği ibadetlerin, yerine getirilmemesinin muhatabı, Allah ın bizzat kendisidir. Cezayı da mükâfatı da Allah yalnız ben veririm der. Toplumun huzurunu, düzenini sağlamak adına koyduğu kuralların uygulanmasında, elbette beşeri cezalar konmuştur. Örneğin toplumda fuhşun, hırsızlığın çoğalmaması için konmuş olan kurallar gibi.

Duaların karşılık bulmasını istiyorsak, söz dinleyen, Allah ın önerileri ile yaşayan bir kul olmalıyız.

Bizler önce namaz kılın emriyle, Allah ın bizlere neler anlatmaya çalıştığını, doğru anlamalıyız. Toplum olarak bu emri acaba doğru anlayabildik mi? İşte kendimize sormamız gereken çok önemli bir soru. İslam Ülkelerinde bolca kılınan namazları, yapılan duaları düşünün lütfen. Görünen manzara adaletten uzak bir toplum, savaş, yokluk, acı ve keder. İşte namazı Allah ın kriterlerine göre kılmazsak, elbette ondan faydada görmemiz de mümkün olmayacaktır. Allah ın istediği gibi yaşanmıyorsa, dualarında karşılık bulması beklenemez.

Rabbin bir başka ayetinde söylediği gibi, iman ettim demekle gerçek iman etmiş nasıl olunmuyor da, Yalnız Rabbin buyruklarına, batıl karıştırmadan teslim olunması, boyun eğilmesi gerekiyorsa, Allah ın önerdiği şekliyle, namazını gereği gibi kılmayanlarda, NAMAZIN faydasını görmeleri mümkün olmayacaktır.

Allah her şeyden nice örnekler verdik diyorsa Kur’an da, namazını göstermelik kılanlar içinde elbette bir uyarısı var. Maun suresinde Allah, namazını kılan bir toplumdan söz ederek bakın ne diyor.

(Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır.)

Demek ki öyle Müslümanlar var ki, namazlarını borcumuzu ödeyelim, borçtan kurtulalım ya da gösteriş olsun diye kılıyor. Ciddiye almama konusuna gelince. Allah namazlarımızı huşu içinde kılmamızı, kendisinden yardım istememizi söyler. Eğer emredilen namaz, Allah ın istediği kalitede, yöntemle yapılmıyorsa, ona ciddiyetle yapılmıyor deriz. Ne yazık ki bizler, namazlarımızı Rabbin istediği ölçüde, değerde yapamıyoruz.

Peki, bizler namazımızı nasıl kılıyoruz? Anlamını dahi bilmeden ayetleri okuyarak, namaz kıldığımızı zannediyoruz. Anlamını bilmeden okuduğumuz içinde, Yaradan la huşu içinde onun huzurunda olamıyoruz. Yaradan la doğru yöntemle irtibat kuramadığımız için, boşa geçiriyoruz zamanımızı. Böyle namaz kıldığımız için, aklımıza öyle şeyler geliyor ki, bununda suçunu şeytana atıyoruz ve bakın şeytan vesvese veriyor diyoruz. Kendimizde hiç suç aramıyoruz bile.

Bizler Allah ın rehberi ile bulaşmadığımız için, birilerinden İslam ı öğrenmenin yolunu seçiyoruz. İşte o birileri de, dini kendi nefislerinde evirip çevirip ilavelerle topluma sunduğu için, ne yazık ki Rabbin gerçeklerinden habersiz yaşıyoruz.

Namazda gösteriş konusu, günümüzde ne yazık ki en çok kullanılan yöntemdir. Birileri camide beni görsün düşüncesiyle, namazımızı kılıyorsak, elbette o namazdan fayda görmemiz de düşünülemez.

Allah hüküm vermediği halde, Camide namaz kılmanın sevabının, kat kat daha fazla olduğunu söyleyerek, ne yazık ki camileri siyasete alet etmişler ve topluma istedikleri gibi yön vermenin, kendi çıkarları doğrultuda kullanmanın merkezi yapmışlardır.

Allah ın bizlere emrettiği tüm ibadetlerin, bizlere faydası olması adına emredildiğini unutmamalıyız. Bu emirlere uyan, uymayan, ya da gevşek davranan, Allah ın önerdiği yolda yürüme çabaları, azmi nispetinde fayda sağlayacaklardır.

Rabbin önerilerine kulaklarını açıp, gönülden uyanlara ne mutlu. Dilerim Rabbimden, namazını gereği gibi kılıp, orucunu tutan, zekâtını gönülden veren, Rabbin halis kullarından oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

aorskaya
7. November 2012, 09:52 PM
Bugün sizleri düşünmeye davet etmek istediğim konu, acaba Allah ın Kur’an da bolca bahsettiği, bizlere önerdiği, namaz,
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

Haluk kardeşim,
Sevgili kardeşlerim,

İslamda namaz yokmuş, namaz putperest ibadetiymiş... O halde, ya biz kuranı anlayamıyoruz, yada birileri anlayamıyor veya inanmıyor?


selamlar,
aorskaya

Hasan Akçay
7. November 2012, 11:56 PM
Dürüstce tartismanin erdemini
demokrasiye ictenlikle inananlar
biliyor.

Secimi ikinci kez kazanan Obama'nin balkon konusmasindan:

Kendi görüslerimiz var. Her birimiz köklü inanclar ile doluyuz. Ve zor günler yasadigimizda, ülke olarak büyük kararlar verdigimizde elbet duygularimiz sahlanip ihtilaflarimiz köpürüyor.

Bu geceden sonra da bitivermiyecek bu, ve bitmemesi gerekiyor. Yaptigimiz bu tartismalar özgürlügümüzün isaretidir. Sunu hic unutmayalim:

Biz konusabilirken
uzak ülkelerin uluslari

önemli konulari tartisip,
bizim bugün yaptigimiz gibi,
oylayabilmek icin

canlarini vermeyi göze aliyorlar (1).

.... Önümüzdeki haftalarda sayin Romney ile oturup bu ülkeyi daha ileriye götürebilmenin yollarini konusmayi ve birlikte calismayi hasretle bekliyorum (2).

____________________________________

1.We have our own opinions. Each of us has deeply held beliefs. And when we go through tough times, when we make big decisions as a country, it necessarily stirs passions and stirs up controversy. That won't change after tonight and it shouldn't. These arguments we have are a mark of our liberty, and we can never forget that as we speak, people in distant nations are risking their lives right now just for a chance to argue about the issues that matter, the chance to cast their ballots like we did today.

2.In the weeks ahead, I also look forward to sitting down with Governor Romney to talk about where we can work together to move this country forward.

Hasan Akçay
8. November 2012, 09:29 AM
Sekilsel salâta itiraz edenlerin
Nisâ 101-103'teki salâta her halde diyecekleri bir sey olmadigi icin
bulduklari bir sürü kulp var.

Bu bana Aziz Nesin'in bir öyküsünde sabun yiyen adami animsatiyor.

Hani
sabun
adamin agzinda köpürünce

adam
"Bana bak, sabun!" der ya,

"Hapirsan da yiycem seni köpürsen de!"

Tipki öyle. Sanki
"Bana bak, salât!" diyorlar. "Uysa da bi kulp takicam sana uymasa da!"

Örnegin?

102'deki salât
savasmak icin araziye cikan Islam ordusuna verilen
"talimat"tir.

Mümkün mü? O salât 101'de de var. Ve Allah'in ordaki hükmü o ki kafirlerin size saldiracagindan endise ediyorsaniz "salât"siz edebilirsiniz. Bu caizdir -leyse aleykum cunâhun en taksurû mines salât.

Yani?

Talimat
eksik, yetersiz ya da
hic olmasa da olur.

Kafirler size saldirmak üzeredir;
askerler talimat almasa da olur...

Olur mu? Talimatsiz ne yapar o askerler?

*

Efendim,
savas ortami yok.

Yok?

Arazidesiniz. Kafirler karsinizda.
Iki gladyatör gibi.

Kim rakibini punduna getirirse
onu yok edecek

102: Kafirler sizin silah ve esyanizdan uzak bir âninizi kolluyor; bir saldirisla üzerinize cullanacaklar -yemîlûne aleykum meyleten vâhideh.

Sizin endiseniz (101):
kafirler size saldirmak üzeredir.

Allah'in uyarisi (102):
kafirlar bir saldirisla üzerinize cullanacak;
önlem alin -huzû hIzrakum.

Savas ortami yok?!

hiiic
8. November 2012, 09:57 AM
.....

pramid
8. November 2012, 10:57 AM
10 dk 2 rekat ?

10 dk 1 rekat ?

1 dk 2 rekat ?

1 dk 1 rekat ?

Sizin anlayacağınız Kuranda rekat geçmez. Kısaltma ise zaman ile alakalıdır.

Şahsımca ben salatımda Kuranı elime alıyorum ve kelime kelime Türkçesi ile de okuyorum Baya uzun bir süre alıyor. Arapça kelime ve anlam bilgisi kazandırıyor. Hem arapça hem türkçe. Malım anlaşılması için arapça kılınmış kuran. Sonrada duamı yapıyorum. Ama ayetlerden. Sonra türkçe

Kısaltacağımda ise hafızamda ki ayetleri okuyup zikri hatırlıyorum. Ve 1 rekat bazen 2 rekat kılıyorum. Zamana göre değişiyor

Hasan Akçay
8. November 2012, 12:29 PM
Sizin anlayacaginiz Kuranda rekat geçmez.

Nisâ 102'de
gecer.

Yani

Nisâ 102 de
Kurân olduguna göre

rekat
Kurân'da
gecer:

1 KIYAM + 1 SECDE

Allah o ayette
ayni zamanda komutan olan
elcisine sesleniyor:

Sen onlarin icinde olup
salât etmelerini saglarken

onlarin bir bölümü seninle

KIYAM etsinler -fel tekum,
SECDE ettikten sonra - fe izâ secedû

arkaniza gecsinler.

1 KIYAM + 1 SECDE salâtin "birim"idir. Ister rekat adini alsin ister örnegin cüz, farketmez. Cünkü mevcut kullanimda rekat ta birimdir.

KIYAM ve SECDE
zaman degil

sekildir.

Kisaltilmasindan söz edilen
iste o.

4 rekat 10 dakika...

Cephede kilinan
namaz

1 KIYAM + 1 SECDE

yani
1 birim.

Bakin,
matematik bu.

Kisaltilmisi 1 olan sayi 2'dir.

3 olamaz cünkü 3'ün bir kisaltilmisi daha var: 2.
Cephede 2 rekat yok.

4 te elbet olamaz.

Kaldi ki siz
cephede kilinan namazin rekatindan söz ediyorsunuz.

Nerden cikardiniz 4'ü
Allah 1 KIYAM + 1 SECDE diyerek
1 rekatin tarifini yapip dururken?

Neyse,
hadi biraz sakaya vuralim;
gerilmemizi önler:

Temel'e sormuslar:

"1, 1 daha kac eder?"
"Içi (2)!" demis; "hadi bilemedun uç (3)!"

Matematik "Hadi bilemedun uç olsun!" sakasini kaldirmaz. Kisaltilmisi 1 rekat olan salâtin tamami 2 rekattir.

Sevgi ile,
Hasan Akcay

hiiic
8. November 2012, 12:51 PM
Hasan Abi

Matematik "Hadi bilemedun uç olsun!" sakasini kaldirmaz. Kisaltilmisi 1 rekat olan salâtin tamami 2 rekattir.

tamamı 1 rekat olan salatın kısaltması yarım (1/2) olmasın? çeyrek de olabilir kısaltma için :) çok fazla tehlike yoksa yarım + çeyrek de kılınabilir (0,75 e tekabul ediyor)

Hasan Akçay
8. November 2012, 01:15 PM
tamami 1 rekat olan salatin kisaltmasi yarim (1/2) olmasin?

Bu sakaya da eyvallah,
hiiic kardes.

Uygulamaya calisarak
"1 secde"yi nasil yarim secde yapabilecegimi
görmeye calisayim.

Sonucu size bildireyim mi?

seckin
8. November 2012, 01:25 PM
NAMAZ VAKİT VE REKATLARI
Yazar Site Yöneticisi .
1) SABAH NAMAZI: Takvimdeki İmsak vakti ile başlayıp güneşin doğma vaktine kadar devam eden bir namazdır.
2) ÖĞLE NAMAZI: Takvimdeki Öğle vakti ile ikindi vakti arasında kılınabilen bir namazdır.
3) İKİNDİ NAMAZI: Takvimdeki İkindi vakti ile Akşam vaktinden 45 dk öncesine kadar kılınması gereken bir namazdır. Çok zorunlu sebeplerle akşam namazına 45dk"lık zaman içinde de sadece farzı kılınabilir.
4) AKŞAM NAMAZI: Takvimdeki Akşam vakti ile Yatsı vakti arsında kılınabilen namazdır.
5) YATSI NAMAZI: Takvimdeki Yatsı vakti ile İmsak vakti arasında kılınabilen namazdır.
NAMAZ KILMANIN UYGUN OLMADIĞI (MEKRUH) OLDUĞU VAKİTLER
1) Güneşin doğmasından 40 - 50 dakika geçinceye kadar geçen süredir. Bu sürede hiçbir namaz kılınamaz.
Güneş doğduktan 40 - 50 dakika sonra namaz kılınabilir.
2) Güneşin tepe noktasında bulunduğu zamandan öğle namazı vakti girinceye kadar geçen süredir. Bu vakitte de hiçbir namaz kılınmaz.
3) Güneşin sararmasından battığı zamana kadar geçen süredir. Bu süre akşam namazından yaklaşık olarak 40 -50 dakika önceki süredir. Hiçbir namaz kılınamaz. Eğer İkindi namazı bu vakte kadar geciktirilmişse sadece farzı bu sürede kılınabilir.
4) İkinci fecrin doğmasından güneşin doğacağı zamana kadar geçen süredir. Sabah Namazının farzı kılındıktan sonra hiçbir nafile (sünnet) namaz kılınamaz. Kaza kılınabilir.
5) İkindi namazı kılındıktan sonraki süredir. İkindinin Farzından sonra sünnet namaz kılınamaz. Kaza namazı kılınabilir.

FARZ NAMAZLAR: 5 vakit namaz, cenaze namazı.

VACİP NAMAZLAR: Vitir Namazı, Bayram namazları

SÜNNET (NAFİLE) NAMAZLAR: 5 vakit namazın sünnetleri. Evvabin namazı, kuşluk namazı, teheccüd namazı, işrak namazı, hacet namazı, v.b.




SABAH
ÖĞLE
İKİNDİ
AKŞAM
YATSI

İLK SÜNNET
2 Rekat
4 Rekat
4 Rekat
-----------
4 Rekat

FARZ
2 Rekat
4 Rekat
4 Rekat
3 Rekat
4 Rekat

SON SÜNNET
-----------
2 Rekat
-----------
2 Rekat
2 Rekat

VİTİR*
-----------
-----------
-----------
-----------
3 Rekat




* Vitir namazı Yatsı namazından sonra kılınan, yatsı namazından bağımsız, vacip bîr namazdır.

http://www.dinahlak.com/index.php?option=com_content&task=view&id=253

Alın öğrenin. okuyun

hiiic
8. November 2012, 02:24 PM
....

Hasan Akçay
8. November 2012, 03:03 PM
füzeden kaçmak için hemen 2 rekat yerine tek rekat kilarak kaçabiliriz.

Bir:
101-103'ün gönderme yaptigi ortamda
füze yok; her halde
ok demek istiyorsunuz.

Iki:
orada yapilana
namaz degil
intihar denir.

Ne isiniz var füzenin düsecegi noktada?

Ates altinda
namaz kilamazsiniz;

siz de düsmana
ates edersiniz.

1 KIYAM + 1 SECDE
seklindeki
cephe namazi

atesin kesildigi anda ve
Allah'in "Alin!" dedigi önlemler
alinmak suretiyle kilinir.

Allah'in
101-103'te söylediklerini
bildiginizi düsünmüstüm.

Ama siz bilmezmis gibi yapiyorsunuz.

Yoksa
bi de
bana mi anlattirmak
amaciniz?

aorskaya
8. November 2012, 03:21 PM
yavaş değil, biraz daha hızlı yapılır. 3 supanALlah demez de tek der kalkar. 2 supanAllahlık kadar zaman kalır ki bu da gerçekten savaşda kısaltılmaya layıktır. Savaşda namazdan kısaltmazsak, erken davranamayız, başımızadüşecek füzeden kaçmak için hemen 2 rekat yerine tek rekat kılarak kaçabiliriz. tek rekat bize bu fırsatı sağlar. Ecmain.


İslamda namaz olduğunu paylaşan yazıların sevindirici hiic kardeşim.

Ama, daha çok düşünerek, namazın hangi durumlarda kısaltılarak kılınabileceğini de, hangi durumlarda terk edilebileceğinide akılla anlamalıyız. İşte akıl en öncelikli olarak, kişiyi kurtarmada gerekli olanı yapmakta kullanılmalıdır.

Buda, kendimizi yada insanları tehlikeden kurtarmak için namaz esnasında bile namazı bırakmayı gerekli kılabilir.

Aksi halde, camide namaz kılmakta iken, yanında kalp krizi geçiren kimseye namazlarını bozarak yardım etmeyen cahiller, akılsızlar konumuna düşeriz.

İşte başlangıçta namaz kılan müslüman olanlar, yanında ölmek üzere tehlikede olan için namazı bozmayı akıl edemeyen, müslüman olmaktan, cahil olmaya düşen kimselerdir ve bunlar namazı bilmeyen kimselerdir.

Vay haline kıldıkları namazdan habersiz olanlara...

selamlar,
aorskaya

aorskaya
8. November 2012, 03:37 PM
NAMAZ VAKİT VE REKATLARI
Yazar Site Yöneticisi .
1) SABAH NAMAZI: Takvimdeki İmsak vakti ile başlayıp güneşin doğma vaktine kadar devam eden bir namazdır.
2) ÖĞLE NAMAZI: Takvimdeki Öğle vakti ile ikindi vakti arasında kılınabilen bir namazdır.
3) İKİNDİ NAMAZI: Takvimdeki İkindi vakti ile Akşam vaktinden 45 dk öncesine kadar kılınması gereken bir namazdır. Çok zorunlu sebeplerle akşam namazına 45dk"lık zaman içinde de sadece farzı kılınabilir.
4) AKŞAM NAMAZI: Takvimdeki Akşam vakti ile Yatsı vakti arsında kılınabilen namazdır.
5) YATSI NAMAZI: Takvimdeki Yatsı vakti ile İmsak vakti arasında kılınabilen namazdır.
NAMAZ KILMANIN UYGUN OLMADIĞI (MEKRUH) OLDUĞU VAKİTLER
1) Güneşin doğmasından 40 - 50 dakika geçinceye kadar geçen süredir. Bu sürede hiçbir namaz kılınamaz.
Güneş doğduktan 40 - 50 dakika sonra namaz kılınabilir.
2) Güneşin tepe noktasında bulunduğu zamandan öğle namazı vakti girinceye kadar geçen süredir. Bu vakitte de hiçbir namaz kılınmaz.
3) Güneşin sararmasından battığı zamana kadar geçen süredir. Bu süre akşam namazından yaklaşık olarak 40 -50 dakika önceki süredir. Hiçbir namaz kılınamaz. Eğer İkindi namazı bu vakte kadar geciktirilmişse sadece farzı bu sürede kılınabilir.
4) İkinci fecrin doğmasından güneşin doğacağı zamana kadar geçen süredir. Sabah Namazının farzı kılındıktan sonra hiçbir nafile (sünnet) namaz kılınamaz. Kaza kılınabilir.
5) İkindi namazı kılındıktan sonraki süredir. İkindinin Farzından sonra sünnet namaz kılınamaz. Kaza namazı kılınabilir.

FARZ NAMAZLAR: 5 vakit namaz, cenaze namazı.

VACİP NAMAZLAR: Vitir Namazı, Bayram namazları

SÜNNET (NAFİLE) NAMAZLAR: 5 vakit namazın sünnetleri. Evvabin namazı, kuşluk namazı, teheccüd namazı, işrak namazı, hacet namazı, v.b.




SABAH
ÖĞLE
İKİNDİ
AKŞAM
YATSI

İLK SÜNNET
2 Rekat
4 Rekat
4 Rekat
-----------
4 Rekat

FARZ
2 Rekat
4 Rekat
4 Rekat
3 Rekat
4 Rekat

SON SÜNNET
-----------
2 Rekat
-----------
2 Rekat
2 Rekat

VİTİR*
-----------
-----------
-----------
-----------
3 Rekat




* Vitir namazı Yatsı namazından sonra kılınan, yatsı namazından bağımsız, vacip bîr namazdır.

http://www.dinahlak.com/index.php?op...sk=view&id=253Alın öğrenin. okuyun

1- Peki, ilk sünnet, son sünnet neden olmuş?
2- Sünnetler neden topluca ya farz (kurandaki) namazdan önce yada sonra kaç rekat kılınacaksa kılınmamış da kuran namazından önce ve sonraya ayrılmış? Bundaki hikmet nedir acaba?
3- Sünnetleri, hatta farz denilen namazdaki rekatlar niçin vakitlere göre değişmektedir?
4- Hangi vakitte ne kadar rekat kılınması gerektiğini belirlemede ölçü nedir?
5- Peygamberimiz böyle yapmış, öyle söylüyorlar, bizde iman ediyoruz" diyecekseniz, bunları söyleyenlerin doğru söylediklerini (hataya düşmediklerini yada hile katmadıklarını) nerden biliyorsunuz?
6- siz aslında bilginiz olmayan şeyin peşine düştüğünüzü, zanla hareket ettiğinizi ve zannın çoğunun da yanlış olacağını biliyormusunuz?
7- Siz, rivayetlere göre din yaşayınca atalar (anlatımlar) dini yaşadığınızı ve kuranda hesap gününde böyle yüze vurularak kabul edilmeyeceğinizi biliyormusunuz?

Sanırım bu kadar yeterlidir. ne dersin sevgili kardeşim, bunlara cevabınız varmıdır?

selamlar,
aorskaya

aorskaya
8. November 2012, 03:44 PM
yavaş değil, biraz daha hızlı yapılır. 3 supanALlah demez de tek der kalkar. 2 supanAllahlık kadar zaman kalır ki bu da gerçekten savaşda kısaltılmaya layıktır. Savaşda namazdan kısaltmazsak, erken davranamayız, başımızadüşecek füzeden kaçmak için hemen 2 rekat yerine tek rekat kılarak kaçabiliriz. tek rekat bize bu fırsatı sağlar. Ecmain.



Yeterince açık, güzel bir cevap aşağıda sayın Akçay'dan gelmiş, katılıyor, teşekkür ediyorum:

füzeden kaçmak için hemen 2 rekat yerine tek rekat kilarak kaçabiliriz.


Bir:
101-103'ün gönderme yaptigi ortamda
füze yok; her halde
ok demek istiyorsunuz.

Iki:
orada yapilana
namaz degil
intihar denir.

Ne isiniz var füzenin düsecegi noktada?

Ates altinda
namaz kilamazsiniz;

siz de düsmana
ates edersiniz.

1 KIYAM + 1 SECDE
seklindeki
cephe namazi

atesin kesildigi anda ve
Allah'in "Alin!" dedigi önlemler
alinmak suretiyle kilinir.

Allah'in
101-103'te söylediklerini
bildiginizi düsünmüstüm.

Ama siz bilmezmis gibi yapiyorsunuz.

Yoksa
bi de
bana mi anlattirmak
amaciniz?

aorskaya
8. November 2012, 03:53 PM
seckin kardeş. Bizim din kitabımız ne o verdiğin linkteki site, ne de peygamberimiz o sitenin adminleri.

Bizim kitabımız Kuran, ona bakar ve "din konusunda" yalnız ondan ilham alırız...

Onun açıklamadığı şeyleri sorup da başımıza iş çıkarmayız. Bu Allahın emri.

Bizim kitabımız Kuran, ona bakar ve "din konusunda" yalnız ondan ilham alırız... cümlesindeki," ilham" yerine "bilgi ve ilham" düzeltmesiyle yazının tamamına katılıyorum.

Umarım, seçkin anlatılmak isteneni anlayabilir!

selamlar,
aorskaya

seckin
8. November 2012, 05:02 PM
1- Peki, ilk sünnet, son sünnet neden olmuş?

Rivayetler ve peygamber sünneti ...

2- Sünnetler neden topluca ya farz (kurandaki) namazdan önce yada sonra kaç rekat kılınacaksa kılınmamış da kuran namazından önce ve sonraya ayrılmış? Bundaki hikmet nedir acaba?

peygambere kitap ve hikmet verilmiştir.

Hikmetten öğreniyoruz.

3- Sünnetleri, hatta farz denilen namazdaki rekatlar niçin vakitlere göre değişmektedir?

Bu halkın uygulamasıdır. Farzlarda imam 2 rekat için dışarıdan okuma yapmaktadır. Gerisi uygulamadır.

4- Hangi vakitte ne kadar rekat kılınması gerektiğini belirlemede ölçü nedir?

Bunlar uygulamaya dayanmaktadır. Din tarihsel gelişimler ile oluşur. Son müdahale kuran ile yapılmıştır. Kuran bu konularda detay vermemektedir ve bizler serbestiz.

Uygulamaları insanlar yaparlar. Hadisler eğrisi doğrusu ile bir profil çizmektedir. Videoyu göndermediniz. Resimde asabilirsiniz

5- Peygamberimiz böyle yapmış, öyle söylüyorlar, bizde iman ediyoruz" diyecekseniz, bunları söyleyenlerin doğru söylediklerini (hataya düşmediklerini yada hile katmadıklarını) nerden biliyorsunuz?

Bunlar insanlığın zihninden aktarıla gelen uygulamalrdır. Rasule iman nedir.

6- siz aslında bilginiz olmayan şeyin peşine düştüğünüzü, zanla hareket ettiğinizi ve zannın çoğunun da yanlış olacağını biliyormusunuz?


Rasul yaşadı mı? Konfiçyusun bile sözleri varken sizler nasıl rasulün söylediği sözlere aktarılması yanlış olabilir dersiniz. Yanlış varsa da kuran orada. Posta memuru mu bu insan ?

7- Siz, rivayetlere göre din yaşayınca atalar (anlatımlar) dini yaşadığınızı ve kuranda hesap gününde böyle yüze vurularak kabul edilmeyeceğinizi biliyormusunuz?


Kuranda rivayet o zaman.

pramid
8. November 2012, 05:17 PM
Seckin, senle uzun uzun konuşmak isterdim. Ama vaktim yok.

Şu siteye bir bak, Senin savunduğun hadislerin tümü irdelenmiştir. Ama sana tavsiyem kurandan ayrılma.

www.vekuran.blogspot.com

aorskaya
8. November 2012, 05:51 PM
1- Peki, ilk sünnet, son sünnet neden olmuş?



Rivayetler ve peygamber sünneti ...


Ben, neden sadece sünnet (hiç değilse neden tek olmamış) değilde ilk-son diye aynı namazda iki sünnet olmuş diye soruyorum, sen bana “rivayetler ve peygamber sünneti” diye cevap veriyorsun.

Sünnet deyince, zaten peygamber sünnetinden konuşuyoruz? Neden ilk ve son sünnet var, neden tek sünnet yok. Ayrıca, rivayetler peygamberden önce gelmez, o nedenle rivayetleri önce yazmamalısın.


2- Sünnetler neden topluca ya farz (kurandaki) namazdan önce yada sonra kaç rekat kılınacaksa kılınmamış da kuran namazından önce ve sonraya ayrılmış? Bundaki hikmet nedir acaba?


peygambere kitap ve hikmet verilmiştir. Hikmetten öğreniyoruz.


Ben zaten bunun hikmeti nedir diye sormuşum, sen ise “hikmetten öğreniyoruz” demişsin. Peki hikmetten ne anlıyorsun sen? Hangi hikmette yazıyorsa, bizimde görebilmemiz için kaynağını yazabilirmisin?


3- Sünnetleri, hatta farz denilen namazdaki rekatlar niçin vakitlere göre değişmektedir?


Bu halkın uygulamasıdır. Farzlarda imam 2 rekat için dışarıdan okuma yapmaktadır. Gerisi uygulamadır.


Ben sana rekatları sormuyorumki, uygulamayı sormuyorumki! Ayrıca, halk kafasına göre şu vakit namazı şu kadar rekat, bu vakit namazını da şu kadar rekat kılalım diyebilirmi? Bunu halk belirleyebilirmi?


4- Hangi vakitte ne kadar rekat kılınması gerektiğini belirlemede ölçü nedir?


Bunlar uygulamaya dayanmaktadır. Din tarihsel gelişimler ile oluşur. Son müdahale kuran ile yapılmıştır. Kuran bu konularda detay vermemektedir ve bizler serbestiz.


Vakitlerdeki rekatların değişen sayılarının neye göre belirlendiğini soruyorum, “sen uygulamaya dayanır diyorsun”. Uygulama neye dayanıyor, neden farklı rekat uygulaması var, kim çıkartmış bu uygulamayı?

Kurana göre serbest olduğunu kabul ediyorsan, sen şimdi mezhep öğretilerinden farklı olarak, onların belirlediği rekatlardan farklı rekat sayılarında namaz kılıyormusun?

Örneğin sabah namazının sünnetini ilk-son neyse, 4+2 kılabilir, öğle namazının sünnetini de 2 olarak kılabilirmisin?

Kuranda namaz detaylı değil mezhepçilerin, farz namazların rekatını nereden bulduklarını anlatabilirmisin?


5- Peygamberimiz böyle yapmış, öyle söylüyorlar, bizde iman ediyoruz" diyecekseniz, bunları söyleyenlerin doğru söylediklerini (hataya düşmediklerini yada hile katmadıklarını) nerden biliyorsunuz?


Bunlar insanlığın zihninden aktarıla gelen uygulamalrdır. Rasule iman nedir.


İnsanlığın zihninden gelen uygulama ne demek yahu? İnsanlığın zihni de oluyormuş? Yoksa insanların zihnindenmi demek istemiştin?

İnsanların zihninden bile desen, zihinden gelenle namaz belirlenebilirmi?

Rasule iman, onun getirdiği, anlattığı, öğrettiği, uyguladığı, uymazsak cehennemle, uyarsak cennetle müjdelediği rabbimizin vahiylerine imandır. Bu vahiyleri getirenin, bizim kurtuluşumuzu sağlayan bilgileri vermesi nedeniyle bize canımızdan yakın olduğuna inanmaktır.


6- siz aslında bilginiz olmayan şeyin peşine düştüğünüzü, zanla hareket ettiğinizi ve zannın çoğunun da yanlış olacağını biliyormusunuz?


Rasul yaşadı mı? Konfiçyusun bile sözleri varken sizler nasıl rasulün söylediği sözlere aktarılması yanlış olabilir dersiniz. Yanlış varsa da kuran orada. Posta memuru mu bu insan ?


Sen, resulden duydunmuda, resulden gördünmüde, ilk sünnet, son sünnet, öğlenin farzı 4, akşamın 3 diyebiliyorsun.

Sen, resulün böyle dediğini duymuşlar, yada görmüşler diyen, mezhepçilere, hadis rivayetçilerine, inandığını görebiliyormusun? Kim bunlar, tanıyormusun, emin olduklarını nerden biliyorsun, adeta resul gibi dediklerine nasıl inanabiliyorsun?

“Yanlış varsa, kuran ortada” demişsin de; Kurana ters olduğunu gördüğün rivayete inanmazmısın, onu uyduruk kabul edebilirmisin gerçekten. Bu soru üzerinde iyice düşün cevap ver, sonra başka soru gelince kendinle çelişkiye düşme…


7- Siz, rivayetlere göre din yaşayınca atalar (anlatımlar) dini yaşadığınızı ve kuranda hesap gününde böyle yüze vurularak kabul edilmeyeceğinizi biliyormusunuz?


Kuranda rivayet o zaman.


Sen, kuranın korunduğuna, değişmezliğine ve Allah sözü olduğuna kesin inanıyormusun?
Peki, rivayetlerde aynı durum söz konusumudur da “kuranda rivayettir” diyebiliyorsun?

Lütfen, cevaplarınızı alalım.

Selamlar,
aorskaya

bartsimpson
9. November 2012, 01:24 AM
Hikmetten öğreniyoruz.

Birşey mi kaçırdım anlamadım...???

Hikmet Kim????

dost1
9. November 2012, 01:32 AM
Selamun Aleykum! Değerli Aorskaya Kardeşim!

Haluk kardeşim,
Sevgili kardeşlerim,

İslamda namaz yokmuş, namaz putperest ibadetiymiş... O halde, ya biz kuranı anlayamıyoruz, yada birileri anlayamıyor veya inanmıyor?


selamlar,
aorskaya

Yazmak istediklerinizi, size yazan kişinin yazdıklarından alıntı yaparak doğru ya da yanlışlığı ile ilgili fikirlerinizi belirterek yazarsanız mutlu olurum.

Kusursuzluk sadece Alalh'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

aorskaya
9. November 2012, 01:40 AM
Selamun Aleykum! Değerli Aorskaya Kardeşim!



Yazmak istediklerinizi, size yazan kişinin yazdıklarından alıntı yaparak doğru ya da yanlışlığı ile ilgili fikirlerinizi belirterek yazarsanız mutlu olurum.

Kusursuzluk sadece Alalh'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Sayın dost1,

Özellikle bunu belirtmeden yazmıştım, çünkü ilgili kardeşime yazılanlardan sonra, bunun hata olduğunu düşünüp, görüşünü değiştirme ihtimali vardı.

Sonra, yine aynı şekilde namazın putperest ibadeti olduğunu söylerken, daha sonra, kuranda namaz konusunda, namazın rekatlarının kısaltılmadığını, zamanın kısaltıldığı şeklinde görüşlerde bulundu.

Bunun üzerine, yazılarımızın ardından, doğrudan olmasa da bu ifadeleri nedeniyle görüşü değişmiş diye düşünüp, yine ilgilisini belirtmedim.

Ama, ilgili yazıyı alıntılamzsam, bunlar dayanaksız sözlerim olarak algılanma, kabul edilme sonucu doğurabilecektir diye bir sonraki yazımda alıntılıyorum.

selamlar,
aorskaya

aorskaya
9. November 2012, 01:47 AM
Selamun Aleykum! Değerli Aorskaya Kardeşim!
Yazmak istediklerinizi, size yazan kişinin yazdıklarından alıntı yaparak doğru ya da yanlışlığı ile ilgili fikirlerinizi belirterek yazarsanız mutlu olurum.

Kusursuzluk sadece Alalh'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Selamun aleyküm,

İlgili yazı ve en son cevaplarımı, başka yerdeki yazımdan aynen yapıştırıyorum.

Sizin, bu gelişmeler hakkındaki yorumlarınızı rica ediyorum.

**********************************************


Yada başka islamda namaz yoktur diyenler çıkabilirmi?

İSLAMDA NAMAZ VARMI YOKMU?



DİKKAT -1 : burada namaz putperest ibadetidir, islamda yoktur deniyor:
eski putperest ibadeti olan "nameste" yi namaz diye millete kaptırdılar, üstelik kitapta yazmadığı için Peygamberden tam 200 yıl sonra hadis diye bişiler derleyerek.





1- Allahın emri Salat'ı yaptınız: namaste.

İslamda namaz yokmuş, namaz putperest ibadetiymiş... O halde, ya biz kuranı anlayamıyoruz, yada birisi anlayamıyor veya inanmıyor?

DİKKAT -2 : namaz putperest ibadetidir, islamda yoktur diyen kardeşimiz kuranda namazı buluyor... :

4 rekat yerine 2 rekat kılın zamandan kazanın diyor yani..


Demekki namaz putperest ibadeti değil, islamda olanlardanmış...

DİKKAT -3 : namaz putperest ibadetidir, islamda yoktur diyen kardeşimiz kuranda namazı bulduktan sonra namazın nasıl olması gerektiğini anlatıyor... :

4 rekat yerine 2 rekat kılın zamandan kazanın diyor yani...
uzun okuduklarını ve bugünkü gibi besteli besteli, ninnili ninnili okumadıklarına göre. Hadi insaflı davranalım.

4 rekat 10 dakika... 2 rekat 5 dakika zaman alır.

Ama, şaşırtmaya devam eden kardeşimiz, bu defa namazı kendisi ortadan kaldırmaya çalışıyor.


vay beeee... savaşta namaz kısaltma hayat kurtarır.

Madem 5 dakika bu kadar önemli, komple kaldır yatıp kalkmayı... ki insanlar tamamen savaşa konsantre olsunlar...

"Namaz putperest işidir, islamda yoktur" dedikten sonra kendiyle çelişiyor, "kurandaki namazı" kabul ediyor ve kendine göre açıklıyor.

Sonra, namazla ilgili takıntısı olmalıki, kabul ettiği namazın kısaltılmasını da anlayamayıp, karşı çıkıyor ve olmamasının gerektiğini ve bunun kendi kafasına göre haklı gerekçesini yazıyor.


vay beeee... savaşta namaz kısaltma hayat kurtarır.

1- Madem 5 dakika bu kadar önemli, komple kaldır yatıp kalkmayı...
2- ki insanlar tamamen savaşa konsantre olsunlar...

1- Madem 5 dakika bu kadar önemli, komple kaldır yatıp kalkmayı...

Bakınız, rabbimizin koyduğu bir hükmü, uygulamayı bu arkadaş nasıl kaldırıyor!

İşte, kendi küçük akılları ile bulduğu şeyleri tek doğru kabul etme kompleksinden kendini kurtaramayan kimseler, sınır tanımadan bu kadar ileri gidebilmektedir.

Rabbimizin, koyduğu hükme; "işittim ve kabul ettim" diyen bir müslüman olması gerekirken, onun akıl edemediğini düşünebilecek vurucu sözünü, kelamını ediyor...

2- ki insanlar tamamen savaşa konsantre olsunlar...

Tabi ya, "RABBİMİZ SENİN KADAR BİLMİYORDU BU HÜKMÜ KOYARKEN" hiiic arkadaş...

İŞTE, RABBİMİZİN AÇIK EMRİLERİNİ BİLE KABUL EDEMEYİP, KENDİ AKLINCA VARDIĞI SONUCU DOĞRU KABUL EDEN KİMSELER, AKILLARINI RAB KABUL ETTİKLERİNİ VE NE KADAR VAHİM DURUMA DÜŞTÜKLERİNİ GÖRSÜNLER.

iNŞALLAH GÖRSÜNLERKİ, KENDİLERİNİ DÜZELTEBİLSİNLER VE HESAP GÜNÜNE BIRAKMASINLAR.

İşte, bu şekilde kafa karışıklığı yaşayan kardeşlerimiz tarafından, bunları açıklayan bizler; ehli kitapta ilan ediliyoruz, akılsızda, zihini karanlıkta!...

Bizi neyle itham ettikleri gerçekte çok önemli değildir, çünkü onların demeleri gerçeği değiştirmiyor (ama sinir bozucu olabiliyor), ancak aklınca bulduklarını, rabbin kelamının önüne geçirmeleri gerçeği değiştiriyor, bu çok öenmlidir.

Ben canı gönülden bu kardeşimizin inşallah bu yazıyla nasıl bir hataya düştüğünü görmesini ve rabbimize tövbe etmesini diliyorum.

saygılarımla...
aorskaya

seckin
9. November 2012, 09:21 AM
Seckin, senle uzun uzun konuşmak isterdim. Ama vaktim yok.

Şu siteye bir bak, Senin savunduğun hadislerin tümü irdelenmiştir. Ama sana tavsiyem kurandan ayrılma.

www.vekuran.blogspot.com

İnceledim, beş para etmez palavralarla dolu.

Sünnet deyince, zaten peygamber sünnetinden konuşuyoruz? Neden ilk ve son sünnet var, neden tek sünnet yok.

Bunlar uygulamalardır. Kolaylıklardır. Dileyen yapar dileyen yapmaz. Dinde zorlama yok.

Hikmet Kim????

Amcaoğlu,

Kuran ayetlerinin yorumlanması ile ilimle oluşturulan uygulamalar.

Kuran ile hükmedin der mesela ayet. Kuranda o hükmü bulamayız. Bu sefer bazı ayetleri referans alarak bazı uygulamalar yaıplabilir. Bunu peygamber yapmıştır. Buna hikmet denir. Bunu sen bile yaparsın.

Sen, kuranın korunduğuna, değişmezliğine ve Allah sözü olduğuna kesin inanıyormusun?
Peki, rivayetlerde aynı durum söz konusumudur da “kuranda rivayettir” diyebiliyorsun?

Peygamberin yazdığı kuran nerede?

19. cularda 2 ayet fazla demekte. Hemde kuran içinden. Kuran rivayettir ve doğruluğunu kendi içinde test ederiz. Çelişki bulunmaz diye Allah açık çek verir. Hadisler çelişir ama bir mihenk taşımız var. Kurana arz ederiz.

seckin
9. November 2012, 09:25 AM
Millet açlıktan kırılıyor sizin tartıştığınız konulara bakın. Kısa zaman içinde fakire yardım edeniniz oldu mu hiç.

Tipik bizans hareketleri. Melekler erkeği dişisi varmu. kanadı varmı, melek varmı ?

aorskaya
9. November 2012, 10:50 AM
Millet açlıktan kırılıyor sizin tartıştığınız konulara bakın. Kısa zaman içinde fakire yardım edeniniz oldu mu hiç.

Tipik bizans hareketleri. Melekler erkeği dişisi varmu. kanadı varmı, melek varmı ?

Kendisine; "ilk sünnet, son sünnet adı altında, kurandaki namazların önünde ve sonunda kılınan ve vakitlere göre de farklı sayıda rekatlarla kılınan namazın,
1- neden ilk ve son sünnet olarak ortaya çıktığına,
2- her vaktin sünnetinin rekat sayılarının neden farklı olduğuna,
3- gelenekçiler kuranda namazın rekatlarını bulamadıklarını söylemekle birlikte, neden farz namaz adı altında her vaktin namazının rekatını değişik bulduklarına,

ilişkin sorulara, bunlar uygulamalardır diye cevap verdiğini sanan, ama zaten bunların uygulama olduğunu bilerek, bu uygulamanın sebeplerini anlatamayan kardeşimiz,

senin buradaki değil, hiç bir yerdeki kimseyi; şu fakire yardım ettinmi hiç vb. şekilde sorgulamaya hakkın da yok, alacağın cevabın doğru yada yanlış olmasına göre bu soruyla varacağın bir yerde olamaz.

Sana, yapmadığı halde yaptım dense, sen ne yapabilirsinde, bu soruyu soruyorsunki?

Akıllı bir müslüman, başkalarının değil, kendi yaptıklarının yeterli olup olmadığına bakmalıdır...

Din önce kişinin kendisine lazımdır. İnsanlar kendini bırakıp, başkalarını kurtarma işine girişirlerse, "şunu yaptınmı, bunu dedinmi" diye sorgulama hakkına da sahip olduklarını sanırlar, ama kendilerini unuturlar...

Melek varmıdan, meleğin özelliklerine kadar her şey dikkat edersen her yönüyle konuşulan özgür bir yazışma yeri...

Sen de bunu tenkit edeceğine, bunun kıymetini anla...

"sadece, mezhep, ulema, alim dediğiniz kimsenin anlattıklarına göre dini olguları yaşarsan, sen sadece peygambere olmadık mucizeleri yamayan kimselerin mucizeleri ile, "peygamber şöyle demiş" diyen falan rivayetçinin doğrumu yalanmı olduğunu bilmediğin sözüyle, sanki kuran kendilerine inmiş gibi, kendilerine alim dedirten, medyada abuk soruları sahte tebessümlerle cevaplayarak din öğrettiğine kendini inandıran, ucuz bedelle dini satnalara göre dini yaşayanlardan olma..."

Tek ve korunan, değişmez, çelişkisiz, insana gerekli tüm konuların yeterince açıklıkla yer aldığı kurana göre akıl ederek yaşaya, kendini kuranın dostluğunu kazanmaya zorla...

Ama, onun dışındaki dostların, sana gerçek, doğru dost olduğunu düşünerek, kuranın dostluğuna ihtiyacın kalmadığı anlayışıyla yaşarsan, "hesap gününde kuran dan sorulduğunda" yapacak bir şeyin kalmadığını anla...

selamlar,
aorskaya

seckin
9. November 2012, 01:03 PM
Peygamber yeni bir din getirmemiş, var olan dinin yanlışlarını kuran ile düzeltmiştir. Bizlere yakışan hadis+ayet anlayışı+görüş gibi topluma mal olan değerleri kuran ile düzeltmek gerekir.

Namaz var olagelen bir olgu, anlatılmaz, haram aylar var olagelen bir olgu anlatılmaz ....

Sizlerin kuranı anlamaya çalışmanız güzel ama üslüp sorununuz var. Bir çok hususa cevap vermeyi geçin kendi içinizde ciddi ihtilaflar oluşturuyorsunuz.

Dini insanlar oluşturur. Allah kelimesini bile insanlar oluşturdu. Yaratan sadece müdahele eder. Tıpkı ibrahim gibi.

Din adına oğlunu kesmeye kalkar ve müdahale gelir. Din adına putlara tapılmaya kalkar müdahele gelir. Kölelik oluşur yine müdahele gelir.

Kuran rabbin müdaheleleridir.

hiiic
9. November 2012, 01:29 PM
....

bartsimpson
9. November 2012, 03:22 PM
Soru : Hikmet Kim???
Cevap : Amcaoğlu,

Kuran ayetlerinin yorumlanması ile ilimle oluşturulan uygulamalar.

Kuran ile hükmedin der mesela ayet. Kuranda o hükmü bulamayız. Bu sefer bazı ayetleri referans alarak bazı uygulamalar yaıplabilir. Bunu peygamber yapmıştır. Buna hikmet denir. Bunu sen bile yaparsın.

Oww çok sert... Ivana Sert...

Öğrenmek için soruyorum

Kuranda bulamadığınız bir hükme örnek verebilir misiniz?
Bu hükme "Amcaoğluna" sorarak nasıl ulaştığınıza örnek verebilir misiniz?

Sevgi ile kalın...

seckin
9. November 2012, 03:47 PM
UYUŞTURUCU, EROİN, Hamr ile karşılaştırılır ve içilmemesi yönünde telkinde bulunulur. Porno film, Kuranda geçmez ama bizler bunun uygun olmadığını telkin ederiz. Hac rukünler,Beytin 7 defa tavafı geçmez. Ama uygulamada vardır. Derler ki 7 gök vardır. 7 dönülsün. 3 dönülse ne olur. bİr şey olmaz ama bir uygulana geliş var. Ezan, istersen davulla çağır adam gelsinde camiye farketmez ama bir uygulama var değişmemekte.

aorskaya
9. November 2012, 04:29 PM
1-Peygamber yeni bir din getirmemiş, var olan dinin yanlışlarını kuran ile düzeltmiştir.

2-Bizlere yakışan hadis+ayet anlayışı+görüş gibi topluma mal olan değerleri kuran ile düzeltmek gerekir.

3- Namaz var olagelen bir olgu, anlatılmaz, haram aylar var olagelen bir olgu anlatılmaz ....



1-Peygamber yeni bir din getirmemiş, var olan dinin yanlışlarını kuran ile düzeltmiştir.

Var olan dinin yanlışlarını demeyelimde (çünkü, din tekdir,islamdır ve islamda hiç bir zaman yanlış olmaz), var olan dinin, elçilere uyulmadığı ve kaynakları bozdukları için yanlış yaşanması diyelim.

Bu durumda, dinin yanlış yaşanmasını düzeltmek ve düzenlemek üzere son kitap kuran ve son nebi gelmiştir.

Bu düzeltmeyle, peygamberin yeni din getirmediği görüşüne katılıyorum.

2-Bizlere yakışan hadis+ayet anlayışı+görüş gibi topluma mal olan değerleri kuran ile düzeltmek gerekir.

Bu görüşünde samimi isen, toplumdaki;

a- kurana göre abdest; yüz ve dirseklere kadar ellerin yıkanması, baş ve ayakların meshedilmesidir.

Ama, toplumda abdest; kurandakilere ek olarak, ağıza su almak (3 kere), buruna su çekmek ve sümkürmek(3 defa), kulakların içini yıkamak ve kurandakinden farklı olarak ayakları meshetmek yerine yıkamak şeklinde yapılmaktadır.

Şimdi, örneğin sen bundan sonra kurana göre abdest alarak dini yaşayabilirmisin? Sonra topluma ilişkin kısma geçilsin.

b- kurana göre namaz vakit ayrımı yapılmaksızın, en az iki rekattır. Ancak, ikiden fazla olmak üzere, kişi istediği sayıda rekatla namazı kılabilir. üst limit yoktur.

Ama toplumda;

* farz namaz denilerek; Sabah:2, Öğlen:4, Akşam:3 rekat vb. gibi bir sayıda rekatla namaz kılınmaktadır.
* sünnet namaz denilerek; yine değişen vakitlerde, değişen sayıda rekatlarda namaz ilk ve son sünnet denilerek namaz kılınmaktadır.

Bu durumda, adına sünnet denilerek kılınınca kurandaki namaza ekleme yapıldığı, yine şu kadar rekat denilerek kılınınca; kurandaki asgari namaz ile yetinilmediği ve namaz icad edildiği sonucuna varılmaktadır.

Şimdi, bu namazlarınızı da terkedip, kurana göre en az iki olmak üzere, ilgili vakitlerdeki imkanlarınıza göre kılabildiğiniz sayıda fazla rekatla (sayıyı başkası değil, asgarinin üzerine herkes kendi belirler) namazını kılarak, toplumun bu yanlışını kendinde düzeltebilirmisin?

* Toplumda; tüccarlar için; bir kısım maddi değeri sermaye olarak ayırtıp, üzerinden 1 yıl geçmedikçe zekat verilmiyor. Sonraki yıllarda ise bu sermayenin üzerine bir şey koyamamışsa yine zekat düşürülmüyor. Eğer sermayeyi geçerse onun üzerinden tüccarlarda 1/40 oranı kabul ediliyor.

Yine aynı toplumda; tüccar bile olmayan ve ekonomik bakımdan daha kötü olan çiftçiye ise 1/10 oranı belirleniyor.

bu durumda da; Zengin tüccarın, fakir çifçiden daha az zekat vermesi yanlışı ve adil olmayan zekat kavramı ortaya çıkıyor.

Kuranda ise müslümanların; hem kendilerinin tüketebileceği kalitede ve hemde ihtiyaçlarından arta kalanı infak etmeleri isteniyor. Bunun yanısıra, ne kadar fazla verebilirlerse, o kadar fazla vermelerinin kendileri için daha hayırlı olduğu belirtilerek, fazla vermeye teşvik ediliyor.

Böylece; fakir kimselerin bile kendinden zor durumda olanlara infakta bulunmasının önü açılıyor, hem infak eden kimse sebap kazanıyor ve hem de toplumda gelir dağılımı sorunu kaldırılarak, sosyal yaşam kuvvetlendiriliyor.

Peki sen şimdi, 1/40 ve 1/10 adlatesizliğine rağmen toplumda devam eden zekat anlayışını kurana göre düzeltebilirmisin?

* Toplumda, kurana ters rivayetleri, hadisler kuranı nesheder (bu kandırmacaya kanarak) anlayışıyla kabul ederek yaşayanlar en büyük çoğunluktur.

Peki, sen şimdi; hadisler kurana ters olamaz, ters olanlar uyduruktur, onu dikkate almamak gerekir diyerek kendini düzeltebilirmisin?

örneği artırmaya gerek yok. Bunlara; evet, yada hayır şeklinde cevaplarınızı içeren yazınızı bekliyorum.

3- Namaz var olagelen bir olgu, anlatılmaz, haram aylar var olagelen bir olgu anlatılmaz ....

Namaz, nasıl anlatılmaz?

Sen, camiden çıkan bir müslüman iken, bir turist karşına çıksa ve ben islamı öğrenmek istiyorum, örneğin namaz çok hoşuma gitti, ben namazı öğrenmek istiyorum, bana namazı anlatın, ha bir de neden farklı vakitlerde, farklı sayıda rekatlarla namaz kıldığınızı da açıklarmısın dese; "namaz anlatılmaz!" diye cevapmı vereceksin?

yahutta, bir ortamda, imansız birinin namaz konusunda, yalan yanlış bir şeyler söylediğine tanık oldun.

a- Müdahele etmeyecekmisin?
b- Dini yanlış anlatan birine müslüman olarak müdahele etmen gerekmezmi?
c- Müdahele edip yanlış olduğunu söylersen; "buyur bakalım, sen doğrusunu anlat" derse, bu defa sen; "namaz anlatılmaz" diye cevapmı vereceksin?

selamlar,
aorskaya

aorskaya
9. November 2012, 04:37 PM
:)...

Arkadaşlar, yazılı iletişim sıkıntılı, karşıdaki kişinin en anlatmaya çalıştığını anlamak zor.
Ama bazılarının kelime seçiminde gerçekten sıkıntı var, uslub çok kaba (o kendini biliyor)

Biraz daha dikkatli davranalım, birbirimizi kırmayalım. Hele ki her bulduğu lafa eleştiri yapma görevi olan arkdaşlar daha dikkatli olsun...
Kimseyi cezalandırmak, engellemek istemiyorum, müslümana yakışır şekilde konuşun.

Adamalara "Allah forumu okuyor" diyorum, onda bile birşeyler bulup aklı sıra savaş açıyor. Dikkatli olun her kışkırtıcı, provokasyoncunun oyununa gelmeyin. Burada kimin ne olduğunu en iyi Allah bilir.

Kavga edilmesin diye yazdığın bir yazıda bile sataşmadan duramıyorsun, bu kötü huyundan vazgeçemiyorsun.

Neyse; sonraki yazılarını dikkate almayıp, "kavga edilmesin" kısmını dikkate alarak, seninde buna samimi olarak dikkat etmeni beklediğimi belirterek kabul ediyorum.

Önemli olan hatanın gerçekten giderilmesi, yanlışın düzeltilmesidir.

Selamlar,
aorskaya

pramid
12. November 2012, 09:40 AM
seckin Nickli Üyeden Alıntı

Soru : Hikmet Kim???
Cevap : Amcaoğlu,

Kuran ayetlerinin yorumlanması ile ilimle oluşturulan uygulamalar.

Kuran ile hükmedin der mesela ayet. Kuranda o hükmü bulamayız. Bu sefer bazı ayetleri referans alarak bazı uygulamalar yaıplabilir. Bunu peygamber yapmıştır. Buna hikmet denir. Bunu sen bile yaparsın.

El-Hikmet



1. el-Hikmet ile, Kur'ân'daki emir ve nehiylerden oluşan nasihatlar kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:

Size indirdiği Kitap'tan {yani, Kur'ân'dan ve Hik-met'ten {yani, Kur'ân'daki eınir, nehiy, helâl ve hara*ma ilişkin nasihatlar dan}... (Bakara/231)

Allah sana Kitab'ı {yani, Kur'ân'ıj ve Hikmet'i {yani, Bakara, sûresinde zikredilen helâl ve haramları} in*dirdi. (Nisâ/113)

Ona Kitabı {yani, Kur'ân'ıj ve Hikmet'i {yani, Kur'-ân'da bulunan helâl ve haram türünden nasihatla-rı}... öğretecek. (Âl-i İmrân/48)

Yine bunun bir benzeri Âl-i İmrân sûresinde geç*mektedir.

Biz o'na {yani, Yahya'ya} daha sabi iken hükm {yani, fehm [anlayış i kavrayış] ve Um verdik}. (Meryem/12)

2. el-Hükm ile, fehm [anlama/kavrama] ve Um kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:

Andolsun biz Lokmân'a hikmet {yani, fehm [anla*yış I kavrayış] ve Um} vermiştik. (Lokmân/12)

Her birine hükm {yani, fehm [anlayış I kavrayış]} ve ilm vermiştik. (Enbiyâ/79)

İşte onlar kendilerine Kitap, hükm {yani, fehm [anla-yış-kavrayış] ve ilm} ve nübüvvet verdiğimiz kimse*lerdir. (En'âm/89)

3. el-Hikmet ile, nübüvvet kasdedilmiştir; şu âyet*lerde olduğu gibi:

Biz Âl-i İbrahim'e Kitap ve hikmet {yani, nübüvvet} vermiştik. (Nisa/54)

Ona Hikmet {yani, nübüvvet} ve fasle'l-hitâb vermiş*tik. (Sâd/20)

Allah o'na mülk ve hikmet {yani, nübüvvet} vermişti. (Bakara/251)

4. el-Hikmet ile, Kur'ân'ın tefsiri kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:

Kime hikmet verilmişse, ona çok hayr verilmiş de*mektir. (Bakara/269)

5. el-Hikmet ile, Kur'ârı kasdedilmiştir; şu âyette

olduğu gibi:

Rabbinin yoluna hikmet /yani, Kur'ânj ile çağır! (Nahl/125)

Kuran ayetlerinin yorumlanması ile ilimle oluşturulan uygulamalar.

Bu tespitiniz güzel olmuş.

aorskaya
12. November 2012, 01:31 PM
hikmet kim

Amcaoğlu,

1-Kuran ayetlerinin yorumlanması ile ilimle oluşturulan uygulamalar.

2- Kuran ile hükmedin der mesela ayet. Kuranda o hükmü bulamayız. Bu sefer bazı ayetleri referans alarak bazı uygulamalar yaıplabilir. Bunu peygamber yapmıştır. Buna hikmet denir. Bunu sen bile yaparsın.





Kuran ayetlerinin yorumlanması ile ilimle oluşturulan uygulamalar.


Bu tespitiniz güzel olmuş.




Seçkin ve Pramid kardeşlerim,

Hikmet,

Hükmetmek, hâkim olmak, hikmetli olmak, yönetmek, düzeltmek amacıyla men etmek, dönmek ve sağlam yapmak anlamındaki "h-k-m" kökünden türemiştir.

hikmet kavramı terim olarak, geniş kapsamda; adalet, ilim, amel, nübüvvet, Kur'ân, Allah'a itaat, dinî anlayış, Allah korkusu, akıl, söz ve işte isabet, hakkı bilme ve hayır işlemek demektir.

Bütün bunları karşılayacak şekilde hikmeti kısaca tanımlayacak olursak; hikmet, faydalı sebepsonuçtur" diyebiliriz.

1-Kuran ayetlerinin yorumlanması ile ilimle oluşturulan uygulamalar. demişsin.

Hikmet, (ilimle yada ayetlerle yorumlanma sonucu yapılan) uygulama değildir.

Hikmet, "faydalı sebep/sonuç" demektir.

Bazı anlatımlarda, hikmetle kuranın kastedildiği söylense de hikmet, bizzat kuranın kendisi değil, kuranın sağladığı fayda, iyilik şeklindeki sonuçlardır.

2- Kuran ile hükmedin der mesela ayet. Kuranda o hükmü bulamayız. Bu sefer bazı ayetleri referans alarak bazı uygulamalar yaıplabilir. Bunu peygamber yapmıştır. Buna hikmet denir. Bunu sen bile yaparsın. demişsin.

Kuranda doğrudan bulamadığımız, fakat ayetlerin yorumuyla yaptığımız bir uygulama hikmet değildir.

Yaptığımız bu uygulamayla ilgili olarak, Kuran'da doğrudan bir hükmün olmayışı hikmettir.

Örneğinizdeki gibi;

Kuranda, karşılaştığımız bir durumla ilgili doğrudan hüküm yoksa, bunun "faydalı bir sebebi/hikmeti vardır" diye düşünmek, kabul etmek gerekir.

Bu kuranda, "daima sorular sormayın, bu sizi zora sokabilir, eğer kuran inmeden önce/indirilirken sormuş olsaydınız cevaplandırılırdı" şeklinde kendine delil de bulur.

Örneğin, peygamberimizin eşine söylediği sırrın, rabbimiz tarafından kendine bildirildiriği kuranda anlatılmakla birlikte, bu sırrın ne olduğu bize anlatılmaz.

İşte, bu sırrın bize anlatılmamasında bir hikmet, bir faydalı sonuç vardır. Konu sadece peygamberimizin özel bir durumu nedeniyle onu ilgilendirdiğinden, sır bize açıklanmamış, ama rabbimize hiç bir şeyin gizli kalmayacağını anlamamız içinde bu kadarıyla kuranda bildirilmiştir.

Şimdi, bu sırrı bilmemiz neden hikmetlidir, bunu kendimce açıklamaya çalışayım.

Bu sır bize bildirilmiş olsaydı, bu sır üzerinden peygamberimiz hakkında bir sürü senaryo yaratılacak, spekülasyonlar yapılacaktı.

Hatta, iş magazin boyutlarına bile getirilecek ve ayetin bizlere verdiği "hiç bir şeyin rabbimize gizli kalmadığı" ana fikiri de magazin kısmıyla uğraşılıp, onunla meşgul olunacağından, bu defa ayetin bize faydalı sonucu (hikmeti) olmayacaktı diye düşünüyorum.

Gerçektende, halk arasında bir olay yaşandığında, onun sonuçlarını anlayamadığımız zaman, "vardır bunda da bir hikmet" denmesi de böyledir.

Bu sözle, biz bilemesekte, anlayamasakta o olayın faydalı bir yönü, sonucu olduğunu kabul ederiz.

Kısaca hikmeti böyle anlamak daha uygundur görüşündeyim.

selamlar,
aorskaya

aorskaya
12. November 2012, 01:54 PM
5. el-Hikmet ile, Kur'ârı kasdedilmiştir; şu âyette

olduğu gibi:

Rabbinin yoluna hikmet /yani, Kur'ânj ile çağır! (Nahl/125)


Sayın pramid,

Bu görüş, bir çok mealci tarafından sizinki gibi çevirilerle destek bulsa da ben bunu yanlış buluyorum. Bana, göre bu ayette hikmet ile kuran işaret edilmemektedir.

Bu ayette, peygamberimizin; "...faydalı sebepleri/sonuçları..." da göstererek Allah yoluna çağırması istenmektedir.

Zaten peygamberimiz kuranla çağırmaktadır. Ama, monoton bir yapı yerine, kuranla davet ettiğin rabbin yolunun, faydalım yol olduğu, faydalı sonuçlar kazandıracağı, yani hikmetini de anlatması istenmektedir.

(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir. (NAHL 125)

Bu ayette hikmetle kastedilen kuran değildir.

Burada, ayette geçen hikmetin yerine, "rabbin yolunun sağlayacağı faydaları, kazandıracağı iyi durumları anlatmakla" kalıbı getirilebilir. Bu ayetin anlamına daha uygundur. Çünkü, faydalı sonuçlarından bahsederek, güzel öğütlerde bulunmak daha etkin bir davet biçimidir.

Kaldıki,

Kuranda, hikmet ve kuran geçen ayetlerde; bunların, yanyana ve "ve" bağlacı ile yer aldığını görürüz. Eğer hikmet ile kuranın bizzat kendisi kastedilmiş olsaydı, yanyana ve "ve" bağlacı ile geçmemesi gerekirdi.

Bu şekilde yer aldığına göre, kuran başka, hikmet başka şeylerdir.

Kuran ile hikmet arasında ilişki vardır, ama hikmet; kuran demek değildir.

"Kuran hikmettir denilebilir", bu durumda da kastedilen kuranın başka bir ismi olmayıp, kuranın kazandırdıkları, sağladıkları faydaların kısaca isimlendirilmesi olur.

selamlar,
aorskaya

seckin
16. November 2012, 11:11 AM
alıntı:
Kuran ayetlerinin yorumlanması ile ilimle oluşturulan uygulamalar.
Bu tespitiniz güzel olmuş

tşk ...

Hikmet ile kitap arası ayrımı iyi yapmak gerekiyor.

Hikmet lokman'a verilen bir özellik değil mi?

pramid
16. November 2012, 12:56 PM
Uzun uzun koşmak ve yazmak isterdim ama vaktim dolayısı ile bazı yazıları alıntılamaktayım.

KUR'AN'DAKİ HİKMET SÖZCÜĞÜNÜN ANLAMI




Evrendeki her şey gibi konuşulan diller de bir dinamizm içindedir ve bu doğal yasa gereği zaman içinde dillerin değişime uğramaları kaçınılmazdır. Meselâ bizim dilimiz Türkçe, elimize ulaşan yazıtlardaki hâlinden günümüze kadar, Türkçe konuşan insanların coğrafî dağılımları itibariyle de farklılıklar gösteren değişimlere uğramıştır. Hatta ülkemizdeki değişimler, Türk Dil Kurumu tarafından sık sık yapılan sözlük güncellemeleri ve yazım kuralları değişiklikleri ile, deyim yerinde ise gözle görünür şekilde izlenebilmektedir. Ne var ki, Türkçe gibi diğer dillerde de meydana gelen ve değişik faktörlerin etkisinde olan bu değişimler, her zaman faydalı yönde, yani "gelişme" niteliğinde olmamakta, zararlı yönde de sonuçlar doğurabilmektedir.
Kötü sonuç doğuran değişimlerin Müslümanlarca en önemli örneği, Arap dilindeki değişimlerdir. Çünkü bu değişimler, dikkate alınmadıkları takdirde, pek çok konuda Kur'an'ın yanlış anlaşılmasına yol açmaktadırlar. Şöyle ki; Kur'an'da geçen yüzlerce sözcük bugün, Kur'an'ın indiği dönemdeki anlamlarından farklı anlamlarda kullanılmakta ve Kur'an'ı, sözcüklerin bugünkü lügatlardaki anlamlarını dikkate alarak anlamaya çalışanlar, bu değişimler yüzünden büyük yanlışlara düşmektedirler.
Yaptığımız tespitler gayet açık ve net göstermektedir ki, Kur'an'ın doğru anlaşılmasının önündeki en büyük engel, Kadim Arapça'nın (Kur'an'ın indiği dönem Arap dilinin) bilinmemesi ve sözcüklerin sonradan kazandığı anlamlarına itibar edilmesidir.
Bize göre Kur'an'ı doğru anlamak için; sözcüklerin vazı' anlamlarını (ilk anlamlarını), Kur'an'ın indiği dönemdeki anlamlarını ve o günden bugüne kadar olan değişimlerini iyi bilmek gerekmektedir. Fakat eldeki lügat ve deyimler sözlükleri, Kur'an'ın indiği döneme göre "geç dönem" derlemelerdir. Meselâ Ragıb (Ö: h. 503, m. 1109) el Müfredat ve İbn-i Menzur (ö: h. 711, m. 1311) Lisan ül Arab adlı eserlerinde, sözcüklerin kendi yaşadıkları dönemdeki anlamlarını ön plânda tutmuşlar, daha önceki dönemlerdeki anlamlarını ise "lütfen" vermişlerdir. Bu durumda, Kur'an'daki sözcüklerin anlamlarını bu eserlerde öne çıkarılan anlamlar olarak kabul etmek bile, sözcüklerin Kur'an'ın inişinden 5 ilâ 7 asır sonraki anlamlarını kabul etmek demektir. Oysa Kur'an'daki kavramlar, sözcüklerin Kur'an'ın inişinden 5 - 10 asır sonraki anlamları ile açıklanamazlar. Zira Kur'an, indiği çağın insanlarının kullandığı dil ve sözcüklerle inmiştir ve bu çerçevede anlaşılması gerekir.


İşte bu yazımızın konusu, anlamlarının yanlış bilinmesinden dolayı Kur'an'ın doğru anlaşılmasına engel durumdaki yüzlerce sözcükten birisi olan HİKMET sözcüğüdür.


Sözcüğün aslı " حكمةhıkmet" olup, "ı" harfi ile yazılması gerekirken, ilk yanlış sözcüğün yazılışında yapılmış ve sözcük, "alay etme, kınama, başa kakma, zorbalık" demek olan ve "i" harfi ile yazılan " هكمةhikmet" ile karıştırılmıştır. Bizim de yazımızda galat-ı meşhura uyarak "hikmet" şeklini kullanacağımız sözcük hakkındaki yanlışlıklar sadece yazılışta kalmamıştır. Sözcüğün anlamında yapılan yanlışlıklar, dine bir sürü saçmalıkların girmesine, ciddî hataların oluşmasına sebep olmuştur. Bu yanlış anlaşılmaların yol açtığı en vahim sonuç ise; yazımızın ilerleyen bölümlerinde görüleceği gibi, peygamberlere din üzerinde teşri (yasama, kanun koyma) yetkisi verilmek suretiyle işlenen şirktir.
İslâm Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi gibi çağdaş eserler ve Süleyman Ateş, Yaşar Nuri Öztürk, Yusuf Kerimoğlu, gibi çağdaş yazarlar, "hikmet" sözcüğünün anlamı olarak sözcüğün kendi anlamına yönelmemişler, maalesef geçmiş zamanlarda birileri tarafından yazılmış kanaatleri "hikmet" diye ortaya koymuşlardır.


Zaman içerisinde, gerçek anlamıyla hiç alâkası olmayan bir çok anlam verilen "hikmet" sözcüğü için, sözlüklerde çokça gösterilen karşılıklar şunlardır:


"Adalet, ilim, hilm, nübüvvet, Kur'an, İncil, Allah'a itaat, dinde ince kavrayış, gereği ile amel, haşyet, anlayış, vera, ilim ve amelde isabet, akıl, sebep, illet, doğru söz, kâmil akıl, yüce bilgi, gizli sır, ne olduğu anlaşılmayan sebep, hakikat ve ancak Allah'ın bilebileceği şey"


"Hikmet" sözcüğü, İslâm düşünürleri tarafından "felsefe" sözcüğünün karşılığı olarak da kullanılmıştır: "... İslâm kaynaklarına göre felsefenin tanımı, hikmetin tanımından çok farklı değildir. ... İslâm dünyasında "hakim" nitelemesine en çok değer görülenler bilgiye ve gerçeğe, düşünme yoluyla ulaşmaya çalışan felsefeciler ile benliğin arındırılması yoluyla ulaşmaya çalışan mutasavvıflardır..." (Ana Britannica, cilt: 15 s: 273, "hikmet" maddesi).


"Hikmet" sözcüğüne, bu felsefeciler, tasavvufçular ve tefsirciler marifetiyle verilen anlamlar ise 50'den fazladır:


1- Sözde ve yapılan işte isabet, ilim ve fıkıh.
2- İlim ve amel.
3- Eşyanın manalarını bilmek ve anlamak.
4- Allah'ın işini ve emrini akletmektir.
5- Anlamak.
6- Anlama kuvveti. İcat ve ilim demek olup, eşyanın hakikatlerini varlıkta bulundukları durumda beşeri güç ölçüsünde araştırmak.
7- Eşyayı yeri ve mertebesine koymak.
8- Doğru ve güzel fiillere sabır ve sebatla devam etmektir.
9- Siyasette insanın gücünün yettiği kadar Allah'a uymak.
10- Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanmak.
11- Allah'ın emrini düşünüp tefekkür etmek ve O'na tâbi olmaktır.
12- İlletsiz işarettir. Yani üzerinde illet düşünülmeyen Hakk Tealâ'dan kayıtsız şartsız gelip, şek ve şüphe, zaaf ve fesat ihtimali bulunmayan, niçin ve neden diye araştırmaya ihtiyaç bırakmayan işarettir.
13- Bütün durumlara hakkı şahit tutmaktır.
14- Din ve dünyanın düzgünlüğüdür.
15- İlâhî bilgi ve sırlar ilmidir.
16- İlham gelmesi için sırrı soyutlamaktır.
17- Nübüvvettir (peygamberliktir).
18- Kur'an'ı, nasih ve mensuhunu, muhkem ve müteşabihini, başlangıç ve sonlarını, helal ve haramını ve örneklerini bilmektir.
19- Kur'an'dır.
20- Bütün ilâhî kitapların içerdiği ve sunduğu bilgidir.
21- Allah korkusudur.
22- Kur'an'ı anlamaktır
23- Allah'ın dini konusunda Allah'tan korkmak, takva sahibi olmaktır.
24- Akıldır.
25- Dinde fakih olmak ve Allah'ın rahmet ve fazlından kalplere koymuş olduğu bir şeydir.
26- Korkudur.
27- Kitap ve sünnet bilgisi ile onların gereğince amel etmek ve her şeyi yerli yerine koymaktır.
28- İnsandaki sağduyu yahut doğru ile eğriyi birbirinden ayırma yeteneğidir.
29- İsabet, ilim, akıl ve fıkıhtır.
30- İlimle ilgili akıl gücünün tüm hâli olup, ifrat ve tefrit arasındaki dengeli, bilimsel aklî bir güçtür.
31- Mevzuun sebeplerini, hakikatini, beşer kudretinin erişebildiği kadar haddi zatında oldukları gibi aramak olan ilimdir.
32- Kendisinde bilgi olan kişinin bu bilgiyi, adaleti tezahür ettiren bir tarzda tatbik etmesini sağlayan tanrı vergisi bir bilgidir.
33- Mantıklı düşünmek gerçekleri araştırmak ve gerçek bilgidir.
34- Vahy nasıl peygamberlere verilen bir armağan ise hikmet de evliyaya verilen bir armağandır.
35- Sünnettir.
36- Zıddı hata olan kavramdır.
37- Fark ediş güçlerinin ortak adıdır.
38- Kesin delildir.
39- Güzel ahlâklar, güzel işler ve Kur'an'da yer alan hakikatlerdir.
40- Şuhûd ve imandır.
41- Kur'an'ın derinlik boyutudur.
42- Öyle bir anlayıştır ki yazılmaz. Ancak ehli tarafından hissedilir.
43- Teorik bilgisi ve faziletli davranış kalıplarıyla, insanın güç yetirebildiği ölçüde nefsini olgunlaştırdığı, nebi vasıtasıyla veya ilhamla aldığı emirlerin tümüdür.
44- Kitabın dış yüzü ile çelişmeyen iç yüzünün beyanıdır. Olaylara Allah'ın iradesini bize izhar ettiği yönde uyum sağlamaktır.
45- Evrenin sırlarını çözmek, ibadetlerin sırlarını kavramak, eşyanın hakikatini anlamak, baktığı yerde Allah'ın ayetlerini, tecellilerini, isimlerin cilvelerini görmek, bütün bu cilvelerden geçip ayetleri aşıp Allah'a ulaşmak, bunun yolunu keşfetmek, bu yolda dosdoğru yürümek, kâinat kitabıyla Kur'an kitabının ve bunların özü olan insan kitabının aynı olduğunu kavrayıp yürüyen kitap olmaktır.
46- Kendisiyle amel edilen dinî kuralların ve şeriatın maksadını, maslahatını, faydasını ve esrarını bilmektir. Bu da, Rasülüllah'ın davranışları, sireti, evinde, ashabı ile beraber, savaşta ve barışta, seferde ve ikamette, darlıkta ve bollukta; kapalı ve açık gelen Kur'an ayetlerinin hükümlerini, esrarını ve faydalarını ortaya çıkarıp, pratik davranış haline getiren sünnettir.
47- Kendisinden faydalanılan şer'î hükümlerdir ki, bu da geçmiş toplumların sonunun düşünerek ibret almak, dinin maslahatını ve şeriatın esrarını kavramak demektir.
48- Kur'an'ın nasihatlarıdır.
49- Anlama ve ilimdir.
50- Hükümlerin kaynağı, ilim, amel ve sözde yakinî bilgi ve kesinliktir
51- Sefehi engelleyen şeydir. Sefeh ise her kötü çirkin şeydir.
52- İnsanı uyaran, harekete geçiren, soylu davranışa çağıran ve kötü olan her şeyden alıkoyan şeydir.
53- Sebep-sonuç ilişkisinin doğru bir biçimde kurulması ve bunun tezahürleridir.
(Kaynaklar: Taberî, İbn-i Kesir, Ebu Su'd, Kurtub'i, Elmalılı, Said Havva, Mehmet Vehbi, Alusî, Cürcânî, Razî, Kınalızade, Kasimî, Koçyiğit, Cerrahoğlu, Mevdudî, Zeccac, Muhammed Esed, Maturidî, İbn Aşur, Merağî, İslâm Ansiklopedisi meb, İslâm Ansiklopedisi TDV, İktibas 201, Bilal Tan; Kur'an'da Hikmet Kavramı, Pınar Yayınları vs.)


"Hikmet" sözcüğünün gerçek anlamı:

" حكمةHikmet" sözcüğü, hemen tüm kitaplarda her nedense sözcük anlamı dışında oluşturulmuş kişisel yorumlarla anlaşılmaya gayret edilmiş olduğundan, doğru anlaşılamamış, üstelik de yozlaştırılmıştır. Aslında "hikmet"in ne olduğunu anlamak için sözcük anlamını bilmek yeterlidir.
"Hikmet" sözcüğü, " حكمhukm" sözcüğünün bir türevi olup, "Bina-i Nev'i; İsm -ün Nev'i" kalıbındadır. Bu kalıp kullanıldığı fiilin bütün anlamlarını temsil eden bir isim niteliğindedir. Bu kalıptaki bir çok sözcük Arapça'daki anlamlarıyla Türkçe'ye geçmiş ve yaygın olarak kullanılmaktadır. Örnek olarak; "Bid'at, cinnet, fikret, fitne, firkat, gıybet, hizmet, hicret, illet, iffet, kıymet, kısmet, kisve, minnet, mihnet, ni'met, rif'at, ric'at, sirkat, şirket, şiddet, zînet" sözcükleri bu kalıpta olan sözcüklerdir. Diğer taraftan "hikmet"in türetildiği "hukm" sözcüğünden türetilmiş olan; "hâkim, hakem, hâkimiyet, hükümet, muhkem, tahkim, muhakeme, mahkeme, ihkam ve tahakküm" gibi bir çok sözcük de Türkçe'ye geçmiş ve Türkçeleşmiş olarak kullanılmaktadır.


"Hukm" sözcüğüne, sözcük ve terim anlamı olarak bugün elimizdeki Arapça sözlüklerde verilen karşılıklar şunlardır:


- Hükmetmek, yargılamak.
- İşi sağlama almak, sağlamlaştırmak.
- Yüzün ön kısmı, alın, şan, şeref.
- Çağırmak, mahkemeleşmek.
- Hakemlik etmek, tecrübeli uzman.
- Hikmet sahibi olmak, hakim olmak.

Allame İbn-i Menzur'un Lisan ül Arab adlı eserinde (2. cilt, s: 539-543, "Hukm" maddesi), " حكمhakeme" sözcüğünün esas anlamının " منعmenea (engel oldu)" demek olduğu yazmaktadır. Bu durumda "hakeme" sözcüğünün mastarı olan "hukm" sözcüğü; "engel olmak" anlamına gelmektedir. Araplar bu sözcüğü "insan veya hayvana mani olmak, onu kontrol altına almak" anlamında kullanmışlardır ve İslâm öncesi Arap şiirinde bunun yüzlerce örneği vardır. Ayrıca hayvanların kontrolünü sağlayan "gem" denilen alete de Araplarca " حكمةhakeme" denmiştir.


Kur'an döneminde ise bu sözcüğün anlamı biraz özelleşmiş ve sözcük; "zulüme ve fesada engel olmak" anlamında kullanılmıştır. "Hakeme" sözcüğünden türetilen sözcükler de o dönemde özelleşmiş anlama uygun olarak, meselâ;


- hâkim; zulüme ve fesada engel olan kişi,
- mahkeme; zulüme ve fesada engel olunan yer,
- ihkam; zulüme ve fesada engel oldurma,
- muhkem; zulüme ve fesada engel edilmiş şey, anlamında kullanılmıştır.


Sözcüğün Kur'an'ın indiği dönemde, özelleşmiş bu anlamda kullanıldığına dair, peygamberimizin ağzından nakledilmiş meşhur bir hadis bile bulunmaktadır: " حكّم اليتيم كما تحكّم ولدكHakkimül yetime kema tühakkimü veledeke (Kendi çocuğunu engellediğin gibi yetimi de engelle! Yani kendi çocuğunun zulümüne, fesadına, kötü yetişmesine mani olduğun gibi yetime de mani ol, o da iyi yetişsin, kötü birisi olmasın.)"
" حكمHukm" mastarının tüm türevleri bu anlam ile uyumludur ve Sarf ilmi kurallarına göre yüzlerce hatta binlerce sözcük türetilebilir. Nitekim, "hukm" mastarının farklı türevleri Kur'an'da 210 yerde geçmektedir ve dikkatle incelendiği takdirde hepsinin de "zulüme ve fesada mani olma, engelleme" anlamında kullanıldığı açıkça görülmektedir.

"Hukm" mastarından türemiş olan " حكمةhikmet" sözcüğü ise, yukarıda bahsettiğimiz gibi "Bina-i Nev'i; İsm-ün Nev'i" kalıbında olduğu için fiilin, yani "zulüme ve fesada engel olma"nın adı olmak durumundadır. Öyleyse "hikmet"; "zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş olan; kanun, düstur ve ilke..." demektir.
"Hikmet" sözcüğü, hepsi de gerçek, sözcük anlamıyla kullanılmış olarak Kur'an'da 19 ayette 20 kez geçmektedir. Sözcük Kur'an'da ilk defa, 37. sırada Mekke'de inen Kamer suresinde yer almış ve bu ayetten sonraki ayetlerde geçen "hikmet" sözcüklerinin iyi anlaşılması için Rabbimiz bu ayette "hikmet"in ne olduğunu en güzel şekilde açıklamıştır.


"Hikmet" sözcüğünün geçtiği Kamer suresinin 5. ayeti şöyledir:

Kamer; 5: En üstün seviyede ve yeterli bir hikmet. Fakat uyarılar fayda vermiyor.

Ayetteki altı çizili bölüm, görüldüğü gibi bir cümle olmayıp, bir cümlenin parçasıdır. Bu durumda, sözcüğün ne anlama geldiğini anlayabilmek için, sözcüğün yer aldığı altı çizili bölümün, hangi cümlenin parçası olduğunu ve dolayısıyla sözcüğün öge olarak cümle içindeki konumunu tespit etmek gerekir.
Bilindiği gibi Kur'an'ın her ayeti mutlaka bir cümle değildir. Kur'an'da beş-altı ayetten oluşmuş cümleler vardır. Meselâ beş ayetten oluşan Felâk ve altı ayetten oluşan Nass sureleri, birer cümleden ibaret sureler olarak, bu duruma en güzel ve herkesin bildiği bir örneği teşkil etmektedirler.
İşte burada da birden fazla ayetten oluşmuş cümlenin tespit edilmesi gerekmektedir. Bu amaçla Kamer suresinin 5. ayetinin, 3. ve 4. ayetlerle birlikte değerlendirilmesi, aranan cümleyi ortay çıkarmaktadır:

Kamer; 3: Ve yalanladılar, hevalarına (nefislerinin arzularına, tutkularına) uydular. Halbuki her emir kararlaştırılmıştır.
4: Ant olsun ki, onlara kendisinde alıkoyuculuk özelliği olan nice önemli haberler gelmiştir.
5: En üstün seviyede ve yeterli bir hikmet. Fakat uyarılar fayda vermiyor.

Burada dikkat edilmesi lâzım gelen bir husus da, 3. ayetteki " امرemr" sözcüğünün, pek çok mealdeki gibi sözcüğün tali (ikincil) anlamı olan "iş" olarak değil, esas (birincil) anlamı olan "emir, buyruk" olarak çevrilmesi gerektiğidir.


5. ayetteki altı çizili ifadenin, hangi başka ifade ile birleşerek bir cümle oluşturduğu konusu, bir çok kişinin üzerinde durduğu bir konudur. Örnek olarak, klâsik kaynakların anası durumundaki İmam Razi'nin açıklamaları şöyledir:


"Ayetteki, "gayesine ermiş bir hikmet" ifadesi hakkında şu izahlar yapılabilir:
1) Önceki ayette gecen, "nice mukim haberler" ifadesiyle Kur`ân`ın kastedildiğini söyleyenler, bu "hikmet-i baliğa" ifadesinin ondan bedel olduğunu söylemişlerdir. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Andolsun onlara, herbiri gayesine ermiş bir hikmet gelmiştir" demiş olur.
2) Bu ifade, önceki ayetteki mâ edatından bedeldir.
3) Bu, mahzûf bir mübtedanın haberi olup, takdiri, "Bu, bir hikmet-i balığadır" şeklindedir. Mananın böyle olması halinde.mahzûf olan "bu" zamiri hakkında da şu izahlar yapılabilir:
a) Peygamberler gönderme, ilgili delilleri ortaya koyma ve gelip-geçmiş, milletlerin başına gelenlerin haberi ile mevcut insanları uyarmadaki sıralama; bir hikmet-i balığadır.
b) Önemli haberlerin yer aldığı şeyi inzal etmek, bir hikmet-i baliğadır.
c) Yaklaşmakta olan kıyamet ve ona delalet eden deliller, bir hlkmet-i balığadır
d) Bu ifade mansub olarak şeklinde de okunmuştur. Bu durumda, "hal" olur. Bunun zi`l-hâli ise, geçen ayetteki mâ edatıdır. "Bu size bir hikmet-i baliğa olarak geldi" demektir.
Buna göre şayet, "Eğer bu mâ ism-i mevsûl kabul edilirse, marife olur. Bu durumda da onun " zi`l-hâl" olması yerli yerinde olur. Fakat ifade, "Onlara, kendisinde caydırıcılık özelliği bulunan önemli haberler gelmiştir" manasında olursa, bu mâ, nekire olur. Halbuki "zi`l-hâl`in nekire olması (nahiv bakımından) uygun değildir" denilirse, biz deriz ki bu durumda mâ`nın, ayette, ifadesiyle tavsif edilmiş olması, bunun "zi`l-hâl" olmasını sağlamış olur."

Bize göre ise " حكمة بالغةhikmetün baliğatün (en üstün seviyede ve yeterli bir hikmet)" ifadesi, üçüncü ayetin son bölümü olan "ve küllü emrin müstekırrun (halbuki her emir kararlaştırılmıştır" ifadesinin devamıdır. Yani "ve küllü emrin" mübtedasının ikinci haberidir (ikinci yüklemidir). Bu durumda iki ifadenin oluşturduğu cümlenin takdiri şöyledir: "Ve küllü emrin müstekırrun hikmetün baliğatün". Yani; "Halbuki her emir kararlaştırılmıştır, (kararlaştırılmış olan her emir) en üstün seviyedeki yeterli bir hikmettir." Burada "hikmet" yerine, bu sözcüğün Kur'an'ın indiği dönemdeki özelleşmiş anlamı konacak olursa, ortaya; karalaştırılan her emrin, zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş bir kanun, bir düstur, bir ilke olduğu anlamı çıkmaktadır.
Bu tarz ifadelerin Kur'an'da yüzlerce örneği mevcut olup, bizim yukarıdaki şekilde birleştirdiğimiz ifadelerin de içinde yer aldığı 3-5. ayetlerin birleşik anlamı ise şöyle olmaktadır:
"Her emir kararlaştırılmış, en üstün seviyede yeterli bir hikmet olduğu halde onlar yalanladılar ve tutkularına uydular. Şüphesiz onlara vazgeçirecek haberler de gelmişti. Buna rağmen uyarılar fayda vermiyor."
Görüldüğü gibi "hikmet" sözcüğü, Kur'an'daki ilk geçişinde; Rabbimizin kullarına verdiği, her biri zulüm ve fesadı engelleyen bir yasa olan "emir" olarak açıklanmıştır.



Zulüm ve fesadı engelleyen bu yasaların, yani "hikmet"lerin bir kısmı, İsra suresinde somut olarak örneklenmiştir:

İsra; 23: Rabbin kesin olarak şunları karar altına aldı: Kendisinden başkasına kul olmayın, anne ve babaya iyi davranın. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara "öf" deme, onları azarlama. İkisine de tatlı ve güzel söz söyle.

24: Merhametinden dolayı onlara alçak gönüllülük kanatlarını indir. Ve de ki: "Ey Rabbim! Onlar beni küçükten nasıl terbiye ettilerse, Sen de onlara öyle rahmet et."

25: Rabbiniz içinizdekileri çok iyi bilir. Eğer iyi kimseler olursanız elbette O tam anlamıyla dönenleri bağışlayıcıdır.

26: Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Ve saçıp savurma.

27: Şüphesiz saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.
28: Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti arayarak, onlardan (akraba, yoksul ve yolda kalmıştan) yüz çevirirsen, o vakit de onlara yumuşak ve tatlı (onların ağırına gitmeyecek) bir söz söyle.

29: Elini boynuna bağlanmış kılma (cimri olma), onu büsbütün de saçma (israf etme). Aksi halde kınanmış ve yaptığına pişman olur kalırsın.

30: Gerçekten senin Rabbin, kullarından dilediğinin rızkını genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından gerçekten haberdardır, hakkıyla görendir.

31: Bir de fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de Biz rızıklandırırız. Şüphesiz ki onları öldürmek, çok büyük bir günahtır (suçtur).

32: Zinaya da yaklaşmayın. Şüphesiz ki o iğrençliktir ve kötü bir yoldur.

33: Ve hak ile olmadıkça, Allah`ın haram kıldığı canı öldürmeyin. Kim zulümedilerek öldürülürse, Biz onun velisine bir güç (yetki) vermişizdir. O da öldürmede aşırı gitmesin. Şüphesiz o (dinin kendisine verdiği yetki ile) yardım olunmuştur.

34: Ergenlik çağına erinceye kadar yetimin malına da yaklaşmayın. En güzel bir şekilde olması müstesna. Ahdi de yerine getirin. Şüphesiz ahitte (verilen sözde) sorumluluk vardır.

35: Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve dosdoğru terazi ile tartın. Bu hem daha hayırlıdır ve uygulama olarak daha güzeldir.

36: Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Şüphesiz kulak, göz, gönül, bunların her biri ondan sorumludurlar.

37: Ve yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Şüphesiz ki sen asla yeri yaramazsın ve boyca dağlara erişemezsin.

38: Kötü olan bütün bunlar, Rabbinin katında hoşlanılmayan şeylerdir.

39: İşte bunlar (yukarıda belirlenen ilkeler, emirler), Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerden (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerden) bazılarıdır. Allah'la beraber başka bir ilâh edinme. Aksi halde kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme bırakılırsın.

Rabbimiz tarafından zulüm ve fesadı engellemeye yönelik olarak konulmuş olan kanun, düstur ve ilkelerden bazıları yukarıda 23. ayetten itibaren sıralanmış ve 39. ayette, bunların "hikmet"ten bir bölüm olduğu açıklanmıştır. O halde "hikmet" sözcüğü, Rabbimizin açıklamaları doğrultusunda anlaşılmalı ve başka arayışlara girilmemelidir.
"Hikmet" sözcüğü Kur'an'da Kamer suresinin 5. ve İsra suresinin 39. ayetleri dışında, aşağıda çevirisini verdiğimiz 17 ayette daha geçmektedir ve bu ayetlerde de "zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler" anlamında kullanılmıştır:

Sad; 20: Biz onun mülkünü de pekiştirdik. Ve ona hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) ve hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkânını verdik.

Lokman; 12: Ant olsun ki biz, Lokman'a "Allah'a şükret!" diye hikmet (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler) verdik. Kim şükrederse kendisi için şükreder. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övgüye en lâyık olandır.

Zühruf; 63: İsa apaçık delillerle geldiği zaman dedi ki: "Ben size hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) getirdim ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklayayım diye geldim. O halde Allah'a karşı takvalı olun, ve bana itaat edin.

Nahl; 125: Rabbinin yoluna hikmetle (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerle) ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayette olanları da en iyi bilendir.

Bakara; 129: Ey bizim Rabbimiz, bir de onlara içlerinden bir peygamber gönder ki, onlara senin ayetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) öğretsin, onları arındırsın. Hiç şüphesiz Aziz sensin, hikmet sahibi (zulüm ve fesada engel olacak yasaları koyan) Sensin.

Bakara; 151: Nitekim içinizden size bir elçi gönderdik ki size ayetlerimizi okuyor, sizi arındırıyor, size kitabı ve hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) öğretiyor. Ve size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor.

Bakara; 231: Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, artık onları ya iyilikle tutun veya iyilikle salın. Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa kendi nefsine zulmetmiş olur. Sakın Allah'ın ayetlerini oyuncak edinmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) hatırlayıp, düşünün. Hem Allah'a takvalı davranın ve bilin ki Allah her şeyi hakkıyla bilir.

Bakara; 251: Derken, Allah'ın izniyle onları bozdular. Davud, da Calut'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve hikmet (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) verdi. Ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı (bozulur giderdi). Fakat Allah, âlemler üzerinde büyük bir lütuf sahibidir.

Bakara; 269: Dilediğine hikmet (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler) verir. Ve kime hikmet verilirse gerçekten ona pek çok hayır verilmiştir. Özlü akıl sahiplerinden başkası da iyice düşünmez.

Âl-i Imran; 48: Ve (Allah) ona kitabı, hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) ve Tevrat ile İncil`i öğretir (öğretecek).

Âl-i Imran; 81: Hani Allah peygamberlerden söz almıştı: "Ant olsun ki size kitaptan ve hikmetten (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerden) verdim, sonra yanınızda bulunanı doğrulayıcı bir elçi geldiğinde ona muhakkak inanacak ve ona yardım edeceksiniz! Bunu ikrar edip de kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?" demişti. Onlar da: "İkrar ettik" demişlerdi. (Allah da): "Öyleyse şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım" buyurmuştu.

Âl-i Imran; 164: Ant olsun ki Allah, müminlere kendilerinden, onlara kendi ayetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir iyilikte bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.

Ahzab; 34: Ve evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) anın. Şüphe yok ki Allah her şeyin inceliklerini bilir ve her şeyden haberdardır.

Nisa; 54: Yoksa onlar insanları, Allah lütuf ve kereminden verdi diye mi kıskanıyorlar? Şüphesiz Biz, İbrahim soyuna da kitap ve hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) vermiştik. Hem de onlara büyük bir mülk (hükümranlık) verdik.

Nisa; 113: Eğer senin üzerinde Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir güruh seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar, kendilerinden başkasını saptırmazlar ve sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana kitabı ve hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah'ın senin üzerindeki lütfu büyüktür.

Cumua; 2: O (Allah), ümmîler (anakentliler; Mekkeliler) içinde, onlar, daha önceden apaçık bir sapıklık içinde iken kendilerinden olan ve onlara Allah'ın ayetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitap ve hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) öğreten bir elçi gönderendir.

Maide; 110: O zaman Allah şöyle diyecektir: "Ey Meryem oğlu İsa! Senin üzerinde ve annenin üzerinde olan nimetimi hatırla! Hani Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile desteklemiştim. Beşikteyken ve yetişkinken insanlarla konuşuyordun. Hani sana kitabı, hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri), Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Hani Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyordun ve üflüyordun, o da Benim iznimle kuş oluveriyordu. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle iyileştiriyordun. Yine Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. Ve hani İsrailoğullarına apaçık mucizelerle geldiğin ve onlardan inkâr edenlerin: "Bu ancak apaçık bir sihirdir" dedikleri zaman seni, onlardan korumuştum.


"Hikmet", Kur'an'dan ayrı bir şey değildir:

Kur'an'ı iyi tanımayanlar ve art niyetli kesimler, yukarıda sunduğumuz ayetlerdeki " الكتاب والحكمةkitabı ve hikmeti ..." ifadesinden, "hikmet, Kur'an'dan ayrı bir şeydir" sonucunu çıkarmışlar ve bu sonuca uygun olarak "hikmet"in; "sünnet, hadis, hadis-i kutsi, ... (yukarıda 50'den fazla madde halinde sıraladığımız şeyler)" olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Oysa "hikmet" sözcüğü, sözcüğün bu bilgisiz veya art niyetli kişilerin öne sürdükleri anlama gelmediğini açıkça gösteren yukarıdaki ayetler dışında, Âl-i Imran suresinin 79. ve En'âm suresinin 89. ayetlerinde de mastar hâlinde " الكتاب والحكم والنّبوّة el-kitabe ve-l- hukme ve-n-nübüvvete" şeklinde kullanılmış ve "nübüvvet (peygamberlikten)"ten ayrı bir şey olarak nitelendirilmiştir. Ancak bu husus araştırmacıların gözünden kaçmış ve böylece, peygamberimizden asırlar sonra uydurulmuş ve peygamberimizin adı ile topluma zerk edilmiş hezeyanlar, Kur'an'dan başka bir din kaynağı hâline gelmiş ve peygamberimiz din oluşturmada Allah'a ortak edilmiştir. Kur'an'ı iyi tanımayan veya art niyetli kimselerin bu yöndeki çabaları, sadece kendilerinin şirk batağına düşmeleri sonucunu vermekle kalmamış, ne yazık ki Kur'an'ın arı duru saf dini ile, peygamber dili ile uydurulmuş on binlerce yalanın karıştırılmasından oluşmuş kalp bir dinin ortaya çıkmasına da yol açmıştır.
İşin aslında ise "hikmet"in Kur'an'dan ayrı bir şey olması söz konusu olmadığı gibi, "hikmet" de "kitap" da Kur'an'ın bölümleridir. "Hikmet"in Kur'an'ın içinde olduğunu yukarıda İsra suresinin 39. ayetinde görmüştük. Burada bilmemiz gereken nokta; "kitap" denildiğinde Kur'an'ın bütününün anlaşılmaması gerektiğidir.



Çünkü Kur'an'da belirli ayet gruplarına da "kitap" denmektedir:

Hud; 1: Elif-Lâm-Râ. (Bu), Ayetleri hikmet içertilmiş sonra da Hakim (hikmetler koyan), Habîr (her şeyden haberdar olan Allah) tarafından detaylandırılmış bir kitaptır.

Zümer; 23: Allah, sözün en güzelini müteşabih, ikişerli bir kitap halinde indirdirmiştir. Ondan Rablerine saygısı olanların derileri ürperir. Sonra derileri de, kalpleri de Allah`ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Allah`ın rehberidir. Allah, onunla dilediğini doğru yola çıkarır. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek yoktur.

Mekke'de 52. sırada inen Hud suresinin 1. ayetinden kitabın tümünün muhkem olduğu yönünde, Mekke'de 59. sırada inen Zümer suresinin 23. ayetinden ise kitabın tümünün müteşabih olduğu yönünde bir anlam çıkmaktadır. Halbuki Âl-i Imran suresinin 7. ayeti, kitabın bir bölümünün müteşabih bir bölümünün de muhkem ayetlerden oluştuğunu bildirmektedir. Öyleyse "kitap" ne demektir?
Aslında Kur'an iyi incelendiğinde, Rabbimizin Kur'an'ı ÜÇ ANA BÖLÜMde tanıttığı görülmektedir. Kur'an'da bu üç ana bölümden bazen biri, bazen ikisi ve bazen de üçü bir arada söz konusu edilmektedir. Bu üç ana bölüm bir arada olarak Kur'an'da; Nisa suresinin 113. ayetinde peygamberimize verilenlerin tasnifi şeklinde, Bakara suresinin 151. ayetinde de peygamberimizin topluma verdiklerinin tasnifi şeklinde açıkça belirtilmiştir:

Nisa; 113: Eğer senin üzerinde Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir güruh seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar, kendilerinden başkasını saptırmazlar ve sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana KİTABI ve HİKMETİ (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) indirmiş ve SANA BİLMEDİĞİN ŞEYLERİ ÖĞRETMİŞTİR. Allah'ın senin üzerindeki lütfu büyüktür.

Bakara; 151: Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik ki size ayetlerimizi okuyor, sizi arındırıyor, size KİTABI ve HİKMETİ (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) öğretiyor. Ve SİZE BİLMEDİĞİNİZ ŞEYLERİ ÖĞRETİYOR.

Ayetlerde vurgulanan ÜÇ ANA BÖLÜM şunlardır:


- Kitap
- Hikmet
- Peygamberimizin ve toplumun bilmedikleri hakkında bilgi

Nisa suresinin 113. ve Bakara suresinin 151. ayetlerinde, üçüncü sırada zikredilmiş olan "peygamberimizin ve toplumun bilmedikleri hakkında bilgi", birinci ve ikinci sırada zikredilmiş olan "kitap" ve "hikmetin" açılımı değildir. Çünkü söz konusu edilen "bilgi" ayetlerde bedel veya atf-u beyan şeklinde değil, "vav" bağlacıyla, "kitap" ve "hikmet"e ek üçüncü bir madde olarak ifade edilmiştir.
Rabbimizin Kur'an' üç ana bölümde tanıttığı bizzat Kur'an ile anlaşıldıktan sonraki mesele, bu bölümlerin neleri ifade ettiği meselesidir. Bunun için ise bu bölümlerin ayrı ayrı ele alınmasında yarar vardır:


a) Kitap

"Kitap" sözcüğü; "yazılan-okunan" anlamına geldiği için, bir defa buradan hemen anlıyoruz ki, Kur'an ayetleri ilk vahyden itibaren yazıya geçirilmiştir. İkinci olarak; Kur'an'nın henüz tamamlanmadığı dönemlerde eldeki mevcut olan bölümler de Kur'an'da "kitap" olarak tanımlandığı için anlıyoruz ki, "kitap" sözcüğü Kur'an'ın tamamını temsil etmemektedir. Nitekim yukarıda sunduğumuz ayetlerin bazılarındaki "kitap ve hikmet" kalıbına karşılık, Ahzab suresinin 34. ayetinde; "...Allah'ın ayetlerini ve hikmeti anın" şeklinde "ayetler" sözcüğü kullanılarak bir kalıp oluşturulmuştur. Yani "kitap" ve "ayetler" sözcükleri, Kur'an'ın bölümleri için kullanılmıştır.
Bizim görüşümüze göre "kitap ve hikmet" kalıbıyla verilen ayetlerdeki "kitap"; Zümer suresinin 23. ayetinde bahsedilen "müteşabih kitap"tır. Yani mucize nitelikli, anlamları gayet açık olmasına rağmen birbiriyle benzeşen bir çok anlamı ifade edebilen eşsiz sanat mucizeleri konumundaki müteşabih ayetlerin oluşturduğu Kur'an bölümüdür.

b) Hikmet

"Hikmet"in ne olduğunu, Kur'an'da hangi anlamda kullanıldığını (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler), yukarıda Kur'an kaynaklı olarak ayrıntılarıyla sunmuş idik. Ayrıca bilmekteyiz ki, Kur'an'da Hud suresinin 1. ayetinde olduğu gibi başka ayetlerde de, Kur'an için "hakim /hikmetler sahibi" ifadeleri kullanılmıştır. Bu bilgiler ışığı altında bize göre "hikmet"; Kur'an'ın ikinci ana bölümünü oluşturan MUHKEM (hikmet içeren) AYETLERdir.

c) Peygamberimizin ve toplumun bilmedikleri hakkında bilgi

Bu gruptaki ayetler, muhkem ve müteşabih olmayan, bizleri bilgilendiren ve ibret almamızı sağlayan, haber ve kıssa ayetleridir. Bu ayetleri bize yine Kur'an tanıtmaktadır:

Hud; 49: İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Onları bundan önce ne sen bilirdin, ne de kavmin/ toplumun. O halde sabret, akıbet (final) kesinlikle takva sahiplerinindir.

Yusuf; 3: Sana bu Kur'an'ı vahyetmekle Biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Halbuki sen bundan önce kesinlikle haberi (bilgisi) olmayanlardandın.

Yusuf; 102: İşte bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar yapacaklarına karar verip mekir (kötü plan) yaparlarken sen yanlarında değildin.

Kasas; 44: Musa'ya o emri vahyettiğimiz sırada sen batı yönünde değildin. Şahitlerden (hazır bulunanlardan, görenlerden) de değildin.

Kasas; 45: Ama Biz nice nesiller var ettik de, onların ömürleri uzadıkça uzadı. Sen onlara ayetlerimizi okuyarak, Medyen halkı arasında bulunanlardan da değildin; Fakat Biz (elçi) gönderenleriz..

Kasas; 46: (Musa'ya) seslendiğimiz zaman da, Tur`un yanında değildin. Bilakis senden önce kendilerine uyarıcı (peygamber) gelmeyen bir kavmi uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak (orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik). Umulur ki öğüt alırlar.

Âl-i Imran; 44: İşte bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. (Yoksa) "Meryem'i kim himayesine alıp koruyacak?" diye kalemlerini (kur'a için) atarlarken sen yanlarında değildin. Tartışırlarken de sen yanlarında bulunmadın.

Şura; 52: İşte biz böylece emrimizden olan ruhu vahyettik. Yoksa sen "kitap nedir? İman nedir?" bilmiyordun. Fakat biz onu bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimizi doğru yola iletiyoruz. Şüphesiz ki sen de doğru bir yola götürüyorsun.


Sadece Kur'an'a dayanarak yaptığımız bu tahlil sonucuna göre; kitap, hikmet ve bilgi ayetleri, Kur'an harici bir şey olmayıp, Kur'an'ın parçalarıdır. Kur'an'ı doğru anlamak isteyenler "hikmet" sözcüğünü "sözcük anlamıyla" ele almalı, sonradan üretilen anlamlar ve kavramlar için ise başka adlar bulmalıdırlar.

Allah, doğrusunu en iyi bilendir.



Hakkı YILMAZ

seckin
16. November 2012, 04:12 PM
Yazı gerçekten harika ...Bir ara boş bir yer sanmıştım burayı. İş var burada. Tşk piramid ve hakkı yılmaz...

39: İşte bunlar (yukarıda belirlenen ilkeler, emirler), Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerden (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerden) bazılarıdır. Allah'la beraber başka bir ilâh edinme. Aksi halde kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme bırakılırsın.

Bu ayet hikmeti açıklamış. Yeni bir şey öğrendik.

merdem
16. November 2012, 06:22 PM
UYUŞTURUCU, EROİN, Hamr ile karşılaştırılır ve içilmemesi yönünde telkinde bulunulur. Porno film, Kuranda geçmez ama bizler bunun uygun olmadığını telkin ederiz. Hac rukünler,Beytin 7 defa tavafı geçmez. Ama uygulamada vardır. Derler ki 7 gök vardır. 7 dönülsün. 3 dönülse ne olur. bİr şey olmaz ama bir uygulana geliş var. Ezan, istersen davulla çağır adam gelsinde camiye farketmez ama bir uygulama var değişmemekte.


Bu "Hamr" sözcügünde ne hayir varsa, her bir seyle karsilastirma yapiliyor nedense. Tesettürde karsimiza basörtüsü olarak cikarabiliyorlar sonunda.

guvenkaradeniz
26. September 2013, 10:18 PM
Selamun aleykum

Şimdi aşağıda Hakkı Yılmaza ait bir açıklama var okuduktan sonra altında size bir soru soracağım Allahın izniyle,

Bize göre salât sözcüğünün kökü saly değil, salv'dir. Sözcüğün aslı ise صلوة [salvet] olup, kök sözcük nâkıs [son harfi illetli] olduğundan, genel dilbilgisi kuralları gereği صلوة [salvet] sözcüğü,الصّلوة [salât] şekline dönüşmüştür. Nitekim sözcüğün çoğulu olan صلوات [salavât] sözcüğünde, kök sözcüğün asıl harfi olan و [vav] açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu durum, başka birçok sözcük için de geçerlidir. Meselâ, ğazâ [savaştı] sözcüğünün mastarı غزوة [ğazve]dir ve ğazve'nin çoğulu غزوات [ğazevât] olarak gelir. Diğer fiil çekimlerinde de ğazâ'nın “vav”ı, ya ى [ya]ya dönüşür yahut da düşer. Zaten salât sözcüğünün, s-l-v kökünden türediği hususunda ittifak olduğu içindir ki, bir anlam karışıklığı olmasın diye mushaflarda salât sözcüğü, الصلاة şeklinde ا [elif] ile değil, الصّلوة şeklinde و [vav] ile yazılır.

Şimdi Kurana sımsıkı sarılıyor olmamızın sebebi onun bir harfinin bile değişmediğine iman ettiğimiz ve yüce Allahın onu koruması altına aldığını bildirdiği içindir. Şimdi Mushaflarda elif ile değil vav ile yazılır demiş, peki peygamberiz as zamanında kalan orijinal Mushaf elde değil midir ki burada karar vermek zorunda kalıyoruz vav mı elif mi diye? Allahın indirdiği hangisidir vav mı elif mi? Kafam karıştı bu konuya

Selametle

bartsimpson
27. September 2013, 11:44 PM
Şimdi Kurana sımsıkı sarılıyor olmamızın sebebi onun bir harfinin bile değişmediğine iman ettiğimiz ve yüce Allahın onu koruması altına aldığını bildirdiği içindir. Şimdi Mushaflarda elif ile değil vav ile yazılır demiş, peki peygamberiz as zamanında kalan orijinal Mushaf elde değil midir ki burada karar vermek zorunda kalıyoruz vav mı elif mi diye? Allahın indirdiği hangisidir vav mı elif mi? Kafam karıştı bu konuya


Selam Güven,

Sizin düştüğünüz bu çelişkilere zamanında bende düşmüştüm.

Hicr (9) Şüphesiz o zikri biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.

Bütün olay ZİKR kavramında yatıyor...

http://www.hanifler.com/showthread.php?t=3178

Yukarıdaki linkte yazan konu ve yorumlara bir göz gezdiriniz sorularınız olursa buralardayız inşaallah...r

dost1
27. September 2013, 11:45 PM
Selamun Aleyküm! Değerli guvenkaradeniz Kardeşim!

Selamun aleykum

Şimdi aşağıda Hakkı Yılmaza ait bir açıklama var okuduktan sonra altında size bir soru soracağım Allahın izniyle,

Bize göre salât sözcüğünün kökü saly değil, salv'dir. Sözcüğün aslı ise صلوة [salvet] olup, kök sözcük nâkıs [son harfi illetli] olduğundan, genel dilbilgisi kuralları gereği صلوة [salvet] sözcüğü,الصّلوة [salât] şekline dönüşmüştür. Nitekim sözcüğün çoğulu olan صلوات [salavât] sözcüğünde, kök sözcüğün asıl harfi olan و [vav] açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu durum, başka birçok sözcük için de geçerlidir. Meselâ, ğazâ [savaştı] sözcüğünün mastarı غزوة [ğazve]dir ve ğazve'nin çoğulu غزوات [ğazevât] olarak gelir. Diğer fiil çekimlerinde de ğazâ'nın “vav”ı, ya ى [ya]ya dönüşür yahut da düşer. Zaten salât sözcüğünün, s-l-v kökünden türediği hususunda ittifak olduğu içindir ki, bir anlam karışıklığı olmasın diye mushaflarda salât sözcüğü, الصلاة şeklinde ا [elif] ile değil, الصّلوة şeklinde و [vav] ile yazılır.

Şimdi Kurana sımsıkı sarılıyor olmamızın sebebi onun bir harfinin bile değişmediğine iman ettiğimiz ve yüce Allahın onu koruması altına aldığını bildirdiği içindir. Şimdi Mushaflarda elif ile değil vav ile yazılır demiş, peki peygamberiz as zamanında kalan orijinal Mushaf elde değil midir ki burada karar vermek zorunda kalıyoruz vav mı elif mi diye? Allahın indirdiği hangisidir vav mı elif mi? Kafam karıştı bu konuya

Selametle

Günümüzde Arap dilinde 28 ses ve bunları karşılayan harfler bulunmasına rağmen Orijinal Mushaflardaki kullanılan harflerin sayısı 28 adet değildir. Günümüzde noktalarla ayrılan harflerde Mushafın yazıldığı zamanlarda harflerde noktalar bulunmamaktadır. Örneğin; "b-n-y-t-" sesleri tek bir sembol kullanılarak belirtilir.Bu durum günümüzde nokta ile ayrılan benzer sembollerde de böyledir. Benzer sembollerle belirtilen seslerin gerçekte hangi sesler olduğu "kıraatlarda" belirtilmiştir. BU kıraatlara göre de daha sonradan harekeleme dediğimiz işaretler konularak okumada kolaylıklar sağlanmıştır.

Günümüzde Arapça bilen birisine "salat" yaz dediğinizde " الصلاة" şeklinde yazar. Okuyan kişi bu sözcüğün türetildiği kök harflerin " s-l-v" mi "s-l-y" mi olduğunu bu sözcüğün geçtiği cümlelerin akışından anlayabilir.

Yanlış anlamayı engellemeye yönelik olarak ayetlerde geçen "salat" sözcüğünün "s-l-v" den türetildiğinin bilinmesi için mushafda " الصّلوة" şeklinde yazılarak türetilen sözcüğün kök harfleri belirtilmiştir.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgisaygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.