PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kafir ve münafık


Ali Rıza Borazan
24. May 2011, 03:36 AM
Aslında münafık da kafir olduğu halde, onun açıktan açığa inkar ederek çıkmadığını, "ben de Müslüman’ım" diyerek,içten kâfir dıştan ise menfaatleri uğruna Müslüman olduğunu göstermek isteyenlerin davranış biçimlerinin bir yansıması olarak tanımlamıştır.

Bazı alimlerin söylediği gibi imanla amel bir birinden ayrı düşünülemez. Nasıl insan portresini çizerken ve tanımlarken. Beden ve ruhu ayrı düşünemiyorsak, Müslüman ve kâfir kelimesini de tanımlarken eylem ve söylemin bütünleşmesi gerektiğini bilmemiz gerekmektedir.

Zaten tanımlama veya ad koymak onun davranış biçimi sonrasında, eyleme uygun olan bir ad konur. Bir örnek verecek olursak, "Müslüman" kişi derken Allah’ın emirlerine uygun olarak davranış sergileyen adamdır.

Kâfir kelimesi gerçeği örten anlamındadır. Asıl özelliği Allah'tan bir peygamber geldiğini kabul etmeyen. Ahiret alemine inanmayan kitapları da reddedenlere denir.
Kur’an bunun bir adına da müşrik ifadesini kullanıyor. Yani bu kâinatın bir yaratıcısı olduğunu kabul ettikleri halde, insanlara yol gösterici peygamber ve kitapların olduğunu kabul etmedikleri gibi ahret hayatının olmadığı inancındadırlar. Yaşarız ölürüz toprak ölür gideriz derler
.
23/37” - "O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz”

Allah’a ,kitaplarına, peygamberlerine, ve ahiret gününe iman ettiği halde Allah’tan gelenleri Allah’tan geldiği gibi kabul etmeyen gizleyip saklayanların adı da Kur’an da müşrik ifadesiyle anılıyor.

9/30” - Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler; Hıristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkar edenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?

Yahudiler ve Hıristiyanlar, Allah’tan bir kitap geldiğine, peygamber gönderildiğine, ve Ahret alemine inandıkları halde. Hal ve hareketleri davranış biçimleri kâfirlerin davranış biçimlerine benzediğinden müşrik ismiyle anılmışlardır. Bu onların peygamberleri ilahlaştırarak tapınılır hale getirmeleri onları müşrik ediyor.

Allah’ın insanlara peygamberler ve kitaplar aracılığı ile gönderdiği bütün dinlerin adı islâmdır. Bu dine inanıp da inancını salih amele dönüştürenlerin adı da Müslüman’dır.

Bazılarının söylediği gibi din insanları vicdanlarında hapsedilmiş bir olgu değildir. Aksine insanların kalplerinde olanın hayatlarına yansımasının adıdır.

İnsanların kalplerinde olan inancın, hayata yansımasını Allah kitaplar ve peygamberler göndererek bir yasaya bağlamıştır. Müslüman'ım diyenlere ait olan bu yasa hayatının her alanını kuşatmıştır. Bireyin hem kendisi ile hem ailesi ile , hem toplumu ve devleti ile hem de diğer din mensuplarıyla nerde nasıl davranması gerektiğini kural ve prensiplere bağlamıştır.

Kişilerin Allah’ın tarif ettiği helâl ve haram ilkeleri içerisinde yaşayanların ve yaşamak isteyenlerin adı müslümandır. O Müslüman kelimesinden başka bir kelime kullanmaya hakkı yoktur.

41/33- Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir.

SAMİRİ İLE BERABER HALKIN VAHİY ROTASINDAN SAPMASI

20/84: “Dedi ki: "Onlar arkamda izim üzerindedirler, hoşnut kalman için, Sana gelmekte acele ettim Rabbim."

Hz. Musa herhangi bir sebeple halkından belirli bir müddet ayrılıyor. Samiri denen insan şeytanlarından birisi halkı dünyalık zevk ve eğlencelere götürerek vahy yolundan uzaklaştırıyor.

Şunu çok iyi bilmek lazımdır ki her akıl eden ve akılbali çağına ermiş olan insan bütün dünyada ki güçler bir araya gelseler kendisi istemedikçe onu ne saptırabilirler ne de doğru yola götürebilirler. Ancak kişinin kendisinin istemesi gerekiyor. Hz Yusuf peygamberi vezirin karısını saptıramadığı gibi.

15/42: "Şüphesiz, kışkırtılıp-saptırılmışlardan sana uyanlar dışında, senin Benim kullarım üzerinde zorlayıcı hiçbir gücün yoktur."

Görüldüğü gibi şeytan ancak kendisinin yoluna meyilli olanları saptırabiliyor. Yoksa kişilik ve kimliğinde takva yolunu seçmiş ve kararını vermiş kişileri şeytan saptıramıyor.
Kişi kendisi istemedikçe kimse onu doğru yola getiremez Hz Nuh peygamberin karısını ve oğlunu, Lut peygamberin karısını doğru yola getiremediği gibi.
Bunun yanında firavun karısının Müslüman olmasını engelleyemiyor. Firavun kültüründe yetişmiş olan Hz Musa da peygamber olabiliyor.

Bu örneklerden sonra kişilerin doğru bir yolu bulup o yolda yürümesi ne İslam toplumu içerisinde olması bir avantaj ne de gayri islami topluluklarda oluşu bir dezavantajdır.

Adamın önünden nehir geçse o eğilip suyu içmek istemedikçe o su ihtiyacını gideremez. Eğer o suyu içmek isterse yerin altına yüzlerce metre girerek suyu bulur ve içer. Bu kişinin yönelişine bağlıdır.

13/11: “ O'nun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri vardır, onu Allah'ın emriyle gözetip-korumaktadırlar. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiçbir (biçimde imkan) yoktur; onlar için O'ndan başka bir veli yoktur.”

Bu dünya hayatında Allah halife olarak yaratılan insana 2 yol ve 2 amaç göstererek nerde nasıl davranacağını da kendilerine belgelemek için bir kamera yerleştirmiştir. Kalplerinden geçenleri de dahil yapmış olduğu bütün davranış ve niyetlerinden geçenleri ahiret aleminde hesaba çekileceklerdir.
İşte o iki yoldan birinin insanı mucura doğru kaydıran şey nefsin, iblisin, dünyalık süslere karşı aşırı istek besleyerek insana baskı yapmasıdır. İnsan kendisini mucura bir kaptırdı mı onun haktan yana olan perdesi kapanarak hep yanlışları doğru yanlışları da doğru görmeye başlar. Şeytanın onları sağından, solundan, önünden, arkasından yaklaşarak saptırmasının asıl nedeni budur.

7/17: "Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın."

Allah ile insanlar yaratılırken bir sözleşme imzalıyorlar. Bu imzalamış oldukları sözleşmede sadece ve sadece Allah’ı rab edineceklerine dair söz vermişlerdi.

7/172: “Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) Onlar: "Evet (Rabbimiz'sin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.”

Bu sözleşme gönderilen peygamberler ve onlara verilen kitaplar doğrultusunda sarp yokuşa göğüs gererek bir yetimi elinden tutup barındırarak bir köleyi özgürlüğüne kavuşturarak hastalık ve sıkıntıda sabrederek bollukta ve darlıkta Allah’ın vermiş olduğu nimetlerden infak ederek helal olanlardan yiyip haram olanlardan zorunlu olmadıkça kaçınma sözleşmesidir. Allah bunun karşılığında bir cennet vaad ediyor. Ama şeytan Allah’ın vaad ettiği bu cennet vaadine pek sıcak bakmıyor.

9/42: “Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. "Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte (savaşa) çıkardık." diye sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefislerini helaka sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor.”

Aslında samirinin buzağı heykeli yapıp kendine bağlı olanları saptırması sembolik bir anlatımdır. İnsanları doğru yoldan alı koyan her zaman Samiriler, firavunlar, Nemrutlar, ebu Lehepler, Ebu cehiller her zaman her yerde her an olmuştur ve olacaktır. Bu Allah’ın bir sünnetidir.

35/42: - Yeminlerinin olanca güçleriyle, kendilerine bir uyarıcı-korkutucu gelecek olsa, ümmetlerinin herhangi birinden mutlaka daha doğru olacaklarına dair, Allah'a and içtiler. Ancak onlara bir uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu,) nefretlerinden başkasını artırmadı.

35/43- (Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın.

Toplum durgun sakin bir halde iken, yol yöntem nedir bilmezken, birileri çıkıp Allah’tan başka ilah yok dediği zaman, birileri de önde gelenler muhalefet ederler. Bu insanın özünde var olan hasletin toplumlara yansımasıdır.

Şimdi Bu bilgiler ışığında,olayları düşünecek olursak, Hz. Musa kavminin kıssasını daha iyi anlarız kanaatindeyim.

Tarih sürecini incelediğimiz zaman, hep genelde zengin ve şımarmış toplumlar Allah’a karşı duyarlılığını kaybetmiş toplumlardır. Fakir veya zayıf toplumlar ise bir yaratıcıya zayıf ve acizliği sebebiyle sığınma ihtiyacı hissetmişlerdir. Hz Musa Firavunun zulmüne uğrayan mustazafları kendi yanına almada başarılı olmuşlardır.

28/4” - Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.

28/”5- Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.

28/6- Ve (istiyoruz ki) onları yeryüzünde 'iktidar sahipleri olarak yerleşik kılalım', Firavun'a, Haman'a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim.


Görüldüğü gibi Hz. Musa peygamberin, yanına gelenler genelde güçten düşürülenler , mustazaflar ve ihtiyaç sahibi olan kişilerdir.

Bulunmuş olduğumuz toplumlarda da öyle değil mi? Hep insanlar menfaat ve korkudan dolayı zengin ve güçlü olan ülkelerin yanında yer alıyor. Eğer Müslüman’ım diyenler, Allah’ın göstermiş olduğu yolda dosdoğru yürüselerdi. Allah’tan başka koruyucu veli edinmeselerdi. Allah da onları küfrün karşısında yenik düşürmezdi.

İman etmek ve salih amel işlemek doğru yolun terazisidir. Bir de imanı küfürle karıştırmadan sürekli kılmak gerekiyor. İşte Hz Musa’nın tercihine önce duyarlılık gösterenler sonra o yolu bırakıp dünyalık zevklere daldılar.

Hz Musa’nın kavimi ile gerekli diyalogu kurduktan sonra ilah olarak taptıkları ineği kestiler(ineği ilahlaştırmaktan vazgeçtiler) ve tekrar düzgün bir yola girdiler. Yine Kur’an’ın anlatım sanatı olarak kesilen ineğin bir parçası ile vurarak kendilerinin yanlış yolda yürümesini destekledikleri Samiriyi vahye karşı duyarsızlaşması nedeniyle onu öldürme ifadesi ile izah ediyor. Yani hak yoldan batıl yola sapmış olan bir kişinin batıl yolda yürümesini desteklemek onu öldürmek demektir.

2/72: “Hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz ve bu konuda birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allah, gizlediklerinizi açığa çıkaracaktı.
2/73- Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; ki akıllanasınız.

Müfessirler genelde bu ayetleri tefsir ederlerken ölü olan adama kesilen ineğin bacağını vurarak ölünün mucize olarak dirildiğini söylemişlerdir. Halbuki bu Kur’an’ın şu ayetine ters düşmektedir.

21/95: “Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.”

Kur’an ölü kelimesini iki anlamda kullanmıştır. Birisi hayati fonksiyonlarını yitirmiş anlamındaki ölü. İşte böyle olan dünyaya ahiret hayatındaki dirilme hariç dirilerek gelmeyecektir. İkinci ölü ise vahye karşı duyarlılığını kaybetmiş anlamındadır.
Bu dünyadayken zikzaklar çizerek bazen vahye karşı duyarlılığını kaybedip bazen de tekrar vahiy rotasına girebilir. İşte Allah böylelerini tarif ederken “ onların gözleri var görmez, kulakları var işitmez, kalpleri de mühürlenmiştir.” İşte ancak böyle insanlar dirilebilir. Yoksa hayati fonksiyonlarını yitirmiş olan insan dirilemez.
Samirinin dirilmesi de kendisini buzağıya taparken destekleyen halkın vahye karşı duyarlılığını tekrar kazanarak samiriden desteğini çekip onu vahye davet etmesi neticesinde onunda vahye karşı duyarlılığını kazanmasının adıdır. İnek kıssasının özü budur.

HARUN PEYGAMBERİN SAPAN TOPLUMUN SAPMASINI ENGELLEYEMEMESİ

“Ey Harun onların saptıklarını gördüğün zaman seni onlara müdahele etmekten alıkoyan neydi?”

Hz Musa peygamberin kardeşi Harun peygambere böyle sakalından ve başından tutup “neden kavimimin sapmasını engellemedin?” sözü ve davranışı vahyin kontrolünden çıktığının göstergesidir. Çünkü hiçbir insan hiçbir insanı kendisi istemedikçe ne doğru bir yola götürebilir ne de yanlış bir yola. Peygamberlerin görevi insanları doğru yola götürmek değil sadece kendilerine verilen vahyi onlara ulaştırmaktır.

Hz MUSA KIZGIN BİR ŞEKİLDE GELEREK LEVHALARI BIRAKMASI

7/150: “Musa kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndüğünde onlara: "Beni arkamdan, ne kötü temsil ettiniz? Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız, öyle mi?" dedi. Levhaları bıraktı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki Harun ona:) "Annem oğlu, bu topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve neredeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte kılma (sayma)" dedi.”

İşte bütün peygamberlerde böyle yanlışlıklar oluyor. Son peygamber Hz Muhammet(sav) de ümmü mektum olayı hanımların hatırı için Allah’ın helal kıldığını kendisine haram kılması, Hz İbrahim’in babasına bağışlama dilemesi yunus peygamberin kınanması gibi.

Burada Hz Musa'nın kızması ve levhaları atması vahyin kontrolünden çıkıp iblisin kontrolüne girmesidir.
7/154: Musa kabaran öfkesi (gazabı) yatışınca Levhaları aldı. (Onlardan bir) Nüshasında "Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet vardır" (yazılıydı).

Öyleyse peygamberler hata yapmaz anlayışı yanlıştır. Hata yaparlar fakat onların yapmış olduğu hataları Allah düzeltir.

FEDAKARADAM
24. May 2011, 08:14 AM
Kafirlerden korkulmaz,asıl münafıklardan korkulmalıdır.İslam ülkelerinin başına münafık olan masonlardan ne geldiyse gelmiştir.Bunların cümlesini deşifre etmek gerekir.