PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Bakara sûresi


Taner
2. July 2012, 09:59 PM
MEDÎNE DÖNEMİ

Necm: 398 329

1 Elif/1, Lâm/30, Mîm/40.330
2-4 İşte bu kitap; kendisinde hiç kuşku yoktur, ıssız yerlerde iman eden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan-ayakta tutan], kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcama yapan, sana indirilene ve senden önce indirilene iman eden Allah'ın koruması altına girmiş kişiler –ki bunlar, âhirete de kesinlikle inanırlar– için bir kılavuzdur.

5 İşte bunlar, Rablerinden bir kılavuz üzerindedirler. Yine işte bunlar, kurtulanların, kazançlı çıkanların ta kendileridir.
(87/2, Bakara/1-5)

Necm: 399

6 Şüphesiz şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş şu kimseler; onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir: onlar inanmazlar.
7 Allah, onların kalpleri ve kulakları üzerine mühür vurmuştur; onların gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlar içindir.
8,9 İnsanlardan bir kısmı da, –inanan kişiler olmamalarına rağmen– “Allah'a ve âhiret gününe inandık” derler. Allah'ı ve inanmış kimseleri aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki onlar, sadece kendilerini aldatırlar da bilincine ermezler.
10 Onların kalplerinde hastalık vardır da Allah, onlara hastalığı artırdı. Yalan söylemekte olduklarından dolayı da onlar için acı bir azap vardır.
11 Onlara, “Yeryüzünde kargaşa çıkarmayın” denildiğinde de, “Biz ancak düzelten kişileriz” derler.
12 Dikkatli olun! Şüphesiz onlar, kargaşa/karışıklık çıkaranların ta kendileridir, fakat bilincine ermiyorlar.
13 Ve onlara, “İnsanların inandığı gibi inanın” denilince, “Biz, o aklı ermezlerin inandığı gibi mi inanacağız!” derler. Dikkatli olun! Şüphesiz onlar, aklı ermezlerin ta kendileridir. Velâkin bilmiyorlar.
14 Onlar, inanmış kimselere rastladıkları zaman da, “İnandık” dediler. Kötü niyetli elebaşlarıyla başbaşa kaldıklarında ise, “Şüphesiz biz sizinle beraberiz, biz sadece alay edenleriz” dediler.
15 Allah, onlarla alay eder ve tuğyanları içinde serserice dolaşmalarına süre tanır/izin verir.
16 İşte onlar, doğru yol karşılığında sapıklığı satın alan kimselerdir de onların ticaretleri kâr etmedi ve onlar kılavuzlandıkları doğru yolu bulan kimseler olmadılar.
17 Onların durumu, bir ateş yakmak isteyen kimsenin durumu gibidir. Ateş, ateş yakan kimsenin kenarını aydınlatınca, Allah, onların nûrlarını giderdi ve onları karanlıklar içinde görmez olarak bıraktı. -18 Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler! Artık onlar dönmezler.-
19 Yahut onların durumu; içinde karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek olan, gökten boşanan bir yağmur gibidir. Onlar, ölüm korkusuyla yıldırımlardan parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar. –Oysa Allah, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenleri çepeçevre kuşatandır.–
20 O şimşek nerdeyse gözlerini kapıverecek. Şimşek önlerini aydınlattı mı aydınlığın içinde yürürler, karanlık üzerlerine çöktü mü de dikilip kalırlar. Allah dilemiş olsaydı işitmelerini de, görmelerini de giderirdi. Şüphesiz Allah, her şeye en çok güç yetirendir.

329 Kur’ân'ın bundan sonraki âyetleri, Medîne'de indiği kabul edilen âyetlerdir. Allah Elçisi, Mekke'den Medîne'ye göç etmiş ve Medîneliler kendisini devlet başkanı yapmışlardır. Rasûlullah'ın buradaki hedef kitlesi, birinci plânda münâfıklar ile Medîne ve çevresinde yaşayan Yahudilerdir. Bundan sonraki âyetlerde genellikle bu münâfıklar ve Yahudilere yönelik tebliğler ile İslâm devletinin temel ilkeleri yer alacaktır.
330 Bkz. 8 nolu not.

(87/2, Bakara/6-20)

Necm: 400

21,22 Ey insanlar! Allah'ın koruması altına giresiniz diye, sizi ve sizden öncekileri oluşturan, yeryüzünü sizin için bir döşek, göğü de bir bina yapan, gökten su indirip de onunla sizin için rızık olarak ürünlerden çıkaran Rabbinize kulluk edin. Artık siz de, bile bile Allah'a ortaklar koşmayın.
23 Ve eğer kulumuza indirdiğimizden kuşku içinde iseniz, haydi onun mislinden bir sûre siz getirin, Allah'ın astlarından tüm tanıklarınızı da çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz.
24 Sonra, eğer bunu yapmadıysanız ve asla yapamayacaksınız; öyleyse kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korunun.
(87/2, Bakara/21-24)

Necm: 401

25 İnanmış ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere de, “Şüphesiz kendileri için altlarından ırmaklar akan cennetlerin olduğunu” müjdele. Onlar, oradaki herhangi bir meyveden her rızıklandırılışlarında, “Bu, bizim daha önce rızıklandığımız şeydir” derler. Ve onlara onun benzeşenleri verildi. Orada çok temiz eşler de yalnızca onlarındır. Ve onlar, orada sürekli kalanlardır.
(87/2, Bakara/25)

Necm: 402
26,27 Şüphesiz Allah, bir sivrisineği, hatta daha daha küçük olan bir şeyi örnek vermekten çekinmez. İşte iman eden kimseler bilirler ki, şüphesiz o hakktır, Rablerindendir. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimseler de artık, “Allah böyle bir örnek ile ne demek istedi?” derler. Allah, verdiği örneklerle birçoklarını şaşırtır, onunla birçoklarını kılavuzlar. Allah, onunla sadece, söz verip antlaştıktan sonra Allah'a verdikleri sözü bozan, Allah'ın birleştirmesini emrettiği şeyi; iman-amel ayrılmazlığını bozan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan hak yoldan
çıkmış kimseleri şaşırtır. İşte bunlar, zarara uğrayanların ta kendileridir.
28 Siz, nasıl küfredersiniz; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini nasıl bilerek reddedersiniz? Oysa siz,ölüler idiniz de sizlere O hayat verdi. Sonra O, sizleri öldürecek, sonra canlandıracaktır. Sonra da Kendisine döndürüleceksiniz.
29 O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için oluşturandır. Sonra da O, semaya egemenlik kurdu;331 onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi en iyi bilendir.
(87/2, Bakara/26-29)

331 Bkz. 52 nolu not.

Necm: 403

30 Ve bir zaman Rabbin, doğadaki güçlere, “Şüphesiz Ben, yeryüzünde bir halîfe getiren Zatım” demişti. Doğadaki güçler, “Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi yapacaksın?
Oysa biz, Senin övgünle birlikte tüm noksanlıklardan arındırıyoruz ve Senin tertemiz; her türlü kötülük ve eksiklikten uzak olduğunu haykırıyoruz” demişlerdi. Senin Rabbin, “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim” demişti.
31 Ve senin Rabbin, Âdem'e o isimlerin tümünü öğretti. Sonra hepsini doğadaki güçlere sundu ve “Hadi, haber verin Bana şunların isimlerini, eğer doğru kimseler iseniz” dedi.
32 Doğadaki güçler, dediler ki: “Sen her türlü noksanlıktan arınıksın! Senin, bize öğretmiş olduğunun dışında bizim için bilgi diye bir şey yoktur. Şüphesiz Sen, en iyi bilenin, en iyi yasa koyanın ta kendisisin.”
33 Senin Rabbin dedi ki: “Ey Âdem! Haber ver onlara, onların adlarını.” Sonra da Âdem onlara, onların adlarını haber verince, senin Rabbin, “Dememiş miydim Ben size! Şüphesiz Ben, göklerin ve yerin görülmeyenini, duyulmayanını, sezilmeyenini, geçmişi, geleceği bilirim. Ve Ben, sizin açığa vurduklarınızı ve sakladıklarınızı bilirim” dedi.
34 Ve hani Biz, doğadaki güçlere, “Âdem'e boyun eğip teslimiyet gösterin” demiştik de İblis/düşünce yetisi dışında doğadaki güçler hemen boyun eğip teslimiyet göstermişti. İblis yan çizdi, büyüklendi. Ve o, her şeyi bilerek reddedenlerden idi.
35 Ve Biz, “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette iskân ediniz/burayı yurt tutunuz, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol nasiplenin ve şu girift şeye yaklaşmayın; mal/altın-gümüş tutkunu olmayın, yoksa kendi benliğine haksızlık edenlerden olursunuz” dedik.
36 Bunun üzerine şeytân; İblis/düşünce yetisi onları oradan kaydırdı, içinde bulundukları ortamdan çıkardı. Ve Biz, “Birbirinize düşman olarak inin, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir yararlanma vardır” dedik.
37-39 Sonra da Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler aldı/kendine vahyedildi; Biz dedik ki: “Hepiniz oradan inin. Artık size Benim tarafımdan bir kılavuz geldiğinde, kim kılavuzuma uyarsa, onlar için hiçbir korku yoktur; onlar mahzun da olmayacaklardır. Ve küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş ve âyetlerimizi yalanlamış kimseler; işte onlar, ateşin ashâbıdır. Onlar, orada temelli kalıcıdırlar.”332 Sonra da Allah, onun tevbesini kabul etti. Kesinlikle O, tevbeleri çokça kabul eden, çok tevbe fırsatı verenin, çok merhametli olanın ta kendisidir.
(87/2, Bakara/30-39)

Necm: 404

40 Ey İsrâîloğulları! Size nimet olarak verdiğim nimetimi hatırlayın, Benim ahdime/Bana verdiğiniz söze vefa gösterin ki, Ben de sizin ahdinize vefa göstereyim. Ve sadece Benden korkun/sadece Bana ibâdet edin. 41Sizinle beraber olan Tevrât'ı doğrulayıcı olarak indirdiğim Kur’ân'a iman edin, O'nun hak kitap olduğunu bilerek reddedenlerin ilki siz olmayın. Benim âyetlerimi çok az bir bedelle satmayın. Ve sadece Benim korumam altına giriniz. 42 Ve siz bile bile hakkı bâtıla karıştırmayınız, hakkı gizlemeyiniz. 43 Salâtı ikame ediniz [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturunuz-ayakta tutunuz], zekâtı/vergiyi veriniz, Allah'ı birleyenler ile birlikte siz de Allah'ı birleyiniz.
44 Siz, insanlara birr'i/iyi adam olmayı buyuracaksınız da kendinizi umursamayacak mısınız? Oysaki Kitab'ı okuyup duruyorsunuz. Hâlâ akletmeyecek misiniz?
45,46 Bir de sabretmekle, salâtla [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma ile] yardım isteyin. –Şüphesiz salât ve sabırla yardım isteme, saygılı olanlardan; gerçekten Rablerine kavuşacaklarına ve gerçekten kendilerinin O'na dönücü olduklarına inanan kimselerden başkasına çok ağır gelir.–

332 Bkz. 96 nolu not.

47 Ey İsrâîloğulları! Size verdiğim nimeti ve şüphesiz Benim sizi âlemlere fazlalıklı kıldığımı hatırlayın.
48 Ve hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir kimseden yardımın, adam kayırmanın kabul edilmediği, kimseden fidyenin/kurtulmalığın alınmadığı ve hiçbir kimsenin yardım olunmadığı güne karşı Allah'ın koruması altına girin.
49 Ve hani Biz, bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan, kadınlarınızı sağ bırakan Firavun'un yakınlarından kurtarmıştık. –Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı.–
50 Hani bir zamanlar da Biz, bol suyu/nehiri sizin için yarıp da sizi kurtarmış, siz bakıp dururken Firavun'un yakınlarını da suda boğmuştuk.
51 Ve hani Biz Mûsâ'ya kırk geceyi vaat vermiş, sonra da siz, kendi benliğinize haksızlık ederek, o'nun arkasından altını ilâh edinmiştiniz.
52 Sonra Biz, sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını ödersiniz diye bundan sonra sizi affetmiştik.
53 Ve hani Biz, kılavuzlandığınız doğru yolu bulursunuz diye, Mûsâ'ya, o kitabı ve Furkân'ı vermiştik.
54 Hani bir zamanlar Mûsâ toplumuna, “Ey toplumum! Şüphesiz siz altına tapmakla kendi kendinize haksızlık ettiniz. Gelin hemen Yaratıcınıza tevbe edin de benliklerinizi değiştirin. Böylesi, Yaratıcınız nezdinde sizin için hayırlıdır” demişti. Sonra da Yaratıcınız tevbenizi kabul etti. Şüphesiz Yaratıcınız, tevbeleri çokça kabul eden, çok tevbe fırsatı verenin, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.
55 Hani bir zamanlar da siz, “Ey Mûsâ! Biz, Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız” demiştiniz de bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpıvermişti.
56 Sonra Biz, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye sizi ölümünüzün ardından dirilttik/zilletten kurtarıp onurlu duruma getirdik.
57 Ve üstünüze o bulutu gölge yaptık ve üzerinize kudret helvası ve bıldırcın/bal indirdik. –Ve size verdiğimiz rızıkların hoş olanlarından yiyin.– Onlar, Bize karşı haksızlık etmediler, lâkin onlar şirk koşmak sûretiyle kendi benliklerine haksızlık ediyorlardı.
58 Ve hani bir zamanlar Biz, “Şu kente girin de onun nimetlerinden dilediğiniz şekilde bol bol yiyin. O kapıdan da boyun eğip teslimiyet göstererek; onlara tebâ/uyruk olarak, taşkınlık, yanlış; kendi zararlarına iş yapmadan girin ve “Hıtta !” deyin. Ki size, hatalarınızı bağışlayıverelim, iyilik-güzellik yapanlara nimetlerimizi daha da arttıracağız” demiş idik.
59 Bunun üzerine o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler, sözü, kendilerine söylenildiğinden başka bir şekle değiştirdiler. Biz de yapmış oldukları hak yoldan çıkış karşılığında o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerin üstüne gökten bir azap indirdik.
60 Ve hani bir zamanlar Mûsâ, toplumu için su istemişti de, Biz, “Birikimini taş kalpli toplumuna uygula!” demiştik. Bunun üzerine o taş kalpli toplumdan on iki toplum-belde halkı ayrışmıştı. Oluşan her beldenin halkı, kendi su alacağı yeri kesinlikle öğrendi. –Allah'ın rızkından yiyin, için ve bozgunculuk yaparak yeryüzünde taşkınlık yapmayın.–
61 Ve hani bir zamanlar siz, “Ey Mûsâ! Biz, tek yemeğe asla dayanamayız, artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, acurundan, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın” demiştiniz. Mûsâ da size, “O, üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya/ Mısır'a inin, o vakit istediğiniz şeyler sizin olacaktır” demişti. Ve üzerlerine aşağılık ve meskenet damgalandı ve sonunda Allah'tan bir gazaba uğradılar. İşte bu, küfretmiş; Allah'ın âyetlerini bilerek reddetmiş olmaları ve peygamberleri haksız yere öldürmüş olmaları nedeniyledir. İşte bu, isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri nedeniyledir.
(87/2, Bakara/40-61)

Necm: 405

63 Hani bir zamanlar Biz, sizden, “Allah'ın koruması altına girmeniz için verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun ve içindekileri hatırınızdan çıkarmayın!” diye sağlam bir söz almıştık ve sizin üstünüzü; seçkininiz Mûsâ'yı Tûr'a/dağa yükseltmiştik/çıkarmıştık. 333
64 Bir de siz, bundan sonra yüz çevirdiniz. İşte eğer üzerinizde Allah'ın armağanı ve rahmeti olmasa idi kesinlikle siz zarara uğrayanlardan olmuştunuz.
65 Ve siz içinizden sebtte/düşünme gününde sınırları aşan kimseleri de elbette bilirsiniz. İşte bundan dolayı onlara, “Sefil maymunlar olun!” dedik.
66 Sonra da aşağılık maymunluğu, çağdaşlarına ve sonrakilere müthiş bir ders ve Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için bir nasihat/öğüt yaptık.
67 Ve hani Mûsâ toplumuna, “Şüphesiz ki Allah, size bir sığır boğazlamanızı emrediyor” demişti. Onlar, “Sen, bizi alaya mı alıyorsun?” dediler. Mûsâ, “Ben, câhillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım” dedi.
68 Onlar, “Bizim için Rabbine dua et, o sığır her ne ise onu bizim için açığa koysun” dediler. Mûsâ, “Rabbim diyor ki: ‘Şüphesiz o sığır, pek yaşlı değil, pek körpe de değil, ikisi arası dinçtir.’ Haydi, emrolunduğunuz şeyi yapınız” dedi.
69 Onlar, “Bizim için Rabbine dua et, onun rengi ne ise onu bizim için açığa koysun” dediler. Mûsâ, “Şüphesiz Rabbim diyor ki”: “Şüphesiz o sığır, rengi bakanlara neşe saçan, sapsarı bir inektir” dedi.
70 Onlar, “Bizim için Rabbine dua et, o, nedir; bizim için açığa koysun, şüphesiz ki o sığır, bize müteşâbih geldi ve biz şüphesiz Allah dilerse kesinlikle kılavuzlandığımız doğru yolu bulmuşlarız” dediler.
71 Mûsâ, “Şüphesiz Rabbim diyor ki”: “O sığır, zelil olmayan/çifte koşulmayan, arazi sürmeyen, ekin sulamayan, salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır.” Onlar, “İşte tam şimdi gerçeği getirdin” dediler. Sonunda onu boğazladılar. Ama neredeyse yapmayacaklardı. 334
72 Ve hani siz 335 bir kişiyi öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Hâlbuki Allah, saklamış olduğunuzu çıkarandır.
73 Sonra Biz, “Öldürülen kişiden gelecek sıkıntı sebebiyle Mûsâ'yı yola çıkarın” dedik. Allah, ölüleri işte böyle diriltir, bitmiş tükenmişlere yol gösterir ve akıllı davranasınız diye size âlametlerini/göstergelerini gösterir.
74 Sonra da kalpleriniz katılaştı; işte onlar, taş gibidir, hatta daha katıdır. Ve şüphesiz taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır da ondan su çıkar, öyleleri vardır ki Allah'ın saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürpertisinden düşerler. Allah yaptıklarınızdan
habersiz, duyarsız değildir.

333 Buradaki olaylar, A‘râf/138-155 ve Tâ-Hâ/80-98'de (120 nolu necm'de) konu edilen olaylardır. Âyetin orijinalindeki fevk sözcüğü, hem “alt” sözcüğünün karşıtı olan “üst” edatıdır, hem de şeref ve fazilet açısından başkasının üstüne çıkma anlamındaki fâke fiilinin mastarıdır. Ayrıca fevk sözcüğü, genelde manevî üstünlüğü ifade için kullanılır. Bkz. Resmi
Mushaf: Zuhruf/32, Bakara/212, Âl-i İmrân/55, En‘âm/18 ve A‘râf/127. Burada İsrâîloğulları ast, Mûsâ ise üst'tür.
334 Bu pasajda, müteşâbih ifadelerin nasıl te’vîl edildiği bizzat Allah tarafından gösterilmiştir. Âyetlerde geçen sığır sözcüğü ile “altın”ın kastedildiği anlaşılmaktadtır. Dolayısıyla burada sığırın zoraki de olsa boğazlanışı, İsrâîloğulları'nın istemeyerek de olsa altına tapmaktan vazgeçtiklerini ifade etmektedir.
335 Liderin yaptıkları daima toplumuna mal edilir. Zira lider, yaptığını toplumu adına yapar. Semûd kavminde de nâkayı inciklerinden bir kişi kesmiş (salât görevini uygulamadan kaldırmış) olmasına rağmen, bazı âyetlerde çoğul olarak topluma mal edilmiştir.
(87/2, Bakara/63-74)

[B]Necm: 407
62Şüphesiz şu, iman etmiş kişiler, Yahûdileşmiş kişiler, Nasrâniler ve Sabiîler/doğal dindarlar; her kim Allah'a ve âhiret gününe iman eder ve sâlihi işlerse, artık Rableri katında bunlar için ecirleri vardır. Bunlara bir korku yoktur. Bunlar mahzun da olmayacaklar.336
(87/2, Bakara/62)

Necm: 408

79 Artık yazıklar olsun o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz paraya satmak için, “Bu, Allah katındandır” derler. Artık o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara yazıklar olsun! O kazandıkları şeyler yüzünden kendilerine yazıklar olsun!
80 Ve onlar dediler ki: “Sayılı birkaç gün dışında ateş bize asla dokunmayacaktır.” De ki: “Allah'tan garanti içeren bir söz mü aldınız Allah, verdiği söze asla ters düşmez. Yoksa siz, Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”
81 Evet, kim bir kötülük kazandıysa ve hatası kendisini kuşattıysa, işte bunlar ateş ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar.
82 İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimseler de; işte onlar, cennet ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar.
(87/2, Bakara/79-82)

336 Resmi Mushaf'ta bağımsız necm olan 62. âyeti, anlam bilgisi gereği İsrâîloğulları'yla ilgili pasajdan sonra tertip ettik.

Necm: 409

83 Ve hani Biz, İsrâîloğulları'nın ‘kesin söz’ünü almıştık: “Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, ana-babaya, yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzelliği söyleyiniz, salâtı ikame ediniz [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturunuz-ayakta tutunuz] ve zekâtı/vergiyi veriniz.” Sonra çok azınız müstesnâ olmak üzere yüz çevirdiniz. Ve siz yüz çeviren kimselersiniz.
84,85 Ve hani Biz, sizin kesin sözünüzü almıştık: “Kanlarınızı dökmeyeceksiniz, kendilerinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız.” Sonra siz, tanıklık ederek ikrar verdiniz. Sonra, siz, işte o kimselersiniz; kendi kendinizi öldürüyorsunuz ve sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz. Onların aleyhinde günah ve düşmanlıkta yardımlaşıyorsunuz. Eğer onlar size esir olarak gelirlerse de onlar için fidye/kurtarmalık almaya çalışırsınız. Hâlbuki o; onların çıkarılmaları, size harâmlaştırılmıştır. Peki, siz Kitab'ın bir bölümüne inanıp da bir bölümüne inanmıyor musunuz? Şu hâlde içinizden böyle yapanların alacağı karşılık dünya hayatında bir rüsvâlıktan başka nedir?
Kıyâmet günü de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan bilgisiz, duyarsız değildir.
86 İşte onlar, âhiret karşılığında basit dünya yaşamını satın almış kimselerdir. Artık bunlardan azap hafifletilmez, onlar yardım da olunmazlar.
87 Ve andolsun ki Mûsâ'ya Kitab'ı verdik. Ve o'ndan sonra birbiri ardı sıra elçiler gönderdik. Meryem oğlu Îsâ'ya da açık açık deliller verdik ve kendisini Allah'ın vahyi ile güçlendirdik. Peki siz, bir elçinin size, nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiği her seferinde büyüklük tasladınız mı?! Sonra da bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürüyorsunuz.
(87/2, Bakara/83-87)

Necm: 410

88 Ve onlar, “Bizim kalplerimiz kılıflıdır/hiçbir şey işlemez” dediler. Aksine; Allah, gerçeği bilerek reddetmelerinden dolayı onları dışlamış/ rahmetinden mahrum bırakmıştır. Bundan dolayı pek azı iman eder!
89 Onlara Allah katından kendileri ile birlikte olanı doğrulayan bir kitap; Kur’an gelince de –ki bunlar daha önceleri kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere karşı zafer kazanmak istemişlerdi de o tanıdıkları kendilerine gelmişti– onu kendileri örttüler. Artık Allah'ın dışlaması/ rahmetinden mahrum bırakması, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler üzerinedir.
90 Onların, kendilerini karşılığında sattıkları şey; Allah'ın kullarından dilediğine Kendi armağanlarından indirmesini kıskanarak, Allah'ın indirdiği şeyleri; Kur’an’ı bilerek reddetmeleri ne çirkindir! İşte bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradılar. Küçültücü azap da yalnızca gerçekleri bilerek reddedenler içindir.
91 Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine iman edin” denildiği zaman; onlar, “Biz, kendimize indirilene iman ederiz” dediler. Ve onlar, Allah'ın indirdiği, kendilerinin beraberindeki olan şeyi doğrulayan bir hak olmasına rağmen, kendilerine indirilenlerden ötesini bilerek reddedip atıyorlar.
De ki: “Peki eğer mü’minler idiyseniz, niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyorsunuz?”
(87/2, Bakara/88-91)

Necm: 411

92 Ve andolsun ki Mûsâ size açık-seçik kanıtlarla gelmişti. Sonra siz, kendi benliğinize haksızlık eden kimseler olarak arkasından, “altın”ı ilâhlaştırdınız.
93 Ve hani Biz sizden, “Size verdiğimiz Kitab'ı kuvvetlice alın ve dinleyin” diye sağlam söz almış ve sizin üstününüzü/ seçkininiz Mûsâ'yı Tûr'a yükseltmiştik/ çıkarmıştık. Demişlerdi ki: “Dinledik ve isyan ettik/iyice sarıldık.” Ve gerçeği bilerek reddetmeleri yüzünden altının ilâhlığı
kalplerine içirilmişti. De ki: “Eğer inananlar iseniz, inancınızın size emrettiği şey ne çirkindir!” 337
94 De ki: “Allah yanında ‘son yurt’ başkalarının değil de yalnızca sizin için ise, eğer doğrulardan iseniz haydi hemen ölümü temenni ediniz.”
95 Hâlbuki elleriyle işledikleri yüzünden ölümü sonsuz olarak temenni etmezler. Allah ise kendi benliklerine haksızlık eden o kimseleri çok iyi bilendir.
96 Ve sen, kesinlikle onları, insanların yaşamaya en hırslısı, Allah'ın ortağı olduğunu kabul etmiş olan kimselerden de daha hırslı bulacaksın. Onların her biri bin sene ömürlendirilmeyi arzular; oysa ömürlenmek/ çok uzun yaşamak kendisini azaptan uzaklaştırıcı değildir. Allah, onların yapmakta oldukları şeyleri çok iyi görücüdür.
97 De ki: “Kim Cibrîl'e/Kur’ân'a düşmansa, bilsin ki şüphesiz Allah Cibrîl'i/Kur’ân'ı, Kendisinin bilgisi gereği, iki eli arasındakileri/ içindekileri doğrulayıcı, inananlar için bir yol gösterme ve müjde olarak, senin kalbine indirmiştir.
98 Kim ki Allah'a, meleklerine, elçilerine, Cibrîl'e/Kur’ân'a, Mîkâl'e/Elçi Muhammed'e 338 düşman olursa, bilsin ki şüphesiz Allah da kâfirlere; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenlere düşmandır.”
(87/2, Bakara/92-98)

Necm: 412
99 Ve andolsun ki Biz, sana açık açık âyetler indirdik. Bunları da hak yoldan çıkanlardan başkası bilerek reddedip görmezlikten gelmez.
100 Hak yoldan çıkanlar, ne zaman bir ahit üzerine antlaşma yapsalar, onlardan bir grup onu atıvermedi mi? Aslında onların çoğu iman etmiyorlar.
101 Ve ne zaman Allah tarafından onlara, yanlarındaki kitabı tasdik edici bir elçi geldi, daha önce kendilerine Kitap verilen kimselerden bir grup, sanki bilmezlermiş gibi Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına attılar.
102 Ve kendilerine Kitap verilenler, Süleymân mülküne dair şeytânların okuyup durdukları şeylere uydular. Hâlbuki küfretmemişti; Süleymân Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmemişti, ama o şeytanlar küfretmişti; bilerek reddetmişlerdi; insanlara sihri ve Bâbil'de iki peygambere/ iki krala; Hârût ve Mârût'a indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki Hârût ve Mârût, “Biz saflaşmanız için bir ateşten malzemeyiz, sakın küfretme; gerçeği bilerek reddetme!” demedikçe hiç kimseye hiçbir şey öğretmezlerdi. Sonra herkes, o ikisinden erkekle eşinin arasını açan şeyleri öğreniyorlardı. –Ne var ki onlar onunla Allah'ın bilgisi olmadan hiç kimseye zarar veremezler.– Herkes, kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Andolsun ki onu satın alanın âhirette hiçbir nasibi olmayacağını da kesinlikle biliyorlardı. Ve o, benliklerini karşılığında sattıkları o şey, ne çirkin bir şeydi! Keşke biliyor olsalardı!
103 Ve onlar eğer inansalardı ve Allah'ın koruması altına girselerdi, kesinlikle Allah'tan bir ödül, daha iyi olacaktı. Keşke biliyor olsalardı!
(87/2, Bakara/99-103)

337 Bkz. 329 nolu not.
338 “Allah'ın onarması, tamir etmesi” anlamında olan Cibrîl [Cebrâîl], Kur’ân âyetlerinin bir niteliğidir. Halk anlayışındaki gibi, Allah'tan elçilere vahiy getiren bir melek yoktur. Allah vahyi, aracısız olarak elçilerinin beynine yerleştirir. Cibrîl/Cebrâîl indiren değil, inendir. Aksi yöndeki çeviri ve yorumlar yanlış olup Kur’ân ile çelişir. İbranice'den Arapça'ya geçen ve “koruyan, gözeten büyük şef” demek olan Mîkâl'de, Rasûlullah'ın (Tevbe/128'deki tanıtılan) özellikleridir. Kısaca Kur’ân'da konu edilen Mîkâl/Mîkâîl, “Rasûlullah Muhammed”dir. Tafsilat için bkz. Tebyîn.

Necm: 413

104 Ey iman etmiş kimseler! “Râinâ [sen bizim çobanımızsın/sen bizi güt biz seni güdelim]” demeyin, “Unzurnâ ” deyin ve kulak verin. Çok acıklı azap da yalnız kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler içindir.
105 Kitap Ehlinden, küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kimseler ve ortak koşanlar, Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Allah ise, rahmetini dilediği kimseye mahsus kılar. Ve Allah, çok büyük armağan sahibidir.
(87/2, Bakara/104-105)

[B]Necm: 414

106 Biz, bir âyetten/alâmetten/göstergeden her neyi kaldırır veya söylettirmezsek, ondan daha iyisini yahut benzerini getiririz. Sen, Allah'ın şüphesiz her şeye en iyi güç yetiren olduğunu bilmedin mi?
107 Göklerin ve yerin egemenliğinin şüphesiz yalnız Allah'a ait olduğunu ve sizin için Allah'ın astlarından bir yakın ve bir yardımcı olmadığını bilmedin mi?
(87/2, Bakara/106-107)

Necm: 415

108 Yoksa siz Elçimizi, bundan önce Mûsâ'nın sorgulandığı gibi, sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Ve her kim imanı, küfürle değiştirirse, artık o, düz yolun ortasını kaybetmiş olur.
109 Kitap Ehlinden birçoğu, gerçek kendileri için ortaya konduğu hâlde, benliklerindeki kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan sonra kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler olmaya çevirmek isterler. Buna rağmen siz, Allah'ın emri gelinceye kadar af ile, hoşgörüyle davranın. Şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.
110 Ve siz, salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun-ayakta tutun] ve zekâtı/vergiyi verin! Kendiniz için önceden her ne iyilik yaparsanız, Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.
(87/2, Bakara/108-110)

Necm: 416

111 Bir de inananları Yahûdileştirmek, Hristiyanlaştırmak isteyenler, “Yahûdi ve Hristiyanlardan başkası asla cennete giremeyecek” dediler. Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, delilinizi getirin.”
112 Hayır, aksine kim iyileştiren-güzelleştiren biri olarak kendisini Allah için islâmlaştırırsa, işte onun, Rabbi katında ödülü vardır. Onlara hiçbir korku da yoktur ve onlar üzülmezler de.
113 Ve Yahûdiler, “Hristiyanlar, bir şey üzerinde değillerdir/ onların kayda değer bir yanları yoktur” dediler. Hristiyanlar da, “Yahûdiler, bir şey üzerinde değillerdir/ onların kayda değer bir yanları yoktur” dediler. Oysa onlar, kitabı okuyorlar. Bilmeyen kimseler de onların sözü gibisini dediler. Artık içinde anlaşmazlık edip durdukları şeylerde, kıyâmet günü aralarında Allah hüküm verecektir.
(87/2, Bakara/111-113)

Necm: 417

114 Ve Allah'ın tanıtıldığı-öğretildiği okullarını, içlerinde Allah'ın adı anılmasın diye engelleyen ve onların yıkımı için uğraşan kişiden daha kendi benliğine haksızlık eden kim olabilir?!.. Böylelerinin, Allah'ın tanıtıldığı-öğretildiği o okullara girmeleri ancak korka korka olacaktır. Onlar için dünyada bir rezillik vardır. Bunlar için âhirette de büyük bir azap vardır.
115 Ve doğu-batı [her yön] yalnızca Allah'ındır. Öyleyse her nereye yönelirseniz, artık orası Allah'ın yüzüdür. Şüphesiz Allah, bilgisi ve rahmeti geniş ve sınırsız olandır, en iyi bilendir.
(87/2, Bakara/114-115)

Necm: 418

116 Bir de onlar, “Allah çocuk edindi” dediler. –O, onların yakıştırdıkları tüm noksanlıklardan arınıktır.– Aksine göklerde ve yeryüzünde ne varsa yalnızca O'nundur. Hepsi O'nun için sürekli saygıda duranlardır.
117 Göklerin ve yerin yoktan var edicisidir. Ve O, bir işin olmasına karar verdiği zaman, artık ona yalnızca “Ol!” der, o da hemen oluverir.
118 Ve bilmeyen kimseler, “Allah bizimle konuşmalı yahut bize de bir alâmet/ gösterge gelmeli değil miydi!” dediler. Bunlardan öncekiler de tıpkı böyle, bunların dedikleri gibi demişlerdi. Onların kalpleri benzeşmiş. Biz kesinlikle, kesin bilgi ile bilgilenmek isteyen toplum için âyetleri apaçık ortaya koyduk.
119 Şüphesiz Biz, seni gerçek ile müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen, cehennem ashâbından sorumlu da tutulmazsın.
120 Ve sen onların dinlerine/yaşam tarzlarına uymadıkça Yahûdiler ve Nasara/ Hristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar. De ki: “Şüphesiz Allah'ın kılavuzluğu, kılavuzluğun ta kendisidir.” Ve eğer bilgiden sana ulaşan şeyden sonra bunların boş ve iğreti arzularına uyarsan, senin için Allah katından herhangi bir yakın olmaz, herhangi bir yardımcı da olmaz.
121 Kendilerine kitabı verdiğimiz kimseler onu, okumasının-izlemesinin hakkını vererek okurlar-izlerler. İşte onlar, ona iman ederler. Her kim de Kitabı bilerek reddederse, işte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.
(87/2, Bakara/116-121)

Necm: 419

122 Ey İsrâîloğulları! Sizlere ihsan ettiğim nimetimi ve şüphesiz sizi âlemlere fazlalıklı kıldığımı hatırlayın!
123 Kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden kurtulmalık kabul edilmeyeceği, yardımın, iltimasın hiç kimseye yarar sağlamayacağı ve suçluların yardım olunmadığı güne karşı Allah'ın koruması altına girin.
(87/2, Bakara/122-123)

Necm: 420

124 Ve hani Rabbi İbrâhîm'i, birtakım kelimeler ile sınamış, o da onları tam olarak yerine getirmişti. Rabbi, “Ben, seni insanlara önder yapanım” demişti. İbrâhîm, “Soyumdan da önderler yap!” dedi. Rabbi, “Benim ahdim/ tutulmak üzere verdiğim söz, kendi benliğine haksızlık eden kimselere ulaşmaz!” dedi.
125 Ve Biz, bir zaman bu Beyt'i/ilk yapılan okulu, insanlar için bir sevap kazanma/ dönüş yeri ve bir güven yeri yapmıştık. –Siz de İbrâhîm'in görev yaptığı yerden bir salât yeri [mâlî yönden ve zihinsel açıdan desteğin; toplumun aydınlatılmasının gerçekleştirileceği bir yer] edinin.– Ve Biz, İbrâhîm ile İsmâîl'e, “Beytimi, dolaşanlar, ibâdete kapananlar ve boyun eğip teslimiyet gösterenler, Allah'ı birleyenler için tertemiz tutun” diye ahit almıştık.
126 Ve bir zaman İbrâhîm, “Rabbim! Burasını güvenli bir belde kıl, halkını; onlardan Allah'a ve son güne inananları meyvelerle rızıklandır” demişti. Allah dedi ki: “Kâfiri; ilâhlığımı, rabliğimi bilerek reddeden kimseyi dahi çok az kazançlandırırım, sonra da onu ateşin azabına sürüklerim. Ve ne kötü varılacak yerdir!”
127-129 Ve hani İbrâhîm ve İsmâîl Beyt'ten temelleri yükseltirler: “Rabbimiz! Bizden kabul buyur, şüphesiz Sen en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisisin. Rabbimiz! Bizim ikimizi Senin için sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm dinine girmesini sağlayan] biri kıl. Soyumuzdan da Senin için sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm dinine girmesini sağlayan] bir önderli toplum getir. Ve bize kulluk yöntemlerini göster, tevbemizi de kabul et. Şüphesiz Sen suçtan dönüşleri çokça kabul edenin ve çok merhametli olanın ta kendisisin. Rabbimiz! Bir de onlara içlerinden bir peygamber gönder ki onlara Senin âyetlerini okusun, onlara kitabı ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğretsin, onları arındırsın. Hiç şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, en iyi yasa koyanın, bozulmayı iyi engelleyenin; sağlam yapanın ta kendisisin.”
130 Ve İbrâhîm'in dininden/yaşam tarzından, kendini akılsızlaştıran kimseden başka kim yüz çevirir? Ve Biz o'nu dünyada seçmiştik. Hiç şüphesiz o, âhirette de iyilerden biridir.
131 Rabbi o'na, “Sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran] biri ol!” dediği zaman İbrâhîm, “Ben âlemlerin Rabbi için sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm dinine girmesini sağlayan] biri oldum” dedi.
132 İbrâhîm de müslim olmayı, kendi oğullarına ve Ya'kûb'a, “Ey oğullarım! Şüphesiz ki bu dini size Allah seçti. Onun için yalnızca Sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm dinine girmesini sağlayan] kişiler olarak ölün!” diye vasiyet etti.
(87/2, Bakara/124-132)

Necm: 421

142 İnsanlardan aklı ermeyenler, “Bunları, mevcut hedeften/stratejiden çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu ve batı [tüm yönler] yalnız Allah'ındır. O, dilediği/ dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar.”
143 Ve işte böyle Biz, siz, insanlar üzerine şâhitler olasınız, Elçi de sizin üzerinize şâhit olsun diye sizi hayırlı bir önderli toplum yaptık. Üzerinde olduğun bu hedefi/stratejiyi belirlememiz de yalnızca, Elçi’ye uyan kimseleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım/ bildirelim diyedir. Tesbit ettiğimiz bu hedef/strateji, elbette, Allah'ın kılavuzluk ettiği kimselerin dışındakilere çok büyüktür. Ve Allah, imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
144 Biz, senin Bizden ne beklemekte olduğunu kesinlikle görüyoruz. Artık seni hoşnut olacağın bir hedefe/stratejiye çevireceğiz. Haydi, yüzünü Mescid-i Harâm'a/dokunulmaz eğitimöğretim kurumuna çevir; aklın fikrin hep eğitim-öğretimde olsun. Siz de, nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin! Kendilerine Kitap verilmiş olan kimseler de kesinlikle, şüphesiz onun, Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Ve Allah, onların yapıp durduklarından habersiz, bilgisiz değildir.
145 Ve andolsun ki sen, o Kitap verilmiş olan kimselere, bütün âyetleri de getirsen, yine de senin hedefine/stratejine uymazlar. Sen de onların hedefine/stratejisine uyan biri değilsin. Zaten onlar da birbirlerinin hedeflerine/stratejilerine tâbi değiller. Yine andolsun ki sana gelen bunca bilgiden sonra, sen onların boş-iğreti arzularına uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz sen, kendi benliğine haksızlık eden kimselerden olursun.
146 Kendilerine Kitap verdiğimiz şu kimseler, Peygamber'i kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Şüphesiz onlardan bir kesim de bilip durmalarına rağmen, kesinlikle hakkı gizliyorlar.
147 Hak, Rabbindendir. O hâlde, şüpheye düşenlerden olma sakın!
148 Ve herkes için bir yön vardır; o, ona yönelendir. O nedenle hep hayırlara koşun, yarışın/ hayırları öne getirin. Her nerede olsanız Allah, tümünüzü bir araya getirir. Şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.
149 Ve her nereden çıkarsan hemen yüzünü Mescid-i Harâm/ dokunulmaz eğitim-öğretim kurumu tarafına çevir. Şüphesiz bu, Rabbinden gelen bir haktır. Ve Allah, yaptıklarınıza ilgisiz, bilgisiz değildir.
150,151 Ve her nereden çıkarsan hemen yüzünü Mescid-i Haram/ dokunulmaz eğitim-öğretim kurumu tarafına çevir. Ve siz, her nerede olsanız, insanlardan, –onlardan şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler hariç– sizin aleyhinizde bir delil olmaması için, Benim size, içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size kitabı ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğreten ve size bilmediğiniz şeyleri öğreten bir elçi göndermem gibi, size olan nimetimi tamamlamam için ve doğru yolu bulabilmeniz için hemen yüzünüzü onun tarafına çevirin. Artık onlara saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymayın, Bana saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyun.
152 Öyleyse Beni anın ki, Ben de sizi anayım. Ve Bana, verdiğim nimetlerin karşılığını ödeyin, Bana iyilikbilmezlik etmeyin/ verdiğim nimetleri görmemezlikten gelmeyin.
(87/2, Bakara/142-152)


Necm: 422339

196 Ve hac/programlı ilâhiyat eğitimi ve umre'yi/seminer, sempozyum gibi kısa süreli
eğitimleri Allah için tamamlayın. Buna rağmen, eğer siz alıkonursanız/ engellenirseniz, o zaman ilâhiyat eğitimi görenlere kolayınıza gelen şeylerle destek olun! Bununla beraber bu ilâhiyat eğitimi görenlere hediye; vereceğiniz destek, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin.340 Artık içinizden hasta olana veya başından tıraşa bir rahatsızlığı bulunana oruç veya sadaka yahut da ibâdetten bir fidye/ karşılık! Artık emin olduğunuz zaman da her kim umrede/kısa süreli eğitimde hacca; programlı ilâhiyat eğitimine kadar kazanç sağladıysa, artık hediyeden; eğitime destekten kolayına geleni! Fakat kim bulamazsa artık üç gün hacda; programlı ilâhiyat eğitimi süresi içinde, yedi de döndüğünüzde oruç tutması! Bu, tam ondur. Bu hüküm, ailesi Mescid-i Harâm'da; dokunulmaz ilâhiyat eğitim merkezinde hazır olmayanlar içindir. Allah'ın koruması altına girin ve şüphesiz Allah'ın cezasının çok şiddetli olduğunu bilin.

339 Bu pasajda da âyetleri, anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik.
340 Hacc pasajının iyi anlaşiılması için pasajda geçen bazı noktalar:
Bilinen aylar
Geleneksel açıklamalarda, ayetteki “bilinen aylar” ifadesi hakkında; “Şevval, Zülkade ve Zülhicce” aylarıdır, “Şevval, Zülkade ve Zülhicce'nin ilk on günüdür.” tarzında farklı anlayışlar ortaya konmuştur. Bu anlayışlar, bir bakıma Kur’an inmeden önceki anlayışın devamıdır. Uzun yıllardan beri de hacc, maalesef sadece “zilhicce” ayında uygulanmaktadır.
Rabbimiz, Bakara/ 197. ayetten (422. necm)açık olarak anlaşıldığı gibi, hacc için ayları (en az üç ay) kapsayan bir süreç öngörmüştür. Bu demektir ki, Müslümanlar bir “Hacc organize komitesi veya Hacc emiri” oluşturacaklar, bu kurum Hacc dönemlerini belirleyerek ilan edip herkese bildirecek, herkes de ilan edilen dönemlerde gidip Komite’ye veya Emir’e teslim olacaktır.

Hedy
Hedy, “hacc yapanların yiyeceğini karşılamak için Ka’be’ye sevk edilen (hediye olarak gönderilen) canlı hayvan” demektir.
Kur’an’ın indiği çağda Arabistan coğrafyasında en uygunu canlı hayvandır.

İhram
Hem Bakara/ 196. Ayetinin (422. necm) ifadelerinden, hem de Maide; 1,2, 95, 96. Ayetlerinden (672 ve 690. No.lu necmler) anlaşıldığına göre; hacc yapan kimse, başını tıraş etmeyecek, refesten (kötü, çirkin söz, cinsel ilişki), küçük suç büyük suç işlemek, kavga-düşmanlık gibi davranışlardan uzak duracak ve de avlanmayacaktır.
İşte bu hükümler literatüre “ihram (yasaklama)” adıyla girmiştir. Ama “ihram” aynı zamanda şekilsel olarak da bir anlam kazanmış, dikişsiz, kefen benzeri bir giysinin de adı olmuştur. Bunun sebebi; hacca niyet etmiş, gelip hacc emirine teslim olmuş, İbrahimî eğitim alan kişilerin; iş, mevki, sosyal sınıf, ırk, cinsiyet, mal, mülk, çoluk çocuk gibi varlıklarını, kısaca bundan önceki hayatlarını; mal ve evlatlarını geride bırakıp İbrahim peygamber gibi “Ben Rabbime; Rabbime hizmete gidiyorum” demeyi sembolize eder.

Arafat ve el Meş’aril Haram (müzdelife):

Rabbimiz Bakara/ 198. Ayette (422. necm); hacc görevini yerine getiren müminlere “Artık Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da hemen Allah’ı anın” buyurmaktadır. Bu emri uygulayabilmek için de, “Arafat” ile “Meş’ar-i Haram” ifadelerini iyi anlamak gerekmektedir.

Arafat: Arafat sözcüğü "bilgi,irfan" anlamındaki "arf" sözcüğünün türevlerindendir. Bilindiği gibi "Arafat", Mekke civarında bir bölgenin adı olarak meşhurlaşmıştır. Aslında Kur'an'da Arafat, "Öğretmen ve öğrencilerin bulundukları yerler; "eğitim öğretim merkezleri"dir. Hacc döneminde, Mekke civarında sabit ve seyyar olarak oluşturulan ve oluşturulacak olan tüm eğitim-öğretim merkezlerini kapsar.

Meş'ar-i Haram:Âyette, el-Meş'ar-i Haram şeklinde marife(belirtili) olarak geldiği için özel isim hükmündedir. Anlamı, "dokunulmaz,bilgilenilen-bilinçlendirilen yer" demektir. Burası, Arafat ile Mina arasındaki bölgenin adıdır. (Bazıları "bir bölümün adı olabilir" demişlerdir.) RAbbimizin, artık Arafattan ayrılıp akın ettiğinizde Meş'ar-i Haram'da hemen Allah'ı anın emri gereği; Mekke civarında oluşturulmuş olan okullardaki mü'minlerin, belirlenmiş sayılı günlerde akın akın Meş'ar-i Haram'a gelmeleri ve orada topluca "allah'ı Anma" merasimi yapmalarıdır.

197 Hac/programlı ilâhiyat eğitimi, bilinen aylardır. Artık her kim o aylarda haccı; programlı
ilâhiyat eğitimini, başlayıp kendisine farz ederse/mutlaka yapacağım derse, artık hac; programlı ilâhiyat eğitimi süresince kadına yaklaşmak, çirkin söz söylemek, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne işlerseniz de Allah onu bilir. Ve azık edinin. Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı Allah'ın koruması altına girmedir. Ve ey kavrama yetenekleri olanlar! Benim korumam altına girin!
198 Rabbinizden bir armağan istemenizde hiçbir sakınca yoktur. Artık Arafat'tan; eğitim
birimlerinden ayrılıp akın ettiğinizde, Meş’ar-i Harâm'da; dokunulmaz bilinçlenme merkezinde hemen Allah'ı anın. Ve O'nu, O'nun size gösterdiği gibi anın. Ve siz bundan önce gerçekten sapıklardan idiniz.
200-203 Sonra da Allah'a karşı görevlerinizi gerçekleştirdiğinizde, tıpkı babalarınızı andığınız
gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. Ve Allah'ı sayılı günlerde anın. Artık kim iki gün içinde acele ederse ona günah yoktur. Kim de ertelerse ona da günah yoktur. Bu, Allah'ın koruması altına girmiş kimseler içindir. Allah'ın koruması altına girin ve şüphesiz kendinizin O'na toplanacağınızı bilin. 199Sonra da insanların akıp geldiği yerden siz de akıp gelin ve Allah'tan
Arafat sözcüğü “bilgi, irfan” anlamındaki “arf” sözcüğünün türevlerindendir. Bilindiği gibi “Arafat”, Mekke civarında bir bölgenin adı olarak meşhurlaşmıştır. Aslında Kur’a’da Arafat, “Öğretmen ve öğrencilerin bulundukları yerler; eğitim öğretim merkezleri”dir. hacc döneminde, Mekke civarında sabit veya seyyar olarak oluşturulan ve oluşturulacak olan tüm eğitimöğretim merkezlerini kapsar.

Meş’ar-i Haram
Ayetteki “Meş’ar-i Haram” ifadesi “el Meşar’il Harami” diye marife (belirtili) olarak gelmiştir, sanki özel isim hükmündedir. Anlamı, “dokunulmaz, bilgilenilen-bilinçlenilen yer” demektir. Burası, Arafat bölgesi ile Mina bölgesi arasındaki bölgenin adıdır (bazıları bir bölümünün adı olabilir demişlerdir).
Rabbimizin “Artık Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da hemen Allah’ı anın” emrinin gereği; Mekke civarında oluşturulmuş olan okullardaki müminlerin, belirlenmiş sayılı günlerde akın akın MEŞ’AR HARAM’a gelmeleri ve orada topluca “Allah Anma” merasimi yapmalarıdır.

Allah’ın zikri

“Zikrullah = Allah'ın anılması”, halk arasında uygulandığı şekliyle elde tespih, dil ile "Allah, Allah …" demek değildir. “Zikrullah = Allah'ın anılması”; Allah'ın, biz kulları üzerindeki haklarını ve bize sunduğu nimetleri düşünmek, O'na karşı sorumluluklarımızı yerine getirip getirmediğimizi ikide bir kontrol etmek, verdiği görevleri eksiksiz yerine getirmek, nimetlerine karşı şükredip (karşılık ödeyip) nankörlük etmemek ve daima bu bilinç içerisinde olmaktır.

Sayılı günler

Rabbimiz Bakara/ 203. ayette(422. necm) “Ve Allah’ı sayılı günlerde anın.” diye buyurmaktadır. Rabbimizin burada konu ettiği “sayılı günler” ifadesi hem çoğul hem de nekredir (belirtisizdir). Dolayısıyla, bu günlerin hangi günler olacağı, yine Hacc Organize Komitesi tarafından, Hacc Emiri’i tarafından belirlenecektir.

Bara’e (ültimatom); sonuç bildirgesi

Bilindiği üzere Rasülüllah, hicri 10. yılda bizzat kendisinin de katılımı ile hacc yapmış ve onun katılması sebebiyle bu hacca “Hacc-ı ekber (En büyük hacc)” adı verilmiştir. Nakillere göre bu hacca, sayıları yüz on dört bin civarında Müslüman katılmıştır. Bu hacc’ın sonuç bildirgesini ise bizzat Rabbimiz, Tevbe suresinin ilk on dokuz ayetini (695. Nolu necm) indirerek yapmıştır.

Hacc konusu ile ilgili daha ayrıntılı bilgi Tebyinül’Kur’an’da verilmiştir.
bağışlanma isteyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. İşte insanlardan
bazısı, “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver!” diyen kimselerdir. Onun için de âhirette hak edilmiş bir pay yoktur.
201 Yine onlardan, “Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik-iyilik ve âhirette de bir güzellikiyilik
ver ve bizi ateşin azabından koru!” diyenler vardır.
202 İşte onlar, kendileri için kazandıklarından hak edilmiş bir pay olanlardır. Ve Allah, hesabı çok çabuk görendir.
204 İnsanlardan kimi de vardır ki, onun basit dünya yaşamı hakkındaki sözü senin hoşuna gider ve o, kalbindekine Allah'ı şâhit tutar. Ve o, düşmanlığı en yaman olanıdır.
205 O, dönüp gitti mi/yetkilendi mi de yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini/kültürü/kadınları ve nesli değişime/yıkıma uğratmak için çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez.
206 Ona, “Allah'ın koruması altına gir!” dendiği zaman da büyüklük, güç, kendisini günah işlemeye sürükler. İşte öylesine cehennem yeter. O, ne kötü bir döşektir!
207 İnsanlardan kimi de vardır ki, Allah'ın rızasına ermek için kendini satar [Allah yolunda malını-mülkünü harcar, canını ortaya koyar]. Ve Allah, kullarına çok şefkatlidir.
158 Şüphesiz Safâ ve Merve Allah'ın alâmetlerinden birkaçıdır. Onun için her kim Beyt'i/İlâhiyat eğitim merkezi olan Ka‘be'yi kasdedip Beyt'e gider veya umre/kısa süreli eğitim yaptırılırsa, buralarda dolaşmasında kendisine bir sakınca yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah karşılık verendir, en iyi bilendir.341
(87/2, Bakara/196-198, 200-203, 199, 201-202, 204-207, 158)

Necm: 423

133 Yoksa siz Ya'kûb'a ölüm hâli gelip çattığı zaman, oğullarına, “Benden sonra neye kulluk
edeceksiniz?” dediği zaman, onların; “Biz, bir tek ilâh olarak senin ilâhına ve ataların İbrâhîm, İsmâîl ve İshâk'ın ilâhına kulluk edeceğiz. Ve biz, sadece O'nun için islâmlaştıranlarız” dediklerine tanıklar mı idiniz?!
134 Onlar, gelip geçen bir önderli toplumdur. Onların kazandıkları kendilerinedir, sizin kazandıklarınız da kendinizedir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu olmazsınız.
135 Ve onlar, “Yahûdi veya Hristiyan olunuz ki kılavuzlandığınız doğru yolu bulasınız” dediler. Sen de ki: “Tam tersi, küfürden, Allah'a ortak koşmaktan dönen biri olarak Allah'ın ortaklarının olacağını kabul etmemiş olan İbrâhîm'in dinine/yaşam tarzına!”
136 Deyin ki: “Biz Allah'a, bize indirilene, İbrâhîm'e ve İsmâîl'e ve İshâk'a ve Ya'kûb'a ve torunlarına indirilene, Mûsâ'ya ve Îsâ'ya verilene ve peygamberlere Rablerinden verilene iman ettik; onlardan hiç birini diğerinden ayırmayız ve biz ancak O'nun için islâmlaştıranlarız [sağlamlaştıran/ esenlik-mutluluk kazandıran birileriyiz].”
137 Artık, eğer mü’minleri Yahûdileştirmek, Hristiyanlaştırmak isteyenler, sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, artık kesinlikle kılavuzlandıkları doğru yolu buldular. Yok eğer yüz çevirirlerse, onlar sadece parçalanmışlık içindedirler. İşte onlara karşı sana Allah yeter. Ve O, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
138 Allah'ın dinine! Din ortaya koymak konusunda Allah'tan daha güzel olan kimdir? Ve biz, sadece O'na kulluk edenleriz.
139,140 De ki: “Allah, sizin Rabbiniz ve bizim Rabbimiz olmasına rağmen, O'nun hakkında mı bizimle çekişiyorsunuz? Bir de bizim amellerimiz yalnızca bize, sizin amelleriniz de yalnızca sizedir. Ve biz sadece O'nun için Kendisini tüm noksanlıklardan arındıran kimseleriz. Yoksa siz, “Şüphesiz İbrâhîm, İsmâîl, İshâk, Ya‘kûb ve torunları da hep Yahûdi veya Hristiyan idiler” mi diyorsunuz?” De ki: “Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Kendi yanındaki, Allah'tan gelen bir şâhitliği saklayandan kendisine daha haksızlık eden kim olabilir? Allah, yaptıklarınıza bilgisiz, duyarsız da değildir.”
141 Onlar, gelip geçen bir önderli toplumdurlar. Onların kendi kazandıkları kendilerinedir, sizin kazandıklarınız da kendinizedir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu olmazsınız.

341 Bu pasajda da âyetleri, anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik.
(87/2, Bakara/133-141)


Necm: 424

153 Ey iman etmiş kimseler! Sabretmekle ve salâtla [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma ile] yardım isteyin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.
154 Ve Allah yolunda öldürülenlere, “Ölüler” demeyin. Aslında onlar diridirler. Fakat siz bilincine ermiyorsunuz.
155,156 Ve de kesinlikle Biz, korkudan, açlıktan bir şeylerle ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile sizi zayıf düşüreceğiz/ imtihan edeceğiz. Kendilerine bir musibet geldiği zaman, “Biz şüphesiz Allah'a aidiz ve yalnız O'na döneceğiz” diyen şu sabredenlere de müjdele!
157 İşte onlar; Rablerinden, birtakım destekler ve rahmet kendilerinedir. İşte onlar, kılavuzlandıkları doğru yolu bulanların da ta kendisidir.
(87/2, Bakara/153-157)


Necm: 425

159,160 Şüphesiz indirdiğimiz açık delilleri ve doğru yol kılavuzunu, Biz, kitapta insanlara apaçık gösterdikten sonra gizleyen kimseler; işte onlar; onları Allah ve dışlayanlar, dışlayıp gözden çıkarır. Ancak günahtan dönüş yapan ve düzeltenler ve açık delilleri ve doğru yol kılavuzunu açıkça ortaya koyanlar başkadır. İşte onlar, Ben onların tevbelerini kabul ederim. Ve Ben tevbeleri çokça kabul eden, çok tevbe fırsatı veren, çokça merhamet edenim.
(87/2, Bakara/159-160)

Necm: 426

161,162 Küfredip; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedip de bu hâl üzerine ölen şu kimseler; işte onlar; Allah'ın, doğal güçlerin/vahiylerin, insanların hepsinin dışlaması onlaradır.
Onlar dışlanışta temelli kalıcıdırlar. Onlardan azap hafifletilmez ve onlara bakılmayacaktır da.
163 Ve sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır. O'ndan başka ilâh diye bir bir şey yoktur. O, yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet edendir, engin merhamet sahibidir.
164 Şüphesiz ki göklerin ve yerin oluşturuluşunda, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarayan şeylerle denizde akıp giden gemide,
Allah'ın semadan bir su indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde,
yeryüzünde her deprenen canlılardan yaymasında,
rüzgârları evirip çevirmesinde,
gök ile yeryüzü arasında emre hazır olan bulutta, şüphesiz akıllarını çalıştıran bir toplum için
elbette alâmetler/göstergeler vardır.
165,166 İnsanlardan kimi de Allah'ın astlarından birtakım eşler tutan kimselerdir. Onları, Allah'ı sever gibi seviyorlar. Oysa iman etmiş kimseler, Allah'a sevgi yönünden daha kuvvetlidir. Ve şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler, azabı görecekleri zaman; kendilerine uyulan kimseler, azabı görerek kendilerine uyanlardan kaçıp uzaklaştıkları ve azabı gördükleri ve kendileriyle bağlar kesildiği zaman, bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke görselerdi.
167 Onlara uyanlar da, “Ah, bizim için dünyaya bir dönüş olsaydı da onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!” derler. İşte böylece Allah onlara bütün amellerini, üzerlerine yığılmış pişmanlık ve üzüntüler hâlinde gösterecektir. Onlar bu ateşten çıkanlar da değillerdir.
(87/2, Bakara/161-167)

Necm: 427

168 Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz, hoş, yararlı şeylerden yiyin ve şeytânın adımlarını izlemeyin. Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır.
169 O, size yalnızca kötülüğü, aşırılığı; çirkinliği-hayâsızlığı ve Allah üzerine bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.
170 Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine uyun” dendiği vakit, “Aksine biz, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız” dediler. Ataları bir şeye akıl erdirmez ve kılavuzlandıkları doğru yolu bulmaz idiyseler de mi?
(87/2, Bakara/168-170)

Necm: 428

171 Ve kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişilerin hâli, sadece bir çağırma veya bağırmadan başkasını işitmeyen şeylere çoban haykırışı/ karga haykırışı yapan kimsenin hâli gibidir; sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden onlar akıl da etmezler.
259 Veya küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kişilerin hâli, evlerinin çatıları çökmüş bir kente uğrayan kimse gibidir: O kimse, “Bunu, bu ölümünden sonra Allah nasıl diriltecek?!” diyerek inançsızlığını ortaya koydu. Bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü, sonra diriltti. Allah, “Ne kadar kaldın?” dedi. O, “Bir gün yahut bir günün bir kısmı kaldım” dedi. Allah, “Tam tersi, sen yüz sene kaldın, öyle iken bak yiyeceğine-içeceğine henüz bozulmamış, eşeğine de bak. –Ve seni insanlar için bir âyet kılalım diye…– O kemiklere de bak, onları nasıl yüksekleştiriyoruz. Sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?” dedi. Böylece ona açıkça belli olunca, “Şüphesiz Allah'ın her şeye güç yetiren olduğunu daha iyi biliyorum” dedi.
(87/2, Bakara/171, 259)

Necm: 429

172 Ey iman etmiş kişiler! Eğer siz yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, sizi rızıklandırdığımız şeylerin hoş, temiz ve yararlı olanlarından yiyin ve verdiği nimetlerin karşılığını Allah'a ödeyin.
173 O size, sadece ölü hayvanı, kanı, domuzun etini ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanları harâm kıldı. Sonra kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret ölçüsünü geçmemek üzere ona bir günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.
(87/2, Bakara/172-173)

Necm: 430

174 Şüphesiz Allah'ın kitaptan indirdiği bir şeyi gizleyen ve gizlediği şeyi çok az bir bedelle satanlar; işte onlar, karınlarına ateşten başka bir şey yemezler. Ve kıyâmet günü Allah, onlara konuşmaz ve kendilerini temize çıkarmaz ve onlara acı veren bir azap vardır.
175 İşte onlar, doğru yol karşılığı sapıklığı, bağışlanma karşılığı azap satın alan kimselerdir.
Bunlar, ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar!
176 İşte bu, şüphesiz Allah'ın Kitab'ı hak ile indirmesi sebebi iledir. Ve şüphesiz Kitap hakkında anlaşmazlığa düşen şu kimseler kesinlikle çok uzak bir parçalanma içindedirler.
(87/2, Bakara/174-176)

Necm: 431

177 Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz “iyi adamlık” değildir. Ama “iyi adamlar”, Allah'a, Âhiret Günü'ne/Son Gün'e, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan; malını akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolcuya ve dilenenlere ve özgürlüğü olmayanlara, Allah'a/mala/vermeye sevgisi olmasına rağmen veren ve salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan], zekâtı/vergiyi veren kimselerdir. Ve de sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreden kimselerdir. İşte onlar, özü-sözü doğru olanlardır. Ve işte onlar, Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin ta kendileridir.
(87/2, Bakara/177)


Necm: 432

178 Ey iman etmiş kişiler! Ölümlü olaylarda kısas; âdil karşılık size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın… Ama her kim, ölenin kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uymalı, ona güzellikle ödemelidir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Artık kim sınırları aşarsa, artık acı veren azap onun içindir.
179 Ey kavrama yetenekleri olanlar! Allah'ın koruması altına girersiniz diye bu âdil karşılık ilkesinde sizin için hayat vardır.
(87/2, Bakara/178-179)

Necm: 433

180 Sizden birinize ölüm hazır olduğu vakit, eğer bir hayır/mal bıraktıysa, Allah'ın koruması altına girmiş kişiler üzerine bir hak olarak, babası-anası ve en yakın akrabası için, örfe uygun; herkesçe kabul gören bir şekilde vasiyet etmek zorunlu görev kılındı.
181 Artık her kim, bunu duyduktan sonra onu değiştirirse, onun günahı ancak onu değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.
182 Artık her kim vasiyet edenin, bir hata işlemesinden veya bir günaha girmesinden korkar da onların arasını düzeltirse, ona hiçbir günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
(87/2, Bakara/180-182)

Necm: 434

183,184 Ey iman etmiş kimseler! Oruç tutmak,342 Allah'ın koruması altına giresiniz diye, sizden öncekilere, ‘sayılı günlerde, o nedenle sizden her kim hasta olursa veyahut çiftçilik, ticaret, askerlik, eğitim- öğretim gibi gidiş gelişli; hareketli bir iş üzere olursa diğer günlerden sayısıncadır. Oruca gücünü kaybetmiş olanlar/gücü yetenler üzerine ise bir yoksulun yiyeceği, kurtulmalık olarak borçtur. Kim de gönüllü hayır-iyilik yaparsa bu kendisi için çok hayırlıdır/yararlıdır. Ve eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için hayırlıdır/yararlıdır’ şeklinde farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.
185 Ramazân ayı ki, Kur’ân, bir kılavuz olarak ve furkândan, yol göstermeden açık seçik açıklamalar olarak kendisinde indirilmiştir. Bu nedenle sizden her kim bu aya şâhit olursa hemen onda oruç tutsun. Kim de hasta veya çiftçilik, ticaret, askerlik, eğitim- öğretim gibi gidiş gelişli; hareketli bir iş üzerinde ise diğer günlerden sayısıncadır. Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. Bu kolaylık, Allah'ın koruması altına girmeniz ve sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve Allah'ın verdiği nimetlerin karşılığını ödeyesiniz diyedir.
187 Oruç tutma gecesinde kadınlarınıza cinsellikle ilgili sözler, cinsel ilişki, size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir giysidir, siz de onlar için bir giysisiniz. Allah, sizin kendinize hâinlik ettiğinizi bildi de tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık kadınlarınıza yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığı şeylerden arayın. Ve fecrden, beyaz iplik siyah iplikten iyiden iyiye sizin için açığa çıkıncaya kadar yiyin-için. Ve geceye kadar orucu tamamlayın. Ve siz ilâhiyat eğitim merkezlerinde programlı ibâdet hâlinde iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, artık Allah'ın sınırlarına yaklaşmayın. Allah, Kendisinin koruması altına girsinler diye âyetlerini insanlara işte böyle açıkça ortaya koyar.
186 Ve kullarım sana Benden sordukları zaman, biliniz ki şüphesiz Ben çok yakınımdır. Bana yakarınca, yakaranın yakarışına cevap veririm. O hâlde rüşte ermeleri için, onlar da Bana karşılık versinler ve Bana inansınlar.343

342 Oruç, “yemeyi, içmeyi, konuşmayı ve cinsel ilişkiyi bırakmak” demektir. “Konuşmama” maddesi dikkate alınmadan tutulan oruç, İslâm dininde, insanı takvâya/Allah'ın koruması altına ulaştırmak için öngörülen oruç değildir. Zorunlu işi olanlar ve hastalar oruç tutmak zorunda değildir; ama tutanlar doğru dürüst tutmalıdırlar.
343 Bu pasajda da âyetleri, anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik.
(87/2, Bakara/183-185, 187, 186)

Necm: 435

188 Aranızda mallarınızı da bâtıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını, bilerek ve günah ile yemek için hâkimlere aktarmayın.
(87/2, Bakara/188)

Necm: 436

189 Sana hilallerden soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hac/programlı ilâhiyat eğitim dönemleri için zaman ölçüleridir.” Evlerinize arka taraflarından girmeniz/dinde Allah'ın ilkelerinden başka ilkeler benimsemeniz, “iyi adamlık” değildir. Ama “iyi adamlık”, Allah'ın koruması altına girmektir. Öyleyse, evlerinize kapılarından girin; dini, din sahibi Allah'ın çizdiği çerçevede yaşayın. Ve başarıya erenlerden, kurtulanlardan olmanız için Allah'ın koruması altına girin.
(87/2, Bakara/189)

Necm: 437

190 Ve sizinle savaşan kimselerle Allah yolunda savaşın; ölün, öldürün. Ve sınırı aşmayın. Şüphesiz Allah, sınırı aşanları sevmez.
191 Ve onları nerede yakalarsanız öldürün, çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Ve insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek, öldürmeden daha şiddetlidir. Mescid-i Harâm; dokunulmaz ilâhiyat eğitim merkezi yanında onlar, orada sizinle savaşmadıkça da onlarla savaşmayın. Buna rağmen onlar, sizinle savaşırlarsa, hemen onları öldürün. kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenlerin cezası işte böyledir.
192 Bununla beraber, eğer vazgeçerlerse, biliniz ki şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
193 Ve de insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek faaliyeti kalmayıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık eğer vazgeçerlerse, düşmanlık, kendi benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur.
194 Dokunulmazlık ayı, harâm aya karşılıktır. Ve bütün dokunulmazlıklar/ bağlayıcı hükümler, birbirine karşılıktır. O hâlde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının aynıyla saldırın. Ve Allah'ın koruması altına girin. Ve bilin ki Allah, Kendi koruması altına girmiş kişiler ile beraberdir.
195 Ve Allah yolunda malınızı harcayın, kendinizi ellerinizle tehlikeye bırakmayın ve iyileştirin-güzelleştirin. Şüphesiz Allah, iyileştirenleri güzelleştirenleri sever.
(87/2, Bakara/190-195)

Necm: 438

208 Ey iman etmiş kişiler! Hepiniz, topluca İslâm'a-barışa-güvenliğe-sağlamlığa girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır.
209 Buna rağmen, eğer siz apaçık deliller geldikten sonra yine kayarsanız, artık bilin ki şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
(87/2, Bakara/208-209)


Necm: 439

210 Onlar, sadece Allah'ın buluttan gölgeler içinde gelmesini, doğal güçlerin [ışın, radyasyon ve meteorların] gelmesini ve işin bitirilivermesini mi bekliyorlar? Hâlbuki bütün işler, yalnızca Allah'a döndürülüyor.
211 İsrâîloğulları'na, Bizim, onlara açık alâmetten/ göstergeden kaç tane verdiğimizi sor. Allah'ın nimetini her kim kendisine geldikten sonra değiştirirse, artık şüphesiz Allah azabı çok şiddetli olandır.
212 Basit dünya hayatı, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişiler için süslü gösterildi. Onlar, iman edenlerle eğleniyorlar. Hâlbuki Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, kıyâmet günü onların üstündedir. Allah, dilediği kimseye hesapsız rızık verir.
(87/2, Bakara/210-212)

Necm: 440

213 İnsanlar tek bir önderli toplum idi de Allah müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere peygamberler gönderdi ve anlaşmazlık ettikleri konularda insanlar arasında hükmetsinler diye onların beraberinde hak ile kitap indirdi. Ve sırf o Kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra aralarındaki azgınlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, Kendi bilgisi gereği, iman edenlere, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka kılavuz oldu. Ve Allah, dilediği kimseyi/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar.
(87/2, Bakara/213)

Necm: 441

214 Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hâli size gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara yoksulluklar, sıkıntılar dokundu ve sarsıldılar; hatta elçi ve beraberinde iman edenler, “Allah'ın yardımı ne zaman?” derlerdi. –Dikkat edin! Gerçekten Allah'ın yardımı pek yakındır.–
(87/2, Bakara/214)

Necm: 442

215 Onlar, sana neyi Allah yolunda harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “Hayırdan/maldan; zamandan, bilgiden verdiğiniz şeyler, ana-baba, en yakınlar, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlar içindir.” Ve hayırdan ne işlerseniz, artık şüphesiz Allah, onu en iyi bilendir.
216 Ve savaş sizin için hoş olmayan bir şey olmasına rağmen, size zorunlu görev olarak verildi. Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için kötü, zararlı olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz.
(87/2, Bakara/215-216)

Necm. 443

217 Sana dokunulmaz olan aydan ve o dokunulmaz olan ayda savaşmaktan soruyorlar. De ki: “Onda savaşmak, büyük suçtur. Ve Allah yolundan alıkoymak, O'nu ve Mescid-i Harâm'ı/ilâhîyat eğitim merkezini bilerek reddetmek/ görmezlikten gelmek ve Mescid-i Harâm'ın halkını; orada eğitim-öğretim yapanları ve kısa süreli eğitime katılanları oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyüktür. Ve insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeye sürüklemek, öldürmekten daha büyüktür.” Onlar, eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden döndürmek için sizinle savaşmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Sizden de her kim dininden döner ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden biri olarak can verirse, artık onların bütün amelleri, dünyada ve âhirette boşa gitmiştir. Ve işte onlar, ateşin ashâbıdır. Onlar orada sürekli kalanlardır.
218 Şüphesiz ki iman eden kimseler, yurtlarından başka yurtlara göçen kimseler ve Allah yolunda gayret gösteren kimseler, Allah'ın rahmetini umarlar. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
(87/2, Bakara/217-218)

Necm. 444

219,220 Sana aklı karıştıran/örten şeylerden ve şans oyunlarından soruyorlar. De ki: “Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat dünya ve âhirette günahları, menfaatlerinden daha büyüktür.” Yine sana neyi Allah yolunda harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan fazlasını harcayın.” Allah, iyiden iyiye düşünürsünüz diye âyetlerini işte böyle sizin için ortaya koyuyor. Sana yetimlerden de soruyorlar. De ki: Onlar için, “iyileştirme”, en iyisidir. Eğer onlara karışırsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyla iyileştiriciyi birbirinden ayırt eder. Eğer Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
(87/2, Bakara/219-220)

Necm: 445

221 Ve ortak koşan kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın. İman etmiş, kâfirlerin himayesindeki bir köle kadın, –sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır. Ortak koşan erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman etmiş bir erkek köle, –sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Ortak koşanlar ateşe çağırırlar, Allah ise Kendi bilgisi ile cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, öğüt alıp düşünürler diye insanlara âyetlerini ortaya koyar.
(87/2, Bakara/221)

Necm: 446

222 Sana kadınların aybaşı hâlinden de soruyorlar. De ki: “O, bir eziyettir. Onun için aybaşı hâlinde kadınlardan çekilin ve temizleninceye kadar onlarla cinsel ilişkide bulunmayın. Artık iyice temizlendikleri zaman da Allah'ın emrettiği yerden onlara varın. Şüphesiz Allah, hatadan iyice dönenleri sever ve çok temizlenenleri sever.”
(87/2, Bakara/222)

Necm: 447

223 Kadınlarınız, sizin için bir tarladır/kültürdür. Öyleyse tarlanıza/kültürünüze dilediğiniz gibi varın. Kendiniz için de önceden gönderin ve Allah'ın koruması altına girin. Şüphesiz O'na kavuşacağınızı da bilin. –Ve mü’minlere müjdele!–
(87/2, Bakara/223)

Necm: 448

224 Ve iyilerden olmanıza, Allah'ın koruması altına girmenize, insanlar arasını düzeltmenize, Allah'ı, yeminleriniz için engel yapmayın; “Yapardım ya Allah'a yemin ettim, artık yeminimi bozamam” demeyin. Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
225 Allah, sizleri yeminlerinizdeki boş sözlerden sorumlu tutmaz; ama bilinçli yapılmış eylemleriniz nedeniyle sorumlu tutar. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok yumuşak davranandır.
(87/2, Bakara/224-225)

Necm: 449 344

226 Kadınlarından îlâ edenler/onlara yaklaşmamaya yemin edenler için, dört ay beklemek vardır. Sonra eğer dönerlerse, artık şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
227 Eğer boşamaya karar vermişlerse de, şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.

344 “Kocanın, yemin, adak veya şarta bağlayarak, belirli veya belirsiz bir süre kendisini eşiyle cinsel ilişkiden menetmesi” anlamında bir terim olan îlâ, evlilik akdinin sona ermesine yol açabilen bir yemin türüdür. Eşlerine kızan erkekler bu yolla kadına eziyet ederlerdi.
İslâm'dan önce Hicaz yöresi Arapları tarafından bir boşama yöntemi olarak da uygulanan îlâ, genellikle uzun vadeli veya süresiz olması nedeniyle, kadını baskı altına almak, ona sıkıntı ve zarar vermek için kullanılmaktaydı. Çünkü karısına îlâ yapan erkek kocalık görevini yapmaz, îlâ süresinin sonuna kadar evlilik akdi devam ettiği için kadın boşanmış da sayılmaz, bunalım içinde günlerini geçirirdi. Kur’ân bu zulme son vererek, îlâ'yı dört ay ile sınırladı. Koca bu süre içinde ya kefâret vererek eşine dönecek, ya da dört aylık süre dolunca evlilik sona erecektir. İslâm dini, aile hukukuyla ilgili bu ve benzeri birçok hususta yeni ilkeler ve köklü çözümler getirmiş, erkeğin ailedeki mutlak hâkimiyetini ortadan kaldırmıştır.
(87/2, Bakara/226-227)


Necm: 450

228 Boşanmış kadınlar da, kendi kendilerine üç âdet dönemi süresi beklerler. Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorlarsa Allah'ın rahimlerinde oluşturduğunu gizlemeleri, kendilerine helâl olmaz. Ve onların kocaları, barışmak isterlerse o süre içersinde onları geri almaya daha çok hak sahibidirler. Ve onların zararlarına olanlar gibi, örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekilde kendi yararlarına olanlar da vardır. Erkekler için de, onların üzerinde bir derece vardır. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
229 Boşamak iki defadır. Bundan sonrası ya örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekil ile tutmak veya iyileştirmekle salmaktır. Onlara verdiklerinizden bir şey almanız da sizin için helâl olmaz. Ancak ikisinin de Allah'ın sınırlarını yapamamaktan korkmaları başkadır. Artık eğer siz kamu görevlileri, bunların, Allah'ın sınırlarını yapamayacaklarından korkarsanız, kadının fidye/ayrılma bedeli vermesinde ikisine de vebal yoktur. İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Artık bunları aşmayın. Her kim de Allah'ın sınırlarını aşarsa, artık işte onlar, kendi benliklerine haksızlık edenlerin ta kendisidir.
230 Eğer o, kadını boşarsa, artık bundan sonra o kadın, ondan başka bir koca ile nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz. Sonra eğer ikinci koca onu boşarsa, Allah'ın sınırlarını yapabileceklerini zannettilerse, birbirlerine dönmelerinde her ikisine de vebal yoktur. Allah'ın, bilip duran bir toplum için ortaya koyduğu sınırlar, işte bunlardır.
231 Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini de bitirdiklerinde, artık onları ya ma‘rûf ile tutun veya ma‘rûf ile salın, haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa kendi benliğine haksızlık etmiş olur. Allah'ın âyetlerini oyuncak da edinmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitabı ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri hatırlayıp düşünün. Hem de Allah'ın koruması altına girin ve şüphesiz Allah'ın her şeyi en iyi bilen olduğunu bilin.
232 Ve siz kadınları boşayıp da onlar, sürelerinin sonuna geldikleri zaman, eşleriyle aralarında örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekil ile rızalaştıkları zaman, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp engellemeyin. İşte bu, sizden Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimselerin kendisi ile öğütleneceğidir. İşte bu, sizin için daha uygun ve daha nezihtir. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz.
(87/2, Bakara/228-232)

Necm: 451

233 Anneler, çocuklarını, –emzirmenin tamamlanmasını isteyenler için– tam iki yıl emzirirler. Çocuk kendisine ait olan babaya da emzirenlerin yiyecekleri ve giyecekleri örfe uygun/ herkesçe kabul gören şekilde bir borçtur. Kişi sadece gücüne; kapasitesine göre yükümlü olur. Ve çocuğu sebebiyle bir anne, çocuğu sebebiyle bir baba da zarara sokulmasın. Vârise de bunun aynısı borçtur. Eğer ana ve baba birbirleriyle istişâre edip, kendi rızalarıyla çocuğu sütten ayırmak isterlerse kendilerine bir vebal yoktur. Eğer çocuklarınızı emzirtmek isterseniz, vereceğinizi örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekil ile teslim ettiğiniz zaman, bunda da size bir vebal yoktur. Ve Allah'ın koruması altına girin ve şüphesiz Allah'ın yaptıklarınızı çok iyi gören olduğunu bilin.
(87/2, Bakara/233)

Necm: 452

234 İçinizden geçmişte yaptıklarını ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırılanlar; ölenler ve geride eşler bırakan kimselerin hanımları da, kendiliklerinden dört ay ve on gün beklerler. Sonra süreleri sona erdiği zaman, artık kendileri hakkında örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekil ile yaptıklarında sizin için bir vebal yoktur. Ve Allah, yaptıklarınıza haberdardır.
235 Ve bu kadınlara evlenme isteğinizi üstü kapalı biçimde çıtlatmanızda veya içinizde tutmanızda size bir günah yoktur. Allah, şüphesiz sizin onları anacağınızı bilir. Fakat örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekilde bir söz söylemekten başka bir şekilde kendileriyle gizlice sözleşmeyin. Farz olan süre sona erinceye kadar da nikâh akdine kesin karar vermeyin. Bilin ki şüphesiz Allah içinizdekini bilir. Öyle ise O'ndan sakının. Yine bilin ki şüphesiz Allah kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, çok yumuşak davranandır.
236 Eğer kadınları, kendilerine dokunmadan veya onlara bir mehir345 ayarlamadan/belirlemeden boşarsanız size bir vebal yoktur. Ve onları kazançlandırın. Geniş olan hâline göre, eli dar olan da hâline göredir. Örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekle göre kazanç, iyilik-güzellik üretenler üzerine bir borçtur.
237 Ve eğer onları, kendilerine dokunmadan önce boşar ve mehri de kesmiş bulunursanız, o zaman borç, o kestiğiniz miktarın yarısıdır. Ancak kadınlar veya nikâh akdini elinde bulunduran kimse/velisi bağışlarsa başka. Ve bağışlamanız, Allah'ın koruması altına girmeye daha yakındır. Aranızdaki fazlalığı da unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.

345 Kur’ân'a göre mehir; kadının “geçim sigortası”dır. Bu kural, kadının zayıflığından değil, onun –sosyal ve kültürel yönden önemine binaen– korunması gerektiğindendir. Dul kalması durumunda “iddet” süresince geçinebileceği bir mal ya da paranın kadına verilmesi, onun geçimini sağlamak için uğraşmasına, yuvasından uzaklaşıp sıkıntılara katlanmasına gerek bırakmayacaktır. Böylece kadın, taciz, tecavüz ve sarkıntıya uğramak riskinden uzak olacaktır. Kısacası Allah, kadını onurlandırmak, korumak ve mağduriyetini engellemek için ona mehir verilmesini emretmiştir. Konunun ayrıntıları için bkz. Tebyîn.
(87/2, Bakara/234-237)

[B]Necm: 453

238,239 Salâtları [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını] ve en hayırlı salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmanın; toplumu aydınlatmanın en yararlı olanı; haftalık toplantı günü salâtını]346 elbirliği ile koruyun. Ve Allah için sürekli saygıda durarak kalkın; işe koyulun; eğitim-öğretim ve sosyal yardım kurumunu işletin. Ama eğer korkulu bir ortamda bulunuyorsanız, o zaman yaya veya binekli olarak giderken; hareket hâlinde koruyun, yerine getirin. Sonra da güvene erdiğinizde bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi Allah'ı hemen anın.

346 Bu âyetle, es-salâtu'l-vusta olarak zikredilen salât, “Cuma/toplantı günü yapılan salât”tır. Ayrıntılı açıklama için bkz. Tebyîn.
(87/2, Bakara/238-239)

Necm: 454

240 Ve sizden eşler bırakarak ölecek olanlar, eşleri için senesine kadar evlerinden çıkarılmaksızın kendilerine yetecek bir malı vasiyet ederler. Artık onlar, çıkarlarsa, örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekil ile kendilerinin yaptıklarında sizin için bir vebal yoktur. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyandır, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
241 Boşanmış kadınlar için de Allah'ın koruması altına girmiş kişiler üzerine bir görev olmak üzere, örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekilde bir yararlanma/nafaka alma vardır.
242 İşte Allah, akıllarınız ersin diye âyetlerini size böyle açığa koyar.
(87/2, Bakara/240-242)

Necm: 455

243 Kendileri binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıkan, sonra da Allah'ın kendilerine “Ölün/canınız çıksın!” deyip, sonra da kendilerine bir hayat verdiği kimseleri görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Şüphesiz Allah, insanlara karşı bir armağan sahibidir. Velâkin insanların pek çoğu kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödemiyorlar.
244 Ve Allah yolunda savaşın. Şüphesiz Allah'ın en iyi işiten ve en iyi bilen olduğunu da bilin.
245 Kimdir o kişi ki Allah'a güzel bir ödünç versin de Allah da ona birçok katlarını katlayıversin. Allah darlık da verir, genişlik de verir. Ve yalnız O'na döndürüleceksiniz.
246 İsrâîloğulları'nın Mûsâ'dan sonra ileri gelenlerini görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Hani onlar, kendi peygamberlerinden birine, “Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. Peygamber, “Size savaş farz kılınırsa, acaba yapmamazlık eder misiniz?” dedi. İsrâîloğulları'nın ileri gelenleri, “Bize ne oldu da yurtlarımızdan ve çocuklarımızdan çıkarılmışken Allah yolunda savaşmayalım?” dediler. Sonra da savaş kendilerine görev olarak verilince de onlardan pek azı hariç, yüz çevirdiler. Ve Allah, o kendi benliklerine haksızlık edenleri en iyi bilendir.
247 Peygamberleri de onlara, “Şüphesiz Allah, size hükümdar olarak Tâlût'u gönderdi” demişti. İsrâîloğulları, “O, bizim üzerimize nasıl hükümdar olur, oysa hükümdar olmaya biz ondan daha çok hak sahibiyiz, ona maldan bir genişlik, bir bolluk da verilmemiştir” dediler. Peygamberleri, “Onu sizin başınıza Allah seçmiş ve onu bilgi ve vücut bakımından fazlalıklı kılmıştır” dedi. Allah da, mülkünü dilediği kimseye verir. Ve Allah, bilgisi ve rahmeti geniş ve sınırsız olandır, çok iyi bilendir.
248 Peygamberleri de, “Şüphesiz onun hükümdarlığının alâmeti/göstergesi, size, güçlü varlıkların taşıdığı, içinde Rabbinizden kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusu/moral, Mûsâ ve Hârûn ailelerinin bıraktıklarından bir güçlü varlıkların taşıdığı, kalıntı bulunan o tabutun gelmesi olacaktır. Eğer iman etmiş kimseler iseniz, şüphesiz bunda sizin için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır” dedi.
249 Sonra Tâlût, ordu ile ayrılınca dedi ki: “Şüphesiz Allah sizi kesinlikle bir nehirle imtihan edecek. Artık kim ondan içerse, benden değildir. Kim de, –ancak eliyle bir avuç alan başka– onu tatmaz ise, işte o bendendir.” Sonra da içlerinden pek azı hariç, ondan içtiler. Tâlût ve beraberindeki iman eden kimseler nehri geçtiklerinde İsrâîloğulları, “Bizim bugün, Câlût ile ordusuna karşı duracak gücümüz yok” dediler. Allah'a kavuşacaklarına kesinlikle inananlar, “Nice az topluluklar, Allah'ın izniyle nice çok topluluklara gâlip gelmişlerdir. Allah, sabredenlerle beraberdir” dediler.
250 Ve onlar, Câlût ve ordusu için ortaya çıktıkları zaman, “Rabbimiz! Bize çok çok sabır ver de gevşemeyelim, zaafa düşmeyelim, boyun eğmeyelim, ayaklarımızı sâbit tut ve kâfirler toplumuna; senin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenler topluluğuna karşı bize yardım et!” dediler.
251 Sonra da, Allah'ın izniyle/ bilgisiyle Câlût ve ordusunu bozguna uğrattılar. Dâvûd da Câlût'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri verdi. Ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü kesinlikle bozulur giderdi. Fakat Allah, âlemler üzerinde büyük bir armağan sahibidir.
252 İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir. Biz, onları sana hak ile okuyoruz. Şüphesiz sen de kesinlikle gönderilenlerdensin.
253 İşte elçiler; Biz onların bazısını bazısı üzerine fazlalıklı kıldık. Onlardan bir kısmı Allah'ın tek taraflı olarak söz söylediği ve bazısının derecelerini fazlalıklı kıldığı kimselerdir. Ve Meryem oğlu Îsâ'ya açık kanıtlar verdik ve o'nu Allah'ın vahyi ile güçlendirdik. Ve eğer Allah dileseydi onların ardından gelenler, açık mesajlar kendilerine ulaştıktan sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Velâkin ayrılığa düştüler de onlardan bazısı iman etti, bazısı küfretti; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetti. Ve eğer Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Velâkin, Allah dilediğini yapar.
(87/2, Bakara/243-253)

Necm: 456

254 Ey iman etmiş kimseler! Kendisinde hiçbir alış-verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir yardımın, iltimasın bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan harcamada bulunun. Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenler, kendi benliklerine haksızlık edenlerin ta kendileridir.
(87/2, Bakara/254)

Necm: 457

255 Allah, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır, her zaman diridir, her şeyi ayakta tutan, koruyan, diri ve bütün kâinatın idaresini bizzat yürütendir. Kendisini uyuklama ve uyku yakalamaz. Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O'nun içindir. Kendisinin izni/ bilgisi olmadan yanında yardım, kayırma yapacak olan kimmiş? O, onların önlerinde ve arkalarında olan şeyleri bilir. Onlar ise, O'nun dilediğinden başka bilgisinden hiçbir şeyi kavrayamazlar. O'nun kürsüsü, gökleri ve yeryüzünü kucaklamıştır. Onların ikisinin de korunması O'na zor gelmez. Ve O, çok yücedir, yücelticidir, sonsuz büyüktür.
(87/2, Bakara/255)

Necm: 458

256 Dinde zorlamak/tiksindirmek yoktur; iman, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten; iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan kesinlikle iyice ayrılmıştır. O hâlde kim tâğûta347 küfreder; onu tanımaz Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
257 Allah, inananların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınıdır; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere gelince; onların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınları tâğûttur ki kendilerini aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Bunlar, cehennem ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar.

347 Bkz. 246 nolu not.
(87/2, Bakara/256-257)

Necm: 459

258 Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi hakkında İbrâhîm'le tartışan kimseyi görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Hani İbrâhîm, “Benim Rabbim dirilten ve öldürendir” demişti. O, “Ben diriltir ve öldürürüm” demişti. İbrâhîm, “Öyleyse, şüphesiz Allah, güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir!” deyince o kâfir; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kişi şaşırıp kaldı. –Ve Allah kendi benliklerine haksızlık edenler toplumuna doğru yolu göstermez.–
(87/2, Bakara/258)

Necm: 460

260 Bir zamanlar İbrâhîm de, “Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!” demişti. Allah, “İnanmadın mı ki?” dedi. İbrâhîm, “İnandım, fakat kalbim tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşsun diye” dedi. Allah, “Hemen kuşlardan dördünü tut da onları kendine alıştır. Sonra her dağın üzerine onlardan bir parça bırak. Sonra da kuşları çağır, koşa koşa sana gelecekler. Ve bil ki, Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır” dedi.
(87/2, Bakara/260)

Necm: 461

261 Mallarını Allah yolunda harcayan kimselerin örneği, yedi başak bitiren ve her başağında yüz adet tane bulunan tane örneği gibidir. Allah dilediğine katlar. Ve Allah, bilgisi ve rahmeti geniş ve sınırsız olandır, çok iyi bilendir.
262 Allah yolunda mallarını bağışlayan, sonra verdiklerinin arkasından başa kakmayan ve incitmeyen şu kimselerin mükâfâtları Rablerinin yanındadır. Onlar üzerine hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
263 Örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekildeki söz ve bağışlamak, kendisini incitme, başa kakma izleyen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah zengindir/hiçbir şeye muhtaç değildir, yumuşak davranandır.
264 Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve son güne inanmadığı hâlde malını insanlara gösteriş için bağışlayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakarak ve eziyet ederek boşa çıkarmayın. İşte onun durumu, üzerinde biraz toprak bulunup da üzerine bir sağnak isâbet ettiği zaman, sağanağın cascavlak olarak bıraktığı kayanın durumu gibidir. Onlar, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Ve Allah, kâfirler toplumuna; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenler topluluğuna kılavuzluk etmez.
265 Allah'ın rızasını kazanmak ve kendilerini sağlamlaştırmak için harcamada bulunanların durumu da kendisine bol yağmur isâbet edip de ürününü iki kat veren, verimli topraklardaki bir bahçenin durumuna benzer. Böyle bir bahçeye bol yağmur düşmese de bir çisinti… Allah, yapmakta olduklarınızı en iyi görendir.
266 Hiç biriniz ister mi ki kendisinin hurmalık ve üzümlüklerden bir bahçesi olsun, altında ırmaklar aksın, içinde her türlü ürünü bulunsun da, kendi üzerine de ihtiyarlık çökmüş ve zayıf soyu olsun. Derken ona ateşli bir bora isâbet ediversin de o bahçe yanıversin. İşte Allah, iyiden iyiye düşünürsünüz diye âyetlerini size böylece açığa koyuyor.
267 Ey iman etmiş kimseler! Kazandıklarınızdan, sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olamayacağınız pis şeyleri vermeye yeltenmeyin. Ve şüphesiz Allah'ın çok zengin/hiçbir şeye muhtaç olmayan, övülen/övgüye lâyık bulunan olduğunu bilin.
268 Şeytân, sizi fakirlikle korkutur ve size çirkinliği-hayâsızlığı emreder. Allah ise, size Kendisinden bağışlama ve bol ihsan vaat eder. Ve Allah, bilgisi ve rahmeti sonsuz geniş olandır, en iyi bilendir.
269 Allah, dilediğine haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler verir. Ve kime haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler verilirse, gerçekten ona pek çok hayır verilmiştir. Kavrama yetenekleri olanlardan başkası da iyice düşünmez.
270 Nafaka cinsinden neyi harcamada bulunduysanız veya adak türünden ne adadıysanız şüphesiz Allah onu bilir. Ve kendi benliklerine haksızlık eden kimseler için herhangi bir yardımcı yoktur.
271 Sadakaları açıkça verirseniz, artık o, ne iyi olur; eğer onları gizlerseniz, fakirlere verirseniz de artık bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmını kapattırır. Ve Allah, işlemiş olduğunuz şeylere haberdardır.
272 Onları doğru yola getirmek senin boynuna borç değildir, ancak Allah dilediği kimseyi doğru yola getirir. Ve hayırdan harcamada bulunduğunuz şeyler sırf kendiniz içindir. Ve siz yalnızca Allah rızasını gözetmenin dışında harcamada bulunmazsınız. Ve hayırdan ne harcamada bulunursanız, o, size tastamam ödenecektir. Ve siz, haksızlığa uğratılmayacaksınız.
273 Allah yolunda harcamanız, yeryüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremeyen kendilerini Allah yoluna adamış olan fakirler için olsun. Utangaçlıklarından, bilmeyenler, onları zengin sanırlar. – Sen onları işaretlerinden tanırsın.– Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Ve siz, hayırdan neyi harcarsanız, biliniz ki, şüphesiz Allah, onu çok iyi bilendir.
274 Mallarını her zaman, gizlice ve açıkça Allah yolunda harcayan kimseler; işte onların, Rableri nezdinde ödülleri vardır. Ve onlara herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmezler de.
(87/2, Bakara/261-274)

Necm: 462

275 O ribayı [emeksiz, risksiz, çalışıp çabalamadan kolayca elde edilen kazançları]348 yiyen şu kişiler, şeytânın bir dokunuşuyla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu, şüphesiz onların, “Alış-veriş, riba gibidir” demeleriyledir. Oysa ki Allah, alış-verişi helâl, bu ribayı harâm kılmıştır. Kendisine Rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah'adır. Ve kim ki yeniden dönerse, işte onlar ateşin dostlarıdır. Onlar orada sürekli kalacaklardır.
276 Allah, ribayı yok eder, sadakaları da artırır. Allah, tüm aşırı nankör ve günahkâr kimseleri sevmez.
277 Şüphesiz iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan ayakta tutan] ve zekâtı/vergiyi veren kişilerin Rableri katında mükâfâtları vardır. Ve onlar üzerine hiçbir korku yoktur, onlar üzülmezler de.
278 Ey iman etmiş kimseler! Eğer mü’minler iseniz, Allah'ın koruması altına girin ve ribadan kalanı bırakın.
279 Artık böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve Elçisi'nden size savaş olduğunu/ bozuma uğratıacağınızı; perişan edileceğinizi bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. Haksızlık etmezsiniz, haksızlığa da uğramazsınız.
280 Eğer borçlu, darlık içindeyse, kolaylığına kadar süre tanınmalıdır! Eğer biliyorsanız, sadaka olarak vermeniz, sizin için daha hayırlıdır.
281 Ve kendisinde Allah'a döndürüleceğiniz güne karşı Allah'ın koruması altına girin. Sonra da herkes kazancını tastamam alır. Ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.

348 Riba kelimesi; “artma, çoğalma, şişme” demektir. Riba, Türkçe'deki “faiz” anlamına geldiği gibi, bir hukuk terimi olarak, değiş-tokuştaki “karşılıksız fazlalık” anlamında kullanılmaktadır. Yani riba, sadece parasal işlemlerdeki fazlalıkları değil, mal takası işlemlerindeki fazlalıkları da kapsar. Allah'ın yasakladığı er-riba, herhangi bir masraf veya hizmet karşılığı olmadan alınan, yani ödeyenin kazancına risksiz bir şekilde ortak olmak anlamına gelen ribadır. Başka bir deyişle Allah, “karşılıksız” ve “risksiz” olan “fazla”yı yasaklamıştır. Riba ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Tebyînu'l-Kur’ân.

(87/2, Bakara/275-281)

Necm: 463

282 Ey iman etmiş kimseler! Adı konmuş bir süreye borçla borçlaştığınız zaman onu hemen yazın. Aranızda bir kâtip de adaletle yazsın. Ve o kâtip, Allah'ın, kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın da yazsın. Hak kendi üzerinde olan kişi de söyleyip yazdırsın ve Rabbi olan Allah'ın koruması altına girsin ve haktan bir şey eksiltmesin. Şâyet hak kendi aleyhine olan kişi/borçlu bir aklı ermez veya zayıf biri veya bizzat söyleyip yazdırmaya güç yetiremeyen biri ise, yetkilendirilmiş yakını adaletle söyleyip yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şâhit yapın. Şâyet iki erkek şâhit olmazsa, o zaman razı olacağınız şâhitlerden bir erkekle iki kadın –bunlardan birisi yanılırsa-şaşırırsa, öbürü hatırlatsın diye– olsun. Şâhitler de çağrıldıklarında kaçınmasınlar. Siz, küçük veya büyük, onu vâdesine kadar yazmaktan üşenmeyin. Bu, Allah nezdinde daha hakkaniyetlidir, şâhitlik için daha sağlam ve şüpheye düşmemenize daha elverişlidir. Aranızda hemen devredeceğiniz bir ticaret hariçtir; o zaman bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alım-satım yaptığınız vakit yine şâhitlendirin. Yazan ve şâhitlik eden bir zarar görmesin. Eğer onlara zarar verirseniz, şüphesiz o, size dokunacak bir hak yoldan çıkış olur. Allah'ın koruması altına girin. Allah, size öğretiyor ve Allah, her şeyi en iyi bilendir.
283 Ve eğer siz, bir yolculuk üzere olur da bir kâtip de bulamazsanız, o vakit alınmış bir rehin! Yok, eğer birbirinize güveniyorsanız, kendisine güvenilen adam üzerindeki emaneti ödesin. Ve Rabbi olan Allah'ın koruması altına girsin. Şâhitliği de gizlemeyin. Onu kim gizlerse, artık şüphesiz onun kalbi günahkârdır. Ve Allah, yaptıklarınızı çok iyi bilendir.
284 Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler Allah'ındır. Siz içinizdekileri açığa vursanız da gizli tutsanız da Allah onunla sizi hesaba çeker. Sonra dilediği kimseyi bağışlar, dilediği kimseyi de azaplandırır. Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.
(87/2, Bakara/282-284)

Necm: 464

285,286 Elçi, kendi Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de. Hepsi Allah'a, doğal güçlerine/haberci âyetlerine, kitaplarına ve elçilerine iman ettiler: “Biz Allah'ın elçileri arasında ayırım yapmayız.” Ve “Biz duyduk ve itaat ettik. Rabbimiz! Bağışlamanı dileriz, dönüş ancak Sanadır. Ey Rabbimiz! Eğer terk ettiysek ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz! Bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır sorumluluk/sıkıntıya sokacak şeyler yükleme! Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Ve affet bizi, bağışla bizi, merhamet et bize! Sen bizim yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınımızsın. Ve de kâfirler toplumuna; Senin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden toplumlara karşı yardım et bize” dediler. Allah, hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka; kapasitesi dışında yük yüklemez. Herkesin kazandığı kendi yararına ve kendi yaptığı zararınadır.
(87/2, Bakara/285-286)

Taner
7. July 2012, 02:08 PM
Bakara sûresi pdf hali ektedir. PDF dosyasını indirerek offline olarak okuyabilirsiniz.

galipyetkin
8. July 2012, 03:28 PM
Sayın Taner.

219. ayetteyiz.

A)-1: ...... ''anil hamri vel meysir'' .......

'')-2: ''Hafv''.

Bu yönlerde yeterli bir açıklık var mı?...... diye araştırıyor ve diyorum ki: 4-43, 5-90,91 ile karşılaştırması gerekli miydi?.... 219/2 ile ilişkisi kesilmeden 219/1'in geri planına da bakılıp bunların da açıklaması yapılmalı mıydı?... diye kendi kendime soruyorum.

B) Yetimlere ''iyileştirme''.
Bunu da anlayamadım. ''İyileştirme; iyi de nasıl ve ne şekilde...? Ne bu iyileştirme?....

Sayın Taner.

Lütfen yazdıklarımı olumlu yönüyle algılayın. Yoksa ''Bana ne yaa!'' derdim.
Sizleri temin ederim ki yaptığınız atılım takdire şâyan. Olumlu atılımlardan mutlu oluyorum; çünkü kendimi yeniliyorum. Teşekkür ederim.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Taner
11. July 2012, 03:55 PM
Selam ile, Allah razı olsun her soru farklı bir bilgiyi öğrenebilmemize ve bunları paylaşa bilmemize vesile oluyor. belirttiğiniz ayetler üzerinden en güzel açıklamayı yine kuranla yapabileceğimiz kanaatindeyim. bu bağlamda Necm halinde bahsi geçen ayetleri aşağıda paylaşıyorum.


A)-1: ...... ''anil hamri vel meysir'' .......

'')-2: ''Hafv''.

Bu yönlerde yeterli bir açıklık var mı?...... diye araştırıyor ve diyorum ki: 4-43, 5-90,91 ile karşılaştırması gerekli miydi?.... 219/2 ile ilişkisi kesilmeden 219/1'in geri planına da bakılıp bunların da açıklaması yapılmalı mıydı?... diye kendi kendime soruyorum.

Necm. 444

219,220 Sana aklı karıştıran/örten şeylerden ve şans oyunlarından soruyorlar. De ki: “Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat dünya ve âhirette günahları, menfaatlerinden daha büyüktür.” Yine sana neyi Allah yolunda harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan fazlasını harcayın.” Allah, iyiden iyiye düşünürsünüz diye âyetlerini işte böyle sizin için ortaya koyuyor. Sana yetimlerden de soruyorlar. De ki: Onlar için, “iyileştirme”, en iyisidir. Eğer onlara karışırsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyla iyileştiriciyi birbirinden ayırt eder. Eğer Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
(87/2, Bakara/219-220)

Necm: 537

43 Ey iman etmiş kişiler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüb371 iken de –yolcu olanlar bu hükmün dışındadır– yıkandırılıncaya kadar, salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarına] yaklaşmayın/ toplum içine çıkmayın. Eğer hasta iseniz veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz tuvaletten geldiyse veya kadınlarla temaslaştıysa, su da bulamamışsanız o zaman, hemen tertemiz bir toprağa yönelin. Sonra da yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.
(92/4, Nisâ/43)


371 Cünüb sözcüğü, “uzak olan/kopuk” anlamına gelir. Nisâ/43 ve Mâide 6 âyetleri ışığında değerlendirildiğinde bu sözcüğün, “şehvetin kabarması, nefsin uyanması sebebiyle hayattan kopuk olan, dengesini yitirmiş, sağduyulu davranamayan” demek olduğu anlaşılır. Zira bu hâldeki insan; hayattan, dünyadan kopuk olur, sağduyusunu yitirir. Buradan anlaşılan odur ki cünüplük; meninin gelmesi ile yıkanma arasındaki hâl değil, şehvetin kabarması ile meninin inmesi arasındaki gergin hâldir.



Necm: 690

87 Ey iman eden kimseler! Allah'ın size helal kıldığı temiz-nefis-güzel şeyleri haram saymayın. Ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri sevmez.
88 Ve Allah'ın size verdiği rızıklardan helal ve temiz olarak yiyin ve siz, inandığınız Allah'ın koruması altına girin.
89 Allah, sizi, kasıtsız olarak yaptığınız/ağız alışkanlığı yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Fakat kasıtlı yaptığınız/sözleşmeler oluşturduğunuz yeminlerinizden sizi sorumlu tutar; onun kefareti, ehlinize yedirdiğinizin en hayırlısından/en iyisinden on miskini yedirmek veya giydirmektir. Veyahut da bir köleyi özgürleştirmektir. Verecek bir şey bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır. Bu, bozduğunuz zaman yeminlerinizin kefaretidir. Ve yeminlerinizi koruyun. İşte Allah, karşılığını ödersiniz diye âyetlerini sizin için böyle açığa koyar.
90 Ey iman etmiş kişiler! Hamr [içki/herhangi bir yolla aklı örtmek], kumar; her türlü kolay kazanç amaçlı şans oyunu, kulluk edilen nesneleri, kişileri temsil eden işaretler; semboller ve fal okları; tüm kehanet araç ve gereçleri ancak şeytan işinden zarar veren şeylerdir. Öyleyse durumunuzu korumanız, kurtulmanız için bu şeytan işinden kaçının.
91 Gerçekten şeytan, hamr ve kumarda sizin aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi, Allah'ın anılmasından, öğüdünden ve salâttan [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmakdan; toplumu aydınlatmaktan] alıkoymak ister. Öyleyse sona erdirmiş kişiler/vazgeçmiş kişiler misiniz
92 Ve Allah'a itaat edin, Elçi'ye itaat edin ve sakınıp tedbirli olun. Artık eğer uzak durursanız, biliniz ki, Elçimize düşen sadece apaçık tebliğdir
93 İnanan ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere, Allah'ın koruması altına girdikleri, inandıkları, düzeltmeye yönelik işler yaptıkları, sonra Allah'ın koruması altına girdikleri, inandıkları ve sonra Allah'ın koruması altına girdikleri ve iyilik-güzellik ürettikleri zaman, tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur. Ve Allah, iyilik-güzellik üretenleri sever.
94 Ey iman etmiş kimseler! Kesinlikle Allah, ıssız yerlerde kimin Kendisinden korktuğunu bildirmek için sizi bir şeyle; ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avla sınar. Öyleyse kim bundan sonra sınırı aşarsa artık acıklı azap onun içindir.
95 Ey iman etmiş kimseler! Siz, dokunulmaz iken/ hac görevini sürdürürken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, yaptığı işin vebalini tatması için, Ka‘be'ye ulaşacak bir hedy/ yiyecek olarak hediye edilen hayvan olmak üzere öldürdüğü hayvanın benzeri ona ceza olacak, –buna içinizden iki adaletli kişi hükmeder– yahut kefaret olarak miskinleri doyurmak yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim de tekrarlarsa, Allah yakalayıp cezalandırarak adaleti sağlar. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, suçluyu yakalayıp cezalandırarak adaleti sağlama ilkesi sahibidir.
96 Su avı ve onun yenilmesi, size ve yolculara yarar olmak üzere size helal kılındı. Kara avı ise, siz hac görevi sürdürür olduğunuz müddetçe size haram edilmiştir. Ve Kendisine toplanacağınız Allah'ın koruması altına girin.
97 Allah, Ka‘be'yi; o Beyt-i Haram'ı, haram ayı, hac yapanlara yiyecek olarak hayvan hediye etmeyi ve gerdanlıkları/hac yapanların yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretleri insanlar için bir ayağa kalkış; silkiniş, kendilerini kurtarış yaptı. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olan her şeyi bildiğini ve Allah'ın her şeyi hakkıyla bilici olduğunu sizin de bilmeniz içindir.
98 Şüphesiz Allah'ın cezasının çok şiddetli olduğunu ve şüphesiz Allah'ın çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğunu bilin.
99 Elçi'ye düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, açığa vurduğunuz şeyleri ve gizlediğiniz şeyleri bilir.
100 De ki: “Her ne kadar pisliğin [kötünün, kötülüğün, kötü şeylerin] çokluğu hoşunuza gitse de, pis olan şeyle temiz olan şey bir olmaz.” Öyleyse, ey kavrama yetenekleri olanlar! Kurtulmanız için Allah'ın koruması altına girin.
101 Ey iman etmiş kimseler! Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek olan şeylerden sormayın/ istemeyin. Eğer onlardan Kur’ân indirilirken sorarsanız/ isterseniz de size açıklanır. Allah, onlardan geçmiştir, onları bağışlamıştır. Ve Allah, çok bağışlayan ve çok yumuşak davranandır.
102 Şüphesiz sizden önce gelen bir toplum bunları sormuştu/istemişti, sonra da onlar Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini kabul etmeyen kimseler oldular.
(112/5, Mâide/87-102)


HAMR:
الخمر - hamr sözcüğü, "örtmek, karıştırmak" anlamındaki, خمر - h-m-r kökünden gelmiş olup aklı örten, karıştıran her şeyin ismi olmuştur. [87–218]
Bu sözcük ilk önce sadece üzümden elde edilen içkiye ad olmuşken sonradan aklı örten, karıştıran her türlü içki ve uyuşturucu maddenin adı olmuştur.
Âyette, Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat dünya ve âhirette günahları, menfaatlerinden daha büyüktür buyrularak aklı karıştıran şeylerin yarar ve Zaralarının varlığı ve zararlarının daha büyük olduğu açıklanmıştır.
HAMR'IN YARARLARI:
İçki ve uyuşturucunun yararı hakkında; ticarî kazanç sağlaması, yemeği hazmettirmesi, cinsel gücü artırması, sarhoşluğu süresince cimriyi cömert yapması, korkağa cesaret vermesi, geçici olarak dertleri örtüp mutluluk vermesi gibi şeyler düşünülebilir.
HAMRIN ZARARLARI:
Hamrın zararı hakkında; çirkin, yalan ve düşmanca söze, sövüp saymaya, sosyal hayattan kopmaya, zikrullah görevini yerine getirememeye, kaza ve cinayetlere sebebiyet vermeye, çevreye maskara olmaya, ömrü işe yaramaz hâle getirmeye sebep olması gibi şeyler sayılabilir.
Alkollü içkiler insanın psikolojisini ve sağlığını bozduğu ettiği gibi, parasını da heder etmektedir. Hiçbir değer elde etmeden parayı elden çıkartmaya sebep olması bile, haram kılınması için yeterli bir sebeptir. Ayrıca içki, insanın en kıymetli varlığı olan aklın düşmanıdır. En kıymetli şeye düşman olan ise, en değersiz ve en adi olan şeydir.
İçki ve kumar kin ve düşmanlıklara; kin ve düşmanlık da ilişkilerin bozulup sosyal hayatın çürümesine sebep olmaktadır. İçkinin en büyük zararı, insanı musallâdan, salâttan uzak tutmasıdır. Rabbimiz sarhoş olan kişinin salâta, musâllaya yanaşmasını yasaklamıştır.


B) Yetimlere ''iyileştirme''.
Bunu da anlayamadım. ''İyileştirme; iyi de nasıl ve ne şekilde...? Ne bu iyileştirme?....

"iyileştirme" kelimesi mevcut durumu daha iyi hal ve duruşa yöneltme olarak düşünürsek şayet, kuran ışığında bu eylem mali yönden ve eğitim ile durumlarını düzeltmek olarak algılanabilir.

Cahiliye Arapları, yetimlerin mallarından istifade etmeyi alışkanlık hâline getirmişlerdi. Çoğu zaman yetim kızların mallarına tamah ederek onlarla evleniyorlar veya o yetimin malı elinin altından gitmesin diye onu oğullarından biri ile evlendiriyorlardı. Sonra Cenâb-ı Allah, Yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar (Nisâ Sûresinin 10. Âyeti) Âyetini indirdi.

Yine Allah Teâlâ yetimler hakkında şu Âyetleri indirmiştir: Eğer yetim kızlar hakkında (âdil olamayacağınızdan) korkarsanız sizin için helâl olan kadınlardan nikâh ediniz (Nisâ Sûresinin 3. Âyeti); Senden, kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: "Onlara dair fetvayı size Allah veriyor. Kendileri için yazılmış [farz kılınmış] olan (mirası) onlara vermediğiniz ve nikâhlamayı da istemediğiniz yetim kızlar ile küçük çocuklar hakkındaki, bir de yetimlere karşı âdil olmanız hususundaki. Kitapta okunup duran Âyetler... Hangi hayrı yaparsanız Allah onu hakkıyla bilir" (Nisâ Sûresinin 127. Âyeti) ve Yetimin malına ancak en iyi bir suretle yaklaşın. (İsrâ Sûresinin 34. Âyeti )

"Ve eğer ki yetimleriniz konusunda hakkaniyetsizlikten korktuysanız; o takdirde sizin için hoş olan, o kadınlardan [yetimlerin kadınlarından] ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlayın. Şayet o takdirde de adaleti gözetemeyeceğinizden korktuysanız, bir tanesini ya da yeminlerinizin sahip olduğunu nikâhlayın. Bu, hakksızlığa sapmamanız için en uygunudur. (92/4, Nisâ/3)"

"Kesinlikle, yetimlerin mallarını haksız yere yiyen kimseler, muhakkak ki karınlarının içinde ateş yerler. Ve yakında ateşi alevli cehenneme yaslanacaklardır. (92/4, Nisâ/10)"

"Senden o kadınlar [yetimlerin kadınları] hakkında fetva istiyorlar. De ki: "Onlar hakkında fetvayı Allah ve 'kendilerine farz kılınmış olanı vermediğiniz ve kendilerini nikâhlamaya rağbet etmediğiniz kadınların yetimleri hakkındaki ve ezilmek istenen çocuklar hakkındaki ve yetimler için hakkaniyeti ayakta tutmanız hakkındaki Kitap'ta size okunanlar' verir." Ve hayırdan ne işlerseniz, biliniz ki, şüphesiz Allah onu en iyi bilendir. (92/4, Nisâ/ 127)"

"Ergenlik çağına erinceye kadar yetimin malına da yaklaşmayın. En güzel bir şekilde olması müstesna. Ahdi de yerine getirin. Şüphesiz ahitte [verilen sözde] sorumluluk vardır. (50/17 İsra 34)"



Kaynaklar : HAKKI YILMAZ Tebyînü'l-Kur-an
http://www.istekuran.com/index.php?page=bakara
http://www.istekuran.com/index.php?page=maide
http://www.istekuran.com/index.php?page=isra
http://www.istekuran.com/index.php?page=nisa

Araştıran
2. May 2013, 11:00 PM
200-203 Sonra da Allah'a karşı görevlerinizi gerçekleştirdiğinizde, tıpkı babalarınızı andığınız
gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. Ve Allah'ı sayılı günlerde anın. Artık kim iki gün içinde acele ederse ona günah yoktur. Kim de ertelerse ona da günah yoktur. Bu, Allah'ın koruması altına girmiş kimseler içindir. Allah'ın koruması altına girin ve şüphesiz kendinizin O'na toplanacağınızı bilin.

Babalar diye meallendirilen kısımın açıklamasını yapacak olan varmı?Diğer mealciler atalar diye çevirmiş?İkiside aynı demeyin çünkü değil.Atalar deyince farklı tahayyül babalar deyince farklı?

dost1
3. May 2013, 01:43 AM
Selamun Aleyküm! Değerli Araştıran Kardeşim!

Bakara 2oo. ayette geçen "âbâaeküm" sözcüğünün aynısı Tevbe 23 ile Zuhruf 24 de de geçer. "Âbâaeküm" sözcüğünü "atalar" diye çeviren yazarların diğer iki ayetteki çevirilerine de bakınız bakalım nasıl çevirmişler?

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen sadece Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Araştıran
3. May 2013, 11:29 AM
Selamun Aleyküm! Değerli Araştıran Kardeşim!

Bakara 2oo. ayette geçen "âbâaeküm" sözcüğünün aynısı Tevbe 23 ile Zuhruf 24 de de geçer. "Âbâaeküm" sözcüğünü "atalar" diye çeviren yazarların diğer iki ayetteki çevirilerine de bakınız bakalım nasıl çevirmişler?

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen sadece Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Aleyküm Selam Değerli abim,
Demek istediğim baba lar olarak çevrilince ilk akla gelen biyolojik baba oluyor.Biyolojik babanlada aynı dönemde yaşadığın için onun eksikliklerini görüyorsun ve herzaman iyi bir anış olmuyor.Ama mesela ecdat olarak algılayınca örneğin Osmanlının anılışında eksikliğini aynı dönemde yaşamadığın için görmüyorsun ve sürekli yüceltiyorsun.Güncel hayattada karşılaşıyoruz zaten Osmanlının anılışı hakkında.Nacizane fikirlerimi söyledim sizinkileride bekliyorum....

dost1
3. May 2013, 10:02 PM
Selamun Aleyküm! Değerli Araştıran Kardeşim!

Bakara 200. ayetteki "abaaekum" sözcüğü "babalar" olarak çevirmek gerekir. Türkçede kullanılan "atalar" sözcüğü ile Arapçada kullanılan "ecdad/baba ve annenin babaları/dedeler" aynı kavramı vermezler.

Niçin "babalar" olarak çevrildiğini bilmek için "şükür" kavramını da bilmemiz gerekir.

“Şükür”, “Hayvanın yediği besini, verdiği süt ve semizliği ile belli etmesi” demektir. (Lisan; 5/163-165, Tac ül Arus; 7/48-51)

Şükür sözcüğü türevleriyle birlikte Kur’an’da toplam 74 kez yer alır. Türkçede kullanılan teşekkür, müteşekkir ve şükran kelimeleri de aynı köktendir.

Bu anlam, aşağıda göreceğiniz ayetlerdeki anlamları da dikkate alındığında din terminolojisinde: “İnsanların Allah’ın kendilerine verdiği nimetlere karşı nimetin karşılığını Allah’a vermeleri”dir.

Şükür, laf ile olmaz. Mutlaka kişiye verilen nimetin o nimet cinsinden karşılığı ile olur. Sözcüğün gerçek anlamı böyle olmasına rağmen şükür, gerçek anlamından uzaklaştırılıp söz ile, kalp ile şükür çeşitleri icat edilmiştir.

Dildeki anlamını biraz daha açarsak, beslenen tavuk, beslenmesi karşılığında yumurta vermelidir. Beslenen inek, beslenmesi karşılığında süt vermelidir. Beslenen tazı, beslenmesi karşılığında avını tutmalıdır. “Şükür” sözcüğünün gerçek anlamı, bizim “Gavurun ekmeğini yiyen gavurun kılıcını sallar” Atasözü’müze eş bir anlamdır.


Bunların kendilerinin beslenmesi karşılığı görevlerini yapmayıp da besleyenine karşı kuyruk sallamaları ve yahut geçip karşıda ses vermeleri şükür değildir. Sözlü, sesli şükür ancak, papağanın, bülbülün, kanaryanın şükrüdür. Sözcüğün vazı’ anlamı ve ayetlerdeki kullanımına dikkat edildiğinde “dilin şükrü, kalbin şükrü ve bedenin şükrü” gibi tasniflerin uygunsuzluğu ortaya çıkmaktadır.

Kur’an’da “Şükür”ün ne anlama geldiğini şu ayetler bize çok net bir şekilde açıklamaktadır:

Lokman; 12-14:

12- Ant olsun ki biz, Lokman’a “Allah’a şükret!” diye hikmet (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler) verdik. Kim şükrederse kendisi için şükreder. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övgüye en lâyık olandır.

13 - Hani bir zaman Lokman da , oğluna öğüt vererek, “Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma, hiç şüphesiz ki şirk (Allah’a ortak koşmak), büyük bir zulümdür.” demişti.

14- Ve Biz insana, anası ve babası hakkında tavsiyede bulunduk: - Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. – “Bana, anana ve babana şükret (karşılık öde)!” Dönüş, ancak banadır. Dönüş, ancak banadır.


İsra: 23, 24:
"Ve senin Rabbin kesin olarak, Kendisinden başkasına kul olmamanızı, anne ve babayı iyileştirmeyi- güzelleştirmeyi karar altına aldı. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse, sakın onlara “Öf” deme, onları azarlama; onlara çok duyarlı davran. Ve ikisine de onurlu, tatlı ve güzel söz söyle. Ve merhametinden dolayı onlar için alçak gönüllülük kanatlarını indir. Ve de ki: “Rabbim! Onların beni küçükten eğitip görgülü biri olarak yetiştirdikleri gibi, onlara rahmet et.”

Bu ayetlerde görüyoruz ki Rabbimiz kendisine ve anamıza-babamıza şükretmemizi emretmektedir. Biz, anaya-babaya şükretmenin ne anlama geldiğini anlayabilirsek kesinlikle Allah’a şükretmeyi işte o zaman doğru anlayabiliriz.

“Şükür” sözcüğünün anlamının “karşılığını ödeme” olduğunu bildikten sonra yukarıda gördüğümüz İsra suresinin 23, 24. ayetlerindeki “Onlar beni küçükten nasıl terbiye ettilerse, Sen de onlara öyle rahmet et.” ifadelerine dikkat etmemiz yeterli olacaktır. Bu ifadelere göre Rabbimiz açıkça bizden, “ana-babamızın biz küçükken yaptıkları, koruma, kollama ve terbiye hizmetlerine karşılık, şimdi de bizden bunun karşılığını aynen ödememizi, yani onları koruma kollama, hoş tutma, iyi davranma hizmetlerimizi hakkıyla yerine getirmemizi” istiyor. Lafla geçiştirmemize izin vermiyor.


Özetlersek bütün nimetlerin şükrü, onları Allah’ın yolunda kullanmak ve onun rızası için uygun yerlere sarfedip değerlendirmektir.

Kur’an’da geçen tüm şükür ayetlerine özellikle de “Hala şükretmeyecekler mi”, “Umulur ki şükredersiniz” ifadelerine baktığımızda “geçip karşıya çok şükür Ya rabbi” demememiz; aksine ayetin bu ifadelerden evvel sayıp döktüğü nimetlerdeki Allah’ın hakkını vermemiz ve nimetleri Allah’ın ön gördüğü tarzda ve yolda harcamamızın istendiği görülür.

Şüphesiz ki Rabbimiz Nahl; 18’de de “Ve eğer Allah’ın nimetlerini sayacak olsanız, onları sayamazsınız. Şüphesiz ki Allah Gafur’dur, Rahıym’dir” şeklinde açıkça ifade edildiği üzere insana, insanın sayamayacağı kadar nimet vermiştir. Aldığımız nefesten tutun da sürdüğümüz ömre kadar, mal varlığımız, çorumuz çocuğumuz, sağlığımız ve her şeyin üstünde nail olduğumuz İman ve İslam nimetleri bunlardan bir kısmıdır.

Neml; 19:
"Ve (Süleyman) onun kararına/ sözüne gülümseyerek; “Ey Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salihi işlememi gönlüme getir ve Rahmetinle, beni iyi kulların içine kat!” dedi."

Ahkaf;15:

"Ve Biz insana ana ve babasına ihsanı (iyilik yapmayı/ güzel davranmayı) tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle bıraktı (doğurdu). Ve onun taşınması ve ayrılması otuz aydır. Nihayet insan olgunluk çağına ulaşıp, kırk seneye geldiğinde der ki: “ “Rabbim! Bana ve ana babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmemi ve senin hoşnut olacağın salihi işlememi sağla. Benim için soyumdan salih kimseler kıl. Şüphesiz ben sana yöneldim. Ve ben şüphesiz teslim olanlardanım.”

Zümer; 7:
"Eğer inkâr edecek olursanız, artık şüphesiz Allah size hiç bir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için küfre rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz, sizin (yararınız) için ondan razı olur. Hiç bir (suçlu) günahkâr, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz, böylece yaptıklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı bilendir."

Hacc 36:

"Büyükbaş hayvanları da; Biz onları sizin için Allah’ın nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. O nedenle ön ayaklarının biri bağlı halde keserken/ saf halindeler iken üzerlerine Allah’ın adını anın. Sonra yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, ihtiyacını gizleyene ve isteyene de yedirin. Böylece Biz onları size boyun eğdirdik. Umulur ki, şükredesiniz."

A’raf; 10:

"Ve hiç kuşkusuz Biz sizi yeryüzünde yerleştirdik ve orada size geçimlikler kıldık (sağladık); ne kadar da az şükrediyorsunuz!

Ya sin; 34, 35:
"Ve Biz onun ürününden ve kendi elleriyle yaptıklarından yesinler diye orada hurmalıklardan, üzüm bağlarından bahçeler yaptık. İçlerinde pınarlardan sular fışkırttık. Hâlâ şükretmeyecekler mi?"

Ya Sin; 73:

"Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ şükretmeyecekler mi?"

Nahl; 14:

"Ve O, denizden taze et yiyesiniz ve ondan takındığınız süs eşyasını çıkarasınız diye lütfundan rızık aramanız için denizi sizin emrinize verendir. - Gemilerin denizde suyu yararak gittiklerini görüyorsun. – Umulur ki şükredersiniz."

Nahl; 78:
"Allah, sizi annelerinizin karnından hiç bir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi."


Çoğu insanlar iman etmedikleri gibi şükür de etmezler:

Neml; 73:
"Ve hiç şüphesiz, senin Rabbin, insanlara karşı büyük lütuf sahibidir de, velakin onların çoğu şükretmiyorlar."

Ve A’raf 17, Yunus; 60, Mümin; 61, Yusuf; 38, Bakara; 172, 243, Furkan; 62, A’raf; 58, Sebe; 13, İnsan; 3, Lokman; 31, Şûra; 33, İbrâhîm; 5, İsrâ; 3, En`âm; 53, Nahl; 120-121, Enbiyâ; 80, A`râf; 144 de bakılabilir.

Lokman; 12:
Ant olsun ki biz, Lokman’a “Allah’a şükret!” diye hikmet (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler) verdik. Kim şükrederse kendisi için şükreder. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övgüye en lâyık olandır.

Sebe; 13:

"Onlar, ona mihrablar, timsaller (heykeller) ve havuzlar gibi çanaklar ve sâbit kazanlardan her ne isterse yaparlar. - Ey Davud hanedanı, şükür için çalışın!- Ama kullarım içinde şükreden de çok azdır."

Sebe; 15:

"Ant olsun ki Sebe` kavmi için oturdukları yerde bir ayet vardı: Sağdan ve soldan iki bahçe! – “Rabbinizin rızkından yiyin ve O`nun için şükredin! – “Ne güzel bir belde ve çok bağışlayıcı bir Rab!”

Zümer; 65, 66:

"Ve ant olsun ki, sana ve senden öncekilere vahyedildi ki: “Ant olsun ki, eğer şirk koşarsan amelin kesinlikle boşa gidecek ve mutlaka kaybedenlerden olacaksın. Onun için, tam aksine yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol."

Nahl: 114:

"Öyleyse Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden helal ve temiz olarak yiyin. Allah`ın nimetine şükredin, eğer gerçekten sadece O`na kulluk ediyorsanız."

Ankebût: 17:

"Siz Allah’ın astlarından bir takım taştan, ağaçtan putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Haberiniz olsun ki o, sizin Allah’ın astlarından mabut diye taptıklarınız, sizin için bir rızık vermeye güç yetiremezler. Onun için rızkı Allah yanında arayın ve O’na kulluk edin ve O’na şükredin (karşılığını ödeyin). O’na döndürüleceksiniz.” demişti.

Bakara: 152:

"Öyleyse BENİ ANIN ki, ben de sizi ANAYIM. Ve Bana şükredîn, Bana nankörlük etmeyin. Ve Bana şükredîn, Bana nankörlük etmeyin."

Allah Şükreden Kullarını Ödüllendirir:

Kamer, 34, 35:

"Biz, onların üzerine ufak taş yağdıran bir fırtına gönderdik. Lût`un ailesi müstesna. Onları katımızdan bir nimet olarak seher vaktinde kurtardık; Biz şükreden kimseyi böyle mükâfatlandırırız.
Biz, onların üzerine ufak taş yağdıran bir fırtına gönderdik. Lût`un ailesi müstesna. Onları katımızdan bir nimet olarak seher vaktinde kurtardık; Biz şükreden kimseyi böyle mükâfatlandırırız."

Âl-i İmrân; 144-145:

"Ve Muhammed, ancak bir elçidir. Ondan önce elçiler gelip geçmiştir. Şimdi eğer o ölür veya öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim ki de geri dönerse, Allah`a hiçbir şekilde zarar veremez. Allah şükredenleri mükafatlandıracaktır.
145- Ve herkes sadece Allah’ın izniyle vakitlendirilmiş bir yazgı olarak ölür. Ve kim dünya karşılığını dilerse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret karşılığını isterse ona da ondan veririz. Ve Biz şükredenleri mükafatlandıracağız.

İnsan; 22:
Şüphesiz ki bu, sizin için karşılıktır. Çalışmalarınız da meşkûrdur (karşılık ödenecek niteliktedir).

Allah şükredenlere nimeti artırır

İbrâhîm; 7:

"Ve hani Rabbiniz size şöyle ilan etmişti: “Ant olsun ki şükrederseniz elbette size artırırım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir."

Nisa; 147:
"Eğer şükrettiyseniz ve iman ettiyseniz Allah size azabı ne yapar? Allah, Şakir’dir (karşılığını verendir) ve en iyi bilendir.

Şükür nimetin artmasına, şükrün karşıtı olan küfür (nankörlük) ise nimetin elden gitmesine sebep olur. İnsan şükrettikçe; nimeti veren Allah’a karşılığını ödedikçe Allah ona nimetini kat kat artırır. Ayrıca ona huzur, mutluluk verir. Ama nankörlük eden, hem biriktireceğim diye hem de biriktirdiğimi daha da artıracağım diye ve de koruyacağım diye maddi ve manevi sıkıntılara azaplara düçar olur. Ayrıca Allah verdiği nimeti onun elinden almak suretiyle de cezalandırır.

“Şükür” görevini yaparken nimetin karşılığı, “hasene” cinsinden yapıldı ise bire on; “infak, salihat” cinsinden yapıldı ise en az bire yediyüz oranında artış söz konusudur. Rabbimiz dilerse daha da artırır.

Allah`ın Kendisi de Şükredendir (Kullarına yaptıklarını karşılığını verendir).
Yüce Rabbimizin Esma-i Hüsna’sından ikisi de “eş Şekûr (yapılanın karşılığını çok çok veren)” ve “eş Şakir (yapılanın karşılığını veren)”dir.

(Nîsâ: 147) Eğer şükür ettiyseniz ve iman ettiyseniz Allah size azabı ne yapar? Allah, Şakir'dir [karşılığını verendir] ve en iyi bilendir.

Rabbimizin bu isimlerini Fâtır; 30, 34, Şûra: 23, Teğâbün; 17, Bakara; 158 ve Nisa; 147’de görebiliriz.

Şükür nedir anladığımıza göre şimdi sözkonusu ayetin bağlı olduğu ayet grubuna yeniden bakalım.

Bakara/196-198, 200-203, 199, 201-202, 204-207, 158:

196 Ve hac/programlı ilâhiyat eğitimi ve umre'yi/seminer, sempozyum gibi kısa süreli
eğitimleri Allah için tamamlayın. Buna rağmen, eğer siz alıkonursanız/ engellenirseniz, o zaman ilâhiyat eğitimi görenlere kolayınıza gelen şeylerle destek olun! Bununla beraber bu ilâhiyat eğitimi görenlere hediye; vereceğiniz destek, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin.

197 Hac/programlı ilâhiyat eğitimi, bilinen aylardır. Artık her kim o aylarda haccı; programlı
ilâhiyat eğitimini, başlayıp kendisine farz ederse/mutlaka yapacağım derse, artık hac; programlı ilâhiyat eğitimi süresince kadına yaklaşmak, çirkin söz söylemek, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne işlerseniz de Allah onu bilir. Ve azık edinin. Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı Allah'ın koruması altına girmedir. Ve ey kavrama yetenekleri olanlar! Benim korumam altına girin!

198 Rabbinizden bir armağan istemenizde hiçbir sakınca yoktur. Artık Arafat'tan; eğitim
birimlerinden ayrılıp akın ettiğinizde, Meş’ar-i Harâm'da; dokunulmaz bilinçlenme merkezinde hemen Allah'ı anın. Ve O'nu, O'nun size gösterdiği gibi anın. Ve siz bundan önce gerçekten sapıklardan idiniz.

200-203 Sonra da Allah'a karşı görevlerinizi gerçekleştirdiğinizde, tıpkı babalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. Ve Allah'ı sayılı günlerde anın. Artık kim iki gün içinde acele ederse ona günah yoktur. Kim de ertelerse ona da günah yoktur. Bu, Allah'ın koruması altına girmiş kimseler içindir. Allah'ın koruması altına girin ve şüphesiz kendinizin O'na toplanacağınızı bilin. Sonra da insanların akıp geldiği yerden siz de akıp gelin ve Allah'tan bağışlanma isteyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. İşte insanlardan bazısı, “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver!” diyen kimselerdir. Onun için de âhirette hak edilmiş bir pay yoktur.

201 Yine onlardan, “Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik-iyilik ve âhirette de bir güzellikiyilik
ver ve bizi ateşin azabından koru!” diyenler vardır.

202 İşte onlar, kendileri için kazandıklarından hak edilmiş bir pay olanlardır. Ve Allah, hesabı çok çabuk görendir.

204 İnsanlardan kimi de vardır ki, onun basit dünya yaşamı hakkındaki sözü senin hoşuna gider ve o, kalbindekine Allah'ı şâhit tutar. Ve o, düşmanlığı en yaman olanıdır.

205 O, dönüp gitti mi/yetkilendi mi de yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini/kültürü/kadınları ve nesli değişime/yıkıma uğratmak için çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez.

206 Ona, “Allah'ın koruması altına gir!” dendiği zaman da büyüklük, güç, kendisini günah işlemeye sürükler. İşte öylesine cehennem yeter. O, ne kötü bir döşektir!

207 İnsanlardan kimi de vardır ki, Allah'ın rızasına ermek için kendini satar [Allah yolunda malını-mülkünü harcar, canını ortaya koyar]. Ve Allah, kullarına çok şefkatlidir.

158 Şüphesiz Safâ ve Merve Allah'ın alâmetlerinden birkaçıdır. Onun için her kim Beyt'i/İlâhiyat eğitim merkezi olan Ka‘be'yi kasdedip Beyt'e gider veya umre/kısa süreli eğitim yaptırılırsa, buralarda dolaşmasında kendisine bir sakınca yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah karşılık verendir, en iyi bilendir."

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen sadece Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

merdem
22. May 2013, 12:35 AM
Kimbilir kac kere okumusumdur (Bakara/ 67-72), inanin ilk defa bu kadar güzel bir izaha rastladim:)


BAKARA (BORSA VE MAL HIRSININ SİMGESİ)

BAKARA (borsanın simgesi)

Bu sûreye adını veren ve pasajın eksenini de oluşturan بقرة sözcüğünün kökü, “yarmak, fethetmek ve genişletmek” anlamına gelen ب ق ر [b-q-r] köküdür. Baqar, cins isim olup evcili ve vahşisi, erkeği ve dişisiyle cinse dahil olan tüm hayvanların adıdır, ki biz buna “sığır” diyoruz. Bu sözcük, “ıyal” [aile; aile efradı ve malıyla mülküyle] anlamındadır.

Sığıra, genellikle toprağı sürmek sûretiyle yeri yarıp toprağı altüst ettiğinden dolayı “baqara” denilir. Sığıra, sahiplerini zenginleştirdiğinden ve genişlettiğinden dolayı “baqara” denilir

Ayette İsrailoğullarına (ve onlar üzerinden bizlere) eski çağların ve özellikle de Mısır Firavunluğunda gücün ve kudretin sembolü olan “buzağı/boğa” (bakara) totemine yönelmemeleri, onunla ilişkilerini kesmeleri yani içlerindeki ona yönelik ihtirası söküp atmaları (buzağıyı/boğayı/ineği kesmeleri), bunun yerine Allah’ın doğal çevrede varolan nimetleri ile yetinmeleri, bitki köklerinin, kuş etlerinin zaten buna yeteceği, bu kadar para şehveti ve güç ihtirası içinde olmamaları öğütleniyor

Modern çağda para kazanma hırsının mabedi olan “borsa”nın sembolünün “boğa” olmasından da anlaşılacağı gibi Kur’an’da geçtiği şekliyle “bakara” (boğa/inek/öküz/buzağı) eski çağların mülk (iktidar, mal, para, zenginlik, güç) tanrısının sembolüydü. “İneği kesmek” veya “altından buzağı yapmak” gibi deyimler hep bununla ilgilidir.



http://www.turkishjournal.com/images/wall_street_boga.jpg
NEW YORK BORSASI



http://t0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcQeTNaW-pAuUGTvC2yClECXyTBLCDK8MF5XWAnV6dM-bKP35lJfzg
İMKB (İSTANBUL)







Modern çağda para kazanma hırsının mabedi olan “borsa”nın sembolünün “boğa” olmasından da anlaşılacağı gibi Kur’an’da geçtiği şekliyle “bakara” (boğa/inek/öküz/buzağı) eski çağların mülk (iktidar, mal, para, zenginlik, güç) tanrısının sembolüydü. “İneği kesmek” veya “altından buzağı yapmak” gibi deyimler hep bununla ilgilidir. [B]Onun için Hz. İsa aynı kandilin ışığından diyor ki: “Hem Allah’a hem Para’ya kulluk edemezsiniz!” Birini kabul ediyorsanız diğerini ‘kesmeniz’ gerekir.

bartsimpson
22. May 2013, 02:08 PM
Şükür sözcüğü türevleriyle birlikte Kur’an’da toplam 74 kez yer alır. Türkçede kullanılan teşekkür, müteşekkir ve şükran kelimeleri de aynı köktendir.

Bu anlam, aşağıda göreceğiniz ayetlerdeki anlamları da dikkate alındığında din terminolojisinde: “İnsanların Allah’ın kendilerine verdiği nimetlere karşı nimetin karşılığını Allah’a vermeleri”dir.

Halil Ağabey Allah senden razı olsun...

galipyetkin
11. December 2013, 12:15 PM
BAKARA–80 EYYAMÜN MA’DUDAT

Bakara–80. ayette geçen bu deyime verilen mânâ, “sayılı günler” olarak kayıtlara geçmiştir. Bu deyimin cehennemde kalma olgusuna giden anlam olarak Kur'an semantiğinde kullanıldığı özel bir ayettir. Kur'an'da cehennemlikler için "kalma suresi" olarak iki esas verilmiştir.

Birisi ebedi(ilelebet) kalmadır.

Diğeri ise müebbed olmayıp, muvakkat kalma. Bu kalmanın süresi Allah Tarafından bilinmekte( çünkü takdiri Allah tarafından yapılmakta) olup bizim tarafımızdan bilinmeyen ama muhakkak bir gün sona erecek bir zaman aralığıdır ki eyyamun ma'dudat diye ifede edilen de budur.

Bu ayette zanda bulunan münafık (Mülkperest) ve bu şehvetten dolayı yorumları çarpıtıp, lafızlar üzerinde oynayarak keyfince din sosyo ekonomi politiği(Minhac) oluşturan bir takım İsrail oğulları bu deyimi kullanıyorlar, onun için Kur'an'da kullanılan terminolojiye uymayabilir denebilir. Öyle ise önce cehennemde azab içinde tutulan mücrimlerin(suçlu) ebedi ve ebedi olmayan, yani süresi Allah’ça malum ama bizce bilinmeyen süre ama her halde sonsuz olmayan konumları bildiren iki örnek ayet sunalım. Açıklamanın uzamaması için bu konuda araştırmasını internette insanlığın hizmetine sunan Cemal Ergün’ün cennet Ve cehenneme ilişkin ayetler sunan ilmi çalışmasından,“Kur'an’da Cehennem” başlığını taşıyan bölümden alıntı yapalım. Hem de Adad kavramının geçtiği yerden başlamış olalım.

CEHENNEMDE CEZALARI EBEDİ VE AHKAB OLDUĞU KURAN İLE BİLDİRİLEN AĞIR SUÇLAR.

“(-İnsanları) diliyle çekiştiren, kas ve göz işareti yapıp alay eden herkesin vay haline! O ki mal toplamış ve onu sayıp durmuştur. O malının kendisini ebedi kılacağını zanneder, Hayır, andolsun ki o, hutameye atılacaktır. Hutamenin ne olduğunu bilir misin? Yandıkça gönüllere (yüreklere) isleyen, Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir. Hutame onların üzerine kapatılıp, kilitlenecektir…” (el-Hümeze 104/1–8)

“Kendilerine, ‘Allah’ın indirdiğine uyun!’ dendiği zaman, ‘hayır, biz, Babalarımızı üzerinde bulduğumuz seye uyarız!’ derler. Seytan kendilerini cehennem azabına (azâbi’s-saîr) çağırıyor olsa da mı?” (Lokman 31/21)

“Seytan hakkında söyle yazılmıştır: ‘Kim onu dost edinirse, muhakkak Seytan o kimseyi saptırır ve onu cehennem azabına (azâbi’s-saîr)sürükler.” (el-Hac 22/4)

“Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler, kuskusuz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar çılgın ateşe (saîran) gireceklerdir.” (en-Nisâ 4/10)

“Allah kâfirlere lanet etmiş ve onlara çılgın bir ateş (sa’îran) hazırlamıştır.” (el-Ahzâb 33/64)

“İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlar ise ateş (cehennem) halkıdır (eshâbu’nnâr), onlar orada ebedî kalacaklardır.”(el-Bakara 2/39)

“Hâla sunu anlayıp öğrenmediler mi ki, kim Allah’a ve Resûlüne karsı çıkıp düşmanlık ederse, ona muhakkak cehennem ateşi (nâru cehennem) var…” (et-Tevbe 9/63)

MUVAKKAT VE MÜEBBED CEZA

“Ebed” kelimesinin geçtiği ayetlerde de bu sözcük cehennem ve onun azabının devamlılığını belirtmektedir. Cehennem ve onun azabının sürekliliğini ifade eden bir diğer kelime de “ahkâb” kelimesidir.

“Ahkâb” sözcüğü, “zaman, seksen yıl veya müddeti bilinmeyen bir zaman dilimi, anlamında “hukb-hukub” kelimesinin çoğuludur (el-Fîruzabâdî, 1987: 97; er-Râgıb,

1986:s. 180; ibn Manzur, 1994: I, 326). Bu anlamda “ahkâb” sözcüğü, ard arda gelen günler, seneler ve asırlardan (_ibn Manzur, 1994: I, 326) oluşan çok uzun bir zaman dilimini ifade etmektedir. Kur’an’da bu kelime bir ayette geçmektedir:

“Şüphesiz azgınların barınağı olacak cehennem pusuda beklemektedir. Azgınlar orada çağlar boyu kalırlar (ahkâben), orada bir serinlik ya da bir içerecek tatmazlar. Ancak dünyada yaptıklarına uygun karşılık olarak kaynar su ve irin tadarlar”( en-Nebe’ 78/21–26). 28 ayetin tamamı incelendiğinde bu sözcüğün cehennem ve onun azabının sürekliliğini ve ebediliğini ifade etmek için kullanıldığı görülecektir. Hatta bu sonsuzlugu kuvvetlendirmek için “huld” kelimesi üç ayette de aynı anlama gelen “ebed” kelimesiyle birlikte kullanılmıştır (en-Nisâ 4/169; el-Ahzâb 33/65; el-Cin 72/23).

Cehennem ve onun azabının sonsuzlugunu vurgulayan ikinci kelime ise “ebed” sözcüğü dür.

“Ebed”, Dehr ile es anlamlı olarak “mutlak zaman” anlamına gelir (Kılavuz, 1994: X, 72). “Her zaman, hiç, asla, daima,” gibi geleceği ifade etmek üzere olumlu veya olumsuz olarak da kullanılır (ibn Manzur, 1994: III, 66). Kelime “devamlılık ve süreklilik” anlamında da kullanılmaktadır (el-Fîruzabâdî, 1987: 337). “Ebed” ile “zaman” arasında fark olduğu, zamanın parçalanabilir olmasına karsılık ebed kelimesinin süreklilik anlamı taşıdığı belirtilmiştir (Kılavuz, 1994: X, 72).

Kur’an-ı Kerim’de olumlu ve olumsuz olmak üzere her iki anlamda “ebed” Kelimesi 28 yerde geçmektedir (Abdulbaki, 1988: s. 2).

Kur’an’da “ebed” kelimesi cehennemdeki azabın sürekliliği anlamında üç ayette zikredilmektedir:

“İnkâr edip zulmedenleri Allah asla bağışlayacak degildir. Onları (baska) bir yola iletecek de degildir. Ancak orada sürekli kalmak üzere (hâlidîne fîhâ ebeden) cehennem onları yoluna (iletecektir). Bu da Allah’a çok kolaydır”( en-Nisa 4/168, 169).

“Şu muhakkak ki, Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir ates hazırlamıştır. Onlar orada sürekli kalacaklar (hâlidîne fîhâ ebeden), kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklardır” (el-Ahzâb 33/64, 65).

“(Benim yaptıgım) ancak Allah katından olanı, onun gönderdiklerini tebliğdir. Artık kim Allah ve Resulüne karsı gelirse, bilsin ki ona içinde ebedî kalacağı (hâlidînefîhâ ebeden) cehennem vardır” (el-Cin 72/23).

“Şüphesiz azgınların barınağı olacak cehennem pusuda beklemektedir. Azgınlar orada çağlar boyu kalırlar (ahkâben), orada bir serinlik ya da bir içerecek tatmazlar. Ancak dünyada yaptıklarına uygun karsılık olarak kaynar su ve irin tadarlar”( en-Nebe’ 78/21–26).

Nitekim kullarına hiçbir zaman zulmetmediğini haber veren (Âl-i imran, 3/182; el-Enfâl 8/51; el-Hac 22/10; Fussillet 41/46; Kâf 50/29), rahmetinin her seyi Kerim’de olumlu ve olumsuz olmak üzere her iki anlamda “ebed” kelimesi 28 yerde geçmektedir (Abdulbâki, 1988: s. 2).

Kur’an’da “ebed” kelimesi cehennemdeki azabın sürekliliği anlamında üç ayette zikredilmektedir:

8.5. Cehennemin Yeri Ve Ebedîliği

Kur’an’da Allah’a eş koşan, O’nun gönderdiği elçiyi inkâr eden ve gönderdiği mesajları kabul etmeyen, bu mesajlar karsısında duyarsız kalan, dirilişi inkâr eden günâhkârlar için cehennemin ebedi olduğu belirtilmiştir (el-Bakara 2/39; en-Nisa 4.14.169; el-Ahzâb 33/65; el-Cin 72/23; el-Beyyine 98/6). Diğer küçük günahlar için ise cehennem bir arınma yeridir.”””

CEHENNEMDE KALIŞ SURELERİ “AHKAB” VE “EBED” KELİMELERİYLE İFADE EDİLMİŞTİR.

Kuran cehennemde kalış surelerini mademki bu iki kavramla belirtmiş, Ma’dudat kelimesini Bakara–80 de niçin ve ne için kullanmıştır? Müfessirleri bu ayetin değerlendirilmesine geçmeden önce bu soruya cevaplar arayalım.

1-Ma’dudat konusunda hüküm, Allah’ın değil, bir kısın İsrail oğullarının hüsnü kuruntusu, zanni yargısıdır. Kitabı elle yazıp, sonra da bu hak dinin hak şeriatı veya minhacı diye adaletsiz ve çirkin şeyleri vahi ve Allah indinde olana mal etmek, bütün müşrik ve münafıkların haktan ve vahi kitabından ayrılanların iftira ve yalanlarıdır. Bu beyan ve iftiradır. Bunun için Kuran semantiğindeki “ahkab” ve “ebed” kesin ilkeleriyle çelişmez.

2- Ma’dudat Adad ile ilgili olup, geleneklerini dinleştirmeyle ilgili haber vermek için de seçilmiş özel amaçlıdır. Örf dinde yeri olan bir kavramdır. Çünkü onda arifçe ve maruf olan(Aklın makulleriyle çelişmeyen) bir doğruluk payı vardır.

Ama Adad(Adetler) öyle değildir. Örf nihayet vahiden çıkartılması gereken anlamı ve kıyas kullanılarak akılın devreye girdiği meşru bir kural koyma alanıdır. Adet ise, ne mantığı, ne de meşruluğu olan bir şeydir. Taklit edilerek, sorup araştırılmayarak uyulandır. Add kavminin niteliği böyleydi, Allah elçilerinin delil sunmalarına rağmen onlar atalar dinine öz eleştiri dahi yapmadan uymakta inat ettikleri, atalar dini ise şerri mevzuat yaptığı için, gaflet dalalet ve hıyanet içinde günah çamuruna saplandılar. Bu bakımdan ayet bize şu mesajı da veriri. Onlar Hakk’al yakîn(Kur'an) yerine hadis haberler üzerinden hak din dışında ve onun ilkelerinden kopuk bir din edindiler. Kitabı elle yazmak, dine karşı din icad ederek hak dini büyük ölçüde hükümden düşürmek bencilliğidir.

3- Öyle ise onun tanımını sözlükten alalım.

Âdet(adat): Görenek, usul, tabiat, alışkanlık.

Öyle ise burada Ahkab yerine ümmetin geleneksel inancını da bize haber veren ve onların zanni şeraitlerini ortaya koyarak, tezekkür, tedebbür, taakkul edecekler için çok mufassal bilgi, alınacak verginin azaltılarak infak hükmünü ihlal etmek. Servet ve sermayeye eklemek için infakı devreden çıkarmak için dilimsiz ve tek oranlı “sayıya, âdete bağlı” haksız ve uyduruk bir oranla farz olan ve iffet olandan kaytarıp, “borcu savuşturduklarının” geniş izahı için kullanılmıştır. Yani, ahiret azabına giden haberin dışında ve yanında vermeyi azaltan her türlü hiledir. Bu ayette bize, anlamın ahdi bozmaya yönelik olduğunu ayetin dünyadaki dalalete sapmayı da anlatmak için vaad değil, ahid kavramının kullanılması boşuna değildir. Her ne kadar müfessirler ahid kavramına vaad anlamı vermişlerse de ahid kullanılması özel amaçlıdır. O zaman Bakara–92 Bakara–93 ayetlere kadar uzanıp, bu iki ayete yüzeysel anlam vermemek gerekir. Bakara–92. ayetin buzağı heykeli yapıp, ona secde etmek değil, hak şeraitin minhacını terk ederek ferdiyetçiliğe geçerek, Birr de değil, şerde yarışan rekabetçi düzene geçmek olduğunu müfessirler artık açmalıdır (açık açık anlatmalıdır).

Yine Bakara–93 ayette anlatılan ahid almanın “tur dağını üzerinize kaldırarak sizden ahid aldım” gibi gerçekle alakası olmayan şekilde tefsirden vazgeçilmelidir. Onun doğru anlamı, Allah’ın ümmetlerden aldığı(Musa, İsa ve Muhammed ümmetinden) İNSANLARIN EŞİTLİĞİ üzere ahiddir ki "İster muttakilerin mülkte iştirak türünü kurup, sözün ek güzel ve borcun en kolay ödenmesini tercih edersiniz; İsterseniz, komşuluk hukuku içinde ama gelenekteki uyduruk zekat ve infakın değil, vereni itidal seviyesine indiren, alanı da itidal seviyesine çıkartan ve kavamda eşitleyen şeklini uygularsınız."
Ama “Adad”(sayı) ile değil, en sağlam oran olan ve her vermesi gerekenin en adil oranı olan, “İhtiyaç fazlasının tamamını kamuya iade edersiniz”; işte Münafıklıktan kurtulmanı yolu budur. Bu ise sizin, kâr ve kazancı sermayeye ekleyerek serveti artırmanızın imkânsız hale gelmesidir. Akıllar başa gelir ve kamu işletmelerini satan iki yüzlülerin pabucu dama atılır, fitne kalkar ve din Allah’ın olur.Bu ayetin haşır öncesi dünyaya ilişkin ve her dönem münafığının uygulaya geldiği, Nahl-71 ve Bakara-219 ayette kesin olarak tanımlanan hak din gerçek ekonomi politiğine isyan ve buna rağmen kendilerini mütedeyyin sayan kesim de insan haklarına aldırmaz ve hatta "Haklıya infak" suretiyle ve de "İhtiyaç fazlasının tamamını kamuya iade" suretiyle tam ödememenin cezası bile olsa, onu kabahat cinsinden hafif görüp, üç-beş gün şöyle bir cehenneme bir uğrayıp çıkmak kadar çok hafif olduğunu iddia etmeleridir.

Onların bu savları iki büyük gerçeğe aykırıdır.

A- Her suçun niteliği ayrı ve herbirine verilecek ceza da suca uygun olmalıdır. Şu kadar ömür sürdün, öyle ise bu ömür misli kadar cehenneme gir diye “sayılı güne, sayılı gün" sayısı kadar ceza, ancak ahmakların mantıksızlığıdır. Diyelim ki öyle. Suç amme cezası olarak böyle kabul etsek bile, aynı fiil kul haklarını da ihlal ettiğinde, bu hakların ihlalinin karşılığının çekilecek cezası hapis yatmakla biter mi? Bir katile kamu düzeninin bozulmasından ceza versek de, mağdur ayrıca tazminat istemez mi? Ahirette para pul olmadığına göre, sevabından verecek, o da kâfi gelmeyince alacaklının günahları varsa onun yerine cehenneme o girecektir. Görüldüğü gibi, Adeden ceza ödemekle kurtulmak dinden kaynaklanmayan hukuk da bile öyle değilken, hakların titizlikle teslim edileceği büyük mahkemede hiç böyle saçma bir şey olur mu? “Şüphesiz azgınların barınağı olacak cehennem pusuda beklemektedir. Azgınlar orada çağlar boyu kalırlar (ahkâben), orada bir serinlik ya da bir içecek tatmazlar. Ancak dünyada yaptıklarına uygun karşılık olarak kaynar su ve irin tadarlar”( en-Nebe’ 78/21–26).

B- Bakara–93 ayetin gerçek haberi olan eşitlik üzere alınan ahde ihanet ederek sınıflı toplumu meşrulaştırarak, dinin halkçılık ilkesine ihanetleridir. Allah vahilerinin eşitlik üzere olduğunun delillerinden birisi Şeraitin türevleri arasında “müsavat=eşitlik” anlamının olması. Bakara–93 ayette geçen “Tur” kavramının dağ ile alakası olmadığı bir gerçektir. Bu kavrama Tur suresinde verilen anlamında, tin suresinde verilen anlamında gerçeğin çarpıtılması olduğunu bilelim artık. Yapılan ahit eşitlik üzeredir. İster mülkde iştirakı başta kur, istersen, kazananın her kazancından sonra eşitlenene kadar vermesini(Nahl–71) yasaya koy. Ama bil ki, Bakara–93 de geçen kavramın anlamını tekrar verelim ve bunu hak bil.

Ettevarü-Etteviru: Yaya kaldırımı. EŞİT, MÜSAVİ, sınıf. Had(Sınır)

İlerde zaman bulduğumuzda Tin ve Tuvar'ın gerçek manasını ortaya koyacağız. Ne incir, nede zeytin değildir asıl konu. Vefa ve vefasızlıktır anlatılan. Dostları terk edenler ve onu terk etmeyip, “Ettevarü"/eşit ve birlikte" yaşayanlar anlatılır. Tene, tenin incire sonradan isim olmuş olabilir. Kavramın asıl oluşum mantığı, köy ağasının olduğu sistemler, olmadığı eşitlikçi sistemlerin mukayesesini yapar ve bize “Ettevarü(Eşitlik, müsavat)" sünnetinden bahseder. Zeytuni diye kıraat edilen ise aynen Ziy-Berr telaffuzu gibi valslı okumadır. Yine tene, tentene v.s okunuşudur. Yani Ziy-Tenin, tenne v.g. Sınıfsız toplum olan “Halkçılık” ile sınıflı toplumlar mukayese edilir, eşitlikçi toplum düzeninin tercihi ise “emin belde" tercihidir. Bunları görmezden gelmek, şeriat kitabını vahiden değil, elle yazılandan(alakasız yorumdan) almaktır.

MÜFESSİRLER EYYAM-I MA’DUDAT HAKKINDA NE DEMİŞLER? TEFSİR-İ KEBİR. FAHRİDDUN ER-RÂZÎ.
Sayılı Günlerin Şümulü:

“Âlimler "sayılı günler" hususunda iki görüş belirtmişlerdir:

a) (gün|er) |âfzı ancak on ve daha aşağı sayıda günü gösterir. On günden fazlası için kullanılmaz. Buna göre (beş gün), (on gün) denilir (onbir gün) denmez. Ne var ki bu kaide, Cenab-ı Hakk'ın, "Sizden Öncekilere farz kılındığı gibi size de muttakilerden olasınız diye sayı*lı günlerde oruç tutmak farz kılındı" (Bakara, 183–184)ayeti ile bir müşkillik arzeder. Bu ayetteki sayılı günler bir ayın bütün günleridir. Bir ayın günleri ise on günden daha fazladır. Bir de Kâdî şöyle demiştir: lâfzının on veya daha aşağı bir sayıya hamledildiği sabit olunca, en uygun olan, bu kelimenin en azını veya en ço*ğunu ifâde ettiğini söylemektir. Çünkü bunun üç gün olduğunu söyleyen, "Bu*nu en azına hamlediyorum" diyebilir. Bu, izahı mümkün bir sözdür. Yine o lâfzın on günü ifade ettiğini söyleyen de, "Onu en çoğuna hamlediyorum" di*yebilir. Bu sözün de izahı mümkündür. Ama o lâfzın "on"dan az, üçten çok bir sayıya hamledilmesinin izahı mümkün değildir. Çünkü ikisi arasındaki sa*yıların herhangi birinin diğerlerine bir üstünlüğü yoktur. Meğerki bunu belir*leyen sahih bir rivayet varid olsun. İşte o zaman o rivayete göre hüküm verilir.

Müfessirlerden bir grup, lâfzını, yedi gün diye tefsir etmişlerdir. Bu hususta Mücâhid şöyle der: Yahudiler dünyanın ömrünün yedi bin sene olduğunu söylüyorlar. Buna göre Cenab-ı Hak, her bin yıla karşılık onlara bir gün azab edecek demektir. Bu sebeple onlar, "Allah bize yedi gün azab edecektir'' demişlerdir. Esâm bazı yahûdilerden, buzağıya sadece yedi gün tapmış olduklarını, bundan dolayı "Allah bize yedi gün azab edecek ' dedikle*rini nakletmiştir. Her iki görüş de zayıftır. İlkinin zayıf olmasına gelince, dün*yanın Ömrünün yedi bin sene oluşu ile, onların azabının yedi gün olması arasında kesinlikle birbirini gerektirecek bir alâka yoktur. İkinci görüşe gelin*ce, yedi gün isyan etmiş olmalarından dolayı azablarının da yedi gün olması gerekmez.

Biz ise şöyle diyoruz: Herşeyin mâliki ve sahibi Allah olduğu için, O'nun yaptığı her şey güzeldir. Mutezileye göre, günahkâr tevbe etmediği veya affolunmadığı müddetçe, isyanından Ötürü ebedî cezaya hak kazanır. Buna göre şayet: "Cenab-ı Allah bir günaha karşılık daha fazla ceza vermeyi menederek: "Kötülüğün cezası, misli ile kötülüktür" (şûra,40) buyurmuştur. Bu sebeple cezanın suçtan fazla olmaması gerekir" denilir ise biz deriz ki: Günahın cezası, nimete göre artar. Allah'ın kullarına olan nimeti sayısız ve sınırsız olunca, onların günahları da son derece büyük olur.

b) İbn Abbas (r.a)'ın; lâfzını, Yahudilerin buzağıya taptıkları günlerin sayısı olan "kırk gün" ile tefsir ettiği rivayet edilmiştir. "Yedi gün" tefsiri için söylenenler bu hususta da söylenir.

Bir üçüncü görüş de şudur: Ayetteki "sayılı" lâfzının tıpkı, "O (Yusuf’u) az bir fiyata, sayılı bir kaç dirheme sattılar" {Yusuf, 20) ayetinde de olduğu gibi, "az" manasına geldiği söylenmiştir.
İkinci Mesele:

Hanefiler, hayızın en az müddetinin üç, en çoğunun ise on gün olduğuna zâhib olmuşlar ve buna Hz. Peygamber (s.a.s)'in: "Hayızlı olduğun günlerde namazı bırak" hadisini delil getirmişlerdir. Buna göre hayzın müddeti, lâfzı ile ifâde edilen günler sayısıncadır. Lâfzı ile ifâde edilen günlerin en azı üç, en çoğu ondur. Bu sebeple hayız müddetinin en azının üç, en çoğunun ise on gün olması gerekir. Bu husustaki müşkillik yukarıda geçmişti. “

BAKARA–80. AYETTEKİ SÖZLERİ İNFAKI RET VE ZEKÂTIN(ARTANIN) KAMUYA İADESİNDE VERMEYİ ÇOK AZA İNDİRMEYE YORARSAK

Şimdi bu yorumları doğrulayacak delillere, kavramların sözlük anlamlarına geçiyoruz. Öncelikle üç din mensuplarının bir değerlendirmesini yaparken son din mensuplarının da tenkidini yaptık gerekçe göstermedik. Önce bu sözü sonlandıralım. Bunun için de bizde ki “sayma-yerine koyma”dan bizim ne anladığımız şu kavramla kabul görmüş.

Burada öyle addetmek önemli bir ayrılık, ayrı düşünme halidir. Oranlı ve düşük oranlı infak veya artanın sayıya dökülerek verilmesi hak yoldan sapmanın bir başka önemli niteliğidir. Yukarıda açıkladığımız gibi medeni bir vergi hukukunda, tek bir dilim ve tek bir oran adaletsiz bulunduğu için dilimleme şarttır. Ama Hak din sayısal bir ikince indirime müsait değildir. Çünkü Allah artana ayrıca tekrar bir indirim getirilmesine uygun bir infaktan bahsetmemiştir. Onun için saymak ve sayısal bir uygulama mümkün değildir. Böyle bir mantık şu emre aykırıdır. İhtiyaç fazlasının verilmesi emri varsa, artık yüzde bilmem kaç diye sayısal bir oran getirilemez. Çünkü elde tutulacak belli olduğuna(Bakara–219)göre, ihtiyaç ve kavam miktarı sana helâldır, üzerini aynen infak edeceksin emri, eldekine tekrar oran koymaya uygun bir emir değildir. Ölçü ve tartıları hatırlayalım. Hacimle satma veya vermede keyl kullanılır. Bu hacim doldurulup verilir. Ağırlıkta ise tartarak veririz. Bir de tane işi verilenler vardır. Mesela yumurta ne tartarak, nede hacim ölçüsüyle verilir. Onu tane tane sayarak veririz. Mesela, bir müşteri gelip, yarım yumurta ver dese, bunu vermemiz mümkün değildir. A’dad olgusu da tane sayısı verilen şeylerle ilgilidir. Bir toplumda “ihtiyaç miktarı” bellidir. Belli değilse, belli etmek her zaman mümkündür. Her yıl geçim standartları istisnasız herkes için belirlenebilir. İşte bu belirlendiğinde, bunun dışındaki her kuruş fazla demektir. Artana ayrıca oran getirmek, sayı ile hesabı yapılan yumurtadan bir parça koparıp bunu zekât vermeye esas almak mümkün değildir. İşte bunu üç bin yıl öncenin mülk-perestleri de, günümüzdekiler de asla kabul etmezler. Kitabı elle yazanlar da bunlardır. Bu kavram, kurban bayramının son üç gününü ifade ederken de böyle kullanılır. Burada da, sayı, tane ile ifade edilen şeylerle ilintili anlamı devam etmektedir.

“El Eyyam ül ma’dudat” ; Kurban da teşrîk günleri (Kurban gününden sonra üç gündür.)

Dinin bu hak ekonomi politiğini Anlamazlıktan gelmişler. Sonra da onun yerine geçecek öyle addedilecek, sanki bu görev başka bir ifa yoluna benzer ve denkmiş gibi bir yola sapmışlar. Bu da bunun gibi sayılır, biz böyle addediyoruz deyip sorumluluktan kurtulmuşlar. Bu sorumluluğu sınırlı günlere, sınırlı ve maktu zekât ve öşre çevirmişler. Vergi veriyoruz ya bu da teşriki mesai yerine geçer demişler. Malın övünmek için biriktirilmesi günahtır. Biz böyle yapmıyoruz ya demişler. Adalet, kıst ve Nısfet isteyenlere de bu HAYAL dir, hangi zamanda yaşıyoruz demişler. Yani idealizm bir ütopyadır demişler(Tuvar–1, 2, 3, 4) Böylece de cahiliye sosyo ekonomi özlemi nüksetmiş ki, kavramın içeriğine itirazları, “Ağrının belli bir müddet sonra tekrar nüksetmesi” kavramı ile durumları özetlenmiş. Şimdi kavramın tahlilin de bunları tek tek görelim.

“Adden” ; Saymak.

—Fülanü sadıkan; Birini dost zannetmek.

Bu anlamı ile de zanla hareket olduğu açıktır.

“Idaten eşşeyü” ; Gerekli şeyleri hazırlamak. Bu anlam daha ziyade “Sebt” uygulamaları ile ilgili olabilir.

“Tadiden el malü ev ğayrıhü; Mal vesaire yi bir şeye hazırlamak.

—Eşşeyü; saymak. SAYILI KILMAK

Kavramın açılımı için Hümeze süresinden bir alıntı ile bu gurubun ruh halini anlayalım. Şöyle ki, “ Cemea malen ve addedehü”;Mal toplayarak onu tekrar tekrar saymak.

“Adde, muadeten, ıdaden” ; Sayıda övünmek.

Sözlük yazarı kişi bir hadisten şöyle bir örnek almış. “ Fil hadisi; Mazelet üklehü hayren tuaddiniy”.Bir şeyi araların da eşit paylaşmak. Demek ki kavram, eşit paylaşmamak için ihdas edilmiş. Şeriattaki ilkelerin yerini bu da tutar denilmiştir.

“I’tidaden”; Sayılmak

—bişşeyi; Hesaba katmak, saymak, önem vermek. Sanmak… Zannetmek. Kabul etmek.

“Teadduden; Adedi çok olmak.

“Teadden” ; Adedi çok olmak. Sayışmak.

Şimdi geldik çok anlama gelen ve bize çok çok fikir veren “El Idadü” kavramının kapsamına,

“El Idadü” ; 1- ölüm vakti.2-hediye ata.3-benzer.4-VERGİ 5-ağrının belirli bir müddet sonra tekrar nüksetmesi.(nedir o ağrı ? sıra ve nöbet sistemine dönmek) 6-Sıra. Nöbet.7-Delilik emaresi.8-aşüftelik alameti. 9-HAYAL.10- yay kirişi tıngırtısı.

İşte bu kadar zengin bir kavram sadece ateşe, ateş de cehenneme atfedilerek geçiştirilemez. Diğer anlamları da yerine bulup koymak gerekir.Kaldı ki yaşayanlara ve dünya sınavındakilere dünyaya ilişkin İnzar ve müjdeleri açıklamak gerekir. Hak dine ve onun Birr'u takva ilkelerine itiraz edenlerin, peygamberleri öldürmeye kadar varan çileden çıkmaların asıl sebebinin; rahatlarını düşünen, refah içinde yaşayıp, çile çekenleri düşünmeden yaşamak isteyenlerin, Şeriata isyanlarının hazin hikayesidir bu ayetler. Ve karşı din oluşturup işi savuşturmak.

BAKARA–80 AYETTE GEÇEN “NAR” KAVRAMININ AÇIKLAMASINI DA TAMAMLAYALIM Kİ “NUR” KAVRAMI BİLİNSİN.

Amacımız, dinlerin sosyo ekonomi politiğini, neden, niçin ve nasılları ile vermesi açısından İncil’den çok daha kapsamlı bir ilim deryası olan Kuran hakkında akıl ederek içindekilerden bir kısmını meydana çıkarmaktır. Asla bir tefsir çalışması değildir. Bu bakımdan savlarımızın bir delili olan 91. ayete geçmeden önce, bir olasılığı daha değerlendirmek istiyoruz. 79 ayette değinilmesi gereken bir husus daha var. Anlaşıldığına göre tartışmanın konusu “İkamet üs salâvat” hayat tarzına uymayan, çerçi gibi dolaşan, hayatını alışverişle kazanan “bezirgân” hayatı yaşayan bir çoğunluk gurubu var. Manastır yerleşik düzenini ilk reddedenlerden olan mısır/mısri(anakent) ülkesi olduğu için, sonradan kapitalist anlamını oluşturacak insan tipi “Kıptı” olarak isimlendirilmişti. Yani idealistlerin “Çingene” tabir ettikleri insanlar mısır/mısri kapitalist hayatını yaşayanlar anlamına kullanılmıştır. Çünkü idealist felsefe kazancın kazanma sınırları içindekilerle paylaşılması ilkesine dayanır. Manastır sınırı dışında, ülke sınırı dışında ve uluslar arası iş yapıp kazanmaktan kaçınılırdı..Çünkü böyle yapmak, uzanılan alan içindeki herkesle bu karı paylaşmayı gerektiriyordu.Bu şartlara uymayan Kapitalist yaşam ve kazanç tarzına, gerekleri olan yerleşik düzene sadık kalmadıkları, kâr için dolaştıkları, cimri ve adeta zorla mal satmaları, değer değişiminde zebun değil, arsız yüzsüz davrandıkları için Kıpti denilmiştir. Ayrıca kaptan anlamıyla da ilişkilidir. Kaputla ve yine bu tür tüccarların kaputlarını atarak “malları kapatma” 'emri vaki'sini de kapsar. Yani kapitalist algılamanın ismi geçmişte bu idi. Bu gurup muttakiler tarafından suçlanıyor ve bunlar “Hırsızlık” olarak değerlendiriliyor. Çünkü az bir zekât vermek/ vergiyle borcu savuşturup sermeye ve servetlerini arttırmaya dair fetvalar almışlardı.

Savunmada olanlar kendilerinin öyle olmadığı ifade edip,”İlla” kavramı gerekçelerini izah ediyorlar.

Şimdi “Temesse” çekimine mesnet olarak “İmse” fiilini mesnet alalım. Bunun manası “bozma” yani ifsad etmedir. “Ennar” kavramını “Ennevaru” diye alalım. Onun anlamını da kayıt edelim. “Hırsızlıkla geçinen bir kavim adı. Çingenelerin künyesi”. Bu kavram yukarı da anlatılan kapitalizm gibi gezerek bir yere sabit kalmadan hayat kazanmak(çerçilik), kar için değer değişimi yapmanın yanında sefahatle israf hayatı yaşamayı da kapsamaktadır. Zaten bu anlamı Osmanlıca sözlük de görmüştük.

Bu anlamı ile de Ayette bezirgânlar diyor ki, biz eyyamı ma’dudat yaptıktan sonra niçin hırsız çingene olalım ki. Bunun bize yakıştıramazsınız diyorlar. İmsak yaparız, bayramlar da el öptürür, el de öperiz, çocukların başlarını okşarız v.s diyorlar. Kırkta bir vergimizi verdikten sonra niçin sefih bozucular, hırsız bozucular olalım, diyorlar.

Sonraki ümmetler ibret alsın diye İsrail oğullarından verilen örneklerin amacı, onları günah keçisi ilan etmek için değildir Kuran’ın amacı. İbret aldılar mı?.:... denirse, ...... hayır deriz. Zamanımız ümmetlerinden hangisine zekâtın=artma, onun miktarının da Bakara–219 da tanımlanan ihtiyaçtan artanın hepsi desek, acaba kaç kişi bunu ciddiye alır. Ama Allah, liberalist-kapitalist ve yine sistemi onların lehine daha da değiştiren ve vergileri zenginlerden fakirlere değil, aksine fakirlerden toplayarak ve gittikçe yoksul, yoksun, mağdur ve mahrumlar yarattığı için hayat onlar yönünden çekilmez olacaktır. İşte o zaman tek yaşama şanslarının hak dinin eşitlikçi sosyo ekonomi politiğinde olduğunu belki idrak edecekler, ama mutlaka tek çareleri, referanslarını oradan almasalar da ona dönmek olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü Sünnetullah böyledir.

“Bir memleketi helâk etmek murad ettiğimiz vakıt ise onun devletlerine (itaat) emrederiz, onlar itaat etmez de orada fısk yaparlar, bunun üzerine o memleket aleyhine hüküm, hakk olur artık onu tedmir eder de ederiz.(Isra–16)

“Hem Nuhtan sonra ne kadar kavrnler helâk ettik, kullarının günahlarına rabbının habîr basîr olması yeter.(Isra–17)

“Her kim peşin istiyorsa ona Dünyada peşin veririz, dilediğimiz kadar istediğimize, sonra da ona Cehennemi tahsis ederiz,(Isra–18)

Dikkat edilirse Isra–18 bize Icl ittihazından (kapitalist olmaktan) bahsediyor. Bunu yapanlar ise, değil üç beş gün cehennemde kalmak, bu huy zalimliktir ve kesinlikle ebedi cehennemliklerin arasındadırlar. Üstelik gazaba uğratılacaklar da onlardır. Şimdi sıra ahır zaman ümmetine geldi. İşte mütreflerin lehine ve mazlumların aleyhine vergiler koyan, onların geçimlerini daralttıkça daraltan ve sureti haktan görünen ve yine de cehenneme şöyle bir uğrayıp geçeceklerini zanneden, adalette çok ilerde olanlara meymenetsiz diyecek kadar gaflet ve dalalet içersinde ne yaptıklarının farkında olmayan kadrolar iş başına getirilmiş. Helak sürecine girilmiş korkunç sona doğru hızla gidilmektedir. Çünkü ilmi Kurandan değil, elle yazılmış kitaplardan zanni bilgilerle dopdoludurlar…

Pek bilinmneyen bir konu olduğundan faydalanmak isteyenler için Adalet ve Rahmet Sitesinden aktarılmıştır.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

dost1
16. June 2014, 01:20 AM
Selamun aleyküm,

Hasan Akçay kardeşimizin soruları ve cevapları

Sizden rica etsek su sorulari Bakara sûresi bölümünde cevaplar misiniz:

1.Nas ve Felak sûrelerinin aslinda vahy olmadigi dahi tefsirlerde ciddi ciddi öne sürülüp dururken ve bir katip Bakara 247'de بسطة seklinde (بس ile) yazilmis olan kelimeyi A'râf 69'da ص ile yazabilmis iken... Bakara 197'deki "اشهر"un önüne her nedense الا koymadi ve marife olmasini saglamadi diye komplo teorileri üretmek ne derece dogrudur?


Şu an elimizdeki Mushafta bulunan surelerin varlığı ve yokluğu üzerindeki rivayetlerden çok mevcut "Mushaf'a" göre "Mushaf" 'taki bulunan âyetler üzerinde müzakere edebiliriz. Nisa 82’i bu konuda en büyük uyaranımız olacaktır.
Mushafta A’raf 69 ” بَصْطَةً “ şeklinde sad ile yazılan sözcük Bakara 247 de sin ile yazılmıştır. Bilinen bir gerçek vardır ki, Arapça’da “ be-sad-tı” ile ilgili bir kök yoktur. Kök olmayınca bu kökten türetilmiş sözcük de yoktur. Katip hatası olduğu açıktır ki, bu durum, Mushaflarda A’raf 69 daki ” بَصْطَةً “ "sad" harfinin altında bunun "sin" olduğu yazılarak belirtilmiştir.
Bakara 197 ile paylaştığım Hakkı Yılmaz’ın bu âyetle ilgili açıklamaları da komplo teorileri değildir. Bir sözcüğün nekre ve marife olması farklı bir olaydır.


2.Haccin ne oldugunu Allah belirtmis. Örnegin Neml 27'de belirttigi üzere PANAYIRDIR ve Hac sûresinde belirttigi üzere IBADETTIR. Arti, haccin vaktini de belirtmis. Örnegin Kureys 2'de belirttigi üzere ilkbahar ve kisin DISINDAKİ mevsimlerdedir. Tefsirlerdeki beserî sözler yerine ayetlerdeki ilahî sözlere bakilmasi gerekmiyor mu?

Neml suresinin belirttiğiniz âyetinde haccın ne olduğu ile ilgili bir bilgi sözkonusu değil. Sanırım yanlış belirttiniz. Haccın vakti Kur’an’da nekre olarak Bakara 197 de belirtilmiştir. Beşeri sözlere değil de âyetteki ilahi sözlere bakalım inşaAllah.

3.Hacdan kasit bir "egitim ve ögetim programi"dir diye bosuna iddia ediliyor olamaz; elbette ayetlere dayaniyordur. Hangi ayetlere?

Hacc konusu burada (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=1525) detaylı olarak belirtilmiştir.

4.Hac Arapça gibi yalnizca bir dili degil dünyanin her dilini konusan insanlar içindir; eger bir egitim ve ögretim programi ise hangi dil kullanilacak o egitim ve ögretim etkinliginde?
Birleşmiş milletlerde konular üzerindeki müzakereler nasıl farklı dilleri bilenlerce gerçekleştirilebiliyorsa Haccda da gerçekleştirilebilir.

5.Bir egitim ve ögretim programi olan haccin nerede yapilacagini dile getiren ayetler hangileridir?

3. sorunuzun altında belirtilen linkde belirtilmiştir.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Hasan Akçay
12. July 2014, 04:30 PM
Bir sözcüğün nekre ve marife olması farklı bir olaydır.

Sanırım soru yanlış anlaşılmış. "Bir sözcüğün nekre ya da marife olması fark etmez" demedim; eşhurun ma'lûmât ifadesindeki nekreliğin kâtip hatasından kaynaklanıyor olup olamıyacağını sordum. Kanıt olarak benzer katip hatalarına atıfta bulundum.

Nisa 82’i bu konuda en büyük uyaranımız olacaktır.

Nisâ 82'de "Kuran Allah tarafından indirildi, Kuran'da çelişki o yüzden bulunamaz" denerek hata yapmayanın Allah olduğu belirtiliyor. Oysa katipler beşerdir. Beşer şaşar, hata yapar.

Neml suresinin belirttiğiniz âyetinde haccın ne olduğu ile ilgili bir bilgi sözkonusu değil.

Doğru ayet, Kasas 27. Benim gördüğüm, gerekli bilgi orda var. Ayette geçen hıcec PANAYIR anlamındaki "hac"cın çoğuludur. Hz Şuayb ile genç Musa kendi aralarında bir iş sözleşmesi yapıyorlar orda, ibadet sözleşmesi değil. Yani Kasas 28'deki HAC "büyük halk pazarı"dır, ibadet değil.

Hacc konusu burada detaylı olarak belirtilmiştir.

Haccın ibadet değil bir eğitim ve öğretim programı olduğunu dile getiren ayetleri yazar mısınız. Beşerî görüşleri yansıtan beşerin sözlerini değil ilahî buyrukları dile getiren Allah'ın ayetlerini yazar mısınız. Hatta ayetleri yazmanız bile şart değil. Şu surenin şu ayeti demeniz yeter. Lütfen.

Birleşmiş milletlerde konular üzerindeki müzakereler nasıl farklı dilleri bilenlerce gerçekleştirilebiliyorsa Haccda da gerçekleştirilebilir.

Hacda kendi dilinde bile meramını anlatamayan, sık sık yolunu yitiren ve yolunu yitirdiğinde olduğu yere çöküp beklemekten başka elinden bir şey gelmeyen sıradan insanlar ile yabancı dil bilen, tezini mükemmel anlatan profesyonel BM diplomatları bir midir yani? Lütfen ayağımızı yere basalım. Yoksa uçuk kaçık yorumlar yapıp komplo teorileri kurgularız.