PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Fidye


galipyetkin
8. November 2011, 02:55 AM
Hak dinde genel kural, herkesin kendi işini kendisinin yapmasıdır. Çiftlik sahibine çalışmamak ve kendi işi için başkasını isdihdam etmemek gibi...Kendi işi yoksa, çalışacaksa, bunu ancak devletçilik sistemi içerisinde devlete-kamuya maişet karşılığı bedenen iş yaparak yerine getirmelidir. Çalışılacak kurum Beyt-El Mal, maişet karşılığı çalışan kişi de yurttaştır. Müslümanlar bu imkânlara kavuşturulmalıdır. Bunun için de Beyt-El Haram denilen kurumu, havrayı, manastırı kurmuşlardır. Buralarda çalışan yurttaşlara da Ehl-i Beyt denilir. İşlerin birleştirilerek el birliği ile yapılması, maişete razı olunulması, ''takva ve vera'' olarak isimlendirilir. Farz ve vacibin kavramsal anlamı da budur. Bu ihsandır. Hatta ihsanı bir şekilde güzel yapmaktır. Yani güzeli en güzel yapmaktır. Bu ise, günümüzdeki kavramlaşmaya göre tam demokrasidir. Yani üretmenin ve yönetmenin bizzat yapılması ve denetlenmesidir. Bu doğrudanlık ve el birliğidir; mülkte iştiraktır. Toplum el birliği ve güç birliği içerisindedir ve bu da kıble edinilerek topluca bu hale yönelmek, omuz omuza, kimsenin geri kalmadığı ve kimsenin ileri çıkmadığı, tarağın dişleri gibi saf halinde iş yapmak, idareyi yönetmektir. Dolayısı ile hakların kamu ve yetkilerin kamu ajanları tarafından doğrudan kullanılması esastır. Hak olan devletin bizzat üretim yaparak gelirini temin etmesi ve vatandaşları her türlü güven içerisinde (emin olarak) yaşatmasıdır. Bu usuldeki yönetime ''Haram(/harem = dış etkilere kapalılık) usulü'' denilir. Ayrıca bir özelliği daha vardır, O da "harim" diye kıraat edilen "iştirak halinde ortaklık" tır.

Fakat bütün insanları havra ve manastırlara (devletçiliğe) toplamak mümkün olmadığından ve havra-manastır dışını da kafir ve müşriklere terk etmemek ve namuslu-dindar insanların dışarıdakilerden azınlıkta kalmasını önlemek için, ''Haram usulü'' yanında, İsa Peygamber, ''Helal usulü''nü de yürürlüğe koymuştur.
Bu sistemde fert kendi nam ve hesabına iş yapar.Yaptıkları işin karşılığı doğrudan ellerine geçtiğinden, kendileri, kendisinin ve iyalinin geçim-ihtiyaç miktarını zimmetinde tutarak bakiyesini derhal zekât-vergi olarak Beyt-ül Mal'a teslim eder. Bu özel girişimciliktir. MUminun-4,5 ve Nahl-71'e tabidirler. Kavam üzere yaşamları denetim altındadır.

Şu halde İslâm'da sosyo-ekonomi-politik bu iki sistem üzerine kurulmuştur. Bu, şu şekilde ifade edilmiştir:''Ekimussalate ve atuzzekât''=''Mescid-El Haram'' üzere mülkte iştirak halinde dış etkilere kapalı yaşamak. ''Namazı dosdoğru kılma''nın anlamı da budur. ''dosdoğru kılmamak'' ise seccade secdesini yapıp, sosyo-ekonomi-politiği tağutunkinden farksız olmaktır.

Yinelersek, doğru olan şey, kamu için yararlı ve lüzumlu işlerin kamunun iştirak halindeki gücü ile yapmaktır. İstisna olarak ise, bu düzen yanında ''özel teşebbüs''e, yani ekonomik laiklikte ısrar edenlere, azınlıklara izin verilmesidir. Bu da dinde(insanlar arası kıst prensibinde) zorlama yoktur prensibi gereği ve karma kültür ve toplum düzeni durumu da göz önüne alınarak, biriktirmeyi, yani nimete küfranı seçmiş olanlara tanınmış bir tolerans, yani onlara katlanma durumudur; fakat bu tolerans için bir şart vardır; o da Muminu-4,5 ve Nahl-71 ayetleri ile getirilen ağır vergi-zekâttır, ki bu kişilerin yaşam standartları muttakiler için bir fitne, kendisi için refah, lüks ve zenginlik yaratmamalıdır.. İşte bu vergi-zekât onları genel seviyeye indirip zayıflatacak bir vergi uygulamasıdır. Bu uygulamayı da din belirlemiş ve buna itidal-kavam demiştir. Kendisinin ve ailesinin zorunlu ve faydalı ihtiyaçlarını karşılayacak miktarın dışında kalanın hepsi vergi olarak alınacaktır.

Belirtilen bu sistemin uygulanmadığı veya bu sistemden sapıldığı hallerde büyük kazanç getiren işlerin özel kişiler tarafından az vergi karşılığı, hatta teşvikler verilerek yaptırtılması ve buna izin verilmesi rüşvettir. Böylece işi yapan genelin aleyhine zenginleşip refah içinde yaşamasından dolayı fitne olayı meydana çıkar. İşi veren baş mele veya iktidar da bunlardan aldığı vergiyi de halka aktarmadan kendisi ve yandaşları arasında paylaştığı için rüşvet alan, az vergi vermesinden dolayı da işi alan aynı zamanda rüşvet verendir.Şu halde rüşvet veren aynı zamanda rüşvet alan, rüşvet alan da rüşvet verendir. Halka gitmesi gereken servet ya çok az halka aktarılmış veya hiç aktarılmamış dolayısı ile ''devlet''-iyi şans oluşmuş, halk da fakirleşmiş ve ezilmiş-mustazaaf durumuna düşmüştür. İşte bu tavır ferdiyetçilik-liberalizmdir ve ''ekumussalate ve atuzzekât'''ta GEDİK yaratmıştır. İltimas ve imtiyaza dayalı karşılıklı bir zulüm sistemi ortaya çıkmıştır. Bu SERBEST YER yaşam biçimidir ki Allah'ı Adam Smith, bunlar da O'nun kullarıdır. İşte nimete nankörlük ve putperestlik budur.

Hak din mensupları kollektivisttir. Tarihi ve ekonomik laik(anti kollektivist) bakış açısına göre ise insan belli bir vergi (meselâ 1/40) vermek suretiyle istediği işi yapabilmelidir; halbuki islamda ölçü kavamdır. O tarihlerde ''laiklik'', dinin kollektivizm üzere olan sosyo-ekonomi-politiğini red etmek anlamına gelmekteydi ki bu ''mültezim'' zihniyetidir. Müteahhitlik de denilen bu sıfat hem işi yapan ''mele''ye hem de işi yaptıran emir, kral, baş mele, hükümet vs...ye gider. Bu terim devlet gelirlerini toplama ve bundan büyük ölçüde kâr etmek üzere götürü bir tahmini bedelle bu hakkı devralanı anlattığı gibi, liberal sistemin kendisine(ki iltizam sistemi denir), ve kamunun başındaki yönetici veya yönetim kadrosuna da denir. Çünkü birlikte üretip, birlikte tüketip, mülkte iştirak içinde karşılıklı yardımlaşma yarine, bundan firar edenlerin maksatları aynıdır: Firar-Avn (Firavn) niteliği değişmemektedir: kibirlilik ve muavenetten firar etme. Bütün bu şeyler, nitelik itibarıi ile en azından ubudiyette kusur ve vera ve takvadan kaçıştır. FİDYE kavramı da bu noktada oluşur. (Bu kavram çok yönlü anlamlaşmıştır. Maalesef bu kavrama putperestlikten sonra kurulan hak dinlerin mensupları, putperestlerin verdikleri ıstılah mânâsından kendilerini kurtaramamışlardır. Meselâ harp esirlerinin fidye karşılığı bırakılması; Peygamber İsa'nın, Adem'in kusuru nedeniyle insanlığın kurtuluşu için kendisini çarmıha gerdirterek Allah'a fidye ödemesi gibi. Allah niye fidye alsın ki. Kaldı ki fidyenin konusu her zaman para veya maldır, asla can değil.)

Kollektivizmden kaçış bir ibadet kusurudur. Baş mele,emir, kral veya idareci kurulun bir işi yapmaya talip olandan mutat olan vergi yerine, onu zengin edecek az bir vergi alması ve kendisinin nemalanmasının neticeleri yukarıda anlatılmıştı. Bunu yasalaştırdığınızda liberal-kapitalist sistem ortaya çıkar. Bunu sözleşmelerle devletler arası hale getirirseniz, işte size ''GLOBALLEŞME''. Buyrun size İslam'a karşı yapılmış bir darbe. Bunu müslümanlık iddiasında bulunan bir iktidar yaparsa, varın siz düşünün.

Fidyenin anlamı, rüşvet niteliği, verginin zayıflatacak ve itidal seviyesine çekecek dozda olmayışından fitne yaratmasından, halkı mustazaaf durumuna vs.. düşürmesindendir. İyi fidye var mıdır? O halde fidye islami değildir.

Kur'an'da geçen ''fidye'' bu kusurları gidermek içindir. Kur'an'daki fidye alınması ifadeleri, bahsedilen kesimlerin aldığı fidye'Yİ almak, daha doğrusu ''geri almak'' olarak anlaşılmalıdır. Aldıkları halkın hakkı olduğundan, fidye onlardan geri alınıp hak sahibi olan halka geri verilir. İslamda "karşılık-bedel" manâsında fidye almak yoktur. ''Alınmış ve verilmiş( karşılık-bedel olan)'' fidyeyi, hakkını geri almak vardır.

En nihayet şunlara değinerek konuyu bitirelim.

1_Esirlerden her ne nam altında olursa olsun salıverilmeleri için hiç bir şey alınamaz. Esirler savaş sonu derhal serbest bırakılır. Bu nedenle Enfal-67. ayetinin 1. cümlesi yanıltıcı olup tecdit edilmelidir.Çünkü ''şimdi değil, zamanı gelince esir sahibi olursunuz'' anlamı vardır.İslamda hiçbir zaman esir-köle olmayacaktır.
Ancak savaşa sebep olan devletten, devleti ve vatandaşlarını itidal seviyesine indirmek, itidal seviyesi üzerinde sahip oldukları fidyeyi geri almak için savaş tazminatı alınır.

2-Kur'an Bakara-279, Maide-38 yanında ''misak'' ve ''şiddetli misak'' önlemlerinden bahsetmektedir. Bunların da açıklığa kavuşturulması gereklidir.

3-''Boynu vurmak'', ''boyna vurmak'' her kişinin kafasına göre değil, İslam'ın prensiplerine göre açıklanması gerekmektedir. Hiç kimsenin bu ifadenin ''kafa kesmek'' yetkisi olduğunu ileri sürerek, islâm dinini kan dökücü, can alıcı, vahşi bir din gibi göstermeye hakkı yoktur. Hangi peygamber kafa kesmiştir. Peygamber baş melelerin, putperestlerin merkezi Mekke'yi fethettiğinde hangisinin kellesini almıştır. İbret alacağımız bir misal mi var? Allah Kime cinayet işleme yetkisi vermiş ki?
Neden kafanın düşünme, karar alma ve uygulatma merkezi, boynun, uygulayıcı olan vücut ve organlara ilatim yolu olduğunu düşünüp bunu misal alıp da toplum ve toplumun sosyo-ekomomi politik yapısının açıklanmasında gayri meşru yolların kesilmesi anlamında kullanmazlar ki?
(Adalet ve Rahmat sitesinden faydalanılarak derlenmiştir.

Saygılarmla.
Galip Yetkin.

pramid
16. November 2011, 10:28 AM
fidyeninin kabul edilmeyeceği gün için, dünyada fidye verelim. oruç ayında...



belki islamin köleliğinden bu fidye ile kurtuluruz

galipyetkin
19. July 2014, 12:49 PM
Yukarıda değindiğimiz "fidye" kavramı, "ekonomik" bir kavramdı. Şimdi yazacaklarım ise "sosyal fidye" kavramı olup, farkını fark edelim.

Biliyoruz ki Müslümanlar arasındaki ekonomik eşitlik "mizanda vezin" prensibine göre sağlanır. Kabaca anlatımı şudur: Terazinin kefelerinden birine bir Müslümanın o andaki olması gereken ağırlığını= ekonomik gücünü belirleyen bir ağırlık taşı koyarsınız ve o ağırlıktaki ölçüye göre belirlenecek değeri İslam'ın hüküm sürdüğü yerlerdeki bütün Müslümanlara sağlar, bütün Müslümanların aynı ekonomik ve sosyal imkanları elde etmesini sağlarsınız. Diğer bir anlatımla, Bütün Müslümanları, altlarından boru ile birbirlerine bağlı birer su bidonu gibi tahayyül edin. Bidonlardan birinden biraz su aldığınızda su seviyesi , yalnızca su alınan bidonda değil, bütün bidonlarda birden eşit olarak eksilir. Eğer su katarsanız her bidon aynı eşit seviyede yükselir. İşte "mizanda vezin" denilen ekonomik eşitlik bu.

Şimdi yazacaklarım ise " sosyal eşitlik". Onu da kabaca şöyle tarif edeyim. Bakara-184. ayette, düşmana karşı savaşta namüsait şartlar içinde bulunsan bile bulunduğun şeraiti/ ekonomik ve sosyal durumu düşünmeden korunmak ve düşmanı püskürtmek, alt etmek için derhal karşı koyacaksın, atılacaksın. Şartlar namüsait olsa bile..... Mükafatı Allah katında. Durumu namüsait olan bu kişinin durumu, daha iyi olanlarla aynı seviyeye gelmesi için o fazlalıklı Müslüman kişilerden alacağı doğmakta, fazlalıklı kişiler de eşitlenmek için o fazlalığı derhal vermek/bölüşmek mecburiyetindedir. İşte bu fazlalık, fazlalıklı kişide diğerine göre haksız bir artı olup bu artıdan eksiklikleri olanın bir alacağı doğmaktadır. Ayette anlatılan "fidye" budur. Yani:
Müslümanın diğer Müslümana yalnız tehlikede değil, yaşamın her anında eşitleninceye kadar yardım mükellefiyeti.

Savaş filmlerinde gördünüz , cephenin çöken tarafına diğer birliklerden veya aynı birliğin diğer bölümlerinde can-asker, silah, cephane takviyesi yapılır. Onun gibi.

Bir de şurada:
http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2896&page=5 bir fidye vardır ki bu da Bakara 196. ayete göre kişinin fıtratını değiştiren, İslama aykırı düşünce ve eylemler olup bunlardan kurtulunması, bunların rızaen terk edilmesi de fidyedir.

Maalesef, kollektivist bir ekonomik ve sosyal yapı ve bu yapıya uygun bir düşünce sistemi getiren İslam felsefesini, kapitalist zihniyette olduğumuzdan/olaya kapitalist ölçülerden baktığımızdan kavrayamıyor ve diyoruz ki: Adam hem oruç tutacak bir de kendisine vazife olarak verilmiş orucu tuttuğu için/vazifesini yaptığı için bir de fidye/para verecek, olmaz böyle şey" diyerek kendi mantığı içerisinde bir çözüm getirerek maalesef ayeti tahrif edecek, hem kendi hem de kendisini takip edenler hataya düşecek.

Kapitalist sistem: İşçisin sen işçi kal.
Kollektivist sistem: Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

bartsimpson
19. July 2014, 02:08 PM
güzel yazı galip ağabey ellerinize sağlık...

epey bir zaman önce peygamberimiz Muhammed'in hayatı üzerine bir kitap okumuştum.
mekkeden medineye hicret sonrası ensar'ın muhacir'lere olan tavırları ve sahiplenmeleri hakkında.

yardımlaşma ve paylaşma bir ara o dereceye varmış ki...
medineliler hicret eden müslümanlara miraslarından dahi pay vermeye kalkar olmuşlar.
bu durumun o dönem inen ayetler ve muhammedin müdahaleleri ile engellendiği aşırılığa kaçılmaması gerektiği belirtilmiş.

o kitabı okuduktan sonra uzun dönem araştırdım ve şunu gördüm ki...

(dünya üzerinde böyle bir sistem yok diyenlere ithaf olunur)

insanlık tarihine örnek ve model olabilecek en mükemmel sosyal yaşam, hicret sonrası medinede oluşturulmuş.

belki de hicretteki hikmet ilahi planda insanlara örnek olması için tasarlandı.

ayrıca sosyal hayatta ve insanlık yaşamında böylesine devrimsel bir rönesans oluşturan bu hareketin başlangıcının müslümanların yılbaşı (doğumu) olarak anılması manidardır.

o güzel günlerin geri gelmesi dileği ile...

galipyetkin
19. July 2014, 07:46 PM
Güzel Arkadaşım.

Miras konusunda biraz düşün ama Ensar'ın Muhacirlerle her şeylerini paylaştıkları ayetle de sabit. Haşr Suresi bilhassa 9. ayetini oku ve özellikle ayette "kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler." diye geçen ibareye dikkat et ve benim verdiğim ile arkadaşların Bakara 184. ayette geçen "fidye" sebebiyle verdikleri tanımı karşılaştır;....... farklı.
Fark şuradan doğuyor. Ben meallerde yazılanların hepsi doğrudur diye kabul etmiyor ve onlara "mizanda vezin", "Bakara:219/2-Nahl:71" ve "adalet ve rahmet" açılarından bakmaya ve tartmaya çalışıyorum, mukayese ediyorum ve farklı sonuçlara varıyorum. Ve Fatiha Suresi'nin açılımından biliyorum ki müslümanlar gerek ekonomik gerek sosyal ve sair yönlerden bir tarağın dişleri gibi aynı hizadalar ve omuz omuza ne geri kalanı ne de ileri çıkanı olmayan bir dizilişle ileriye doğru yürüyorlar.

Bu "ganimet ve fidye" yazılarını çok önceden ve etraflı olarak aktarmıştım ki üzerlerinde düşünülsün. Kabarık bir okuyucu tarafından itirazsız okunmasına rağmen her "oruç" yazısında otomatik tekrarlanan "fidye" konusunda benden başka itirazı olan çıkmıyor. her halde unutuluyor; bu nedenle bu yazıları defaladım, yani güncelleştirdim ki mukayese yapılsın.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.