PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Hadislerin Kur'ana arzı ve.....


halukgta
23. September 2012, 03:38 PM
Bizler inanç sistemimizi öyle yanlış bir yol üzerine oturtmuşuz ki, Kur’an ın hükümlerine inancımızın taban tabana zıt olduğunun, farkında bile değiliz. Yine bir kardeşimizin, bir yazıma verdiği cevap çok düşündürücü olduğu için, sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü bu yanlış her zaman yapılıyor, örnek gösteriliyor.


(Haluk bey, sözleriniz Hadis Münkirlerinin sözlerine benziyor. Hadislerin Kur'an'a arzına dâhil tek bir rivayet yoktur. Zaten bu çok absürd bir metod çünkü Kur'an'da meselelerin tamamı yoktur. Kur'an'da meselelerin tamamı yok ise her meseleyi Kur'an'a nasıl arz edeceksiniz?)


İşte size günümüz tabiriyle, din ve iman adına meçhule doğru yolculuğa, dikkat çekici bir örnek. Arkadaşımız hadislerin Kur’an a arzı konusunda rivayet arıyor. Hâlbuki Kur’a na bakmış olsaydı, Allah ın uyarılarını görüp, sakın emin olmadığın bilginin ardına düşme, Kur’an ın ipine sarıl, sizlere Kur’an da her konudan nice örnekleri verdik ki anlayasınız, hiçbir eksik bırakmadık biz Kur’an da, dediğini apaçık görecekti. Kur’an dururken, ondan başka kanıt mı arıyoruz. Aradığımız için de, toplum olarak bugün ne hallerdeyiz. Allah bizleri affetsin.

Kardeşimiz bu sözleriyle, bizlere iletilen rivayetlerin, helal ve haram hükümlerinin hepsini Kur’an da bulamayacağımızı, onun içinde Kur’an da bahsedilmeyen, hükmü verilmeyen konuları da Kur’an dan aramamız ve Kur’an ın süzgecinden geçirmemiz mümkün olamayacağını söylüyor. Bu doğrultuda, düşünce ve inancını dile getiriyor. Kontrolü olmayan bir inancı, Allah a nispet etmekten, Rabbim e sığınırım.


Arkadaşımız hadislerin Kur’an a arzına dâhil, tek bir rivayet yoktur diyerek, kendine delil bulmuş bile. Önce bu kardeşimize rivayetlerin dine hüküm koyamayacağını, rivayetin önce ne olduğunu araştırmasını öneririm.

Hadislerin Kur’an a arzı konusunda, yine rivayet arayan bu kardeşimize, MİNAREYİ ÇALAN, KILIFINI HAZIRLAR sözünü hatırlatmak isterim.

Aklını kullanan, hurafe den delil aramaz. Aklını kullanan Rabbin koruması altındaki FURKAN dan delil arar.

Kendisine rivayet kanıt arayan kardeşimize, peygamberimizin rivayetlerinden de elbette örnek gösterebiliriz. Bir şartla, Kur’an ın onayını almak şartıyla. Peygamberimiz bizlere, Kur’an ın iki kapağı arasındaki bilgilerden başka, hiçbir şey bırakmadığını söyler. Yine bu kardeşimiz eğer iyi araştırmış olsaydı, peygamberimizin önce izin verdiği, ama daha sonra yapılan yanlışları gördüğü için, hadis yazımının, naklinin yasaklandığını bilmesi gerekirdi. Bu yasağın dört halife devrinde de devam ettirildiğine dair, birçok rivayet bilgiler vardır bugün elimizde. Dediğimiz gibi, hepside rivayettir. Hiçbir rivayet dine hüküm koyamaz, doğruluğundan eminde olamayız. Dine hüküm koyan, yalnız Rabbimizdir, onun onayından geçen her bilgide, bizim başımızın tacıdır.


Bu arkadaşımız bunları söylerken, bugün bizlere öğretilen ve Kur’an ın bahsetmediği birçok örnekleri de vererek, bakın bu konuda Kur’an da haram olduğuna dair bir bilgi yoktur, yani bunları da peygamberimiz haram olduğuna, hükmederek, bizleri hadisleriyle bilgilendirmiştir, onun için her şeyi Kur’an ile karşılaştıramayız, Kur’an da aramamız mümkün değildir diyebiliyor.


Peki, bu inanç ve düşünceye Kur’an onay veriyor mu? Rivayetlerden bu konuda kanıt arayan ve bulamayan kardeşimize, acaba Kur’an bu düşüncesine onay veriyor mu diye, düşünmesini de öneririm.

Diyelim ki arkadaşımız haklı, İslam ı yaşamak adına takip edeceğimiz bu yol ve yönteme, eğer onay veriyorsa Kur’an, bu durumda ona hak verebiliriz. Gelin şimdi bu sorunun cevabını Kur’an da arayalım. Yani Allah elçisine, kendisinin haram dediklerinden başka konularda da, haram koyma yetkisi vermiş mi?

Önce size her yazımda neredeyse hatırlattığım, bir ayeti hatırlatmak istiyorum.

Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.

Dikkat ederseniz Allah, sizleri Kur’an dan sorum tutuyorum diyor. Hatta birçok kez Kur’an ın ipine sarılmamıza önerir bizlere. Bu hükmü veren Rahman, acaba daha sonra Kur’an ın hükmü olmayan, Kur’an da hiç bahsedilmeyen bir hükümden, haramdan sorumlu tutar mı bizleri? Sanırım arkadaşımızın düşüncesi, daha ilk örnek verdiğim ayetten bile onay alamadı.

Şimdi sizlere peygamberimizin, haram ve helal koyma yetkisinin olup olmadığına ışık tutacak, bir ayeti hatırlatmak ve üzerinde sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum.

Aşağıdaki ayette, peygamberimiz aile içinde, eşlerinin hoşnutluğu adına, helal olan bir şeye haramdır diyor. Bakın Allah bunu yapan elçisine nasıl bir ayet indiriyor, uyarıyor ve aile içinde söylenmesine rağmen, bu uyarıyı Kur’an a alarak, tüm insanlığın bu konudan haberinin olmasını, acaba neden istiyor olabilir. Önce ayeti yazalım.

Tahrim 1: Ey Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah'ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.

Ayete dikkatle baktığımızda, aslında aile içinde, belki de yalnız eşleri arasında hoşnutluğu sağlamak adına, peygamberimiz helal olan bir şeye haramdır diyor. Fakat Allah, bu aile içindeki olay dışarıya yanlış akseder, duyulur diye, hemen bakın nasıl bir ayet indirerek uyarıyor. İşin ilginci bu uyarıdan bizlerinde haberinin olmasını istiyor. Yoksa gizlicede elçisini uyarabilirdi. İşte bu ayetten almamız gereken, büyük dersler var. Ayette, Allah ın sana helal ettiğimi, neden haramlaştırıyorsun sözleri, sizce her şeyi çok net açıklamıyor mu?

Şimdide Allah ın helal ve haram konusunda verdiği hükümlere ve bizleri bu konuda ki uyarılarına bakalım.

Bakara 173: Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da, istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Yukarıda ki ayette açıkça belirtilenlerin dışında, temiz olan her şeyin helal olduğunu siz bu ayetten anlamadınız mı?

Günümüzde bizlere uzun bir liste verilir, helal ve haramları içeren. Hani bu liste neden Kur’an da yok diyenlere, işte kardeşimizin bana söyledikleri yıllardır topluma da söylendiğinden, hiç kimse bu listenin nereden geldiğini de araştırmamıştır. Çünkü her şey Kur’an da yoktur, mantığına inandırılmışız da ondan.

Kur’an da hiç bahsi geçmeyen, haramlar listesi nereden bizlere sokulmuştur biliyor musunuz dostlar? Bugün Yahudilerin elindeki, tahrif edilmiş Tevrat ta yazıyor. Tek tırnak hayvanlar yenmez, çift tırnak olacak, yabani şu ya da bu hayvanlar yenmez, denizde şunlar yenir bunlar yenmez ve buna benzer uzun bir liste vardır. Hiç birimiz sormuyoruz bile, neden Kur’an da yok tüm bu haramlar listesi? Hani Kur’an dan sorumluyduk, hani Kur’an ın ipine sarılacaktık, hani biz Kur’an da hiçbir eksik bırakmadık diyordu Rabbim. Ne oldu tüm bu ayetlerin hükümleri. Yoksa bu ayetlere iman etmiyor muyuz?

Kimseye soramayız, çünkü sorgulama yetkimiz, gücümüz elimizden alınmışta ondan. Sen düşünme, zaten anlayamazsın mantığını içimize sokanlar, bu işi çok iyi başarmışlar. Artık sorgulamayan, düşünmeyen bir toplum olmuşuz.

Kur’an indirilmeden önce, nelerin haram olduğu konusunda detaylı bir bilgimiz yok elbette. Fakat Allah elçisine, o günkü ehli kitap toplumunu uyarmak adına, bakın nasıl bir ayet indiriyor.


Aliimran 50: 'Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin.'


Demek ki daha önce, bazı şeyler geçmiş topluma harammış. Ama Allah bu haramları kaldırmak için ayetler indirdiğini, yani bundan sonra açıkladıklarımın dışında, haramlar yapmayın sakın kendinize diyor.

Şimdi hatırlatacağım ayet üzerinde, lütfen dikkatle düşünelim. Düşünme yetkisini başkalarına verenler düşünmeye bilir. Kendi sorunu.


Hakka 44–45–46: Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik.

Ayetin güzelliğine bakar mısınız lütfen. Allah Kur’an dışından bazı sözleri, bunlarda Allah katındandır deseydi, onun canını alırdık diyor. Ama bu ve buna benzer onlarca ayetlere gözlerini yumanlar, hala peygamberimizin Kur’an da olmayan konularda hüküm verebileceğine inanmakta ısrar edebiliyorlar. Sırf hurafe itikatlarından vazgeçmemek adına.


Arkadaşımız bana verdiği cevaplarda, Allah sadece Kur’an demiyor, peygambere de itaati vurguluyor diyerek, ayetleri kendi itikatlarına delil aramaya devam ediyor. Hâlbuki Allah elçime uyun, ona uymak bana uymak gibidir derken, elçisinin bizleri yalnız ve yalnız Kur’an ile uyaracağını, onun dışına çıkmayacağını anlatıyordu birçok ayetinde. Kur’an ın dışına çıkamayacağını, onun dışından bazı sözleri bunlarda Allah katındandır demiş olsaydı, onun canını alırdık dediği ayetleri görmezden gelerek, kendi itikatlarına kelimelerin ardından delil arayanlara, ne söylesek anlamayacaklarını çok iyi biliyorum.

Bakın Rabbim bu ve buna benzer itikatların ardı sıra giderek, Allah ın Kur’an da hiçbir delil indirmediği şeylerin ardına düşenlere ne söylüyor.


Enam 81: “Allah’ın size, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden ne diye korkayım? Öyle ise iki taraftan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır? Eğer biliyorsanız söyleyin.”

Bana Kur’an da her şey yazmaz diyen kardeşimizin, acaba bu ayetlerin ne söylediğinden haberi yok mu?

Allah size hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri, bunlarda Allah katındandır diyenleri, adeta Allah ın yetkilerini edindikleri velilere nispet ettiklerinden, tüm bu davranışlarından dolayı, Allaha ortak koşma olarak görüyor bunları yapanları. Elbette Rabbin hükmetmediklerini de, bunlar Allah katındandır diyenler, Allah ın hükümlerine ortak koştuklarını bilmelidir.

Ayetin sonunda, Rabbin sorusu düşündürücüdür. Bakın ne soruyor aklını kullananlara. Öyleyse iki taraftan hangisi güvende olur?

Birincisi Allah ın hükümlerine iman edip, hurafe ve sanının ardı sıra gitmeyenler. Diğeri de Kur’an da Allah ın hiçbir delil indirmediği halde, bunlarda Allah katındandır diyenlerin takip ettiği yol. Sizce hangi yol daha emin ve daha doğrudur? Rabbin ayetin sonunda, sorduğu gibi. EĞER BİLİYORSANIZ SÖYLEYİN.

Kur’an bu konuda çok açık hükümler vermiş ve Allah ın Kur’an da hüküm vermedikleri hiçbir konuda, sorumlu olamayacağımızı ve yine haram ve helal konusunda da yetkinin yalnız Allah ta olduğunu, apaçık bakın nasıl bildiriyor bizlere.


Maide Suresi 87: Ey iman sahipleri! Allah 'ın size helal kıldığı şeylerin temiz ve güzel olanlarını haramlaştırmayın; azıp sınırı aşmayın; Allah azıp sınırı aşanları sevmez.

Sur. 116. ayet; Yalan düzerek Allah'a iftira etmek için, dillerinizin uydurma nitelendirmeleriyle "Şu helaldir, şu da haramdır!" demeyin. Yalan düzerek Allah'a iftira edenler kurtulamazlar.

Demek ki bu konuda, apaçık hüküm var. Bilgisizce emin olmadan, Allah ın açıkça haramdır demediklerine, haram deme yetkisi kimsede yok. Ayete dikkat ederseniz, Allah ın helal kıldığından bahsediyor. Demek ki yetki bizzat kendisinde. Bunun dışında şu ya da bu haramdır demek, Allaha iftira atmak olduğunu hatırlatıyor bizlere.

Aşağıdaki ayetlerde bu konuyu daha da pekiştiriyor ve bakın ne diyor.

Enam 140: Şu bir gerçek ki, ilimsizlik yüzünden öz evlatlarını beyinsizce katledenlerle, Allah'ın kendilerine verdiği rızıkları, Allah'a iftira ederek haramlaştıranlar, gerçekten hüsrana uğramışlardır. İnan olsun, sapıtmışlardır onlar; hiçbir zaman doğruyu ve güzeli bulamazlar.


Enam 150: Şunu da söyle: "Allah şunu haram etmiştir diye tanıklık edip duran şahitlerinizi getirin." Eğer tanıklık ederlerse, sakın onlarla birlikte tanıklık etme! Ayetlerimizi yalanlayanlarla ahrete inanmayanların keyifleri ardınca gitme! Onlar, kendi Rablerine başkalarını denk tutuyorlar.

Yunus Suresi 59. De ki: "Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?" De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?

.
Yukarıdaki ayetleri apaçık gördükleri halde, hala gözlerini yumarak, Kur’an dışından haramlar edinenlere, daha ne söylemek gerekir bilemiyorum. Allah ın Kur’an da haram demediklerine haramdır diyenler, Allaha iftira ettiklerini söylüyor. Sanırım birde, peygamberimize iftira atıldığını da hatırlatmalıyım. Bu insanların sapmış olduğunu, bu insanların doğruyu asla bulamayacaklarının, uyarısını da yapıyor Allah ayetinde.

Enam suresi 50. ayetinde ise, Rabbin haram demediklerine haram dır diyenlere açık tehditle, Allah şunu haram etmiştir diyenler, bunun şahitlerini getirsinler diyor. Eğer tüm bunlara iman edip, Allah ın haram demediklerine, haramdır diye şahitlik yapanlarla birlikte olmayın diye ikaz ediyor bizleri.

Yunus 59. ayetinde de şükürler olsun Rabbim, bu konuya çok açık bir şekilde hükmünü veriyor ve bakın ne diyor, tekrar hatırlamakta yarar var.

(Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?" De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?)

Demek ki haram ve helal koyma yetkisi, yalnız Allah ın mış, ama ayetleri okuyup, düşünen mi var. Bunu yapanların, Allaha iftira attıklarını unutmamalıdırlar. Bunun cezasını tahmin bile etmek istemiyorum. Rabbim cümlemizi böyle büyük bir hatadan korusun.

Bizler dine öyle hurafeler sokmuş ve buna yüzlerce yıldır inandırılmışız ki, adeta kangren olmuş içimizde. İnancımız Allah yolundan sapmış. Batıl doğru bilindiğinden, hakkın sözlerinin üstü örtülmüş. Yapılan yanlışları ortaya çıkarmaya çalışanlar, ayetleri topluma hatırlatma çabasında olanlar ise, toplumda dışlanır olmuş. Sünnet İnkârcı damgasıyla suçlanır olmuşlar.

Hâlbuki peygamberimiz söylemediği halde, bunlarda peygamberimizin sözleridir diyenlerin, cehennemdeki yerini hazırlasın diye uyaran peygamberimizin sözlerini, her nedense duymak istemiyorlar.

Allah yardımcımız olsun. Çok zor günlerin içinde yaşıyoruz. Kur’an her konuda detaylı bilgi vermeyen kitap ilan edildiği için, artık ona müracaat edende çok küçük bir azınlık kaldı. Yani artık peygamberimizin söylediği gibi, Kur’an terk edildi. Onun içindir ki Allah ta bizleri cezalandırıyor, dualarımız karşılık bulmuyor.

Dilerim Kur’an ın kıymetini anlayan, ona gereken saygıyı gösteren, Rabbin halis kullarından oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

pramid
24. September 2012, 11:04 AM
Hadislerin Kur'an'a arzına dâhil tek bir rivayet yoktur.

Olsa ne olur ki. Kuranın ne dediği önemli.

Samiri Rasulün izi ile sapmıştı; Muhammediler de rasulün izi diye gittikleri sünnet ile sapıyorlar.

Muhammediler, isaviler, museviler .... Müslümanlar nerede?

aorskaya
30. September 2012, 02:25 AM
(Haluk bey, sözleriniz Hadis Münkirlerinin sözlerine benziyor. Hadislerin Kur'an'a arzına dâhil tek bir rivayet yoktur. Zaten bu çok absürd bir metod çünkü Kur'an'da meselelerin tamamı yoktur. Kur'an'da meselelerin tamamı yok ise her meseleyi Kur'an'a nasıl arz edeceksiniz?)


Selamun aleyküm,

Sevgili Gümüştabak kardeşim, yazılarınızdaki anlatım ve sadelik için kutluyorum. Ancak, burada yeri gelmişken yukarıya alıntıladığım üzere müslümanlar olarak zamanımızda çok sık düşülen bir yanlışa dikkat çekmek istiyorum.

Bütün kardeşlerim, çok büyük genelleyebileceğim zamanlarda, "rivayet" ile "hadis" deyimini birbirine karıştırmaktadırlar. Rivayetler için hadis diye bahsetmektedirler.

Hadis, peygamber sözleri olduğundan, zaten peygambere iman gereği duyulunca hemen iman edilmesi gereken sözlerdir. Peygamberimiz zamanında olsak ve kendisinden bizzat işittiğimiz bir söz olsa zaten konu etmeye bile gerek yoktur. Halbuki zamanımızda, hangi sözün hadis olabileceğini, bu söz kurana ters düşmese dahi % 100 kesinlikte tespit etmemiz imkansızdır.

İşte bu nedenle, öncelikle hadis denilen yada iddia edilen sözlerin hadis olarak değil, sadece hadis rivayeti olarak kabul edilmesini, o söze daha duyunca iman edilmesi gereken bir söz kutsiyeti katılmamasını hatırlatmak istiyorum.

Hadise nasıl hemen iman edilmesi gerekiyorsa; rivaye de aynı şekilde aksine hemen iman edilmemesi gerekir. Sadece kurana ters olmayanlarına ve fakat yine hadis kutsiyeti katmadan, kendi kuran bilgimizden daha akıllıca ve mantıklıca gelmesi halinde kabul etmek üzere bir insan sözü olarak yaklaşmalıyız.

Kuran varken başka söze gerek yok diye kesin reddetmek ise yine bir yöntem yanlışı olabilmektedir. Şöyleki, elbette hepimizin önce kendi kuran anlayışımız olmalıdır. Ancak, bizler bir konuda kuranda, bizden daha akıllı ve mantıklı olan bir çıkarım olduğunu görürsek bunu almak durumundayız. İşte buda gerek rivayetler, gerekse alim, ulema, hatta imansızların bir görüş yada iddiası dahi olabilir.

Kurandaki bir konu hakkında bizim oluşan görüşümüz dışında, kimden olursa olsun daha iyi bir görüş varsa onu almamız ve kendimizinkini terk etmemiz gerekir.

Sonuç olarak, rivayet farklı, hadis ise tamamen farklı şeylerdir. Rivayetlere hadis deme yanlışına düşmeyelim. Aksi halde, konuya tam hakim olamayanların hem hadis denmesi ve hem de reddedilebilmesini anlamalarını beklememek gerekir. Bu kimseler, aslında rivayeti reddeden birisi olan bizleri, rivayete hadis dememiz yüzünden hadisi reddeden biri olarak algılar ve bizim iddialarımızın içeriğine bakma gereği bile duymayabilirler. Bu durumda onları biz buna yöneltmiş olmakla hatalı olan kimseler olduğumuzu bilmemiz gerekir diye düşünüyorum.

saygılarımla...
aorskaya

pramid
1. October 2012, 09:27 AM
Hadis, peygamber sözleri olduğundan, zaten peygambere iman gereği duyulunca hemen iman edilmesi gereken sözlerdir.

Hadis, nebinin söylediği iddia edilen sözdür. Yani doğruluğu tartışmalıdır.

Rivayetlere hadis deme yanlışına düşmeyelim

Sayın yazar burada hanifler içinde bunu diyen kimse yok zaten merak etme. Ama bu lafı söyleyenler, çelişki içindekilerin çıkma hezeyanları,

KIRIN ARTIK ŞU PUTLARINIZI ! LAFI EVELEYİP GEVELEMEYİN. nebiler dinin erbabı değildir bkn: Ali İmran 80

aorskaya
3. October 2012, 12:36 AM
Hadis, nebinin söylediği iddia edilen sözdür. Yani doğruluğu tartışmalıdır.

Selamun aleyküm,

sevgili kardeşim,
Nebinin söylediği sözler ve nebiye ait olduğu iddia edilen sözlerden, iddia edilenlere rivayet, nebinin gerçekten söylediklerine ise hadis denir diye açıklamama rağmen, bu açıklamaya itiraz etmişsiniz.

Size göre, iddia sözlere hadis deniyorsa, gerçek sözlere ne denmektedir o halde?

Lütfen iyice düşünmeden, itiraz edenlerden gibi olmayalım!


Sayın yazar burada hanifler içinde bunu diyen kimse yok zaten merak etme. Ama bu lafı söyleyenler, çelişki içindekilerin çıkma hezeyanları,

KIRIN ARTIK ŞU PUTLARINIZI ! LAFI EVELEYİP GEVELEMEYİN. nebiler dinin erbabı değildir bkn: Ali İmran 80

Siz, kendinizle ilgili bu iddialarda bulunabilirsiniz. Ancak, hanifler de deseniz, bazı kardeşlerimin dikkat çektiğim hatalara düşmeyeceğini nasıl garanti edebiliyorsunuz?

Halbuki, bizzat gözlemlediğim durumlar üzerine yazmama rağmen, bunu bile sormadan siz refleks savunmaya düşmektesiniz.

Sonra, "lafı, eveleyip, gevelemeyin" gibi ifadeleri ben size yakıştıramadım. Bırakın hanif bir müslümanı, daha yeni müslüman olmuş sade biri için bile yakışıksız bir hitap olmuş.

Her lafı herkese edemezsiniz, sözlerinizi etmeden önce muhatabınızı iyi değerlendirin lütfen. Ayrıca, "putları kırın" diyerek te beni putları olan biri konumuna hangi hakla sokabilirsiniz?

Daha fazla konuyu uzatmak istemiyorum, ama ben bu sözleri, tanıdığım kadarıyla piramide yakıştıramadığımı söyleyerek bitirmek istiyorum.

Lütfen bundan sonrası için bunlara dikkat ediniz. Unutmayınki, iyi bir müslümanın en önemli özelliklerinden biride mütevazi olmasıdır.

saygılarımla...
aorskaya

pramid
3. October 2012, 09:05 AM
Selam selamet kurtuluş sizinde üzerinize olsun; bu ne güzel bir temennidir.

nebiye ait olduğu iddia edilen sözlerden, iddia edilenlere rivayet, nebinin gerçekten söylediklerine ise hadis denir

Nebiye ait sözlere AYET denir ve Muhammed hevasından konuşmaz.

İddia edilene rivayet diyebilirsiniz ki Din adına Allah bunun hakkında bir delil inzal etmemiştir ardına düşme. kalp göz kulak sorumludur. Zanın bir çoğu da kötüdür uzak dur.

Meydana gelen olaylara hadise, bu olayların dilden dile anlatılmasına hadis denir. Kuranda kendinin en güzel hadis olduğunu anlatarak sizin yolunuzu kapatmaktadır. En güzeli dururken; çürüklere girmek müslümana yakışmaz. Nebini yolunda şeytanlar olduğunu Kurandan okuya okuya inada da devam edilmez.

Size göre, iddia sözlere hadis deniyorsa, gerçek sözlere ne denmektedir o halde?

Tekrarlıyorum; İddia sözlere(kavil) zan denir. Nebinin gerçek sözleri ayettir ve bir çoğu "deki" ile başlar ve Allahda haber verir ki bu sözlere iletene haberci(nebi) denmektedir.

Lütfen iyice düşünmeden, itiraz edenlerden gibi olmayalım!

Haklısın. Başkalarından beklediğimizi kendimiz içinde yapalım. Tedebbür nedir bilir misin?

***

Esnam nedir? Kimlerden şefaat beklenir?

Dinin daha iyi anlattığı için Allah'a yaklaştırılanlar nelerdir?

İddia ettiğiniz şeylere Kuran bir delil vermiş midir?

Bu söylenenler rahatsız etmesi, sorunun göstergesidir. Ayetler ile konuşmayanların iddialarını söyledikleri laf nedir? Bu neyin göstergesidir.

pramid
3. October 2012, 03:37 PM
Yanlış İddia 1
Peygamberin her söylediği vahiydir. 53. Sure’nin 3. ve 4. ayetleri der ki, peygamber arzusuna göre konuşmaz; söyledikleri vahiy edilenden başkası değildir. Bu yüzden peygamberin hayatı boyunca söylediği her söz ve yaptığı her şey Allah’tan gelen vahiydir.

Düzeltme 1

Kuran, peygamberin gün içindeki olağan konuşmaları ile “vahiy” olarak ona indirilenler arasında net bir ayrım yapmıştır. Kuran’a göre, peygamberin günlük hayatta söyledikleri değil, sadece “Kuran” Allah’tan gelen vahiydir. Aşağıdaki Kuran ayetleri bunu kanıtlıyor:

a) Tevbe Suresi’nde peygamber, Allah yolunda canlarıyla ve mallarıyla mücadele konusunda gönülsüz davranan münafıklar (ikiyüzlüler) hakkında uyarılmaktadır:

“Allah seni affetsin; neden onlara izin verdin de beklemedin ki, doğru söyleyenler sana açık-seçik belli olsun da yalancıları bilesin.” (9:43)

Yukarıdaki ayette peygamber, yalancılar ile doğru sözlü olanlar birbirinden ayırt edilene
kadar beklemeyip, savaşta inananlarla olmak istemeyenlere izin verdiği için eleştirilmektedir. Eğer peygamberin her söylediği ve yaptığı Allah’ın vahyi olsaydı peygamberin ikiyüzlülere savaşmamaları için izin vermesi Kuran’da eleştirilir miydi? Bu ayet göstermektedir ki peygamberin söylediği her söz ve yaptığı her eylem vahye dayanmaz.

b) Araf Suresinde peygamber yeni bir vahiy ile gelmediği zaman, inanmayanların ona şu şekilde eleştiride bulunduğunu görüyoruz:
“Onlara bir ayet getirmediğinde, ‘Onu da şuradan buradan derleseydin ya!’ diye konuşurlar.” (7:203)

Bu ayet açıkça gösteriyor ki peygamberin sıradan konuşmaları ilahi değildir. Eğer peygamberin her söylediği Allah’tan bir vahiy olsaydı, Allah “Onlara bir ayet getirmediğinde…” demezdi. Peygamberin ağzından çıkan her söz Allah’tan bir vahiy olsaydı, inanmayanlar, peygamberin günlük hayatta ağzından çıkanlar ile Allah’tan gelen vahyi birbirinden ayırt edemezlerdi ve yeni bir ayet getirmediği için peygamberi eleştiremezlerdi. Yukarıdaki ayet gösteriyor ki peygamber insanlara vahiy olarak sadece Kuran ayetlerini getirmektedir. Ayetin devamı bu gerçeği daha da açık kılıyor.

“De ki: ‘Ben sadece Rabbimden bana vahiy edilene uyuyorum. Bu, Rabbinizden gelen gönül gözleridir, doğruya kılavuzdur, iman eden bir toplum için rahmettir. Kuran okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, size rahmet edilsin.’” (7:203-204)

c) Tahrim Suresi’nde peygamber Allah’ın helal kıldığı bir şeyi kendisine haram kılıyor:
“Ey peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah’ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (66:1)

Yukarıdaki ayet de peygamberin her söylediğinin ve her yaptığının vahiy olmadığını göstermektedir. Peygamber kendi aldığı kararlarla da hareket etmiştir. Aksi takdirde peygamber, Allah’ın izin verdiğini kendisine yasaklayamazdı ve Allah da peygamberini helal kılınan bir şeyi kendisine yasakladığı için uyarmazdı.

d) Bakara Suresi’nde, peygambere gelen vahye dikkat çekilirken, inanmayanlara Kuran’daki surelere benzer bir sure getirmeleri konusunda meydan okunmaktadır:

“Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah dışındaki şahitlerinizi (yardımcılarınızı) de çağırın.” (2:23)

Yukarıdaki ayette yer alan meydan okumada, inanmayanlardan, peygambere indirilene benzer bir sure getirmeleri isteniyor. Biliyoruz ki sure, Kuran’daki parçaların adıdır.

Mezhepler tarafından Allah’ın vahyi olarak nitelendirilen hadis kitapları ve diğer geleneksel kaynaklar surelerden oluşmaz. O halde Allah’ın, peygambere indirilenden kastı sadece Kuran’dır.

e) Maide Suresi’nde inananlara canlarını sıkacak konularda soru sormamaları önerilmektedir. Zira sorulara verilecek cevaplar, beraberlerinde yeni dinî yükümlülükler getirebilir. Ancak bu soruları Kuran indirilirken sorarlarsa, Kuran onların sorularına cevap verecektir:

“Ey iman sahipleri! Size açıklandığında canınızı sıkacak şeylerle ilgili soru sormayın. Kuran indirilmekteyken onları sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetmiştir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok yumuşak davranandır.” (5:101)

Eğer peygamberin her söylediği vahiy olsaydı, inananlar dinle ilgili sorularının cevaplarını Kuran’da aramak zorunda kalmazlardı. Yalnızca Kuran indirilirken değil her ne zaman peygambere bir soru sorsalar ilahi bir karşılık alabilirlerdi. İnananlardan, sorularının cevaplarını Kuran’da aramalarının istenmesi gösteriyor ki peygamberin her söylediği bir vahye dayanmaz.

f) Tevbe Suresi’nde ikiyüzlüler Kuran’da indirilen her mesajdan korkan kişiler olarak gösterilir:

“İkiyüzlüler, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir surenin tepelerine inmesinden çekinir dururlar. De ki: ‘Siz alay edin! Allah, o çekinip durduklarınızı ortaya çıkaracaktır.’” (9:64)

Peygamberin Kuran dışında kalan sıradan konuşmaları ikiyüzlülerin sakladıklarını ortaya çıkarmaz ve onları korkutmazken, Kuran’daki mesaj, ilahi mesaj olduğu için içlerindekini yüzlerine vurabilmekte ve onları korkutmaktadır.

Başka bir ayette ise inananların Kuran’ın mesajını almak için sabırsızlandıkları anlatılmaktadır:

“İman edenler derler ki: ‘Bir sure indirilseydi olmaz mıydı?’ Fakat hükmü kesinleşmiş bir sure indirilip de içinde savaş da anılınca, kalplerinde hastalık olanların,ölüm baygınlığına tutulmuş bir bakışla sana baktıklarını görürsün. Onlara uygun olan da odur.” (47:20)

Eğer peygamberin hayatı boyunca her söylediği “vahiy” idiyse, inananlar neden peygamberin Kuran dışındaki sözleriyle tatmin olmadılar? İnananların, Kuran’daki surelerin vahiy edilmesini sabırsızlıkla beklemeleri, sadece Kuran’ın Allah’ın vahyi olduğunu göstermiyor mu?

g) Hud Suresi’nde Allah’ın tek vahyinin Kuran olduğu belirtiliyor:
“Belki de sen; onlar, ‘O’na bir hazine indirilseydi, yahut beraberinde bir melek gelseydi ya!’ diyorlar diye göğsün sıkışıp daralarak, sana vahiy edilmekte olanın bir kısmını terk etmeye kalkarsın. Gerçek olan şu ki, sen sadece bir uyarıcısın. Allah ise her şey üzerinde bir Vekîl'dir. Yoksa, ‘Onu kendisi uydurdu’ mu diyorlar! De ki: ‘Öyleyse hadi, onun benzeri, uydurma on sure de siz getirin; eğer doğru sözlüler iseniz, Allah’tan başka çağırabildiklerinizi de çağırın.’” (11:12-13)

Yukarıdaki ayette geçen “sana vahiy edilmekte olan” ifadesi peygambere indirilen vahyin tamamına karşılık gelmektedir. Burada geçen vahiy Kuran’dır. Zira peygamberin getirdiği mesajı yalanlayanlara meydan okuyan Allah, onlardan Kuran’daki sureleri taklit etmelerini istemektedir. Allah, inanmayanlara meydan okurken onlardan, başka bir kitap ya da sözü taklit etmelerini istememektedir. Eğer peygamberin Kuran dışındaki sözleri de vahiy olsaydı, o zaman meydan okumada inanmayanlardan sadece Kuran surelerini taklit etmeleri istenmeyecekti.

Yukarıdaki ayetler açıkça göstermektedir ki Allah tarafından indirilen, vahiy edilen tek kaynak Kuran’dır.

Şimdi Necm Suresi’nin ilk dört ayetine bakalım:

“Battığı zaman yıldıza and olsun. Ki arkadaşınız ne saptı ne de azdı. O arzusuna göre de konuşmuyor. İndirilmiş bir vahiyden başkası değildir o.” (53:1-4)

Yukarıdaki ayetlerde geçen “vahiy” nedir? Peygamberin her sarf ettiği sözcük vahiy midir? Şu ana kadar üzerinde durduğumuz ayetler peygamberin ağzından çıkan her sözün vahiy olmadığını bize gösterdi. Peki o zaman vahiy nedir? Vahyin ne olduğunu anlamak için Şura Suresi’ne bakalım:

“İşte böyle! Biz sana Arapça bir Kuran vahiy ettik ki, ülke ve medeniyetlerin anasını ve çevresindekileri uyarasın. Ve toplanma günü konusunda da uyarıda bulunasın. Hiç kuşku yok o günde. Bir bölük cennettedir, bir bölük ateşte.” (42:7)

Allah bu ayette, peygambere vahiy edilenin Arapça bir Kuran olduğunu söylüyor.

Peygamberin Kuran’da yer alan bir ifadesi de bunu destekliyor:

“Bu Kuran bana vahiy olundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım.” (6:19)

h) Allah, peygamberden Kuran’da değinilmeyen işler hakkında diğer inananlara danışmasını istemektedir. Eğer peygamberin her söylediği ve yaptığı vahye dayansaydı Allah peygamberinden inananlara danışmasını ister miydi?

“Yapılacak işler hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (3:159)

Tüm bu kanıtlar açıkça göstermektedir ki peygamberin günlük hayattaki konuşmaları vahiy değildir. Allah tarafından peygamberimize indirilen tek mesaj Kuran

pramid
3. October 2012, 03:42 PM
Yanlış İddia 2

Kuran Allah’a ve O’nun peygamberine itaat etmemizi istemektedir. Bu durumda Allah’a itaat etmek için Kuran’a, peygambere itaat etmek için ise Kuran dışındaki kaynaklara uymalıyız.

Düzeltme 2

Kuran, peygambere itaat etmemiz gerektiğini söylemekle kalmıyor, bunun nasıl yapılacağını, peygambere indirilen ve peygamberin insanlara ilettiği “ilahi mesaj”ın ne olduğunu da anlatıyor. Aşağıdaki ayetler bizi peygambere indirilen ilahi öğretinin ne olduğu konusunda bilgilendiriyor:

ALLAH’IN ELÇİSİ’NİN (RESUL’ÜN) ALLAH’TAN ALDIĞI İLAHİ MESAJ NEDİR?

Maide Suresi’nde elçiden kendisine ulaşan kutsal vahyi, yani Kuran’ı, insanlara iletmesi istenmektedir. Aksi takdirde elçinin misyonunu tamamlamamış olacağı belirtilmektedir:

“Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.” (5:67)

Yukarıdaki ayette Allah’ın elçisinden kendisine indirileni insanlarla paylaşması istenmektedir. Peki Allah’ın elçisine indirilen bu öğreti ve kurallar nelerdir? Aşağıdaki ayetler elçiye indirilenin ne olduğunu açıklıyor:

“Biz Kitap’ı sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlar’a bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.” (16:89)

Görüldüğü gibi Allah tarafından elçisine indirilen kitap olan Kuran, hidayet (doğru yol) ve rehberlikle ilgili her konuda açıklama içerir. Nisa Suresi’nde de elçiye gönderilen kutsal mesaj şöyle açıklanır:

“Şüphesiz, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hükmetmen için biz sana Kitap’ı hak olarak indirdik. Hainlerin savunucusu olma.” (4:105)

Bir kez daha görüyoruz ki Allah’ın Kitap’ı olan Kuran, Allah’ın elçisine gönderdiği “kutsal mesaj” olarak anılıyor. Allah, elçisinden insanlar arasında bu mesaj ile hüküm vermesini istiyor. Aşağıdaki ayet de bu gerçeğe işaret ediyor:

“Sana da daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitap'ı gönderdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hüküm ver; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma.” (5:48)

Yukarıdaki ayetler göstermektedir ki Allah, elçisine Kitap’ı indirmiştir ve elçinin görevi bu Kitap’ın, yani Kuran’ın dediklerini harfiyen uygulayıp ondan sapmamak ve insanlar arasında onunla hüküm vermektir.

Aşağıdaki ayetler peygamberin insanları hangi öğreti ile uyardığını ve onlara ne ile nasihat ettiğini daha net açıklıyor. Allah, Kaf Suresi’nde, elçisine şu emirde bulunuyor:

“Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. Tehdidimden korkanlara Kuran'la öğüt ver.” (50:45)

Görüldüğü gibi Allah, peygamberden insanlara Kuran ile öğüt vermesini istemektedir, başka bir kitap ile değil. Peygamberin ağzından da bu görev onaylanmaktadır. Peygamber, Kuran’da geçen bir konuşmasında görevinin Kuran ile uyarmak olduğunu anlatmaktadır:

“Benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kuran bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahiy olundu.” (6:19)

Yine başka bir ayet peygamberin insanları hangi öğreti ile uyarması gerektiğini açıklamaktadır:

“Ey Ehlikitap! Elçimiz size geldi. Kitap'tan saklamış olduklarınızın çoğunu size ayan beyan açıklıyor; çoğundan da geçiyor. Şu bir gerçek ki, size Allah’tan bir ışık ve apaçık bir Kitap gelmiştir. Allah, rızasına uyanları o Kitap'la esenlik ve barış yollarına iletir ve onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp şaşmayan ve sapmayan dosdoğru yola kılavuzlar.” (5:15-16)

Yukarıdaki ayetler göstermektedir ki Allah’ın elçisi, Kitap Ehli’ne -yani Hristiyan ve Yahudilere- Allah’tan gelen Kitap ile tebliğ yapmaktadır. Kuran bize elçinin hangi öğreti ile insanları aydınlattığını bir kez daha hatırlatıyor:

“Ben sadece, bu şehrin Rabbi’ne kulluk etmekle emrolundum. Orayı kutsal kılmıştır O. Her şey O'nundur. Ben, Müslümanlar’dan/Allah’a teslim olanlardan olmakla emrolundum. Ve Kuran okumakla emrolundum. Artık kim yola gelirse kendisi için gelir. Sapmışa gelince, böylesine de ki: 'Ben uyarıcılardan biriyim. Hepsi bu!’" (27:91-92)

Yukarıdaki ayet elçinin Kuran’ı okuyacağını ve dileyenin bu rehberliği kabul edip doğru yolu bulacağını anlatıyor. Görüldüğü gibi, elçiden tebliğde kullanılması istenen kaynak Kuran’dır. Bir başka ayette Allah şöyle buyuruyor:

“Bu Kuran'ı sana farz kılan, elbette ki seni vaat edilen yere götürecektir. De ki: ‘Hidayeti getireni de açık bir sapıklık içinde olanı da en iyi Rabbin bilir.’” (28:85)

Yukarıdaki ayet göstermektedir ki elçi için bağlayıcı olan öğreti Kuran’dır.

Tüm bu ayetler göstermektedir ki Allah’ın elçisi olan peygambere Allah’ın Kitap’ı olan Kuran indirilmiştir ve peygamber bu Kitap’ı kullanarak insanlara dini anlatmak ile görevlendirilmiştir. Bunu yaparken Kuran’dan en ufak bir sapma göstermemesi konusunda uyarılmıştır. Yukarıda alıntıladığımız Maide Suresinin 48. ayetinde görüldüğü gibi peygamberin din alanında verdiği tüm hükümler Kuran’a dayanmak zorundadır. Peygamber bu ayetlerden anlaşılacağı üzere dini anlatırken kendine ait hukukunu ya da öğretilerini değil, Kuran’ı anlatmak zorundadır. İnsanlar peygamberin kişisel fikirlerine ya da hukukuna değil Allah’ın yasasına boyun eğmelidirler. Nitekim peygamber de böyle davranmış, insanlara sadece Allah’ın Kitap’ı olan Kuran’ı tebliğ etmiştir. Unutulmamalıdır ki Allah’ın elçisine itaat etmek demek, Allah’ın mesajına uymak demektir; çünkü elçi, sadece, Allah tarafından kendisine verileni insanlara yaymıştır, başka bir öğretiyi değil. (Zaten ‘elçi’nin kelime anlamı da kendisine ait olmayan bir şeyi başkasına ileten kişidir.) Elçi kendi hayatında Kuran’ın hakkında hüküm vermediği konularda kendi fikirlerine, alışkanlıklarına ve içinde bulunduğu toplumun genel öğretilerine göre davranmış olabilir. Ancak bunlar onun bireysel tercihleridir. Dini bir anlam taşımazlar. Bu yüzden elçi insanlara bu seçimlerini aşılamaya çalışmamıştır.

Allah Kuran’da insanlardan sadece Kuran’a uymalarını istemiştir. Aşağıdaki ayetler din adına uyulacak tek yasanın Allah’ın yasası olan Kuran olduğunu gösteriyor:

ALLAH DIŞINDA HİÇ KİMSE DİN ADINA HÜKÜM KOYAMAZ

“Hüküm yalnız Allah’ındır.” (12:40)

“O, hükmüne hiç kimseyi ortak etmez.” (18:26)

Bu ayetler göstermektedir ki Allah dışında hiç kimse din adına hüküm koyamaz. Allah’ın elçisi bile olsa insanların kişisel görüşleri dinî hüküm olarak kabul edilemez. Aşağıdaki ayet bu gerçeğe destek niteliğindedir:

“Hiçbir insanın, Allah’ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra insanlara: ‘Allah’ı bırakıp bana kul olun!’ demesi mümkün değildir. Bilakis şöyle der: Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabb’e hâlis kullar olunuz.” (3:79)
Ayetin gösterdiği gibi Allah’ın elçisi olan peygambere düşen, insanların onun şahsi kararlarına uymalarını istemek değildir. Peygamber insanlardan Allah’ın Kitap’ına uymalarını ister.

Allah’ın yasası, Evren’de doğa kanunları olarak vücut bulur. Aynı yasa, insan hayatında da bulunur ve orada Allah’ın öğüt ve emirlerine dayanır. Nitekim, Muhammed peygamber, Allah’ın, insan hayatı üzerindeki hükmünün ancak Allah’ın Kitap’ı olan Kuran’daki öğüt ve emirlerle sağlanacağını şu ayetlerde geçen ifadesi ile onaylamıştır:

“Allah size Kitap'ı ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah’ın dışında bir hüküm koyucu mu arayayım?” (6:114)

ALLAH’IN ELÇİSİ SADECE ALLAH’IN KURALLARINI İLETİR. İNSANLAR ALLAH’IN, ELÇİSİ ARACILIĞI İLE KENDİLERİNE İLETTİĞİ BU KURALLARA UYMAKLA YÜKÜMLÜDÜRLER

Yukarıdaki ayet açıkça göstermektedir ki Allah’ın elçisinin görevi Allah’ın Kitap’ında yer alan yasaları uygulamaktır. Bu yüzden elçiye uymak, Allah’ın Kitap’ına uymaktan başka bir şey değildir. Allah’ın elçisi sadece Allah’ın mesajını iletir. İnsanlardan Allah’ın Kitap’ı olan Kuran dışında bir yasaya ya da kurala uymalarını istemez. Hüküm koyucu olarak yalnızca Allah’ın Kitap’ı olan Kuran kabul edilebilir. Aşağıdaki ayetler elçiye uymak için onunla gönderilen mesaja uymak gerektiğini anlatır:

“Allah’a itaat edin, elçiye itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin: Bizim elçimize düşen sadece apaçık bir tebliğdir.” (5:92)

“Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler oluşturdu. Dağlardan sizin için sığınak evler yaptı. Sizin için, sıcaktan koruyacak elbiselerle savaşta koruyacak elbiseler de yaptı. İşte nimetini üzerinizde böyle tamamlıyor ki, O'na teslim olup esenliğe ulaşabilesiniz. Yine de yüz çevirirlerse artık sana düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir.” (16:81-82)

"Eğer yalanlarsanız bilin ki, sizden önceki ümmetler de yalanlamıştı. Elçiye de düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir." (29:18)

“Allah’a itaat edin, elçiye de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz elçimize düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir.” (64:12)

“De ki: ‘Allah’a da itaat edin, elçiye de. Eğer yüz çevirirseniz, onun görevi ona yüklenen, sizin göreviniz de size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz. Elçiye düşen, açık bir tebliğden başkası değildir.’” (24:54)

Yukarıdaki ayetler Allah’a ve elçisine itaatin ne anlama geldiğini açıkça gösteriyor. “Elçiye düşen, açık bir tebliğden başkası değildir” ifadesi elçinin görevinin sadece Allah’tan geleni insanlara iletip insanları onunla uyarmak olduğunu bildiriyor. Elçi Kuran ile kendisine iletilenler dışında dinî kurallar koyamaz ve kişisel uygulamalarının din adına kabul edilmesini talep edemez.

İTAAT SADECE ELÇİ TARAFINDAN ALINAN VE İNSANLIĞA DAĞITILAN MESAJA OLMALIDIR. KURAN DIŞINDA BİR KİTAP İLAHİ YOL GÖSTERİCİ OLARAK KABUL EDİLEMEZ

Araf Suresi’nde inananların sadece Allah’ın Kitap’ına uyup, o kitabı takip etmeleri istenmektedir, diğer kitapları değil.

“Bir kitaptır bu; sana indirildi, onunla uyarıda bulunasın diye ve inananlar için bir öğüt ve düşündürme olarak... O halde, bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın. Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden birtakım velilerin ardına düşmeyin. Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” (7:2-3)

Bu ayette görülüyor ki uyulması gereken kaynak Allah’tan insanlara indirilen Kuran’dır. “O'nun berisinden birtakım velilerin ardına düşmeyin” ifadesi Allah’ın vahiy ettiği dışında hiçbir kaynağa uymamamız gerektiğini vurguluyor.

Allah, elçisine şunu hatırlatıyor ki, insanlar için Kuran dışında bir kılavuz bulunmamaktadır:
“Oysa biz onlara ders alacakları kitaplar vermemiştik ve kendilerine senden önce bir uyarıcı göndermemiştik.” (34:44)

Başka bir ayette Allah şu soruyu yöneltiyor:

“Müslümanlar’a suçlular gibi mi davranalım? Neyiniz var, ne biçim hüküm veriyorsunuz? Yoksa bir kitabınız var da onu mu okuyup duruyorsunuz? Ve içinde her dilediğinizi bulabiliyorsunuz?” (68:35-38)

Bu ayette geçen “Yoksa bir kitabınız var da onu mu okuyup duruyorsunuz” ifadesi bize, inananların din adına okuyup ders alacakları tek Kitap’ın Kuran olduğunu gösteriyor.
Kuran dışında ders alacağımız başka dinî bir kaynak olmadığı şu ayetle de destekleniyor:

“Veya onlara bir kitap verdik de ondaki bir delile mi dayanıyorlar? Doğrusu, zalimler birbirlerine ancak aldatıcı sözler verirler.” (35:40)

Zühruf Suresi’nde inanmayanlar için şunlar söylenmektedir:
“Onlara bundan önce bir kitap verdik de ona mı dayanıyorlar?” (43:21)

Hakka Suresi’nde elçinin dinle ilgili sözlerinin Kuran’dan olduğu belirtilmektedir. Aynı surede elçinin kendi dünyevi sözlerini Allah’ın sözleri gibi göstermesi durumunda bundan sorumlu tutulacağı hatta cezalandırılacağı anlatılmaktadır:

“Eğer bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onun can damarını koparırdık. Hiçbiriniz buna engel de olamazdınız.” (69:44-47)

Saffat Suresi’nde Allah, inanmayanları Kuran dışında bir kitaba uymamaları konusunda uyarıyor:

“Ne oluyor size, nasıl hüküm veriyorsunuz? Hiç düşünmüyor musunuz? Yoksa sizin açık bir deliliniz mi var? Doğru sözlülerden iseniz, kitabınızı getirin!” (37:154-157)

Peygamber, Kuran ayetlerinde geçen ifadeleri ile, Allah’tan gelen kitaplar dışında insanlara din alanında rehberlik edecek başka bir kaynak olmadığını bildirmektedir. (Allah tarafından indirilen diğer kitaplar da Kuran ile aynı mesajı paylaştıkları sürece Allah’ın Kitap’ı kategorisinde değerlendirilebilir. Bakınız 42:13)

“De ki, ‘Doğru sözlü iseniz, Allah katından bu ikisinden daha iyi yol gösteren bir kitap getirin, ben ona uyayım.’” (28:49)

Bu ayette geçen “bu ikisinden” ifadesi bir önceki ayette açıklanmaktadır:

“Fakat hak, katımızdan kendilerine geldiğinde şöyle dediler: ‘Musa'ya verilenin aynısı buna da verilseydi ya!’ Bunlar daha önce Musa'ya verileni inkâr etmemişler miydi? Şöyle demişlerdi: ‘Birbirini destekleyen iki büyü.’ Ve dediler: ‘Biz bunların ikisine de inanmıyoruz.’" (28:48)

İnanmayanlar Musa Peygamber’e ve Muhammed Peygamber’e indirilen mesajları reddettiklerini bildirmektedirler. Yukarıdaki ayet Allah’ın indirdiği Kitap olan Kuran ve onunla aynı mesajı taşıyan ve yine Allah tarafından Musa Peygamber’e indirilen kitap dışında insanlar tarafından oluşturulmuş bir kaynağın din alanında yol gösterici olamayacağını vurgulamaktadır. Allah, Kitap’ını indirmiş, inananlardan bu Kitap’taki kurallarına uymalarını istemiştir. İnananlara düşen; bu kurallara uymak, saf olan dine ilaveler sokmamaktır. Din adına neyin doğru ve neyin yanlış olduğuna karar verecek merci Kuran’dır. Ancak buna rağmen insanlar Kuran’ı terk edip başka kaynaklara yönelmektedirler.

“Kitap’ın indirilmesi, Üstün ve Bilge olan Allah’tandır. Şüphesiz, sana bu Kitap’ı hak ile indirdik; öyleyse dini yalnızca O'na has kılarak Allah’a ibadet et. Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah’ındır! O'nun yanında birilerini daha veliler edinerek ‘Biz onlara, bizi Allah’a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz.’ diyenlere gelince, hiç kuşkusuz, Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz.” (39:1-3)

Yukarıdaki ayetler bize şunları hatırlatıyor: Allah’a Kuran’ı takip ederek kulluk etmeli, dini Allah’a has kılmalıyız. Bunu yaparken bizi Allah’a daha çok yaklaştıracaklarını düşünerek Allah dışındakilere kulluk etmemeliyiz.

Fatır Suresi’nde Allah, vahiy olarak yine, sadece Kuran’a dikkat çekmektedir. Allah, peygambere Kuran’ın indirildiğini ve Müslümanlar’ın Kuran’ı kutsal yol gösterici olarak almaları gerektiğini vurguluyor:

“Sana vahiy ettiğimiz kitap, kendinden öncekini doğrulayıcı olarak gelen gerçektir. Allah, kullarından haberdardır, görendir. Sonra, kullarımız arasından seçtiklerimizi Kitap'a mirasçı kıldık. İçlerinden kendine zulmeden var. Orta yolda gideni var. Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçeni var. İşte bu, büyük lütfun ta kendisidir.” (35:31-32)

Görüldüğü gibi Allah kullarına miras olarak Kitap’ını bırakıyor, başka bir kaynağı değil.

ALLAH’A VE ELÇİ’SİNE UYMAK İKİ AYRI KAVRAM DEĞİLDİR

Kuran’a bakınca şunu görmekteyiz ki Allah’a ve elçisine itaat iki ayrı kavram değildir. Bu yüzden “Allah’a uymak için Kuran’a, elçiye uymak için ise Kuran dışında başka kitaplara uymalı” görüşü hatalıdır. Kuran ayetlerinin gösterdiği gibi, “Allah ve elçisi” tek bir hukuk ve itaat kaynağına karşılık gelir.

Tevbe Suresinde Allah, elçisi aracılığıyla, müşrikler hakkında bir açıklama yapmaktadır:

“Bu, aynı zamanda, Allah ve elçisinden tüm halka, büyük hac günü yayımlanmış bir duyurudur: Allah putperestlerden uzaktır, elçisi de... Tövbe ederseniz sizin için daha iyidir. Dönerseniz, bilin ki siz Allah’ı aciz bırakamazsınız. İnkarcılara acı bir azabı müjdele.” (9:3)

Bu ayetteki duyuru insanlara elçi tarafından ulaştırılmıştır ancak ayette bu duyurunun “Allah’tan ve elçisinden” geldiği ifade edilmektedir. Şurası açıktır ki elçi müşriklere, Allah’ın bu duyurusu dışında bir duyuru yapmamaktadır. Yukarıda bahsedilen duyuru Allah tarafından hazırlanmış ve elçisi tarafından insanlara ulaştırılmıştır. Bu duyurunun “Allah ve elçisi”nden geldiğinin söylenmesi gösteriyor ki Allah ve elçisi iki ayrı kural kaynağı değildir. Allah tüm kutsal kuralların kaynağıdır ancak Allah bu kuralları herkese tek tek anlatmayı tercih etmemiş, bir elçi seçerek kutsal mesajını insanlara onun aracılığıyla ulaştırmıştır.

Enfal Suresi’nde şu ifade yer almaktadır:

“Ey inananlar! Allah’a ve elçisine itaat edin. İşitip durduğunuz halde ondan yüzünüzü çevirmeyin.” (8:20)

Yukarıdaki ayette inananlardan Allah’a ve elçisine itaat etmeleri istenirken ayet “işitip duyduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin” ifadesi ile sona ermektedir. Buradaki ifadede çoğul zamir olan “onlardan” değil, tekil zamir olan “ondan” kelimesinin kullanılması anlamlıdır. Çünkü Allah ve elçisi iki ayrı dinî kaynak getirmezler. Allah’ın gönderdiği ve elçisinin inananlara ilettiği mesaj “tek”tir. O tek kaynak Kuran’dır.

İtaat ve boyun eğmenin yöneleceği tek otorite Allah’tır. Ancak Allah her kulu ile tek tek görüşmediği için insanlar arasından birisini seçip, yasalarını ve emirlerini o kulu aracılığı ile diğerlerine iletmiştir. Allah’ın mesajını diğer kullara ulaştıran bu kişiye “peygamber” ve “elçi” (Resul) denir. O kişi ‘peygamber’dir çünkü Allah mesajını ona iletir. Aynı zamanda o kişi ‘elçi’dir çünkü mesajı kendisine saklamaz, diğer kullara iletir. Elçi, insanları bu yasalara uymaya çağırmakla kalmaz, kendisi de bu yasaya uymakla yükümlüdür.

Elçi kendi fikirlerini değil, kutsal mesajı insanlara iletir. Elçinin dinî anlamda Kuran dışında getirdiği bir söz yoktur:

“Hiç şüphesiz o (Kuran), çok şerefli bir elçinin sözüdür.” (69:40)

Bu ayet gösteriyor ki elçinin sözüne uymak onun yaymaya çalıştığı mesaja, yani Kuran’a uymaktır. Bu yüzden Allah, Nisa Suresi’nde şöyle demektedir:

“Elçiye itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse çevirsin; biz seni onların üzerine bekçi göndermedik.” (4:80)

Yukarıdaki ayetler gösteriyor ki elçiye itaat etmek onun kişisel görüşlerine itaat etmek değildir. Elçiye itaat, ona elçiliğinin gereği olarak indirilen ilahi mesaja itaat etmektir. Bu yüzden Allah ve elçisi iki ayrı kaynak değildir. Allah’a ve elçisine itaat, tek bir kaynağa, yani Allah’ın indirdiği Kitap’a uymakla mümkün olur.

pramid
3. October 2012, 03:46 PM
Yanlış İddia 3

Elçiye Kuran dışında “Zikir” adında bir vahiy verilmiştir. Bu gizli vahyin amacı elçiye Kuran hakkında daha detaylı bilgi ve açıklama sağlamaktır. Nahl Suresi 44. ayet bu durumu kanıtlar.

Düzeltme 3

Bahsedilen ayetin tercümesi şu şekildedir:

“Senden önce de kendilerine vahiy ettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun. Açık delillerle, kitaplarla gönderdik. Sana da bu hatırlatıcıyı (Zikir’i) vahiy ettik ki, kendilerine indirileni insanlara bildiresin de derin derin düşünebilsinler.” (16:44)

Yukarıdaki ayette hatırlatıcı olarak tercüme edilen “Zikir” kelimesinin Kuran boyunca hangi anlamda kullanıldığına bakalım:
“İşte bu sana ayetlerden ve hikmetlerle dolu Zikir'den okuduğumuzdur.” (3:58)

“Bir kitaptır bu; sana indirildi, onunla uyarıda bulunasın diye ve inananlar için bir öğüt ve düşündürme (Zikir) olarak... O halde, bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın.” (7:2)
“Sen, bu tebliğin için onlardan bir ücret istemiyorsun. O, bütün âlemler için bir hatırlatmadan (Zikir’den) başka şey değildir.” (12:104)

“Dediler ki: ‘Ey kendisine hatırlatıcı (Zikir) indirilmiş olan, sen bir delisin. Doğru sözlü isen bize melekleri getirsene.’ Biz melekleri ancak belli bir amaç için göndeririz, o zaman da kimseye süre tanınmaz. Kuşkusuz hatırlatıcıyı (Zikri) biz, evet biz indirdik ve onu koruyacak da elbette yine biziz.” (15:6-9)

“Bu, kutsal bir hatırlatıcıdır (Zikir’dir) ki, onu indirdik. Yoksa siz onu inkâr mı ediyorsunuz?” (21:50)

“Biz o peygambere şiir öğretmedik. Şiir ona yaraşmaz da. Ona vahiy edilen, bir hatırlatıcı (Zikir) ve apaçık bir Kuran'dan başka şey değildir.” (36:69)

“Onlar, o hatırlatıcı (Zikir) kendilerine geldiğinde inkâr ettiler. Halbuki o, eşsiz yücelikte bir Kitap'tır. Bâtıl ona, ne önünden gelebilir ne de arkasından. Bilge olan ve çok övülen Allah’tan bir indirmedir o.” (41:41-42)

“Sen, sana vahiy edilene sımsıkı sarıl! Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Gerçek şu: Bu Kuran sana ve toplumuna elbette ki bir hatırlatıcıdır (Zikir’dir). Bundan sorumlu tutulacaksınız.” (43:43-44)

Yukarıdaki ayetler gösteriyor ki “Zikir”, Kuran dışında bir vahiy değildir. Birçok başka ayette de Zikir’in, Allah’ın Kitap’ını tanımlayan bir ifade olarak kullanıldığına tanıklık ediyoruz.
Zikir’in hangi anlamda kullanıldığını gördük. Şimdi Nahl Suresi’nde (16:44) geçen bir diğer ifadeye yoğunlaşalım: “kendilerine indirileni insanlara bildiresin”.

Geleneksel din yorumcularına göre Zikir, peygambere indirilmiş özel bir vahiydir ve elçi onunla insanlara Kuran ayetlerini açıklar. Dolayısıyla bu kişilere göre Zikir, Kuran’ı açıklayan detaylar içerir. Her ne kadar az önceki ayetlerde Zikir’in Kuran dışında bir vahiy olmadığını gördüysek de bu geleneksel görüşün doğruluğunu bir kez daha -bu kez farklı bir açıdan- test edelim. Bunun için bu ayette geçen ifadenin (litubeyyine ifadesinin) anlamına bakmamızda fayda var.

‘Kuran Sözlüğü’nde, ifade “açık olmak, aşikâr olmak” anlamında kullanılır.

Ayrıca ifadenin ne anlama geldiğini görmek için Kuran boyunca nasıl kullanıldığına bakmamız yeterli olacaktır. Bu ifade Âli İmran Suresi’nde (3:187) ve Maide Suresi’nde (5:15) “bir şeyi gizlemek; kendisine saklamak” terimlerinin karşıtı olarak kullanılmıştır.

“Allah, kendilerine kitap verilenlerden şu yolda söz almıştı: ‘Onu insanlara mutlaka açık-seçik bildireceksiniz, onu saklamayacaksınız.’ Ama onlar Kitap'ı sırtlarının gerisine attılar, basit bir ücret karşılığı onu sattılar. Ne kötü şey satın alıyorlar!” (3:187)

“Ey Ehli kitap! Resulümüz size geldi. Kitap'tan saklamış olduklarınızın çoğunu size açıklıyor; çoğundan da geçiyor. Şu bir gerçek ki, size Allah’tan bir ışık ve apaçık bir Kitap gelmiştir.” (5:15)

Son olarak ifadenin, Bakara Suresi’ndeki kullanılışını inceleyelim:

“Dinde baskı yoktur. Doğru bilgiye dayalı eriş, bozuk bilgiye dayalı sapıştan açık bir biçimde ayrılmıştır.” (2:256)

Hem sözlüklerin hem de ayetlerin açıkça ortaya koyduğu gibi litubeyyine ifadesi, geleneksel yorumcuların iddia ettikleri gibi “ayrıntılı, detaylı” anlamına gelmez. Kelime Kuran boyunca “açık,” “gizli olmayan” ve “gizli tutulanın tersi” olarak kullanılmıştır. Bunun yanında yine bu bölümdeki ayetlerde gördüğümüz gibi “Zikir” Kuran dışında bir vahye karşılık gelmez. Bu durumda Allah, Nahl Suresi’nde (16:44) elçisine “Sana da bu hatırlatıcıyı (Zikir’i) vahiy ettik ki, kendilerine indirileni insanlara bildiresin de derin derin düşünebilsinler.” dediği zaman Kuran’ın sadece elçisi için değil tüm insanlık için indirildiğini anlatmaktadır. Elçiye düşen

Zikir’i, yani Kuran’ı kendisine saklamamak, tüm insanlığa bildirmektir. Bu durum Maide Suresi’nde (5:67) daha açık bir biçimde ortaya konmuştur:

“Ey elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, inkâra batmış topluluğa kılavuzluk etmez.” (5:67)

Bu ayetin de belirttiği gibi Allah, elçisinden Kuran’ı kendisine saklamayıp insanlara iletmesini istiyor; onu Kuran dışı bilgilerle detaylandırmasını değil.

Peki Allah’ın Kitap’ı insanlara nasıl bildirilecektir? Elçi bu işi nasıl başaracaktır?

pramid
3. October 2012, 04:11 PM
Yanlış İddia 4

Elçinin görevi Kuran’ı sadece bir postacı gibi iletmek değildir. O, bu ilahi mesajı açıklamanın yanı sıra onun üzerine yorum yapmakla da yükümlüdür. Birçok Kuran ayetinde ona Kitap’tan bilgi verildiği söyleniyor. Peygambere verilmiş olan Kuran’ın bilgisi ve tefsiri geleneksel din kitaplarında bulunmaktadır. Bu durumda Kuran teoriyi oluştururken geleneklerin derlendiği eserler Kuran’ın tefsiri, açıklaması konumundadır.

Düzeltme 4

Bakara Suresi 129. ayette geçen “kendilerine Kitap'ı ve bilgeliği öğretecek, onları temizleyip arındıracak bir resul” ifadesinden de anlaşılacağı gibi elçinin tek görevi insanlara Kuran’ı okumak değildir. Ancak bilgeliği öğrenmek için birçok farklı mezhep tarafından oluşturulmuş ve peygambere atfedilen geleneksel kitaplardan faydalanma fikri temelsizdir.

Peki bu durumda elçi, Kitap’ın bilgisini nasıl öğretmiştir? Biz bu açıklamaları nereden bulabiliriz? İşte bu önemli soruların cevaplarını yine Kuran veriyor.

Allah, Kuran’ın kendi kendisini açıklayan bir kaynak olduğunu söyleyerek, Kuran’ı anlamak için başka hiçbir geleneksel kaynağa ihtiyacımız olmadığını belirtiyor. Kuran gerçekten de bu yönüyle sıradan kitaplardan çok farklıdır. Genelde kitaplarda, belli bir konu bir yerde tartışılır ve böylece her konu ilgili bölüm başlıkları altında ele alınır. Buna karşın Allah’ın Kitap’ında konular kitap boyunca çeşitli bölümlere dağıtılmıştır. Örneğin, Allah’ın Kitap’ının “boşanma” konusu hakkında ne söylediğine baktığımızda 2. sure olan Bakara Suresi’nde, 4. sure olan Nisa Suresi’nde, 33. sure olan Ahzab Suresi’nde ve 65. sure olan Talak Suresi’nde yer alan ayetleri incelememiz gerekmektedir. Bütün bu ayetleri bir arada incelersek Kuran’ın “boşanma” konusunda ne söylediğini öğrenebiliriz. Ve bu incelememiz sonucunda şunu görürüz ki her ayet bir diğerini açıklamakta ve aydınlatmaktadır. Allah bu metodu kullanarak -yani bir konuyu Kuran boyunca farklı yerlerde tekrar ederek- Kuran’ın kendi kendisini açıklamasını mümkün kılmıştır. Nitekim Kuran’ın bu özelliği ayetlerde şöyle dile getirilir:

“Bak, iyice kavrayıp anlamaları için ayetleri nasıl çeşitli biçimlerde açıklıyoruz.” (6:65)

“Muhakkak ki biz, bu Kuran'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan başkasını kabullenmediler.” (17:89)

Allah, Kitap’ında konuları değişik yerlerde ele almış, bir yerde tamamen açıklanmamış bir konuyu başka yerde açıklamıştır. Bir ayet diğerini aydınlatmaktadır. Üstelik Allah’ın elçisi olan peygamberin de Kuran’ı Kuran ile açıkladığını biliyoruz.

“İşte biz, ayetleri çeşitli biçimlerde böyle açıklıyoruz. Öyle ki sana: ‘Sen ders almışsın’ desinler ve biz de bilen bir topluluğa onu açıkça göstermiş olalım.” (6:105)

Yukarıdaki ayet açıkça gösteriyor ki peygamberin Kuran hakkında verdiği dersler Kuran’daki konuları aydınlatmaya yönelikti. Bu dersler yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere yine Kuran’a dayanıyordu. Başka bir deyişle Kuran kendi kendisini açıklayan bir kitaptır. Bu gerçek, inanmayanların itirazlarını ortaya koyan şu ayette de açıkça görülmektedir:
“İnkârcılar dediler ki: ‘Kuran ona toptan, bir kerede indirilseydi ya!’ Biz böyle yaptık ki, onunla senin kalbini dayanıklı kılalım. Biz onu parça parça okuduk. Onlar sana bir örnek getirdikçe, biz sana hakkı ve en güzel yorumu getiririz.” (25:32-33)

Bu ayetler bizi önemli bir konuda bilgilendiriyor. İnkârcıların “Kuran neden bir defada indirilmedi?” sorusuna karşılık, Kuran’ın aşağıdaki nedenlerden ötürü parça parça vahiy edildiği anlatılmıştır:

1) Böylece elçinin kalbi güçlü kılınacaktır. Ayetlerde geçen “Biz böyle yaptık ki, onunla senin kalbini dayanıklı kılalım. Biz onu parça parça okuduk.” ifadesi bu durumu doğrulamaktadır. Böylece elçi cesaretlendirilmiş, Kuran ayetlerinin vahyi esnasında güçlü olması konusunda tembihlenmiştir.

2) Böylece inkârcıların sorularına ve getirecekleri itirazlara Kuran tarafından tatmin edici cevaplar verilecektir. “Onlar sana bir örnek getirdikçe, biz sana hakkı ve en güzel yorumu getiririz.” ifadesi bu gerçeğe işaret eder.

3) Kuran’ın parça parça indirilmesinin bir diğer amacı ise Allah’ın Kitap’ının en kusursuz şekilde açıklanmasını sağlamaktır. “Onlar sana bir örnek getirdikçe, biz sana hakkı ve en güzel yorumu getiririz.” cümlesi bu gerçeğe işaret eder.

Böylece Allah ayetlerin açıklanması için başka ayetler indirmiştir. Allah’ın Kitabı’nın
yorumlanması için geleneksel kitaplara ihtiyaç yoktur. Allah, Kuran’ın bu özelliği sayesinde elçisine Kitap’ını açıklamış, elçi de Kuran’dan öğrendiklerini diğer insanlarla paylaşmıştır. Peygamber Kuran’ı açıklamak için başka bir kitap kullanmadığı gibi ümmetine de başka bir kitap bırakmamıştır çünkü Kuran’ın açıklaması yine Kuran’ın içindedir.

Allah’ın Kitap’ında bir konunun çeşitli yerlerde ele alınarak açıklandığını söylemiştik. Bununla beraber Kuran’ın mesajını anlayabilmek için Kuran üzerine derin düşünmek ve kafa yormak gerekmektedir. Öğrenme ve araştırma becerilerini kullananlar için Kuran’ın mesajı netleşecektir:

“Derin derin düşünen bir topluluk için ayetleri böyle ayrıntılı olarak veriyoruz.” (10:24)

“İyice araştırıp kavrayan bir topluluk için ayetleri biz tam bir biçimde ayrıntılı kıldık.” (6:98)
24

Allah bizleri Kuran üzerine kafa yormak ve onun üzerine derin derin düşünmek ile
öğütlemiştir:

“Sana bu mübarek Kitap'ı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” (38:29)

Görüldüğü gibi Kuran üzerine derin derin düşünme görevi tüm nesillere verilmiştir. İnsanlar ilahi kılavuz olan Kuran’ın ışığında yaşadıkları dönemin sorunlarına çözüm aramalıdırlar. Kuran’ın anlamı bir konudaki ayetlerin çeşitli surelerde tekrarlanması ile açıklanacak, bir yandan da insanlar Allah’ın istediği gibi akıllarını ve entelektüel birikimlerini Kuran’ı anlamak için kullanacaklardır. Takip eden ayetler bu durumu daha da açıklıyor:

“Bak, anlasınlar diye ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz!” (6:65)

“Bak, delilleri nasıl açıklıyoruz. Onlar hâlâ yüz çeviriyorlar!” (6:46)

Allah, Kuran’ın müfessiri, yani açıklayıcısıdır. Ve daha önce de belirttiğimiz gibi, bir ayetin açıklaması konuyla ilgili başka ayetlerin vahyi ile gerçekleşmiştir. Bu yüzden Allah Kuran’da şöyle buyurur:

“Çok merhametli (Allah). O öğretti Kuran'ı.” (55: 1-2)

Allah Kuran’ı indirmek, tamamlamak ve korumakla kalmamış, onu açıklamıştır da:
“Onu (Kuran'ı) aceleye getirip dilini oynatma. Onu toplamak da okutmak da bize düşer. O halde, biz onu okuduğumuzda, sen onun okunuşunu izle. Sonra onu açıklamak da bizim işimiz olacaktır.” (75: 16-19)

Şimdi Kuran’daki konuların açıklamasının yine Kuran tarafından nasıl yapıldığını inceleyeceğiz.

ALLAH TARAFINDAN KURAN’DA VERİLEN VE PEYGAMBER TARAFINDAN İSLAM TOPLULUĞUNA ÖĞRETİLEN BİR TEFSİR ÖRNEĞİ

Burada Kuran’ın kendi kavramlarını nasıl açıkladığını ve kendini nasıl tefsir ettiğini göstereceğiz. Kuran’ın hemen başında, Bakara Suresi’nde Allah’ın Kitap’ının “Muttakiler/takva sahipleri” yani dinî konularda titiz olanlar ve yanlışlıklardan sakınanlar için rehber olduğu söylenmektedir.

“O kitap; onda asla şüphe yoktur. O, takva sahipleri için bir yol göstericidir.” (2:2)

Yukarıdaki ayetle ilgili “Muttakiler/takva sahipleri kimlerdir?” ya da “Bu kişilerin özellikleri nelerdir?” diye bir soru sorulabilir. Bu soruların cevapları Kuran’da verilmiştir:

“Rabbinizden bir bağışlanmaya ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever. Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tövbe ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.” (3:133-135)

Böylece bu ayetler “Muttakilerin/takva sahiplerinin” özelliklerine ışık tutmaktadır. Benzer şekilde aynı ifadenin tefsiri Kuran’da başka bölümlerde de yapılmaktadır:

“Şüphesiz takva sahipleri, cennetlerde ve pınarlardadırlar; Rablerinin kendilerine verdiğini alanlar olarak. Çünkü onlar, bundan önce güzellikte bulunanlardı. Gece boyunca pek az uyurlardı. Seher vakitlerinde af dilerlerdi. Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı.” (51:15-19)

Muttakiler/Takva sahipleri insanlarla ilişkilerinde de kutsal rehberi her zaman ön planda tutarlar ve ilahi kurallar ile uyumsuz olan kötü hareketlerden sakınırlar:

“Takva sahipleri var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah’ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler.” (7:201)

Muttakiler/Takva sahipleri sosyal olaylarda Allah’ın Kitap’ını rehber edinmekle kalmayıp, doğa kanunlarını ve onların faydalarını da önemserler. Bu konuda muttakiler aşağıdaki ayetlerle uyarılmışlardır:

“Güneş’i bir aydınlık, Ay’ı bir nur kılan ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona duraklar tespit eden O'dur. Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklamaktadır. Gerçekten, gece ile gündüzün art arda gelişinde ve Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korkup sakınan bir topluluk için elbette ayetler vardır.” (10:5-6)

Yukarıdaki ayetler bize Kuran’da geçen bir kavramın Kuran’ın başka yerlerinde nasıl açıklandığını göstermektedir. Kuran’ın kendi kendisini tefsir etmesi/açıklaması ile ilgili bir diğer örnek aşağıdadır:

“Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu, dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah yanında itibarı olan birisiydi.” (33:69)

Yukarıdaki ayette bazı kişilerin Allah’ın elçisi olan Musa Peygamber’i rahatsız ettikleri anlaşılıyor. Peki bu insanlar kimdir ve Musa Peygamber’i nasıl rahatsız etmişlerdir? Kuran bu kategoriye giren insanları ve onların rahatsız etme yollarını detaylarıyla anlatıyor.

MUSA’YA KAVMİ TARAFINDAN YAPILAN EZİYETİN AYRINTILARI

Musa’nın kavmi, onları Firavun’un esaretinden kurtardığı için Musa’ya şükran duyacaklarına şöyle demeyi tercih etmişlerdir:

“Dediler ki: 'Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık.'” (7:129)
Kendilerine gökten indirilen tüm nimetlere rağmen isyan edip Musa’ya şöyle dediler:

“Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe katlanmayacağız…” (2:61)

Puta tapan bir kavmin yanından geçerken, onlara her zaman sadece Allah’a tapmalarını söyleyen Musa’ya dönüp şu istekte bulundular:

“'Ey Musa, onların ilahları (var; onlarınki) gibi, sen de bize bir ilah yap.' O da: 'Siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz' dedi.” (7:138)

Musa, kısa bir süreliğine kavminden uzaklaştığında kavmi ineğe tapmaya başlamıştı (Bakınız 20:86). Onlara şehre belli bir şekilde girmeleri gerektiği söylendiğinde bilerek saygısızlık yapmışlardı (Bakınız 2:58-59). Musa onları Allah’a inanmaya çağırdığında Musa’ya şöyle cevap verdiler:

"Ey Musa! Biz, Allah’ı apaçık görmedikçe sana asla inanmayacağız." (2:55)
Musa’nın kavmi, ineği ilah edinmekle doğru yoldan sapmıştır. Allah, Musa aracılığı ile onlardan kendilerini bu hatalarından arındırmak için bir ineği kurban etmelerini istemiş, ancak onlar kurban etmemek için sayısız bahane üretmişlerdir (Bakınız 2:67-71).
Musa onlar için yazılmış kutsal topraklara girmelerini istediğinde, kavmi yine bahaneler üretmiş ve Musa’ya şöyle demiştir:

“…sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız.” (5:24)
Musa’nın halkı onun karşısında bu tavrı ve davranışı benimseyince Musa şöyle demek zorunda kalmıştır:

“Ey kavmim! Benim, Allah’ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz halde niçin beni incitiyorsunuz?” (61:5)
Ve Musa Allah’tan şunu dilemiştir:

“Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına hâkim olamıyorum; bizimle, bu yoldan çıkmış toplumun arasını ayır.” (5:25)

İsrailoğulları hakkında anlatılan bu kıssalar sonucunda Kuran’da geçen “Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın.” ifadesinin ne anlama geldiğini öğrenmekteyiz.

Kuran’ı okuyan kişi görecektir ki Kuran akıllarda hiçbir bulanıklık bırakmadan Musa’nın kavminin Musa’ya uyguladığı eziyeti anlatmaktadır. Böylece 33:69 ayetinde geçen ifade yine Kuran’ın içinde açıklanmıştır. Ne var ki, geleneksel kitaplar bu açıklamalardan tatmin olmamış, Kuran’da verilen bilgiler yerine aşağıdaki hikâyeyi açıklama olarak almışlardır. Kuran’da yer almayan bu açıklama okunurken unutulmamalıdır ki Allah, 6:104’te olduğu gibi, elçisine Kuran’ın tefsirinin yine Kuran ile yapılacağını hatırlatmıştır.

pramid
3. October 2012, 04:12 PM
Yanlış İddia 5

Ahzab Suresi 21. ayette şöyle denilmektedir: “Yemin olsun, Allah elçisinde sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü arzu edenlerle Allah’ı çok ananlara güzel bir örnek vardır.” (33:21). O halde geleneksel din kaynaklarına ve peygambere isnat edilen hikâyelere bakmalıyız.

Düzeltme 5

Elçinin örnek teşkil ettiği konular, mesela onun dini konularda nasıl davrandığı, Kuran’da belirtilmiştir. O’nun Kuran’da anlatılan bu kişiliği örnek alınmalıdır. O’nu örnek almak için öncelikle Kuran’ı dikkatlice okumak gerekmektedir. Aslında tam da bu yüzden Allah’ın Kitap’ında, Hz. Muhammed üzerine tanık olacak kişilerin Kuran’ı derinlemesine bilen kişiler oldukları anlatılmıştır. Aşağıdaki ayet buna kanıttır:

“İnkara sapanlar, ‘Sen gönderilmiş bir elçi değilsin.’ diyorlar. De ki: ‘Benimle sizin aranızda tanık olarak Allah, bir de yanında Kitap bilgisi bulunanlar yeter.’” (13:43)

Peygamberin örneğini izlemek için sadece Allah’ın Kitap’ındaki bilgileri edinmek yeterlidir. Öyle olmasaydı Allah bu ayette tanık olmak için gerekli bilgiyi Kitap’ın bilgisi ile kısıtlamaz, onun yanına başka kitapların bilgisini de eklerdi.

Ahzab Suresi’nde geçen “güzel bir örnek” ifadesini anlayabilmek için peygamberin hayatta nasıl davrandığını ve onun hayatına yön veren prensipleri bilmemiz gerekir. Bu durum Yunus Suresi’nde şöyle açıklanmaktadır:

“Ben sadece bana vahiy olunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkuya düşerim.” (10:15)

Bu ayetin de gösterdiği gibi, Allah’ın elçisi olan peygamberimiz gibi davranmak, onu kendimize örnek almak için ona vahiy edilene yani Kuran’a uymalıyız. Çünkü Allah’ın elçisi de kendisine sadece Kuran’ı rehber edinmiştir. Biz de peygamberimizi kendimize örnek almak istiyorsak hayatımızı Kuran’a göre düzenlemeliyiz.

Mümtehine Suresi’nde Allah, İbrahim Peygamber ve beraberindekilerde bizler için güzel bir örnek olduğundan bahseder:

“İbrahim ve onunla birlikte olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır.” (60:4)
Peki peygamberimizin örneğini hadis kitaplarında bulmalıyız diyen kişiler bu ayet için ne diyecekler? Bu ayette bize öğütlenen İbrahim Peygamber’in örneğini bulmak için geleneksel kitaplara ve ona atfedilen uydurmalara mı bakmalıyız? Elbette hayır. İbrahim Peygamber’in inananlar için örnek olacak davranışlarını da Kuran’da bulmalıyız. Nitekim birçok ayet bize İbrahim Peygamber’in karakteri hakkında bilgi vermektedir (Örneğin 16:120, 6:79-81, 14:35).

İnananlar işte bu ayetlerde geçen davranışları kendi hayatlarında uygulamalıdırlar.

pramid
3. October 2012, 04:15 PM
Yanlış İddia 6

Peygambere Kuran dışında, ona benzer bir vahiy daha indirilmiştir. Kuran’a benzeyen bu kaynak peygamberin davranışlarını içerir ve bu kaynak hadis kitaplarında bulunur.

Düzeltme 6

Allah, Kuran’a benzer ya da denk bir kaynak olduğunu kesin bir şekilde reddetmiştir. Aşağıdaki ayet bu gerçeği açıkça ortaya koyuyor:

“De ki: Andolsun, bu Kuran'ın bir benzerini ortaya koymak üzere insan ve cin toplulukları bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.” (17:88)
Peki Kuran bu ayette gördüğümüz gibi, kendisinin bir benzeri olmadığını söylerken, “Allah’ın elçisine Kuran’ın benzeri bir kaynak verildi” diyebilir miyiz?

Tur Suresi’nin aşağıdaki ayeti durumu daha da netleştirecektir. Tur Suresi’nde inanmayanlara şu şekilde meydan okunuyor:

“Yahut ‘Onu kendisi uydurdu!’ mu diyorlar? Hayır, onlar inanmazlar. Eğer doğru iseler onun benzeri bir ‘hadis’ (söz) getirsinler.” (52:33-34)

Allah, kendisine inanmayanlara Kuran’a benzer bir “hadis”, yani “söz” getirmeleri konusunda bu ayetle meydan okuyor. Allah “Eğer doğru sözlü iseler onun benzeri bir ‘hadis’ getirsinler” diyerek hiçbir hadisin, hiçbir sözün Allah’ın Kitap’ına benzer ya da denk olamayacağını vurguluyor.

Bakara Suresi’nde de hiç kimsenin Allah’ın Kitap’ına denk ya da benzer bir şey ortaya koyamayacağı söyleniyor:

“Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan başka şahitlerinizi de çağırın. Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş, inkârcılar için hazırlanmıştır.” (2:23-24)

Yukarıdaki ayetler Kuran’a benzer ya da denk bir sözün olamayacağını açıkça gösteriyor.

KURAN EN GÜZEL HADİSTİR

Kuran’dan, daha önce de değindiğimiz gibi 69:40’ta elçinin sözü olarak bahsedilmiştir. Başka bir ayette de, Kuran, “ahsen-ül-hadis”, yani “en güzel hadis, en güzel söz” olarak tanımlanmıştır. Şimdi sözü geçen bu ayeti alıntılıyoruz:

“Allah, hadisin (sözün) en güzelini, birbirine benzer iç içe ikili mânalar ifade eden bir Kitap halinde indirmiştir. Rablerinden korkanların, bu Kitap'ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah’ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allah’ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz.” (39:23)

Kuran kendisini en güzel hadis (söz) olarak nitelendirirken, Allah’ın elçilerinin gerekli olan hadislerini (sözlerini) de içerdiğini anlatır. (Bakınız 20:9, 51:24, 79:15)
Allah birçok ayette Kuran’dan hadis (söz) diye bahsetmektedir:

“Şimdi sen, bu hadise (söze) inanmazlarsa, belki de arkalarından kendini eritircesine üzüleceksin.” (18:6)

“Bu da ilk uyarıcılar gibi bir uyarıcıdır. Yaklaşmakta olan yaklaştı. Onu Allah’tan başka açığa çıkaracak yoktur. Şimdi siz bu hadise (söze) mi şaşıyorsunuz?” (53:56-59).

“Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim -ki bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir- şüphesiz bu, onurlu bir Kuran'dır, korunmuş bir kitaptır. Onu ancak temizler kavrayabilir. Evrenlerin Rabbinden indirilmiştir. Siz bu hadisi (sözü) mü küçümsüyorsunuz? Allah’ın verdiği rızka karşı şükrü, onu yalanlamakla mı yerine getiriyorsunuz?” (56:75-82)

“Bu hadisi (sözü) yalanlayanla beni baş başa bırak. Onları, bilmedikleri yerden yakalayacağız.” (68:44)

Allah bir yandan Kitap’ını, elçisinin sözü olarak nitelendirirken, bir yandan da bizleri en güzel hadis olan Kuran dışında bir hadisi kabul etmememiz konusunda uyarıyor. Aşağıdaki ayetler Allah’ın Kitap’ı olan Kuran’ın, elçiye verilen hadis olarak yeterli olduğunu ispatlıyor:
“Onlar artık bundan sonra hangi hadise (söze) inanacaklar.” (77:50)

“Göklerin ve yerin egemenliğine, Allah’ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kuran'dan sonra hangi hadise (söze) inanacaklar?” (7:185)

“Hadis (söz) bakımından Allah’tan daha doğru kim vardır!” (4:87)
Görüldüğü gibi Allah kendi Kitap’ı dışında bir hadisi (sözü) takip etmememiz konusunda bizi kesin olarak uyarmıştır. Ayetlerde de görüldüğü gibi Kuran, Allah’ın onay verdiği tek hadistir:

“İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir; sana bunları hak olmak üzere okuyoruz. Öyleyse onlar, Allah’tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi hadise (söze) inanacaklar? Vay haline, her yalancı ve günahkâr kişinin! O, Allah’ın kendisine okunan ayetlerini işitir de sonra büyüklük taslayarak sanki hiç onları duymamış gibi direnir. İşte onu acı bir azap ile müjdele! Ayetlerimizden bir şey öğrendiği zaman onlarla alay eder. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır!” (45:6-9)

Aşağıdaki ayet göstermektedir ki Kuran uydurulmuş bir hadis ya da bir söz değildir:
“Yemin olsun ki, onların hikâyelerinde, aklını ve gönlünü çalıştıranlar için bir ibret vardır. Bu Kuran, uydurulacak bir hadis (söz) değildir; aksine o, kendisinden öncekileri tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir topluluk için de bir kılavuz ve bir rahmettir.” (12:111)

Kuran böyle bir ifade kullanarak, Kuran’da yer almayan, insanlar tarafından uydurulan hadislerin varlığına da işaret etmektedir. Lokman Suresindeki ayetler bu anlamda önemlidir:

“İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah yolundan bilgisizce saptırmak için hadis (söz) eğlencesi satın alır ve onu alay konusu edinir. İşte böylelerine rezil edici bir azap vardır. Ayetlerimiz ona okunduğunda, böbürlenerek yüzünü çevirir. Sanki onları hiç işitmemiştir, sanki kulaklarında bir ağırlık vardır. İşte böylesini, korkunç bir azapla muştula.” (31:6-7)

Ayette bahsedilen bu kişiler inananları Allah yolundan saptırmak için “lahval hadis” yani “söze dayalı eğlence/boş söz” kullanmaktadırlar. Yukarıdaki ayet ayrıca bu insanların Kuran’ın rehberliğini duyduklarında kibirlendiklerini ve ayetlerden yüz çevirdiklerini söylemektedir. Bu insanlarla ilgili daha detaylı bilgi Enam Suresinde verilmektedir:

“Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak. Ki ahirete inanmayanların gönülleri ona ısınsın, ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçu işlemeye devam etsinler.” (6:112-113)

Ve Allah başka bir surede de şöyle buyuruyor:
“Biz senden önce hiçbir elçi ve peygamber göndermedik ki, o bir şey tasarladığında/okuduğunda, şeytan onun düşünce ve dileği içine bir şey atmış olmasın.

Ama Allah, şeytanın attığını siler, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah Bilen’dir, Bilge'dir. Bu, Allah’ın; şeytanın attığını, kalplerinde hastalık olanlara, gönülleri katılaşanlara bir deneme yapması içindir. Zalimler, geri dönülmez bir ayrılık ve kopuş içindedirler.” (22:52-53)

Ayetlerin anlattığı gibi, bu aldatıcı sözleri üretenler İslam’ın düşmanlarıdır. Ne yazık ki ayette de bahsedildiği gibi insanlar bu uydurmalara yönelebilmekteler. Şeytani akıllar bu uydurmaları Allah’a isnat etmektedirler:

“O (Şeytan) size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” (2:169)

Şeytanın, Allah’a ve elçisine isnat edilen aldatıcı sözlerini takip edenler kendilerini doğru yol üzerinde sanmaktadırlar. Bu insanlar Kuran’ın mesajına karşı bilgisiz ve kördürler:
“Kim Rahman'ın Zikri'ni (Kuran’ı) görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytanı musallat ederiz de o ona can yoldaşı olur. Bu şeytanlar onları yoldan saptırırlar. Onlarsa kendilerinin hâlâ doğru yol üzerinde olduklarını sanırlar.” (43:36-37)

Bizler bu şeytani uydurmalara karşı tetikte olmalı, Allah’ın Kitap’ında yer alan gerçek kutsal öğretilere yoğunlaşmalıyız. Yukarıda değinilen tüm ayetler göstermektedir ki Kuran’a benzer ya da denk bir şey yoktur. Yine ayetler göstermektedir ki Kuran, elçinin sözü ve Allah’ın elçisine verdiği hadistir. Ayrıca Allah insanlara Kuran’dan sonra hangi “hadis”e inanacaklarını sormuş, şeytani fikirlere sahip insanların yanlış sözler uyduracağını ve bunları kutsal gerçekler olarak sunacağını bize ayetleriyle bildirmiştir. Biz inananlara düşen sadece Allah’ın Kitap’ına tutunmak ve din diye sunulan uydurmalardan uzak durmaktır.

pramid
3. October 2012, 04:16 PM
Yanlış İddia 7

Kuran rehberlik için gereken her şeyi içermez. Dinle ilgili konularda kaynak olarak yeterli değildir.

Düzeltme 7

Şimdi ayetlere bakarak Allah’ın, Kuran’ı kullarına rehberlik için yeterli bir kaynak olarak yaratıp yaratmadığını inceleyelim.

KURAN KUTSAL REHBER OLARAK GEREKEN HER ŞEYİ İÇERİR

“Sana bu Kitap'ı indirdik ki her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlar’a da bir müjde olsun.” (16:89)

“Yemin olsun ki, resullerin hikâyelerinde, aklını ve gönlünü çalıştıranlar için bir ibret vardır. Bu, uydurulacak bir hadis (söz) değildir; aksine o, kendisinden öncekileri tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir topluluk için de bir kılavuz ve bir rahmettir.” (12:111)

KURAN TAM BİR HAYAT KILAVUZU İÇERİR

“Rabbinin sözü, doğruluk ve adaletle tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O, İşiten’dir, Bilen’dir.” (6:115)

“…Biz Kitap'ta hiçbir şeyi noksan bırakmadık…” (6:38)

“Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, deniz de arkasında yedi deniz daha katılarak yardımcı olsa, Allah’ın kelimeleri tükenmez. Allah Üstün’dür, Bilge’dir.” (31:27)

KURAN EKSİK BİR KİTAP DEĞİLDİR

“Allah size Kitap'ı ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah’ın dışında bir hüküm koyucu mu arayayım?” (6:114)

“Yemin olsun ki, biz onlara, ilme uygun biçimde, ayrıntılı kıldığımız bir Kitap getirdik. İnanan bir topluluk için bir kılavuz, bir rahmettir o.” (7:52)

“Bilgi ile donanmış bir toplum için ayetleri, Arapça bir Kuran halinde ayrıntılı kılınmış bir Kitap’tır bu.” (41:3)

“Biz, öğüt alacak bir kavim için ayetleri ayrıntılı olarak açıkladık.” (6:126)

“İşte iyi düşünecek kavimler için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz.” (10:24)

“İşte biz ayetlerimizi, aklını kullanacak bir kavim için böylece açıklıyoruz.” (30:28)

“Bu Kuran Allah’tan başkası tarafından uydurulmuş bir şey değildir. Ancak kendinden öncekini doğrulayan ve o Kitap'ı açıklayandır. Onda şüphe yoktur, o âlemlerin Rabbindendir.” (10:37)

KURAN AÇIK VE YALIN BİR KİTAPTIR; ANLAM AÇISINDAN MUĞLAK DEĞİLDİR

“Elif. Lâm. Râ. Bu, Bilge ve her şeyden haberdar olan tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir Kitap’tır.” (11:1)

“Hâ, Mîm! Apaçık Kitap’a andolsun ki, Biz, anlayıp düşünmeniz için onu Arapça bir Kuran kıldık.” (43:1-3)

“Hâ. Mîm. Apaçık olan Kitap'a andolsun ki.” (44:1-2)

“Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” (3:118)

“Andolsun biz Kuran'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?” (54:17)

KURAN İNANANLAR İÇİN YETERLİDİR

“Karşılarında okunup duran bir Kitap’ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.” (29:51)

Tüm bu ayetler kesin olarak göstermektedir ki, Allah’ın Kitap’ı tamdır, kutsal rehber olarak yeterlidir, dini ilgilendiren konuları açıklar, anlamı açıktır, inananlar için yeterlidir ve tüm zamanlar içindir.

KURAN TÜM ZAMANLAR İÇİN İNDİRİLMİŞTİR

Allah’ın Kuran’da verdiği kutsal rehberlik kalıcıdır, tüm zamanlar içindir. Ancak ayrıntısı verilmeyen konularda, Kuran’daki değişmez kanunlar göz önünde bulundurularak düzenlemelere gitmek gerekebilir. İnsanların koyduğu bu kanunlar, Kuran’da getirilen kanunlar gibi değildir. Zamanın ve mekânın gerektirdiği şartlara göre değişim gösterebilir. Kuran’ın hükümleri ise zaman ve mekâna göre değişmez:

“Rabbinin sözü, doğruluk ve adaletle tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir.” (6:115)

pramid
3. October 2012, 04:18 PM
Yanlış İddia 8

Haşr Suresi’nde şöyle buyurulmaktadır: “Elçi size ne verdiyse onu alın, sizi neden alıkoyduysa ondan da sakının.” O halde geleneklerin ve hadis külliyatının bize öğreti olarak verdiklerini kabul etmeli, bizden yasakladıklarından kaçınmalıyız. Ayrıca Nisa Suresi 65. ayette belirtildiği gibi insanlar Allah’ın elçisini aralarındaki anlaşmazlıklarda hakem kabul etmedikçe ve onun kararlarına içten bir şekilde uymadıkça inanmış sayılmayacaklardır. Bu ayet de geleneksel kitapların ve hadis kitaplarının önemini vurguluyor.

Düzeltme 8

İlk olarak şu bilinmelidir ki, geleneksel din savunucularının sık sık başvurdukları Haşr Suresi’ndeki ayetin bu parçası içeriğinden koparılarak verilmektedir. İçeriği anlamak için Haşr Suresi’ndeki o ayetlere bakalım:

“Allah'ın o ülkelerin halklarından elçisine ganimet bıraktığı şeyler Allah'ın ve elçisinindir. Yani akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara verilmelidir ki zenginlerinizin arasında tekelleşmesin. Elçinin size verdiğini alın; ancak onun size vermediğinden uzak durun. Allah'ı dinleyin. Allah'ın cezalandırması çetindir. Sözü edilen o mallar, göçmen yoksullar içindir. Onlar ki, yurtlarından çıkarılıp mallarından yoksun bırakılmışlardır; Allah’tan bir lütuf ve bir hoşnutluk peşindedirler; Allah’a ve elçisine yardım ederler. İşte onlardır, özü-sözü doğru olanlar.” (59:7-8)

Yukarıdaki ayet açıkça ortaya koymaktadır ki “Elçi size ne verdiyse onu alın, sizi neden alıkoyduysa ondan da sakının” ifadesi peygamberin insanlar arasında yaydığı öğretileriyle ilgili değil, ganimetlerin ihtiyaç sahiplerine dağıtımıyla ilgilidir. Dahası, burada geçen ve genel bağlamından kopartılan ifade peygamberin insanlar arasında yaydığı öğretilere işaret etseydi dahi, bu ifadeden hadisleri anlamak mümkün olmazdı. Kuran, peygamberin insanlar arasında yaydığı öğretilerin neler olduğu ve peygamberin insanları nelerden alıkoyduğu konusunda gayet nettir. Peygamber, insanlara kutsal öğreti olarak sadece Kuran’ı yaymaktadır. Bu görüş aşağıdaki ayetlerle de desteklenmektedir:

“Biz onların neler söylediklerini çok iyi biliyoruz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. O halde, benim tehdidimden korkanlara Kuran'la öğüt ver.” (50:45)

“Allah size Kitap'ı ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah’ın dışında bir hüküm koyucu mu arayayım?” (6:114)

“Bu Kuran bana vahiy olundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım.” (6:19)

“Bu bizim indirdiğimiz bir Kitap’tır. Kutsal ve bereketli. Artık O’na uyun ve sakının ki size merhamet edilsin.” (6:155)

Peygamber bize kutsal öğreti olarak Kuran’ı verirken, Allah’ın Kitap’ından başka rehber edinmememiz hususunda bizi uyarmıştır:

“De ki, ‘Doğru sözlü iseniz, Allah katından bu ikisinden (Kuran ve Tevrat’tan) daha iyi yol gösteren bir kitap getirin, ben ona uyayım.’” (28:49)

“Bir Kitap’tır bu; sana indirildi, onunla uyarıda bulunasın diye ve inananlar için bir öğüt ve düşündürme olarak... O halde, bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın. Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden birtakım velilerin ardına düşmeyin. Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” (7:2-3)

“Oysa biz onlara ders alacakları kitaplar vermemiştik ve kendilerine senden önce bir uyarıcı göndermemiştik.” (34:44)

Tüm bu ayetler şu gerçekleri ortaya çıkarmıştır: İlk olarak, Haşr Suresi 7. ayette kullanılan ifade bağlamından koparılarak kullanılmıştır. Ganimetlerin paylaşılması ile ilgili olan bu ifade peygamberin yaydığı öğretilerle ilgili gibi gösterilmiştir. İkinci olarak, bu ayetin peygamberin genel öğretileri ile ilgili olduğunu varsaysak da, Kuran peygamberin insanlara hangi kutsal öğretileri verdiği ve onları hangilerinden alıkoyduğu konusunda açıktır. Allah, elçisinden, inananlara sadece Kuran ile öğüt vermesini istemektedir:

Şimdi, Nisa Suresi’ndeki ayete bakalım:

“Hayır, Rabbine yemin olsun ki iş, onların sandığı gibi değil. Onlar, aralarında çıkan karmaşık işlerde seni hakem yapıp verdiğin hükümle ilgili olarak, içlerinde hiçbir burukluk duymadan tam bir teslimiyete ulaşmadıkça iman etmiş olamazlar.” (4:65)

Bu ayette insanların anlaşmazlıklarında elçiyi aralarında hakem yapmaları ve onun kararlarına tam olarak uymaları gerektiği söylenmekte. Peki elçi insanlar arasında nasıl hakemlik yapacaktır? Kendi kişisel fikri doğrultusunda mı karar verecektir? Kuran bize bu sorunun cevabını da vermektedir:

“Sen de aralarında, Allah’ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma. Dikkat et de Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni uzaklaştırıp fitneye düşürmesinler. Eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah onları bazı günahları yüzünden belaya çarptırmak istiyor. Zaten insanların birçokları doğru yoldan iyice sapmış bulunuyorlar.” (5:49)

Elçi insanlar arasında hakemlik görevini yürütüyordu. Ancak, yukarıdaki ayetin de işaret ettiği gibi, bunu yaparken kişisel değer yargılarına ve fikirlerine göre değil Kuran’a göre hüküm veriyordu.

Nahl Suresi’ndeki 64. ayet bu konuyu daha da aydınlatmaktadır:

“Bu Kitap'ı sana yalnız şunun için indirdik: Hakkında ayrılığa düştükleri şeyi onlara iyice açıklayasın ve Kitap, iman eden bir topluluk için kılavuz ve rahmet olsun.” (16:64)
Sonuç olarak, tüm bu ayetlerin gösterdiği gibi peygamber insanlar arasında hüküm verirken Allah’ın Kitap’ını kullanmıştır ve insanlar arasındaki anlaşmazlıklar, başka bir kaynak ya da fikir ile değil, Kuran ile çözülmüştür.

pramid
3. October 2012, 04:19 PM
Yanlış İddia 9

Vahiy iki türlüdür. Birincisi “vahy-i metluv” yani Kuran’da yer alan ve inananlara okunan vahiydir. İkinci tip vahiy ise “vahy-i gayri metluv”dur ki bu tip vahiy Kuran’da yer almaz. Bu ikinci tip vahyi, gelenek ve hadis kitaplarında bulabiliriz.

Düzeltme 9

Daha önce gösterdiğimiz kanıtlar ortaya koymuştur ki Allah’ın Hz. Muhammed’e gönderdiği tek vahiy Kuran’dır. Kuran, vahiy olan tek kaynaktır ve inananlara okunmuştur. Aşağıdaki ayetler, vahyin inananlara okunan ve okunmayan olmak üzere iki tür olduğu iddiasını çürütmektedir.

Rad Suresi’nde Allah’ın elçi göndermekteki amacının, elçinin kendisine indirileni inananlara okuması olduğunu görüyoruz. Bu ayet gösteriyor ki vahiy sadece okunmak içindir.

“Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği bir ümmete gönderdik ki, sana vahiy ettiğimizi onlara okuyasın. Onlar Rahman'ı inkâr ediyorlar. De ki: O benim Rabbimdir. O'ndan başka tanrı yoktur. O'na güvendim ve dönüş sadece O'nadır.” (13:30)

Bu ayette geçen “sana vahiy ettiğimizi onlara okuyasın” ifadesi açıkça ortaya koymaktadır ki vahyin tek türü “vahy-i metluv”dur, yani okunan vahiydir.

Fatır Suresi’nde vahyin Allah’ın Kitap’ında sunulduğu ve kesin gerçeği içerdiği belirtiliyor:

“Kitap'tan sana vahiy ettiğimiz, kendinden öncekini doğrulayıcı olarak gelen gerçektir.
Allah, kullarından tam haberdardır, onları iyice görmektedir.” (35:31)

Aşağıdaki ayetin de işaret ettiği gibi, elçinin görevi kendisine vahiy edileni insanlara okumaktır:

“Rabbinin Kitabı'ndan sana vahiy edileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın.” (18:27)

Ve elçi, Allah’ın Kitap’ında bulunan vahiy ile insanları uyarmıştır:

“Bu Kuran bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahiy olundu.” (6:19)

“De ki: ‘Ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum.’ Ama sağırlar, uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler ki!” (21:45)

Kuran ayetlerinin açıkça ortaya koyduğu gibi vahiy sadece okunan türdedir. Peygambere okunan ve okunmayan olmak üzere iki çeşit vahyin geldiği iddiası Kuran tarafından onaylanmaz. Hüküm de, rehberlik de, öğüt de sadece o Kitap’tadır:

“Allah size Kitap'ı ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah’ın dışında bir hüküm koyucu mu arayayım?” (6:114)

“Yemin olsun ki, biz onlara, ilme uygun biçimde, ayrıntılı kıldığımız bir Kitap getirdik. İnanan bir topluluk için bir kılavuz, bir rahmettir o.” (7:52)

“Andolsun biz Kuran'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?” (54:17)

“Karşılarında okunup duran bir Kitap’ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.” (29:51)

pramid
3. October 2012, 04:21 PM
Yanlış İddia 10

Kuran’ı anlamak için “esbab-ı nüzul”u (ayetin iniş sebebini) bilmeliyiz. Çünkü bir ayetin neden ve nasıl bir tarihsel arka plan ile vahiy edildiği konusunda bilgilenmeden Kuran’ı anlayamayız.

Düzeltme 10

Kuran, uyarıları ve emirleri sadece belli bir zaman ve mekâna hitap eden bir kitap değildir. Kuran her dönemde uygulanması gereken değişmez prensipler verir. Kuran’ın açıklanması için belli bir dönemle ilgili tarihsel rivayetlere ihtiyaç olduğunu iddia etmek, Kuran’ı belli bir döneme hapsetmek ve onu varsayımlara bağlamaktır. Oysa Allah, Kuran’ı “herkes için bir öğüt” (81:27) ve “insanlara kılavuz” (2:185) olarak niteleyerek bu görüşe karşı çıkmaktadır. Kuran, ayetlerin de gösterdiği gibi tüm insanlar için, her yerde ve zamanda toplumun inşası veya yeniden inşası için gerekli kutsal prensipleri sunar. İnsanlığın olduğu her yerde, Kuran’ın kutsal değerleri geçerlidir. Bu değerler kalıcı, sürekli ve değişmezdir. Zamanın ve mekânın şartlarına göre değişiklik göstermez. Kuran’ın bu değişmez hükümleri geçmişte ne kadar uygulanabilirse şimdi de o kadar uygulanabilir. Kuran’da anlatılanlar, hatta geçmiş kavimler ve elçiler hakkında anlatılanlar bile, tarihi hikâyeler olarak sunulmamaktadır. Bu tarihsel anlatılar bize bazı prensipleri öğretir. Bize düşen görev tüm Kuran’ı bir rehber ve içinde yaşadığımız zaman için bir ışık olarak düşünmek, günümüz sorunlarının çözümlerini bu kutsal uyarı ve emirlerde aramaktır. Geçmişte yaşandığı iddia edilen tarihsel rivayetleri araştırmaya çalışıp, Allah’ın Kitap’ını bu rivayetlere tabi kılmak büyük bir hatadır.
Yusuf Suresi’nde bu konu hakkında bir hatırlatma yapılmaktadır:

“Yemin olsun ki, onların hikâyelerinde, aklını ve gönlünü çalıştıranlar için bir ibret vardır. Bu Kuran, uydurulacak bir hadis (söz) değildir; aksine o, kendisinden öncekileri tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir topluluk için de bir kılavuz ve bir rahmettir.” (12:111)
Hud Suresi’nde de benzer bir hatırlatma vardır:

“Elçilerin haberlerinden, kendisiyle kalbini destekleyip sağlamlaştıracağımız her şeyi sana anlatıyoruz. Bunun içinde sana gerçek gelmiştir. Bunda, inananlar için bir öğüt ve hatırlatma da vardır.” (11:120)

Görüldüğü gibi, Kuran’da geçmiş nesiller ve elçiler hakkında verilen tüm örnekler, tarihsel hikâye oldukları için değil, insanlara kutsal rehber oldukları ve ahlaki dersler verdikleri için indirilmiştir. Allah, bir yandan Kitap’ının tüm zamanlar için bir rehber olduğunu ve her dönemde uygulanabilir olduğunu belirtirken, bir yandan da bazı insanların Kuran’ı belli bir zamanla kısıtlı göreceklerini ve onun günümüzde anlaşılamayacağını iddia edeceklerini söylemektedir:

“Hiç kuşkusuz Allah, onların sakladıklarını da açığa vurduklarını da biliyor. Hiç kuşkusuz, O, büyüklük taslayanları sevmiyor. Onlara, ‘Rabbiniz ne indirdi’ dendiğinde şöyle dediler: ‘Öncekilerin masallarını.’” (16:23-24)

Bir diğer ayette de Allah şöyle buyuruyor:

“Şunların hiçbirine itâat etme: yemin edip duran, aşağılık, kötüleyen, söz götürüp getiren. Hayrı engelleyen, saldırgan, günahkâr. Kaba ve kötülükle damgalı. Mal ve oğullar sahibi olmuş diye… Ayetlerimiz ona okunduğunda şöyle der: ‘Daha öncekilerin masalları!’” (68:10-15)

Yukarıdaki ayette açıkça görmekteyiz ki Allah’ın Kitap’ını belli bir dönemle kısıtlamak inanmayanların yaptığı bir eylemdir. Dahası, esbab-ı nüzul -yani vahyin iniş nedeni ve ayetlerin indirilmesiyle ilişkilendirilen tarihsel arka plan- bilinmeden Kuran’ın anlaşılamayacağını iddia edenler, bizi şu konuda bilgilendirmelidirler: Allah’ın Kitap’ını bağımlı kıldıkları külliyat, Kuran’ın her ayeti hakkında tarihsel koşulları içeriyor mu? Bu konuda tek bir tutarlı bilgi seti mevcut mu? İslam dünyası bu konuda hatasız, çelişkisiz bir kaynağa mı sahip yoksa her mezhebin kendine ait bir esbab-ı nüzul’u mu var? Kuşkusuz, Allah’ın tutarsızlıklardan uzak, anlamı açık olan, her dönem uygulanabilen Kitap’ını; eksik, kendi içinde ve bilimin verileriyle çelişkili, bir kısmının belli mezheplerce reddedilip, bir kısmının kabul edildiği, Kuran’ın vahyi sürerken doğmamış insanlar tarafından zanna dayanarak ve sapkınca toplanmış bir kaynağa bağımlı kılamayız. Kuran, yorumlanması için birbirleriyle çelişen ve mantığa aykırı olan bu rivayetlere ihtiyaç duymamaktadır. Kuran’ın dediği gibi, “zan” hiçbir zaman “kesin gerçek”e eşit olamaz:

“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak yalan söylerler.” (6:116)

pramid
3. October 2012, 04:23 PM
Yanlış İddia 11

Kuran, bazı ayetlerinde elçinin, Kitap’ın ve “hikmet”in (yani bilgeliğin) bilgisini vermekle görevli olduğunu belirtir. Kitap ile Kuran kastedilirken, hikmet ile Kuran dışında, okunmayan, peygambere verilmiş ve gelenek kitaplarında bulunan gizli bir vahiy kastedilir.

Düzeltme 11

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Kuran bir kavram verdiği zaman onu havada bırakmaz, açıklar. Bazı Kuran ayetlerinde Allah’ın elçisinin, Kitap’ın ve hikmetin bilgisini vermekle görevli olduğu söylenir. İşte bu noktada, Kuran bizlere Kitap’ın ve hikmetin ne olduğunu açıklamaktadır:

“‘Rabbimiz! İçlerinden onlara, senin ayetlerini okuyacak, kendilerine Kitap'ı ve hikmeti öğretecek, onları temizleyip arındıracak bir elçi gönder. Sen, evet sen, Yücesin, Bilgesin.’” (2:129)

“Yemin olsun ki, Allah müminlere lütufta bulunup onları minnettar bırakmıştır: Kendi içlerinde onlara öyle bir elçi gönderdi ki, onlara Allah’ın ayetlerini okuyor, onları temizleyip arındırıyor, onlara Kitap'ı ve hikmeti öğretiyor. Oysaki onlar, bundan önce açık bir sapıklığın tam içindeydiler.” (3:164)

Yukarıdaki ayetlerde ve birçok benzerlerinde elçinin Kitap’ı ve bilgeliği vermekle görevli olduğu söyleniyor. Kitap ile kastedilenin Kuran olduğunu aşağıdaki ayetler göstermektedir:
“Elif. Lâm. Mîm. İşte sana o Kitap! Kuşku yok onda. Bir kılavuzdur o, sakınanlar için.” (2:1-2)

“Rabbinin Kitapı'ndan sana vahiy edileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın.” (18:27)

Ancak gelenekselciler, hikmet yani bilgelik ile kastedilenin Kitap dışında bir kaynak olduğunu ve bu kaynağın elçiye indirilen başka tür bir vahiy olduğunu iddia etmektedirler. Onlara göre hikmet olarak tanımlanan, okunmayan, bu gizli vahiy Kuran’da yer almaz. Bu kişilerin iddiasına göre hikmet olarak tanımlanan vahiy ancak onların mezhepleri tarafından onaylanmış geleneksel kaynaklarda yer alır.

Ne var ki geleneksel kaynakları hikmet yani bilgelik olarak tanımlamak çok hatalıdır. Zira, aşağıda da şahit olacağımız gibi Kuran kendisinden hikmet olarak bahsetmektedir. Kuran’daki kutsal değerleri sıraladıktan sonra Allah şöyle buyurmaktadır:

“İşte bunlar, Rabbinin sana vahiy ettiği hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilah edinme; sonra kınanmış ve uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.” (17:39)

Bu ayet Kuran’ın kendisinin hikmet olduğunu göstermektedir. Hikmet, yani bilgelik, Allah’ın Kitap’ının niteliklerinden birisidir. Kamer Suresi’nde bu gerçek tekrar edilmiştir:

“Andolsun onlara, kötülüklerini engelleyecek nice önemli haberler gelmiştir. Bu, büyük bir hikmettir. Fakat uyarılar yarar sağlamıyor.” (54:4-5)

Son olarak, hikmetin Kuran dışında, okunmayan bir vahye karşılık geldiğini iddia edenlerin yanıldıklarını aşağıdaki ayet de göstermektedir. Ayet, hikmetin okunan bir vahiy olduğunu anlatıyor. Ayette peygamberin eşlerine şu hatırlatma yapılıyor:

“Evlerinizde Allah’ın ayetlerinden ve hikmetten okunanları hatırlayın. Kuşkusuz, Allah Latîf'tir, Haberdar’dır.” (33:34)

Yukarıdaki ayet açıkça ortaya koymaktadır ki, hikmet de okunmaktadır, dolayısı ile bu ayet hikmetin okunmayan bir vahiy türü olduğu iddiasını geçersiz kılmaktadır.

Daha önce gördüğümüz gibi Kuran, hikmetin Kuran dışında bir vahiy olmadığını, ancak Kuran’ın niteliklerinden birisi olduğunu ortaya koymaktadır. Allah tüm elçilerine “Kitap”ı, yani toplum için gerekli olan yasa ve emirleri, vermiştir. Bunun yanında Allah insanlara o yasaların ardındaki bilgeliği ve gerekçeyi de vermiştir. Böylece bizi, o kutsal yasayı toplumumuzda uygulamakla elde edeceğimiz faydaları düşünmeye çağırmıştır.
Bu konuda bir örnek verelim. Örneğin, Kuran bir ayetinde inanan kadınlara iffetli giyinmelerini öğütledikten sonra bu yasanın arkasındaki bilgeliği -yani hikmeti- şöyle açıklıyor:

“Bu (giyim tarzı), onların tanınmaları ve incitilmemeleri için çok daha uygun bir yoldur. Allah Bağışlayan’dır, Esirgeyen’dir.” (33:59)

Birçok ayet Kuran’dan bilgeliklerle -hikmetlerle- dolu kitap olarak bahseder. Aşağıdaki iki ayet gibi:

“Yâ. Sîn. Yemin olsun o hikmetlerle (bilgeliklerle) dolu Kuran'a ki, hiç kuşkusuz, sen, gönderilen elçilerdensin.” (36:1-3)

“Elif. Lâm. Mîm. İşte sana, o hikmetlerle (bilgeliklerle) dolu Kitap'ın ayetleri. İyilik ve güzellik sergileyenlere bir merhamet ve bir kılavuz olarak.” (31:1-3)

Ayetlerin de gösterdiği gibi, hikmet Kuran’ın dışında, okunmayan bir vahiy türü değildir.

Tersine hikmet, Allah’ın Kitap’ının bir ismidir ve kutsal yasaların arkasındaki akıl ve mantığa karşılık gelir. Hikmet kavramı ile kastedilenin mezheplerin geleneksel kitapları olduğunu iddia edenlere şu sorulmalıdır: Allah, Kuran boyunca Davut Peygamber’e (2:215), İsa Peygamber’e (3:48), İbrahim Peygamber’in takipçilerine (4:54) ve Lokman Peygamber’e de (31:12) hikmet verdiğini söylemektedir. Eğer Allah gerçekten de hikmet ile geleneksel mezhep kitaplarını kastediyorsa, bu peygamberlere de geleneksel mezhep kitapları mı verilmiştir?

pramid
3. October 2012, 04:27 PM
Yanlış İddia 12

Din ile ilgili konularda “akıl”a yer yoktur. Kutsal mesajı ya da atalarımızın yorumlarını akıl ile anlama teşebbüsünde bulunmamalıyız. Bize düşen onların bizi yönlendirdikleri şeye mütevazı bir şekilde boyun eğmektir. Aklın, Kuran ile ilgili konuları anlamakta kullanılması yasaklanmıştır. Bu yasağa uyarak, atalarımızın bize dinen doğru olarak sunduklarını takip etmeli ve aklımızı devreye sokmamalıyız.

Düzeltme 12

Allah’ın mesajını kavramada, aklın önemsiz olduğunu iddia etmek büyük bir hatadır. Kuran birçok ayetinde insan aklına atıfta bulunmuştur. Kuran’da, kutsal mesajı anlamak için düşünme yeteneklerini kullanmayan insanlar kınanırlar:

“Çünkü hareket eden varlıkların (yaratıkların) Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir.” (8:22)

Bu durum insanın aklını kullanmadığı zaman düşeceği durumu açıkça betimlemektedir. Böyle bir insan, Kuran’a göre, sadece bu dünyada değersiz ve bayağı bir hayat yaşamakla kalmaz, ahiretini de mahveder:

“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehenneme mahkûm ettik. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (7:179)

Furkan Suresi ise Kuran’ın mesajına karşı aldırışsız kalanları şu şekilde nitelendirmiştir:
“Yoksa sen bunların çoğunun işittiklerini, akıl ettiklerini mi sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, hatta yolca, hayvanlardan da şaşkındırlar.” (25:44)

Kutsal mesajın, akılcı bir şekilde analiz edilmesinin önemi aşağıdaki ayettekinden daha net vurgulanamazdı. Ayette cehennem halkı, dünyada iken “akıl”a sahip olduklarını ama onu hayırlı bir amaç için kullanmadıklarını, bu yüzden şimdi cehennemde bulunduklarını itiraf ediyorlar:

“Ve: ‘Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık!’ diye ilave ederler.” (67:10)

Yasin Suresi’nde, yine bu kişilere akıllarını kullanma görevlerini yerine getirmedikleri hatırlatılır:

“Yemin olsun, şeytan, içinizden birçok nesli saptırmıştı. Aklınızı hiç işletmiyor muydunuz? Alın size, tehdit edildiğiniz cehennem!” (36:62-63)

O halde, ayetlerin de gösterdiği gibi Kuran akla düşman değildir ve onu insanların ruhsal gelişiminde bir engel olarak görmez. Tersine, Allah, insanları akıllarını kullanarak Kuran üzerine derin derin düşünmeye teşvik etmiştir. Nitekim, Kuran akla dikkat çeken ayetlerle doludur. Örneğin:

“Kuran'ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başka birinin katından gelseydi, elbette ki onun içinde birçok çelişki bulacaklardı.” (4:82)

“Onlar bu sözü hiç düşünmediler mi?” (23:68)

“Sana bu mübarek Kitap'ı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” (38:29)

“Yine de düşünmeyecek misiniz?” (6:50)

“Derin derin düşünen bir topluluk için ayetleri böyle ayrıntılı olarak veriyoruz.” (10:24)

“Yemin olsun, size bir Kitap gönderdik ki, öğüt ve uyarınız ondadır. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız?” (21:10)

“Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” (3:118)

“İşte bunlardır, Allah’ın kendilerine lanet edip kulaklarını sağır, gözlerini de kör ettiği kimseler... Peki bunlar, Kuran'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?” (47:23-24)

Kuran, defalarca kez akıl ve anlayışa atıfta bulunur. Birçok ayet göstermektedir ki Kuran insan hayatında akla önemli bir yer verir. Allah’ın elçisi de insanlardan kendisine körü körüne itaat etmelerini istememiştir. Onun yerine onları düşünmeye ve kafa yormaya çağırmıştır.

Aşağıdaki ayetler ve diğer birçok ayet Kuran’ın düşünmeyi teşvik ettiğini gösteriyor:

“Size bir tek öğüt vereceğim: Allah için ikişer ikişer ve teker teker ayağa kalkın, sonra da düşünün!” (34:46)

Allah insanlardan düşünmelerini ve anlama yeteneklerini kullanmalarını bekliyor. Eğer insan bunu yaparsa doğru yolu bulacaktır. Dosdoğru yol ancak aklın ve Allah’ın Kitap’ındaki vahyin ortak yardımı ile keşfedilir ve takip edilir. Bu rehberlik kaynakları birbirinin tamamlayıcısıdır. Eğer olması gereken yerlerinde tutulurlarsa aralarında bir çelişki olmaz. Bu yüzden Allah’ın elçisine Kuran’da şu söylettirilmiştir:

“De ki, ‘Benim yolum şudur: Basiret (akıl) ile kavranabilen açık bir delille Allah’a çağırırım, aynı şekilde beni izleyenler de... Allah Yücedir, ben ortak koşan birisi değilim.’” (12:108)
Kuran bir yandan aklın ve kavrama yeteneğinin önemini vurgularken, bir yandan da insanların dinî konularda bir kutsal rehbere sahip olmamaları durumunda atalarını körü körüne takip edeceklerini belirtiyor. İnsanlar genellikle ebeveynlerinden ve atalarından aldıkları bilgilere inanmayı sürdürüyorlar. Bu bilgileri akıllarını kullanarak analiz etmiyorlar, eleştirel bir değerlendirmeden geçirmiyorlar. Birçok insan “Nasıl olur da büyüklerimiz ve sevdiklerimiz hatalı olabilir?” diye düşünerek atalarının inançlarını tamamen doğru kabul etmektedir. Yine bu kişiler, ebeveynleri ve sözü geçen kişiler tarafından dinî inanç ile ilgili soru sormamaya teşvik edilmiştir. Ebeveynler ve sözü geçen kişiler kendilerinin inandıkları ancak hiçbir kanıta dayanmayan öğretileri körü körüne takip etmeleri konusunda yeni nesillere telkinde bulunmaktadırlar. Miras alınan bu inançlar, çoğu zaman Allah’ın mesajını kabul etmenin önünde bir engeldir, çünkü ataların inançları çoğunlukla Allah’ın mesajı ile çelişmektedir. Allah’ın doğru ve gerçek olarak sunduğu kendilerine açıklanınca insanların verdikleri tepki şu şekilde olmaktadır: İnsanlar atalarının, Allah’ın doğru ve gerçek olarak sunduğundan başka bir şeye inandıklarını görürler ancak çoğu zaman atalarının inançlarına tutunmayı sürdürürler. Bu insanlara Kuran’ı takip etmeleri söylendiğinde mazeretleri aynı olmaktadır. Geleneğin gücü onları doğruyu aramaktan alıkoyar. Onlar doğdukları anda üyesi oldukları mezheplerini ya da tarikatlarını körü körüne takip etmeyi, rehberlik için Kuran’a danışmaya tercih ederler. Oysa Kuran’ın bu konudaki tavrı son derece nettir. “Geleneksel olmak” çoğu zaman beraberinde “doğru olma”yı getirmez.

“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine uyun!’ dendiğinde, ‘Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.’ derler. Peki, ataları bir şeye akıl erdiremiyor, doğruya ve güzele ulaşamıyor idiyseler!” (2:170)

Ataların inançlarının, çoğu zaman Allah’ın mesajını kavramakta bir engel oluşturduğunu söylemiştik. Nitekim, insanların Allah’ın elçilerine yönelttikleri itirazlar bunu kanıtlamaktadır:

Nuh Peygamber’e verilen cevap şöyledir:

“Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.” (23:24)

Hud Peygamber’e verilen cevap ise şudur:

“Sen bize tek Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin?” (7:70)

Salih Peygamber’e verilen cevap şöyledir:

“Atalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun?” (11:62)

Şuayb Peygamber’e verilen cevap şu şekilde olmuştur:

“Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor?” (11:87)

İbrahim Peygamber’in sorusuna verilen cevap şöyledir:

“Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk.” (26:74)

Yusuf Peygamber’in kavmine uyarısı ise şöyledir:

“O'nun yanında nelere kulluk ediyorsunuz? Sadece birtakım isimlere ki, adlarını siz ve atalarınız koymuştur.” (12:40)

Musa Peygamber’e ve Harun Peygamber’e ise şu karşılık verilmiştir:

“Biz geçmiş atalarımızdan bunu işitmemiştik.” (28:36)

Muhammed Peygamber de şu tepki ile karşı karşıya kalmıştır:

“Bu, sizi atalarınızın taptıklarından alıkoymak isteyen bir adamdan başkası değildir.” (34:43)
Kuran, ebeveynlerin ve ataların inançlarının körü körüne takip edilmesine şiddetle karşı çıkar. Kuran insanları doğruyu ararken akıl ve mantıklarını kullanmaya teşvik eder. Kuran, iddialarını delillerle desteklemekle kalmaz (Bakınız 4:174, 6:104), kendisine karşı çıkanlara da gerekli kanıtları sorar (Bakınız 21:24, 27:64, 2:111, 37:157).

Oysa ataların körü körüne taklit edilmesi onların görüşlerinin sorgulanmadan, kanıt aranmadan kabul edilmesi anlamına gelir. Şeytan, insanları ataların inançlarına körü körüne uymaya teşvik eder; çünkü onun asıl amacı, insanları Kuran’dan uzaklaştırmaktır:
“Onlara ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ dendiğinde, ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ derler. Ya şeytan; onları alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!” (31:21)

Ne yazık ki birçok insan, kutsal rehberlikle ilgili her konuda Allah’ın Kitap’ına yönelmek yerine atalarını takip etmekte ısrar eder:

“Yoksa onlara bundan önce bir kitap verdik de ona mı dayanıyorlar? Hayır! Sadece, ‘Biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izinde gidiyoruz’ derler. İşte böyle! Senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek oranın servetle şımarmış kodamanları mutlaka şöyle demişlerdir: ‘Biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk; onların eserlerine uyarak yol alacağız.’” (43:21-23)

Oysa bizlere düşen, aklın gereklerine ve Kuran’a bakarak atalarımızın inancını bir değerlendirmeden geçirmektir. Bize miras kalan bu inançlar Kuran’ın öğretilerini destekliyor mu yoksa Kuran ile çelişiyor mu? Eğer Kuran’ın rehberliğini gerçek anlamda hayatlarımıza taşımazsak ve atalarımızın inançlarını körü körüne, sorgulamadan takip edersek sonumuzun ne olacağını yine Kuran ayetleri söylemektedir:

“Sonra kesinlikle onların dönüşü, çılgın ateşe olacaktır. Çünkü onlar, atalarını sapık kimseler olarak bulmuşlardı. Şimdi de kendileri onların peşlerinden koşturuyorlar.” (37:68-70)

Allah o son günde şunu soracaktır:

“Ateş yüzlerini yakar; orada suratları çirkin ve gülünç bir halde bulunurlar. ‘Ayetlerim size okunmadı mı? Ve siz onları yalanlamıyor muydunuz?’ Derler ki: ‘Rabbimiz! Azgınlığımız bizi alt etti; biz, bir sapıklar topluluğu idik.’” (23:104-106)

Bu kişiler o gün bir itirafta bulunacaklardır:

“Ve ‘Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık!’ diye ilave ederler.” (67:10)

Bizler kendi yaptıklarımızdan ve inançlarımızdan sorumlu tutulacağız, atalarımızın yaptıklarından ya da inançlarından değil:

“Onlar bir toplumdu; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size aittir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.” (2:141)

Kuran bizim kendi yaptıklarımızdan sorumlu tutulacağımızı, atalarımızın yaptıklarından ve inançlarından sorumlu tutulmayacağımızı açıkça ifade ediyor. Bu yüzden atalarımızın dindarlıklarıyla ilgili tartışmalara girmek anlamsızdır. Genellikle mezheplerinin vefat etmiş büyüklerinin doğru yola kılavuzlanmış olduğunu ve örnek alınması gerektiğini iddia edenler bu insanların kişilikleri hakkında tahmine ve söylentilere dayalı rivayetler ortaya koyarlar. Öte yandan, onların karşıtları bu iddiaları başka bazı rivayetlere dayanarak reddedip bu kişiler hakkında farklı bir resim çizerler. Tüm bu mezhepçi, hizipçi iddialar bizimle beraber olmayan ve kendilerinden sorumlu tutulmayacağımız atalarımız ile ilgilidir. Bu yüzden onlarla alakalı tartışmaya girmek anlamsızdır. Eğer atalarımız kutsal değerlere uygun bir hayat sürdülerse ödüllerini alacaklardır. Ancak bizler, haklarında kesin bilgiye sahip olmadığımız ve yaptıklarından sorumlu tutulmayacağımız kişilerin taraftarı olmamalıyız. Hakkında bilgiye sahip olmadığımız konularda tartışmak bizi bir yere götürmeyecektir. Kuran bizden bu tür faydasız tartışmalara girmememizi ister:

“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17:36)

Kuran doğru bilginin önemini vurgular ve bizlerden onu kabul edip ona uygun şekilde davranmamızı ister. Doğru bilginin dışında kalan ve güvenilir bir rehber olmaktan uzak olan sanılar ise reddedilir. Kuran’ın bir ayetinde dediği gibi:

“Sanı gerçeğin yerini tutamaz.” (53:28)

Varsayımlarla yetinmek bize verilen aklı reddetmek anlamına gelir. Bir insan Kuran’a yeni düşüncelere açık bir zihin ile yaklaşmalı, bunu gerçekleştirirken de yerleşmiş fikirleri ve önyargıları bir kenara bırakmalıdır. Doğruyu araştırırken duygusal eğilimler yerine aklın yeteneklerinden faydalanılmalıdır. Bunlar, Kuran’a göre, kutsal rehberi anlamanın temel gereklilikleridir. Kuran’a bu şekilde yaklaşmayanlar için Kuran mühürlü bir kitap olarak kalacaktır.

Sonuç olarak, Allah’ın vahyi olan Kuran ile akıl arasında bir çatışma yoktur. Tersine ikisi birbirini tamamlamaktadır. Kuran bizden mesajını kavramamız için aklımızı kullanmamızı isterken bize atalarımızı körü körüne taklit etmememiz konusunda uyarıda bulunur. Bizler doğruya ulaşmak için sanıya ve miras aldığımız geleneğe güvenmek yerine doğrudan Kuran’a gitmeli, dini tek gerçek kaynağından öğrenmeliyiz.

pramid
3. October 2012, 04:28 PM
Yanlış İddia 13
Din adamları (imamlar, mollalar ve benzerleri) dinin muhafızlarıdır. Kutsal mesajın yorumlanmasında onları yegâne otorite olarak görmeli ve alçakgönüllü bir tavırla bize verdikleri bilgileri almalıyız. Din adamlarının doğruladığı hiçbir şeye karşı gelmemeliyiz çünkü onlar Allah’ın elçilerinin soylarından gelmektedirler.

Düzeltme 13

Dünyadaki inançların hemen hepsi din adamlarını dinin muhafızları olarak görürken Kuran bu yaygın görüşü reddeder, din adamlarının aslında Allah’ın indirdiği dinin gerçek düşmanları olabileceğini belirtir ve din adamlarının dine zarar verebileceğine dikkatlerimizi çeker. Tevbe Suresi’nde Allah şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler, gerçek şu ki, Yahudi ve Hristiyan din adamlarının çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele.” (9:34)

Allah, Yahudi ve Hristiyan din adamlarının hatalarından bahsederek Müslümanlar’ı aynı yanlışlara düşmemeleri konusunda uyarmıştır. Tüm bu uyarılara rağmen birçok Müslüman din adamı kurallar icat edip bu kuralları Allah’a dayandırarak insanları Allah’ın Kitap’ında tarif ettiği doğru yolundan alıkoyar. Ayrıca bu kişiler takipçilerine kendilerine ne öğretilirse sorgulamadan kabul etmeleri konusunda eğitim verirler. Böylece takipçilerin akıl etme yetenekleri körelecek, bu kişiler din adamları tarafından uydurulmuş öğretilerin kutsal doğru olduğuna inandırılacaklardır. Kuran bu konudaki rahatsızlığı şöyle dile getirmektedir:

“Kendi elleriyle bir kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için ‘Bu Allah katındandır’ diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!” (2:79)

Şura Suresi’nde şeriat yasaları uydurup bunları Allah’a ve elçisine isnat edenlerden bahsedilmektedir:

“Yoksa onların, dinden, Allah’ın izin vermediği şeyi kendileri için yasalaştıran ortakları mı var? Kesin ayrıma ilişkin söz olmasaydı, aralarında hüküm mutlaka verilirdi. O zalimler var ya, onlar için acıklı bir azap öngörülmüştür.” (42:21)

Allah’ın bizlere verdiği en mükemmel armağanlardan birisi düşünme yeteneğidir. Bu yeteneği akıllıca kullanmalıyız. Kuran bizi, bir şeyi, onun doğruluğu ile ilgili akılcı kanıtlar bulmadan kabul etmememiz konusunda uyarmaktadır. Kaynağı ne kadar “dindar” olursa olsun:
“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17:36)

Yukarıdaki ayet açıkça şu uyarıda bulunmaktadır ki hiçbir bilgiyi Allah’ın bize verdiği akıl ve duyuların süzgecinden geçirmeden kabul etmemeliyiz. Herhangi bir fikri veya fikir sahibini körü körüne, kutsal kaynağa bakıp doğruluğunu kontrol etmeden takip etmek trajik sonuçlara gebedir. Kuran bu konuda şunu söylemektedir:

“Hepsi toplu halde, Allah’ın huzuruna çıkmış olacaklar. Ezilip horlananlar, büyüklük taslayanlara diyecekler ki: ‘Biz sizin izleyicileriniz idik. Şimdi siz Allah’ın azabından bir kısmını bizden uzaklaştırabilir misiniz?’ Cevap verecekler: ‘Allah bize kılavuzluk etseydi elbette biz de size kılavuzluk ederdik. Şimdi inleyip feryat etsek de sabretsek de bir. Sığınacak hiçbir yerimiz yok.’” (14:21)

Körü körüne takip edenler ile liderleri, yargılama gününde birbirlerini reddedeceklerdir:
“O zaman, izlenenler, kendilerini izleyenlerden uzaklaşıp gitmişlerdir. Azabı gördüler artık, aralarındaki bağlar parçalanıp koptu. İzleyenler şöyle demiştir: ‘Ne olurdu bir kez daha imkân verilse de şunların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak.’ Böylece Allah, yapıp ettiklerini pişmanlığa dönüştürür. Artık ateşten çıkamazlar.” (2:166-167)
Dini liderlerimizin ve kutsal saydığımız kişilerin öğretilerini Kuran’dan onay almadan takip edersek hesap gününde ne diyeceğimiz yine Kuran’da açıklanmaktadır:
“Ve derler ki: ‘Rabbimiz! Biz, efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik de bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz, onlara iki kat azap ver; onları büyük bir lanetle lanetle!’” (33:67-68)

Hesap günü Allah bizleri sadece Kuran’dan sorumlu tutacağı için ahiretle ilgili hazırlığımızı bu kritere göre yapmalıyız (Bakınız 23:66-67, 23:104, 25:30, 45:31). Düşünme ve akıl etme yetenekleri çok özel armağanlardır. Bizlere düşen; hiçbir bireyin ya da grubun, Allah vergisi armağanları elimizden almasına izin vermemektir. Aksi takdirde Kuran’da anlatılan sonuçlarla karşı karşıya gelmemiz kaçınılmazdır.

Unutmayalım ki dünyada binlerce din bilgini vardır ve bu kişilerin öğretileri birbirinden çok farklıdır. Bu durumda bu kişilerin hepsi Allah’ın dinini öğretiyor denebilir mi? Elbette hayır. Allah bu konuda şunu söylemektedir:

“O, bir grubu doğru yola iletti, bir grup da sapıklığı hak etti. Çünkü onlar Allah’ı bırakıp şeytanları kendilerine dost edindiler. Böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar.” (7:30)

Bir insanın Müslüman olabilmesi için Allah’ın isteklerini bilmesi gerekir. Eğer Allah’ın Kuran’da açıkladığı isteklerini bilmezsek neyin doğru, neyin yanlış olduğuna nasıl karar verebiliriz? Kuşkusuz yukarıdaki ayetlerde gördüğümüz gibi, insanlar akıllarını ve duyularını Kuran’ın mesajını anlamakta kullanmazlarsa, Allah’ın değil, başkalarının arzu ve isteklerini yerine getireceklerdir.

İşte bu yüzden Kuran, dinde ruhban sınıfının olmadığını ve Allah’ın mesajı ile insanlar arasında bir aracının yer almaması gerektiğini belirtmiştir. Kutsal mesaj üzerine düşünme emri sadece belli bir grup insana verilmemiştir. Allah hepimizden Kitap’ı üzerine düşünmemizi ve rehberliği onda aramamızı istemiştir (Bakınız 2:185, 4:82, 38:29 ve 47:24).

hiiic
4. October 2012, 12:32 AM
Allah razı olsun.

Hepsini okuyamadım, zaman buldukça okuyacağım.
Teşekkürler.

bartsimpson
5. October 2012, 03:30 AM
Yaşar Nuri öztürk'ün bu konudaki bir tespiti çok hoşuma gitmiştir.

"Sünneti adet, sünneti ibadet olduğu andan itibaren hadisler kuran ayetleri yerine geçmiştir."

aorskaya
7. October 2012, 02:29 AM
Nebiye ait sözlere AYET denir ve Muhammed hevasından konuşmaz.


Selamun aleyküm,

Sevgili kardeşim,
Peygamberler tabiki hevasından konuşmazlar. ANcak, peygamberin bir elçi yönü, birde insan yönü vardır. Peygamber, elçiliği gereği dini anlatırken, ayetleri olduğu gibi ifade etmek yanında, onların açıklamasını, pratiklerininde nasıl olacaklarını anlatmıştır. İşte, bu anlatım olayına müslümanlar hadis demektedir. Diğer bir anlatımla, peygamberin dini sözlerine hadis demektedirler. Yine, sözlerin dayandığı ayetlere de "rabimizin hadisleri" denmektedir.

Peygamberin insan vasfına dayanarak söylediği sözlerin ise din ile ilgisi olmadığından, onların hadis olarak değil, kendi yapabileceği şeylere örnek olarak alınması yeterli olacaktır.


İddia edilene rivayet diyebilirsiniz ki Din adına Allah bunun hakkında bir delil inzal etmemiştir ardına düşme. kalp göz kulak sorumludur. Zanın bir çoğu da kötüdür uzak dur.

Bu cümlede "...ardına düşme" dediğin kimsenin, "kuran ayetleri dışında, yazılarında bir tane bile başka kaynağı delil olarak kullanmadığını" bilirmisin peki kardeşim? Bunu bile bilmeden zanla hareket ettiğinizi siz görün lütfen...

Rivayetlerin olumlu olumsuz delil olma özelliği daima şüpheli iken, kuranın değişmez, kolay anlaşılır hükümleri, rabbimizin kelamı olarak başka kaynağa gerek bırakmadan her konuda yeterli bilgiyi verir. Bu nedenle, kuran dışında başka bir dayanağa ihtiyaç duymamaktayım. Biraz düşünen herkes aynı noktaya gelebilir...


Meydana gelen olaylara hadise, bu olayların dilden dile anlatılmasına hadis denir. Kuranda kendinin en güzel hadis olduğunu anlatarak sizin yolunuzu kapatmaktadır. En güzeli dururken; çürüklere girmek müslümana yakışmaz. Nebini yolunda şeytanlar olduğunu Kurandan okuya okuya inada da devam edilmez.

Meydana gelen olaylara hadise denirse de hadis bunların dilden dile anlatımı değildir. Aksi halde, kuranda rabbimizin bizzat kendi sözleri için hadis denmesi yanlış olurdu.

Ayrıca, meydana gelen gerçek olayların insanı ilgilendirenlerinin anlatılmasına kıssa denilmesi de bize detaylı anlayış kapıları açmaktadır.


Kuranda kendinin en güzel hadis olduğunu anlatarak sizin yolunuzu kapatmaktadır. demişsiniz.

Sevgili kardeşim, sizin derken kimleri kastettiğinle tam ilgilenmesemde, beni dahil ettiğin zümreye ait olduğumu nerden çıkardın? Bu zanla konuşmak değilmidir? İnsanları neden fikirlerini konuşmadan kategorize etme yanlışına düşersinki!

Sayende, şu açıklamayı bir kere daha yapma gereği duyuyorum:

"Benim yolum kuran yoludur ve inşallah ölene dek de bu yolda olmak arzum" değişmeyecektir. Bundan böyle, inşallah bu unutulmadan yazışmalara gayret edersiniz.


Tekrarlıyorum; İddia sözlere(kavil) zan denir. Nebinin gerçek sözleri ayettir ve bir çoğu "deki" ile başlar ve Allahda haber verir ki bu sözlere iletene haberci(nebi) denmektedir.


Dinin bir emri hakkında yapılması gereken pratiği açıklayan peygamber sözüne neden ayet densinki? Sadece ayetten denebilir, çünkü dayanağı ayettendir. Ancak, pratğin anlatılmasının kendisi ayet olmaz.

Ayrıca "deki" ile başlayan ayetler, hem peygamberlerimizin demesi ve hem de bizlerin demesi gereken sözler olduğundan ayetlerdir. "Deki" denen sözler peygamber sözleri değildir. "Deki" emri gereği söylenen sözler de hadis değildir.

Bunun ayrımına daha iyi düşünürsek kolayca varabiliriz.


Tedebbür nedir bilir misin?


Sevgili kardeşim,
Bu tarz hitaplar, fikir paylaşımı yerine, üstünlük karmaşısına yol açtığından buna cevp vermeyeceğim. Sadece, yazdıklarıma itirazı olan kardeşlerimin, benim hep yaptığım gibi yazılarımdan alıntı yaparak yanlış buldukları kısımlara itirazlarını ve kendilerine göre doğrularını yazmalarını bekliyorum.



Bu söylenenler rahatsız etmesi, sorunun göstergesidir. Ayetler ile konuşmayanların iddialarını söyledikleri laf nedir? Bu neyin göstergesidir.
Ayetler dışında delil kullanmadan fikirlerini ortaya koyan birisi olarak, bu sözünüzün muhatabı olmayacağımı düşünüyor ve buna cevap vermiyorum.

İnşallah, bundan sonra kişileri kategorize etmeden, fikirlerini beyan edenlerin fikirlerine eleştiri getirip, doğrusunu yazabilir ve kişilerin şahsına yönelik yazılardan kendimizi kurtarabiliriz.

Saygılarımla...
aorskaya

pramid
10. October 2012, 08:25 AM
tabiki hevasından konuşmazlar.

Yani?

"rabimizin hadisleri"

O hadiseler insanların hadiseleri. İnsanlar anlatırken yanlış anlattığı için Doğru anlatımın Kuran olduğunu söylemektedir.

sizin derken kimleri kastettiğinle tam ilgilenmesem

Senden ve sahip olduğunuz zihin yapısından bahsediyorum.

"Benim yolum kuran yoludur ve inşallah ölene dek de bu yolda olmak arzum

Ayetler dışında delil kullanmadan fikirlerini ortaya koyan birisi olarak

Hepimiz için rabbimiz şirk koşmadan ölmeyi ve salihler ile beraber haşr olmayı nasip etsin.

pratiği açıklayan peygamber

Bu sizin zannınız. Nebilerin böyle bir görevi yok. Allahın verdiği görev ile yetinin lütfen.

"kuran ayetleri dışında, yazılarında bir tane bile başka kaynağı delil olarak kullanmadığını"

Bu sözünün ardında duracaksan sorun yok. O zaman bu neyin tartışması ! Neyi tartıştığının farkında mısın sen kardeşim?

peygamber sözüne neden ayet densinki?

Nebilerin görevi mesajı insanlara iletmektir. Din adına sadece ayetler ile konuşurlar. O zaman için ve bu zaman için.

Kuranın tedebbürü gerekir, sağda solda kuranı iletmekle görevli beşerin kendisini bağlayan hareketlerini araştırmak değil. Bu nebilerin erbab edinilmesidir ve açık bir şekilde Kuranın yalanlanmasıdır.

Bu din Allahın dinidir. Muhammedin değil.

Muhammede uyanlar muhammedi,
İsaya uyanlar isevi,
Musaya uyanlar musevidir.

Bu üç topluluğa da ehli kitap denir. Niye ? Çünkü rasuller arası ayrım yapmaktadırlar ve kendilerine gelen ile böbürlenmektedirler.

Kurana uyanlar ise Müslümandır ve nede azdırlar.

aorskaya
10. October 2012, 01:30 PM
pratiği açıklayan peygamber

Bu sizin zannınız. Nebilerin böyle bir görevi yok. Allahın verdiği görev ile yetinin lütfen.


Selamlar,

Peygamberin dini pratize etmesi, uygulamanın nasıl olacağını göstermesi, açıklaması görevi yokmudur?

Sadece Allah'ın gönderdiği ayetleri, başkalarına tebliğ edip kenara çekilmesi gereken birimidir?

Peygamber, islama davet ettiği kimselere; "bakın, Allah'tan bana şu sözler geldi, bunları size duyuruyorum, bu sözlere rabbimizin sözü olarak itaat edin, onlarda ne isteniyorsa yapın..." deyip başkaca şeyler yapmıyormuydu?

Yoksa, dinin yaşanmasına örnek olarak yaşamasının yanısıra,problemlerin dine göre nasıl çömzülmesi gerektiğini; gerekirse hakemlik yaparak gösteriyor, müslümanların lideri olarak toplumsal yaşam normlarını da belirlemiyormuydu?

Sözleri alıp ileten ve başkaca bir şey yapma görevi olmayana elçi denilmezki, ona "ulak", yada belkide "özel ulak" denebilir.

Halbuki, peygambere kuran, onu açıklamak üzere de arapça indirilmiştir, değilmi?

O halde peygamber, ayetleri hem uygulamak, hem de soruları çözmek ve açıklamak görevi olan biridir.

Abese suresini hatırlarsak, hem de kimlere bile açıklamak zorunda olan biri olduğunu da daha iyi kavrarız.

Ancak, bu durumu hiç bir şekilde kuran dışında, kendi hükümleri olarak anlatan, açıklayan, hüküm koyan biri olarak anlamak son derece yanlış ve tehlikelidir.

Peygamber kurandan, kurana göre yaşamıştır ve kurana göre yaşanması için çaba harcamıştır. Aksini düşünmek, hem dini bilmemek, hem de başta rabbimize ve sonra peygamberimize iftiradır.

saygılarımla...
aorskaya

aorskaya
10. October 2012, 01:54 PM
Nebilerin görevi mesajı insanlara iletmektir. Din adına sadece ayetler ile konuşurlar. O zaman için ve bu zaman için.

Kuranın tedebbürü gerekir, 1- sağda solda kuranı iletmekle görevli beşerin kendisini bağlayan hareketlerini araştırmak değil. Bu nebilerin erbab edinilmesidir ve açık bir şekilde Kuranın yalanlanmasıdır.

2- Bu din Allahın dinidir. Muhammedin değil.

Muhammede uyanlar muhammedi,
İsaya uyanlar isevi,
Musaya uyanlar musevidir.

Bu üç topluluğa da ehli kitap denir. Niye ? Çünkü rasuller arası ayrım yapmaktadırlar ve kendilerine gelen ile böbürlenmektedirler.

Kurana uyanlar ise Müslümandır ve nede azdırlar.

1- sağda solda kuranı iletmekle görevli beşerin kendisini bağlayan hareketlerini araştırmak değil.

Burada beşer diye kastettiğiniz kimseyi asker arkadaşınız gibi bile dillendiremediğinizi, ona gereken saygın sözü edemediğinizi görebiliyormusunuz?

Bu, beşer bizim kendi canımızdan çok sevmemiz gereken ve rabbin elçilik görevi verdiği bir kimsedir.

Dolayısıyla, bu kimse rabbimizin elçisi olan özel bir kimsedir ve bu nedenle de hareketleri sizin iddia ettiğiniz gibi sadece kendisini bağlamaz.

Onun hareketlerinden; insan vasfı gereği, şahsi ihtiyaçlarını karşılayacak hareketleri dışında kalanları, islama mal edilecek hareketlerdir. Bu nedenle, dinle ilgili uygulamalarını bilmek, öğrenmek onun zamanında yaşamış olsaydık bir zorunluluk olmalıydı...

Ancak, şimdi ne yazıkki onun hareketlerini araştırmanın anlamı yoktur. Çünkü, bulunacak her sonuç sadece bir ihtimalden öteye gitmeyecek, bu ihtimale göre yapılacak davranışda spekülasyondan öteye geçmeyecektir.

Kaldıki, elçinin kuranı nyaşadığı, kurandan yaşadığı bilinince, davranışlarını araştırmak için özel zaman ayırmaya gerek kalmaz. Çünkü, kuranla yaşayan, kurandan yaşadığı müddetçe elçinin davranışlarına göre de yaşamış olduğunu bilmelidir.

2- Bu din Allahın dinidir. Muhammedin değil.

Din tabiki peygamberlerin değildir. Onların her biri ayrı bir din getirmemiş sadece, insanlar yaratıldığından beri insanlar için belirlenmiş tek hak din olan islamın şeriatını getirmişlerdir.

Muhammede, İsa'ya yada Musa'ya uyanlar, bunların kendi kitaplarından ve kendi kitaplarının kabul ettiklerinden başkalarına uymamaları nedeniyle, yine başka kaynaklarada uymamalıdır.

Dolayısıyla, bu peygamberlere uyanlar yanlış durumda olamazlar. Ancak, örneğin Muhammedin ümmeti olduğu için, Muhammed peygamberi diğer peygamberlerden üstün çıkarmak için çaba harcayanlar Muhammedi de olmazlar.

Bu nedenle, aslında dini yanlış yaşayanların, bizlerce musevi, isevi, muhammedi diye adlandırılmaları da yanlıştır. Gerçek musevi, musa gibi yaşayan, isevi isa gibi yaşayana denmeliydi. Halbuki, tam tersine bunlar gibi yaşamayan ümmetlerine denmiştir.

Bu gün gelinen noktada, bu yanlışa rağmen, böylesi kabul gördüğünden isevi, musevi kimselerin, islam olmadığını bilmek yeterlidir. Aynı zamanda, henüz isevi ve musevi gibi yanlış durumda olanların bu isimlerle adlandırma hatasına düşmeden, muhammed peygambere uyan gerçek müslümanların ise ötekiler gibi muhammedi olarak adlandırılmaları yanlışına düşmeyelim.

selamlar,
aorskaya

aorskaya
10. October 2012, 02:33 PM
"kuran ayetleri dışında, yazılarında bir tane bile başka kaynağı delil olarak kullanmadığını"


1- Bu sözünün ardında duracaksan sorun yok.
2- O zaman bu neyin tartışması ! Neyi tartıştığının farkında mısın sen kardeşim?


1- "Bu sözünün ardında duracaksan sorun yok." buyurmuşsunuz.

Bu nasıl bir iletişim şeklidir sevgili kardeşim. Herşeyin doğrusunu yapan sadece sizlermi sanıyorsunuz?

2-ayetlerden anladığımı ortayan koymama rağmen, senin gibi anlamıyorum diye "Neyin tartışması olduğunu"mu sormak zorunda kalıyorsunuz.

Ben, neyi tartıştığımın elbette farkındayım. Ama, galiba siz unutmuş olmalısınız. Hatırlatayım:

Kuranda; meleklerin geçtiği konularla ilgili çok sayıda ayetlerin her birinden, meleklerin ayrı birer yaratıklar olduğunu anladığımı söyleyince, sizler de, meleklerin ayrı bir varlık olmayıp, melek kavramının rabbimizin, melekesini, gücünü, kuvvetini ifade ettiğini iddia etmeniz üzerine bu konuda tartışma ortaya çıkmıştır.

Ben size, sizin gibi; "neyi tartıştığınızın farkındamısınız?" demeyeceğim. Ama, hala "melek" deyiminin rabbimizin gücünü, kuvvetini belirten kelime olarak kabul edip etmediğinizi öğrenmek isteyeceğim. Mümkünse, cevaplarsınız...

selamlar,
aorskaya

pramid
10. October 2012, 03:41 PM
Abese suresini hatırlarsak,

http://vekuran.blogspot.com/2012/02/kuran-kerimde-bir-arada-sralanan-11.html

BEN HATIRLAMAK İSTEMİYORUM; O AYETİ TAHRİF İLE AHLAKSIZLIĞI NEBİYE ATFEDİYORSUNUZ.

HEM KALEM SURESİNDE ALLAH İYİ AHLAK ÜZERESİN DİYECEK, HEMDE KÖRE LABALİ HAREKETTE BULUNACAK NEBİ ?

Sadece Allah'ın gönderdiği ayetleri, başkalarına tebliğ edip kenara çekilmesi gereken birimidir?

Rasulün görevinin ayetler ile yazar mısınız lütfen?

Peygamber kurandan, kurana göre yaşamıştır ve kurana göre yaşanması için çaba harcamıştır. Aksini düşünmek, hem dini bilmemek, hem de başta rabbimize ve sonra peygamberimize iftiradır.

Bu sözü söyleyen sizsiziniz ve çok hoş yazmışsınız. Bu tartışmanın konusu ne idi? Sizin savunduğunuz şey nedir? Kuran yeter mi yetmez mi?

Lütfen nebiler arası ayrım yapmayalım ve Onları erbab edinmeyelim

pramid
10. October 2012, 03:47 PM
Burada beşer diye kastettiğiniz kimseyi asker arkadaşınız gibi bile dillendiremediğinizi, ona gereken saygın sözü edemediğinizi görebiliyormusunuz?

Sen hiç kuran okumuyorsun heralde?

مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَىٰ Arkadaşınız sapmadı da, azmadı da. Necm 2; EVET ARKADAŞIM Allayıp pullayıp Allahın haşa habibi(sevgilisi) mi yapsaydım. Bizler onun tebliğ ettiğine salatlar yapmaktayız. Zira böyle emrolunduk

Din tabiki peygamberlerin değildir. Onların her biri ayrı bir din getirmemiş sadece, insanlar yaratıldığından beri insanlar için belirlenmiş tek hak din olan islamın şeriatını getirmişlerdir.

Bu sözün ne güzel... Eğer rasuller arası ayrım yapmıyorsan isanın rivayetlerini ve musanın gamaralarını da senden bekliyorum. Buyur yaz.

aorskaya
10. October 2012, 06:01 PM
Sen hiç kuran okumuyorsun heralde?

مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَىٰ Arkadaşınız sapmadı da, azmadı da. Necm 2; EVET ARKADAŞIM Allayıp pullayıp Allahın haşa habibi(sevgilisi) mi yapsaydım. Bizler onun tebliğ ettiğine salatlar yapmaktayız. Zira böyle emrolunduk


مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى
Mâ dalle sâhıbukum ve mâ gavâ.

selamlar,
Bir kaç meale bakarak karşı tarafı okumamakla itham edebilmek ne kadar güzel değilmi kardeşim?

Ama, mealcilerin çevirisinde geçen arkadaş, senin anladığın arkadaş anlamında değildir. Yada, arkadaşın bizim anladığımız şekliyle anlaşılacağını düşünemeyen mealcilerin "sahibu" kısmını arkadaş diye çevirmeleri yanlıştır.

Bu ayette mealcilerin arkadaş şeklindeki çevirileri gerçekte; "sahibiniz, (aslında din bakımından bağımlı olduğunuz konumunda bulunan) yani "(muhammed) sapmamıştır ve azmamıştır..." şeklinde olmalıydı.

Hani şu "emret sahip" diyaloğundaki sahip varya, o anlam verilecek şekilde çevirilmeliydi. Yada, "arkadaş" yerine "çok iyi bildiğiniz", yahutta "çok iyi tanıdığınız" şeklinde meal edilmeliydi.

Halbuki, bildiğimiz arkadaş anlamı kastedilseydi, "sahibu" yerine "sadiku" الأصدقاء denmesi gerekirdi. Kaldıki, ilk yazında, bildiğimiz arkadaş tavrında dahi yazmamıştın. Hatırlarsan; "davranışları kendini bağlayan beşer" nitelemesi yapmıştın ki, bu da sıradan arkadaşı değil yabancıyı anlatır değilmi?

Her neyse, bu konu üzerinde daha fazla polemiğe düşülmesine gerek yoktur.

Ahzab Suresi 6.ayette şöyle buyurulur: “Peygamber müminlere kendi canlarından daha yakındır"

Siz de bu bilinçte ve kabulde iseniz, şu ana kadar peygambere yaklaşım konusundaki tartışmalarımız, kendinizi iyi ifade edemediğiniz için olmuş olur ve bunu bir beyanla düzeltebilirsiniz. O zaman yanlış anlamalarda olmaz.


Bu sözün ne güzel... Eğer rasuller arası ayrım yapmıyorsan isanın rivayetlerini ve musanın gamaralarını da senden bekliyorum. Buyur yaz.

Ben neden İsa'nın yada Musa'nın sözlerini, belgelerini getireyimki? En son inen ve onlara inenleri de kapsayan kuran yetmezmi onlara da iman etmem için?

Onlar kurana ters bir şeyler yapmış olabilirlermi acaba!

Kaldıki aynı şeyi ben sana; "resuller arasında ayrım yapmamaktan, onların rivayetlerine de bakmak gerektiğini anlayıp, bunları gerçekten yapıyormusun?" diye sorsam cevabın ne olur?

Kardeşim, resuller arasında ayrım yapmamak, zamanımızda her birinin rivayetlerini bulmak ve onları kabul etmek değil, her birinin kendine verilen görevi layıkıyla yerine getiren ve rabbimiz katındaki saygın yerini alan kimseler olduğunu bilerek, bazılarını bazılarına üstün tutmadan kabul edebilmemizdir.

selamlar,
aorskaya

pramid
11. October 2012, 08:14 AM
senin anladığın arkadaş anlamında değildir.

Ey ashabım (arkadaşlarım), birileri kendileri gibi düşünmenizi isteyebilir !

Siz kurandan çıkardığınız derslere göre düşünün ...

Birbirimizi erbab edinmeyelim; umutmayın hay ve kayyum olan ALLAH beşer ile rasul aracılığı ile konuşur. Rasul kuranı getirdi. Sizler kuranı hicap kabul edin ve rabbinizin ilhamlarına uyun; şeytanların vahyetmesinden de Rabbinize sığının.

aorskaya
11. October 2012, 05:06 PM
Ey ashabım (arkadaşlarım), birileri kendileri gibi düşünmenizi isteyebilir !

Siz kurandan çıkardığınız derslere göre düşünün ...

Birbirimizi erbab edinmeyelim; umutmayın hay ve kayyum olan ALLAH beşer ile rasul aracılığı ile konuşur. Rasul kuranı getirdi. Sizler kuranı hicap kabul edin ve rabbinizin ilhamlarına uyun; şeytanların vahyetmesinden de Rabbinize sığının.

Selam, selam...

1- Hiç hoşlanmadığım halde, fikirler yerine şahıs odaklı yazılarınıza cevap vermeye devam ediyorum.

İnşallah bundan sonra, sadece fikirler üzerinden yazılarınıza devam edebilirsiniz, ben de şahsi nitelemelerinize cevap vermek yerine fikirlerinizden faydalanmaya çalışırım.

2- Sizler kuranı hicap kabul edin ve rabbinizin ilhamlarına uyun; şeytanların vahyetmesinden de Rabbinize sığının. demişsiniz de, kendinizi niye istisna tutmuşsunuz anlaşılır değildir. Sizin, bizden istediğiniz şekilde yaşamaya ihtiyacınız olmadığınımı kabul ediyorsunuz?

İşte müslümanı zora sokan bu tip davranışlardır. Bir kez daha tekrarlamak istiyorum; " insanın en zayıf olduğu zaman, kendine en çok güvendiği, her şeyi bildiğini sandığı andır."

Siz de bu sözümü iyi anlamaya ve ona göre kendinize yön vermeye çalışırsınız inşallah...

3- Ahzab Suresi 6.ayette şöyle buyurulur: “Peygamber müminlere kendi canlarından daha yakındır"

Sözü fazla uzatmaya gerek yoktur...

Artık, peygamber için hala en fazla arkadaş diye kabul edecekseniz, bu ayete dikkatinizi çekmek isterim.

selam, selam...
aorskaya

aorskaya
11. October 2012, 05:46 PM
http://vekuran.blogspot.com/2012/02/kuran-kerimde-bir-arada-sralanan-11.html

BEN HATIRLAMAK İSTEMİYORUM; O AYETİ TAHRİF İLE AHLAKSIZLIĞI NEBİYE ATFEDİYORSUNUZ.

HEM KALEM SURESİNDE ALLAH İYİ AHLAK ÜZERESİN DİYECEK, HEMDE KÖRE LABALİ HAREKETTE BULUNACAK NEBİ ?


Selam, selam...

Abese suresini bile tek başına hatırladığımızda, peygamberin kuranı sadece ulak gibi iletip, başkaca görevinin olmadığı iddialarının çürüyeceğini söylediğim yazıma yukarıdaki gibi cevap vermekle, sizin hala; "kendinizi, herkesten üstün görmek" gibi kompleksinizi yenemediğiniz görülüyor.

BEN HATIRLAMAK İSTEMİYORUM; O AYETİ TAHRİF İLE AHLAKSIZLIĞI NEBİYE ATFEDİYORSUNUZ. buyurmuşsunuz.

Sen ne hakla, ayeti tahrif ettiğimi, peygambere ahlaksızlık atfettiğimi söyleyebilirsin?

Artık haddini bil, terbiye sınırlarını aşmadan yaz lütfen.

Sen, ayetlerden farklı anlam çıkarabilirsin, yine başkası farklı anlam çıkarabilir. (not: kompleksini yenemesen bile, en azından herkesin senin kadar akıllı olmayabileceğini ve yanılabiliceğini düşünerek hareket etsen, bu sözü söyleyemezdin.)

Bu söz, bilerek, peygambere atfedilen yanlışlar için söylenebilir. Halbuki, senin zannından başka elinde hiç bir veri olmadan, bu ithamda bulunma son derece çirkin olmuş. Güzel, mantıklı yazılarına tanık olduğum ve kendini hanif diye lanse eden sana yakıştıramadım.

Şimdi, ben; abese suresinin ilk ayetleri ile ilgili yorumumu yapayım, sonra istersen yeniden eleştirini yap. Ancak, bundan böyle kesinlikle, üstünlük kompleksine kapılmadan, kendi fikirlerini ortaya koy lütfen.

ABESE [YÜZÜNÜ EKŞİTTİ] SURESİ
ilk 10 ayetin meali:

1- Yüzünü ekşitti ve sırt çevirdi;
2- kendisine, o kör geldi diye.
3- Ne bilirsin, belki o da arınıp temizlenecek,
4- belki öğütlenir ve de öğüt kendisine yararlı olur.
5- O, kendini her türlü ihtiyacın üstünde görene gelince,
6- sen ona yöneliveriyorsun
7- onun arınmamasından sana bir sorumluluk olmadığı halde!
8- Amma! Koşarak sana gelen var ya;
9- haşyet duyarak,
10- sense ondan zevklenerek eğlenip oyalanıyorsun.

Bu ayetlerde rabbimiz, peygamberimize seslendiğinden; ilk ayette de geçmiş zaman kipi ile tercüme edilmesinden dolayı, senin; sanki başka birinden bahsediliyormuş gibi anladığın anlaşılıyor.

Halbuki, kuranda anlatımı pekiştirmek için bu tarz zaman kullanımları olmaktadır.

5.ve 6. ayetleri incelediğimizde; "O, kendini her türlü ihtiyacın üstünde görene gelince, sen ona yöneliveriyorsun" denilerek, ilk ayetlerde yüzünü ekşitip, sırtını çevirenin peygamber olduğunu görürüz. Aksi halde, ilk ayette yüz çeviren farklı kimse olsaydı, o kimse hakkında peygambere anlatım bitirilmeden, direkt peygamber itham edilmezdi. En basitinden, 6. ayetten itibaren; "sen ona yöneliyorsun" demek yerine "sen (de onun gibi) ona yöneliyorsun" denilerek devam edilirdi.

Sevgili kardeşim,

Peygamber ne kadar üstün ve faziletli biri olsada sonuçta insandır ve hata yapar. İşte burada da bu hatası eleştirilmekte, doğrusu anlatılmaktadır. Bu ayetler bile tek başlarına aslında kuranayetlerinin peygamberimizin kendi ürünü olmadığının kanıtı olarak özel bir örnek olmaktadır.

Rabbimizin helal kıldığı şeyleri, kendisine haram kılan aynı peygamber değilmiydi? Orada da hatası anlatılıp, düzeltilmiyormuydu? İşte bu surede de peygamberimizin bir hatası düzeltiliyor.

şimdi, sen hala bu anlattıklarıma katılmayabilirsin. Ama, daha önce de belirttiğim gibi, eleştiride sınırları aşmadan kendi görüşünü yazabilirsin. Konu dışına çıkıp, şahsi nitelemelere girmemeni bir kez daha hatırlatırım.

Gerçekten hanif olduğunu düşünüyorsan, imansızların kasıtlı görüşlerine bile müslüman olgunluğuyla cevap vermen gerekir.

selam, selam...
aorskaya

pramid
12. October 2012, 08:14 AM
Sen bir yerde öğretmen misin?Birbirimizi erbab edinmeyelim; umutmayın hay ve kayyum olan ALLAH beşer ile rasul aracılığı ile konuşur. Rasul kuranı getirdi. Sizler kuranı hicap kabul edin ve rabbinizin ilhamlarına uyun; şeytanların vahyetmesinden de Rabbinize sığının.

Bu yazının bir tevilini yapsana nerede şahsileştirme var a kuzum.

Nebi öldü. Gerisin geri o ölür yada öldürülürse eski dininnize geri mi döneceksiniz. Ayrıca nebinin hanımları ile evlenmekte yasak. Aaa nebinin eşleri annelerimizde öldü.

Sizler kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını görmezden gelip muhammedi erbab ve ilah edinmemizi isitiyorsunuz. (ki sizlerde farkında değilsiniz. Tıpkı hiristiyanların isayı ilahlaştırdığı gibi. Onlarda lord demekte siz efendi)

Bunu yapmayacağız. Ölmüş nebi benim için arkadaştır. Ki o yer içer ... çarşılarda gezerdi. Beşerdi ama Allahdan haberler veren bir beşer. Kendisine ne yapılacağını bilmeyen bir beşer.

Şeytanlarınızı kovun ve Ondan Allaha sığının. Biraz Kuran bilgisi aldık diyede böbürlenmeyin. Her bilenin üzerinde bir bilen vardır. Kafanızı da kaldırıp yürümeyin unutmayın ki ne dağların boylarını geçemezsiniz.

insanın en zayıf olduğu zaman, kendine en çok güvendiği, her şeyi bildiğini sandığı andır.

Bunlar siz insancıklarının sözleri ve dinde yeri yok. Ayet yazıyorsunuz ama o da tahrifli. Ayıptır yapmayın.

Sen önce m-l-k kelime grameri ile tevilini istediğim yazıya cevap ver.

Bizler sadece kitaba çağırırız. Sen i
se eski dinimize çağırıyorsun. Hiddetimiz bu yüzden.

bartsimpson
13. October 2012, 12:09 AM
sevgili "aorskaya"

"Bu, beşer bizim kendi canımızdan çok sevmemiz gereken ve rabbin elçilik görevi verdiği bir kimsedir. "

söyleminiz ile pramidin söylediği ayrıma net olarak düşüyorsunuz.

neden isa'yı da canımızdan çok sevmiyoruz...

neden musa'yı da canımızdan çok sevmiyoruz...

"Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: “Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.”

bu ayet tanıdık geldi mi?

aorskaya
13. October 2012, 01:35 AM
sevgili "aorskaya"

"Bu, beşer bizim kendi canımızdan çok sevmemiz gereken ve rabbin elçilik görevi verdiği bir kimsedir. "

söyleminiz ile pramidin söylediği ayrıma net olarak düşüyorsunuz.

neden isa'yı da canımızdan çok sevmiyoruz...

neden musa'yı da canımızdan çok sevmiyoruz...

"Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: “Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.”

bu ayet tanıdık geldi mi?

Sevgili bart kardeşim,

Aslında, bu konuyu da açıklama imkanı veren eleştirniz için teşekkür ederim.

Ancak, bu eleştiriniz benim aksini düşündüğüm savınız nedeniyle yazıldığından benim için doğru olmamaktadır.

Yukarıya alıntıladığınız ayet gereği, müslüman biri olarak benim de her yerde dillendirdiğim; "peygamberlerimiz arasında ayrım yapılmadan, onların hepsine hakettiği değeri vererek, saygınlıklarını kabul ederek, iman etmemiz gerektiğidir.

Piramid kardeşimle, sadece Son peygamberimiz üzerinden tartışmalar sürdüğünden, onun üzerinden cevaplarım olmuştur.

Ama, yazınız üzerine tüm kardeşlerime, yazınızdaki notların hepsinin doğru kabul edilmesi gerektiğini düşündüğümü ve kabul ettiğimi bir kez daha bildiriyorum.

selamlar,
aorskaya

aorskaya
13. October 2012, 01:42 AM
Sen bir yerde öğretmen misin?



Sevgili piramid kardeşim,

Benim ünvanımın ne önemi vardır? Sizin yada buradaki bütün kardeşlerimizin ünvanlarının ne önemi vardırda daha önce uyardığım halde yine ısrarla kişilerin kimlikleri üzerinden bir yerlere varmaya çalışıyorsunuz.

Konular, herhangi bir bilimsel alanda tartışılsa, belli oranda bu sorunuz haklı olabilir ama, kim ne yaparsa yapsın islam olmak zorunda ise, islam yani din konusunda bu tip sorular son derece gereksiz olmaktadır.

Ben, din konusunda, fikrin kimden geldiğine bakmam. Benim bildiğimden daha akıllıca, mantıklıca ve kurana da uygun gelirse, benimkini bırakıp onu alır, ona göre yaşamımı düzenlemeye çalışırım.

Bana göre doğru, herkese aittir, kimde görülürse (imansızlar dahil) alınmalıdır, yanlış sahibine aittir, kimde görülürse kaçılmalıdır.

Bu anlayışla devam etmeye çalışacağım ve şahsi soruları cevaplamayacağım.

selamlar...
aorskaya

aorskaya
13. October 2012, 01:46 AM
Birbirimizi erbab edinmeyelim; umutmayın hay ve kayyum olan ALLAH beşer ile rasul aracılığı ile konuşur. Rasul kuranı getirdi. Sizler kuranı hicap kabul edin ve rabbinizin ilhamlarına uyun; şeytanların vahyetmesinden de Rabbinize sığının.

Bu yazının bir tevilini yapsana nerede şahsileştirme var a kuzum.

Selamlar,

Sen gerçekten yazındaki yöneltmeyi, kendini herkesten dışlayan yaklaşımını göremiyorsan aşağıya alıntılıyorum.

Sizler kuranı hicap kabul edin ve rabbinizin ilhamlarına uyun; şeytanların vahyetmesinden de Rabbinize sığının.

Büyük fontlarla yazılan ve kırmızıya boyanan kısımlarda, siz kendinizi dışladığınızı görebiliyormusunuz? Sizin aynı guruba girmeye ihtiyacınız yokmudur?

selamlar
aorskaya

aorskaya
13. October 2012, 01:55 AM
Nebi öldü. Gerisin geri o ölür yada öldürülürse eski dininnize geri mi döneceksiniz. Ayrıca nebinin hanımları ile evlenmekte yasak. Aaa nebinin eşleri annelerimizde öldü.

Sizler kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını görmezden gelip muhammedi erbab ve ilah edinmemizi isitiyorsunuz. (ki sizlerde farkında değilsiniz. Tıpkı hiristiyanların isayı ilahlaştırdığı gibi. Onlarda lord demekte siz efendi)

Selamlar,

yukarıda kırmızıya boyadığım altı çizili yazılarınızdaki iddialarınıza delil olarak, her hangi bir yazımdan alıntı yapabilirmisiniz?

Bunlar, hiç bir şekilde bırakın dillendirmeyi, en ufak bir şekilde dahi aklıma gelmeyen, gelse de hemen terkedeceğim hususlar iken, benim gibi müslüman birine karşı nasıl çirkin sözlerdir? Ben size yakıştıramıyorum, siz nasıl kendinize yakıştırıyorsunuz anlamıyorum.

Bundan sonra bari lütfen yapmayın. Sizin, değerli fikirlerinizden faydalanalım...

selamlar,
aorskaya

aorskaya
13. October 2012, 02:10 AM
insanın en zayıf olduğu zaman, kendine en çok güvendiği, her şeyi bildiğini sandığı andır.
Bunlar siz insancıklarının sözleri ve dinde yeri yok. Ayet yazıyorsunuz ama o da tahrifli. Ayıptır yapmayın.

selamlar,

1- insancıklarının demişsiniz.

sevgisiz kardeşim, ne demek insancık? İnsan yerine bile koymayan size daha nasıl hitap etmeliyim bilemez duruma düştüm. Siz, insan olarak kendinize gerçekten bu hitapları yakıştırıyorsanız benim artık diyecek bir şeyim kalmaz.

2- "Ayet yazıyorsunuz ama o da tahrifli. Ayıptır yapmayın." demişsiniz.

Tahrif ettiğimi iddia ettiğiniz ayet, "ABESE SURESİ" dir. Bu sureyle ilgili olarak, sizinkinden farklı açıklamalarımı, yorumlarımı yaptım. Sizin gibi düşünmeyenleri, sizin tahrifle suçlamanız büyük haksızlıktır.

Siz, Abese suresinin ilk ayetindeki, geçmiş zaman kipi nedeniyle, eleştirilenin muhammed peygamberimiz olmadığını anlama yanlışına düşüyorsunuz. Devamı ayetlerle bağını kurarsanız, peyagmberimiz olduğunu göreceksiniz.

Ancak, yine de itirazınız varsa, benim yazımdan alıntılayarak, siz kendiniz onun yerine geçecek yazınızı yazın, ayetlerden delillerinizi koyun. Burada herkeste görsün, ona göre katılımlar olacaktır.

Ama, artık "tahrif" yöneltmesi yapmayın. Ben sizi, anlayışınızı yanlış bulsam da hiç bu şekilde itham ediyormuyum? Hala, farklı düşünebilecek olanları kabul edin...

Selamlar...
aorskaya

pramid
15. October 2012, 08:43 AM
Sevgili aorskaya,

Sen iyi bir insancıksın tıpkı benim gibi. İnsancığın(beşer) kamiline insan derler. İnsan olmak zordur. Her sözü mızrak kabul etme ki incinme.

Sen hadisleri veya rivayetleri kaynak kabul ediyor musun ?

Muhammed nebi mümin veya müşrik birisinin sorusuna nasıl cevap verir idi. Kuran ayetlerini bu ortama yazarmısın. Müşrikleri Muhammed nebiden beklentileri neler idi. Bunlar Kuranda ayan beyan var. Bir bak ve yaz kardeşim.

aorskaya
15. October 2012, 08:26 PM
Sevgili aorskaya,

Sen iyi bir insancıksın tıpkı benim gibi. İnsancığın(beşer) kamiline insan derler. İnsan olmak zordur. Her sözü mızrak kabul etme ki incinme.


Selamlar,
Peki kardeşim, bu sözün üzerine, ben; alınganlık yapmış olayım, problem değil...


Sen hadisleri veya rivayetleri kaynak kabul ediyor musun ?


Ben hadislere tanık olsaydım, elbette kaynak kabul ederdim. Etmeyenler olsa bile kaynak olma özelliğini yitirmezdi. Çünkü, rabbimizin peygamberlere iman etmemiz için emri vardır, iman etmeyen müslüman da olamaz.

Ancak; rivayetleri kesinlikle kaynak kabul etmiyorum ve bu güne hiç bir anlatımımda kaynak olarak kullanmadım.

Çünkü, rivayet sadece bir idddiadır ve doğruluğu hiç bir zaman ve şekilde tam kesinlikte ispatlanamaz. Bu nedenle ben rivayetlere dikkatle yaklaşırım.

Ancak, sadece rivayetleri değil, isterse imansız birinden gelsin, ileri sürülen görüşü, iddiaları da kurandan o konudaki kendi fikrimle kıyaslarım. Benimkinden doğru, mantıklı geliyorsa ve kurana da ters değilse, kendi görüşüm yerine alır, daha iyi fikir olarak onu kabul ederim. Ama, bu durumda dahi bunlar kaynak olamaz.


Muhammed nebi mümin veya müşrik birisinin sorusuna nasıl cevap verir idi. Kuran ayetlerini bu ortama yazarmısın. Müşrikleri Muhammed nebiden beklentileri neler idi. Bunlar Kuranda ayan beyan var. Bir bak ve yaz kardeşim.

Kuran ayetlerini yazmama gerek yok diye düşünüyorum.

1- Muhammed peygamberimizin sorulara, kitaptan cevap verdiğini bilmeyen yoktur. Ancak; bazı imansızların kasıtlı ve özellikle peygamberimize gelmeleri üzerine, kendilerine inen kitaba rağmen muhammed'e gelmelerinin tenkit edilmesi de söz konusudur. Ancak, Muhammed kuranı yaşardı, kurandan yaşardı, kuranın yaşanmasına çalışırdı. Bu bakımdan kuran dışından konuşmazdı.

2- Müşriklerin Muhammed peygamberden bekledikleri, kısaca; kendi ilahlarına dokunulmaması, büyük imkanlar sunulması karşılığında Allah'ın tek ilah olmadığını dillendirmesidir.

selamlar,
aorskaya

pramid
16. October 2012, 08:18 AM
Etmeyenler olsa bile kaynak olma özelliğini yitirmezdi.

Kaynak değildir. Seninle ilgili problemimiz bu. Nebinin yolunda şeytanlar vardır.

rabbimizin peygamberlere iman etmemiz için emri vardır

İman edilecek husus, rasul mü nebi mi?Risalet ne ola ki ? Enam Suresi 19. ayetine göre kuranı tebliğ eden kimdir? Bizler rasule güveniyor muyuz, yoksa birisi var inanın dediler diye ever var deyip geçiştiriyormuyuz.

Benimkinden doğru, mantıklı geliyorsa ve kurana da ters değilse

Nebinin yolundaki şeytanlar ALLAH ile aldatırlar. Allah doğru mu? Gözü kapalı inanırız değil mi?

kendi ilahlarına dokunulmaması

İlahlık din ve otorite adına oluşturulan güçler değil mi?

Ancak; rivayetleri kesinlikle kaynak kabul etmiyorum ve bu güne hiç bir anlatımımda kaynak olarak kullanmadım.

O zaman bu neyin tartışması.

Kuranda ifade edilen "de ki" ifadeleri üzerine detaylıca düşünmeni isterim. Birde "sana ... soruyorlar. De ki" ifadesini...

Esen kalın.

aorskaya
16. October 2012, 05:50 PM
Ben hadislere tanık olsaydım, elbette kaynak kabul ederdim. Etmeyenler olsa bile kaynak olma özelliğini yitirmezdi. Çünkü, rabbimizin peygamberlere iman etmemiz için emri vardır, iman etmeyen müslüman da olamaz

Kaynak değildir. Seninle ilgili problemimiz bu. Nebinin yolunda şeytanlar vardır.

Selamlar,

Peygamber sözleri kaynak nasıl olmaz!

Evet senin gerçekten bunu anlayamaman büyük problem olmaktadır.

Peygamber sözlerine iman etmeyenler iman etmemek için, yanında melek yada sadece melek gelmemesini mazeret olarak ileri sürerlerken, sen de peygamber sözü olan hadisleri kaynak kabul etmeyerek, peygambere iman etmemiş olmaktan suçlu duruma düştüğünü nasıl göremezsin?

Yada, peygamberlere iman edilmesini gerektiren ayetleri anlayamıyormusun?

"Nebi'nin yolunda şeytanlar vardır" demekle ne anlatmak istiyorsun? "Nebinin yolu yol değildir" demek istemiyorsundur. O halde dikkatli olunmalımı demek istiyorsun!

selamlar,
aorskaya

aorskaya
16. October 2012, 06:06 PM
İman edilecek husus, rasul mü nebi mi?Risalet ne ola ki ? Enam Suresi 19. ayetine göre kuranı tebliğ eden kimdir? Bizler rasule güveniyor muyuz, yoksa birisi var inanın dediler diye ever var deyip geçiştiriyormuyuz.



"Peygamberlere imanın" neresini anlamıyorsun da iman edilecek husus resulmu, nebimi karmaşasını ortaya atıyorsun?

Nebiler aynı zamanda resul değillermidir? Bunu tam olarak kavrayamıyormusun?

Bizler resule güvenmek zorundayız. Onu ve sözleri ile uygulamalarını rabbimizin emri gereği kabul etmek durumundayız.

"Birisi inanın dedi" derken, bunu diyenin rabbimiz olduğunu göz ardı demeyin.

Peygamber bir konuda hüküm vermişse, iman edenler ona itiraz edemezler, kabul etmek zorundadırlar. Bunu gözardı etmeyin.

selamlar,
aorskaya

aorskaya
16. October 2012, 06:12 PM
Nebinin yolundaki şeytanlar ALLAH ile aldatırlar. Allah doğru mu? Gözü kapalı inanırız değil mi?



Şeytanın, sağdan yaklaşması içine giren dinden olanla aldatmanın bir çeşididir.

Neden gözü kapalı inanalımki? Ayrıca, şeytanda olsa doğruyu söylüyorsa (ki, daha büyük yanlışa düşürmek için bazı konularda doğruları söyleyerek ardından yanlışı dikta etmeye çalışan şeytanlar çoktur) bu doğruyu alıp, yanlışlardan kaçmak gerekliliktir.

Nebinin yolunda da, Allah'ın yolunda da şeytanlar vardır. Zaten bu konuda defalarca ikaz ediliriz.

Önemli olan, şeytanı tanımak ve ne yapabileceğini, nasıl yaklaşabileceğini bilerek tedbirler almaktır.

Hatta, bu konularda peygamber kıssalarında bunları detaylandıracaktım ama inatla uzatılan iddialar yüzünden tam olarak anlatma imkanı bulamadım.

selamlar,
aorskaya

aorskaya
16. October 2012, 06:15 PM
Hadislere tanık olsaydım elbette kaynak olarak kabul ederim. Ancak; rivayetleri kesinlikle kaynak kabul etmiyorum ve bu güne hiç bir anlatımımda kaynak olarak kullanmadım.


O zaman bu neyin tartışması.

Kuranda ifade edilen "de ki" ifadeleri üzerine detaylıca düşünmeni isterim. Birde "sana ... soruyorlar. De ki" ifadesini...

Esen kalın.

Sevgili kardeşim,

Defalarca anlattım. Hadis peygamberin sözüdür ve tanık olanlar iman etmek zorundadır, bu nedenle kaynaktır.

Ancak, rivayet onun sözü olduğuna ilişkin sadece bir iddiadır. Bu nedenle hiç bir şekilde gerçekliği ispatlanamayacağından kaynak olarak kabul edilemez.

Bunun neresini anlamıyorsunuz, ben de bunu anlayamıyorum.

selamlar,
aorskaya

pramid
17. October 2012, 08:19 AM
Hadis peygamberin sözüdür ve tanık olanlar iman etmek zorundadır, bu nedenle kaynaktır.

156,157. Yoksa sizin apaçık bir deliliniz mi var? Eğer doğru söylüyorsanız, getirin kitabınızı!

Peki, Sizler yemek yiyen birine uymaya/abd devam edin. Bizler beşerleri erbab edinmeyeceğiz. Vahy almadan önce sapıtmış ve vahy sonrası hidayet bulan birisi bu dine ne katar ki. Var mı yetkisi ?

aorskaya
18. October 2012, 11:36 AM
156,157. Yoksa sizin apaçık bir deliliniz mi var? Eğer doğru söylüyorsanız, getirin kitabınızı!

Peki, Sizler yemek yiyen birine uymaya/abd devam edin. Bizler beşerleri erbab edinmeyeceğiz. Vahy almadan önce sapıtmış ve vahy sonrası hidayet bulan birisi bu dine ne katar ki. Var mı yetkisi ?

Bu nasıl bir anlayıştır, siz kafa karışıklığı yaşayan birimisiniz, benmi yanlış tanıdım sizi?

1- Peygambere uymamız gerektiği bizzat kuranda rabbimizin emri değilmidir? Sen koskoca kitapta buna delil bulamadında, benden bunun delilinimi istiyorsun cidden!

2- Peygambere uymak, ona kul olmak demek değildir. Bu nedenle, uyma ile kul olma nitelemesi yapmaya çalışmak, bunu akıl edemeyenlerin işi olabilir.

3- Dini indirende, tamamlayanda rabbimizdir. Onun dışında hiç kimse yada şey, dine katamazda, eksiltemezde. Ancak, peygamber için bu iddiada bulunanmı olduda bunu yazdın? Sana bilmediğimiz yerden seslermi gelmektedir, bir şeylermi görünmektedir? Olmayan şeylerin iddia edildiğini iddia etmenin ve ona dayanarak üslubunu bile bozmanın başka açıklaması olabilirmi, bunu bir düşün kardeşim...

4- Bir kimse bizlere tebliğ ve açıklamak için elçi seçilmişse, o elçinin sözleri kaynaktır. Çünkü, elçi kendi hevasından bir şey uydurmaz. Öyle olsaydı, rabbimiz tarafından helak edilirdi ve herkes bilirdi. Ama, o rabbimiz katındaki saygın yerini almışsa, sözleri de kuran dışı, yani rabbin kelamları dışından olamayacağından evet kaynaktır. (önemli not: Peygamberin tanık olunan sözleri kaynaktır. Ona ait olduğu iddia edilen sözler, rivayetler, ne kadar sahih yada sağlam iddiasında olursa olsun, kaynak olamazlar.)

İşte bu nedenle, peygamberler bize canlarınımızdan daha önemlidirler. Bunu yeniden ve iyice düşün.

selamlar,
aorskaya

pramid
18. October 2012, 11:57 AM
Bu nasıl bir anlayıştır

Bu kuran anlayışı, şirk koşmadan.

siz kafa karışıklığı yaşayan birimisiniz

Siz öyle telakki edebilirsiniz.

1- Peygambere uymamız gerektiği bizzat kuranda rabbimizin emri değilmidir? Sen koskoca kitapta buna delil bulamadında, benden bunun delilinimi istiyorsun cidden!

Evet nebi ve muhammede itaati emretmiyor. Risalete itaati emrediyor. Risaleti kabullenin ve içinize sindirin. Az bir de arapça öğrenin yada araştırın.

2- Peygambere uymak, ona kul olmak demek değildir. Bu nedenle, uyma ile kul olma nitelemesi yapmaya çalışmak, bunu akıl edemeyenlerin işi olabilir.

Nebiyi erbab edinenler açık bir delalet üzeredir. Bu dinin rabbi Allahdır. Sizle sözde muhammede uyuyorsunuz/tapıyorsunuz. Kitaba uymuyorsunuz. Ali imran 79-80

Biz sizin şirkinizden beriyiz. Sizler şirktende haberiniz yok ki ahirettede olmayacak. Enam 21-22-23-24. Ayrıca rasulün görevi için Enam 19

o elçinin sözleri kaynaktır.

Şeytan sizi hala kandırıyor. Farketmediğiniz yerden.

Kafası karışanlar niye önemli notlar koyarlar ki.

Ölmüş ve yemek yiyen birinin ardında giderek ondan şeffat bekleyip onu putlaştırmayın.

aorskaya
18. October 2012, 12:23 PM
Nebiyi erbab edinenler açık bir delalet üzeredir. Bu dinin rabbi Allahdır. Sizle sözde muhammede uyuyorsunuz/tapıyorsunuz. Kitaba uymuyorsunuz. Ali imran 79-80

Biz sizin şirkinizden beriyiz. Sizler şirktende haberiniz yok ki ahirettede olmayacak. Enam 21-22-23-24. Ayrıca rasulün görevi için Enam 19


Benim Muhammed'e taptığımı söyleyebilecek kadar ileri giden birisi, benim yazılarımı okuyan ve ondan anladıkları ile tapmayacağımı bilecek durumda olan birisi olarak, hemen müfteri durumuna düştüğünüzü görmenizi ve rabbimizden af dilemenizi bekliyorum.

Yazık ya, bu kadar ileri gidilebilir ancak!

selamlar,
aorskaya

aorskaya
18. October 2012, 12:28 PM
Ölmüş ve yemek yiyen birinin ardında giderek ondan şeffat bekleyip onu putlaştırmayın.

Sen, zaman zaman akıl tutulması yaşıyor olmalısın. Bak, http://www.hanifler.com/showthread.php?p=13124#post13124 yerde; peygamberce şefaatin olmadığına ilişkin bir konu açmışım ve sen de onu okumuşsun... Yada okumamışmıydın?

Şefaatin olmadığına, hesap günü ve sonrasında bütün şefaatin rabbimizde toplandığını ve peygamberler dahil bunu kimseye vermediğini anlatan birinin yazılarına tanık olacaksın ve sonra da böyle ithamlarda bulunacaksın, sonra da haklı olduğun zannıyla gururla dolaşbileceksin öylemi?

Güneş tutulması, ay tutulmasına alışık olabilirsin ama akıl tutulması da vardır ve umarım onu gölgeleyen şeyler çabuk giderler.

selamlar,
aorskaya

pramid
18. October 2012, 01:37 PM
Alıntı:
pramid Nickli Üyeden Alıntı
Ölmüş ve yemek yiyen birinin ardında giderek ondan şeffat bekleyip onu putlaştırmayın.
Sen, zaman zaman akıl tutulması yaşıyor olmalısın. Bak, http://www.hanifler.com/showthread.p...3124#post13124 yerde; peygamberce şefaatin olmadığına ilişkin bir konu açmışım ve sen de onu okumuşsun... Yada okumamışmıydın?

Şefaatin olmadığına, hesap günü ve sonrasında bütün şefaatin rabbimizde toplandığını ve peygamberler dahil bunu kimseye vermediğini anlatan birinin yazılarına tanık olacaksın ve sonra da böyle ithamlarda bulunacaksın, sonra da haklı olduğun zannıyla gururla dolaşbileceksin öylemi?

Güneş tutulması, ay tutulmasına alışık olabilirsin ama akıl tutulması da vardır ve umarım onu gölgeleyen şeyler çabuk giderler.


Bu daha vahim,

Nasıl ki birisinin inandım demesi Yetmiyorsa, şefaat yok demesi ama putunun peşi sıra gitmesi daha vahim.

Son nebinin sözleri dini daha iyi anlatıp Allah'a mı yaklaştırıyor. Yemek yiyen ve şu anda ses vermeyen putlarınızı kırın. Sahi İbrahim nebi büyük putu niye kırmadı?

Şefaat aracılık demek. Siz niye Allah ile aranızda nebinin sözlerini din adına kaynak kabul ediyorsunuz?

pramid
18. October 2012, 01:39 PM
Sana karşı sert sözlerim kişiye değil, savunduğunuz zihniyete karşıdır. Bu zihin yapısı açık bir şirk içindedir. Yapma etme,

Nebileri ayırmayın, birleştirilmesi gereken şeyleri birleştirin.

aorskaya
18. October 2012, 02:54 PM
Bu daha vahim,

1- Nasıl ki birisinin inandım demesi Yetmiyorsa, şefaat yok demesi ama putunun peşi sıra gitmesi daha vahim.

2- Son nebinin sözleri dini daha iyi anlatıp Allah'a mı yaklaştırıyor.

3- Yemek yiyen ve şu anda ses vermeyen putlarınızı kırın.

Sahi İbrahim nebi büyük putu niye kırmadı?

Şefaat aracılık demek.

4- Siz niye Allah ile aranızda nebinin sözlerini din adına kaynak kabul ediyorsunuz?

1- Nasıl ki birisinin inandım demesi Yetmiyorsa, şefaat yok demesi ama putunun peşi sıra gitmesi daha vahim.

Senin saçma ithamlarına alıştım artık. Sana kendimi daha fazla anlatmama gerek yoktur. Okuyanların hepsi, sanırım bunu görecektir. Sen görmek istemesen de bu gerçeği değiştirmez ve önemli olan gerçeklerdir.

2- Son nebinin sözleri dini daha iyi anlatıp Allah'a mı yaklaştırıyor.

Son nebinin sözlerini bulabilsem, "dini daha iyi anlatıp, anlamı sağlıyor" diyebileceğim ama başta sana, şu anda nebiye ait olduğu iddia edilen sözlerin sadece iddiadan ibaret olduğunu defalarca anlatmama rağmen anlayamaman, başka söze gerek bırakmıyor.

3- Yemek yiyen ve şu anda ses vermeyen putlarınızı kırın.

Asılsız iddialara devam. Bu konuda hız kesmeyeceğin görülüyor.

4- Siz niye Allah ile aranızda nebinin sözlerini din adına kaynak kabul ediyorsunuz?

Elimde nebinin sözlerimi vardırda, yada bir yerlerde nebinin sözleri olduğunu ispatlayanlarmı vardırda kaynak kabul edeyim.

Nebi zamanında yaşasaydım ve nebi den işitseydim elbette kaynak kabul ederdim. Ama, ne onun zamanındayım, nede yanımda yada bildiğim yerde onun sözleri yoktur, olanı olursa da hiç bir zaman onun sözü olduğundan emin olamayız.

Hala, bu şekilde tutarsız iddialara devam etmeyi düşünüyormusun?

selamlar,
aorskaya

aorskaya
18. October 2012, 02:57 PM
Sana karşı sert sözlerim kişiye değil, savunduğunuz zihniyete karşıdır. Bu zihin yapısı açık bir şirk içindedir. Yapma etme,

Nebileri ayırmayın, birleştirilmesi gereken şeyleri birleştirin.

Nebiler arasında, elçiler arasında ayrım yapmak kimsenin haddine değildir. ha, bazı aklı kıtlar, güya yüceltmek adına olmadık şeyler bile yakıştırırlar ki, bu onların haddini bilmezliğini gösterir.

Sen de artık, hoca tavırlarından bir an evvel kurtul. yada, bu pozları, bu iddialarını savunanlara kullan.

selamlar,
aorskaya

pramid
18. October 2012, 03:07 PM
Hem su içiyorsun, hemde suyu içmem diyorsun.

Şartlanmışların akıl tutulmaları ... Sevgili aorskaya sen ilkte değilsin sonda değilsin. Keşek bu yazışmalar kelime tahlil, ayet tedebbürü üzerine olsa idi. Ama bir emare göremedik.

Rabbimiz ilmimizi artırsın ve müslüman olarak öldürsün.

Bir soru daha sorayım içinde kaldı.

Mülkte şirk kavramı üzerine bir düşün. Belki melekleri daha iyi kavrarız.

aorskaya
18. October 2012, 03:19 PM
Hem su içiyorsun, hemde suyu içmem diyorsun.

Şartlanmışların akıl tutulmaları ... Sevgili aorskaya sen ilkte değilsin sonda değilsin. Keşek bu yazışmalar kelime tahlil, ayet tedebbürü üzerine olsa idi. Ama bir emare göremedik.

Rabbimiz ilmimizi artırsın ve müslüman olarak öldürsün.

Bir soru daha sorayım içinde kaldı.

Mülkte şirk kavramı üzerine bir düşün. Belki melekleri daha iyi kavrarız.

Senin gibi kimselerde ilk değil. "hem su içiyorsun, hem de içmem diyorsun" gibi genel geçer ve anlatmak istediğin yeri göstermeyen sözlerine de alıştık.

İnşallah, hep kuranla, hep kurandan yaşayarak ölenlerden oluruz.

Herşey rabbimizin mülkü olup, ortağı yoktur. Ancak;

Melek denince aklınıza, hemen "ihtiyaç" kelimesi geliyor ve reddetme yönünde şartlanma refklesi gösteriyorsunuz.

Rabbimizin melekleri kullanması onlara olan ihtiyacınımı gösterirde bu reflekse sahipsiniz siz de onu düşünün.

selamlar,
aorskaya

pramid
18. October 2012, 03:24 PM
hemen "ihtiyaç" kelimesi geliyor

Pardon canım onu ben demiyorum ... Başka bir kardeşim diyor. Sen laf yetiştireceğim derken şaftı dağıtmışsın.

Azrail kelimesi hakkında ne düşünüyorsun.?

aorskaya
18. October 2012, 03:45 PM
Pardon canım onu ben demiyorum ... Başka bir kardeşim diyor. Sen laf yetiştireceğim derken şaftı dağıtmışsın.

Azrail kelimesi hakkında ne düşünüyorsun.?

Şu mahalle ağzını bırak, din konuşan birine yakıştıramıyor ve cevaplamak bile istemiyorum.

Ne demek "şaftı dağıtmak?" Adam gibi yazacaksan yaz, aksi halde yazanları izlemekle yetin.


Azrail kelimesine gelince; "çoğu kimse tarafından insanların canını alan melek kabul edilirse de kuranda bu isim geçmez, bu nedenle azrail ismi zandan ibarettir. Ancak, isim verilmese de kuranda ölüm melekleri de vardır.



selamlar,
aorskaya

pramid
18. October 2012, 03:51 PM
Azrail kelimesi hangi dinin mahsulü ?

Din dili ? Komik, millet gerçeği görmesinler diye mi uydurmuşlar ne

Bizler eski dini terk edeli çok oldu.

Hayatın taa kendisi din!

aorskaya
18. October 2012, 04:01 PM
Azrail kelimesi hangi dinin mahsulü ?

Din dili ? Komik, millet gerçeği görmesinler diye mi uydurmuşlar ne

Bizler eski dini terk edeli çok oldu.

Hayatın taa kendisi din!

Sihirbazın şapkadan tavşan çıkarmasındaki numaralar gibi numaralara başvurmaktan vazgeçip, doğrudan eleştirdiğin şeyleri açık, kolay anlaşılır yazarsan herkes anlar herhalde... Yoksa, monolog yapmaya devammı? Bunun konumuzla ne ilgisi vardı?

selamlar,
aorskaya

pramid
18. October 2012, 04:08 PM
Azrail kelimesi hangi dinin mahsulü ?


Sihirbazlar insanı kandırır. Doğaya konulmuş yasaları çarptırarak sunarlar. Akletmeyenler de asayı yılan zanneder.

aorskaya
18. October 2012, 09:20 PM
Azrail kelimesi hangi dinin mahsulü ?


Sihirbazlar insanı kandırır. Doğaya konulmuş yasaları çarptırarak sunarlar. Akletmeyenler de asayı yılan zanneder.

1- Azrail kelimesinin nerden çıktığı neden benim cevaplamam gereken konu olsun. İstiyorsan yazrsın, yoksa islam dışındaki inanışlar benim konuşacağım şeyler değildir.

2- Senin asa'yı yılan zannedenler diye küçümsediğin kimselere karşı kullandığın buı cümleyi yeri gelince sana hatırlatırım. O zaman bu görüşünü savunabilecekmisin, yoksa değiştirecekmisin merak ediyorum.

selamlar,
aorskaya

pramid
22. October 2012, 08:57 AM
tam anlamıyla yanar döner bir adamsın. Klasik din ehlilin anlayışı.

Hem hadisleri rivayetleri terk ettim diyorsun, hemde onların diktalarını kurana yamamaya çalışıyorsun.

Sen eski din zihniyetinin putlarını kıramamışsın.

Dilin yalan söylüyor.

Senin gibi ehli kitaplara ne denir ?

Eğer, Kitap Ehli iman edip sakınsalardı, elbette onların kötülüklerini örter ve onları 'nimetlerle donatılmış' cennetlere sokardık.

Bak o cennet ortamı yok Niye Çünkü Allaha meleklerine rasullerine ve kitaplarına iman ŞİRK içinde.

Allah müşrikleri rics içinde bırakır.

aorskaya
23. October 2012, 12:40 PM
1- tam anlamıyla yanar döner bir adamsın. Klasik din ehlilin anlayışı.

2- Hem hadisleri rivayetleri terk ettim diyorsun, hemde onların diktalarını kurana yamamaya çalışıyorsun.

3- Sen eski din zihniyetinin putlarını kıramamışsın.

4- Dilin yalan söylüyor. Senin gibi ehli kitaplara ne denir ?

5- Eğer, Kitap Ehli iman edip sakınsalardı, elbette onların kötülüklerini örter ve onları 'nimetlerle donatılmış' cennetlere sokardık.

Bak o cennet ortamı yok Niye Çünkü Allaha meleklerine rasullerine ve kitaplarına iman ŞİRK içinde.

6-Allah müşrikleri rics içinde bırakır.

Yine, fikirlerini savunamayacak pozisyonda olan birinin, fikirler yerine şahıslarla uğraşmayı seçmesine tanık oluyoruz.

1- tam anlamıyla yanar döner bir adamsın. Klasik din ehlilin anlayışı.

Bu, nitelemelerini defalarca ikaz etmeme rağmen sürdürmektesin. Senin bu sözlerin için sadece "selam" deyip geçerken, "kul hakkı" denen olguyuda tam kavrayamamış olduğun, yada önemsemediğin görüntüsü verdiğini hatırlatırım.

2- Hem hadisleri rivayetleri terk ettim diyorsun, hemde onların diktalarını kurana yamamaya çalışıyorsun.

Şahsi galibiyetler peşinde koşmaktan, okuduklarını bile tam anlayamıyorsun!

Ben, "hadise tanık olsaydım (ki bu ancak peygamberimiz döneminde yaşamakla ve ondan işitmekle mümkün olabilirdi, ancak bu nedenle benim ve şimdikiler için imkansızdır), onu reddetmem mümkün değildi, aksi halde müslüman, mümin olamazdım. Ama rivayetleri ise hiç bir şekilde % 100 hadis ispatı yapılamayacağından hadis kabul edemem, onu sadece benim aynı konudaki görüşlerimden daha iyi (kurana da ters değilse) ise alırım dedim.

"Ama, buna rağmen kimseye karşı delil, kaynak olarak kullanmam, kullanmadım" dedim.

Şimdi, bütün yazılarım içinden, buna aykırı sadece bir tane kısım alıntıla, ben hatam için herkesten özür dileyeyim. Ama, yok.

Bu nedenle, sen en azından; "çamur at, izi kalsın" anlayışına düştüğünü gör artık. Benim tek kaynağım kuran, ondan yaşamaya, onu yaşamaya çalışırım.

Ancak, senin yazılarında, anlattığın bazı kısımları desteklemek için rivayetleri delil olarak kullandığına rastlamıştım. Onları bulursam, sana gösteririm. O zaman bu sözlerini de kendin için açıklamak zorunda kalırsın.

3- Sen eski din zihniyetinin putlarını kıramamışsın.

Sen, dedin diye öyle olmuyor. Sen hala, yazılar yerine, "sen şusun, busun" larla dalaşmaya devam etmeyi sürdür bakalım. Böyle yaparak ne kazandığını sanıyorsun bilmiyorum ama, çok kayıplarda olduğunu söyleyebilirim.

4- Dilin yalan söylüyor. Senin gibi ehli kitaplara ne denir ?


Öff, hiç hız kesmeden başkasına yakıştırmaların, bıkkınlık veriyor, trajikomik duruma düşüyorsun.

Rabbime hamd olsun, ben bir kuran müslümanıyım. Müslümana, hala başka şeyler yakıştırmak istiyorsan, müfteri konumuna düştüğünü de gör bari...

5- Eğer, Kitap Ehli iman edip sakınsalardı, elbette onların kötülüklerini örter ve onları 'nimetlerle donatılmış' cennetlere sokardık.

Bak o cennet ortamı yok Niye Çünkü Allaha meleklerine rasullerine ve kitaplarına iman ŞİRK içinde.


Benim sorunum değil, ehli kitap olanlar düşünsün. Müslüman birine, sırf fikirlerine cevap veremiyorsun diye "ehli kitap" diyebilen birisi olarak sen de düşün...

6-Allah müşrikleri rics içinde bırakır.

Rabbim, aklını kullanmayanları pislik içinde bırakır. İnşallah, ben kuran merkezli akıl yürütmelerimi ölene dek koruyabilirim ve pislikten uzak kalırım. Bütün kardeşlerime, kuran merkezli akıllı yaşamlar dilerim.


selamlar,
aorskaya

pramid
23. October 2012, 04:01 PM
Senin ile bir metod da anlaşalım.

- Kelime kullanımı açısından kuranı yeterli buluyor musun?

- Arapça dil ile ilgili gramer ve kelime oluşumu ile ilgili kalp yöntemi hakkında bilgin nedir ?

- Kuran kendi içerisinde açıklama yaptığını kabul ediyor musun ?

- Kuranın açıklamadığı konu hakkında bizler serbest miyiz ?

aorskaya
23. October 2012, 05:27 PM
Senin ile bir metod da anlaşalım.

- Kelime kullanımı açısından kuranı yeterli buluyor musun?

- Kuran kendi içerisinde açıklama yaptığını kabul ediyor musun ?

- Kuranın açıklamadığı konu hakkında bizler serbest miyiz ?

1- Rabbimin kelimeleri tükenmez. Ancak, kuranda bizler için gerekli olan her şeyi açıklayacak yeteri kadar kelimeyi kuranda kullanmıştır.

2- kuran kendi kendini açıklar.

3- Kuranın açıklamadığı konularda herkes serbesttir.

Son olarak şunu söyleyeyim:

Herkes kuran okur. Ancak bazı konu yada hatta ayetleri farklı anlayabilir. Biz müslümanlara düşen, o anladığı yanlışsa, bunu kurandan diğer ayetlerin anlatımlarını da yazarak muhataba gösterebilmektir.

Bu nedenle, kişilerle üstünlük yarışına dönüşecek, din yerine şahsi konulara dönecek, gramer vb. teknik konulara girmeyi gerekli de bulmuyorum, girmek te istemiyorum.

Kurandaki bir konu, kuranda birden fazla ayetle anlatılır. Rabbimizin kelamından daha iyi anlatım olacağını kabul etmiyorum. Bu nedenle, anlaşılamayan yerleri başka ayetlerden de anlatarak gösterelim.

selam,
aorskaya

pramid
2. November 2012, 12:20 PM
1- Rabbimin kelimeleri tükenmez. Ancak, kuranda bizler için gerekli olan her şeyi açıklayacak yeteri kadar kelimeyi kuranda kullanmıştır.

2- kuran kendi kendini açıklar.

3- Kuranın açıklamadığı konularda herkes serbesttir.

Lütfen bu çizgiden ayrılmayalım.

Hadisleri terk ettim demek ile zihniyetimiz değişmiyor. Yıllarca bu zihinle yoğrulmuş ferdlerin, uydurulmuşları kurana uyarlamaları neticesinde bakış açıları değişmeye uğramamaktadır.

Melekler, kitaplar, ahkam hükümleri, ibadetler .... Bu zihini sorgulamaya bunları da katalım inş.

Rabbimiz hatalarımızı affetsin.

aorskaya
2. November 2012, 03:50 PM
1- Rabbimin kelimeleri tükenmez. Ancak, kuranda bizler için gerekli olan her şeyi açıklayacak yeteri kadar kelimeyi kuranda kullanmıştır.

2- kuran kendi kendini açıklar.

3- Kuranın açıklamadığı konularda herkes serbesttir.




Lütfen bu çizgiden ayrılmayalım.

1) Hadisleri terk ettim demek ile zihniyetimiz değişmiyor.

2_a) Yıllarca bu zihinle yoğrulmuş ferdlerin, uydurulmuşları kurana uyarlamaları neticesinde bakış açıları değişmeye uğramamaktadır.

2_b) Melekler, kitaplar, ahkam hükümleri, ibadetler .... Bu zihini sorgulamaya bunları da katalım inş.

3) Rabbimiz hatalarımızı affetsin.

1) Hadisleri terk ettim demek ile zihniyetimiz değişmiyor.

Hala anlamıyorsun kardeşim,

Hadisi tespit etme imkanımız yokki onu kabul yada terk söz konusu olabilsin. Eğer, hadisleri %100 tespit etme imkanı olsaydı, bu şekilde tespit edilen hadisleri terk etmezdim.

Çünkü, kuranı herkesten iyi peygamber açıklayabilirdi ve % 100 peygamber sözü varken de yeniden anlamaya çalışmaya uğraşmak en az zaman kaybı olurdu, fazlasını ise ölçemiyorum...

Ancak, rabbimizin takdiri sonucu, kuranı peygamberden mahrum kalarak kendimiz ve kendimizden daha iyi olan ama peygamber kadar olamayacak kimselerden anlamak zorundayız.

2_a) Yıllarca bu zihinle yoğrulmuş ferdlerin, uydurulmuşları kurana uyarlamaları neticesinde bakış açıları değişmeye uğramamaktadır.

Hadis ile hadis rivayetini hala birbirinden ayırt edemeyişinizi göz ardı ederek, rivayetlerin etkisinden kurtulamayan yani rivayetleri kurana daha baskın tutanların, rivayetlerdeki uydurmaları kurana rağmen tercih etmeleri gerçekten de çok büyük yanlış olup, ebedi cehennem tehlikesi yaratmaktadır.

2_b) Melekler, kitaplar, ahkam hükümleri, ibadetler .... Bu zihini sorgulamaya bunları da katalım inş.

Rivayetçilerin, rivayetleri kurandan öncelikli tutmalarını eleştirip, bunların tehlikesinden bahsederken, rivayetleri reddetmek adına, kurandaki anlatımları, mutlaka rivayetlerin tersine anlamaya çalışanlarında olduğunu görüyorum.

Rivayetlerde, yanlış, uyduruk, saçma çok iddia varsa da, yine kurana ters olmayan ve doğru olan görüşlerde vardır, olabilir, olacaktırda.

İşte, kurandaki gerçeklerin bu doğruyu içeren rivayetle örtüşmesi halinde de, sırf rivayetlere karşı olan tutum yüzünden bu doğruyu terk etmekte yanlıştır.

Melek, kitaplar, ibadetler... Kısaca kuranın bütünü hakkında biz önce kendi anlayışımızı, hiç bir ön yargı olmadan ortaya koyabilmeli, sonra aynı konuda başka görüşlere de bakabilmeliyiz.

Eğer, bizim vardığımız sonuçtan daha mantıklı ve doğru olduğuna inandığımız başka bir görüşle karşılaşıyorsak, bunun rivayette olmasına bakmadan onu kabul edip, bizimkini terk edebilmeliyiz.

Yoksa, rivayet fobimiz yüzünden daha doğruları terkedersek, doğru kabul etmek istediğimiz yanlışları yaşamış oluruzki, bu durumda fayda yerine zarar göreceğimizi bilmemiz gerekir.

3) Rabbimiz hatalarımızı affetsin.

Hata için af dilemeye gerek yoktur.

Hata, zaten bilinmeden yapılan şeylerdir, bilinmeyene güç yetirilmez. Kimseye de gücünün yetmediği yüklenmeyeceğinden, bu nedenle rabbimiz onları affeder.

Ancak, bilerek yaptığımız yanlışlar vardırki, bunlara da hata denmez, suç denir. Suçu ise rabbimiz kendiliğinden affetmez. Ancak, onu affettirecek bir tövbe yada eylemde bulunmamız halinde affeder.

selamlar,
aorskaya

aRaYaN
2. November 2012, 10:37 PM
Bir hadisi falanca hocaya doğru mudur diye sormak zor gelmiyor da Kur'an a soralım deyince neden zor gelir anlamadım.

aorskaya
2. November 2012, 11:35 PM
Bir hadisi falanca hocaya doğru mudur diye sormak zor gelmiyor da Kur'an a soralım deyince neden zor gelir anlamadım.

arayan kardeşim,

Hadis diye iddia edilen sözleri, kurana sorarak hadis olup olmadığını anlayabileceğinimi sanıyorsun? Yada kurana sorup hadis olduğunu öğrendiğin sözün ne önemi kalacak? Zaten kuran'ın dediğine uyunca, o zaman hadise gerek kalırmı?

selamlar,
aorskaya

aRaYaN
3. November 2012, 12:12 AM
Sadece hadisi değil, dedemin bana söylediklerini de Kuran a sorarım.Kuran a uymazsa ilgilenmem.Kuran'a bakarak herhangi bir söze mümkünat ararım.Hadis,bilim,teori,dedemin sözleri farketmez.

aorskaya
3. November 2012, 12:20 AM
Sadece hadisi değil, dedemin bana söylediklerini de Kuran a sorarım.Kuran a uymazsa ilgilenmem.Kuran'a bakarak herhangi bir söze mümkünat ararım.Hadis,bilim,teori,dedemin sözleri farketmez.

Sevgili kardeşim,

Hadis dersen farkeder. Çünkü hadis, peygamber sözüdür ve iman edilmesi gerekir. Ama, hadis demeyip, rivayet, görüş, iddia vb. başka ne şekilde isimlendirirsen isimlendir, o zaman kurana götürmen şarttır.

Bir sözün % 100 hadis olduğunu bilirsek kurana götürmeye gerek yoktur, çünkü kurana götürsek bile bize göre kurana uygun olmadığı kanatına varabiliriz. Halbuki, hadis peygamber sözü olduğundan, bunun üzerinde başka tasarrufa gerek duymadan kabul etmemiz gerekir.

Ancak, gerçek bir hadisi sadece, peygamberin ağzından çıkanları duyanlar bilebilir ki bu peygamberin vefatından sonraki kimseler ve bizler için imkansızdır.

Bu nedenle hadisleri % 100 kesinlikte tespit etmek imkanı yoktur, hadisler koruma altına alınmadığından gereğide yoktur.

Rabbimizden indirilen kuran bize tek kaynak olarak yeter, bunu iyi kavramamız gerekir. Bu nedenle, kurandan konular hakkında önce kendimiz bir şeyler anlamalıyız, sonra aynı konuda kimden olursa olsun başka görüş varsa o görüşü incelemeli ve bizimkinden daha mantıklı ve kurana ters değilse bizimkini bırakıp, o görüşü kabul edebilmeliyiz.

selamlar,
aorskaya

aRaYaN
3. November 2012, 12:24 AM
Şuan peygamberimizin zamanında yüzyüze onunla olmadığımıza göre hadis'ten kasıt rivayetten başka ne olabilir ki zaten ?

aorskaya
3. November 2012, 12:33 AM
Şuan peygamberimizin zamanında yüzyüze onunla olmadığımıza göre hadis'ten kasıt rivayetten başka ne olabilir ki zaten ?
Sevgili kardeşim,

Bizler böyle düşünsekte, bizim rivayet dediğimiz şeylere, hadis diyenler (sanki peygamberin ağzından çıkarken duymuş gibi) olduğunu ve ölümüne bunu savunduklarını da bilirsin.

Hatta, bunların saçma, uyduruk ve peygambere iftira sözler olup olmadığını bile pek anlama gereği duymadan, gerek kendi içlerinde çelişmesine, gerek kuranla çelişmesine ve gerekse de mantıkla çelişmesine bakmadan bunları kabul eden, hatta bunların kuranı nesh ettiğini bile iddia eden ve kendilerine islam alimi diyen (fakat bu kabulle zalim olduklarını anlayamayan veya umursamayan) kimselerin varlığını yeniden hatırlatmak isterim.

"Hadis" deyimi bu nedenle çok hassas olup, dikkatli kullanılması gerekir.

selamlar,
aorskaya

pramid
5. November 2012, 09:20 AM
Senin din zihniyetin hep hadis kaynaklı. Sorun bu. Senin her lafında benim aklıma bir hadis geliyor. Senin yolundan geldiğimiz için her sözüne itirazımız o yüzden.

Hata için af dilemeye gerek yoktur.

Hata, zaten bilinmeden yapılan şeylerdir, bilinmeyene güç yetirilmez. Kimseye de gücünün yetmediği yüklenmeyeceğinden, bu nedenle rabbimiz onları affeder.

Ancak, bilerek yaptığımız yanlışlar vardırki, bunlara da hata denmez, suç denir. Suçu ise rabbimiz kendiliğinden affetmez. Ancak, onu affettirecek bir tövbe yada eylemde bulunmamız halinde affeder.

Rabbimizin işine de ortak ol. Bir bu kaldıydı zaten yapmadığın.

Hüküm Allahındır. Rabbimiz hükmünde kimseyi kendine ortak kılmaz. Alimlerini de

pramid
5. November 2012, 09:28 AM
Sen ne boş herifsin ki ayetleri dahi göremiyorsun ayıp yaptığın.

ۗ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا إِنْ نَسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا

Arapçasını oku. Belki hata kelimesini görebilirsin. Rabbim gösterir ve perdeni kaldırır umarım.
Ayeti de yazalım.

ALLAH kişiye ancak kapasitesi kadar yükler. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kazandığı kötülükse kendi zararınadır. "Rabbimiz, unutur yahut hata edersek bizi sorumlu tutma! Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize ağır sorumluluk yükleme! Rabbimiz, gücümüzün yetmeyeceği şeyleri bize yükletme! Bizi hoşgör, bizi bağışla ve bize acı! Sensin bizim mevlamız . İnkarcılar topluluğuna karşı bize yardım et!

Bizim efendimiz mevlamız Allahdır. Peygamber değildir. O üzerine düşen görevi yaptı ve şahit oldu.

hiiic
5. November 2012, 12:39 PM
Pramid bu provakasyon yapıyor, adamı görmüyor musun her lafa muhalefet olma derdinde.
Kuranda yazıyor olması, delilinin olması hiç önemli değil, o o an ne okuduysa hemen itiraz ve muhalefet edecek...

Doğru olsun yanlış olsun, tek amaç biçmiş her lafa muhalefet olmak, ve bunu yaparken irite edici, kışkırtıcı bir uslupla insanları kendi seviyesine çekmek...

Allah hidayet versin diyelim ne diyelim :)

***
adama Allah rızık kesicidir dedim.. ona bile muhalefet etti, Allah rızık kesmez diyor :)

pramid
5. November 2012, 03:12 PM
Allah, kullarından dilediğinin rızkını bollaştırır, dilediğinin daraltır; şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir. ANKEBUT 62

De ki: Rabbim, kullarından dilediğine bol rızık verir ve (dilediğinden de) kısar. Siz hayıra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Sebe’ 39

Kuran metni üzerinde ben rızkın kesileceğine dair birşey bulamadım. Daraltma ise vardır.

Ayrıca şu ayet ne kadar da manidar. Beni hep düşündürmüştür.

Ankebût 60
Nice canlı var ki, rızkını (yanında) taşımıyor. Onlara da size de rızık veren Allah'tır. O, her şeyi işitir ve bilir.


Yaratan Allah, her zaman rızık vericidir. Rızkımızı arayıp bulan, yan gelip yatanlardan olmayalım inş.

hiiic
5. November 2012, 03:25 PM
rızık tamamen kesilince insan ölür ...

burada rızgı keser derken, dilediği ölçüde keser diye eklemek mi gerekiyor?
hadi keza bunu anlamadınız.

Ölen insanın rızgı kesilmiyor mu? öleni kim öldürüyor? rızgı kim kesiyor?

bi acayip ispat çabası :)

aorskaya
5. November 2012, 04:14 PM
rızık tamamen kesilince insan ölür ...

burada rızgı keser derken, dilediği ölçüde keser diye eklemek mi gerekiyor?
hadi keza bunu anlamadınız.

Ölen insanın rızgı kesilmiyor mu? öleni kim öldürüyor? rızgı kim kesiyor?

bi acayip ispat çabası :)

Rızık kesilince kimse de rızık veremeyince insan öleceğinden, rabbimiz ise kim ne yaparsa yapsın, hatta vefat ettirilmeyi istesin, herkese bir ecel verdiğinden ve ecelde kısaltma yada uzatma da yapmayacağından, eceli dolana kadar rızkını verir diye yazmadımmı? DAha nasıl anlatılabilirdi sana rızık olayı da, rabbimize "antirezzak" diyerek savunabildin?

Rızığın daraltılması ile rızığın kesilmesi anlatımlarında hadi bana inanmadın, peki aşağıdaki kardeşimin bu yazılarının neresine itirazın vardır? neden, yanlışım diyemezsin, egonu ilahlaştırmaya başladığını göremiyormusun?

Allah, kullarından dilediğinin rızkını bollaştırır, dilediğinin daraltır; şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir. ANKEBUT 62

De ki: Rabbim, kullarından dilediğine bol rızık verir ve (dilediğinden de) kısar. Siz hayıra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Sebe’ 39

Kuran metni üzerinde ben rızkın kesileceğine dair birşey bulamadım. Daraltma ise vardır.



Bu yazıdakilere rağmen, kendi fikirlerini sabitleyip, değişmez kılacaksan, sadece çok büyük yanlışlara düşeceğini söyleyebilirim.

selamlar,
aorskaya

aorskaya
5. November 2012, 04:20 PM
1-Senin din zihniyetin hep hadis kaynaklı. Sorun bu. Senin her lafında benim aklıma bir hadis geliyor. Senin yolundan geldiğimiz için her sözüne itirazımız o yüzden.

2- Rabbimizin işine de ortak ol. Bir bu kaldıydı zaten yapmadığın.

3- Hüküm Allahındır. Rabbimiz hükmünde kimseyi kendine ortak kılmaz. Alimlerini de

1-Senin din zihniyetin hep hadis kaynaklı. Sorun bu. Senin her lafında benim aklıma bir hadis geliyor. Senin yolundan geldiğimiz için her sözüne itirazımız o yüzden.

Benim her lafımda aklına hadis gelen sen, benim hiç bir yerde hadis rivayetlerini kaynak olarak kullanmayı kabul etmediğimi daha nasıl anlayabilirsen söyle de ona göre anlatayım.

Hadis rivayetlerini kullanmayan ben, diğer tarafta az da olsa konularında kullanan sen, eleştirdiğin rivayetçilik anlayışından kendini kurtaramadığını düşünmek yerine, benim sözlerimden aklına gelen hadis (doğrusu rivayet)ler için neden beni suçlayacaksınki?


2- Rabbimizin işine de ortak ol. Bir bu kaldıydı zaten yapmadığın.

Sen de kurandan ayetlerden anladıklarını yazıyorsun, bende kurandan anladıklarımı yazıyorum. Ama, ben böyle yaptığım için, "rabbimizin işine ortak olmaya çalışmakla" suçlanıyorum.

Bu nasıl mantıktır, bu nasıl haklılıktır?

3- Hüküm Allahındır. Rabbimiz hükmünde kimseyi kendine ortak kılmaz. Alimlerini de

Kesinlikle, bütünüyle katıldığım, kabul ettiğim bir açıklamadır.

selamlar,
aorskaya

aorskaya
5. November 2012, 04:23 PM
Pramid bu provakasyon yapıyor, adamı görmüyor musun her lafa muhalefet olma derdinde.

Allah hidayet versin diyelim ne diyelim :)

***
adama Allah rızık kesicidir dedim.. ona bile muhalefet etti, Allah rızık kesmez diyor :)

Allah, yeniden hidayete erdirsin inşallah. Kalplerin kaymasını affetsin rabbim.

Şikayet ettiğin konuda yanlış olduğun kafana girsin artık...

Rabbimiz rahmandır, rızık kesmez... Ancak, kulluk sınavlarını göstermek için rızkı daraltır...

Biraz daha düşün bunun üzerinde hiiic kardeşim...

selamlar,
aorskaya

hiiic
5. November 2012, 05:31 PM
Allah, yeniden hidayete erdirsin inşallah. Kalplerin kaymasını affetsin rabbim.

Şikayet ettiğin konuda yanlış olduğun kafana girsin artık...


hahaha :) sende hakikaten huy olmuş insanlara muhalefet edip, ettiğin muhalefette haklı çıkmaya çalışmak...

Eğri kalbimizi bile gördün oradan. Peygamberin göremediği kalbi sen gördün bizi eğri kalpli ilan ettin ya, sana ne diyelim. :) gülüp geçelim.. cahilliğine verelim, affedelim..

sana selam olsun

pramid
5. November 2012, 05:31 PM
SEVGİLİ ARSKAYA HEPİMİZ KENDİMİZİ ÇEK EDELİM.

Soru: Bir insan açlıktan ölse, bu rızık veren Allahının suçu mudur. Rızkını kesmişmidir Allah o ölen kişinin

aorskaya
5. November 2012, 05:55 PM
Allah, yeniden hidayete erdirsin inşallah. Kalplerin kaymasını affetsin rabbim.



hahaha :) sende hakikaten huy olmuş insanlara muhalefet edip, ettiğin muhalefette haklı çıkmaya çalışmak...

Eğri kalbimizi bile gördün oradan. Peygamberin göremediği kalbi sen gördün bizi eğri kalpli ilan ettin ya, sana ne diyelim. :) gülüp geçelim.. cahilliğine verelim, affedelim..

sana selam olsun

Kalplerin kaymasınndan korunmak için dua ayet vardır. Ben de bu duayı ettim.

Sadece sana değil, kendim dahil herkese hitap edecek şekilde bir dua idi.

Dİkkat edersen, "kalplerin" dediğimi görürsün. "kalbinin" değil...

artık sana bunlara dikkat etmeni söylemekten yoruldum hiiic kardeşim...

selamlar,
aorskaya

aorskaya
5. November 2012, 06:01 PM
SEVGİLİ ARSKAYA HEPİMİZ KENDİMİZİ ÇEK EDELİM.

Hay, hay memnuniyetle... Gerçekten çok yerinde olur.


Soru: Bir insan açlıktan ölse, bu rızık veren Allahının suçu mudur. Rızkını kesmişmidir Allah o ölen kişinin

Bu tip sorular için, "ECEL NEDİR; MÜSEMMA ECEL NEDİR, KATİL ÖLDÜRMESEYDİ, MAKTUL YİNE DE ÖLECEKMİYDİ" başlıklı yazımda cevaplar vardır.

İstersen oradan incele, istersen de sorunu o başlıkta cevaplayayım.
Çünkü, konu ile ilgili ayetleri yeniden yazmak zorunda kalmam, başka kısımlarda tekrar hatırlanır.

Selamlar,
aorskaya

hiiic
5. November 2012, 06:07 PM
Kalplerin kaymasınndan korunmak için dua ayet vardır. Ben de bu duayı ettim.

Sadece sana değil, kendim dahil herkese hitap edecek şekilde bir dua idi.

Dİkkat edersen, "kalplerin" dediğimi görürsün. "kalbinin" değil...

artık sana bunlara dikkat etmeni söylemekten yoruldum hiiic kardeşim...

selamlar,
aorskaya

Önce dua nedir, Allahın ve meleklerin peygambere duası nasıldır, biz de nasıl peygambere dua etmeliyiz onu öğrenmeliyiz

aorskaya
5. November 2012, 06:34 PM
Allah, yeniden hidayete erdirsin inşallah. Kalplerin kaymasını affetsin rabbim.


arkadaşım sen daha duanın ne olduğundan haberin var mı?
senin duan, sıya el açıp ağzıma girsin diye yalvarmaya benzer... Havaya, atmosfere ediyorsun sen duayı.

Önce dua nedir, Allahın ve meleklerin peygambere duası nasıldır, biz de nasıl peygambere dua etmeliyiz onu öğren...

anca laklak...

Sen nasıl bir insan olabiliyorsun yahu?

Bir önceki yazıyla biraz kendini çek etmeyi teklif eden birisi, sonra birden tam tersine davranabiliyor.

Senin bu dengesiz hallerinle uğraşamam artık hiiic,

Atmosfere mi dua ediyormuşum, rabbimizemi dua ediyormuşum bak da öğren o halde...

'Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.' (ALİ İMRAN 8)

Şimdi, duanın ne olduğunu ve kime yapıldığını bu ayetten görebilecekmisin, yoksa hala külhanbeylik taslamaya devammı edeceksin?

arkadaşım sen daha duanın ne olduğundan haberin var mı?

biz de nasıl peygambere dua etmeliyiz onu öğren...

anca laklak...

Birimizin duadan haberi olmadığı yazından hemen ortaya çıkıyor.

Sahi yazında dediğin gibi sen peygambere duamı ediyorsun? Öyleyse, duanı buraya yazabilirmisin? Bilmediklerimizi öğrenelim...

Yada, "lak lak ediyorsun" diyerek, "aslında senin lak, lak ettiğini" görelim.

Ama, sen yine bulursun kendini aklayacak bir cevap değilmi, yada cevaplamazsın olur biter değilmi?

yazık, yazık...

selamlar,
aorskaya

pramid
6. November 2012, 09:54 AM
Hay, hay memnuniyetle... Gerçekten çok yerinde olur.


Enfâl 21 İşitmedikleri halde işittik diyenler gibi olmayın.

Dua konusunda arkadaşlar hakılı...

Ra’d 14 El açıp yalvarmaya layık olan ancak O'dur. O'nun dışında el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki su onun ağzına girecek değildir. Kafirlerin duası kuşkusuz hedefini şaşırmıştır.

Allah nasıl gereği ile takdir edilebilir ki ?

Bu ayet çok hoş bir ayet.

aorskaya
6. November 2012, 10:14 AM
Enfâl 21 İşitmedikleri halde işittik diyenler gibi olmayın.

Dua konusunda arkadaşlar hakılı...

Ra’d 14 El açıp yalvarmaya layık olan ancak O'dur. O'nun dışında el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki su onun ağzına girecek değildir. Kafirlerin duası kuşkusuz hedefini şaşırmıştır.

Allah nasıl gereği ile takdir edilebilir ki ?

Bu ayet çok hoş bir ayet.

Ayet için işittim ve kabul ettim diyorum.

Ama, dua konusunda arkadaşlar haklı derken, birbirinin tersi iki iki durum ve iki taraf vardı.

Hangi arkadaş tarafı haklı?

örneğin Dua yazımla ilgili olarak suya dua edenler grubuna sokan kardeşimizin, dua olarak görmediği içeriğin ayetten olduğunu gösteren ayeti asdığım yazıya göre hangi arkadaşlar haklıdır?

selamlar,
aorskaya

seckin
6. November 2012, 01:31 PM
İşittiğini mi kabul ettin. Doğru duyuyorsunuz. İşitelim ve itaat edelim.

Demek ki Kuran + sünnetten ayrılınca böyle birbirimize düşeceğiz.

pramid
6. November 2012, 01:45 PM
Bu tartışmaların bir yararı yok. Hepiniz kendinizce haklısınız.

İman ettik diyenler, salih amellerde bulunalım.

İnandım demek yetmiyor.

Dua ile; Rabbimiz ilmimizi artırsın; islam üzere öldürsün, salihlerde beraber haşr eylesin.

aorskaya
6. November 2012, 02:19 PM
Bu tartışmaların bir yararı yok. Hepiniz kendinizce haklısınız.

İman ettik diyenler, salih amellerde bulunalım.

İnandım demek yetmiyor.

Dua ile; Rabbimiz ilmimizi artırsın; islam üzere öldürsün, salihlerde beraber haşr eylesin.

Duana aynen katılıyorum ama;

"Hepiniz kendinizce haklısınız." diyen sen, kendince haklı olduktan başka, kime yada neye göre de artı olarak haklı olduğunu düşünüp, kendini dışarda tutuyorsun, söyeleyebilirmisin?

selamlar,
aorskaya