PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Sünnet/hıtan


dost1
3. April 2011, 11:05 PM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!
Sünnet/hıtan ile ilgili yapılan bir çalışmayı sizlerle paylaşmak istedim.

HITAN YA DA DİLİMİZDEKİ YANLIŞ KULLANIMI İLE
SÜNNET

Hıtan ya da sünnet; erkek üreme organının uç kısmındaki derinin kesilip atılmasıdır. Bu operasyonun, Arapça “hafz” veya “hafd” sözcüğü ile ifade edilen kız çocuklarına yönelik uygulaması, ülkemizde görülmemesi sebebiyle bu yazımızın konusu dışında bırakılmıştır. Dilimize yanlış anlamda geçmiş olmasına rağmen bu operasyon ülkemizde sünnet olarak tanımlandığı için, biz de ister istemez kendimizi “sünnet” sözcüğünü kullanmak zorunda hissetmekteyiz, mazur görünüz.


SÜNNETİN TARİHÇESİ
Ana Britannica’ya göre uygulamanın kökeni bilinmemekte, fakat etnik bakımdan yaygın bir tören olması ve bu iş için başlangıçtan beri metalden çok taş bıçakların kullanılması nedenleri ile, sünnetin tarihi çok eski çağlara dayanmaktadır. Tarihçilerin babası sayılan Herodotos tarafından “dünyanın bilinen en eski ameliyatı” olarak tanımlanan sünnet, bazı tarihî bilgi ve belgelere göre ilk kez Mısır ile Habeşistan’da görülmüştür ve milâttan üç bin yıl önceden beri uygulanmaktadır. Ancak tarihî kayıtlar sünnetin, her ikisi de çok eski uygarlıklar olan Mısır ve Habeşistan’dan, önce hangisinde başladığını kesin olarak bildirememektedir. Herodotos’un, bir çok ulusun sünnet geleneğini Mısır’dan aldığı yolundaki ifadesine itibar edilecek olursa, sünnetin kaynağı Mısır olmaktadır.
Eski Mısırlılar, soylarını sürdürmek için kendilerine bahşedilmiş olan cinsel organlarını (erkek-dişi fark etmez) kutsal sayıyorlar, dinsel törenlerinde cinsel organ resimlerini şatafatla taşıyorlar ve bu kutsal organlarının bir parçasını da tanrılarına kurban olarak sunuyorlardı. Buna benzer uygulamaların daha sonraları da yaygınlaşarak devam ettiği görülmektedir. Nitekim yakın doğu tanrıçası Kybele’nin rahipleri kendilerini hadım ederek, Avrupalıların Afrika kıtasının içlerinde karşılaştıkları ilk topluluk olan Koikoiler (İnsanların insanları) ya da sonradan Afrikanerler tarafından türetilen isimleriyle Hotantolar da benzer şekilde testislerinden birini çıkartıp tanrılarına kurban ederek, cinsel organları sakatlama uygulamasını sürdürmüşlerdir.
Bazıları, sünnetin, milâttan önce ikinci bin yıl başlarında yaşamış olan İbrahim peygamber ile başladığını ve sonradan Mısır’a yerleşen İbrani soyu ile Mısır’a geçtiğini ileri sürmektedir. Ancak, Yusuf peygamber öncülüğünde Mısır’a yerleşen İbranilerin o zaman için azınlık oldukları hatırlanacak olursa, azınlığın çoğunluğu etkileyip sünnetin İbranilerden Mısırlılara geçtiğini söylemek, zayıf bir ihtimali öne sürmek anlamına gelir. Bilakis, azınlık olan İbranilerin, egemen Mısırlılardan etkilenmiş olma ihtimali daha isabetli görünmektedir.
Yukarıdaki teze karşılık, İbrahim peygamberin sünneti Mısır’a ilk uğradığı dönemde almış olabileceğini de iddia edenler vardır. Bu iddiaya benzer şekilde, İskenderiyeli Klemens (Titus Flavus Clemens), Pythagoras’un Mısır’da olduğu dönemde rahiplerin gizli ayinlerine katılabilmek için kendisini sünnet ettirmek zorunda kaldığını nakletmektedir. Ancak Mısır’da uygulanan sünnet ile İbrahim peygamber tarafından İbrani soyuna (İsrailoğullarına) emredildiği tahrif edilmiş Tevrat’ta söylenen sünnet, amaçları itibariyle birbirlerinden farklıdır. Dolayısıyla bu iddia da kabul edilebilir olmaktan uzaktır.
Sonuç olarak, sünnet uygulamasının kimden kime geçtiği hakkında yeterli açıklıkta bilgi ve belge bulunmamaktadır. Bu sebeple “Sünnetin Tarihçesi” başlığı altında konuya, günümüzde sünnetin uygulama alanı bulduğu dinler itibariyle de kısaca bakmakta yarar görüyoruz.

Yahudilerde (İsrailoğullarında, İbrani soyunda) Sünnet:

Sünnet uygulamasının Yahudilere İbrahim peygamber tarafından emredildiği hakkındaki bilginin kaynağı, tahrife uğramış Tevrat’tır.
Tevrat’ın tahrif edilmiş olduğuna dair Ana Britannica’da şu satırlar yer almaktadır:

“Yahudiler ve Hıristiyanlar da Tevrat’ın Hz. Musa ve sonraki peygamberlerce kaleme alındığını kabul etmekle birlikte, özellikle Tutucu ve Gelenekçi Yahudiler ile bazı Protestanlar tümünün ya da en azından ilk beş kitabından oluşan ve Musa’nın Beş Kitabı olarak da bilinen Tora’nın her sözcüğünün Tanrı vahyiyle yazıldığına inanırlar. Buna karşılık tarih ve metin araştırmaları Tevrat’ta yer alan en eski metinlerin İÖ 13. yüzyılda biçimlendiğini, bunların ve sonraki metinlerin bir araya getirilerek yazıya aktarılmasının yüzyıllar boyunca sürdüğünü, Tora’nın son biçimini İÖ 5. yüzyılda aldığını, son metinlerin de İÖ 2. yüzyılın sonunda oluştuğunu göstermektedir.” (cilt: 29 s: 397)

Kur’an’daki bazı ayetler de Ana Britannica’nın verdiği bilgiler doğrultusundadır:

Bakara; 75 – 79: Onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Halbuki onların bir kısmı, Allah’ın sözünü işitip kavradıktan sonra, bile bile onu değiştirirlerdi. İnananlarla karşılaşınca “İnandık” derler; baş başa kaldıklarında ise “Rabbiniz katında size karşı delil olarak kullanmaları için, Allah’ın size açıkladığını mı onlara anlatıyorsunuz, akletmez misiniz?” derler. Bilmezler mi ki Allah gizledikleri ve açıkladıkları her şeyi biliyor. Aralarında ümmiler var ki kuruntu ve söylentilerin dışında kitabı bilmezler; bildiklerini zannederler. Kitab’ı elleriyle yazdıktan sonra onu ucuz bir fiyata satmak için onun Allah’tan olduğunu söyleyenlerin vay hâline. Ellerinin yazdığından dolayı vay hâline onların. Kazandıklarından dolayı vay hâline onların!

Nisa; 46: Yahudilerin bir kısmı kelimelerin anlamını değiştirir ve “İşittik ancak kabul etmiyoruz” veya “Sözünüz sağır kulağa giriyor” veya dinle alay etmek için dillerini eğip bükerek “Raina (çobanımız ol)” derler. Onlar, “İşittik ve itaat ettik”, “Dinliyoruz” ve “Bizi gözet” deselerdi kendileri için daha iyi ve daha doğru olurdu. Ne var ki Allah inkârlarından ötürü onları lânetlemiştir. Çokları inanmaz.

Maide; 13: Sözlerini bozdukları için onları lânetledik, kalplerini katılaştırdık. Sözlerin anlamlarını bağlamlarından kaydırırlar. Uyarıldıkları şeylerin bir kısmını unuttular. Onların çoğundan sürekli ihanet göreceksin. …

Maide; 41: … Yahudilerin bir grubu var ki yalana kulak veriyor, seninle hiç karşılaşmamış bir topluluğu dinliyor. Kelimelerin anlamını kaydırıp: “Size bu verilirse alın, bu verilmezse sakının” diyorlar. ...

En’am; 91: … De ki: “Halka bir hidayet ve ışık olarak Musa’nın getirdiği kitabı kim indirdi –ki göstermek için onu kâğıtlara yazdığınız hâlde çoğunu gizliyordunuz. Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyleri onun yoluyla öğrendiniz- ?” …
Sonuç olarak tekrarlayacak olursak; sünnetin Yahudilere İbrahim peygamber kanalı ile emredildiği, tahrif edilmiş Tevrat’ta;
Tekvin, Bab 17’de,
Çıkış, Bab 4, 24 – 26. cümlelerde ve
Yeşu, Bab 5, 2 – 9. cümlelerde bildirilmiştir.

Kitab-ı Mukaddes Tekvin, Bab 17:

“ Ve Abram doksan dokuz yaşında iken, Rab Abram’a göründü. Ve Ona dedi: Ben Kadir Allah’ım, benim önümde yürü ve kamil ol. Ve ahdimi seninle benim aramda edeceğim ve seni ziyadesiyle çoğaltacağım. Ve Abram yüz üstü düştü, ve Allah onunla söyleşip dedi: Ben ise, işte, ahdim seninledir, ve bir çok milletlerin babası olacaksın. Ve artık adın Abram (yüce baba) çağırılmayacak, fakat adın İbrahim (cumhurun babası) olacak; çünkü seni bir çok milletlerin babası ettim. Ve seni ziyadesiyle semereli kılacağım, ve seni milletler yapacağım, ve senden krallar çıkacaklar. Ve sana, ve senden sonra zürriyetine, Allah Allah olmak için seninle ve senden sonra zürriyetinle benim aramda ahdimi, nesillerince ebedi ahit olarak sabit kılacağım. Ve senin gurbet diyarını, bütün Kenan diyarını, sana ve senden sonra zürriyetine ebedi mülk olarak vereceğim; ve onların Allah’ı olacağım.
Ve Allah İbrahim’e dedi: ve sen ise, sen ve senden sonra zürriyetin, nesillerince, ahdimi tutacaksınız. Sizinle ve senden sonra zürriyetinle benim aramda tutacağınız ahdim budur.; aranızda her erkek sünnet olunacaktır. Ve gulfe etinizde sünnet olunacaksınız; ve sizinle benim aramdaki ahdin alameti olacaktır. Ve aranızda evde doğmuş, yahut senin zürriyetinden olmayıp her yabancıdan para ile satın alınmış olan sekiz günlük her erkek çocuk nesillerinizce sünnet olunacaktır. Ve senin evinde doğmuş olan, ve senin paranla satın alınmış olan mutlaka sünnet olunacaktır, ve ahdim ebedi bir ahit olarak sizin etinizde olacaktır. Ve gulfe etinde sünnet olunmamış sünnetsiz erkek varsa, o can kendi kavminden kesilecektir. O benim ahdimi bozmuştur.
Ve Allah İbrahim’e dedi: Senin karın Saray’a gelince, onun adını Saray çağırmayacaksın, fakat onun adı Sara (prenses) olacaktır. Ve onu mübarek kılacağım, ve ondan da sana bir oğul vereceğim. Evet, onu mübarek kılacağım, ve milletlerin anası olacaktır. Kavmların kralları ondan olacaklardır. Ve İbrahim yüzüstü düştü, ve güldü, ve yüreğinde dedi: yüz yaşına olana bir oğul doğar mı? Ve doksan yaşında olan sara doğurur mu? Ve İbrahim Allah’a dedi: keşke İsmail senin önünde yaşayabilse! Ve Allah dedi: gerçek senin karın Sara bir oğul doğuracak ve onun adını İshak koyacaksın ve onunla ve ondan sonra zürriyetinle ahdimi ebedi ahit olarak sabit kılacağım. Ve İsmaile gelince, seni işittim, işte onu mübarek kıldım, ve onu semereli edeceğim, ve onu ziyadesiyle çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak, ve onu büyük millet edeceğim. Fakat gelecek yıl bu muayyen vakitte Saranın sana doğuracağı İshakla ahdimi sabit kılacağım.
Ve onunla söyleşmeyi bitirdi ve Allah İbrahimin yanından yukarı çıktı. Ve İbrahim oğlu İsmaili, ve evinde doğanların hepsini, ve parası ile satın alınanların hepsini, İbrahim adamları arasında her erkeği aldı ve Allahın kendisine söylemiş olduğu gibi, ayni o günde gulfeleri etinde sünnet etti. Ve ibrahim gulfe etinde sünnet olunduğu vakit doksan dokuz yaşında idi. Ve oğlu İsmail gulfesinin etinde sünnet olunduğu vakit, on iç yaşında idi. İbrahim ve oğlu İsmail ayni o günde sünnet olundular. Ve evinin bütün adamları, evde doğmuş olanlar, ve para ile yabancıdan satın alınmış olanlar onunla beraber sünnet olundular.”

Çıkış, Bab 4, 24-26. cümleler:

“Ve yolda konakta vaki oldu ki,Rab ona rast geldi, ve onu öldürmek istedi. Ve Tsippora keskin bir taş alıp oğlunun gulfesini kesti ve onun ayaklarının dibine attı ve dedi: Gerçekten sen bana kan güveyisin. Ve Rab onu bıraktı. O zaman kadın dedi: Sünnet sebebiyle kan güveyisin.”

Yeşu, Bab 5, 2-9 cümleler:

“Rab, Yeşu’ya dedi ki: kendin için taştan bıçaklar yap ve ikinci kerre olarak İsrailoğullarını tekrar sünnet et! Ve Yeşu kendisi için taştan bıçaklar yaptı. Ve Gibeot-haaralotta İsrailoğullarını sünnet etti. Ve Yeşu’nun sünnet etmesinin nedeni şudur: Mısırdan çıkan bütün kavm, erkekler, bütün cenk adamları, Mısırdan çıktıktan sonra çölde, yolda öldüler. Çünkü çıkmış olan kavmin hepsi sünnetli idiler. Fakat Mısır’dan çıktıktan sonra çölde, yolda doğmuş olan kavmden kimseyi sünnet etmediler. Çünkü bütün millet, Mısırdan çıkmış olan cenk adamları bitinceye kadar, İsrailoğulları, 40 yıl çölde yürüdüler. Çünkü Rabbin sözünü dinlemediler. Bize vermek üzere Rabbin atalarına and ettiği diyarı, süt ve bal akan diyarı, onlara göstermemek üzere Rab onlara and etti. Ve onların yerine yetiştirdiği oğullarını Yeşu sünnet etti. Çünkü sünnetsizdiler, çünkü yolda onları sünnet etmemişlerdi. Ve vaki oldu ki, bütün milleti sünnet etmeği bitirdikleri zaman, onlar iyi oluncaya kadar ordugahta, yerlerinde oturdular. Ve Rab Yeşu’a dedi: Mısır utancını bugün üzerinizden yuvarladım. Ve bugüne kadar o yerin adına Gilgal denilir.”


Bu bölümler dışında Tekvin, Bab 34’te, bir olayın anlatımı içinde de sünnetten bahsedilmektedir. Buna göre:

Yakub’un kızı Dina’ya Hamor’un oğlu Şekem tecavüz eder. Şekem Dina’ya aşık olduğu için onunla evlenip namusunu temizlemek ister. Bu nikâhın olabilmesi için Şekem ve sülâlesindeki tüm erkeklerin sünnet olmasının şart koşulmasına ve bu şartın kabul edilerek Şekem ve sülâlesindeki tüm erkeklerin sünnet olmasına rağmen Yakub’un oğullarından Şimeon ve Levi, Hamor’u, Şekem’i ve sülâlesinin tüm erkeklerini kılıçtan geçirip katlederler ve mallarını yağmalarlar.

Ana Britannica; İbrahim peygamberin öyküsünün, Fırat Irmağı üzerinde yer alan antik Mari (bugün Tel Hariri) kentindeki bir krallık sarayında ortaya çıkarılan binlerce çivi yazısı tabletten edinilen bilgiler ışığında, Terah ailesinin, Keldanilerin Ur kentinden (Ur Kasdim) çıkışıyla, bugünkü Hebron kenti yakınlarında bulunan Makpela mağarasını satın alışı arasında geçtiğini yazmaktadır. Geleneksel anlatı ile de örtüşen bu bilgiye göre İbrahim peygamberin öyküsünün geçtiği yerler coğrafî olarak Mısır ile âdeta iç içedir. Nitekim Yeşu, Bab 5’te “Mısır” adı açıkça yer almaktadır.
Bu tespit ilk bakışta sünnet uygulamasının Mısır’dan alınmış olabileceği yolunda bir kanaat uyandırsa da, Paleolitik Çağ (Eski Taş ya da Yontma Taş Çağı) çoktan bitmiş olmasına rağmen sünnet uygulamasında hâlâ taştan bıçak kullanılması, bize göre geleneğin bilinen Mısır tarihinden de eski, Taş Devrinden beri var olduğunu ifade etmektedir.

Sünnetin Yahudilere Mısır’dan geçme olduğu yolundaki kanaati ortadan kaldıran bir diğer gösterge de, yukarıda işaret ettiğimiz gibi; uygulamalardaki amaç farklılığıdır. Mısırlılardaki ya da başka kavimlerdeki sünnet uygulaması, ilâhlara kurban amacı taşıyor olmasına karşılık Yahudilerdeki sünnet, verilmiş bir sözün unutulmasını önlemek amacını taşımaktadır. Kur’an’da Bakara suresinin 40 ve 63. ayetleri ile Maide suresinin 12, 13 ve 70. ayetlerinde de bahsi geçen bu sözlerin ne oldukları Tevrat’ta, Çıkış, Bab 24 ve Tensiye, Bab 29 ve 30’da tafsilâtıyla açıklanmıştır. Verilen sözlerin unutulmasını önlemek için ya da bu çeşit sözlerin unutulmadığını yani ahde vefayı göstermek için, çeşitli toplumlar değişik işaretler âdet edinmişlerdir. Bunlar arasında parmağa ip bağlamak, yüzük takmak, yüzüğün parmağını değiştirmek, kulağa küpe takmak gibi insan vücuduna zarar vermeyen âdetler olduğu gibi, parmak ucu kesmek veya sünnet gibi insan vücuduna zarar veren âdetler de vardır. İşte Yahudiler de, Tevrat’ın verdiği bilgilere göre, Tanrı’ya verdikleri sözü unutmamak için sünnet olmaktadırlar.

Hıristiyanlarda Sünnet:
Dört İncilden sadece Luka İncili, İsa peygamberin çocukluğu ve onun sünnet oluşu hakkında, öteki İncillerde bulunmayan ayrıntılar vermektedir. İsa peygamberin Yahudi ırkına mensup olduğu hatırlanacak olursa, bu bilgi yadırganamaz. Bu bilgi dışında dört İncilde sünnet uygulamasından bahseden tek bölüm, Romalılara Mektuplar bölümüdür. Ana Britannica’nın verdiği bilgilere göre Aziz Paulus, kiliseler kurmak amacıyla arkadaşı Barnabas ile dolaşırken, Yahudi kökenli olmayan Hıristiyanların da sünnet olmaya zorlanması karşısında, konuyu Kudüs’teki kilise büyüklerine iletmek üzere, teşkil edilen bir heyetin başkanı olarak Kudüs’e gelmiştir. M.S. 50 tarihinde toplanan Havariler, Kudüs Konsili adı verilen meclis toplantısında, Yahudi kökenli olmayan Hıristiyanların Yahudi şeriatına uyma zorunluluğu bulunmadığına karar vermişlerdir. İşte, Aziz Paulus tarafından yazıldığı bilinen Romalılara Mektuplar bölümünde, Kudüs Konsilince alınan karar doğrultusunda, Yahudi olmayanların da Hıristiyanlığa kazanılması gerektiği savı işlenmiş ve mutluluğun sünnetli olmayanları da kapsayacağı belirtilmiştir:
“Öyleyse bu mutluluk yalnız sünnetlilere mi, yoksa sünneti olmayanları da mı kapsar? Çünkü İbrahim’in imanı kendisine doğruluk yerine sayıldı diyoruz. Nasıl oldu da bu böyle sayıldı? Sünnet olduktan sonra mı, yoksa sünnetsiz durumdayken mi? Hayır, sünnet olduktan sonra değil, tam tersine sünnetsiz durumdayken sayıldı. İbrahim daha sünnetsizken, sünneti imandan doğan doğruluğun bir damgası, bir simgesi olarak aldı; sünnetsiz olmalarına karşın iman edenlerin tümüne ruhsal baba olsun diye. Böylelikle onlara doğruluk sayılması amaçlandı. Bunun yanı sıra sünnetlilere de baba oldu; yalnız sünnetli oldukları için değil, babamız İbrahim’in sünnetsizken taşıdığı imanın üzerinde yürüdükleri için.”

Dört İncil dışındaki İncillerden Tomas İncilinde ise sünnetle ilgili şu cümle yer almaktadır:
“53. Havariler ona dediler: Sünnet faydalı mı değil mi? Onlara dedi: Eğer faydalı olsaydı, babaları onları daha annelerindeyken sünnet ederdi. Ama Ruh’taki sünnet çok faydalı!” (http//www.ondokuz.gen.tr/tomasincil.htm)
Bu anlayışa göre; “Kitab-ı Mukaddes’te geçen sünnet, kalbi bürüyen perdeyi atmaktır. Yoksa penisin ucundaki deriyi atmak değil.”

Müslümanlarda Sünnet:

Ana Britannica “sünnet” bahsinde;
“İslâm kaynakları sünnetin Araplar arasında İslâm öncesinde de uygulanan bir gelenek olduğunu belirtir.” (cilt: 29 s: 14) demek suretiyle, sünneti İslâm ile ilgilendirmemiştir. Aynı şekilde Orhan Hançerlioğlu da İslâm İnançları Sözlüğü’nün “sünnet” bahsinde;
“…bu anlamdaki sünnet ya da hıtan kutsal kitap Kur’an’da buyrulmamıştır, Yahudilikten geçme eski bir Arap geleneği olarak Peygamber Hz. Muhammed tarafından korunmuş ve bir hadisle Müslümanlara tavsiye edilmiştir (Bk. Buharî, Libas, 63; Müslim, Tahara, 49; Tirmizi, Adab, 14).” (s: 562) açıklamasına yer vermiştir.

Nitekim Hasan Basri’nin belirttiği gibi peygamberimiz, Rumlardan, Yemenlilerden, İranlılardan… yani Müslüman olan sünnetsizlerden sünnet olmalarını istememiştir. Eldeki tarihî kaynaklarda da, Müslümanlığın yayılma dönemlerinde toplu olarak İslâm’a girenlerin sünnet ettirildiğine dair, ya da fetihler sonucunda sünnet merasimleri yapıldığına dair hiçbir bilgiye rastlanmamıştır.
Ancak daha sonraları, sünneti İslâm’a yerleştirmek isteyen zihniyet sahipleri, bazı Kur’an ayetlerini, işlerine geldiği gibi yorumlamışlar ve bu yorumlara Yahudi borazanı Ebu Hüreyre’nin uydurduğu rivayetleri ekleyerek sünneti; İbrahim peygamberden Müslümanlara intikal eden bir gelenek hatta mecburî bir ödev olarak göstermişler ve bu işe zorlama ile kazandırdıkları dinî kimlik sayesinde de Müslümanlığın ana şartı hâline getirmişlerdir.


İSLÂM VE SÜNNET

Bilindiği gibi İslâm, kendilerine Müslüman diyenlerin hâl ve hareketlerinden değil, sadece Allah’ın indirdiği Kitap’tan ibarettir:

Zümer; 22 – 23: Allah kimin göğsünü İslâm’a açarsa o Rabbinden bir ışık üzerindedir. Allah’ın mesajına karşı kalpleri katılaşanların vay hâline. Onlar açık bir sapıklıktadır. Allah en güzel hadisi, tutarlı ve ikişerli bir kitap hâlinde indirdi. Rablerini sayanların derileri ondan dolayı ürperir. Sonra derileri ve kalpleri Allah’ın mesajına karşı yumuşar. Bu Allah’ın yol göstermesidir; dilediğini/ dileyeni ona ulaştırır. Allah’ın saptırdığı bir kimseye rehber bulunmaz.

Kehf; 27: Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. Kelimelerini hiçbir şey değiştirip kaldıramaz ve O’ndan başka bir sığınak da bulamazsın.

Nahl; 89: … Biz sana bu kitabı, her şeyi açıklayan, bir yol gösterici, bir rahmet ve Müslümanlara bir müjde olarak indirdik.

Ancak, Müslüman kisvesi altındaki bazı kimseler, aşağıda vereceğimiz iki ayeti tıpkı

Lokman; 6: İnsanlardan bazısı var ki, halkı bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak ve onu hafife almak için temelsiz hadislere sarılırlar…

ayetinde olduğu gibi, uydurulmuş hadisler doğrultusunda yorumlamışlar ve tıpkı Maide suresinin 13 ve 41. ayetlerindeki gibi kelimelerin anlamlarını bağlamlarından kaydırmışlardır.

Uydurulmuş hadisler doğrultusunda yorumlanan ayetler şunlardır:

Bakara; 124: Rabbi, bir zamanlar İbrahim’i bir takım kelimelerle sınamış, o da onlara eklemişti. “Seni insanlara önder yapacağım” demiş, “Soyumdan da” deyince, “Zalimler benim sözüme dahil olmaz” buyurmuştu.

Nahl; 123: Nitekim İbrahim’in dinini bir tektanrıcı olarak izlemen için sana vahyettik; o asla putperestlerden olmadı.

Allah’ın kalplerini temizlemeyi dilemediği kişiler, Bakara suresinin 124. ayetindeki imtihan maddelerinden birinin, İbrahim peygambere tahrif edilmiş Tevrat’ta emredildiği bildirilen sünnet olduğunu ileri sürmüşlerdir. Pek tabi bu durumda sünnet, İbrahim peygamberin dininin bir kuralı olmakta ve Nahl suresinin 123. ayetine göre de Müslümanların bu kurala uymaları gerekmektedir.

Halbuki İbrahim peygamberin nelerle nasıl mücadele ettiği, aldığı ve başarı ile tamamladığı görevler, Kur’an’da uzun uzun anlatılmıştır ve bunların arasında sünnet diye bir şey yoktur. Yani, Kur’an’da olmadığı hâlde sünneti İbrahim peygamberin dinine ilâve eden kişiler, Âl-i Imran suresinin 78. ayetinde belirtilen şekilde, Allah adına yalan söylemişlerdir. Ama daha vahimi, Allah’ın ayetleri içinde olmayan bir sözü, Casiye suresinin 6. ayetindeki; “Allah’tan ve ayetlerinden başka hangi hadise inanıyorlar?” uyarısını dikkate almadan, Allah’ın dini olan İslâm’dan sayan Müslümanların (!) durumudur. Bu Müslümanlar (!) sünneti, beş şart dedikleri temel unsurların bile önüne geçirmişler ve onlar nazarında sünnet, Müslüman ile Müslüman olmayanı ayıran bir alâmet-i farika hâline gelmiştir. Bu Müslümanların, Casiye suresinin 6. ayetindeki uyarının aksine, Allah’ın ayetlerinden başka inandıkları hadisler ise şunlardır:

1. Rivayet:
“Ebu Hüreyre anlatıyor:
Rasülüllah buyurdu ki: “Fıtrat beştir: Sünnet olmak, etek tıraşı olmak, bıyığı kesmek, tırnakları kesmek, koltuk altını yolmak.” (Bu rivayet, Buharî, Müslim, Muvatta, Tirmizi, Ebu Davud, ve Nesâî’de yeralmıştır.)

İslâm uleması bu rivayeti açıklama sıkıntısı içinde “fıtrat”ı; “sünnet, yani uymamız emredilen eski peygamberlerin sünneti” olarak tanımlamak suretiyle, kelimenin hem sözlük hem de kavramsal anlamını değiştirmek zilletini göstermiş, ama yine de kitaba uyduramamış, minareyi kılıfa sokamamıştır.

Sözlük anlamı; “uzunlamasına yarmak, ikiye ayırmak, yaratmak, cat etmek, bir şeyi özellikleriyle ortaya koymak, bir şeyi meydana getirmek” anlamına gelen “fatr” kökünden türemiş olan “fıtrat” sözcüğü, “fatr” mastarına “te” ilâvesiyle oluşmuş bir isim-mastar sözcüktür. Bu mastarın ism-i faili ise “Fatır” sözcüğü olup bu sözcük, “gökleri ve yeri Yaratan” anlamındaki, Allah’ın isimlerinden birisidir. Kur’an’da, “orucu açmak” anlamındaki “iftar” ve “yarılmak, açılmak, fışkırmak” anlamındaki “infitar” sözcükleri gibi “fatr” kökünden türemiş isim ve fiiller on dokuz yerde (İsra; 51, Zühruf; 27, Enbiya; 30, 56, Ta Ha; 72, Fatır; 1, En’âm; 14, Yusuf; 101, İbrahim; 10, Rum; 30, …), “yaratılış, belli yeteneklere ve yatkınlığa sahip oluş, karakter, mizaç, doğal eğilim” anlamına gelen “fıtrat” sözcüğü ise sadece bir ayette geçmektedir:

Rum; 30: Öyleyse sen yüzünü içtenlikle dine çevir; Allah, insanları hangi fıtrat/ doğa üzere yaratmışsa, o doğallıkla, -Allah’ın yaratmasında hiçbir değişme yoktur- işte dosdoğru din budur, ama insanların çoğu bilmez.

“Fıtrat” sözcüğünün bu ayetteki ifadesinden, insanın Allah’a inanma ve kulluk etme, yani Müslüman olma meyil ve kabiliyetiyle donatılmış olarak yaratıldığı anlaşılmaktadır.

Bir başka ifade ile fıtrat; Fatır olan Allah’ın, insanların ve varlıkların genlerine yerleştirdiği programdır. Bu durumda varlıklarda doğuş ile gelen özellikler, yetenekler, organlar, bu organların faaliyetleri de fıtrattır. Yani, göz, kulak gibi organlar nasıl fıtrattan ise, cinsel organ ve bu organın ucundaki koruyucu deri de fıtrattandır.

Görüldüğü gibi bir takım ulemanın “fıtrat” sözcüğünün anlamını çarpıtması kitaba (Kur’an’a) uymamakta ve Kur’an’daki gerçek yalancıların hazırladığı çuvala sığmamaktadır.

Gerçekler böylesine apaçık ortada iken bazı kişiler de, sünnet derisinin varlığını anomali kabul edip, peygamberimiz ile birlikte, Âdem, Şit, Nuh, Sam (Sam, peygamber değildir ama Kısas-ı Enbiya ve Mukaddime’de adı geçiyor.), İdris, Musa, Salih, Lût, Yusuf, Şuayb, Yunus, Süleyman, Yahya ve İsa peygamberlerin de doğuştan sünnetli olduklarını ileri sürmüşler ve bu peygamberleri, kendi kafalarına göre, anormal olmaktan uzak göstermek istemişlerdir.

Aslında, Kur’an tarafından ortaya konmuş gerçeklere göre, bu peygamberlerin doğuştan anomali olduklarını iddia etmiş olan bu kişiler, peygamberimizin, doğumunun yedinci gününde, o günün törenlerine uyularak dedesi Abdülmuttalip tarafından bir ziyafet verilerek sünnet ettirildiğini anlatan bir çok rivayete nedense itibar etmemişlerdir.

2. Rivayet:
“Ebu Hüreyre anlatıyor:
Rasülüllah buyurdular ki: İbrahim Kaddum’da seksen yaşında olduğu halde sünnet oldu.”

Rivayet içerisinde geçen “Kaddum” sözcüğünü “Kadûm” olarak nakledenler de olmuştur. Bu sözcük iki anlamda kullanılabilmektedir. Birisi, bir yerin adıdır, ikincisi marangoz keseri demektir. Takdiri size bırakıyoruz. Bu rivayet Buharî, Müslim tarafından nakledilmiştir.

3. Rivayet:
“Yahya İbn Said’in anlattığına göre, Said İbn-ül Müseyyeb’ten şunu işitmiştir: Hz. İbrahim, misafir ağırlayan ilk kimse idi, keza o ilk sünnet olan kimseydi. Bıyığını kesenlerin ilki, saçında aklık görenlerin ilki de o idi. Ak saçları görünce ‘Ya Rabbi bu nedir?’ diye sormuş; Rabbi de ‘Bu vakardır ey İbrahim’ demiş. O da: ‘Rabbim öyleyse vakarımı artır!’ diyerek duada bulunmuştur.” Rezin şunu ilâve etmiştir: “Bu sırada Hz. İbrahim 120 yaşındaydı. Bundan sonra 80 yıl daha yaşadı.”

Bu rivayet Muvatta, Sıfatünnebiy’de yer alır.

4. Rivayet:
“Kays ibnü Âsım anlatıyor: Müslüman olmak arzusuyla Rasülüllah’a gelmiş idim. Bana su ve sidre ile yıkanmamı emir buyurdu.”
Bu rivayet, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesaî’de yer almıştır.

5. Rivayet:
“Useym İbn Kesir İbn Küleyb babasının dedesinin anlattığına göre Dedesi Küleb, Rasülüllah’a gelerek ‘Müslüman oldum!’ demiş. Rasülüllah As.: ‘Üstündeki küfür saçını at!’ der ve tıraş olmasını söyler, Useym’in babası dedi ki: Bana başka birisinin bildirdiğine göre As. Efendimiz, beraberinde olan bir diğerine de: ‘Üzerindeki küfür tüyünü at ve sünnet ol!’ buyurmuştu.”
Bu rivayet sadece Ebu Davud’da yer alır.

Bu son rivayetteki iki nokta dikkat çekicidir; “küfür tüyler” ve “sünnet ol” emri. Allah’ın yaratışındaki tüye “küfür” sıfatı veren cehalet, peygamberimizin, fıtrata aykırı olarak “sünnet ol” emri verdiğini, adını bile veremediği başka birinden duyduğunu söylemekten çekinmemektedir. Biz, bu rivayetlerdekilerin peygamberimize yakıştırılmasından utanıyoruz.

Ayrıca, rivayetlerde peygamberimize yakıştırılanların bazıları tarihî bilgiler olup, tarih uzmanı olmayan peygamberimizin, Kur’an ile kendisine bildirilenler (Yusuf; 3, 102, Âl-i Imran; 44, 179, Hud; 49, …) hariç, gayb mesabesindeki bu bilgileri bilmesi mümkün değildir.

Rivayetlerde sünnetin hangi yaşta uygulanacağına dair kesin bir görüş ortaya atılamamıştır. Bebek yedi günlük olduktan itibaren 13 yaşına kadarki süre içinde olabileceği söylenmiştir. Buna mesnet olarak da peygamberimizin, torunları Hasan ile Hüseyin’i doğumlarının yedinci gününde sünnet ettirmiş olduğu rivayeti ileri sürülmektedir.

Yukarıdaki rivayetleri çok zayıf bulup “Bunlarla yola çıkılmaz” diyenler olduğu gibi, sünnet için kimisi farz, kimisi vacip, kimisi sünnet-i müekkede diyerek ahkâm kesen ulema da olmuştur.

Fakat umum İslâm uleması da, fıtratın, insanın hem ruhî hem de fizikî bakımdan yaratılıştan sahip olduğu temel özelliklerini ifade etmesi sebebiyle, estetik maksatlarla vücudun bazı bölümleri veya organları üzerinde yapılan, aslî yapıyı değiştirecek nitelikteki müdahaleleri, “fıtratı bozmaya yönelik davranışlar” olarak kabul etmişlerdir.

Sünnet konusundaki bir başka çelişki de, Allah’ın ayetleri dışında din kaynağı olarak kabul edilen uydurmalarda, sünnetin, şehveti arttırdığının ve bunu önlemek için oruç tutulması gerektiğinin yer almasıdır.

İşte bu rivayetlerle sünneti Müslümanlığın alâmeti sayan cahil çevreler, sünnet törenlerini Müslümanlaşma törenleri olarak değerlendirmişler ve Müslüman olmak için önce İNSAN olmak ve AKILLI olmak, sonra da REŞİT olmak lâzım geldiğini; bebekten, sabiden ve sefihten kesinlikle Müslüman olmayacağını unutarak, sünnet olan bebekleri ve küçük çocukları da Müslüman saymışlardır.

Sonuç olarak, açık ve net bir şekilde görülmektedir ki, sünnetin İslâm dini ile uzaktan yakından bir alâkası yoktur. Nereden kaynaklandığı kesin olarak bilinmeyen bir geleneğin İslâm dini içine konulmaya çalışılması, İslâm dinine AYKIRIDIR!

Tin; 4: Hiç kuşkusuz Biz, insanı en güzel yapıda yarattık.

Mümin; 64: Yeri sizin için yerleşim alanı, göğü çadır kılan ve sizi biçimlendiren -ve O sizi ne güzel biçimlendirdi- ve sizi temiz şeylerle besleyen Allah’tır. İşte Rabbiniz Allah budur. Dünyaların Rabbi Allah ne kutludur!

Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, Rabbimiz insanı en mükemmel şekilde tasarlamış ve yaratmıştır. İnsanın, işe yaramayan, zararlı, eksik bir organı yoktur. Çünkü tasarım Kadir Allah tarafından yapılmıştır. Sünnet ise, fazla yaratılmışın düzeltilmesi işlemidir. Bu işlemin insanlar tarafından yapılacağını bilen Allah, Kur’an’da bu işlemi, yani Allah’ın yarattığını değiştirme teşebbüsünü ŞEYTANÎ bir işlem olarak nitelemektedir:

Nisa; 119: Ve hiç kuşkusuz, onları saptıracağım. Ve hiç kuşkusuz, onları kuruntulara daldıracağım. Ve hiç kuşkusuz, onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar. Ve hiç kuşkusuz, onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını bozacaklar. Kim Allah’ın astlarından şeytanı kendisine veli (yardımcı, koruyucu, yol gösterici bir yakın) edinirse apaçık bir kayıpla kaybetmiştir.

Bu ayetler ışığı altında gerçek Müslümanların, sünnet hakkında tefekkür etmeleri ve içinde bu geleneğin yer aldığı dine mi, yoksa Allah’ın dinine mi mensup oldukları hakkında karar vermeleri gerekmektedir. Allah’ın dinine mensubiyeti seçen Müslümanların, ayrıca, bu ayetler indikten sonra peygamberimizin sünnet geleneğine neden karşı çıkmadığı hususunu da araştırmalarında yarar vardır.

SÜNNETİN YARARLARI (!)

Pek çok insan, bu başlık altında, temizlik sağlanmasından başlayıp, frengi, AİDS, kanser gibi hastalıkların önlenmesine kadar vardırılmış, uzun sayılabilecek bir listenin varlığından haberlidir. Yani, dinî açıdan aksinin düşünülmesi bile söz konusu edilmeyecek şekilde dayatılan sünnet, sağlık açısından da sesi yüksek çıkan tıp otoritelerince (!) insanlara hararetle tavsiye edilmektedir. Ama, tavsiyenin sahibi, dünyanın en gelişmiş ülkesi ABD’deki Hıristiyan doktorlar olunca, bilimi Amerika’dan öğrenen diğer ülke bilim adamları bu tavsiyenin altına sorgulamadan imzalarını koymakta ve böylece bu tavsiye âdeta bilimsel bir hüviyet kazanmaktadır. Oysa, sünnetin yararları hakkındaki iddiaların hiçbirinin, bilimsel yöntemlerle yapılan araştırmalara dayanmadığı, Yine ABD’deki bazı sağlık kurumlarınca resmî olarak açıklanmıştır.

Sünnetin insan sağlığına olan etkilerini inceleyen ve sünnetin yarar değil, zarar verdiğini ortaya koyan bir araştırma da ülkemizde, Nil Gün tarafından kaleme alınmış olan “Sünnet” adlı kitapta (Kuraldışı Yayıncılık, Mayıs 2005) yapılmıştır.
Özellikle henüz sünnet edilmemiş çocukları bulunan ve bebek bekleyen anne-babalar için mutlaka okunmasını gerekli gördüğümüz bu kitaptan yaptığımız aşağıdaki alıntılar, Kur’an ayetleri ışığı altında vardığımız sonucun tıp bilimi tarafından doğrulandığını göstermektedir:

Üstderi ve İşlevleri:

Genel anlamıyla erkek sünneti, penis başını kaplayan mukozal dokunun ve deri tabakasının, cerrahî müdahaleyle alınmasıdır. Bu çifte tabaka daha çok “sünnet derisi” ya da “üstderi (prepus)” olarak bilinmektedir. … Üstderinin gerçek uzunluğu, dış tabakasının uzunluğunun iki katıdır ve kesilme oranına göre toplam penis derisinin %51 ilâ %80 kadarını oluşturur. … Üstderi aynı zamanda zengin bir kan damarı ve sinir uçları merkezidir. … Sünnet, işte bu sağlıklı deri dokusunun takriben en az yüzde elli birini hatta yüzde seksene varan bölümünü yok eder. Oysa doğa, penisin üzerindeki deriyi, penisin tümünü kaplaması için yaratmıştır. …

Üstderinin üç işlevi vardır:

Koruyucu işlevi: Üstderi, yeni doğan bebeklerin yüzde doksan altısında penis başına yapışıktır. Görevi, penis başını ve idrar yollarını (urethra) enfeksiyonlardan korumaktır. Deri asla zorla geri çekilmemelidir. Oysa bir çok doktor, anne babaları bu doğal yapışkanlığın ameliyat (sünnet) gerektiren bir kusur olduğu ve düzeltilmesi gerektiği konusunda bilgilendirerek (!) hemen sünnet yapılması gerektiğini savunmaktadır. … Fimosis, yetişkinlerde üstderiyi penis başının gerisine doğru itme zorluğu olarak tanımlanan bir sorundur. Bebeklerin %65’i de fimosis gerekçesiyle sünnet edilmektedir ki, aslında bebeklerin hemen hepsinde penis başına yapışık olan üstderi, penisten 3 ilâ 17 yaşları arasında ayrılmaya başlar. 17 yaşından sonra hemen tüm erkeklerde üstderi tamamen geri çekilebilir hâle gelir. … Üstderinin bebeğe bez bağlandığı dönemdeki işlevi ise, penisi tahrişten ve yaralanmalardan korumaktır. Hayat boyunca da bu deri, penis başını yumuşak ve nemli tutarak travma ya da yaralanmalardan korur. Sünnet derisi aynı zamanda ortalama ısıyı, pH dengesini ve temizliği de sağlar. Penis naşının kendisinde, deriyi nemlendiren sebum veya yağ maddesini üreten sebaceous bezleri yoktur. Penis başını yüzeyini sağlıklı tutan sebumu üreten, hani şu, işe yaramaz diye sünnetle kesip attığımız üstderidir. Göz kapaklarınızı dinsel ya da sağlık gerekçeleriyle aldırmayı düşünür müydünüz?
Bütün vücut deliklerini (ter, yağ ve salgı bezlerini) çevreleyen mukoza vücudun ilk savunma duvarıdır. Üstderideki bezler, lizozim gibi anti bakteriyelleri ve anti viralleri üretir; virüslerle ve bakterilerle savaşan savunmacı askerlerimizdir. Lizozim aynı zamanda gözyaşında ve anne sütünde de bulunur. Sünnet derisinde, yumurtalıklardakine benzer kas fiberleri vardır. Bunlar, idrarın geçmesine izin veren ama yabancı maddelerin içeri girmesini engelleyen, tek yönlü geçiş veren valflar gibi işlev görür. Erkek, ergenliğe yaklaştığında bu kas fiberleri sayıca azalıp yerlerini elâstik fiberlere bırakırlar; ta ki iki fiber türü, cinsel ilişkide üstderinin hareketine izin verecek bir dengeye ulaşıncaya kadar. Üstderi, ayrıca, mikroplara karşı bir ilk savunma engeli olduğu düşünülen bağışıklık hücrelerine de sahiptir. Dolayısıyla sünnet, erkeği, doğanın kendisine bahşettiği bütün bu avantajlardan mahrum kılar.

Duyarlılık işlevi: Bir doktor, ortada tedavi gerektiren ciddî bir sorun olmadıkça sağlıklı bir çocuğu anne baba istedi diye ameliyat edebilir mi? Bir doktor, anne baba istedi diye sağlıklı bir çocuğun kulak memesini kesebilir mi? Gözkapağını alabilir mi? Serçe parmağını kesebilir mi? Başka hangi ameliyatı bir doktor tıp dışı kişilerin (anne babaların) ve yerleşik âdetlerin keyfî taleplerine göre, kendisini savunamayan bir başka insan üzerinde gerçekleştirebilir? Oysa sünnette yapılan tam da budur.
Üstderi, parmak uçları, gözkapakları ve dudaklar kadar duyarlıdır. Penisin üstderisi özel sinir uçlarını içinde barındırır. Bu özel sinir uçları, hareketi, sıcaklıklardaki çok küçük değişiklikleri ve yüzeydeki hassas değişiklikleri algılayabilir. Penisin sünnet sonrası kalan kısmının hiçbir yerinde bu kadar çok sinir ucu yoktur. Sünnet derisindeki mukoza ve frenulum gibi belirli bölgeler özellikle hassas dokulardan oluşmuştur ve cinsel zevke katkıda bulunurlar. Buradaki özelleşmiş sinir uçları, cinsel zevki ve kontrolü artırır. İç deri, doğrudan penis başı ile temas hâlinde olan mukoza tabakasından oluşur. Ağız içindeki yüzey gibi olan bu tabaka, yapısı, inceliği ve rengi bakımından sünnet derisinin geri kalanından farklıdır. Frenulum, penisten gelen ve üstderinin iç yüzeyine eklenen özellikle hassas olan ince bir zardır. Ayrıca, üstderinin iç tabakası ve genel penis dersinin kesiştiği özel bir bölge daha vardır. Bu bölgenin üstderinin hareketini sağlayan özel kasları vardır. Buradaki duyarlılık, dudaklar kadar hassas bir gelişkinliğe sahiptir.


Cinsel işlevi: Ereksiyon hâlinde penis boyu yüzde elli oranında artar. Uzayan penisin ihtiyacı olan deri nereden gelir? Tabiî ki üstderiden. Ereksiyon hâlinde bile penisin üzerinde hâlâ rahatça hareket eden ekstra deri vardır. Bu ekstra deriye doğanın verdiği görev, cinsel ilişki esnasında kurumayı ve sürtünmeyi azaltarak erken boşalmayı önlemektir. Üstderi penis gövdesi üzerinde aşağı ve yukarı kayarak, penis başını bir örtüp bir açarak hem mastürbasyon hem cinsel ilişki esnasında cinsel hazzı arttırır. Islak ve kaygan olduğu için friksiyon ve tahrişi azaltır.
Üstderinin henüz bilinmeyen veya anlaşılamayan daha nice işlevi olabilir. Avrupalı bilimciler, bazal epidermal hücrelerinde östrojen alıcılarını henüz yeni keşfettiler. Manchester Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, insan üstderisinin apokrin bezleri içerdiğinin yeni farkına vardılar. Bu özelleşmiş bezler feromenon denilen doğanın kimyasal koku habercilerini üretiyorlar. Üstderinin bu özelliklerini ve oynadığı rolü anlayabilmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç var…


Sünneti savunan doktorların söylediği yalanlar ya da cehalet

Tıp fakültelerinden, üstderinin işlevleri hakkında hiçbir bilgi almadan mezun olan; kendilerine sünnet derisinin gereksiz bir deri parçası olduğu öğretilen (aslında ihsas ettirilen desek daha doğru olur çünkü hocalarımız bu konuda o denli sessizdir ki, sünnet derisi hakkında ne gerekliliğine ne gereksizliğine dair bir eğitim verirler); sünnetsiz penisi de, âdeta soyu kurutulmuş, hastalık yapıcı bir mikroorganizmayı inceler gibi ancak anatomi kitaplarında görebilen doktorlarımız (sadece bizimkiler değil, Amerikan tıp fakültelerinden mezun olan doktorlar da) ya cehaletten ya da art niyetten, sünnetle ilgili sağlık yalanlarını “uzman görüşü” olarak halka aktarmaktadırlar. Çoğu anne baba da, dinsel gerekçeler kendilerini ilgilendirmiyor olsa bile, “Doktorlar sünnetin sağlıklı olduğunu söylüyor, öyleyse iyi bir şey olmalı” diye düşünmektedir.
İşte sünnetle ilgili en sık söylenen birkaç sağlık yalanı:
- Sünnetli erkek daha temizdir.
- Bulaşıcı hastalıklar sünnet olmayan erkeklerde daha sıktır.
- Penis kanseri sadece sünnet olmayan erkeklerde gözlenir.
- Kadınlarda rahim kanseri riskini azaltır.
- Çocuğunuzda fimosis var. Hemen sünnet edilmeli.
- Çocuğunuzun olası idrar yolları enfeksiyonu yaşamasını engeller.
- Sünnetli erkek çocuklarda idrar yolu iltihaplanması daha az gözlenir.
- Sadece ufak bir deri parçası, bebek acı hissetmiyor çünkü sinir sistemi henüz gelişmiş değil.
- Sünnetli erkekler daha iyi seks yapar çünkü sünnetsiz erkeklerden daha fazla uyarılırlar.
… Oysa bu gerekçelerin hiçbirisi bilimsel bir temele dayanmamaktadır… Şimdi bu yalanları tek tek ele alalım:

A) Temizlik[/B

]… Amerikalı doktor Thomas J. Ritter’e göre, tırnaklarını kesmesini, dişlerini fırçalamasını ve tuvalet temizliği yapmasını bilen bir erkek çocuğun, basitçe üstderisini geri çekip yıkayamayacağını söylemek, o çocuğa hakarettir. (Dr. Ritter’in notu: Bu makale yazıldığı sırada üstderi için özel bir temizliğin gerekli olduğu sanılıyordu. Bugün bunun da gereksiz hatta yanlış olduğu anlaşılmıştır. Zira üstderinin salgıladığı sıvılar bölgeyi temiz tutacak anti bakteriyelleri ve anti viralleri içermektedir. Bu tıpkı gözkapağının içinde salgılanan sıvıların gözü temiz tutması gibidir. Gözü nasıl yıkamıyorsak, penis başının da özel olarak yıkanması gerekmez.)
“Eğer” diyor Dr. Ritter “Temizlik argümanını erkek sünneti için bir neden olarak kabul edersek, o zaman yıkamanın çok daha zor olduğu kadın organlarını da kesmemiz gerekir. Ama bugün ABD’de hiç kimse genital temizliği sağlamak için kadın organını kesmeyi önermiyor.”
Doğal penis hiçbir bakım gerektirmez. … Sağlam bir penisi temiz tutmak için gerekli tek şey, genel vücut temizliği sırasında suyla iyi bir şekilde temasını sağlamaktır. Bir çocuğun üstderisi altındaki beyaz peynirimsi salgı, smegma diye adlandırılır. Smegma belki de doğadaki en yanlış anlaşılan, en kötü değerlendirilen maddedir. Smegma kirli değildir, temizdir, faydalıdır ve gereklidir. Anti bakteriyel ve anti viral özellikleri penisi temiz, sağlıklı tutar. Bütün memeliler smegma üretir. … Smegmanın Lâtince “deterjan” anlamına gelmesi ilginç değil mi?
Araştırmalar, sünnet derisinin iç kısmında sabun kullanmamanın en iyi yol olduğunu göstermiştir. Bir bebeğin üstderisini zorla çekip yıkamaya çalışmak, onu doğal olarak enfeksiyona karşı koruyan bakteri florasını yok edebilir. Ergenlikten sonra, erkekler penis başlarını ve üstderilerini ılık suyla nazik bir şekilde yıkayabilirl

Bu yazının evveli "Sünnet, Erkek çocukların.... başlığı altındadır
Araştırmalar, sünnet derisinin iç kısmında sabun kullanmamanın en iyi yol olduğunu göstermiştir. Bir bebeğin üstderisini zorla çekip yıkamaya çalışmak, onu doğal olarak enfeksiyona karşı koruyan bakteri florasını yok edebilir. Ergenlikten sonra, erkekler penis başlarını ve üstderilerini ılık suyla nazik bir şekilde yıkayabilirler.

[B]B) Mastürbasyon

Mastürbasyonun önlenmesi ülkemizde değil ama ABD’de erkek ve kadın sünnetini haklılaştırmak için öne sürülen ilk sebep olmuştur. … Batı Hıristiyanları, özellikle seks fobik Viktorya döneminde, mastürbasyon fobisini Yahudi etkisiyle ön plâna çıkarmışlardır. … Sünneti meşrulaştırmak için mastürbasyonun zararlı olduğu gerekçesini öne sürmek bugün artık geçerliliğini yitirmiştir.

C) Hastalıklar… Günümüzde hâlâ sünnetin gerekçesi olarak gösterilen altı temel hastalık vardır:
1. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar
2. Kanser
3. Fimosis (üstderiyi penis başının gerisine itme zorluğu) ve parafimosis (üstderiyi penis başının ilerisine itme zorluğu)
4. Penis başının iltihaplanması (balanitis)
5. İdrar yolları enfeksiyonu (üriner enfeksiyon)
6. AİDS

1) Cinsel Hastalıkların Önlenmesi

… 1855’ten 1997’ye dek bu başlık altında yayımlanan bütün yazıları inceleyen Dr. Van Howe şu sonuca varır:
“Bugüne kadar cinsel yolla bulaşan hastalıklar üzerinde sünnetin yararlı etkisini gösteren bir araştırma olmamıştır. Tam aksine veriler, sünnetli bir erkeğin cinsel hastalıklara yakalanma açısından daha büyük risk altında olduğunu göstermektedir. Günümüzde, yenidoğan sünnetinin rutin hâle geldiği ABD’de, cinsel hastalıkların oranı düşeceğine yükselmiştir. Gelişmiş ülkeler içinde ABD, en yüksek cinsel yolla bulaşan hastalıklar, HİV enfeksiyonu ve sünnet oranına sahiptir.”

2) Penis ve Rahim Kanseri

… Özetle, bu teori smegmanın kanserojen olduğu, Yahudilerin sekizinci günde sünnet oldukları için en düşük penis ve rahim kanseri oranına sahip olduğu varsayımına dayanıyor. İkinci sırada Müslümanlar ve son sırada da sünnetli olmayanlar geliyor. …
Smegmanın kansere yol açtığı iddiasının gerçeğe dayanmadığı, 1975’ten beri Amerikan Pediatri Akademisi tarafından ve 1996’dan beri Amerikan Kanser Derneği tarafından kabul edilmektedir. “Tam aksine, sünnet, engel olduğu iddia edilen hastalıktan çok daha tehlikelidir” diyor Dr. Denniston:
“Olası bir penis kanseri vak’asını engellemek için, 100.000 çocuğun sağlıklı dokusunu yok etmeyi teklif etmek, ahlâk ve mantık dışıdır. Mukayese edilecek olursa, göğüs kanseri riski yaklaşık 100 kat daha büyüktür, ancak kimse bu başa çıkılamaz hastalık için bütün kadınların göğüslerini kesmemiz gerektiğini söylemiyor.”
ABD’de her yıl 44.000 kadın göğüs kanserinden ölüyor. Ama çoğu 70 yaşın üzerinde sadece 200 erkek kötü hijyenden kaynaklanan nedenlerle penis kanserinden ölüyor. … Sünnetten kaynaklanan ölümlerin penis kanserinden kaynaklananlardan daha fazla olduğu biliniyor. Ayrıca penis kanseri, oldukça nadir rastlanan bir kanser tipidir ve genellikle yaşlı erkeklerde olur. Penis kanseri, hem sünnetli hem de sünnetsiz erkeklerde olabilir. Seattle’da Fred Hutchinson Kanser Araştırma Merkezi’nin araştırması, penis kanseri vak’alarının %37’sinin sünnetli erkeklerde olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Sünnetli erkeklerin eşlerinin rahim kanseri olasılığının daha düşük olduğu iddiası ise artık üzerinde tartışmaya bile değmeyecek, çoktan çürütülmüş bir iddiadır.
Şubat 1996’da, Amerikan Kanser Derneği’nin temsilcileri, Amerikan Pediatri Akademisi’ne gönderdikleri yazıda şunları belirtiyordu:
“Amerikan Kanser Derneği, rutin sünneti, bu tür genital kanserlerin önlenmesi için geçerli ya da etkili bir yöntem olarak düşünmemektedir. Rahim boynu (serviks) kanseri olan kadınların eşlerinde sünnetle ilgili yapılan araştırmalar metodolojik olarak hatalı, zamanı geçmiş ve tıp kurumu tarafından yıllardır dikkate alınmayan araştırmalardır.”
Amerikan Kanser Derneği Haziran 1996’da, penis kanseri ile ilgili beş bölümlü bir tavsiye kararı açıklamıştır: “Sünnet, penis kanserini önleme ya da azaltmada yararlı görülmemiştir.”
Kanser korkusu, erkek sünnetini desteklemek için kullanılamaz.


3) Fimosis ve Parafimosis
… Genelde üstderi doğumdan sonra birkaç sene geri çekilmez; bunun için zorlanmamalıdır. Geri çekilebilir hâle geldiği zaman, erkek çocuklar onu her gün yıkamaları konusunda eğitilmelidir. …
Doktorların sünneti tavsiye ettikleri parafimosis durumları nadiren de olsa vardır. Bu, üstderinin zamanından önce geri çekilerek penis başının arkasındaki olukta (sulcus) sıkışmasından kaynaklanır. Ama bu bir hastalık değildir. Sorun, pediatrik uygulamalardan, ana babaların doktorlarca yanlış bilgilendirilmelerinden kaynaklanır. Ana babaya üstderiyi geri çekmeleri söylenir ama tekrar yerine götürmeleri söylenmez. Bu durum tedavi edilebilir bir durumdur. … Sünnet derisi ile ilgili sorunlar, sorun ortaya çıktığı zaman tedavi edilmeli; çocuk sağlamken değil. … Şunu bilin yeter, Çinliler fimosisi sünnetle tedavi etmiyor.

4) Penis Başının İltihaplanması (Balanitis)
… Penis başı iltihaplanması, maya, mantar, bakteri ya da virüsten de kaynaklanabilir… Bazı tıp doktorları, glansın (penis başı) birkaç kez iltihaplanması durumunda sünneti tavsiye etmektedirler. Oysa sünnetin, penisin sağlıklı hijyenik bakımdan daha etkili olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur. Bazı doktorlar ise glansın kuru tutulması gerektiğini söylemektedirler. Bu öneri, insan anatomisinin bilinmemesinden kaynaklanır; çünkü normalde sünnet derisinin altında olan bu bölge doğal olarak nemlidir. …
Balanitis hem sünnetli hem de sağlam erkeklerde olabilir. Dr. Van Howe, sünnetli erkeklerde, sünnet olmamış erkeklere göre daha fazla balanitise rastlamıştır. Diş etlerimiz iltihaplandığında hemen dişimizi çektirmiyoruz değil mi?

5) İdrar Yolları Enfeksiyonu (Üriner Enfeksiyon)
Sünnetsiz erkek çocukların yüzde 96 ilâ 99’unun hayatlarının ilk yılında idrar yolları enfeksiyonu geçirmediğini biliyor musunuz? … Peki, bebeklerin ilk yılında yapılan sünnetlerde komplikasyonların yüzde 38 civarında olduğunu öğrendiğinizde ne hissedersiniz? Sünnette enfeksiyon kapma oranı, idrar yolları enfeksiyonu olasılığından daha yüksek. Keşke komplikasyonlar sadece enfeksiyonla sınırlı olsa. Hatalı sünnetlerin sayısı çok daha fazla. Çocuğunuz sünnet edildiği sırada, o, enfeksiyonu olmayan sağlıklı bir bebek. İleride enfeksiyon kapma olasılığına karşı ameliyat önermek ne kadar etik? Ne kadar iyi niyetli? Bütün enfeksiyonlar ameliyatla mı tedavi ediliyor? …
Siz, hem de anestezi olmadan, ileride enfeksiyon olma olasılığını ortadan kaldırmak için bu ameliyatın kendinize yapılmasına izin verir miydiniz? İleride dişleriniz çürüyebilir diye önceden sağlıklı dişlerinizi çektirmeye ne dersiniz? …
Son olarak sağlam (sünnetsiz) bir çocuğun aslında idrar yolları iltihabı sorununu yaşama olasılığının, sakatlanmış (sünnetli) bir çocuğa göre daha düşük olduğu biliniyor. Üstderi, glansı idrardan ve dışkıdan korur. Eğer üstderi sünnet ile kesilirse, idrar yolları, enfeksiyona daha açık hâle gelir. Sünnetli erkekleri bu sorunu yaşama olasılıkları en az sünnetsizler kadardır. Sünnet, iddia edildiği gibi idrar yolları enfeksiyonunu önlemiyor. Hiç sünnetin yapılmadığı Hıristiyan Avrupa’sında (Avrupalı Musevîler arasında da sünnet yaptıranlarda büyük bir düşüş var) idrar yolları enfeksiyonu oranının çok daha düşük olduğu biliniyor.

6) AİDS
… Sünnet ile AİDS’in önlenmesi teorisi 1980’lerin sonunda Afrika’da HİV virüsünün yayılması ile sünnetsiz penis arasında bir ilişki olduğu teorisiyle ortaya çıktı. … Bu teorinin yaratıcıları, AİDS’in dağılım haritası ile sünnet arasında bir bağlantı bulmaya çalıştılar. … Sadece Afrika’da sünnetsiz erkeklerde görülen AİDS, sünnetlilerden fazla. Bu da buradaki fazlalığın başka nedenlere bağlı olduğunu açıkça gösteriyor.
Ayrıca sünnet derisinin bağışıklık sistemi ile ilgili fonksiyonu da var demiştik. Smegma denilen ve bu deriden salgılanan peynirimsi maddenin içinde lizozin adlı bir enzim bulunuyor. Anne sütünde de bulunan lizozin işte bu “işe yaramaz deri” tarafından salgılanıyor ve bakterilerin hücre duvarlarına saldırıp onları yok ediyor. Bu salgının AİDS’e neden olan HİV virüsünü öldürdüğü biliniyor. … Saygın tıp dergisi Jama’da yer alan araştırmada, AİDS’in bulaşma oranının sünnetli erkeklerde daha yüksek olduğu yazıyor. …
Sünnet yapılmayan uluslarda her yüz bin kişide HİV oranı aşağıdaki gibidir:
İtalya 8,9 İsviçre 6,5 Danimarka 4,4 Fransa 3,5 Hollanda 2,7 Almanya 2,2 Avusturya 2,2 İsveç 2,0 Norveç 1,6 Finlandiya 0,9 Polonya 0,2 Macaristan 0,2
ABD’de ise bu oran 16’dır. … Bu rakamları yorumlayan Fleiss, şöyle yazmıştır:
“Sünnetin AİDS’i önlediği efsanesi yalnızca yanlış değil, aynı zamanda tehlikelidir de. Bu, sünnetli Amerikalılara, AİDS’e bağışık olduklarını düşündürüp, onları tedbirsiz sekse yönlendirebilir. Bu yalnızca daha fazla AİDS’e yol açacaktır.”
… Sünnet, tanımı gereği cerrahî bir müdahale değildir. Cerrahî müdahaleler şöyle tanımlanmıştır: Yaraların iyileştirilmesi, hastalıklı organ ve dokuların ıslah edilmesi, rekonstrüktif cerrahi, fizyolojik cerrahi. Rutin sünnet bu kategorilere girmez. Dolayısıyla rutin çocuk sünneti geçerli bir cerrahî müdahale değildir. Doktorların yetki belgeleri onlara, cerrahî müdahalede bulunmadıkları sürece insanları kesme ve hastalarına zarar verme iznini vermez.
Ana babanın doktora ne yapması gerektiğini söylediği böylesi garip bir uygulama tıbbın başka hiçbir alanında yoktur.


Yenidoğan sünneti
Sünnet savunucuları sünnetle ilgili her konuda yalan söylediler. Ebeveynlere bebeklerin acı hissetmediklerini söylediler. Çocuğun katıla katıla ağlamasının ve girdiği şokun sünnetten değil, bağlanmaktan kaynaklandığını iddia ettiler. Artık bebeklerin değişen beyin dalgalarından ve fizyolojik fonksiyonların değişiminden onların ne kadar acı çektiklerini biliyoruz. Sünneti takip eden günlerde acının devam ettiği, anne-çocuk bağının zedelendiği, beslenme bozukluklarının baş gösterdiği de biliniyor. Çocuk derin bir travma yaşıyor. Bilinç altına itilen bu travmanın etkisi yetişkin döneminde de sürüyor; yetişkin erkek bunun sünnetle olan bağlantısının farkında olmasa bile.
Yapılan bir çok çalışmanın yanı sıra Minnesota Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü ile Pediatri Bölümü’nden Dr. Howard Stang ve ekibinin yaptığı araştırma, sünnetin bebeklik döneminde yapılan en acı veren ameliyat olduğunu gösteriyor. Bebeğin kalp atışlarında dakikada 55 artış görülüyor. Sünnet sonrasında kortizol, öncesine göre üç-dört misli artıyor. Araştırmacılar, bu derece yüksek acının yetişkinlerde dayanılmaz olduğunu söylüyor. Bebek, acıdan feryat ediyor, titriyor, bazılarının nefesi kesildiği için oksijensizlikten renkleri maviye dönüşüyor. … Ülkemizde çoğu doktor ve sünnetçi kulaktan duyma eski bilgilerle sünnet sırasında bebeğin acı çekmediğini savunuyor. … Bazı doktorlar bebeğe lidocaine iğnesi vuruyor. İğnenin kendisi zaten en az sünnet kadar acı verici. Ayrıca daima etkili olmadığı gibi, sinirlere ve damarlara da kalıcı zarar verebiliyor. … Lidocaine ile birlikte DPNB kullanımı işitme bozukluklarına yol açabiliyor. Bazen penisin tümüyle kalıcı olarak duyarsızlaşmasına de neden olabiliyor. Çünkü enjeksiyon sinirlere ve damarlara kalıcı olarak zarar verebiliyor… Genel anestezi bebek için son derece tehlikeli. Lokal anestezinin etkisi ise kısa sürüyor; … sonra acı yine geliyor. Koruyucu derisini yitirmiş, açıkta kalan kıpkırmızı yaralı ve aşırı hassas etin idrarla ve kakayla temas etmemesi imkânsız. İdrar asidi açık yarayı daha da yakar. Yaranın iyileşmesi iki haftayı bulur, ya travmanın iyileşmesi?

ABD’de sünnet nasıl başladı?
Sünnetin ABD’de başlaması, 1870’li yıllarda birkaç Amerikalı doktorun mastürbasyon yapan çocukları cezalandırmak için sünnet etmesi ile, katı ahlâkçı Viktorya döneminin mastürbasyon histerisi sırasında olur. …1970’lere kadar Amerikan tıbbî ders kitapları, sünneti, mastürbasyonu önlemenin bir yöntemi olarak savunuyordu. …ABD’de bebekleri rutin sünneti Soğuk Savaş dönemine kadar başlamamış, neredeyse zorunlu sünnete yol açan bu kurumlaşma adım adım gelişmişti. Şirketler tarafından yönetilen hastaneler ve özel sektör, rutin sünneti kendi halkına hiç danışmadan kurumlaştırdı. Herhangi bir tartışma ya da referandum olmadı. Ancak 1970’lerde çıkan birkaç mahkeme kararı, bu zararlı ama kârlı uygulama için hastanelerin ana baba onayı almasını zorunlu kıldı. Sünnet savunucuları bu karara, ana babaları korkutup çocuklarını sünnet ettirmelerini sağlamak için bazı “tıbbî” gerekçeler ileri sürerek cevap verdiler. Sünnet için ileri sürülen gerekçeler her döneme uygun olarak yenilendi durdu.


Bazı doktorlar sünneti neden savunuyorlar?

Çocuk doktoru Paul Fleiss şöyle diyor:
“Tıp fakültesinde bize sünnet ya da üstderinin fonksiyonları ile ilgili hiçbir şey öğretilmedi. Ben bir sünnet seyrettim. Hepsi bu.”
Bir çok doktor da benzer şeyleri söylüyor. Tıp fakültesinde sadece sünnetin nasıl yapılacağının teknikleri öğretiliyor. Penis derisinin yapısı ve fonksiyonları değil. Yine okulda öğretilenler bebeklerin sünnet esnasında acı çekmediği, sünnetin penis kanserini önlediği ve bu nedenle rutin şekilde yapılmasının geçerli olduğu…
Dr. Thomas Ritter, çoğu tıp ders kitaplarının yanlış bilgilerle dolu olduğunu ve sünneti önerdiğini söylüyor.
Seham Abd el Salam adında Mısırlı bir akademisyenin makalesinden.
“… Tıp fakültesine gittiğimde, erkek sünneti cerrahî çalışmamın bir parçasını oluşturdu. Bütün ders kitaplarında sünnet, penis ve rahim kanserine karşı önleyici bir operasyon olarak tavsiye ediliyordu. Ayrıca anestezi olmadan yapılıyordu; çünkü bebeklerin daha büyük bir çocuk veya bir yetişkin gibi acı hissetmediği iddia ediliyordu.”
Amerikan tıp dünyası büyük ve dişli bir sermaye çarkıdır. Büyük sermayenin ilk amacı ise hiçbir dönemde insancıllık olmamıştır. … Tıp dünyası hizmet sektörü olmaktan çıkıp, ticaret sektörü hâline geldiğinden beri tıp yalanlarıyla sağlık ve hastalıkları tedavi etmek adına nice suçlar işleniyor. Tıp endüstrisinin günümüzde sizin sağlığınızdan değil, hastalığınızdan para kazandığını artık görün. Eski Çin’de doktorlar hastalanan danışanlarına para öderlerdi; çünkü onların görevi insanı sağlıklı tutmaktı, öncelikli amaçları hastalığı iyileştirmek değil, sağlıklı kalmayı sağlamaktı.
Çocuklarımızı oldukları gibi, doğanın yarattığı gibi kabul etmek yerine kendimize benzeterek sünnet ettirmemiz, toplumsal kabul görme uğruna yanlışlara boyun eğdiğimizin göstergesidir.


Sünnet ticareti
Dr. Paul Fleiss, “Üstderim Nerede?” adlı kitabında şöyle diyor:
“Ebeveynler, çocuğunun üstderisini kesmek isteyenlere karşı dikkatli olmalı. İnsan üstderisi bir çok ticarî faaliyet için çok talep edilen bir organ. Sünnet derisi pazarlaması milyonlarca dolarlık bir pazar.”
1980’li yıllardan beri özel hastaneler kesilmiş sünnet derilerini biyo-araştırma lâboratuarlarına ve ilâç şirketlerine satıyor. … Penis üstderisi bir çeşit nefes alabilen bandaj üretiminde kullanılıyor. … Biyo-tıp şirketleri sünnet derisini ensülin üretmek için kullanıyor. Ayrıca Dermagraft-TC gibi ürünler bebek sünnet derilerinin hücreleri çoğaltılarak yapılıyor ve bu ürün yanık bölgelerde geçici yapay deri olarak kullanılıyor. … Kozmetik firmaları, testlerinde hayvanlara acı çektirmediklerinin reklâmını yapıyorlar ama ürünlerinde insan sünnet derisi kullanıyorlar.
… Evet, insan sünnet derisinin sanat (!) eserleri yapımında kullanıldığını, ayrıca erotik/pornografik bir çok sünnet sitesi, dergileri ve fetişist/pornografik sünnet videoları olduğunu biliyor musunuz? Aşağısa resmini gördüğünüz başucu lâmbası halis sünnet derisinden yapılmış. Beyaz, zenci, Asyalı, Hintli ve Kızılderili üstderileri kullanılarak yapılan ilginç desenli bu gece lâmbasının çiftinin satış fiyatı sadece 2500 dolar (!). … Has üstderiden yapılmış bir yeleğin fiyatı 5200 dolar. …
Bunları yazmamın nedeni; ABD’de sünnetten çıkarı olanların bizim sandığımız gibi sadece belirli bir kesimle sınırlı olmadığına, sünnet derisinin bir meta olarak yarattığı pazarın büyüklüğüne dikkat çekmek. Sünnet derisinden beslenen ciddî bir kesim var ve bu kesim çocuğumuzun derisinden kolay kolay vazgeçmeyecek, onu alabilmek için her türlü yolu denemeye, her yalanı söylemeye, satın aldığı her saygın unvanı kullanmaya devam edecektir.
Ayrıca ABD’de doktorların sünnet başına ortalama iki yüz dolar aldıklarını da hatırlatmakta yarar var. Ülkemizde (özel hastanelerde) bu rakam, 1000YTL civarında.
ABD’de sünnetten en çok faydalanan kurum tıp endüstrisidir. Doktorlar tahminen iki yüz milyon doların üzerinde parayı her yıl gerçekleştirilen bir buçuk milyona yakın sünnet operasyonundan alırlar; hastaneler de beş yüz milyon doların üzerinde parayı doğumdan hemen sonra gerçekleştirilen sünnet nedeniyle (anne ve çocuk için) uzayan hastane yatış sürelerinden elde ederler. Ayrıca sünnet derisi biyoteknik ve kozmetik firmaları tarafından talep edilen milyarlarca dolarlık bir pazar oluşturur. Amerikan hastaneleri sünnet derisini bu şirketlere satar.
Ülkemizde de sünnet endüstrisi çok büyüktür. Sünnet düğünlerinin (!) giysi, salon kirası, hediye, çiçek, yiyecek, içecek, davetiye ve benzeri masrafları vardır. Doktorlar, sünnetçiler, din görevlileri de bu endüstriden paylarını alırlar.


Yukarıdaki alıntılardan sonra yazımızı yine Nil Gün’ün sözleriyle noktalayalım:

Sedece bedenini değil, zihnini de G8’lerin artıklarıyla beslemeye mecbur bırakılan bu toplumun fertleri olan bizler, geleneklerimizin kurbanı olmaktan daha korkuncunu tecrübe ediyoruz aslında. Amerikan tıbbının uygulayıcısı doktorlarımızın dayattığı aydın despotizminin kurbanıyız; kraldan çok kralcının cehaletinin kurbanıyız; kendi zihnine, yüreğine, sezgisine güvenemeyen, otoriteye biat etmiş “bilimsel” bilgi pazarlamacılarının kurbanıyız.
Kaynak:İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
evgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Miralay
4. April 2011, 10:36 AM
Değerli açıklamalarınız için teşekkür ederim.

Sünneti savunanların en büyük dayanaklarından birisi de Hz.Peygamberin doğuştan sünnetli olması iddiasıdır. (Tabii bunlar asılsız rivayetlerdir.)

İnsanı en güzel şekilde yaratan Cenab-ı Allah, isteseydi tüm insanları sünnet edilmiş şekilde yaratırdı. İnsanların %99'u na yakını üst deriyle dünyaya gelir. Geriye kalan kısım özürlü olarak nitelenir.Öncelikle peygamber doğuştan gözkapaksız doğsaydı bizde mi kestirecektik; herhangi bir uzvu eksik olarak doğsaydı, bizde mi kestirecektik?

Konuya devam edelim;

Doğuştan sünnetli olarak doğan çocukların çoğunluğunda bir takım marazlar görülür. Örneğin çocuğun kamışının testislerine yapışık olarak doğması gibi. (Ben de doğuştan sünnetli olarak bu şekilde doğdum ve çocukken bir dizi ameliyat geçirdim. Doktorlar bana özürlü nazarıyla bakmışlardı.)
Bu şekilde marazlı doğan çocuklar tıp dilinde Hypospadias diye adlandırılan bir dizi ameliyat geçirmek zorunda kalırlar.

Bundan anlaşılan; doğuştan sünnetli olarak doğmak bir ayrıcalık değil; tıbben özürlü olarak doğmaktır.

Selam,saygı,dua ve muhabbetlerimle

Derin Düşünce
5. April 2011, 08:42 AM
Sünnet yani genital operasyon Asla İslam dininin bir geregi degildir. Sünnet sadece kadim bir gelenektir. Sünnet olmanın faydaları olduguda zararı olduguda bilim cevrelerince anlatılmaktadır. Uygulamayana gunahkar etiketi vurulamaz. Uygulayanada sirke dusmus denemez.

hiiic
6. April 2011, 09:27 PM
sünnet tam bir sıkıntı. insanın psikolojisini bozuyor.

Hele yemen gibi illerde kadınlarıda sünnet ederlermiş. offf! yaa!.. hayvanların kulağını kestirten şeytan bizim de oralarımızı kestirdi. napalım sağlık olsun.

Bilinç altına yerleşmiş, bu yazıyı okuyana kadar bende iyi bişi sanıyordum. meğersem acı ve, korkudan kaynaklı tecrübe eseri "keserim!" tehdinin sağladığı cennetlik sukunetten başka bi faydası yokmuş. çocuklarıda böyle korkutmamak gerek tabi.

Anonymous
10. April 2011, 03:11 AM
Teşekkürler.

Zamanında detaylıca araştırdığım bir konuydu. İsmi nedeni ile "Hak" konusunda oldukça iddialı gözüken başka bir forumda "sünnet dosyası" adı altında bir konu açmış ve topladığım bilgileri paylaşmıştım. Fakat emeğe saygısı olmadığını düşündüğüm yöneticilerce yüzlerce benzeri konu gibi silinmişti. O konuyu buraya açmayı unutmuşum. Yarın vakit bulur bulmaz ekleyeceğim.

Selamlar.

Taner
10. April 2011, 03:55 AM
Sünnet yani genital operasyon Asla İslam dininin bir geregi degildir. Sünnet sadece kadim bir gelenektir. Sünnet olmanın faydaları olduguda zararı olduguda bilim cevrelerince anlatılmaktadır. Uygulamayana gunahkar etiketi vurulamaz. Uygulayanada sirke dusmus denemez.


Nisa Suresi 118-119. Allah ona [şeytana] lânet etti. Ve o [şeytan], “Elbette Senin kullarından belirli bir pay alacağım, onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah'ın yaratışını/ölçülendirdiğini bozacaklar” dedi. Ve her kim Allah'ın astından şeytanı velî edinirse, o zaman şüphesiz o, apaçık bir ziyan ile ziyana uğrar.

bu ayet geliyor sünnet konusu aklıma geldiğinde. Allah'ın yaratışını değiştirmek değilmidir sünnet. islamı yaşamakmıdır işimize geleni alıp işimize geleni mantık çerçevesinde yorumlayıp kendimizce davranış biçimleri geliştirmek.

diğer bir tarafıda bir çocuğu sırf gelenek adı altında islam'ı kuran'ı peygamber'i kullanarak rızasını almadan kesmek biçmek ne kadar adildir ?

sünneti onamak uygulamak bana göre allah'ın yarattığında fazladan bir uzuv yarattığını ve bu kusuru insanın düzeltmeye çalışması olarak algılıyorum ben.

bu eylem bilinçli olarak yapıldığında mantıklı düşünürsek şayet şirk değilmidir ?

Anonymous
10. April 2011, 09:13 PM
Eski Mısır'da Erkek Çocuk Sünneti




Kaynak:
[(Décoration d’un temple de Mout à Karnak)
Geo. Nagel.
Archiv Orientalni
1952
Vol.XX
No 1/2
P.90/99]


Karnak’taki Mut tapinaginin kuzey dogu çevre duvari uzerine islenmis bir sunnet rituelinin gerçeklesme sahnesi ile ilgili bilgileri bize aktaran yazar,bu tapinagin;Misir’da XXI veya XXII. hanedanlik donemine denk dustugu gorusunde...Tarihlemek gerekirse,bu donem; -1075/-715 gibi genis bir araliga oturtulabilir.Bununla birlikte,yazarin bu makalesi sirasinda,ilgili tapinaklarin tarihlenmesi konusunda henuz detayli bir çalisma yapilmamis oldugunu da ogreniyoruz.Tapinakta,Ramses II (-1279/-1213), ve Nektanebo (-380/-362) gibi isimlerin de kazili olmasi ve farkli donemlere ait oteki bazi bulgular,burada belki daha eski bir tarihteki yapima ve degisik donemlerde restorasyon çalismalari yapilmis olabilecegine isaret ediyor.





Uzerinde sunnet ritueli çiziminin yer aldigi duvar bolumunde ,sadece sunnet sahnesi bulunmuyor.Onemli olçude kirik-eksik bolumlere karsin,buranin daha genis anlamiyla,erkek çocuklarla ilgili bir rituel alani olduguna isaret eden desen ve alt yazilar yer aliyor.

Ilki dogumla ilgili.Dogumu anlatan,fakat anlasilmasi ve dolayisiyla yorumu guç olan desenlerin altinda, “....Gunes’in (tanri’nin) evinde,dogum evinde,tanrilar ona hayat ve guç tasiyarak geliyorlar” seklinde,bebegin dogumuna iliskin olmasi gereken bir ifade yer aliyor.

Sunnet sahnesinin daha ilerisinde ise, ‘emzirme’,’süt verme’ ile ilgili bir sahne bulunuyor.Yazar buradaki sahneyle ilgili olarak,XVIII.hanedanlik donemine iliskin olarak,kiraliçenin, tanri Amon’dan dogurdugu,çocugunun tanriçalar tarafindan emzirilmesine iliskin sahneye atifta bulunuyor.Akadosummer kayitlarinda,bir "tanriça tarafindan emzirilmis","onun kutsal sütüyle beslenmis" olma motifinin kullanildigindan bahsetmistik.Doguran kadin tarafindan degil,baska kadinlar tarafindan emzirilme,eski toplumun,dogan çocugu,dogurdugu kadinin bagli oldugu aidiyetten çekip alma doneminin bir kurumu olarak kullanilmis olmalidir.Bu donem,"anne" akrabalik kavraminin,dogumla degil,emzirmeyle iliskilendirilmeye baslanildigi zamanlar olmalidir. Bay Balaman gibi uzmanlarimiz,"süt analigi" kurumunu,doguran kadinin "süt eksikligi" gibi nedenlere baglayarak açiklarken,eski toplumsal tarih karsisinda olaganustu eksik durduklarini açiklamis olurlar.'Süt analigi' kurumu ve 'helal sut' uzerine deyimsel kalintilar,bize,tarihin erken doneminden kalmadir ve bu çocugun kurban edilmek yerine,doguran kadinin elinden alinarak emzirme,sut, yoluyla,çocuga aidiyet kazandirma anlayisinin gelistigi erken donemin bir uygarlik adimini yansitir."Sut kardesler" arasi evlilik iliskilerinin yasaklanmasindaki neden "sut"un "kan bagi" olusturma ile esit degerde bir akrabalik iliskisi yarattigi kavrayisi uzerine kurulmustur.

Sünnet sahnemize gelince...
Sünnet islemini yapan sahis diz üstü çokmüs vaziyettedir.
Sünnet edilen çocugun sol eli,bu çocugun arkasinda duran kadin tarafindan,sol eli ile tutulmaktadir.
Rituelde sünnet olan iki erkek çocuk ayaktadirlar.
Cocuklarin gerisinde duran, iki kadin diz çokmus vaziyettedirler.
Bu kadinlar çocuklarin anne’leri olmalidir.
Kadinlarin ardinda (resimde sagda) iki adet tanri ayakta duruyor ve sol ellerinde haç,sag ellerinde ise asa’larini tutuyorlar.

Sünnet islemini yapan erkegin ardinda ise,(resimde sol en basta),yazara gore,tanriça Sesşa duruyor.Onun sadece bir ayagini ve eliyle tutuyor olmasi gereken ‘yasam palmiyesi’nin onemli bolumunu goruyoruz.

**
Burada yer alan bilgiler tam 55 yillik.Bu arada ,yukardaki bilgiler daha belirginlestirilmis,daha iyi fotograflar alinmis,belki rekonstitusyonlar hazirlanmis olabilir.Eger boyle ise bile,bunlara su anda sahip degilim..

Fakat,yukardaki açiklamalar, bize,yine de,erkek çocuk sunneti ile ilgili olarak bazi bilgiler vermektedir.

Herseyden once,bir erkek çocuk sunnet sahnesi bakimindan,buradaki bulguyu one çikarmak istedim.Cunku,Akadosumer kayitlari içinde,bildigim kadariyla,gunumuzdeki sunnet sekline uygunluk tasiyan,bir bulgu yer almiyor.

Buradaki sunnet sahnesinin,erkek çocugun cinsel organinin tamamen degil,simdiki gibi,uç kisminin kesildigi bir sahne oldugundan yola çikiyoruz.Eger,bu varsayim dogru ise,bunu,açik sekliyle,bir desen haliyle,ilk kez Misir’da gormus oluyoruz.











Erkek Çocuk Sünneti Ve Kirveligin Kaynaklari Üzerine


http://img.blogcu.com/uploads/toplumvetarih_sunayrin2.jpg

Karnak'ta Mut tapinaginda,erkek çocuk sunnet rituel sahnesinin el çizim kopyasi ( parça.)
G.Nagel.Archiv Orientalni.1952,Vol.XX,No 1/2,Page.90/99

***

Afrika’dan Amerika kitasina,Ortadogu’dan Avusturalya yerlilerine kadar,çok genis bir alanda karsimiza çikan ‘kadin sunneti’ne veya yaygin fallus tapimciligi on kaynaklarina da dayanan erkek çocuk sunnetine iliskin olgulara, eski toplumun ‘dusleri’nden kaynaklanmis ve,nasilsa,yayginlasmis temelsiz kult parçalari gozuyle bakamayiz..

Içinde yasadigimiz butun kulturel zenginligi,butun temel bilgi birikimini bize miras birakmis olan eski toplumun bu tur davranislari,bugunku deger olçulerinden yola çikilarak anlasilamaz .Bu gerçek,eski toplumsal davranis ve kurumlari ‘modern’ (on)yargilarla ele alan çalismalarin her hangi bir yere varamamis olmasiyla da ortaya çikmistir.Erkek ve kadin sunnetinin ve bu kurumlarla da ilgili ‘kirvelik’,’sagdiç’lik gibi kurumlarin,eski toplumda olusma gerekçeleri ve birer kurum olarak yuceltilip kullanilmasi,bu kurumlari vareden toplumsal iliskiler taninmadan ;ilgili topluluklarin bu kurumlarla amaçladiklari anlasilmadan,bu uygulamalari tam olarak tanimak mumkun degildir.Ya garip,barbar toreler olarak anlasilmazlar listesine eklenir ;ya da, ‘sunnet’te,belki,insan sagligina faydali olabilecek tesaduflere dayanarak,Tanrinin 'mucizeleri' bulundugu gibi 'fikir'ler one surulebilir.

Nitekim, yayinladigimiz Anabritannica’nin sunnet bolumunde boyle bir saheser fikir de yer aliyordu : « Ucundaki derinin kesilerek kamis basinin açiga çikarilmasi, smegma olarak bilinen kokulu salginin .bu bölgede birikmesini önler. Kamis kanseri sünnetli erkeklerde daha ender görülür. »
Bunlara,ilerde belki ,oteki tur kanser onleyici yanlar bile,eklenebilir !


Fakat,bunlar boyle bile olsa,kadin ve erkek sunnetinin,binlerce yil onceki uygulanma gerekçeleri olamazlar..
Kutsal Kitaba gore,erkek çocuk (ve kadin) sunnetini,Tanri, kendi ile inançli kullari arasinda yaptigi bir ittifakin nisanesi olarak saptamis.Fakat orada,Tanrinin ozellikle,insanlarin cinsel organin ucundaki et parçasiyla neden bu kadar ilgili oldugu açiklanmamistir.

Eger sunnet bir ‘isaret’ ise,bunun daha açik gorunen,daha az acili bir çozum biçimi bulunamaz miydi ? Tanrinin,boyle bir çozumu,daha once bulabildigini biliyoruz… Nitekim Adem ile Havva’nin ilk iki ogulundan katil olan çiftçi Kabil (Kain),çoban olan kardesi Habil’i oldurdukten sonra,’baskalari’nin onu oldurmesinden korkmus ; “kim bulsa öldürecek beni " diye tanriya sizlanmisti.

“Bunun üzerine Tanri , "Seni kim öldürürse, ondan yedi kez öç alınacak" dedi. Kimse bulup öldürmesin diye Kayin'in üzerine bir nişan koy”mustu. (http://www.incil.info/incil-eskiceviri/Yar.htm (http://www.incil.info/incil-eskiceviri/Yar.htm))

Dogal olarak,bu anlatimda,kendi içinde çelismeler yok degil.
Tanri bu kardes katilini affetmekle kalmamis,ustelik onu korumasi altina da almisti.

Eger Eski Ahit'teki bu anlatimi temel alirsak,aslinda, o sirada ortalikta, sadece Adem,Havva ve Kayin ,yani toplam uç kisi var olmalidir.Kayin bilmiyorsa bile,Tanrinin,ortada baska ‘kimse’ olmadigini bilmesi lazim...Fakat yine de Tanri orada,nasil oldugunu tam bilmedigimiz bir nisani,’herkes’in gorebilecegi sekilde,Kayin’in “uzerine” koymus;onu korumasi altina almistir..

Bu bir giysi turu ,saç kesme sekli,basindaki saçlarinin kesilmis bir bolgesine vurulmus bir damga.... vb. olabilirdi ama,bir cinsel organin sunneti olmadigi;‘isaret’in gizli bir bolgede degil,açik oldugu anlasiliyor.





Erkek Çocuk Sünneti ve Fallus Kültü


« (Ninmah) erkeklik organindan yoksun,
kadinlik organindan yoksun bir varlik yapti.
Erkeklik organindan yoksun,
kadinlik organindan yoksun bu var¬ligi gören Enki,
Onun yazgisini
kralin önünde durmak olarak belirledi. »




***

Karnak'ta Mut tapinaginin bir duvar resiminin el çizim kopyasi ( parça.)
G.Nagel.
Archiv Orientalni.
1952
Vol.XX
No 1/2
P.90/99
***
http://img.blogcu.com/uploads/toplumvetarih_180px-PhallusDelos.jpg

Delos'taki bazi tapinaklarin onune bulunan
kesilmis fallus ornegi
(http://fr.wikipedia.org/wiki/Symbolisme_phallique (http://fr.wikipedia.org/wiki/Symbolisme_phallique))











Erkek Çocuk Sünneti Üzerine

http://img.blogcu.com/uploads/toplumvetarih_sunayrinti.jpg

Karnak'ta Mut tapinaginin bir duvar resiminden parça.
G.Nagel.
Archiv Orientalni.
1952
Vol.XX
No 1/2
P.90/99
***

Uzerinde fazla çalisilmamis olan ‘sunnet’ ve ilgili eski kurumlari,toplumsal anlamlari bakimindan, tanimakta fayda var.

Birçok oteki konu gibi,bu alanda da,akademi dunyamiz pek çaba gostermis sayilmaz.Dr. Mustafa Aksoy’un,sunnet kurumu ile baglantili olan,
“kirvelik konusunda ülkemizde yapılan iki önemli çalışmadan” ;
“ülkemizde kirvelik konusunda yazılı tek kitabın sahibi”nden bahsetmesi, durumun ne oldugunu zaten ortaya azçok koyuyor.Kirvelik ve sunnet birbirine çok bagli konulardir.

Turkiye'deki akademi dunyasinin geleneklere baglanan demir pençeleri,eni sonu kirilacaktir.Ozellikle genç nesil bilim adamlarina guven duymamiz gerek.Bati bilim dunyasindan bir otorite ele almadi diye,bu son derece onemli konular bir yana birakilamaz. Bu noktadaki sosyal bulgular bakimindan zengin olan Turkiye'de bu konulari gelistirmek uzere ele alacak bilim adamlari çikacaktir.

Eski toplum denilince onda, genel olarak hurafe arayan siyasi ‘bilimselciler’ bakimindan ise,su anda, yapacak pek fazla bir sey yok.Dinlerin toplumsal kaynaklari hakkinda yeterli bir fikre sahip olmadiklari halde;derin “dunya ve Turkiye tahlilleri” ile kendi çevrelerini bile toparlayabilmekten uzak olanlarin,simdi “muslumanlari kazanma”, “islam reformunda aktif taraf olma”,"cin olmadan adam çarpma" hulyalarina ;"40 yildir cenaze namazi kilma" vb. turunden duyuru politikalarina sadece uzulerek bakiyorum.

Yukardaki desen,Misir’da,XXI veya XXII. Hanedanlik donemine ait,Kardak’taki Mut tapinak girisine kazilmis.Erkek çocuk sunnet rituelini resmediyor.Eski Ahit’te ise,Abraham donemine ait olarak bir ‘sunnet’ gelenek anlatimi baslatilmis gorunuyor.Musa’yla devam edip geliyor.Bu noktada,kaynagin Misir olup olmadigi uzerinde,daha sonra,durmaya çalisacagiz.Akadosumer geleneklerinin,erken ‘yaratilis’ anlatimlarindaki ‘hadim’ varliklarin,sami ve eski Yunan topluluklar arasindaki derin fallus kultunun bununla ilgilerini ele almaya çalisagiz.Belki konu kesin hatlariyla çozumlenmekten uzak kalabilir ama,bilim dunyasinin pek ele almadigi bu sorunlari yeniden yorumlayarak çozme çabalarinda bir kotuluk yok..

Sunnet kurumunun tarihsel yapisi ve kutsal kitaplardaki ilgili ifadeler,konumuzu,her seyden once genel ozellikleri ve anlamlari taniyarak ele almanin gerekli oldugunu gosteriyor."Turkiye" içinde kalan her turlu ifade daha bastan içinde eksiklik ve yanlislar tasir.Fakat,bu eski uygulamanin genel anlamlarina ulasirken,Turkiye’nin çesitli yorelerindeki degisik uygulamalarin taninmasi ise,bize,vargilarda bulunurken buyuk kolayliklar saglayacaktir...

Ekte,simdilik, okunmasinda fayda olan, bir kaç çalismayi yayinlamakla yetiniyorum.
***
AnaBritannica,C.20,s.186
Sünnet, Arapça HITAN, kamisin (penis) ucundaki derinin bir bölümünün ya da tümünün kesilmesi. Müslümanlar, Yahudi-ler ve bazi Hiristiyanlarin yani sira, dünya-nin her yerinde çesitli geleneksel toplumlar¬da dinsel açidan büyük önem tasir. Uygula¬manin kökeni bilinmemekle birlikte, etnik bakimdan yaygin bir tören olmasi ve bu is için baslangiçtan beri metalden çok tas biçaklarin kullanilma- si, sünnetin tarihinin en eski çaglara dayandigini gösterir.

Sünnet, geleneksel bir tören oldugu he-men her yerde, erinlik (bulug) çaginda ya da öncesinde uygulanir. Bazi Müslüman halklar arasinda erkekler evlenmeden he-men önce, bazilarinda ise dinsel egitim çaginda ya da. dogumdan hemen sonra sünnet edilir. IsIam kaynaklari sünnetin Araplar arasinda Islam öncesinde de uygu¬lanan bir gelenek oldugunu belirtir. Degisik fikih mezhepleri sünnetin uygulanacagi yas konusunda farkli kurallar öngörür. Yahudi¬lerde erkek bebeklerin dogu.mdan sekiz gün sonra sünnet edilmesi, Hz. ibrahim'in Tan¬ri'yla gerçeklestirdigi ahdin bir parçasi sayi¬lir. Kilise, daha ilk dönemlerinde bu "Musa Yasasi"nin Hiristiyanlar için baglayici olma¬digina karar vermistir. Sünnet, uygulandigiyasa bakilmaksizin, genellikle bireyin baglioldugu gruba biçimselolarak da katilmasiniya da belirli bir statüye ulasmasini, böylece toplumsal konumunu ve haklarini kazanma¬sini simgeler.

Ucundaki derinin kesilerek kamis basinin açiga çikarilmasi, smegma olarak bilinen kokulu salginin .bu bölgede birikmesini önler. Kamis kanseri sünnetli erkeklerde daha ender görülür.

Klitoridektomi olarak adlandirilan kadin sünneti (Arapça hafz), farkli topluluklarda farkli biçimlerde uygulanan ve klitorisin bir bölümü kesilerek gerçeklestirilen, gene tö-rensel bir uygulamadir. Yeni Gine, Avus-tralya, Malakka Takimadalari, Etiyopya, Misir ve Afrika'nin basKa kesimleri, Brezil-ya, Meksika ve Peru'da, ayrica Ortadogu, Afrika, Bati Asya ve Hindistan'da yasayan
çesitli. Müslüman topluluklarda yaygindir.
Bazi Islam topluluklarinda kadin sünnetini de vacip sayan mezhepler vardir.



***
("Tasavvuri","kurgusal","sakaciktan" Akrabalik kurumlari adi verilen,eski toplumun gerçek kurumlari uzerine bir dipnot bilgisi..)


BELLETEN
TTK Basimevi-Ankara
Agustos 1992

AYGEN ERDENTUG
(‘Akrabalik Terimlerinin Kullanimi’)
S .483/512



« ÖZET VE SONUÇ


Görüldügü kadariyla, günümüz Türkiyesi'nde, akrabalik terimleri is-levsel oldugu kadar yapisal bir degisim içindedir. Akrabalik terminolojimi¬zi etkileyen karmasik degiskenler arasinda, özellikle görsel-isitsel kitle ileti¬sim araçlari, bati dillerinde egitim görmeyi önemli kilan sosyo-ekonomik talep ile soy sop grubunun önemini yitirmesi ve "aile"nin küçülmesi gibi etkenler dikkati çekmektedir.

Bu degisim, söz gelimi, en az birkaç kusak kentliler arasinda, Bati dillerinden "düz çevirme" ile aktanlan "kuzen" te¬riminin yerlesmesidir. Bu arada, Planli Kalkinma dönemine girmemiz ile birlikte her geçen yil daha da süratle artan, kirsal alandan kentlerimize goç ile daha çok kirsal kesimde geçerli olan «tasavvuri» akrabalik terimlerinin de yaygin bir biçimde kent kulturune aktarilmasina sahit olunmustur.Buna karsilik,1940’larda yapilan tespitlere gore,kentlerde geçerliligini koruyan, ‘yenge’,sagdiç’( H.Z Kosay,1944),hatta ‘kirve’ gibi bir takim ‘tasavvuri’ akrabalik terimleri,belirli bir kentli grup için onemlerini yitirmislerdir…. » ( s.506)









Erkek Çocuk Sünneti Üzerine-2


Eski Ahit - Yaratılış

Sünnet: Antlaşma Simgesi

BÖLÜM 17

Avram doksan dokuz yaşındayken RAB ona görünerek, “Ben Her Şeye Gücü Yeten Tanrı`yım” dedi, “Benim yolumda yürü, kusursuz ol.
Seninle yaptığım antlaşmayı sürdürecek, soyunu alabildiğine çoğaltacağım.”
Avram yüzüstü yere kapandı. Tanrı,
Seninle yaptığım antlaşma şudur dedi, “Birçok ulusun babası olacaksın.
Artık adın Avram(Abram)(Ibram) değil, İbrahim(Abraham)(Avraham) olacak. Çünkü seni birçok ulusun babası yapacağım.


Seni çok verimli kılacağım. Soyundan uluslar doğacak, krallar çıkacak.
Antlaşmamı seninle ve soyunla kuşaklar boyunca, sonsuza dek sürdüreceğim. Senin, senden sonra da soyunun Tanrısı olacağım.
Bir yabancı olarak yaşadığın toprakları, bütün Kenan ülkesini sonsuza dek mülkünüz olmak üzere sana ve soyuna vereceğim. Onların Tanrısı olacağım.”


Tanrı İbrahim`e, “Sen ve soyun kuşaklar boyu antlaşmama bağlı kalmalısınız” dedi,
Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek.
Sünnet olmalısınız. Sünnet aramızdaki antlaşmanın belirtisi olacak.
Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dahil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu.


Evinizde doğan ya da satın aldığınız her çocuk kesinlikle sünnet edilecek. Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak.
Sünnet edilmemiş her erkek halkının arasından atılacak, çünkü antlaşmamı bozmuş demektir.”

Tanrı, “Karın Saray`a gelince, ona artık Saray demeyeceksin” dedi, “Bundan böyle onun adı Sara olacak.
Onu kutsayacak, ondan sana bir oğul vereceğim. Onu kutsayacağım, ulusların anası olacak. Halkların kralları onun soyundan çıkacak.”

İbrahim yüzüstü yere kapandı ve güldü. İçinden, “Yüz yaşında bir adam çocuk sahibi olabilir mi?” dedi, “Doksan yaşındaki Sara doğurabilir mi?”

Sonra Tanrı`ya, “Keşke İsmail`i mirasçım kabul etseydin!” dedi.
Tanrı, “Hayır. Ama karın Sara sana bir oğul doğuracak, adını İshak koyacaksın” dedi, “Onunla ve soyuyla antlaşmamı sonsuza dek sürdüreceğim.
İsmail`e gelince, seni işittim. Onu kutsayacak, verimli kılacak, soyunu alabildiğine çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak. Soyunu büyük bir ulus yapacağım.
Ancak antlaşmamı gelecek yıl bu zaman Sara`nın doğuracağı oğlun İshak`la sürdüreceğim.”

Tanrı İbrahim`le konuşmasını bitirince ondan ayrılıp yukarıya çekildi.
İbrahim evindeki bütün erkekleri -oğlu İsmail`i, evinde doğanların, satın aldığı uşakların hepsini- Tanrı`nın kendisine buyurduğu gibi o gün sünnet ettirdi.
İbrahim sünnet olduğunda doksan dokuz yaşındaydı.
Oğlu İsmail on üç yaşında sünnet oldu.
İbrahim, oğlu İsmail`le aynı gün sünnet edildi.
İbrahim`in evindeki bütün erkekler -evinde doğanlar ve yabancılardan satın alınanlar- onunla birlikte sünnet oldu.


**
BÖLÜM 21

RAB verdiği söz uyarınca Sara`ya iyilik etti ve sözünü yerine getirdi.
Sara hamile kaldı; İbrahim`in yaşlılık döneminde, tam Tanrı`nın belirttiği zamanda ona bir erkek çocuk doğurdu.
İbrahim Sara`nın doğurduğu çocuğa İshak adını verdi.
Tanrı`nın kendisine buyurduğu gibi oğlu İshak`ı sekiz günlükken sünnet etti.


***

Dina ve Şekemliler

BÖLÜM 34

Lea`yla Yakup`un kızı Dina bir gün yöre kadınlarını ziyarete gitti.
O bölgenin beyi Hivli Hamor`un oğlu Şekem Dina`yı görünce tutup ırzına geçti.
Yakup`un kızına gönlünü kaptırdı. Dina`yı sevdi ve ona nazik davrandı.
Babası Hamor`a, “Bu kızı bana eş olarak al” dedi.
Yakup kızı Dina`nın kirletildiğini duyduğunda, oğulları kırda hayvanların başındaydı. Yakup onlar gelinceye kadar konuşmadı.
Bu arada Şekem`in babası Hamor konuşmak için Yakup`un yanına gitti.
Yakup`un oğulları olayı duyar duymaz kırdan döndüler. Üzüntülü ve çok öfkeliydiler. Çünkü Şekem Yakup`un kızıyla yatarak İsrail`in onurunu kırmıştı. Böyle bir şey olmamalıydı.
Hamor onlara, “Oğlum Şekem`in gönlü kızınızda” dedi, “Lütfen onu oğluma eş olarak verin.
Bizimle akraba olun. Birbirimize kız verip kız alalım.
Bizimle birlikte yaşayın. Ülke önünüzde, nereye isterseniz yerleşin, ticaret yapın, mülk edinin.”
Şekem de Dina`nın babasıyla kardeşlerine, “Bana bu iyiliği yapın, ne isterseniz veririm” dedi,
Ne kadar başlık ve armağan isterseniz isteyin, dilediğiniz her şeyi vereceğim. Yeter ki, kızı bana eş olarak verin.
Kızkardeşleri Dina`nın ırzına geçildiği için, Yakup`un oğulları Şekem`le babası Hamor`a aldatıcı bir yanıt verdiler.
Olmaz, kızkardeşimizi sünnetsiz* bir adama veremeyiz dediler, “Bizim için utanç olur.
Ancak şu koşulla kabul ederiz: Bütün erkekleriniz bizim gibi sünnet olursa,
birbirimize kız verip kız alabiliriz. Sizinle birlikte yaşar, bir halk oluruz.
Eğer kabul etmez, sünnet olmazsanız, kızımızı alır gideriz.”
Bu öneri Hamor`la oğlu Şekem`e iyi göründü.
Ailesinde en saygın kişi olan genç Şekem öneriyi yerine getirmekte gecikmedi. Çünkü Yakup`un kızına aşıktı.
Hamor`la oğlu Şekem durumu kent halkına bildirmek için kentin kapısına gittiler.
Bu adamlar bize dostluk gösteriyor dediler, “Ülkemizde yaşasınlar, ticaret yapsınlar. Topraklarımız geniş, onlara da yeter, bize de. Birbirimize kız verip kız alabiliriz.
Yalnız, şu koşulla bizimle birleşmeyi, birlikte yaşamayı kabul ediyorlar: Bizim erkeklerin de kendileri gibi sünnet olmasını istiyorlar.
Böylece bütün sürüleri, malları, öbür hayvanları da bizim olur, değil mi? Gelin onlarla anlaşalım, bizimle birlikte yaşasınlar.”
Kent kapısından geçen herkes Hamor`la oğlu Şekem`in söylediklerini kabul etti ve kentteki bütün erkekler sünnet oldu.
Üçüncü gün erkekler daha sünnetin acısını çekerken, Yakup`un oğullarından ikisi -Dina`nın kardeşleri Şimon`la Levi- kılıçlarını kuşanıp kuşku uyandırmadan kente girip bütün erkekleri kılıçtan geçirdiler.
Hamor`la oğlu Şekem`i de öldürdüler. Dina`yı Şekem`in evinden alıp gittiler.
Sonra Yakup`un bütün oğulları cesetleri soyup kenti yağmaladılar. Çünkü kızkardeşlerini kirletmişlerdi.
Kentteki ve kırdaki davarları, sığırları, eşekleri ele geçirdiler.
Bütün mallarını, çocuklarını, kadınlarını aldılar, evlerindeki her şeyi yağmaladılar.
Yakup, Şimon`la Levi`ye, “Bu ülkede yaşayan Kenanlılar`la Perizliler`i bana düşman ettiniz, başımı belaya soktunuz” dedi, “Sayıca azız. Eğer birleşir, bana saldırırlarsa, ailemle birlikte yok olurum.”
Şimon`la Levi, “Kızkardeşimize bir fahişe gibi mi davranmalıydı?” diye karşılık verdiler.

***
Rab Musa`ya Belirtiler Gösteriyor
BÖLÜM 4

Musa, “Ya bana inanmazlarsa?” dedi, “Sözümü dinlemez, `RAB sana görünmedi` derlerse, ne olacak?”
RAB, “Elinde ne var?” diye sordu. Musa, “Değnek” diye yanıtladı.
RAB, “Onu yere at” dedi. Musa değneğini yere atınca, değnek yılan oldu. Musa yılandan kaçtı.
RAB, “Elini uzat, kuyruğundan tut” dedi. Musa elini uzatıp kuyruğunu tutunca yılan yine değnek oldu.
RAB, “Bunu yap ki, ataları İbrahim`in, İshak`ın, Yakup`un Tanrısı RAB`bin sana göründüğüne inansınlar” dedi.
Sonra, “Elini koynuna koy” dedi. Musa elini koynuna koydu. Çıkardığı zaman eli bir deri hastalığına yakalanmış, kar gibi bembeyaz olmuştu.
RAB, “Elini yine koynuna koy” dedi. Musa elini yine koynuna koydu. Çıkardığı zaman eli eski haline dönmüştü.
RAB, “Eğer sana inanmaz, ilk belirtiyi önemsemezlerse, ikinci belirtiye inanabilirler” dedi,
Bu iki belirtiye de inanmaz, sözünü dinlemezlerse, Nil`den biraz su alıp kuru toprağa dök. Irmaktan aldığın su toprakta kana dönecek.
Musa RAB`be, “Aman, ya Rab!” dedi, “Ben kulun ne geçmişte, ne de benimle konuşmaya başladığından bu yana iyi bir konuşmacı oldum. Çünkü dili ağır, tutuk (dili sunnetsiz) biriyim.”
RAB, “Kim ağız verdi insana?” dedi, “İnsanı sağır, dilsiz, görür ya da görmez yapan kim? Ben değil miyim?
Şimdi git! Ben konuşmana yardımcı olacağım. Ne söylemen gerektiğini sana öğreteceğim.”
Musa, “Aman, ya Rab!” dedi, “Ne olur, benim yerime başkasını gönder.”
RAB Musa`ya öfkelendi ve, “Ağabeyin Levili Harun var ya!” dedi, “Bilirim, o iyi konuşur. Hem şu anda seni karşılamaya geliyor. Seni görünce sevinecek.
Onunla konuş, ne söylemesi gerektiğini anlat. İkinizin konuşmasına da yardımcı olacak, ne yapacağınızı size öğreteceğim.
O sana sözcülük edecek, senin yerine halkla konuşacak. Sen de onun için Tanrı gibi olacaksın.
Bu değneği eline al, çünkü belirtileri onunla gerçekleştireceksin.”


Musa Mısır`a Dönüyor

Musa kayınbabası Yitro`nun yanına döndü. Ona, “İzin ver, Mısır`daki soydaşlarımın yanına döneyim” dedi, “Bakayım, hâlâ yaşıyorlar mı?” Yitro, “Esenlikle git” diye karşılık verdi.
RAB Midyan`da Musa`ya, “Mısır`a dön, çünkü canını almak isteyenlerin hepsi öldü” demişti.
Böylece Musa karısını, oğullarını eşeğe bindirdi; Tanrı`nın buyurduğu değneği de eline alıp Mısır`a doğru yola çıktı.
RAB Musa`ya, “Mısır`a döndüğünde, sana verdiğim güçle bütün şaşılası işleri firavunun önünde yapmaya bak” dedi, “Ama ben onu inatçı yapacağım. Halkı salıvermeyecek.
Sonra firavuna de ki, `RAB şöyle diyor: İsrail benim ilk oğlumdur.
Sana, bırak oğlum gitsin, bana tapsın, dedim. Ama sen onu salıvermeyi reddettin. Bu yüzden senin ilk oğlunu öldüreceğim.`”


RAB yolda, bir konaklama yerinde Musa`yla karşılaştı, onu öldürmek istedi.
O anda Sippora keskin bir taş alıp oğlunu sünnet etti, derisini Musa`nın ayaklarına dokundurdu. “Gerçekten sen bana kanlı güveysin” dedi.
Böylece RAB Musa`yı esirgedi. Sippora Musa`ya sünnetten ötürü “Kanlı güveysin” demişti.

RAB Harun`a, “Çöle, Musa`yı karşılamaya git” dedi. Harun gitti, onu Tanrı Dağı`nda karşılayıp öptü.

Musa duyurması için RAB`bin kendisine söylediği bütün sözleri ve gerçekleştirmesini buyurduğu bütün belirtileri Harun`a anlattı.
Musa`yla Harun varıp İsrail`in bütün ileri gelenlerini topladılar.
Harun RAB`bin Musa`ya söylemiş olduğu her şeyi onlara anlattı. Musa da halkın önünde belirtileri gerçekleştirdi.

Halk inandı; RAB`bin kendileriyle ilgilendiğini, çektikleri sıkıntıyı görmüş olduğunu duyunca, eğilip tapındılar.

***
Fısıh Kuralları

RAB Musa`yla Harun`a şöyle dedi: “Fısıh Bayramı`nın* kuralları şunlardır: Hiçbir yabancı Fısıh* etini yemeyecek.
Ama satın aldığınız köleler sünnet edildikten sonra ondan yiyebilir.
Konuklar ve ücretli işçiler ondan yemeyecek.
Fısıh eti evde yenmeli, evin dışına çıkarılmamalı. Kemikleri kırmayacaksınız.
Bütün İsrail topluluğu Fısıh Bayramı`nı kutlayacak.
Yanınızdaki yabancı bir konuk RAB`bin Fısıh Bayramı`nı kutlamak isterse, önce evindeki bütün erkekler sünnet edilmeli; sonra yerel halktan biri gibi İsrail halkına katılıp bayramı kutlayabilir. Ama sünnetsiz* biri Fısıh etini yemeyecektir.
Ülkede doğan için de, aranızda yaşayan yabancı için de aynı kural geçerlidir.”
İsrailliler RAB`bin Musa`yla Harun`a verdiği buyruğu eksiksiz yerine getirdiler.
O gün RAB İsrailliler`i ordular halinde Mısır`dan çıkardı.

***





Incil
Elçilerin işleri

BÖLÜM 15

Yeruşalim`deki Toplantı
Yahudiye`den gelen bazı kişiler Antakya`daki kardeşlere, “Siz Musa`nın töresi uyarınca sünnet olmadıkça kurtulamazsınız” diye öğretiyorlardı.
Pavlus`la Barnaba bu adamlarla bir hayli çekişip tartıştılar. Sonunda Pavlus`la Barnaba`nın, başka birkaç kardeşle birlikte Yeruşalim`e gidip bu sorunu elçiler ve ihtiyarlarla* görüşmesi kararlaştırıldı.
Böylece kilise* tarafından gönderilenler, öteki uluslardan* olanların Tanrı`ya nasıl döndüğünü anlata anlata Fenike ve Samiriye bölgelerinden geçerek bütün kardeşlere büyük sevinç verdiler.
Yeruşalim`e geldiklerinde inanlılar topluluğu*, elçiler ve ihtiyarlarca iyi karşılandılar. Tanrı`nın kendileri aracılığıyla yapmış olduğu her şeyi anlattılar.
Ne var ki, Ferisi* mezhebinden bazı imanlılar kalkıp şöyle dediler: “Öteki uluslardan olanları sünnet etmek ve onlara Musa`nın Yasası`na uymalarını buyurmak gerekir.”
Elçilerle ihtiyarlar bu konuyu görüşmek için toplandılar.
Uzunca bir tartışmadan sonra Petrus ayağa kalkıp onlara, “Kardeşler” dedi, “Öteki uluslar Müjde`nin bildirisini benim ağzımdan duyup inansınlar diye Tanrı`nın uzun zaman önce aranızdan beni seçtiğini biliyorsunuz.
İnsanın yüreğini bilen Tanrı, Kutsal Ruh`u tıpkı bize verdiği gibi onlara da vermekle, onları kabul ettiğini gösterdi.
Onlarla bizim aramızda hiçbir ayrım yapmadı, iman etmeleri üzerine yüreklerini arındırdı.
Öyleyse, ne bizim ne de atalarımızın taşıyamadığı bir boyunduruğu öğrencilerin boynuna geçirerek şimdi neden Tanrı`yı deniyorsunuz?
Bizler, Rab İsa`nın lütfuyla kurtulduğumuza inanıyoruz; onlar da öyle.”
Bunun üzerine bütün topluluk sustu ve Barnaba`yla Pavlus`u dinlemeye başladı. Barnaba`yla Pavlus, Tanrı`nın kendileri aracılığıyla öteki uluslar arasında yaptığı harikalarla belirtileri tek tek anlattılar.
Onlar konuşmalarını bitirince Yakup söz aldı: “Kardeşler, beni dinleyin” dedi.
Simun, Tanrı`nın öteki uluslardan kendine ait olacak bir halk çıkarmak amacıyla onlara ilk kez nasıl yaklaştığını anlatmıştır.
Peygamberlerin sözleri de bunu doğrulamaktadır. Yazılmış olduğu gibi: `Bundan sonra ben geri dönüp, Davut`un yıkık konutunu yeniden kuracağım. Onun yıkıntılarını yeniden kurup Onu tekrar ayağa kaldıracağım.
Öyle ki, geriye kalan insanlar, Bana ait olan bütün uluslar Rab`bi arasınlar. Bunları ta başlangıçtan bildiren Rab, İşte böyle diyor.`
Bu nedenle, kanımca öteki uluslardan Tanrı`ya dönenlere güçlük çıkarmamalıyız.
Ancak putlara sunulup murdar* hale gelen etlerden, fuhuştan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve kandan sakınmaları gerektiğini onlara yazmalıyız.
Çünkü çok eski zamanlardan beri Musa`nın sözleri her kentte duyurulmakta, her Şabat Günü* havralarda okunmaktadır.” Öteki Uluslardan Olan İmanlılara Mektup
Bunun üzerine bütün inanlılar topluluğuyla* elçiler ve ihtiyarlar*, kendi aralarından seçtikleri adamları Pavlus ve Barnaba`yla birlikte Antakya`ya göndermeye karar verdiler. Kardeşlerin önde gelenlerinden Barsabba denilen Yahuda ile Silas`ı seçtiler.
Onların eliyle şu mektubu yolladılar: “Kardeşleriniz olan biz elçilerle ihtiyarlardan, öteki uluslardan olup Antakya, Suriye ve Kilikya`da bulunan siz kardeşlere selam!
Bizden bazı kişilerin yanınıza geldiğini, sözleriyle sizi tedirgin edip aklınızı karıştırdığını duyduk. Oysa onları biz göndermedik.
Bu nedenle aramızdan seçtiğimiz bazı kişileri, sevgili kardeşlerimiz Barnaba ve Pavlus`la birlikte size göndermeye oybirliğiyle karar verdik.
Bu ikisi, Rabbimiz İsa Mesih`in adı uğruna canlarını gözden çıkarmış kişilerdir.
Kararımız uyarınca size Yahuda ile Silas`ı gönderiyoruz. Onlar aynı şeyleri sözlü olarak da aktaracaklar.
Kutsal Ruh ve bizler, gerekli olan şu kuralların dışında size herhangi bir şey yüklememeyi uygun gördük: Putlara sunulan kurbanların etinden, kandan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve fuhuştan sakınmalısınız. Bunlardan kaçınırsanız, iyi edersiniz. Esen kalın.”
Adamlar böylece yola koyulup Antakya`ya gittiler. Topluluğu bir araya getirerek onlara mektubu verdiler.
İmanlılar, mektuptaki yüreklendirici sözleri okuyunca sevindiler.
Kendileri peygamber olan Yahuda ile Silas, birçok konuşmalar yaparak kardeşleri yüreklendirip ruhça pekiştirdiler.
Bir süre orada kaldıktan sonra, kendilerini göndermiş olanların yanına dönmek üzere kardeşler tarafından esenlikle yolcu edildiler.
Pavlus`la Barnaba ise Antakya`da kaldılar, birçoklarıyla birlikte öğretip Rab`bin sözünü müjdelediler.
Pavlus`la Barnaba Arasında Anlaşmazlık
Bundan bir süre sonra Pavlus Barnaba`ya, “Rab`bin sözünü duyurduğumuz bütün kentlere dönüp kardeşleri ziyaret edelim, nasıl olduklarını görelim” dedi.
Barnaba, Markos denilen Yuhanna`yı da yanlarında götürmek istiyordu.
Ama Pavlus, Pamfilya`da kendilerini yüzüstü bırakıp birlikte göreve devam etmeyen Markos`u yanlarında götürmeyi uygun görmedi.
Aralarında öylesine keskin bir anlaşmazlık çıktı ki, birbirlerinden ayrıldılar. Barnaba Markos`u alıp Kıbrıs`a doğru yelken açtı.
Silas`ı seçen Pavlus ise, kardeşlerce Rab`bin lütfuna emanet edildikten sonra yola çıktı.
Suriye ve Kilikya bölgelerini dolaşarak inanlı topluluklarını* pekiştirdi.

***
http://www.kurandakidin.net/bolumler/ (http://www.kurandakidin.net/bolumler/)
9. SORU:Sünnet olmak dini bir zorunluluk mudur?
CEVAP: Kuran'da sünnet olmak diye bir şey geçmez. Tevrat'ta sünnet olmak geçer. Allah dileseydi Kuran'da da sünnet olmamızı belirtir, bizim dinimizin de bir mecburiyeti yapabilirdi. Yani isteyen sünnet olur, isteyen olmaz. Dinimizde ne sünnet olun diye bir izah vardır, ne de olmayın diye. Geleneksel İslam'ın adetleri dinselleştirmesi ile sünnet dinselleşmiştir. Gerçi uydurmalarla dolu hadislerin içinde kadınların da sünnet olmasının gerekliliği vardır ama bu izah halka pek açıklanmamaktadır. Sünnet adeti öyle bir dinselleşmiştir ki neredeyse Allah'ın varlığına imandan sonra dinin ikinci şartı gibi algılanmıştır. Sağlığa yararlı olduğuna kanaat getiren, sünnet olur, istemeyen olmaz. Sünnet dinimizin ne bir hükmüdür, ne de alameti farikasıdır.
***













SÜNNET DÜĞÜNÜ İLE İLGİLİ ADETLER

Sünnet olacak çocuğa ailenin sosyal yapısına göre bir kirve bulunarak başlanır.
Kirvenin aile içindeki konumu çok önemlidir. Kirve artık aileden biridir.
Sünnet tarihi belirlenmeden önce sünnetin düğünle mi, yoksa mevlüt okunarak mı, yoksa sade bir törenle mi yapılacağı kararlaştırılır. Ona göre dosta, akrabaya haber verilir. Davetiye (okuntu) gönderilir. Bu davetiye türü, ailenin gelir düzeyine uygun olur. Kimi aileler mendil, kumaş, gömlek, çorap dağıtır.
Kimi aileler ise matbaada bastırılan davetiye gönderirler.
Çocuğun sünnet elbisesini kivre alır. Diğer tören masraflarının bir
bölümünü de karşılar. Sünnet olacak çocuğa törenden bir gün önce sünnet elbisesi giydirilir, çevrede gezilecek yerlere götürülerek gezdirilir.
Sünnet olmadan önce düğünlerdeki gibi kına gecesi yapılır. Sünnet günü evde çok çeşitli yöresel yemekler yapılır. Bunlardan en önemlisi “ DÖVME “ dir.
Dövme değirmende özel çekilmiş buğday ve et ile yapılan bir yemektir. Sünnet’i yapan kişiler Kırıkhan, Antakya, Reyhanlı yörelerinde oturan belirli kişilerdir.
Sünnetçilik bu kişilerin baba mesleğidir.
Sünnet düğününde davullar çalınır, halaylar çekilir. Mevlüt ile yapılan sünnette mevlüt okunur ve sonra sünnet töreni icra edilir.
Kirve çocuğu kucağına alır sünnet yaptırır. Çocuğu yatağa yatırır. Davetliler hediyelerini çocuğa verir.Kirve aileden biridir. Onun kızı alınmaz, onun oğluna kız verilmez. Çünkü artık bir amca, kardeş, dayı gibidir. Kirvelik Kırıkhan’da çok yaygındır.

(http://www.kirikhanolay.com.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=32&Itemid=62)

***
Kirvelik


Karapapaklar için çocuklarının kirvesi çok önemlidir.
Ardahandan Sivasa kadar olan sahada, yani Erzurum, Kars, Erzincan, Artvin, Elazığ, Malatya, Maraş, Bakü-Amasya çizgisinde yaşayan Karapapaklarda; Tunceli, Bingöl, Adıyaman, Diyarbakır, Çorum, Kayseri, Mersin, Adana, Tokat ve Yozgat illerinde kirvelik yaygındır. Kirvelerin çocuklarının birbirleriyle evlenmeleri yasaktır.
Kirve Sünnet olan çocuğun elini kolunu tutan ve çocuk üzerinde babalık hakkı olan kimse demektir, Göle-Karsta kirve, kırva-kirva şeklinde söylenir. Terekemelerce kirve denir.
Ziya Gökalpe göre kirvelik eski Türklerdeki potlaç geleneğinin Anadoludaki görünümüdür. Özene göre de kirvelik bir Türk geleneğidir. Kirvelik peygamber sevgisinden kaynaklanır ve sülale-soy sürer. Mesela kirve, kirve olduğu insanın bir başka çocuğunun sünnetinde bulunmayacak kadar uzaktaysa, onun izni alınmadan ya da onun tayin ettiği biri olmadan sünnet ettirilemez.
Ozanlar, Karapapaklarda önceleri kirvelik çok önemliyken, günümüzde önemini yitirmiştir. Ancak kirveler hala kız alıp vermezler. Eskiden bu köylerde kirvelik, kardeşlikten öndeyken, günümüzde sadece sosyal ilişkileri pekiştirici bir rolle sınırlandırılmıştır. Karapapaklard kullanılan, kirvenin damının üstüne çıkılmaz yani onun kızı kızım, oğlu oğlumdur. Ona kötülük yapılmaz deyimi kirveliğin önemini ifade etmektedir.
Ayrıca Posof-Kars köylerinde de kirvenin damından ve kapısından don-gömlek geçilmez deyimi kullanılmaktadır.
Kirveliğin en önemli fonksiyonlarından biri, yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı gibi, iki aile ya da aile grupları arasında yakınlık sağlamaktadır. Genelde kirvelik sünnet düğünü masraflarının bir başkası tarafından karşılanması ile dostluğu ifade eder. En önemli fonksiyonlarından biri ise, taraflara statü kazandırmaktır. Statü kazanmak iki taraflıdır. Yani erkek çocuk sahibi A şahsını kirve yapmakla o kişi bir statü kazanırken, aynı zamanda kirve vasıtasıyla çocuk ailesinden başka bir şahsa ya da aileye daha sahip olmaktadır.
Çünkü kirve ileride çocuğun yetişmesinde, evlenmesinde önemli fonksiyonlara sahiptir. Kirvelik kurumunun fonksiyonlarından biri diğeri de, sosyal kontrol ve sosyal barışı sağlamasıdır.
Kirveliğin temelinde dostluk yattığını yukarıda ifade etmiştik. İşte bu anlayışa bağlı olarak kirvelerini ona göre seçmişlerdir. Bu nedenle sosyal gruplar arasında yakınlaşmalar, doğrusu sıhri akrabalıklar kurulmuştur.
(http://www.karapapak.com/turkce/konu_detay.aspx?id=12&sm=comp12)

Tunceli


KİRVELİĞİN GELENEK VE TARİHÇESİ

İbrahim peygamberin oğlu olmaz, ikinci kez evlenir. Tanrıya yalvararak eğer bir çocuğu olursa hak yolunda kurban edeceğini vaat eder. İbrahim Peygamberin dileği kabul olunur ve bir çocuğu olur. İkinci ailesinden (eşinden) doğan çocuğun ismi İsmail konur. İkinci ailesinin ismi de Hacer’dir

İsmail büyür. Cebrail bir nida getirerek İbrahim peygamber İsmail�i kurban edilmesi için söz verdiğini hatırlatır. İbrahim peygamber İsmail�i alıp Arafat dağına götürürken yoldan Şeytan rast gelir İbrahim peygamberi caydırmaya çalışırken İsmail o anda hurma yiyormuş.Hurmanın çekirdeğini babasını caydırmaya çalışan şeytanın gözüne atar ve bu adam seni caydırmaya çalışıyor der. Gözü kör olan şeytana o yüzden kör şeytan denir. O zaman şeytan bir ak sakallı kılığında geldiği için tanınmamıştır. İsmail şeytanı teşhis etmiştir. İbrahim peygamber oğlunu alıp Arafat dağına çıkar gözlerini bağlar bıçağı çıkarıp kurban etmek için bıçağı boynuna atar fakat bıçak kesmez bıçağı taşa vurur bıçak mermer taşı keser. O anda Cebrail bir koç getirir o bıçak ta konuşmaya başlar “haktan izin yok, İsmail’in bir tüyünü kesemem” der. Cebrail İsmail’i kaldırıp koçu indirir. Koç İsmail’in yerine kurban edilir.

Kesilen kurbandan 90 kişi yer, o zaman karıncalar gelir “Ya İsmail bizim payımız nerede” derler karıncalar davacı olur, Cebrail Haktan nida getirir. “Ya erenler dişlerinizin arasını karıştırın, onu da karıncalara verin” der herkes dişlerinin arasında olan eti karıncalara verir karıncalar davalarından vazgeçerler.

Karıncalardan sonra bu defa toprak davacı olur. “kurban kesip yediniz, kanını bana akıtmadınız “ der . kimse cevap vermez, Cebrail gene Haktan bir nida getirir. “Ey erenler Allah’ın emri şu ki, İsmail’in bileğini kesin kan toprağa aksın, toprak razı olsun” der.

O zaman İsmail’i sünnet ederek kanı toprağa akıttılar. İbrahim peygamberden kalan adet işte budur.

Tunceli’de kirvelik peygamber dostu olarak kabul edilir ve her çocuğun bir kirvesi vardır. Kirvelik kuşaklar boyu devam ederek günümüze kadar gelen dostluktur.

Böylece kirvelik esaslarına göre:

a) Sünnetten sonra kesilen et parçası yere gömülür.
b) Et yenilirken dişler arasındaki et parçası yenmez.
c) Kurban olarak koyun cinsi makbuldür. Sakat , kulağı kesik ama 1 yaşından küçük yaşlı hayvan kurban kesilmez.
d) Kurbanı kesecek olan erkektir, erkek yoksa kadın erkek çocuğun elini tutar bıçağı ona verir öylece keser.
e) Kurban kesilen bıçak başka bir şey için kullanılmaz.
f ) Kirve olan aile yedi sülale sonra kız alıp verebilirler.




KİRVELİK (SÜNNET ) DÜĞÜNÜ

Kirvelik düğünü Tunceli yöresinde kutsal sayılan bir törendir. Kirvelik adını şundan almaktadır:

Erkek çocuk sünnet olunca gözlerini kapatana yöre terimiyle KİRVE denir onun için çocuk ilk doğduğunda , bir dost gelir, çocuğun kirvesi ben olurum der, çocuk onun peşine (öteğine) atılır artık iki aile arsında çok samimi bir dostluk ( kutsal ) kurulmuştur.

İki aile arasında yedi sülale (Kuşak) geçmeden kimse kimseye kız vermez.

Alınırsa dünyanın en adi en büyük günahını işlemiş olur. Aynı zamanda iki ailenin dost ve akrabaları için de geçerlidir. Kirvelik inanca göre Müslüman olan herkesin İbrahim Peygamber�in icadı olan bu kutsal geleneğe uyması şarttır, geleneğe uymayan Müslüman değildir. Özellikle çeşitli sülale ve aşiretler arasında olan düşmanlık güdülerini ortadan kaldırmak için kirve olma yolları denenmiş ve bu yolla bir çok geçimsizlik ve kırgınlıklar ortadan kaldırılmıştır.

Sünnet olası gereken çocuğun ailesi kirvesine on beş gün önceden haber verir kirve sünnet olan çocuğa bir takım hediyeler alır hazırlar. Esas kirveler çocuğun gözlerini kapatan şahıstır, fakat bu vesileyle ikisinin tüm akraba ve dostları da aile olmuştur.

Düğün hazırlıkları başlayınca çalgıcılara haber verilir. Çalgıcılar çağrılan günde gelirler. Bir gün çalarlar ve o güne “DAVULUN GELDİĞİ GÜN” denir. Aynı gün kirveye elçi gönderilir. Elçi özellikle sünnet edilen çocuk ve çocuğa yoldaşlık yapacak ve onun köçeğidir.

Elçiler bir gün önceden hazırlanan kebabı (bir hayvan keçi , koyun vs. gibi şeyler kesilir. Et parçalar halinde şişe takılır. Ateş üstünde kızardıktan sonra, hiç parçalanmadan kirveye götürülür.) bir gece kalındıktan sonra kirve köçeğinde köçeklik hakkını verir. Bir köçekte kirve orda ayrıyeten alır düğünün ikinci günü yanı davetlilerin toplandığı günü gelir. Davul zurnalar kirveyi karşılarlar. Düğünün en ağır misafiri kirvedir, herkes saygı ve sevgi gösterir.

Aynı güne “TOPLANMA GÜNÜ” denir. Burada geleneksel yemekler yenir, oyunlar oynanır. Akşam olunca kirvenin konaklayacağı konak belirlenir, diğer sayılı kişiler de aynı evlerde ağırlanır her konağa birer kebaplık hayvan verilir. Ayrıca rakısı,mezesi temin edilir. Kebabı çeviren kişi arka bacağını kendine alır, onun hakkıdır. Ayrıca davetli her konağı tek tek gezerek davullar çalınır, halay çalınır.Sabaha kadar eğlenilir, sabah erkenden sünnet olacak çocuklar banyoya götürülür o anda tüm yakın konuklar yemekler yerken sünnetçide sünnet hazırlıklarını yapar. Çocuklar banyodan çıkınca çalgıcılara haber verilir.Çalgıcılar çocukları karşılar, o anda sünnet olacaklar davulcuya para verirler. Çocuklar damın başına getirilir.

O damın başında sünnetçi masa kurar, masanın üstüne bir bez , bezin üstüne bir tepsi, tepsinin üstüne bir havlu, havlunun üstüne bir adet sabun konur buna ‘MUHAMMED HONCASI’ denir.

Sünnet Kuran'dan ayetler okurken herkes o masaya para atar bu parayı sünnetçiye verirler. Dua okunurken herkes o masanın çevresine daire şeklinde ayakta durur, ellerini önüne bağlarlar.

Şapkalarını ters çevirirler ayetleri bitirince sünnetçi şu duayı okur:

“Dünya kuruldu pazartesi
Yukarıda indi Muhammed honcası
İbrahim peygamberde kaldı bu adet
Boynuma hem farzdır, hem sünnet
Her kim Muhammed’i severse.
Getirsin Muhammed’e selevet.”

Üç defa dua tekrarlanınca, halk sağ elinin işaret parmağını, hafif eğilerek öperler ve ‘ya Muhammet’ derler. Önce sünnet olacak olan çocukların babası ve annesi yerdeki masaya diz çökerek öperler ve para atarlar daha sonra kirve aynı şeyi yapınca halktan hiç kimse kalmayacak şekilde tepsiye para atarlar. Para toplandıktan sonra sünnetçiye verilir, sünnetçinin ücreti buradan çıkan paradır. Çocuklar bir odaya alınır, yere bir kürsü konur,üstüne yastık yastığın üstüne çocuk oturtulur, kirve de çocuğun arkasına oturur. Çocuğun elleri önden bacakların arasından geçirilip arkadan tutulur,çocuk sünnet olurken davullar özel bir sünnet havasını çalar. Hava dramatik bir hava olduğu için genellikle davetliler ağlarlar.
(http://www.tunceli.org/v3.0/YaziOku.php?nedir=YaziGor&pid=22 (http://www.tunceli.org/v3.0/YaziOku.php?nedir=YaziGor&pid=22))








Erkek Çocuk Sünneti Üzerine
***
Muş ve çevresinin sosyal hayatında geleneksel yapı hakimiyeti sürmektedir. Tarihe bakıldığında Türk Devlet geleneğinin en köklü ve en belirgin yapısı olan aşiret unsuru özelliğini halen korumaktadır. Zira Türk devletleri Tarihinde, aileler birleşip obaları; obalar birleşip aşiretleri; aşiretler birleşip oymakları; oymaklar birleşip beylikleri; beylikler birleşip devletler oluşturuyorlardı. Bu noktadan hareketle töreler inançla birleşip önemli bir konuma gelmiş özellikle köylerimizde bu hayat biçimi sosyal yapıyı güçlendiren bir faktör olarak karşımıza çıkar, kendini gelenek ve görenekleri dinamik bir şekilde yaşayan unsur olarak gösterir.

DOĞUM TÖRENLERİ
Muşlular esasen kalıplaşmış ve eskiden beri devam ede gelen birçok merasimleriyle kendi gelenek ve göreneklerini devam ettirmektedirler. Doğum törenleri de modern tıbbın hayatımıza girmesiyle unutulmaya yüz tutmuştur.

Doğuma Hazırlık:
Doğumun olacağı ev büyük bir temizlik yapılarak hazırlanılır. Güzel kokularla evin havası değiştirilir. Anne adayım yıkanılır ve yeni elbiseler giydirilir. Göbek annesi (Çocuğun göbeğini kesen) denilen çok çocuklu anneler ve tecrübeli nineler davet edilir. Komşuların hazırlamış olduğu çörek ve yemekler, gelen misafirlere ikram edilir.
Doğum zamanı yaklaştığında evin yeme içme ihtiyaçları genellikle komşular tarafından karşılanır. Sofra hazırlanarak anne adayının evine getirilir. Bu durum doğum gerçekleştikten sonra yedi gün boyunca devam eder.
Doğum müddetinden kırk gün sonra ya da kırkı çıktıktan sonra baba, yeni doğan bebekle birlikte eşini kayınpederine götürür. Belli bir süre geçtikten sonra ya kendisi ya da kayınpeder tarafından eşi ve çocuğu geri getirilir.

Doğum Sonrası Törenler

Ad Verme:
Çocuğu doğumunu müteakip 3-7 gün içerisinde özellikle baba (damat) tarafının büyükleri ve anne (gelin) tarafının büyükleri, bebeğe isim verilmesi için davet edilirler. Büyüklere danışılmadan ve onay alınmadan büyüklerden herhangi birinin adının bebeğe verilmesi hoş karşılanmaz.
Bebeğe isim verilirken, kundaklı bebek kucağa alınır. Sağ kulağa ezan, sol kulağa tekbir okunarak bebeğin ağzına kızılcık ya da içinde şeker eritilerek hazırlanan sudan verilir. Bu merasimin sonunda çocuğa ismi verilir. Doğan her çocuk için maddi durumları iyi olan ailelerce ‘Hakika’ denilen kurbanlar, fakir ailelere dağıtılmak amacıyla kesilir. Ayrıca yakın komşular yemeğe çağrılır.

Beşik:
Bebek dünyaya geldikten 40 gün sonra anne ayağa kalkarak evin dışına çıkar. Loğusa annenin, anası kız kardeşi babasını evlerine gönderme amacı ile bu merasim düzenlenir. Kırkıncı günde eve yakın komşular ve akrabalar davet edilir. Her davetli yanında çocuk için giyim, beşik aksesuarları çeşitli hediyeler getirirler. Bu hediyeler arasında nazar boncuğu mutlaka bulunur. Getirilen bu hediyeler, önceden hazırlanmış beşiğe ya da yastığa iliştirilir ve hayır duada bulunulur...
Misafirlerin gitmesinden sonra yaşlı ve saygın bir bayan tarafından (genelde loğusa annenin kayınvalidesidir) bir leğende ‘Kırk Suyu’ hazırlanır. Çocuğun saçını kesmekle görevli kişice çocuğun saçı kesilir ve çocuk yıkanmaya alınır. Tas veya büyükçe bir tahta kaşıkla su, ‘Kırk Suyu’ndan dua ve niyazlarla alınıp çocuğun başına dökülür ve annesinin ziynet eşyalarının batırılmış olduğu ılık suda yıkanır. Daha sonra yıkama işini yapan hanım tarafından bir defa sallanır ve kurulanıp pudralanarak giydirilir ve kundaklanır.
Bebeğin tıraşındaki saçı toplanarak tartılır. Bu saçın ağırlığınca altın, gümüş ya da para, tıraşı yapana verilir. Zengin aileler de adak kurbanı keserek etini yedi yoksul aileye dağıtırlar. Bebeğin saçı ise yeni bir beze sarılıp saklanır.

Sünnet Merasimi:
Eğer bebek erkek ise, masraflarını üzerine alan bir yakının kirveliği eşliğinde sünnet ettirilir. Sünnet zamanı bebek ya bir haftalık iken ya da yedi yaşına kadar bekletilebilir. Kirve olanın bütün ailesi de sünnet olan çocuğun ailesinin kirvesi sayılır ve yeni bir yakınlığın doğmasına sebebiyet verir. Bu gelenek karşımıza çok eskilerde yaşanan ‘Putlaç’ geleneğinin uzantısı olarak çıkar. (Putlaç, kirvelik geleneğinde kirvenin ailesi ile çocuğun ailesi arasında, - İslam’dan gelen bir hüküm olmamasına rağmen- kız alıp vermeme ve kirveliğin akrabalık derecesine vardırılmasıdır.
Diş Hediği:
Diş hediği. İlimizde çocuğun ileride hangi mesleği seçeceğini belirlemek amacıyla veya gurbette bulunan çocuğun hal ve durumunun nasıl ya da ne şekilde olduğunu anlamak için uygulanan bir takım pratik ve yorumlara dayalı fal şeklidir.
Çocuk ilk dişini çıkardığında yakın akrabalarının katılımıyla ‘Diş Hediği’ adı verilen küçük bir merasim de çocuğun önüne her birisini ayrı mesleği temsil eden bıçak, kalem, kitap, bilezik,ekmek gibi nesneler bırakılır. Çocuk bunlardan hangisine uzanır ve alırsa ileride o mesleği seçeceğine inanılır.
Eğer çocuğun diş çıkardığının farkına ilk annesi varır ve bir büyüğe sürpriz yaparsa çocuğun dişlerini gören ilk kişinin de çocuğa hediye alması usulden de olsa gerekli hale gelir.

HALK İNANIŞLARI:

Bölgenin diğer illerinde olduğu gibi Muş’ta da, Ay tutulduğu zaman aynen eski Türk inancında olduğu gibi havaya silahla ateş edilir. Teneke davul çalınıp gürültü çıkarılır. Ay’ın kendisini yutan ejderden kurtarılacağına inanılır.
Yine ayın ilk halini gören kişi hemen yanında kimse yoksa gözünü kapatıp dilek tutar. Eğer yanında biri varsa o kişiye bakar ve o kişinin sonraki günlerde uğurlu olacağına inanır ve o günlerin güzel, bereketli geçeceği kanaatine varılır. İslam’dan sonra Ay’ı ilk gören kişinin Peygamberimize salavat getirme geleneği de eklenmiştir.
Eski Türklerde gökte her insanın bir yıldızı olduğuna inanılırdı. Gökte yıldız kayması olduğu zaman birinin öleceği düşünülürdü. Bu inanış ilimizde halen geçerliliğini korumaktadır.

Ay Tutulması :
...İslam’dan önceki devirlerde Natüralist inancında olan Türklerde, Güneş ve Ay ile ilgili kötü ruhlar mücadeleye kalkışırlar. Bazen bu kötü ruhlar Ay ve Güneşi yakalayıp karanlık dünyasına sürüklerler.
Yine İslam’dan önceki devirlerden kalan ve şu anda hurafe ve batıl olarak kabul ettiğimiz inançlardan biri de ay tutulduğu zaman Ay’ı ejderin ya da canavarın (Asya Motifidir) yutmaya çalıştığıdır. Ay’ı ejderden kurtarmak için bağırıp çağırma, davul çalma veya değişik şekillerde gürültüler çıkarma Şamanizm’den gelen bir inanıştır. Muş ilinde sıkça rastlanılmaktadır.

Kara Çarşamba:
Tunceli - Bingöl - Erzincan çevresinde ve Muş’un dağ köylerinde ‘Kara Çarşamba’ olarak kabul edilen ve mart ayının ilk çarşamba günü erkekler alınlarına ‘kara bir leke’ ya da
‘is’ sürerek ırmak ve derelere girerek bu karaları temizlerler ve bu ara suya karşı dua ve niyazda bulunurlar. Ayrıca yabani gül ağacı veya esnek ağaçların uçları kesilir. Bu uçlar, daire şekli verilmek amacıyla birbirine yaklaştırılır. Hastalıklı olanlar bu daireden geçirilirken ‘Kurt Kafasının’ ağzını bağlayıp, ‘kurtulmamıza sebep olduğun o günün hürmetine hastamıza şifa ver, bu günün hatırına da sürülerimize dokunma’ diye niyazda bulunulur. Günümüzde de ilimizin merkeze yakın köylerinde bile sürülere dadanmaması için ‘kurt ağzını bağlama’ geleneği devam etmektedir. Bu gelenek ister istemez bize ‘Ergenekon Destanında’ yaşanan hadiseleri çağrıştırır.

İslam dinin kabulünden sonra bu gelenek değişik şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan biri şudur: Peygamber Efendimize yapılan eziyetlerden kurtuluşunu kutlama maksadıyla halkın bir araya gelmesi, dua ve niyazlarda bulunmasıyla anılır. Bu gün de Şubatın son, Mart ayının ilk haftası arasındaki Çarşamba gününde evlerde çokça sevilen yemekler yapılıp bir kısmı fakirlere dağıtılarak Peygamber Efendimizin ‘Nefsin için neyi çok istersen başkalarına da ondan iste’ Hadis-i Şerifinin gereği yerine getirilir.

Ziyaret Ağacı:
Ağaca bez bağlama geleneği, bütün tarihçilerin ittifakla ortaya koydukları Şaman İnancının direk yansımasıdır. Şöyle ki; Şamanizm’de iyi ruhların tutulan dilek ve temennileri ulaşması gereken yere ulaştırmasına dayanır. İslam’ın kabulünden sonra da yoğun bir şekilde ilimizde görülmektedir.

Sagu (Sadu - Ağıt - Yas):
Mezarın etrafında yedi defa dönülerek yapılan bir çeşit yas gösterisidir. Şamanizm de ayinleri yapan din adamlarınca yapılır. Ölüyü kötü ruhlardan uzak tutma amacı taşır. Günümüzde de geleneksel olduğu için özellikle yaşlılar tarafından (unutulmaya yüz tutmuştur) uygulanırlığı vardır. Ancak ölünün arkasından vızıldanarak ve sağa sola sallanarak yapılan Yasa, ‘Sadu’ denilip yas tutan kadınlar arasında yoğun bir şekilde uygulanır.

Çelim Çelim Çemçecük:
Milletimizin sosyal yaşamında su ve yağmur hayat ve bereketin kaynağı olarak kabul edilir. Su ve yağmur kutsaldır. Bunun ifadesi de onu bugün de Müslüman Türklerin hayatında ‘rahmet’ sıfatı ile anılmasıdır. Sadece Muş’ta değil ülkemizin her yerinde ‘yağmur yağıyor’ yerine ‘Rahmet Yağıyor’ denilmektedir. Çünkü Yağmurun Allah’ın bir lütfü olduğu inancı hakimdir.
Yağmur duası ile ilgili törenler eskiden olduğu gibi bugün de bütün Türk asıllı kavim ve boylarda bazı ufak değişikliklerle devam etmektedir.
Yağmur yağması için başvurulan inançların içinde özellikle en önemli geleneklerden biri; Muş ilinde de ve çocuk oyunu niteliğinde olan ‘Çelim Çelim Çemçecük’ gösterisi ve bu hususta söylenen ilahi ve maniler şeklinde kendini gösterir.
Çelim Çelim Çemçecük ya da Çemçegelin, çubuk halindeki tahta parçalarını bir araya getirip üzerine çeşitli bez parçaları ile süsleyerek gelin haline getirilen bir nevi tatemdir. Çocuklar bunu (büyüklerde yaparlar) kapı kapı dolaştırıp hem yağmur yağması için maniler söyler ve kendilerine de bir şeyler isterler. (Bu gelenek kurak geçen yaz aylarında yağmurun yağması için başvurulan bir halk inanışıdır.)
Kapı kapı dolaştırılan bu bebek, her evin kapısı açıldıktan sonra evin reisi tarafından karşılanır. Evin reisi önce bebeğin üzerine su döker, çocuklara da şeker verir.

Bebeği taşıyan çocuk grubu hep bir ağızdan şu tekerlemeyi söylerler:

Çelim çelim çemçecük
Çemçecüğe ne gele
İneklere ot gele
Bızavlara süt gele

Tarlada çamur tabakta hamur
Ver Allah’ım ver bir sürü yağmur

Çıngır çıngır çıngır tas
Birini kaldır birini bas
Anber oğlu hastadır
Kekliği kafestedir
Ali binmiş atına
Sürmüş göğün katına
Gökte ne var bir hurma
Dalları burma burma
Onu yiyen hacılar hak yoluna durmuşlar

Tarlada çamur tabakta hamur
Ver Allah’ım ver bir sürü yağmur.

Kampos (Alkız, Alkarısı) İnancı:
Doğum sırasında ve sonrasında gerek ana gerekse çocuk için en büyük tehlike olarak kabul edilen ‘Kampos’ adıyla isimlendirilen Alkarısı ya da Alkız Zıviztan (Loğusa) ve yeni doğmuş çocuklara musallat olan bu kötü ruh bazen de evde, tarlada, bağda, bahçede tek başına iken uyumakta olan kişilerin üzerine ağırlığı ile çöker. Bu şekilde şahsın korkup çarpılmasına dayalı bir takım hastalıkları verdiğine veya kişiyi boğmak suretiyle öldürüleceğine inanılır. Kampos geceyi ve karanlık alemi sever.
Kampos’un fiziki yapısı ile ilgili olarak birbirini tutmayan tasvirler ve buna bağlı inançlar da mevcuttur. Kampos’un bazen papakı (börk) olan iri-yarı bir insan, bazen kara bir kediye benzediği, bazen de yüzü tarif edilemeyecek şekilde tüylü küçük bir yaratığı andırdığı ifade edilir.
Kişiye zarar vermek için gelen bu meçhul yaratığın çıkardığı hırıltıyı henüz uyku haline geçmemiş kişiler duyduğu halde hiçbir harekette bulamaz. Böyle durumlarda kişinin kanının çekildiği, damarlarının kuruduğu söylenir.
Kampos’tan korunmanın yolu, onun korktuğu, iğne gibi demirden imal edilmiş bir eşyayı üzerinde bulundurmaktır.
Yörede Kampos tarafından verildiğine inanılan hastalıkların tedavisi için ocaklara ve muhtelif ziyaret yerlerine gidilir. ski Türklerde bu tür hastalıklar Kamların aracılığıyla tedavi edilirdi.
Yöremizde Kampos’un (Alkız-Alkarısı) ağıl, samanlık, su kenarları ve ıssız yerleri kendisine mesken tuttuğuna; korktuğu şeylerden olan iğneyle esir alındığında ise çok bereketli kabul edilen eli ile o aileye ölene kadar hizmet ettiğine inanılır.

Evlenme Geleneği:
İlimizde ataerkil aile düzeni hakimdir. Bu nedenle geleneksel olan görücü usulü ile evlenme













Sünnet Geleneği
Anadolu’da çocukla ilgili geleneksel işlemlerden en önemlilerinden biriside sünnet geleneğidir.Dinsel ve töresel işlemler içerisinde en katısı ve en yaygın olanı sünnet geleneğidir.Hiçbir anne ve baba bu köklü geleneğin dışında kalmak istemez.

Geleneğinin yaptırımı bu konuda bir karşı koyuşa meydan vermeyecek kadar güçlüdür.Sünnet sözcüğü Arapça kökenlidir ve ilk anlamıyla “işlek yol” demektir.Daha geniş anlamda ise;Tanrı’nın yolunu ya da insanın adet durumuna soktuğu iyi ya da kötü davranışı anlatmaktadır.
İslam dininde peygamberin yaptığı uyguladığı ya da yapmayı uygulamayı öğrettiği şeylere uymaya “sünnet”denmektedir.Toplumun bu konudaki hoşgörüsü ve bağışlaması yok denecek kadar azdır.

Dolayısıyla belli nedenlerle sünnetleri gecikmiş delikanlılar bunun tedirginliğini yaşamaktadırlar.Yaşı gelip geçtiği halde sünnet olmayan kişilere aşağılayıcı ve kınayıcı tutum ve davranışlar oldukça yaygındır.Bu konuda köklü bir geleneğin yaptırım gücü yoğun bir biçimde geçmişte olduğu gibi günümüzde de işlemektedir.Sünnet geleneği genel olarak;
1)Sünnet çocuğunun yaşı ve sünnet zamanı
2)Tören ya da düğün hazırlığı
3)Çocuğun hazırlanması

4)Sünnet işlemi ve sünnetçi
5)Hediye-armağan gibi alt konu başlıkları içerisinde incelenmektedir.
Sünnet Çocuğunun Yaşı Ve Sünnet Zamanı
Sünnet çocuğunun yaşı ve töreninin mevsimi konusunda kesin bir kural yoktur.Çocuklar çoğunlukla okul çağına yakın veya ilkokul yıllarında ergenlik çağına girmeden sünnet edilmektedirler.

Ancak son zamanlar da büyük kentlerde kimi anne babalar çocuklarını doğumdan hemen sonra hastanede sünnet ettirmektedirler.Bu çok erken sünnetten amaç çocuğa bilinçli olarak acı çekmesini ve korkmasını önlemektir.Bu türden erken sünnet uygulamalarına geleneksel kesimde rastlanmamaktadır.
Sünnet toplumsal yapı içerisinde bir çok işlevi üstlenmenin yanı sıra;görkemli bir sünnet töreniyle aile hem üyesi bulunduğu grup içerisindeki saygınlığını artırır hem de çocuğunun mürüvvetini görür.Anadolu’da çocuğun bakımı,sünneti,evlendirilmesi anne babanın boynuna borçtur.
Yoksul ya da öksüz çocukların sünnetini varlıklı kimseler veya akrabalar kendi çocuklarıyla birlikte yaptırmaktadırlar.Bu görevi kimi grupların yardım derneklerinin de üstlendiği görülmektedir.
Sünnet zamanı ve mevsimi olarak da en çok ilkbahar,yaz ve sonbahar mevsimi seçilmektedir:Günümüzde özellikle kentlerde sünnet düğünü ya da töreni için Cumartesi ve Pazar günleri seçilmektedir.Geçmişte Cuma günlerinin tatil olması ve Cuma gününün uğurlu sayılması nedeniyle sünnetler daha çok Perşembe günleri yapılmaktaydı.

Tören Ya Da Düğün Hazırlığı
Aile çocuklarının yaşı ve ekonomik durumuna göre çocuklarını sünnet ettireceği zamanı yaklaşık iki ay önceden belirleyerek hazırlıklara başlar.Aile düğün gününü belirledikten sonra bir hafta on gün öncesinden konuklara haber verir.Bu duyuru;
1)Okuyucu elçi göndererek

2)Davetiye bastırarak dağıtılmak üzere iki biçimde yapılmaktadır.Geleneksel kesimlerde düğüne fazla kişi çağrılmasına özen gösterilmektedir.

Çocuğun Hazırlanması
Çocuk törenden birkaç gün öncesinden hazırlanmaya başlanır. Aslında çocuk çok daha önceden psikolojik olarak hem sünnet olma sevincine hem de korkusuna girmektedir.Geleneksel eğitimle anne ve babalar çocuklarını bu önemli geçiş pratiğine aylar öncesinden hazırlamaya başlamaktadır.
Sünnet giysisi tören hazırlıklarının en önemli bölümünü oluşturmaktadır.Şehirlerde varlıklı aileler,çocuklarını mücevherlerle süslemekte,kent merkezlerinde ön tarafında “Maşallah” işlemeli açık mavi bir başlık geleneğin en yaygın giyim öğesini oluşturmaktadır.Köylerde ise sünnet çocukları yeni elbiseler giymekte; boyun ve omuzlara çevre ve yağlık asılmakta,şapkanın arkasından ise gelin teli sarkıtılmaktadır.
Sünnet çocukları sünnetten birkaç gün önce veya aynı gün ata,arabaya,otomobile bindirilerek dolaştırılmakta bu geziye mahallenin öteki çocukları da katılmaktadır böylece çocuğun sünnet edileceği bu gezintiyle de halka duyurulmaktadır.
Sünnet İşlemi Ve Sünnetçi
Sünnet işlemi cinsel organın uç kısmındaki derinin çepeçevre kesilmesinden ibarettir.Çocuk varsa kirvesinin kucağına yoksa bir yakınının kucağına oturtularak bacaklarının iki yana açılması sağlanmakta,kucağına oturduğu kişi çocuğun kollarını sıkı sıkı tutmaktadır.Bu sırada çocuğa korkmaması için yüreklendirici, erkekliği vurgulayıcı sözler söylenmektedir.

Kesilmeden önce ve kesilme sırasında; “Allahu ekber Allahu ekber” denilerek tekbir getirilmekte,ayrıca “oldu da bitti maşallah” diye çok bilinen ve yaygın olarak bilinen tekerleme de söylenmektedir.

Sünnet yani kesme işlemini yerine getirenin genel adı sünnetçidir.Bununla beraber; Orta Anadolu ve Doğu Anadolu tarafında sünnetçiye “abdal” ya da “kızılbaş abdal” denmektedir.Günümüzde ise bu işi sağlık memurları yapmaktadır,bunların kent kesimindekileri kendilerini “fenni sünnetçi” olarak tanımlamaktadırlar.
Hediye - Armağan
Tören karakteri taşıyan bu önemi geçiş dönemi pratiği çeşitli hediyelerle süslenmektedir. Bu hediyeler altın, para, giyecek ve ev eşyalarından oluşmaktadır. Günümüzde sünnet hediyesi uygulaması devam etmektedir.

Kirvelik

Kirvelik;yörelere göre "kirve","kivra","kivre" isimleriyle de tanımlanmaktadır.Kirvelik,kısaca birbirine ekonomik ve sosyal olarak eş konumda bulunan iki ailenin, ailelerden birinin sünnet töreni masraflarını karşılamasıyla oluşan bir sanal akrabalık kurumu olarak tanımlanabilir.

Kirve, sanal akrabalık kurulacak olan ailenin erkek çocuğunu sünnet esnasında kucağına alarak çocuğun acı çekmemesi için destekte bulunacak ve aynı zamanda törenin ekonomik giderlerine kısmen de olsa katkıda bulunacak olan kişidir.

Kirvelik kurumu aracılığıyla nasıl çocuklarını birbiriyle evlendiren kimseler bir hısımlık ilişkisi içerisinde iseler, birbiriyle kirvelik ilişkisi içerisine giren ailelerde kalıcı bir dostluk ilişkisi kurarlar.

Daha çok Doğu, Güney, Güneydoğu Anadolu illerimizde yaygın olan Kirvelik kurumunun çıkış noktası hakkında elimizde yeterli bilgi bulunmamaktadır.Kirvelik kurumu genel olarak aşağıdaki işlevleri yerine getirmesi bakımından geçmişte daha yaygın olmasına karşın günümüzde de halen geçerliliğini sürdürmektedir.
Kirvelik;
- Var olan ilişkileri pekiştirmesi
- Ailelerin sosyal ilişkiler ağını genişletmesi
- Sosyal sigorta mekanizması görmesi
- Farklı dil, din ve etnik gruplardaki aileleri birleştirmesi
- Bir yöreye dışardan gelen kişilerin bu yöreye uyumunu kolaylaştırması
- Dayanışma ve gücün artmasıyla önemli bir pazarlık gücü kazandırması gibi işlevleri üstleniyor olması bakımından önemli bir toplumsal kurumdur.
Kirvelik yoluyla kurulan ilişki ölene kadar devam eder.Kirve çocukları arasında evlenme yasağı vardır.Bu yasak kirveler arasındaki ilişkinin daha serbest dolayısıyla da daha güçlü ve kalıcı olmasını sağlamaktadır.
http://www.kultur.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFA79D6F5E6C1B43FF7 865257CB2BC6B19 (http://www.kultur.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFA79D6F5E6C1B43FF7 865257CB2BC6B19)












Mustafa Aksoy
Türkiye’de Kirveliğin Kültür Sosyolojisi Açısından Tahlili

http://www.alewiten.com/kirvelik.htm

Sosyal-kültürel kavramlar rastgele değil, belirli kurallara ve ölçülere göre meydana gelmektedir. Bu nedenle sosyal hayattaki kavramların özelliklerini ortaya koymak, bir bakıma iğne ile kuyu kazmaya benzer. Çünkü sosyal dünya, sanılanın aksine, determinist ve pozitif karakterli değildir. Bundan dolayı, bir kavram aynı ülkede, hatta aynı il, ilçe ve köyde farklı farklı algılanabilmektedir. Belki de bu anlayışın en çarpıcı örneğini, kirvelik meydana getirmektedir.
Bilindiği gibi kirvelik, sünnet geleneği ile ilgili sosyo-kültürel bir kurumdur. Yani kirveliğin olması için her şeyden önce ‘sünnetin’, daha doğrusu ‘hitan’ın olması gerekir.
Sünnet’in lügat manası işlek yol olup, geniş manada Allah’ın yolunu veyahut da insanın âdet haline getirdiği iyi veya kötü davranış ve hareketlerini ifade eder. Kur’an’da bu tabir bütün bu manalarda kullanılmıştır(1) Ayrıca sünnet ‘gulfenin kesilerek alınması’ manasında da kullanılmıştır. Bu manada sünnete ‘hitan’ denir(2). Hitan konusunda Wensinck, şu bilgileri ifade eder:
“Hitan, sünnet lisan al-arab (h-t-n maddesi)”a göre bu tabir hassaten erkeklerin sünneti hakkında kullanılır; kadınların sünneti için ayrı bir kelime vardır ki o da ‘hafz’ dır”.
Wensinck bir de Buhari”den “eğer iki sünnet yeri birbiriyle temasta bulunursa gusl lazımdır” hadisini nakleder. Yine Wensinck’a göre “hitan eski Arabistan’da umumi bir âdet idi”. Diğer taraftan “hitan” Wensinck’a göre Kur’an’da değil, hadislerde ve şiirlerde ifade edilmiştir(3).
Sünnet yani hitan eskiden beri bir çok kavim tarafından kullanılagelmiştir. Meselâ Meydan Larousse’a göre Yahudiler, Müslümanlar ve bazı Afrikalılar tarafından tatbik edilmiştir. Hıristiyanlar arasında ise sadece Habeşistan kilisesine bağlı olanlar bu geleneği tatbik etmektedir. Ana Britannica’ya göre de başta Müslümanlar ve Yahudiler olmak üzere, dünyanın her yerinde çeşitli geleneksel sosyal gruplarda ve bazı Hıristiyanlarda kullanılmaktadır. Wensinck’a göre de hitan Mısırlılar, Araplar, İsrailliler, Edomiler, Muabıtlar, Ammaniler gibi, eski kavimlerce yerine getirilen bir ayindir(4).
İslâm dinin de hitanın erkekler için vacip kabul edilmesine rağmen, bu konuda farklı görüşler vardır. Meselâ İmâm Şâfî’ye göre ‘hitan’ erkekler için de, kadınlar için de vaciptir. İmâmı Mâlikî’ye göre ise sünnettir. ‘Kadınların sünneti’ için da Arapça’da ‘hafz’ tabiri kullanılır(5). Bu konuda Ana Britannica’da şu bilgiler yazılıdır:
“Klitoridettomi olarak adlandırılan kadın sünneti (Arapça hafz), farklı topluluklarda farklı biçimlerde uygulanan ve klitorisin bir bölümü kesilerek gerçekleştirilen, gene törensel bir uygulamadır. Yeni Gine, Avustralya, Malakka takım adaları, Etiyopya, Mısır ve Afrika’nın başka kesimleri, Brezilya, Meksika ve Peru’da, ayrıca Ortadoğu, Afrika, Batı Asya ve Hindistan’da yaşayan çeşitli Müslüman topluluklarda yaygındır”(6).
Bu ifadelerden anlaşılması gereken, sünnetin yani �hitan� ve “hafz”ın bilhassa geleneksel topluluklarda yaygın olduğu, dinî anlamda ise Yahudiler ve Müslümanlarca kabul gören, daha doğrusu gerçekleştirilmesi zarurî olan bir sosyal olaydır. Ancak Anadolu”da “hitan”a sünnet dendiği ve İmam Şâfî’nin hükmüne rağmen Şâfî kadınların niçin sünnet (hafz) olmadığı araştırılması gereken önemli konulardan biridir.
Şüphesiz kirvelik kurumu doğrudan sünnetle (hitan) alakalı olmasına ve ondan kaynaklanmasına rağmen çok ayrı özellikler sergiler. Bu nedenle kirvelik kurumunun arkasında olan ve temel aldığı sosyo-kültürel yapıya dikkat etmek gerekir. İşte burada da karşımıza ‘kültür sosyolojisi’ çıkar.
Kirvelik konusunda ülkemizde yapılan iki önemli çalışmada da, bu kelimenin etimolojik anlamı verilmemiştir. Meselâ ülkemizde kirvelik konusunda yazılı tek kitabın sahibi Kudat, ‘Kirvelik’ adlı eserinde kirveliğin menşei hakkında bir yargıya varmasa bile, İran ve Azerbaycan’da en yaygın şekilde kullanıldığını da, Doğu Anadolu’da da olduğunu ifade ederken etimolojisine hiç girmemiştir(7). Önemli bir diğer eser ise Türkdoğan’a ait olan geniş muhtevalı bir makaledir. Türkdoğan, bu kelimenin kaynağı hakkında kesin bilgiye varmamız şimdilik mümkün olmamakla beraber, ‘Kir’ Farsça’da ‘tenasül organı’, ‘Kirou’, ‘tutmak, muhafaza etmek’ anlamına gelir(8) der. Kelimenin bu bilinmezliğine rağmen, kirvelik Türkdoğan’a göre, Ardahan’dan Sivas’a kadar olan sahada yani Erzurum, Kars, Erzincan, Artvin, Elazığ, Malatya, Maraş ve Bakü-Amasya çizgisinde yaşayan Karapapaklar’da; Tunceli, Bingöl, Adıyaman, Diyarbakır, Çorum, Kayseri, Mersin, Adana, Tokat ve Yozgat illerinde çok yaygındır. Ayrıca 1969�da Türkdoğan’ın Trakya bölgesinde yaptığı saha araştırmasındaki tesbitine göre,
“Bulgaristan’ın Fotin ve Kırcaeli yöresinden gelip Çorlu (Tekirdağ), Pınarhisar (Kırklareli) ve Lüleburgaz (Kırklareli)’a yerleşen Alevi Türklerinde, kirvelik terimi bütün özelliğini muhafaza etmektedir”.
Diğer yandan Türkdoğan, “İran Azerbaycan”ında, bilhassa Rizaiye şehrinde kirvelik yaygındır. Fakat belirli fonksiyonu yoktur”(9) demektedir. Tokat’ın Almus ilçesinde ve köylerinde de ‘kirve’ tabiri kullanılır ve kirvelerin çocuklarının birbirleriyle evlenmeleri kesinlikle yasaktır(10). Genelde birçok yerde olduğu gibi, Zara’da da ‘kirve’ olanlar birbirleriyle kardeş olur(10a).
Kudat ise 1974’te yayınlanan eserinde, Doğu Anadolu’ya yaklaşıldıkça kirveliğin yaygınlaştığını ve öneminin arttığını belirterek, Adana’da kirveliğin çok tutulduğunu; Kars, Sivas, Mersin ve Hakkari’nin çevrelediği alanda en yaygın olduğunu ve bu yörelerin dışında kirveliğin bilinmediğini belirtir(11). Kudat, adı geçen eserinde Türkdoğan’ın çalışmasından bahsetmediği gibi, Türkçe yazılı eserlerde, sadece Nur Yalman ve Cahit Tanyol’un birer makalesine -ilgileri çok uzak olmasına rağmen- atıfda bulunulmuştur.
Kirve kavramı Anadolu’nun çeşitli yörelerinde farklı ağızlarla da olsa, söylenegelmiştir. Meselâ kirve: “Sünnet olan çocuğun elini koluna tutan ve çocuk üzerinde babalık hakkı olan kimse” Emirdağ / Ayfon, Amasya ve köyleri, Giresun, Artvin, Kırşehir, Narman / Erzurum, Diyarbakır, Nazmiye / Tunceli, Urfa, Nizip / Gaziantep, Bor / Niğde; ‘İsim babası’ anlamında Gavurdağ-Osmaniye / Adana; ‘Sağdıç’ anlamında Urfa, Niğde; ‘düğünde damadın yanında duran güzel giyimli çocuk’ anlamında, Samsun, Amasya; ‘bacanak’ anlamında Erzincan. Aynı kavram, yani bacanak Şebinkarahisar / Giresun, Bor / Niğde’de ‘kivre’ olarak geçer. Avanos / Nevşehir’de, ‘kirvelemek’ söyleşmek, konuşmak; Vazıldan-Divri / Sivas’ta da ‘kirve’, ‘Kürt’ anlamında kullanılır(12). Göle / Kars’ta ‘kirve’ ‘krva-kirva’ şeklinde de söylenir(13). Van merkezi ile Muradiye ve Gürpınar ilçelerinde yarı göçebe yaşayan Burukan aşireti arasında, kirve’ye ‘kiriv’ veya ‘kirva’(14), Elazığ merkez köylerinden Sun ve Hal’de ‘küvre’(15), Kars yerlilerince ‘kirva’, Terekemelerce ‘kirve’, Musul bölgesi Telafur Türkleri’nce ‘kirev’ denir. Kerkük Türkleri arasında ise bu kelimenin bilinmediği belirtilmiştir(16). Ermenilerde ise güveyin sağdıcına ve çocukların vaftiz babalarına ‘kirve’ derler(17). Divriği ilçesinde de kirve yerine ‘kirva’ denilirken, Yozgat’ta ‘kirve’ kelimesi kullanılır(18).
Kirvelik Anadolu’da geniş bir alanda görülmektedir. Meselâ
“Sivas ilinin doğusu kirvelik geleneği için sınır gösterilse de, ilin batısındaki illerde de kirveliğin görüldüğü (Yozgat, Çorum, Amasya, Tokat illerinde), Sivas’ın doğusunda kalan bazı bölgelerde az da olsa bu geleneğin uygulanmadığını söyleyebiliriz. Örneğin Sivas’ın Zara, İmranlı, Gürün, Divriği gibi kazalarında çok yaygın olan kirveliğin, Hafik’te ve bazı merkez köylerde, Şarkışla ve Yıldızeli’nde uygulanmadığı görülür. Hatta bu yöreden Gölcük köyünde, sünnet olan çocuğu anası bile tutar”(19).
Aynı anlayış bu satırların yazarının ilçesi olan Kadirli�de de görülür. Meselâ bazen tören yapılarak, bazen de hiç yapılmadan ve “kirve” dahi olmadan, kadın-erkek fark etmeden, birinin erkek çocuğu tutması ile sünnet yaptırılır.
Alikan aşireti üzerinde 1965-1966 yıllarında araştırmalar yapmış olan Beşikçi:
“Anadolu’nun bir çok yerinde görülen kirvelik geleneğine göçebelerde rastlanmamaktadır. Kanımca göçebeler birbirleriyle çoğu zaman kan akrabası durumunda oldukları için bunu bir de kirvelik yolu ile kuvvetlendirmeyi lüzumsuz hissetmişlerdir”(20)
diyerek dikkatlerimizi çeker.
Sosyal realiteleri kişisel fikirlerle izah etmek büyük hatalara neden olur. Bu yüzden özellikle saha araştırmalarında, araştırmacılar çok dikkatli olmalıdır. “Kanımca”, “bana göre”, “ben böyle düşünüyorum”vb. tabirler, araştırmacının en sonradan kullanması gereken ifadelerdir. Sosyolog, her şeyden önce, olanı olduğu gibi tanımlamalıdır. Bu nedenle Beşikçi�nin yukarıdaki görüşüne katılamıyoruz. Çünkü yazarın da belirttiği gibi, az da olsa aşiret dışından evlenmeler olmaktadır(21). Dolayısıyla aşiretin, aşiret dışı dostları da vardır. Bu nedenle kirve de dışarıdan seçilebilir. Zaten genelde kirveler yakın arkadaşlar arasından ve / veya köy dışındaki kimseler arasından seçilmektedir. Diğer taraftan Alevi inancına sahip olmayanlarda, kirvelerin çocuklarının evlenemeyeceği konusunda kesin ve yaygın bir kanaat yoktur. Öyleyse Alikanlarda kirveliğin olmamasının diğer sebepleri irdelenmeliydi.
Gökalp’e göre, kirvelik eski Türklerdeki ‘potlaç’ geleneğinin Anadolu’daki görünümüdür(22). Özen�e göre de kirvelik bir Türk geleneğidir(23). Yund ise
“eski yaygın Türk inancı, şamanlıkta ve geleneklerde sünnet olma diye bir olayla karşılanmaz...Türkiye Türkleri sünneti müslümanlıkta bulmuşlardır”(24)
der. Hınçer de “Türkler Müslümanlığı kabul ettikten sonra sünnet olma geleneğini de benimsediler”(25) diyerek Yund’la aynı fikri müdafaa eder. Kırzıoğlu ise kirveliğin İran ve Araplarda görülmediğini, fakat Anadolu’daki Yezidi, Alevi ve Sünnilerce bilindiği belirtir(26). Dolayısıyla Kırzıoğlu kirveliği, Anadolu kültürünün bir unsuru olarak ifade eder.
Elazığ ve Ağrı’nın köylerinde yaptığımız araştırmaların sonucu ise, bizde kirveliğin Alevi inancıyla yakın ilgisi olduğu kanaatini uyandırdı. Çünkü araştırmada Alevi inancına sahip köylerde, bu geleneğin daha canlı ve sert olduğunu müşahade ettik. Bazen Sünni köylerde de bu özellikler görülse bile, kaynağının Alevilik olma ihtimali yüksektir. Çünkü Sünniler için kirveliğin kaynağı meçhulken, Alevi köylülere göre kirvelik, “peygamber dostluğu”dur ve Hz. Muhammed’in torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i sünnet ettirerek, onların kirvesi olmasından kaynaklanmaktadır. Bu anlayışa Varto ve Divriği’de de inanılır(27).
Kirveliğin Alevi menşeli olduğu görüşümüzü etkileyen en önemli faktörlerden birisi, Elazığ�ın merkez köylerinden sünni Yeni Konak ile bu köye bir kilometre uzaklıkta olup da, yarısı Sünni yarısı Alevi olan Şabanlı köyü arasındaki farktır. Şabanlı’daki Alevi kirveler kız alıp vermezken, Sünnilerde böyle bir yasak yoktur.
Yeni Konak’ta kirveye ‘kırif’ denir ve kirveler, Şabanlı köyündeki Sünnilerde olduğu gibi, birbirlerinden kız alıp verirler. Alevi Koruk ve Aydıncık köylerinde de, Şabanlı köyündeki Alevi kirvelerde olduğu gibi kız alıp verilmez. Alevi Aydıncık köylülerine göre, kirvelik peygamber sevgisinden kaynaklanır ve sülale boyunca sürer. Yani kirve, kirve olduğu insanın bir başka çocuğunun sünnetinde bulunmayacak uzaklıktaysa, onun izni alınmadan ya da tayin ettiği biri olmadan, sünnet yaptırılamaz.
Kirveliğin bu kadar önemli olmasının bir nedeni, kirvenin aynı zamanda sünnet olan çocuğun ilerde sağdıcı da olmasıdır. Keban’ın Sağdıçlar köyünde kirveye ‘küvre’ denir ve küvre aynı zamada sağdıç demektir. Keban’ın Sünni olan Bahçe ve Çalık köylerinde kirveler kız alıp verirken, kirveye de ‘kıriv’ derler. ‘Kıriv’ aynı zamanda ‘sağdıç’ anlamındadır. Aynı ilçenin Alevi olan Büklümlü köyünde ise kirveler kız alıp vermezler ve kirve aynı zamanda ‘ikrar’ anlamını taşır. Elazığ’ın Yedigöze ve Bölükçalı köyünde de ‘kürve’, ‘sağdıç’ anlamındadır. Ve kirve evlenecek çocuğun aynı zamanda sağdıç adayıdır(28). Yukarıdaki genel anlayış, araştırmamıza konu olan bütün Alevi köylerinde görülür.
Koşay da sağdıç’a Sivas çevresinde kirve dendiğini belirtir(29). Urfa’da da sağdıç yerine ‘küvre’ tabiri kullanılır. Bu kirve aynı zamanda sünnet düğününde ‘kirve’ olan kimsedir(30). Dobruca Türklerinde de güvey, ‘kivey’ olarak ifade edilir(31).
Ağın ilçesinin Alevi Dibekli köyünde de, kirveler kardeş sayılır. Aynen merkez köylerinden Aydıncık’ta olduğu gibi kirvelik sülale boyunca sürer ve kirve düğüne ve sünnete gelemezse, onun tayin ettiği biri kirvelik vazifesini yerine getirir. Fakat vekiller, kirveler gibi bacı-kardeş sayılmazlar. Yani onların çocukları birbiriyle evlenebilirler. Aynı ilçeye bağlı ve komşu köy olan Saraycık köyünde ise kirvelik pek önemli değildir. Ancak Dibekli köyüne bir kilometre uzaklıkta olan Sünni Yedibağ köyünde, kirvelik Dibekli�dekine benzer, fakat burada sülale boyunca sürmez.
Palu’nun bütün köyleri Sünni, daha doğrusu Şâfi olup, kirvelik bu köylerde hiç de önemli bir kurum değildir. Bu durumu Durmuşlar, Üçdeğirmenler ve Gökdere köylerinde yaptığımız araştırmalarda ve Halk Eğitim Müdürü ile yaptığımız görüşmede tespit ettik. Adı geçen köylerde herkesin kirvelik hakkında Hz. Peygamber�in bağlayıcı bir sünnetinin olmadığını beyan etmeleri önemlidir. Bu anlayışın arkasında, yörede ki yaygın medrese geleneğinin etkisinin olma ihtimali kuvvetlidir.
Baskil’in Sünni olan Höyük, Alangören ve Karakaş köylerinde kirveye ‘kıriv’ denilir. Bu köyler ile Sivrice’nin Sünni ve Beydili aşiretinden olan Kürk köyünde de kirvelik önemli olmadığı halde, kirveler kız alıp vermezler.
Maden köylerinden Sünni Tekevler köyünde kirveye ‘kerva’ denirken, Kaşlıca’da ‘kirve’ denir ve Tekevler’de kirvelik Kaşlıca’daki gibi önemli değilken, yani kız alıp verilirken, Kaşlıca’da kız alıp verilmez.
Kovancılar ilçesinin Çaybağı ve Değirmentaş köyleri Sünni olup, kirvelik önemli değildir. Fakat Değirmentaş köyünün mezrası olan Yünlüce Alevi olup, burada kirvelik önemli olduğu gibi, kirveler kız alıp vermezler. Çaybağı köyüne komşu ve uzaklığı bir kilometre olan Sünni Kacar köyünde ise kirveler kız alıp vermez.
Kovancılar’daki İğdeli, Gülaçtı, Kavak, Taşören köyleri ile ilçe merkezinde oturan Beritanlılar ise kirveliğe önem vermezler ve kız alıp verirler.
Karakoçan köylerinden Sünni Mirahmet, Kızılpınar ve Yüzevler köylerinde kirvelik önemli olmamakla beraber, Kızılpınar köylülerine göre,
“kirveliğin temelinde Alevilerle Sünniler arasında yakınlık kurmak yatar. İslam anlayışına göre kirvelikle kardeş olunmaz, bu hurafedir”.
Ağrı’nın merkez köylerinden sünni Ozanlar, Aşkale ve yarısı Karapapak olan Tezeren köylerinde önceleri kirvelik çok önemliyken, günümüzde önemini yitirmiştir. Ancak kirveler hâlâ kız alıp vermezler. Eskiden bu köylerde kirvelik, kardeşlikten öndeyken, günümüzde sadece sosyal ilişkileri pekiştirici bir rolle sınırlandırılmıştır. Fakat Taşlıçay ilçesinin, halkı Karapapak ve Sünni olan Geçitveren köyünde ise kirvelik hâlâ çok önemlidir. Bu köyde kullanılan, ‘kirvenin damının üstüne çıkılmaz’. Yani onun kızı kızım, oğlu oğlumdur, ona kötülük yapılmaz deyimi kirveliğin önemini ifade etmektedir. Ayrıca Posof / Kars köylerinde de ‘kirvenin damından ve kapısından don-gömlek geçilmez’(32) deyimi kullanılmaktadır.
Kirveliğin en önemli fonksiyonlarından biri, yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı gibi, iki aile ya da aile grupları arasında yakınlık sağlamaktadır. Özer 1987 yılında Van’ın merkezi ile Muradiye ve Gürpınar ilçelerinin köylerinde yaşayan, kısmen göçebe olan Sünni Burukan aşiretleri arasında da aynı özellikleri tespit etmiştir. Ona göre,
“aşiretteki kirveliğin yaygın kirvelik anlayışından farkı, kirve olan kişi kendisi yalnız değil tüm ailesi veya aşireti ile kirvesi olduğu aşiretin veya ailenin yakın bir akrabası gibi görülür... Kan davası sona erdikten sonra tamamen unutturulmak istendiğinde başvurulan en etkili yollardan biri de kirvelik kurumunu devreye sokmaktır”(33).
Doğu Anadolu’da özellikle Tunceli, Erzincan, Kiğı, Bingöl, Varto, Pülümür ve Kars Göle’de yaşayan Alevi Lolan oymağında da kirvelik aynı fonksiyonlara sahiptir(34).
Mardin’de de kirveye “kirip” denir ve kirve, Elazığ’ın özellikle Alevi köylerinde olduğu gibi, erkek çocuğun yetişmesinde, kızın istenmesinde ve düğününde önemli fonksiyonları icra eder(35).
Kirveliğin önemli fonksiyonlarından biri de, gayri müslimler ile yakınlık sağlamaktır. Meselâ yukarıda bahsettiğimiz Burukan aşireti arasında yapılan bir başka çalışmada, Ermenilerle kirvelik yoluyla ilişkiler kurulduğundan bahsedilmiştir(36). Mardin bölgesinde söylenen ‘kirvem’ adlı bir türküde de, ‘Kurmançca’ konuşan bir erkek çocuğunun, Yezidî kirvesinin kızına olan aşkı işlenir. Türküde erkek ‘kivre-krive’, kız ise ‘krivo’ tabirini kullanır. Ayrıca bu türküde, gençlerin evlenmesini, kirvelik ile birinci derecede dinî inançların engellediği vurgulanmaktadır.
Kirveler arasındaki evlilik yasağı, ya da evliliğe hoş bakmama anlayışı Burç köyü / Viranşehir Yezidilerinde de görülür. Yezidilerde kirveler arasında evlenme yasağı olduğu için
“...Burç köyü sakinleri kendi şeyhlerini kirve seçer. Zaten inançlarından dolayı şeyh ailesi ile evlilik yasağı olduğundan kirvelik fazla zarar getirmemektedir. Şeyh dışında çevre Müslüman köylerden kişiler kirve olarak da seçilir”(37).
Yezidilerle ilgili yapılan bir başka çalışmada da, sünnetin vaftizden kısa bir süre sonra yapıldığı belirtilmiştir. Yezidilerde çocuk ölü doğsa dahi sünnet yapılır ve kirve çocukları evlenemez. Bu nedenle kirve nikâh düşmeyen pir, şeyh gibi kimselerden seçilir. Onlardan kirve bulunmadığı zaman, Sünnilerden kirve seçilir(38). Bu ifadelere göre, kirveliğin çok önemli olduğu sosyal gruplarda gençlerin evliliğine birinci derecede inancın engel olması, burada dinî anlayışın, gelenekten daha etkili olduğunu göstermektedir. Diğer yandan Aleviler ile Yezidilerdeki kirvelik anlayışının benzerliği, sosyal bilimcileri düşündürmesi gereken çok önemli bir husustur.
Sonuç olarak kirvelik kavramı, Anadolu’da çeşitli bölgelerde görülmesine rağmen, özellikle Aleviler arasında daha etkilidir. Ayrıca genelde kirvelik, sünnet düğünü masraflarının bir başkası tarafından karşılanması ile dostluğu ifade eder. En önemli fonksiyonlarından biri ise, taraflara statü kazandırmaktır. Statü kazanmak iki taraflıdır. Yani erkek çocuk sahibi, A şahsını kirve yapmakla o kişi bir statü kazanırken, aynı zamanda kirve vasıtasıyla çocuk ailesi de statü kazanmaktadır. Bunun dışında sünnet olan çocuk ailesinden başka güvenebileceği bir şahsa ya da aileye daha sahip olmaktadır. Çünkü kirve ilerde çocuğun yetişmesinde, evlenmesinde (sağdıç anlamında kullanıldığını hatırlayalım) önemli fonksiyonlara sahip olacaktır.
Kirvelik kurumunun fonksiyonlarından bir diğeri de, ‘sosyal kontrol’ ve ‘sosyal barış’ı sağlamasıdır. Eski Erzincan valisi Ali Kemali bu durumu şöyle anlatır:
‘Kirvalık, katil tarafına mensup bir çocuğun maktul tarafına mensup herhangi bir kişinin kucağında sünnet edilmesiyle meydana gelen ilişkidir ve çok yaygındır’(39).
İşte bu anlayışa bağlı olarak yukarıda ifade edildiği üzere, genelde Aleviler, kirvelerini Sünnilerden; Sünniler de Aleviler ve Ermeniler ile Yezidilerden; Yezidiler de Müslüman (Alevi-Sünni) lardan seçmişlerdir. Bu nedenle sosyal gruplar arasında yakınlaşmalar, daha doğrusu sıhrî akrabalıklar kurulmuştur.
Kısaca bir sosyal kurum olan kirveliğin başlı başına incelenmesi gerekir. Meselâ ‘kirov’ Farsça olduğu halde, niçin İran’da kirveliğin yaygın olmadığı ve Anadolu dışında da sünnet geleneği olduğu halde, niçin Anadolu’da ve özellikle Alevilerde çok canlı ve etkili olduğu, ayrıca Ermeniler (bilindiği üzere Ermenilerde sünnet geleneği yoktur.) ile Yezidilerdeki kirvelik anlayışının nereden kaynaklandığı, aydınlatılması gereken, önemli problemlerdir.

Dipnotlar
* Bkz. V. Milletlerarası Halk Kültürü Kongresi- Gelenek, Görenek, İnançlar-. Ankara 1997: 44-52.
1.Hamidullah, M.: �Sünnet Mad� İA C. XI: 242.
2.Hamidullah, M.: a.g.m.: 245.
3.Wensinck, A. J., İ A.: �Hitan Mad� C. V: 543-544.
4.Meydan Larouse. �Sünnet Mad� C. XI: 660, 661; Ana Britannica. �Sünnet Mad� C. XX: 186; Wensınck, A. J.: a.g.m.: 545.
5.Wensınck, A. J.: a.g.m.: 543-544.
6.Ana Britannica. C. II: 186.
7.Kudat, A.: Kirvelik. Ankara 1974: 68-72.
8.Türkdoğan, O.: �Türklerde Kirvelik ve Sünnet Geleneği� Türk Kültürü Araştırmaları, Ankara (1966-1969), 1973: 202.
9.Türkdoğan, O.: a.g.m.: 200-201.
10.Ulu, E.: 100. Yılında Almus. İstanbul 1987: 113.
10a.Acar, İ. H.: �Zara�da Sünnet Düğünleri� Sivas Folkloru Dergisi 48 (1976): 14.
11.Kudat, A.: a.g.e.: 12.
12.Derleme Sözlüğü. C. VII.: 2883-2884.
13.Artan, G.: �Kirvelik� TFAD. 120 (1953): 2021.
14.Özer, A.: Doğu Anadolu�da Aşiret Düzeni. İstanbul 1990: 98.
15.Erdentuğ, N.: Sun Köyünün Etnolojik Tetkikleri. Ankara 1959: 54; Erdentuğ, N.: Hal Köyünün Etnolojik Tetkikleri. Ankara 1983: 95.
16.Türkdoğan, O.: a.g.m.: 202.
17.Kırzıoğlu, F.: Kars Tarihi. C. 1. İstanbul 1953: 504-505.
18.Özen, K.: �Divriği Köylerinde Kirvelik Geleneği� Folklor ve Etnografya Araştırmaları (Haz. İ. G. Kayaoğlu), İstanbul 1975: 239; Uslu, M.: �Yozgat�ta Sünnet Düğünü Gelenekleri� Sivas Folklonu Dergisi 72 (1985): 19-20.
19.Üçer, M.: �Anadolu�da ve Sivas�ta Sünnet Gelenekleri ve Kirvelik� Sivas Folkloru 67 (1978): 10.
20.Beşikci. İ.: Doğuda Değişim ve Yapısal Sorunlar-Göçebe Alikan Aşireti. Ankara 1969: 192.
21.Beşikçi, İ.: a.g.e.: 68.
22.Ziya Gökalp: Türk Medeniyeti Tarihi (Haz. İ. Aka, K. Y. Kopraman), İstanbul 1976: 75.
23.Özen, K.: a.g.m.: 239.
24.Yund, K.: �Tarih Boyunca Türklerde Sünnet Olma Geleneği II� TDTD 38 (1990): 45.
25.Hınçer, İ.: �Sünnetin Tarihçesi ve Sünnet Düğünleri� TFAD 268 (1971): 6139.
26.Kırzıoğlu, M. F.: Kürtlerin Türklüğü. Ankara 1969: 121.
27.Fırat, M. Ş.: Doğu İlleri ve Varto Tarihi. Ankara 1970: 243; Özen, K.: a.g.m.: 240.
28.Akyazı, E.: Sağdıçlar Köyünün Monografik İncelenmesi (F. Ü. Fen-Ed. Fak. Antropoloji Bölümü Yayınlanmamış Lisas Tezi). Elazığ 1987: 20; Yeşilgül, A.: Yedigöze Köyünün Etnolojik Tetkiki (F. Ü. Ed. Fak. Antropoloji Bölümü, Yayınlanmamış Lisans Tezi). Elazığ 1982: 37; Karaaslan, A.: Bölükçalı Köyünün Monografisi (F. Ü. Ed. Fak. Sosyoloji Bölümü Yayınlanmamış Lisans Tezi). Elazığ 1989: 43.
29.Koşay, H. Z.: Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme. Ankara 1944: 262.
30.Ergin, M. E.: Urfa Folklorunda Düğün. Adana 1973: 29, 55, 48, 35.
31.Ülküsal, M.: Dobruca ve Türkler. Ankara 1966: 93.
32.Aydınoğlu, G.: �Posof�ta Evlenme ve Sünnet Düğünü Geleneği� TFAD 271 (1972): 6227.
33.Özer, A.: a.g.e.: 98.
34.Kocadağ, B.: Lolan Oymağı ve Yakın Tarihi. İstanbul 1987: 9-33,258.
35.Güler, A.: �Dirican Aşiretinde Çocuk Eğitimi� F. Ü. Ed. Fak. Dergisi l (1981): 130-132.
36.Yurt Ansiklopodisi. C. VIII: 5823.
37.Kartal, B.: Sosyolojik Açıdan Burukan Aşireti Üzerine Bir İnceleme. (İ.Ü. Edebiyat Fak. Sosyoloji Bölümü, Yayınlanmamış Lisans Tezi). İstanbul 1970-1971: 3.
38. Boğazlıyanlıoğlu, D.: Burç Köyünün Monografisi (A.Ü., DTCF., Sosyal Antrapoloji Kürsüsü Yayınlanmamış Lisans Tezi). Ankara 1988: 34.
39. Beysanoğlu, Ş.: İnançları, Gelenek ve Görenekleri ile Yezidiler. Ankara 1988: 30.
40. Ali Kemali: Erzincan Tarihi. İstanbul 1932: 199.

Anonymous
10. April 2011, 09:15 PM
“Kirve”lik Ve Evlilik Yasağı-1

Erkek çocuk sünneti sirasinda karsilastigimiz ‘kirve’lik kurumunu daha yakindan taniyabilmek için, ‘kirvelik’in olusmasiyla birlikte ortaya çikan evlilik yasaklarinin nedenlerini de tanimaya çalismak gerekecektir.

Bati'da ‘kurumsalci sosyoloji’ tarafindan ileriye surulen ve Turkiye’de oldugu gibi devralinip kullanilan “kurgusal ”, “tasavvuri ”, “yalanciktan” , “şakaciktan akrabalik” (parenté à plaisanterie) “kurum”u içinde sayilan “kirvelik akrabaligi”,hangi nedenlerle, derhal,taraflara 'gerçek' bir evlilik yasagi dogurmaktadir? "Tasavvuri" bir kurum,nasil oluyor da,"gerçek" bir evlilik yasagi uygulamasina yol açabiliyor ?

Bu noktalarda,Aygen Erdentug,A.Riza Balaban gibi arastiricilarimiza dayanarak,onlarin "tasavvuri ”, “kurgusal","sakaciktan" akrabalik kapsaminda ele aldiklari “sut” ve “sunnet" akrabaliginin ,hangi nedenlerle,taraflara gerçek bir evlilik yasagi doguruyor oldugunu anlamamiz ve açiklayabilmemiz mumkun degildir.Kendileri de,bu konularda ikna edici açiklamalar gelistirebilmis degildirler zaten.Sunnetin ve kirveligin kokenlerinin hala açiklanmasi gereken fenomenler olarak ortada duruyor olmasi da,bu tur anlamsiz 'açiklamalar' bakimindan,pek tesaduf sayilamaz.

Simdi anlasilan anlamiyla,aralarinda ’kan baglari’ bulunan ‘gerçek’ akraba kizlariyla evlenebilme hakki bulunan bir erkek, hangi toplumsal gerekçeler bakimindan,(simdi anlasilan anlamiyla) aralarinda hiçbir ‘kan bagi’ bulunmayan,‘ tasavvuri’, ‘sut kardesi’ veya ‘kirve kizi’yla,evlenme yasagi ile karsilasmaktadir?

Bu noktadaki gerçek soru budur ve bunlar ,herhangi bir ‘tasavvuri’ kavramla açiklanamaz,açiklanamamisdir da."Kurgusal akrabalik" kavrami etrafinda sadece,bos laflar edilebilir.Cunku gerçekte, varolus gerekçeleri ortadan kalktigi olçude "sakaciktan" bir hal almaya baslayan akrabalik kavram ve iliski turleri,geçmisin en gerçek fonksiyonel kurumlaridir ayni zamanda.

Amca,dayi,teyze veya hala kiziyla evlenme olanagi bulunan bir erkegin, kirvesinin ve sut annesinin kiziyla (ve hatta,genis olçulerde onlarin akraba kizlariyla;ve tersi) evlenme yasagiyla karsilasmasinin nedenleri ,bu bakimdan,sadece,eski toplumun gerçek iliskileri taninarak ortaya konulabilir.Bunu yapmaya çalismamiz gereklidir.Cunku,aksi takdirde,ekteki çalismada da gorecegiz,"amca kiziyla evlilik"in gerekçelerinin incelenmesi orneginde oldugu gibi,neredeyse her arastiricinin, bu noktada ileri surdugu farkli ( dolayisiyla genellikle 'tasavvuri" ve bu bakimdan bos) gerekçeleri arasinda dolasmak kaçinilmaz olur.Bu noktada,insanbilim alaninda dogru metotlara dayanan bir çalisma kaçinilmazdir ve bu,hem sunnet rituelinin gerçek anlamini tanimamizi saglayacak ve hem de ‘kirve’lik kurumunun fonksiyonunun açiga çikarilmasina hizmet edecektir.

Asagida yayinladigim (ozet) yazi,bu alanda ilerlerken,yararlanilmasi ve elestirilmesi gereken bir çalisma.Erkek çocuk sunnet'inin ve kirvelik kurumunun anlam ve kaynaklarini,adim adim meydana çikarmaya çalismamiz gerekecek...


****


http://www.sabem.saglik.gov.tr/Akademik_Metinler/goto.aspx?id=3103

Akraba Evliliğinin Kültür Birikiminde Ve
Toplum Hayatındaki Bazı Görünümleri :
Dil, Din Ve Tıp


• Dr. Dursun AYAN (Uzman) • Rahime BEDER-ŞEN (Uzman) • Semra YURTKURAN (Uzman)
Gülsen ÜNAL (İstatistikçi)
Kaynak: Aile ve Toplum Dergisi, Sayi:5, Cilt:2, Yil:5, Nisan-Haziran 2002,
Basbakanlik Aile ve Sosyal Arastirmalar Gn. M.,
Erisim Adr.:http://www.aile.gov.tr/raporlar/Aile%20ve%20toplum5.pdf

Özet
...

Akraba evliliği, olgusu, tıp bilimlerindeki çalışmaların ilerlemesiyle birlikte, toplumun gündeminde daha çok ilgilenilen bir konudur. Akraba evliliği, aslında, kökleri tarihte olan olgu olduğu için kültürel hayattaki görünümleri dilde, edebiyatta, halk biliminde oldukça yaygındır. Beşerî bilimlerin konuları, yapıları nedeniyle, diğer bilimlerin ve teknolojilerin konularıyla ortak alanlar oluşturabilmekte, yeni disiplinler ortaya çıkmaktadır. Akraba evliliği bağlamında da durum böyle bir görünüm sergilemekte, tıp sosyolojisi, tıp antropolojisi gibi alanlar şekillenmektedir. Tıp bilimleri,akraba evliliğinin sakıncalarına deyinse de, Türkiye'de ve diğer bazı kültürlerde akraba evliliğinin
uzunca bir süre daha geçerli olacağını hesaba katmak gerekir.

Akraba evliliği doğrudan "akraba", "aile" olguları ile ilgilidir, bu konulardaki tanımlar, yaklaşım biçimleri dil dünyası zenginliği ile bilimsel akıl yürütmelere ve açıklamalara olanak vermektir.


Bu yazıda akraba evliliği ile ilgili belli başlı kavramlara, tıp sosyolojisi için çağrıştırdıklarına deyinilecek ve okuyucu için küçük bir kaynakça verilecektir.

Kavramlar

2.1- Akraba

Türk kültürüne akraba sözcüğü Arapça karîb (tür. yakın) sözcüğünün çoğul şekli olan akribâ'dan gelmektedir. Türkçe ses uyumundan dolayı akraba şeklini almıştır. Arapça' da kurb sözü yakınlık anlamına gelmektedir.


Türk kültürü içinde kullanılarak bir kavram haline gelen akraba sözcüğü, aynı zamanda antropoloji, sosyoloji, etnoloji gibi disiplinlerin önem verdiği konu olmuştur. Akraba kelimesi genel olarak, "kan ve evlilik yoluyla birbirine bağlı olan kimseler, hısım" olarak tanımlanmaktadır.

Ancak hısım kavramına ayrıca deyinmek gerekir.Akrabadan başka Arapça'dan Türkçe'ye geçen ve oldukça fazla kullanılan diğer bir kavram da hısımdır. Hısımlık, yakınlık, evlilik bağı ile olan yakınlık, soydaşlık, aralarında yakınlık bulunan kimseler anlamındadır Anadolu'nun bazı bölgelerinde akraba ve hısım aynı anlamda kullanılsa bile kan bağı olanlara akraba; aralarında kan bağı olmayanların evlilikleriyle oluşan, evlenen çocukların yakınlarına hısım dendiği bilinmektedir.

Bazı akraba evliliklerinden dolayı taraflar biri birilerine "hem hısımız, hem akrabayız" demektedir. Bu ayrım evlilik öncesi ve sonrasında ailelerin birbirlerine göre konumlarına işaret eden ayırımdır.

Türkçe'nin erken dönemlerinde bu kavramı yakın, yağu:k sözcükleri karşılamış görünmektedir.Aynı zamanda yakın; akraba için, zaman için ve yer için kullanılmaktadır. "Yekke yakın kelse / biligke yakın / özke yakın" bunlara birkaç örnek
olarak verilmektedir.

Yakınlık da bu sözden türemiştir. Türkçede başka kavram ve terimler de kullanılmıştır: bunlardan soy ve sop sözcüklerini içeren bir kavram olarak oguş aile ve akrabalığa işaret etmektedir. Türkçenin erken dönemlerini dikkate alan birinci el sözlüklerde (Kaşgarlı Mahmud, Divan'ü Lügat'it Türk) ve Türkçe etimoloji çalışanlarda (J. Nemeth, A.V. Gabain, A.Caferoğlu, G. Clauson) oymak (Moğolca ayimak ve urug da hatırlanabilir) kabile, boy, soy, akraba, nesil, aile olarak karşılanmaktadır.

Batı dillerinde akraba karşılığı kullanılan kavramlardan birisi olan relative (İng)/ relatif (fr) kavramı bu dillere Geç Dönem Latince'deki relatus/relativus sözcüğünden geçmiş. Bir yere, bir şeye dayanmak anlamındadır. Yakınlık, ilişki anlamında da kullanılan relation (İng) da örneğin Orta dönem İngilizce ve Fransızca'ya Latince'den relatio'dan gelmektedir.


İngilizce'de kullanılan ve köken olarak Orta Dönem İngilizce'ye (kin / kiu / kuu) ve Anglo-Saksonca'ya (cyuu / cyu / kin / kind) dayanan kin sözcüğü de aile, akraba, halk, doğumla veya evlilikle birbirine bağlı olanlar anlamındadır.

Yakın ve akraba kavramları gündelik hayatta oldukça geniş bir kullanım alanına sahiptir. Uzaktan akraba, yakın akraba, akrabayı talukat, yakınım, soyum-sopum, amcam-dayıcam gibi belirlemelerin hepsi geniş anlamda sosyolojik ve antropolojik birliğe işaret etmektedir. Akraba kavramının incelenmesi sosyal
bilimlerin tümü için önemli bir araştırma konusu olmuş, bu kavramın farklı kültürlerde tarif edici ve tasnif edici özelliklerinden hareket ile aile ve evlilik olgularına/kurumlarına çeşitli yaklaşımlar sağlanmıştır.

2.2- Akraba Evliliği


Akraba kavramının bu geniş kullanımı yanında genetik biliminde (consanguineous marriage) ve kültür bilimlerinde kullanılan akraba evliliği (kin marriage (İng)/ Verwandtenheire (alm)/ kavramı da vardır ki bu özel bir kullanımdır. Gündelik dilde
kullanılan "akrabadan evlenmek" durumu her koşulda kültür bilimleri ve genetik bilimleri açısından "akraba evliliği" sayılmamaktadır. Bilimsel anlamda ve bu çalışmada kullanılan anlamıyla akraba evliliği / consanguineous marriage (İng):" Çeşitli evlilik bağlarıyla akraba olan kimselerin; özellikle yeğenlerin (kardeş çocuklarının) birbirleri arasındaki evlilik..." ( yakın akraba evliliği veya birinci dereceden akraba evliliği kastedilmektedir. Bu tanımına kardeş torunlarının evlilikleri uzak akraba evliliği veya ikinci derece akraba evliliği de eklenince tanım birinci ve ikinci dereceden akrabaların evliliklerini kapsamaktadır.

Akraba evliliği kavramının yukarıda belirtilen sınıflamasından başka bir de paralel yeğen evliliği (parallel-cousin marriage) ve çapraz yeğen evliliği (cross-cousin marriage) sınıflaması vardır. Amca kızı-Amca oğlu ve Teyze Oğlu-Teyze Kızı arasındaki evlilikler paralel, Dayı Oğlu-Hala Kızı ve Hala Oğlu-Dayı Kızı arasındaki evlilikler çapraz yeğen evlilikleridir.


Akraba evliliği kavramının batı dillerindeki bilimsel karşılığı olan consanguineous sözcüğü, Latince kan anlamına gelen sanguis ve ortak anlamına gelen con sözcüklerinden yapılmıştır. Bu kavramsal belirlemenin, örneğin İngilizce'deki akraba, halk birliği, aile anlamına gelen "kin" sözcüğü ile değil de doğrudan kana dayanan bir sözcükle karşılanması bu kültürlerde de akraba kavramının geniş anlamından kaynaklanmaktadır.


2.3-Aile

Akrabalık ile yakından ilgili iki kavram olarak evlilik ve aile kavramlarına ve/ya olgularına bu çalışmada fazlaca deyinilmeyecektir. Bazı kuramcılara göre evlilik ve aile kurumları, daha geniş olan akrabalık sisteminin birer parçası ve görüntüsüdürler. Sistemin anahtarı, akrabalık sözcüklerinde saklıdır. akrabalık sözcüklerini bir yana bırakarak evlilik ve aileyi incelemek, olanak dışı değilse de zordur. Buna karşılık akrabalık sistemi, çözümlenince, evlilik ve aile sistemleri çok kolaylıkla açıklanabilmektedir.

Aile ile ilgili tanımlarda ön plâna çıkan belli başlı unsurlar; cinsel ilişki; bu ilişkinin biyolojik, sosyolojik, dinî, hukukî/kanunî /meşruiyeti; bu ilişkiden doğan ve geçen kan bağı ile bağlı kuşaklar; bu kuşaklar ve aile üyeleri arasındaki toplumsal
ilişkilerde süreklilik ve bunun gereği olan toplumsallaşma ve meşrulaştırma süreçleri. Bunlara ek olarak ailenin kurulmasına öncülük eden ve ailenin sürekliliği sırasında etkili olan evlilik süreçleri de aile kavramının tanımında dikkate alınmalıdır.
"Bu bağlamda aile tanımları yapılırken aileyi oluşturan temel unsurlar dikkate alınmıştır. Aile, kuşak ilişkilerine göre ana, baba ve çocuktan meydana gelen bir gruptur (Winch, 1965). Eşlerin cinsel ilişkisine dayalı, çocuk sahibi olma ve bu çocukları
yetiştirme özellikleri gösteren bir gruptur (Maclver Page, 1965). Aile en az iki neslin bir arada bulunduğu, kan bağı ile karakterize edilen küçük bir sosyal örgüttür (Sumner-Keller, 1966). Aile ana,baba, çocuklar ve tarafların kan akrabalarından (aile biçiminin gereğine göre) meydana gelmiş ekonomik ve toplumsal bir birliktir".

"Güvenç (1972) toplumun evrimini ailenin evrimine bağlayan evrim teorilerinin bugün geçerliliğini tümüyle yitirmiş olduğunu, akrabalık sistemlerinin modern toplumlar içerisindeki yeri ve önemi üzerinde yapılmış sosyolojik araştırmaların, belki
de bu teorinin tersinin daha da doğru olabileceğini gösterdiğini belirtir. Buradan giderek ailenin topluma değil, toplumun aileye ve akrabalık sistemlerine biçim verdiği söylenebilir. Yine aynı şekilde toplum akraba evliliklerinin de yapılıp yapılmama-
sında etkilidir".

3.Akraba Evliliği İle Kurulan Aile


Akraba evliliği yoluyla kurulan aile olgusunun birincil belirleyicisi eşler ve onların ataları arasında kan bağının olmasıdır (kardeş çocukları, kardeş torunları). Sosyolojik ve antropolojik yönden "akrabadan evlenmek" gündelik dil kullanımında geniş aile olgusunu ve geniş aile tipini hatırlatır durumda olabilmektedir. Bir ölçüye kadar bazı yörelerde devam eden, boy, sülale, aşiret ve kabileye bağlığı da çağrıştırmaktadır. Akrabadan evlenenlerin kardeş çocuğu ve kardeş torunu olanları dışındaki uzaktan akrabalar birinci ve ikinci dereceden "akraba evliliği" kapsamına girse de bunlar arasında kanbağının olması önemlidir. Eski zamanlardan beri oldukça işlevsel olan atalar ruhu, grup daya-
nışması, aileler birliği gibi dinî, tarihî, mitolojik ve beşerî fenomenlerin kendini sürekli kıldığı önemli kültür dinamikleri hem işlevselliklerinden hem de psikolojik etkilerinden dolayı yaşayagelmektedir.

Akraba evliliğinin geleneksel, töresel ve örfî nitelikli kültürel boyutları da vardır. Ailelerin içlerine yabancı sokmak istememeleri, akrabalık ruhunun, dayanışmasının dışarıdan birinin etkisi ile bozulacağı inancı, üretim ve mülkiyet potansiyelinin akraba dışı insanlar tarafından parçalanmaması, geleneksel otoriteye uyum ve bu yolla maddî, manevî
birikimlerin varlığının ve geleceğinin güvence altına alınması akraba evliliği olgusunun temel kurumlaşma dayanakları olarak dikkate alınabilir.

4. Beşeri Bilimlerinden T p Bilimlerine
Akraba Evliliği

Genetik, biyoloji, veterinerlik ve diğer tıp bilimlerinin kaydettiği gelişmeler sonucu, belirli bir oranda hastalıklı çocukların doğumuna neden olmasıyla, akraba evliliği kültür bilimlerinde olduğu kadar genetik ve tıp sosyolojisinin de konusu olmuştur.
Ancak konunun bu şekilde gündeme gelmesi akraba evliliği ile hastalıklı çocuk doğumları arasında bazen de aşırıya giden bir ilişki olduğu kanısı uyandırmaktadır. Bir yanda, doğumdan itibaren görülen tüm rahatsızlıkların, (oluşum/şekil bozuklukları, genetik rahatsızlıklar gibi) nedeni,böyle olmasa da bir slogan gibi kolayca, akraba evliliğine bağlanabilirken diğer yanda bazı rahatsızlıklar doğrudan akraba evliliğinden kaynaklansa da bu durum bazı ailelerce ve kesimlerce kabullenilmemektedir. Bu iki kanaatin yerli yersiz veya eksik bilgi ve spekülasyonlardan dolayı yaygınlık kazanması toplumun bu konuda sağlıklı bilgi sahibi olmasını engellemektedir. Akraba evliliği konusunda halkın bilgilendirilmesi bir tür yetişkin eğitimi olarak da düşünülmelidir.

Akraba evliliği ile ilgili çeşitli araştırmalarda,ulaşılan ailelerden alınan bilgiler bir rahatsızlık durumu ortaya koyuyorsa, konunun tıp sosyolojisinden uzak olmadığını düşünmek gerekmektedir.


Kültür bilimleri açısından yapılan çalışmalar hangi düzeyde olur isi olsun, akraba evliliği olgusu, daha çok rahatsızlıkları olan çocukların doğumu ile akraba evliliği arasında bir ilişki kurulması nedeniyle tıbbî bakımdan halkın daha çok dikkatini çekmiştir.
Böylece hem bilginin kaynağı ve niteliği (epistemoloji) açısından hem de konuya yaklaşım (yöntem) açısından disiplinler arası yaklaşımın zorunluluğu su yüzüne çıkmıştır. Aile sosyolojisi ile tıp sosyolojisinin ayrıştığı ama birbirinden de kopuk olmadığı bir kavşağa gelinmektedir.

1 - Akraba evliliğini etkileyen nedenler ve bunun kurumlaşma süreçleri,
2- Akraba evliliğinin sonucu olarak muhtemelen ortaya çıkan rahatsızlıklar ve tıp bilimlerinin tanı ve sağaltım (teşhis ve tedavi) süreçleri.
3- Disiplinler arası yaklaşım açısından ise tıbbî bir olguya sosyolojik yaklaşım ve/ya sosyolojik bir olgunun muhtemel tıbbî sonuçları.

Son yıllarda tıp sosyolojisi alanındaki çalışmalar dikkati çekmekte yeni yeni konular gündeme gelmektedir. Bazı çalışmalarda tıp sosyolojisi bir organizasyon sosyolojisi gibi düşünülse de, tıpkültür bağlamı hak ettiği yeri almalıdır. Akraba evliliği konusu da bu açıdan bakılması gereken konulardan birisi olma durumundadır.











“Kirve”lik Ve Evlilik Yasağı-2
***
5.Ensest/Fücur
İnsanlık tarihi, aile içi evlenme geleneği olan ensesti/fücürü önemli ölçüde geride bırakmıştır.

Ancak bu çağda bazı kabilelerde gelenek olarak görülmektedir. Dünya genelinde de hemen hemen hukuken yasaktır. Bir suç ve sapma davranışı olarak çağcıl (modern) toplumlarda örneklerine rastlansa da, konunun niteliği bakımından nesnel bilgiye ulaşılması güçtür.

Akraba evliliğinin tarihîne ilişkin birincil kaynaklar bu makalenin konusu olarak doğrudan incelenmemiş, Çok kısa olarak ikinci elden bazı incelemelere itibar edilmiştir.

Kabile dışından, aile dışından evlilik (exogami), aile tarihî açısından önemli bir olgudur. Ancak, tarihîn bazı dönemlerinde kültürlerin akraba evliliğine imkan vermiş olması mümkün görünmektedir. Buna ilişkin bilgiler çok net olmamakla beraber, bazı çalışmalarda,akraba evliliğinin bugün için hemen hemen resmen
uygulanmayan şekli olan ensest/fücür örneklerine deyinilmektedir. Özellikle, Eski Mısır'da Firavun sülalelerinde görülen baba-kız, anne-oğul, kız kardeş-erkek kardeş evlilikleri dikkat çekici örneklerdir. Böyle bir ensest evliliğin nedeni olarak, hanedana dışarıdan girecek kimselerin saltanatı yıkmasını önlemek gösterilmektedir. Bugünkü Peru'nun eski sakinleri olan İnkaların da akraba evliliği yaptığına deyinilmektedir.

Eski dönemlerdeki bütün kültürleri kapsayacak genel bir yargıda bulunmak mümkün değildir. Çünkü bugün için birbiriyle çelişir görünen farklı bilgilere rastlanmaktadır.

"Akraba evlilikleri, tarihîn çok eski devirlerinden beri yapılagelmektedir ve bu tip evlilikler için toplumların çok değişik değer yargıları vardır.

Etnografik araştırmalar hısımlıkla ilgili evlenme engelleri konusunda ilginç verileri kapsamaktadır.Totem sisteminde akrabalıkları pek uzak olsa bile bir erkeğin annesinin totemine mensup kadınlarla evlenmesi yasak olduğu halde, Meksika'nın Sierra Madre bölgesinde baba kız evlenmeleri oldukça sık ve büyük çoğunlukla ekonomik nedenlerle yapılmakta idi. Aynı kabileden bir kızla evlenmeyi büyük bir dehşetle karşılayan Khondlar tehlikeyi önlemek için kız çocuklarını öldürürlerdi. Veddahlar ise erkeğin ablasıyla evlenmesini suç saydıkları halde, kendisinden küçük kız kardeşi ile evlenmesini hoşgörürlerdi. Güney Avustralya kabilelerinde bir erkeğin annesi, kız kardeşi, birinci ve ikinci dereceden kuzenleri ile cinsel ilişkisi yasak olduğu halde, Java'daki Kalonglar arasında ana-oğul evlenmelerinin uğur getirdiğine inanılırdı. Bali'nin soylu ailelerinde ise farklı cinsten ikiz kardeşlerin ana rahminde birleştiği sanıldığından, evlenmeleri mümkündü. Doğu Afrika'daki Teita ahalisi de kendi anne ve kız kardeşleri ile tamamen ekonomik nedenlerle evleniyorlardı. Eski Mısır ve İnkalarda soyun asaletinin devamı için kardeş-kardeş evlilikleri sık yapılırdı. Mısır'da bu o derece abartılmıştı ki prenseslerin asil kanı tahtın varislerinden başkalarına geçirmeleri kesinlikle yasaktı. II.Ramses'in kendi kızı ile evlendiğini gösteren kanıtlar vardır. Tarihîn zekası ile tanıdığı Kleopatra da bir baba-kız evlenmesinden doğmuştu."

Semavî dinlerin ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıyla ensest/ fücur evlilik ayetler ile (Tevrat:Leviler Suresi ve Ku'ran: Nisa Suresi) yasaklanmıştır. Ancak akraba evliliğine ilişkin bir yasak yoktur.

"Çeşitli dinlerde akraba evlilikleri ile ilgili kurallar getirilmiştir. Çağcıl devletlerin medenî hukuklarını geniş ölçüde etkilemiş bulunan iki büyük din Müslümanlık ve Hıristiyanlık, evlenme engelleri arasında yakın hısımlığa büyük önem verirler.

Ortodoks Kilisesi hukuku prensip olarak yedinci dereceye kadar kan hısımları arasında evlenmeye izin vermez. Katoliklerde ikinci derece kuzen evlilikleri özel bir izne bağlıdır."


6.Akraba Evliliğinin Tarihi Görünümlerinden Bazi Örnekler


Bu yazının içeriği, semavî olmayan dinlere mensup kültürlerin erken dönemlerinde akraba evliliğinin olup olmadığına ilişkin bir yargıda bulunacak verilere sahip değildir. Ancak Japon Medenî Yasası'nın akraba evliliğini yasaklaması, daha önceleri bu tür evliliklerin olduğuna ve bazı sakıncalarının görüldüğüne işaret etmesi bakımından anlamlıdır.

İbn Haldun'un toplumsal tarih niteliğindeki Mukaddime adlı eserinde el-asabiye bağı önemle vurgulanmaktadır. Bu kavramın akraba evliliğini kapsaması normaldir. İbn Haldun kent hayatının (ümran) ilerleyen dönemlerinde "el asabiye"nin dayanışma ruhunun zayıfladığını ve uygarlıkların çöktüğünü belirtmektedir. İslâm düşünürü olarak, onun kültür çevresi 14-15. yüzyıl Endülüs ve Kuzey Afrikadır. Ancak belirlemeleri
bakımından dünya genelinde beşerî bilimler açısından kabul gören bir ünü vardır. Konu geçmiş ile bugünü bağlayacak daha ayrıntılı çalışmalara muhtaçtır. Güncel verilerde Arap kültüründe akraba evliliğinin yüksek olduğu bilinmektedir. Bu konuyla
ilgili olarak Hz Muhammed'in amcasının oğlu Hz.Ali ile kızı Hz. Fâtimâ'nın akraba evliliği yapmış olmalarının bir sünnet-i seniyye teşkil edip etmediği de dikkate değer bir yön olarak akılda tutulmalıdır.

Türk kültürünün İslâm öncesi döneminin akraba evliliği açısından farklı coğrafyalarda ve farklı kültür ortamları ile etkileşimde nasıl bir durum gösterdiğinin ayrıntılı olarak tespit edilmesi başlı başına bir konudur. Türk kültür tarihi ile ilgili çalışmalarda bir kabile ve boy anlayışının geçerli olduğu bilinmektedir.

Örneğin kavimden devlete geçişte İbn Haldun'un ifadesiyle "el-asabiye" benzer bir duygusunun önemini inkar etmek mümkün değildir. Kut (kutsallık), küç (yönetim gücü) ve ülük (toplumsal düzeyde üretim ve paylaşım süreçleri) Türk tarihinin toplumsal yapı ve yönetim anlayışının belli başlı göstergeleri olarak belirtilmektedir.

Uruk /boy/ güçlü olmalıdır. Ancak akraba evliliğinin bugünkü anlamda geçerli olup olmadığının ortaya konulması başlı başına bir çalışma olarak düşünülmelidir. Mete Hanı'ın amcasının kızıyla evlenmesi bir örnek olarak verilebilir. İslâmiyet öncesi Türk tarihinin genel olarak Arap kültür çevresinden farklılıklar gösterdiği bazı kaynaklarda belirtilmektedir. Ancak İslâmiyet'in kabulüyle bu iki kültür çevresi önemli düzeyde bir etkileşime girmiş, hemen hemen Türk tarihinin İslâmî dönemi inceleme ve araştırmalarda ön koşuna çıkmıştır. İslâmiyet'in kabulünden sonra da geniş bir coğrafyada akraba evliliğinin incelenmesi ilgilenilmeye değer bir konu olmalıdır. Türk Dünyası'nın yayıldığı geniş coğrafyadaki kültürel etkileşimlerin ve uzun yıllarını egemenliği altında geçirdiği yönetim, ideoloji ve dünya görüşünün akraba evliliği yapma anlayışını nasıl etkilediği konusu da dikkate değerdir. Hem Türk coğrafyasında hem
İslâm coğrafyasında bugün kendinî gösteren akraba evliliği olgusunun değişik çalışmalar ile ayrıntılı bir incelemeye tabi tutulması dünya genelinde bu konunun anlaşılmasında önemli bir yer edecektir.

Güncel araştırma verileri, özellikle Anadolu'da, dikkate değer oranda akraba evliliğine işaret etmektedir.İlk bakışta Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerindeki evlilik oranının yüksekliği, kentleşme, eğitim ve refah düzeyinin düşük olması ile açıklanabilse de Anadolu'nun geneliyle karşılaştırıldığında bu oran yüksekliğinin daha çok kültürel nedenli olduğu izlenimi doğmaktadır Anadolu Türk kültürünün İslâm öncesi döneminin akraba evliliği açısından farklı coğrafyalarda ve farklı kültür ortamları ile etkileşimde nasıl bir durum gösterdiğinin ayrıntılı olarak tespit edilmesi başlı başına bir konudur.

7.Günümüz Toplumlar nda Akraba Evliliğine İlişkin Notlar


Akraba evliliği ana ve baba yönünde iki ana gelişme şekli göstermektedir. Ancak yaygın olarak baba soyu gelişmesi (amca oğlu-amca kızı ve amca oğlu-hala kızı) etkilidir. Kentleşmenin gittikçe artması ana yönünde gelişen akraba evliliği örneği
verebilmektedir.

"Akraba evliliğinin en fazla rastlanan biçimi olan amca kızı-amca oğlu evliliğine ilişkin olarak araştırma sonuçlarına dayalı farklı görüşler bulunmaktadır. Barth (1954) amca kızı evliliğinin, soy sop dayanışmasını (solidarity) sağlayıcı bir rol oynamakta olduğu görüşündedir. Rosenfeld (1958) amca kızı evliliğinin mal-mülkün akrabalık grubu içinde kalmasını sağladığını savunmaktadır.

Murphy ve Kasdan (1959)'a göre amca kızı evliliği babasoyunun doğal bölünme sürecinin engellemektedir. Patai (1959)'ye göre amca kızı evliliği babayani mirası kendi içinde muhafaza etmekte,savunma gücünü kuvvetlendirmekte,hane halkı yapısının kararlılığını(stability) sağlamakta ve eşlerin statülerinin eşitliğini pekiştirmektedir. Yine Cuisenier (1962) için amca kızı evliliği eş seçimindeki seçenekler dizisinde alternatiflerle simgelenen yapının en önemli ifadesidir. Khuri (1970) amca kızı evliliğinin uyumlu aile ilişkilerine katkıda bulunduğunu belirtmektedir. Hilal (1970)'e göre amca kızı evliliği içinde kadın eş olarak güvence (namus açısından) altındadır. Pastner'e (1979) göre de evlilik örüntüleri ile üretim tarzı ve siyasi yol arasındaki ilişki iki farklı evlilik stratejisini ortaya çıkarır. Bunlardan birincisi siyasi görevlerin ve toprak sahipliğinin yararına olan evlilik yatırımı
babayanındaki akrabaların dağılımını engellemektedir. İkincisinde de akrabalık organizasyonunda iki yandanlığı ve kardeş birliğinin önemini yansıtmaktadır.

Batı toplumlarında akraba evliliğinin bisikletin ve otomobilin icadıyla azaldığı belirtilirken, akraba evliliğinin azalmasında en önemli etken kent nüfusunun ister istemez ortaya koyduğu tesadüfi nüfus yapısıdır. Sanayi toplumunun ve buna bağlı
olarak kentleşmenin değişik bölgelerden insanları bir araya getirmesi akraba evliliklerinin azalmasına neden olarak gösterilmektedir. Örneğin ABD'nin karışık ve hareket halindeki halkı onbinde sekiz (0.008) kardeş çocuğu evliliği ile yeni akıma iyi bir örnektir. Bu tür evliliklere Utah eyaletinde 1870'te %1, 1890'da %0.25, 1910'da %0.1 oranında rastlanmaktaydı. Günümüzde ise yok gibidir. Fransa'da Loire-et-Cher'de bu oranlar 1918'de %6, 1932'de 963 ve 1952'de %1 idi.
Anthony Smith bazı ülkelerde kardeş çocuğu ile evlenme oranlarını şöyle vermektedir:
İspanya % 4.6
Japonya (Nagasaki) % 5.0
Japonya (Tarımsal Bölge) % 7.0
İsviçre (Alp Köyleri) % 11.0
Hindistan (Bombay'da Parsi Etnik Grubunda) 12.0
Brezilya (Köyleri) % 19.5
Fiji Adaları % 29.7
Yukarıdaki tablodan anlaşıldığı kadarıyla, akraba evliliği oranları köylerden kente, doğudan batıya geldikçe azalmaktadır.


8. Türkiye’de Akraba Evliliği Hakkinda Bazi Belirlemeler


Akraba evliliklerinin oranı endüstrileşmiş Batı toplumlarında çok düşük olmasına rağmen, Türkiye akraba evliliğinin yüksek olduğu ülkeler (bazı Asya ülkeleri ve İslâm ülkeleri) arasındadır. Tercihli amca kızı evliliği Orta-Doğu ülkeleri ile birlikte Türkiye'de de görülmektedir. Türkiye'de akraba evliliklerinde başı kardeş çocukları evliliği çekmektedir.

Türkiye'de akraba evliliklerine ilişkin ülke çapındaki veriler, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından 1968'den bu yana beş yıllık aralarla düzenli olarak yapılan demografik araştırmalardan elde edilmektedir. 1968 Türkiye'de
Aile Yapis ve Nüfus Sorunlar Araştirmasi sonuçlarına göre Türkiye'de evli çiftlerin yaklaşık olarak üçte birinin (9629) birbirleriyle yakın akraba oldukları görülmektedir.

Atalay'ın (1981) çalışmasında geniş ailede akraba evlilikleri oranı yadsınmayacak kadar yüksektir. Çekirdek ailelerde evli çiftlerin yüzde 17'si birbirleriyle akraba iken, geniş ailede bu oran yüzde 83'e çıkmaktadır. Kocası amcasının oğlu olanların yüzde 79.6'sı, kocası dayısının, halasının, teyzesinin oğlu olanların yüzde 84.6'sı geniş ailede yaşamaktadır. Çekirdek ailede yaşayanlardan ise, kocası amcasının oğlu olanlar yüzde 20, halasının, dayısının, teyzesinin oğlu olanlar ise yüzde 15
oranındadır. Birinci derecede yakın kan akrabaları ile evlenme, geniş ailede yaşayanlarda en fazla görülmesine karşın, uzak kan akrabaları ile evlenme de en fazla çekirdek ailede yaşayanlarda görülmektedir. Çekirdek ailelerde kocası ile çeşitli derecelerde akraba olanların oranı, geniş aileye oranla oldukça düşüktür. Geniş aile biçiminde akraba evliliği oldukça pekişmiştir. Geniş ailede akraba evliliklerinin yüksek olması, toprağın miras yolu ile bölünmesini önlemek veya aynı nedenle birleştirilmesini sağlamak, ailedeki bütünlüğü korumak,asillik ve rençberlik özelliklerini pekiştirmek gibi nedenlere bağlanabilir.

Şaylı çeşitli gruplarda yaptığı araştırmalar sonucunda akraba evliliği sıklığının %24-33 oranları arasında değiştiğini bulmuştur. Başaran'ın Diyarbakır'da yaptığı çalışmalarda, merkezde %34 oranında olan akraba evliliği sıklığı, köylerde %40'a çıkmaktadır. Kalyoncu, Silivri'nin Fener köyünde akraba evliliği sıklığını %1, Rize'nin Maden köyünde %47 olarak bulmuştur. Ankara Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde ard arda doğan 10.000 yeni doğanda yapılan bir çalışmada da akraba evliliği sıklığı %2] olarak bulunmuştur.

Periyodik olarak yapılan nüfus ve sağlık araştırmalarına göre oldukça hızlı ekonomik, sosyal ve demografik değişmelerin yaşandığı Türkiye'de akraba evliliğinin yaygınlığı devam etmektedir.


Akraba evliliği hem kadın hem de erkeğin eğitim düzeylerinin yüksek olduğu, Türkiye'nin gelişmiş yörelerinde yetişen ve bu yörelerde yaşayan ve kent kökenli gruplar arasında düşük düzeylere inmekte, ancak geri kalan nüfus gruplarında yaygın bir uygulama olarak varlığını sürdürmektedir. Türkiye'de doğurgan yaştaki her dört kadından birinin eşiyle akraba olması, bu kadınların önemli bir bölümünün de başlık parası alınan, imam nikahı kıyılan, geniş aile içinde yaşayan ve evliliği ailesi tarafından kararlaştırılan kadınlar olması, Türkiye'de yalnızca akraba evliliği bakımından değil, evliliğin kuruluşuna ilişkin diğer özellikler bakımından da gelenekleri sürdüren ve belki de toplumsal modernleşme ile büyük oranda uyum sorunları yaşayan büyük bir kitlenin varlığına işaret etmektedir.

Gerek (anadil île yaklaşık olarak belirlenen) etnik köken, gerekse bireylerin yetiştiği yörelere göre akraba evliliği oranlarında önemli farklılıklar bulunması, akraba evliliklerinin nedenleri arasında yöresel/kültürel geleneklerin önemli bir yer tuttuğuna işaret etmektedir.

Geleneksel yapı ve toprağa bağımlılık, kan yakını evliliklerin sayısını arttırmıştır. Eğitim ve yaşam düzeyi yükseldikçe akraba evliliklerinin sıklığında da azalmalar gözlenmektedir. Sosyo-ekonomik gelişme, şehirleşme, endüstrileşme ve eğitim düzeyinin yükselmesi ile ailenin kuruluşundaki birçok gelenekler ortadan kalktıkça akraba evliliği sıklığında azalmalar görüleceği kuşkusuzdur.


9. Semavi Din Metinlerinde Evlenmeleri Uygun Görülmeyenler


Yeryüzünde pek çok dinîn varlığından sözetmek mümkündür. Dinler bazı özelliklerine göre belirli öbeklere ayrılmaktadır. Önemli din öbeklerinden birisi Semavî Dinler, İbrahimî Dinler,Kitabî Dinler veya Tek Tanrılı Dinler olarak adlandıran ve Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlıktan oluşan din öbeğidir. Semavî dinler dışındaki tüm dinlerin evlilik ve akraba anlayışlarının bir dökümünü yapabilmek hemen hemen güçtür.

Ancak, uzun yıllardan beri akrabalık ve evlilik konusunda
çalışan araştırmacıların bir kısmı inceledikleri ilkel toplumlar yoluyla bazı Doğacı (Naturist) ve Ruhçu (Spritualist) din anlayışlarının telakkilerini yansıtmışlardır.

Budizm, Brahmancılık, Şintoizm, Hinduizm gibi semavî olmayan daha gelişmiş dinlerin de toplumsal hayatı düzenleyen kurallarının olduğu kesindir. İngiltere'de yapılan akraba evliliği ile ilgili bazı çalışmaların Hindistan örneklemi kullanması
bu bölgedeki dinlere mensup aileler arasında da akraba evliliğinin görülmesinin bir işaretidir. Japonya'da medeni kanunun akraba evliliğini yasaklaması daha önce bu ülkede yaşayan dinlere mensup ailelerin akraba evliliği yaptığına işaret etmektedir.

Türkiye nüfusunun hemen hemen tamamı Semavî dinlerden İslâm dinîne mensuptur. Genel nüfusa oranları az olsa da Müslümanlık dışında kalan nüfusun Musevi ve Hıristiyan olan kesimi de Semavî din anlayışındadır.Tarihîn eski zamanlarından beri kültürün oluşumunda etkili olan bu dinlerin akraba evliliğine ilişkin emirleri doğrudan akraba evliliği kavramından hareketle değildir. Bu dinlerin evlilikte birinci derecede üzerinde durdukları konu kimler ile evlilik yapılmayacağını belirtmek şeklindedir. Yani, bu dinler evlenilmesi günah olan yakın akrabaları belirtmektedir. Yapılması yasaklanan ensest/fücür olacak ilişkinin sınırlarını belirtmektedir.

Uzun zamandan beri dünyanın değişik yörelerinde yapılan akrabalık ve evlilik araştırmaları da,bir iki örnek dışında, çok genel olarak ve önemli ölçüde ensestin/fücürün kabul görmediğini göstermektedir.

Semavî dinlerin de evlilik yapmayı ve cinsel ilişkide bulunmayı yasakladığı akrabalar, tüm dünyada ensestin/fücürün kapsamını hemen hemen belirlemiştir.
Kuran'ı Kerim'de

"() Geçmişte olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin.Çünkü bu edepsizliktir, (Allah'ın) hısm(ı)dır ve iğrenç bir yoldur.

Size (şunlarla evlenmeniz) haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız,karılarınızın anaları, birleştiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız- eğer onlarla henüz birleşmemişseniz, (kızlarını almaktan ötürü) üzerinize günah yoktur- kendi sulbünüzden gelen oğullarınızın karıları ve iki kız kardeşi bir arada almanız. Ancak geçmişte olanlar hariç. Şüp-
hesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir."


Bu ayetten anlaşılan şu ki kardeş çocuklarının ve kardeş torunlarının evliliği olarak kavramlaştırılan birinci dereceden ve ikinci dereceden akraba evliliği İslâm dinînce yasaklanmamıştır. Hatta, Hz. Muhammed'in kızı olan Hz. Fatimâ Hz. Muhammed'in amcasının oğlu olan dördüncü halife Hz. Ali ile evlenmiştir. Hz. Muhammed'in sünnetlerini uygulamada ve Ehl-i Beyt'e saygı göstermede çaba sarf eden İslâm Dünyası'nın akraba evliliği konusunda böyle bir bilinçle hareket ettiği düşünülebilir.

Akraba Evliliğinin Kültürel Nedenleri-Ankara Örneği çalışmasında anket uygulanan kişilerin bir kısmı akraba evliliği ile din arasında bir bağıntı kursa da tamamen dinî bir nedenle akraba evliliği yapılmadığı dikkat çekmektedir. Belki ileride yapılacak bir çalışmada böyle bir hipotezden hareket edilebilir. Bu çalışmada akraba evliliğine İslâm dinînin bakışı konusunda araştırma kapsamındaki kadınların ve erkeklerin yarıdan fazlasının (%5 5 ve %60) görüşü akraba evliliğinin din tarafından desteklendiği yönündedir.

İslâmiyet öncesi Semavî dinlerden olan Musevilik/Yahudilik'te de bu dine inananların evlilik konusunda kendilerine yasaklanan kimseler vardır.
Bu kimseler hemen hemen Kuran-ı Kerim'deki evlenilmesi yasak kimseler listesiyle, süt anne ve süt kardeşler ayrı tutulur ise aynıdır.

Kitab- Mukaddes'in Eski Ahit (Tevrat) kısmı Levililer Suresinde şu ayetler yer almaktadır:

" 6-Sizden hiç biri kendi yakın akrabasından birine
onun çıplaklığını açmak için yaklaşmayacaktır; Ben
Rab'ım
7-Kendi babanın çıplaklığını, ve ananın çıplaklığını açmayacaksın, senin anandır; onun
çıplaklığını açmayacaksın.
8-Babanın karısının çıplaklığını açmayacaksın; o senin babanın çıplaklığıdır.
9-Kendi kız kardeşinin, babanın kızının,yahut ananın kızının çıplaklığını, evde doğmuş olsun yahut dışarıda doğmuş olsun, onların çıplaklığını açmayacaksın.
10-Senin oğlunun kızının, yahut kendi kızının kızının çıplaklığını, onların çıplaklığını açmayacaksın; çünkü onların çıplaklığı seninkidir.
11- Babanın karısının kızının çıplaklığını, babandan olan senin kız kardeşindir, onun çıplaklığını açmayacaksın.
12-Babanın kız kardeşinin çıplaklığını açmayacaksın; o senin babanın yakın akrabasıdır.
13-Ananın kız kardeşinin çıplaklığınıdır.
14-Babanın kardeşinin çıplaklığını açmayacaksın, onun karısına yaklaşmayacaksın, senin yengendir.
15-Kendi gelininin çıplaklığını açmayacaksın; oğlunun karışıdır; onun çıplaklığını açmayacaksın.
16-Kardeşinin karısının çıplaklığını açmayacaksın; o kardeşinin çıplaklığıdır.
17-Bir kadınla onun kızının çıplaklığını açmayacaksın: onun oğlunun kızını yahut kızının kızını, onun çıplaklığını açmak için almayacaksın; onlar yakın akrabadır; alçaklıktır.
18-Bir kadını kendi kardeşi üzerine, onu kıskandırmak, o hayatta iken kendi yanında çıplaklığını açmak için almayacaksın."


Museviler arasında da akraba evliliği yapıldığının en önemli ve eski iki kanıtı, gene Tevrat'ta belirtilen, Hz. İsak'ın, amcasının kızı ile ve onun oğlu olan Hz. Yakub'un ise dayısının kızları ile evlenmeleridir.


Akraba evliliğinin Yahudiler arasında yaygın olarak yapıldığına ilişkin bir bilgiye ulaşılmamıştır. Ancak İsrail'deki Müslüman ve Hıristiyan Arap nüfusun akraba evliliği yapma eğilimi çeşitli nedenlerden dolayı oldukça yüksektir.
***
Milliyet 02 Kasım 2006 / Perşembe
http://www.milliyet.com.tr/2006/11/02/son/sondun09.asp (http://www.milliyet.com.tr/2006/11/02/son/sondun09.asp)









ALEVİLİKTE SÜNNET




Hasan Ali İçlek Dede


Alevi Akademisi
II. Başkanı

Sünnetin, özelikle inanıştan kaynaklanan örf, adet ve gelenekle birlikte bir ikrar bağı olarak görülmesindeki ana etken, insan sağlığı açısından biyolojik ve tıbbi bir öneme sahip olmasıdır. Farklı toplum ve dinlerde geleneksel kültür haline gelen bu uygulamanın elbetteki inançsal ve sosyal boyutları gözardı edilmemelidir.

Konun tarihsel boyutu, Halil İbrahim Peygamber dönemine kadar gerilere uzanır. Gelenekselleşerek günümüze kadar geldiği söylenebilir. İbrahim Peygamber’in başlatmış olduğu bu gelenek, gerek İslam dininde gerekse diğer din ve topluluklarda birbirinden farklı uygulamalarla devam ettirilir. Sünnetin sadece erkeklere özgü olmadığı, bazı din ve kültürlerde kadınların da sünnete tabi tutulduğu görülmektedir.

Biz konunun Alevilik’teki anlam ve önemini, nasıl uygulanıp yaşatıldığını ele alacağız.

İslam dinindeki anlamı ve yorumu da, elbetteki toplumsal koşullar ve yaşam biçiminin etkisinde şekillenmiş, kabileler arası dostluk ve barışın sürekli kılınmasında rol oynamış, karşılıklı dayanışma ve saygının sağlanmasında kirvelikten de yararlanılmıştır. Alevilik konuya fazlasıyla önem vermiş, kirveliği geliştirip belirleyici kriterlerden biri haline getirmiş, zengin motiflerle süsleyip zenginleştirmiştir.

Alevi Toplumunda Kirvelik

Alevi toplumundaki kirvelik ve sünnet yaklaşımını, inanç, biyoloji ve sosyolojik açılardan değerlendirmek doğru olur.

Aleviler, kirvelik ve sünnet olgusunu, Sünni İslam şeriatından oldukça farklı bir biçimde algılarlar. Kirvelik birbirini seven ve bunu nesilden nesile ikrar bağı olarak sürdüreceklerinden emin olup kanaat getirilen kişi ve aileler arasında gerçekleşir. Yani tarafların gönül ve rızalarıyla kirve olunur. Bununla birlikte aile ya da kabileler arasındaki düşmanlıklara son vermek, barış ve dostluğu sürekli kılmak amacıyla da kirvelik tesis edilir. Taraflar uzlaştırılıp, kirvelik bağıyla birbirine bağlandıktan sonra, düşmanlık ve kan davaları son bulur. Bu yanıyla barış aktının kutsal bir güvencesi rolüne de sahiptir.

Amaç hatayı asgariye indirgemek, toplumsal yaşamda birlikteliğin, dostluğun, kardeşliğin devamını sağlamaktır. Kirvelik, bu amaca yönelik manevi bağ ve kutsal törelerden biri olarak karşımıza çıkar.

Tüm bunlar dikkate alındığında Alevi toplumunda kirve olan kişiler ve aileler arasında evlilik kesinlikle söz konusu olmaz. Kirvelik de, Musahiplik ikrarı oranında kutsal ve mukaddestir. Hz. Muhammed Mustafa’ya ve Oniki İmamlar’a duyulan sevgi ve saygıyla bütünleştirilerek akt edilerek ömür boyu ve kuşaktan kuşağa devam eder.

İnançsal manadaysa, Hak-Muhammed-Ali üçlemesini teyid ederek Hakk’ın birliğini onaylamak, Ehl-i Beyt soy geleneğine bağlılığı ifade ederek toplumsal barışı yaşama dönüştürmektir.

Kirvelik akti sırasında, kişiler veya aileler, kendi aralarında, Oniki İmamlar’ı ifade amacıyla birbirlerine Oniki Kuruş vermiş sayılırlar. Böylece ikrar verilmiş, gülbenk alınarak ikrar kapısından içeriye adım atmışlardır. Artık her iki ailede karşılıklı sevgi, saygı ve dayanışma duygu ve yükümlülükleri sürekli olarak yerine getirilmeye çalışılır.

Sünnet Erkânı:

Çocuğunu sünnet edecek aile en az bir veya iki hafta önceden lokmasını da yanına alarak çocuğuyla birlikte kirvesini ziyaret eder. “Sünnet erkânı”nın yapılacağı günü ve koşuları birlikte kararlaştırırlar. Kirve; olanakları ölçüsünde bir takım hediyelerle birlikte, sünnet erkânının yapılacağı gün ya da bir süre önce kirvesinin evine gider. Çocuğunu sünnet edecek olan aile kendi yakınlarını, dostlarını, konu komşunu da davet eder.

Küs ve dargın olduğu komşularıyla barışması, onların da gönlünü yaparak, Muhammed honçasında (sofrasında) bulunmalarını sağlaması gerekmektedir. Açıkça görüleceği gibi, kirvelik, Aleviler’de, barışın sağlanmasında önemli kurumlardan biri olarak varlığını sürdüre gelmektedir. Sünnet işlemi yapılmadan önce erkân yerine getirilir. Kurbanlar kesilir, Muhammet Honçası kurulur. Honçanın üzerine bir sini, içerisine kullanılmamış bir havlu ve bir kalıp sabun konulur.

Aile eğer çocuğuna her hangi bir yatırı, Hızır, Düzgün Baba gibi kutsal ad ve mekânları kirve tutmuşsa, mekânlardan getirilmiş olan teberrik de Muhammed sofrasının üzerine konulur. Gerektiğinde bir de vekil tayin edilerek sünnet işlemi yerine getirilir.

Erkân esnasında, hazır bulunan cemaat ayağa kalkar. Honçanın baş tarafında Dede veya erkânı yerine getirecek olan kişi yerini alır. Kirve, sünnet edilecek çocuk, anne ve babası, ailenin diğer bireyleri sırasıyla dedenin karşısında saf tutarlar. Dede, kirvelik ve sünnet konusunda kısa bir bilgi sunduktan sonra, “gerçeğe hü” deyip, cemaati edeperkâna davet ederek, erkânı başlatır.

Erkânı başlama gülbengi:

Bism-i Şah, Allah Allah!
Adem Ata geldi dünyaya oldu zürriyet,
İbrahim Peygamber’den kaldı bu âdet,
Hakk’a kul olduk, Muhammed Mustafa’ya ümmet,
Hem farzdır, hem sünnet,
Muhammed-Ali’ye verelim selavat,
Allahümmesali ala Seyyidina Muhammed
Ve ala Ali Seyyidina Muhammed! Dünya kuruldu pazartesi,
Hakk’a kul olana indi Muhammed Mustafa,
Ol Oniki İmam ikrar honçası,
Muhammed Ali’ye ikrar verdik olduk Ehl-i Beyt bendesi,
Yolumuz erkânımız sana bağlı ya Hüseyin-i Deşt-i Kerbelâ,
Sen kabul eyle ikrarımızı, Hakk’a niyazımızı!
Hak la illahe illalah
Muhammed’en Resullullah, Aliy-ün veliyullah,
Ehl-i Beyt-i Keremullah, Ademi Seyfullah
Nur-i Naciyullah, İbrahim-i Halilullah, İsa-i Ruhullah, yüzü suyu hürmetine!
Erenlerin, velilerin, nebilerin, mürşid-i kâmillerin, pir-i pakların yüzü suyu hürmetine,
Şu an yerine getirdiğimiz Oniki İmamlar ikrar erkânını huzur-u makamında kabul ve makbul eyle yâ Rabbim!
Ali-el Murtaza’nın ilm-i irfanından, Hasan-ul Müçteba’nın kemaletinden, Şah Şehid-i Kerbela İmam Hüseyin’in yol ve erkânından bizleri ayırma, mahrum etme yâ Rabbim! Mansur’un dârından, Mürşid-i kâmilin didarından, bizleri mahrum eyleme yâ Rabbim!
Sana gönül verenleri, birliğini kabul edenleri, yol ve erkânında talip olanları ikrarından mahrum eyleme ve ikrarından dönene lanet eyle yâ Rabbim!.
İkrarından dönenin selâmını, kelâmını, lokmasını, Ehl-i Beyt’e bende olan cana nasip eyleme yâ Rabb’ül-alemin!
Yolumuzu yolsuza, pirsize, ikrarsıza, arsıza düşürme! Muhammed Mustafa ol Şah-ı Merdân
Ali el-Murtaza sana sığındım
Haticet’ül- Kübra, Fatimet’ül-Zehra, Hasan’ül-Müçteba
Hüseyin-i Kerbelâ sana sığındım! İmam Zeynel ile Muhammed Bakır
İkrar meydanına geldik çok şükür
Caferi Sadık’a erdik çok şükür
Kâzım Musa-Rıza sana sığındım! Muhammed Tâki’ye verdim salavat
Ali ül -Nâki’den istedim himmet
Hasan’ül-Askeri eleman mürvet
Mehdi Sahib-i Zaman sana sığındım! On Dört Masum-u Pak Güruhu Naci
Onyedi Kemerbest derdim ilacı
Hünkâr-ı Evliya serimin tacı
Hünkâr Bektaş Veli sana sığındım! Virdi Derviş senin kulun kurbanın
Yarın arasatta ulu divanın
Senin müminlere çoktur ihsanın
Hüseyin-i Kerbela sana sığındım! Dil bizden, nefes Şah Şehid-i Kerbela İmam Hüseyin’den ola!
Gerçek erenler demine hü mümine yâ Ali!

Gülbengin bitimiyle başta kirve, sünet olacak kirvesiyle birlikte diz üstüne gelip honçayı niyaz ederek, gönlünden geçen bir Hak lokması’nı tepsiye atarak, tekrar niyaz edip geri çekilir. Ardından çocuğun annesi, babası ve daha sonra orada bulunan cemaat honçayı niyaz edip lokmasını attıktan sonra niyazlarını yenileyip geri çekilirler...

Sıra bizzat sünnetin yapılmasına gelmiştir. Sünneti yapan kişi ya da sünnetçi, kirve, kirveler elerini yıkamak üzere, ellerini üst üste gelecek şekilde yıkamaya başlarlar. Yıkama işlemi üç kez „Yâ Hak, yâ Muhammed yâ Ali” denip tekrarlanır. Bu işlemin anlamı, sünnet olacak çocuktan akan kanın, aileler arasında oluşan ikrar bağının kutsanmasıdır. Sünnet işlemi bitikten sonra kirvenin orada kalması artık uygun görülmez. Ancak kirve bir zaman sonra kirvesi olan çocuğun tekrar ziyaretine gider.

Sosyal boyutlarıyla kirvelik kurumu, Alevi toplumu açısından dayanışmanın, barışın, dostluğun, birlikte hareket etmenin başlıca kaynaklarındandır. Bu, birçok temel kurum ve değerlerden, vasıf ve kriterlerden sadece bir tanesidir.

Biyolojik ve tıbbi anlamda sünnetin, insan sağlığı bakımından da yararlı olduğu bilinmektedir






Sünnet, bu tabir hassaten erkeklerin sünneti hakkında kullanılır. Kadınların sünneti için ayrı bir kelime vardır ki, o da hafz’dır. Sünnet geleneğinin kökeni, Mısır’da yapılan arkeolojik kazılarda, günümüzden 12.000 yıl öncesine kadar dayandığı düşünülmektedir. Sünnet, mısırlılar, israililer, edomiler, ammon iler ve moabı gibi, eski kavimlerde icra edilen umümi bir gelenektir. Zira Tevrat’ın hükmü de böyledir. Kaynak: Tevrat, Yeremya, Bap: 9, ayet 25-26.

Ebü Hüreyre’den: Hz. Muhammed’in: «Hz. İbrahim seksen yaşında olduğu halde, Kaddum köyünde sünnet oldu,» dediği rivayet olmuştur. Kaynak: Sahih-i Buhari (M.810-869), hadis No: 1379, D.İ.B.Y.

Hz. İbrahim’in sünnet olduğu yaş hakkında buradaki rivayetten başka Malik, Evzai tarafından yüz yermi yaşında iken, marangoz aleti olan keserle kendi kendini sünnet ettiği rivayet olmuştur. Mühim bir ilave olarak hemen şunu da belirteyim ki, sünnet’ten Kur’an’da değil, hadislerde bahsedilir.

Sünnet (hitan) ile alakalı mevcut ve mevsuk eserlerde, bu geleneğin menşei, ilk manası, yayılması ve inkişafına dair muhtelif gürüşler vardır. Bu görüşleri tek-tek tetkik etmek lüzümlu görmiyorum. Ancak işaret edilmesi gereken husus, özellikle Müslümanlık ta yaygın olarak kız çocuklar da sünnet edilirler. Kız çocuklar da sünnet, kadınların tenasül uzvunun bızr denilen kısmının bir parçasının kesilip-alınması şeklinde yapılmaktadır. Bu uygulama, kadınların zevk ve isteklerini körertmek için yapılan insanlık dışı bir uygulamadır.


TALİB TOPLUMUNDA SÜNNET GELENEĞİ

Talib Yol’una göre Sünnet, bu tabir hassaten sadece erkek çocuklara özgü, temizlik için yapılan cerrahi bir ameliyattır. Sünnet ameliyattının hangi yaşlarda yapılacağına dair ise, ortak bir görüş yoktur. Genel olarak kabul gören görüş, 4 ile 12 yaşlar arasında değişmektedir. Ancak erkek çocuklarının sünnet ameliyatını yerine getirmek, her anne-baba’nın isteği ve asli görevidir.

TALİB TOPLUMUNDA KİRVELİK KURUMU

Talib Yol’una göre kirvelik, iki aile arasında karşılıklı saygi, sevgi ve göven esasına dayalı, manevi bir dostluk bağı olduğu gibi, iki aile veyahut iki kabile arasındaki düşmanlıklara son verip, toplumsal barışı, huzur ve göveni sürekli kılmak amacıyla da kirvelik tesis edilir. Sünnet ameliyatı sırasında kirvenin kucağında kan damlanması, iki aileyi veyahut iki kabileyi, birbirine bağlıyan ve dostluk bağını sürdüren en güçlü inanç unsuru olmuştur. Sünnet ameliyatı ile birlikte, iki aile veyahut iki kabile, kirvelik ikrarı kapısından içeriye adım atmış olup, mümkün mertebe, imkanlar dahilinde kirvelik sorumluluklarını yerine getirmekle mükellef’dirler.

İşaret edilmesi gereken mühim bir husus da, iki kirve ve onların eşleri, birbirlerine bacı kardeş derecesinde’dir. İki aile arasında evlilik kesinlikle söz konusu olmaz. Kirve çocukları ise, birbirlerine bacı kardeş derecesinde’dir, birbiriyle asla ve asla evlenmedikleri gibi, onların çocukları ve torunları da birbiriyle evlenmezler.

Yukarıda ana hatlariylan belirtilen kuralları ihlal eden talib, başkalarına ibret dersi olacak bir cezası olmak üzere „müşkül“ sayılır. Müşkül kişi, özünü Pir divanında dara çekip aklanmasa „Yol düşkünü“dür; düşkün kişi toplumdan dışlanır.

TALİB TOPLUMUNDA SÜNNET DÜĞÜNÜ

Erkek çocukların sünnet edilmesi münasebetiyle yapılan sünnet düğünü, ailelerin iştimai vaziyetlerine göre, kapalı mekanlardan tertiplendiği gibi, açık bir alanda da kadın-erkek bir arada davul-zurnalı, oyun ve halaylara vesile olur.

Çocuğunu sünnet edecek aile, dört hafta önceden miaz’ını da yanına alarak çocuğuyla birlikte kirvesini ziyaret eder. Bu ziyaretin anlamı ise, iki aile bir araya gelerek sünnet düğünü tarihini ve koşuları birlikte kararlaştırırlar. Alınan kararın akabinde hazırlıklara başlanır ve davetiyeler dağıtılır. Diğer mühim bir nokta, zengin ve fakir, tüm komşular sünnet düğününe davet edilir.

Dügün günü addet gereyi kirve çocuğu evine götürür, banyo yaptırır, imkanlar dahilinde çocuğa gözel elbiseler giydirir. Bu arada çocuğun ailesi tarafinda çocuk için bir oda ve özel bir yatak hazırlanır ve oda süslenir. Kirve, komşular ve davetliler çocuk için hazırlanmış olan mekana gidip, yerlerini aldıktan sonra, kirve çocuğu arka üstü yatağa yatırır ve dikkatini şeker, lokum gibi tatlıarla başka tarafa çekmeğe ugraşırken, sünnet ameliyatını yapan sünnetçi (şimdi bu ameliyatı doktor-cerralar yapar) penisin başını örten deriyi tamamen meydana çıkaracak derecede bir pens ile sıkıştırır ve keser. Yaranın üstüne bitkilerden elde edilen toz veya merhem konulur; umümiyetle bir kaç gün zarfında yara kapanır.

İşaret edilmesi gereken mühim bir husus da, sünnet ameliyattından sonra, sünnetçi bir havlu ortaya serer, sünnet düğününe iştirak edenler bu havluya para bırakarak dayanışmadan bulunup, sünnetçinin öcretini verirler. Nihayet sünnet düğününe iştirak eden konuklara verilen bir ziyafet ile sünnet düğünü de sona erer. Düğün yemeği ise, haşlama et, bulgur pilavı, ekmek ve ayrandan ibarettir. Kaynak: Varto’ya tabi Taşçı Köyünden kain, Pir Bozi Ucağ’ında bulunan risaleden alınmıştır.





Alevilikte Kirvelik

Aleviliğin köklü geleneklerinden biri olan ve bugün bile canlığıyla yaşayan bir kurum vardır. Bu tarikatta büyük bir önemi olan, kirvelik kurumudur. Çünkü bir rivayete göre Hz. Muhammed dahi torunları Hz. Hasan’la Hz. Hüseyin'i sünnet etmiş ve bizzat kendisi de kirvesi olarak bu işe önem vermiştir.

Kirve olan iki aile, birbirine akrabalıktan da daha yakın bir bağla bağlanmış olurlar. Bu iki aile arasında, musahiplikte de olduğu gibi, kız alıp verilmesi bir dinsel tabudur. Çünkü, kirvelerin arasına 12 İmam kanı akmış ve ona ikrar verilmiştir.

Ehlibeyt inancı ve kutsallığı Alevilikte, çok yüksektir ve onun için, kirvelik çok yüce bir görevdir. Hz. Muhammed'in dostluğunun kurulduğu inancı olduğundan kutsaldır. Kirveler birbirlerine her zaman sever, sayar ve saygı gösterirler. Sadık ve bağlı kalırlar.

Kirvelik, Alevi kültür ve geleneklerinden oluşan temel üzerinde güçlü bir ahlak sistemi geliştirmiş ve bunu içinde uygulanmıştır. Kişiye kendi özbenliğinden kötülüklerden arınmayı, diğer insanlara sevmeyi saymayı ve toplum içinde sevgiyi ve barışa yönelmeyi etkin bir biçimde öğretmiştir.

Kirve, sünnet törenin en önemli kişilerden biridir. Kirveye daima saygı ve hürmet gösterilir.

Önceki tarihlerde, büyük anlaşmamazlıkları, kan davalarını ve aşiret arası ilişkileri düzene kavuşturmak için, kirvelik tutulurdu. Verilen değerden ötürü, kanlar bağışlanır, küskünler giderilir, anlaşmamazlıklar tatlıya bağlanmış olurdu. Bu bakımda önemi çok büyüktür. Bu, günümüzde ne kadar şartlar ve ortam değişmiş ise de sayılan eski kirvelik nedenleri, bugün için de aynı şekilde geçerlidir.



Kirve

Kirve, çocuk sünnet edilirken onun masraflarını üzerine alan ve sünnetçi önünde tutan kimsedir. Kirve, çocuk üzerine babasından ve annesinden sonra, en büyük hak sahibi olan kimse sayılır. Bir kimse, güvendiği bir kişiye kirvelik teklif ederse, teklifi mutlaka kabul edilir. Ve bu kişiler, birbirilerini “kirve” diye çağırırlar.

Teklifi kabul eden kişi, kirvesinin çocuğuna önce bir elbise götürür. Bir süre sonra çocuğun ailesi, oğlunu sünnet ettireceğini bildirirse, yapılacak bütün masraf kirveye düşer. Sünnet sırasında, kirve bir sandalyede oturarak, çocuğu önüne alır. Kollarını sıkıca tutar. Bu arada sünnetçi çocuğu sünnet eder. Sünnetçinin önünde çocuğu tutarken, kirvenin üzerine damlayan kan, kirve ile çocuk arasında, hısımlığa benzer, manevi bir bağ meydanına getirir. Bu sebeple, kirve oğlu veya kızı ile, sünnet olan çocuğun ve kardeşleri arasında evlenme olayı olmaz.

Kirveliğin, İbrahim Peygamber'in oğlu İsmail'i sünnet etmesiyle başladığı söylenir. Kirve olan aileler arasında yedi kuşak sonra ancak evlilik bağları kurulabilinir.

Kirvelik Kimden Kalma?

Gelenekler ve inanç kirvelik konusunda şu bilgileri veriyor: Kirvelikte, peygamber dostluğu vardır. Übadiyeoğlu Said, oğlunun sünnet düğünü hazırlığını yapıyor. “Ben Peygamber'e dost olacağım” diyor. O dönem, geleneğine göre, Peygamber'e elma gönderiyor. Yani onu kirveliğe davet ediyor. Sünnette, Peygamber sünnet edilecek çocuğun arkasında durarak gözlerini kapatıyor. “Herkes bundan dost oldu” diyor. “Herkesin dostluk kurduğu kişi Peygamberdir.” Kirvelik böylece bir dostluk simgesidir. Buna Hz. Muhammed dostluğu denilmektedir--------------------------------------------------------------------------------


Kirvelik üç ana grupta toplanır:

1. Kötülüğü önlemek için kurulan kirvelik, bir ailenin diğer bir aileye bilerek veya bilmeyerek bir zararı dokunursa, bu zarar can kayıbına yol açacak kadar ileri dereceye varsa da zarar veren ailenin büyüğü zarar gören aileye giderek, onlara "oniki" kuruş verip, kirvelik teklif ederdi ve eskileri unutarak dostluk bağı iki aile tarafında kurulmuş olunurdu. Bunu hiç bir aile red etmez. Bu şekilde geçimsizlik, aileler arasındaki düşmanlık ve can kayıbı önlenmiş olur.

2. İhtiyaçtan doğan kirvelik, iki ailenin kendi arasında yaptığı yardımlaşma ve hatırdan dolayı yapılır. Bu yardımlaşma, ticari ve menfaat için değil de bir ailenin diğer aileye karşı yaptığı iyilik ve dostluk örneğinin unutulmaması ve böylece devamını sağlamak için yapılandır.

3. Sevgiye dayanan kirvelik, esas kirveliğin temelini taşıyan kirveliktir. Kirvelik, kişiler arasında değil, aileler arasında kurulur.

Kuranıkerim'de, sünnet ve kirvelik detaylı bir şekilde açıklanmamıştır. Yalnız Buhari’de, Hz. Peygamber'den şöyle bir Hadis rivayet edilmiştir:

“Resulullah şöyle buyurmuştur: İbrahim Peygamber seksen yaşında olduğu halde, Şam yakınında bulunan Kaddum köyünde sünnet oldu. Hz. İbrahim sünnet olunca, zürriyet için de bu bir gelenek olmuştur. Bütün Israel-oğuları arasında âdet olan, Tevrat'ın hükmü de böyleydi. İsa Peygamber zamanına kadar bu gelenek devam edip gelmiştir. Sonradan Hıristiyanlardan bir grup, Tevrat'ın hükümünü bozup, bu eski geleneği bırakmışlar. (Buhari C. 9 ch. III).

Sünnet Mısırlılar, Araplar, Israililer, Edemiler, Cavalılar gibi eski kavimlerde icra edilen bir gelenektir. (ISRA 5 ch. 543)

.


Sünnet Töreni

Çocuğunu sünnet ettirecek anne ve baba, kirveliğe seçtikleri kişinin evine, bizzat çocuğunu alarak giderler ve kirveyi ziyaret ederler. Ona kirveliği teklif ederler. Kirveliğe davet edilen kişi, örf ve âdetlerin gereklerine uyarak, daveti kabul etmek zorundadır. Daveti kabul etmiyen kişi çok kınanır.

Sünnet töreninden, bir hafta evvel, anne-baba ve sünnet olacak olan çocuk, kirvenin evine gidip haber verir, günü tayin ederler. Gerekirse beraber davetiye çıkarıp dağıtırlar. Sünnet günü, davetliler toplanır, sazlar çalınır, oyunlar oynalınır, yenilir, içilir ve sabaha kadar eğlenilir. İkinci günün sabahı, müsait bir yerde, bir evde, bütün davetliler toplanır ve sünnet edilecek çocuk kirvenin kucağına verilir. O sırada sünnetçi üç kez:

Adem aleyhisselam dünyaya geldi. Oldu zürriyet, Hak’ka kul, peygambere ümmet. Halil İbrahim'den kaldı bu âdet, herkese oldu farz ile sünnet. Her kim Muhammed'i severse, Muhammed'e versin salavat!

Oradakiler topluca, yüksek sesle verir salavat:

Allahume salli ala seyidinen Muhammed ve ala Ali seyidinen Muhammed

Bundan sonra sünnetçi, kirvenin kucağında olan çocuğu sünnet eder ve çocuk hazırlanan yatağına götürülür. Kirve olan kişi, çocuğa verilmek üzere getirdiği hediyeleri verir. Kirve ayrıldığı vakit, çocuğun babası kirvenin getirdiği hediyelerin iki katını vererek evine uğurlar. Diğer davetliler de sünnet düğününe gelirken, durumlarına göre, sünnet evine yardım mahiyetinde, köylerde bulgur, yağ, un, şeker, koyun, keçi ve koç gibi hediyeler getirirler. Bu davetliler gidecekleri vakit, kendilerine, herkesin getirdiği hediyelere göre, gömlek, iç çamaşır, çorap, havlu ve mendil gibi hediyeler verilerek uğurlanırlar. Ayrıca sünnetten evvel hazırlanmış olan, sünnet yapıldıktan hemen sonra, ortaya “Muhammed'in kalburu” diye tabir edilen bir tepsi konur ve üstüne havlu gibi bir bez atılır. Sünnet biter bitmez, önce kirvesi ve çocuğun yakınları başta olmak üzere, tepsiye, herkes gönlünden koptuğu kadar miktar para atar. Toplanan bu para, orada bulunan dedelere, sünnetçiye ve sünnet düğününde hizmet edenlere dağıtılır. Ayrıca sünnetçiye ev sahibi de ücretini vererek razı eder.

Tabiiki bunlar köylerde uygulanan kurallardı. Bugün için başka yöntemler uygulanır. Başta sünnet düğünleri salonlarda yapılır ve orada hediye olarak takı takılır. Sünnet ise, hastanede yapılır. Çoğunlukla, zamandan ve hastanede sünnet için yapılacak müdahaleden dolayı, sünnet, düğünden en az bir hafta evvel yapılır. Artık köylerdeki gibi, düğün ortasında sünnet edilmiyor









Kürtlerde Kadın Sünneti Geleneği
18.1.2009

Kadın sünneti dehşeti

DIŞ HABERLER SERVİSİ


http://i.milliyet.com.tr/HaberAnaResmi/2008/12/30/fft17_mf156937.Jpeg

http://i.milliyet.com.tr/GazeteHaberIciResim/2008/12/30/fft16_mf156930.Jpeg

http://i.milliyet.com.tr/GazeteHaberIciResim/2008/12/30/fft16_mf156928.Jpeg



The Washington Post, Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt yönetiminde yaygın olarak uygulanan kadın sünnetini haber konusu yaptı, 7 yaşındaki Şilan’ın sünnetinin dehşetini fotoğraflarla sayfalarına taşıdı

Irak’ın öteki bölgelerine göre en gelişmiş, sosyal olarak en ileri bölgesi olarak gösterilen Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt yönetiminde kızların sünnet edilmesi, ABD’nin etkili gazetelerinden “The Washington Post”a haber konusu oldu.


Gazete, Tuz Hurmatu çıkışlı haberinde, Kürtler arasında yaygın olarak uygulanan kadın sünnetinin “kadınların kötü durumuna ilişkin bir gösterge” olduğunu bildirdi. Kuzey Irak’ta geçtiğimiz haftalarda da erkeklere iki kadınla evlenebilme hakkı getirilmiş, çokeşlilik kararı Kuzey Irak ve birçok ülkede kadın hakları kuruluşlarının tepkisini çekmişti.

Genital sakatlanma
“Washington Post”un önceki günkü sayısında Amit R. Paley imzasıyla yayımlanan habere göre, Kürt bölgesi, dünyada kadınların yaygın olarak sünnet edildiği birkaç yerden biri. Bu yıl gerçekleştirilen bir araştırmaya göre, Kürt kadınlarının yüzde 60’ından fazlası sünnet ediliyor. Hatta, Kürt kentlerinden birinde kadınların yüzde 95’i, insan hakları savunucu grupların “genital sakatlanma” olarak nitelediği bu tür bir pratiğe maruz kalmış durumda.


Kadın hakları savunucusu gruplar, Afrika ve Ortadoğu’da bazı yerlerde rastlanan kadın sünnetinin Irak’ın Arapların yaşadığı bölgelerinde çok ender olduğunu belirtiyor. Kadın sünnetinin, Irak’taki Araplar arasında değil de Kürtler arasında yaygın olmasının nedeni tam olarak bilinmiyor.


Kadın sünnetini savunanlar, uygulamanın nedeni olarak Hz. Muhammed’e mal edilen bazı sözleri gösteriyor. Oysa Müslüman alimlerinin bir kısmı, bunların Hz. Muhammed’e ait olduklarının şüpheli olduğunu vurguluyor.

Baba işe karıştırılmıyor
Kadın sünneti kadın uygulayıcı tarafından yapılıyor ve erkekler işe karıştırılmıyor. Sünnet olacak kızın babasına sadece haber veriliyor. Sünnet işlemi ile tören, anne ve ebe tarafından gerçekleştiriliyor.

Pişirdiği mundar
Kürtlere göre, kadın sünnetinin iki amacı var. İlk önce, bu yolla kadının cinsel arzuları kontrol altına alınıyor. İkinci olarak da, kadın ruhen temizleniyor ve pişirdiği yemek mundar olmaktan çıkıyor. Yani ancak sünnetli kadının pişirdiği yemek yenebilir.
Kürt bölgesindeki kadın hakları savunucuları, “sünnetin zararsız ve İslam’ın gereği olduğu” şeklindeki yanlış inancı yıkmak için yoğun bir mücadele veriyor. Sünnetin en çok uygulandığı köylere gidilerek, kadınlara ve dini inanç liderlerine sünnetin kadına verdiği fiziki ve psikolojik zararları anlatılıyor.
Sağlık uzmanları, sünnetin önceden tahmin edilmesi çok zor tıbbi sonuçları olabileceğine, enfeksiyon, kronik ağrı ve bebek doğumunda riskin artmasına yol açabileceğine dikkat çekiyor.

Parlamento yasaklamıyor
Ancak Kürt parlamentosu kadın sünnetini yasaklayan bir karar almaktan geri duruyor. Sünnetin yasaklanmasını isteyenler, bu sene işlenen namus cinayetleri sayısının artmasını da, kadınların önündeki engellerin azalmadığına dair bir kanıt olarak gösteriyor. Kürt parlamentosundaki Kadın Komitesi’nin Başkanı Pakshan Zangana, “kadın sünnetine 10 yıl hapis cezası verilmesini” öngören bir yasa çıkarılması için lobi yapıyor.

‘Küçük sorun’ görülüyor
Fakat yasa taslağı, şimdiye kadar göze pek çarpmayan bu geleneğin uluslararası kamuoyunun dikkatine sunulmasını istemeyen önde gelen Kürt liderlerce bir yıldan beri parlamentoda sürüncemede bırakıldı. Kürt bölgesi İnsan Hakları Bakanı Yusuf Muhammed Aziz, sorunun parlamentonun bir yasa çıkarmasını gerektirmediğini belirterek, “Her küçük sorun için yasa çıkaramayız” dedi.


Fotoğraflarda 7 yaşındaki Şilan’ın sünneti görülüyor. İşlem tamamlandığında bir torba şeker ve gazozla ödüllendiriliyor. Şilan, dinlenmesi için diğer sünnetli kızlarla bir odaya alınıyor. Sünnetçi, 5 kızı 4 bin Irak dinarı (yaklaşık 5 YTL) karşılığında sünnet ediyor. Anne Ayşa Hamid, “Bunu neden yaptığımızı bilmiyoruz ama asla durdurmayacağız, çünkü İslam ve büyüklerimiz böyle istiyor” diyor.


İslamiyette kadın sünneti yok
Prof. Dr. Saim Yeprem (eski Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı): İslamiyette kadının sünnet edilmesi diye bir şey yok. İslam dininde bunun yeri de yok. İslamda bir tek sünnet var, o da Hazreti İbrahim’den gelen sünnettir. Yani erkeklerin sünnet edilmesidir. Afrika’daki bazı bölgelerde kadınlar sünnet ediliyor. Bu daha çok yöresel geleneklerden kaynaklanıyor.



Cinsel yaşamı derinden etkiliyor
Klitorisin, genellikle ilkel şartlarda çeşitli cerrahi müdahaleye tabi tutulduğu kadın sünneti, kadının cinsel yaşamını derinden etkiliyor. Farklı türleri var. Bir uygulamada, klitoris tümüyle çıkarılıp dış dudaklar birbirine dikiliyor. “Firavun” veya “Peygamber Sünneti” adı verilen bu müdahale sonunda, kadın genital bölgesinde yalnızca âdet kanaması ve idrar çıkışı için ufak bir delik kalıyor.



Güneydoğu’da yapanlar da var
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, Afrika’da değişik inanç sistemlerinde de görülen kadın sünneti, yaygın olarak şu ülke ve bölgelerde uygulanıyor: Suudi Arabistan’ın kuzeyi, Ürdün’ün güneyi, Kuzey Irak, Mısır, Suriye, İran’ın batısı, Türkiye’nin güneydoğusu, Umman, Güney Amerika’daki bazı etnik gruplar, Orta Afrika ülkelerindeki kabileler.

http://www.milliyet.com.tr/Guncel/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=1041112&Date=06.01.2009&b (http://www.milliyet.com.tr/Guncel/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=1041112&Date=06.01.2009&b)



















130 milyon kadına sünnet

Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre,dünyada her yıl 130 milyon kadın ve kız çocuğu sünnet edilirken, bunlardan yaklaşık 2 milyonunun hayatı tehlikeye yaşadığı bildirildi.

Stockholm Rinkeby Belediyesi'nde Kadın Çalışmaları Merkezi'nde danışmanlık yapan ve Uçan Süpürge İsveç Sorumlusu olan Tülin Uygur, AAmuhabirine yaptığı açıklamada, kadın sünneti geleneğinin, yaygın olarak Afrika kıtasının orta bölümünde bulunan 30 ülkede görüldüğünü belirtti.

Bu bölgedeki kadınların yüzde 72'sinin, diğer Afrika ülkelerindekibazı etnik gruplardaki veya kabilelerdeki kadınların ise yüzde 18'ininsünnetli olduğunu dile getiren Uygur, Umman, Yemen, Birleşik Arap Emirliği, Endonezya, Malezya ve Kuzey Irak'taki bazı Kürt bölgelerindede
daha az olmakla birlikte sünnet geleneğine rastlandığını söyledi. Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO), 1975 yılından sonra kadın sünnetiniincelemeye başladığını belirten Tülin Uygur, Avrupa'nın ise 1980'den sonra Afrika'dan gelen göçler nedeniyle bu soruna ilgisinin arttığını vurguladı.

Bu ülkelerden gelen göçmenlerin, kadın sünnetini, Avrupa, Kanada, Amerika, Yeni Zelanda ve Avustralya'ya taşıdığını ifade eden Uygur, bundan sonra kadın sünnetinin, kadınlara yönelik şiddetin en uç uygulamalarından biri olarak tüm dünyayı ilgilendiren bir sorun olmayadevam ettiğini vurguladı.

Tülin Uygur, ''BM verilerine göre, dünyada her yıl 130 milyon kadın ve kız çocuğu sünnet oluyor. Ayrıca yaklaşık her yıl 2 milyon kız çocuğu, sünnet nedeniyle hayatını kaybetme tehlikesi içinde yaşıyor'' dedi.

KADIN SÜNNETİNİN KÖKENİ

Mısır'da yapılan arkeolojik kazılarda, bazı kadın mumyaların sünnetli olduğunun belirlendiğini, kadın sünnetinin, MÖ 1600'lü yıllardan kalan duvar resimlerinde de detaylı şekilde tasvir edildiğini belirtti.

Bu verilerin, kadın sünnetinin çok eski çağlara dayandığının kanıtı olduğunu kaydeden Uygur, sünnetin, Afrika'da Hıristiyan, Müslüman, Musevilerin yanı sıra tek tanrılı olmayan dinlere inanan gruplarda da yoğun olarak uygulanmasının, geleneğin tarihinin, tek tanrılı dinlerden daha eski olduğunu gösterdiğini kaydetti.

ÇOCUK SAYISI KADAR SÜNNET

Uygur, Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) göre, kadın sünnetinin, delme,dağlama, kazıma, vajinanın içine, kanamaya yol açacak çeşitli bitkileryerleştirme gibi şekillerde uygulandığını belirtti.

Cibuti, Somali ve Sudan'da ise kadınların yüzde 98'inin, sünnetin en ağır şekli olan ''firavun yöntemi-infibulation'' ile sünnet edildiğini bildiren Uygur, ayrıca Mısır'ın güneyi, Eritre, Etiyopya, Gambia, Çad, Kenya ve Mali'nin bazı bölgelerinde de bu tür sünnetin uygulandığını kaydetti.

Uygur, firavun yönteminde, kadınların her doğum sonrası yeniden sünnet edildiğini, doğurdukları çocuk sayısı kadar sünnet olduğunu, aynı acıları defalarca aynı yoğunlukta yaşamak zorunda kaldıklarını dile getirdi.

'SÜNNETLİ KIZLARIN STATÜLERİ YÜKSELİYOR'

Sünnet yaşının bölgelere göre değiştiğini ifade eden Uygur, Etiyopya ve Nijerya'da kız bebeklerin 8 günlükken, Mısır'da 3-8, Sudan'da 5-8, Somali'de 4-10 ve diğer pek çok ülkede ise 13-15 yaşlarıarasında sünnetin yapıldığını kaydetti.

Sünnetin, genital bölge uyuşturulmadan bıçak, traş bıçağı, keskin cam parçaları ve keskin teneke kenarları kullanılarak yapıldığını anlatan Uygur, yaranın tutturulmasında ise ağaç dikenleri, kemik çiviler, iğne, hayvan kılları ve deriden elde edilen ipliğin kullanıldığını kaydetti.

Uygur, kadının sünnet edilmesinin, ''büyümenin'' ve ''kadınlığa atılan ilk adımın gereği'' olarak tanıtıldığını ifade ederek, ''Sünnetolan kızlara hediyeler ve elbiseler sunulur. Az çığlık atan kızlar, herkesin beğenisini ve takdirini alırken, çok çığlık atan kızlar, hem acıları, hem de utançlarıyla başbaşa bırakılır. Ancak sonuçta sünnetlikızların genel olarak çevrelerinde statüleri yükselir. Evlenmeleri garanti altına alınır'' dedi.

Sünnetle birlikte sağlık sorunlarının da başladığını anlatan Uygur, uyuşturulmadan ve steril olmayan araçlarla yapılan müdahalenin hemen ardından kan kaybına bağlı şok, kansızlık, kan zehirlenmesi, enfeksiyonlar, idrar yaparken yaranın yanması gibi sorunların ortaya çıktığını ifade etti.

Tülin Uygur, gelişmiş ülkelerin, Afrika'nın sadece yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla ilgilenmesinin, bazı misyoner grupların da olayısadece ''antropolojik boyutlarıyla'' incelemesinin, sorunun göz ardı edilmesine yol açtığını belirtti.

http://arsiv.sabah.com.tr/2005/08/22/dun97.html (http://arsiv.sabah.com.tr/2005/08/22/dun97.html)








Eski Ahit’te Erkek Sünnet’i Motifleri

Eski Ahit’te erkek sünneti konusuna önce Abraham döneminde rastlıyoruz. Tanrı, Abraham’la bir görüşmesinde ona şöyle diyordu:


“Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dahil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu.
Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak.” (Yaratılış)




Buradan öğreniyoruz ki, bizzat Abraham da, bu tarihe kadar ‘sünnet edilmemiş’ durumdaydı. Bu uygulamaya, Tanrının, onu Ab-ram’lıktan Abra-ham’lıka geçirme aşamasında başvurulmaktadır.

Abraham döneminde bu sünnetin ‘nasıl’ yapıldığını tam bilmiyoruz. Ama göreceğiz ki, Museviler arasında sünnet aracı olarak neyin kullanıldığı (‘taş’) daha sonra yazılarda önem kazanmaktadır.

Eski Ahit, bu noktayı şöyle belirtir:




“İbrahim evindeki bütün erkekleri -oğlu İsmail`i, evinde doğanların, satın aldığı uşakların hepsini- Tanrı`nın kendisine buyurduğu gibi o gün sünnet ettirdi.”(Yaratılış)




Doğal olarak burada, “tanrının buyurduğu” sözünün içeriği tam göremiyoruz.




Eski Ahit’te erkek çocuk sünnetine ilişkin daha sonra Musa sırasında yeniden karşılaşırız. Musa, yarı-Tanrı,yarı- elçi olarak Tanrı ile “görüşme”sini yapmış, aralarında anlaşma sağlanmış olarak çölde Mısır’a doğru giderken, Tanrı’nın birden bire Musa’ya düşmanlığı tutar ve Musa’yı öldürmek ister. Tanrının bu kızgınlığının nedeni, peygamberliği onaylanmış Musa’nın oğlunun “sünnet edilmemiş olması”na bağlı olmalıydı ki, karısı Sippora derhal oğlunu sünnet ederek, tanrının Musa’ya kızgınlığını bertaraf etmektedir:




“RAB yolda, bir konaklama yerinde Musa`yla karşılaştı, onu öldürmek istedi.

O anda Sippora keskin bir taş alıp oğlunu sünnet etti, derisini Musa`nın ayaklarına dokundurdu. “Gerçekten sen bana kanlı güveysin” dedi.

Böylece RAB Musa`yı esirgedi. Sippora Musa`ya sünnetten ötürü ‘Kanlı güveysin’ demişti.” (Mısır'dan Çıkış)




Burada dikkatimizi çeken 3 husus bulunuyor.

Önce erkek çocuğun sünnetini, Abraham’da olduğu gibi bizzat erkeğin kendisi değil, erkeğin karısı, gerçekleştirmektedir. Mısır tapınak çizimlerinde de erkek çocuk sünnetinde kadının, ana olarak önemli bir rol oynadığını görmüştük. Burada anımsamak gerekir ki, Musa, karısı Sippora’yi, kayınbabasına çobanlık ederek, “içgüveyi” olarak, almıştı. Bu dönemlerde, iç güveyi, kayınbabasına 5, 7, 10 sene vb. gibi belirlenmiş bir süre hizmet ettikten sonra, karısını alıp götürebiliyor ve ancak ondan sonra çocuklarının ‘baba’sı halini alabiliyor görünmektedir. Örneğin, Eski Ahit’te İsag, karısını doğrudan “baba evi”ne getirebildiği halde, İsag’ın oğlu Yakup-İsrael, iki kızkardeşi karı olarak alabilmek için, kayınbabasına 14 yıl kadar, çobanlık yapmıştı. Fakat yine de karılarını, karılarının ve karılarının cariyelerinin doğurduğu çocukları, içgüveyi olduğu topraklardan serbestçe alıp gidememiş, kayınbabası ile epey çatışmak zorunda kalmıştı.

İkinci olarak görüyoruz ki, Musa’nın karısı, bu seremoni ile Musa’yı ‘kanlı güvey’ haline getirebilmektedir. Demek ki, Musa’yı 'kanlı güvey’ haline getiren bu “sünnet” ayiniydi ve bu, tanrı’nın Musa’yı öldürmemesi için gerekli idi. Buradaki "kanlı güvey"lik deyiminin, kadının erkek çocuğunun kanı ile ilişkili olduğu anlaşılıyor.

“İlk (erkek) çocuk kurbanı”nın tarihi kökenini yansıtan bu uygulama, bize, kadının, koca toplum birimine geçişi sırasında, hem kendisi ile hem de erkek çocuk ile ilgili bazı 'yüküm' ve 'günah'larından arındırılma işlemi hakkında bilgi veriyor.

Daha çok kadın için, 'ilk göz ağrısı’nın ne anlama gelebileceğini ve akado-sammaru topluluklarının çoğunluğunda 'ilk ogul (kız) kurbanı' uygulanması üzerinde durmuştuk. Sünnet, ilk oğulu hadım etmenin ; 'ilk ürün sunumu' da 'ilk evlat adağı’nın yerlerine geçmiş uygulamalar olarak görünüyor.

İç güveylik aşamasından çıkmakta olan erkeğin (koca’nın), 'baba' haline gelmesi sürecinde, yani ilk evlat-oğul’un kendisine (kocaya, koca toplum birimine) ait kılınması aşamasında, bu oğul’un, baba toplum biriminden kadınla evlenmesi de, ana toplum biriminden kadınla evlenmesi de, o dönemde kurulu akrabalık düzenine uygun değildi. Eski toplum, bu oğul’u hadım ederek babaya verme yolunda bir geçiş çözümü bulmuş olmalıydı. Fallus kültü, aslında, evliliği sorun yaratacak olan, koca’nın bu yeni oğul’unun bu somut sorununa onu “kısır” kılarak bir çözüm haliyle ortaya çıkmış görünüyor. Sünnet kültü, erkek çocuk bakımından eski 'fallus kültü'-hadım etmenin; kızlarda ise bakirelik koruma, Zifaf kanı, kadın sünnetinin yerine geçmiş görünüyor.

Eski Akado sammaru tabletlerinden bu yana karşılaştığımız, ‘penis-fallus kültü', belki de, ‘kamış’, ‘büyük kamış’, hadım, ‘kadınlaştırılmış erkek’ uygulamaları da hep bunlarla ilgilidir.

Dini hiyerarşide, günümüzde Hıristiyanlık ve Bektaşilikte, ‘Tanrı ile evli olmak’ kuralı veya ‘evlilik yasağına tabi’ olmak, bu eski geleneğe dayalı görünüyor. İsa’nın da, daha doğrusu İsacılığın ön kaynaklarına dayanan toplulukların şekillendirdiği Hıristiyanlığın bir bölümünün,“sünnet”i uygun bulmayarak, kendi ruhani kesimine evlilik yasağı kuralı getirmesi, sünnet ile evlilik yasağı arasındaki temel mantıksal geçişme-bağlantıyı ortaya koymaktadır.

Üçüncü olarak da, Sippora’nın, oğlunu sünnet ederken ‘bir taş’ aracısı kullanmasıdır. Taş’ın gelişigüzel bir şekilde seçilmediğini Gilgal’daki sünnet olayında görüyoruz:

Gilgal`daki Sünnet Olayı

“Bu arada RAB, Yeşu`ya şöyle seslendi: “Kendine taştan bıçaklar yap ve İsrailliler`i eskisi gibi sünnet et.”

Böylece Yeşu taştan yaptığı bıçaklarla İsrailliler`i Givat-Haaralot`ta sünnet etti.

Mısır`dan çıkan erkeklerin hepsi sünnetliydi. Ama Mısır`dan çıktıktan sonra yolda, çölde doğan erkeklerin hiçbiri sünnet olmamıştı.

RAB onların yerine çocuklarını yaşattı. Sünnetsiz olan bu çocukları Yeşu sünnet etti. Çünkü yolda sünnet olmamışlardı.



Gilgal`da, Eriha ovalarında konaklamış olan İsrail halkı, ayın on dördüncü gününün akşamı Fısıh Bayramı`nı* kutladı.



Bayramın ertesi günü, tam o gün, ülkenin ürününden mayasız ekmek yaptılar ve kavrulmuş başak yediler.



Ülkenin ürününden yemeleri üzerine ertesi gün man* kesildi. Man kesilince İsrailliler o yıl Kenan topraklarının ürünüyle beslendiler.”




Burada kullanılan kavramların gelişigüzel seçilmediğini hesaba katmamız lazım. Sünnet için kullanılabilecek bir dizi başka araç olmasına karşın, “ taştan yapılan bıçak” vurgusunun anlamını, ‘taş’ motifinin bir dizi sunum biçimleri ve sunum araçlarında da kullanılıyor olmasıyla birlikte ele aldığımızda anlayabiliriz. Bunlara yeri geldikçe dikkat çekmiştik. Şimdi bile ‘taş kesilme’ söz-motiflerinin kullanıldığını hesaba katmak lazım.

Gudea ilahilerinde de, çocuk kurbanların ‘taşın ağzına verilmesinden’ vb. bahsediliyordu; Eski Ahit’te, bir ittifak için, taraflar taş yığıyor, kurbanları onun önünde sunuyorlardı. Sunu araçlarının kil, taş, ağaç veya madenden olması önemseniyordu, vb. Gerek taşlayarak öldürme, gerekse mezara taş (sembolik çakıl) bırakma motifleri Musevilikte hala yaygındır.
“Taş”, Alevi-Bektaşilikte de önemli bir araçtır.

Sünnet, Fısıh bayramı ve özellikle ‘Man ekmeği’ arasındaki bağlantılar üzerinde ayrıca durmalıyız.
Sünnet’li olmanın, Musevilerde, kişiye sunu’lardan yeme hakkı doğuran bir ‘geçiş’ yarattığını da görüyoruz. Dolayısıyla, erkek veya kadın sünnet’i, sadece cinsel organlarla ilgili olmayan, değişik biçimleri bulunan bir 'geçiş' seremonisiydi de aslında. Ermenilerde Sünnet olmadığı halde, erkek çocuk sünnet’iyle ilgili olarak kullandığımız ‘kirve’lik türü kurumların ortaklığı, eski toplumda, çocuğun “iki farklı toplum birim arasında paylaşımı” sürecinde, farklı geçiş kurumları (kankardeslik, oğulluk, vaftiz anababalığı, süt kardeşlik vb.) kullanıldığını da gösterir.

Eski Ahit’te Sünnet edilmemiş olanların, "ilk oğul kurban töreni”nin kalıntısı olarak Fısıh (Pesah) bayramının sunularından yiyemeyecekleri de açıkça ifade edilmektedir:


“RAB Musa`yla Harun`a şöyle dedi: “Fısıh Bayramı`nın(*1) kuralları şunlardır: Hiçbir yabancı Fısıh etini yemeyecek.

Ama satın aldığınız köleler sünnet edildikten sonra ondan yiyebilir.


Demek ki sünnet, bir yabancının yabancılığını kaldıran, onu, ilgili toplum biriminin aidi haline getiren bir geçiş kurumu olarak da algılanmaktaydı. Bu ise, erkek çocuk sünnetinin, başlangıçtaki amaçlarının, zaman içinde değişmesinin, aynı zamanda giderek çocuk kurbanının giderilmesinin de aracı haline dönüştürülmüş olduğunu gösteriyor.

********
*1)Fısıh Bayramı

BÖLÜM 12


RAB Mısır`da Musa`yla Harun`a, “Bu ay sizin için ilk ay*, yılın ilk ayı olacak” dedi,

Bütün İsrail topluluğuna bildirin: Bu ayın onunda herkes ailesine göre kendi ev halkına birer kuzu alacak.

Eğer bir kuzu bir aileye çok geliyorsa, aile bireylerinin sayısı ve herkesin yiyeceği miktar hesaplanacak ve aile kuzuyu en yakın komşusuyla paylaşabilecek.

Koyun ya da keçilerden seçeceğiniz hayvan kusursuz, erkek ve bir yaşında olmalı.

Ayın on dördüne kadar ona bakacaksınız. O akşamüstü bütün İsrail topluluğu hayvanları boğazlayacak.

Hayvanın kanını alıp, etin yeneceği evin yan ve üst kapı sövelerine sürecekler.

O gece ateşte kızartılmış et mayasız ekmek ve acı otlarla yenmelidir.

Eti çiğ veya haşlanmış olarak değil, başı, bacakları, bağırsakları ve işkembesiyle birlikte kızartarak yiyeceksiniz.(Bu uygulamayi simdi ‘Yilbasi hindi’lerinde goruyoruz.BN.)

Sabaha kadar bitirmelisiniz. Artakalan olursa, sabah ateşte yakacaksınız.

Eti şöyle yemelisiniz: Beliniz kuşanmış, çarıklarınız ayağınızda, değneğiniz elinizde olmalı. Eti çabuk yemelisiniz. Bu RAB`bin Fısıh* kurbanıdır.(Buradaki ‘yiyim biçimi’ne daha once dikkat çekmistikBN)

O gece Mısır`dan geçeceğim. Hem insanların hem de hayvanların bütün ilk doğanlarını öldüreceğim. (Burada hala ‘ilk urun’ler olarak hayvan ve insan’lar ele alinmaktadir ama,bir sure sonra bu ‘ilk urun’ler,daha çok tahil,meyve,sebze olarak da karsimiza çikacak.BN)

Bulunduğunuz evlerin üzerindeki kan sizin için belirti olacak. Kanı görünce üzerinizden geçeceğim. Mısır`ı cezalandırırken ölüm saçan size hiçbir zarar vermeyecek. (Demek ki,Pesah bayraminda,’kuzu’ veya ‘oglak’ seçilmesi,onlarin ille de 1 yasinda olmalarinin nedeni,bunlarin ’ilk çocuk’ kurbanina denk gorulmesinden oturudur.Bu ayni zamanda,bu ‘geceyarisi’ bayramda,eski toplumun kendi ilk çocuklarini yedikleri anlamina da gelmektedir.Hayvan sunu,bu surecin bir asamasinda ‘kurban-insan-çocuk,yerine’ geçmistir..BN)



Fısıh Kuralları


RAB Musa`yla Harun`a şöyle dedi: “Fısıh Bayramı`nın* kuralları şunlardır: Hiçbir yabancı Fısıh* etini yemeyecek.

Ama satın aldığınız köleler sünnet edildikten sonra ondan yiyebilir.

Konuklar ve ücretli işçiler ondan yemeyecek.

Fısıh eti evde yenmeli, evin dışına çıkarılmamalı. Kemikleri kırmayacaksınız. (Kemiklerin kirilmamasina neden bu kadar onem verildigine deginmistik:Bu ‘kanit olarak saklama’ motifiyle baglantilidir ve olum torenlerinde de bu motifi goruyoruzBN)

Bütün İsrail topluluğu Fısıh Bayramı`nı kutlayacak.

Yanınızdaki yabancı bir konuk RAB`bin Fısıh Bayramı`nı kutlamak isterse, önce evindeki bütün erkekler sünnet edilmeli; sonra yerel halktan biri gibi İsrail halkına katılıp bayramı kutlayabilir. Ama sünnetsiz* biri Fısıh etini yemeyecektir.

Ülkede doğan için de, aranızda yaşayan yabancı için de aynı kural geçerlidir.”


















• Sünnet Nedir?
Sünnet, penis başını kaplayan mukozal dokunun ve deri tabakasının cerrahi olarak kaldırılmasıdır. Bu çifte tabaka daha çok sünnet derisi (penis üst derisi) olarak bilinmektedir
Anne-Babaları konu hakkında mümkün olduğunca bilgilenmeye davet ediyoruz. İşlemin kendisinin cerrahi risklerinin farkında olmalıdırlar. Doktorunuzla adım-adım süreç hakkında konuşun. Eğer mümkünse, işlemi yapılırken (hastane vs. yerde ) kendiniz izleyiniz, ve nasıl bir şey olduğunu öğreniniz.
International Coalition for Genital Integrity, sünneti "birinci dereceden cinsel açıdan sakatlayıcı operasyon" sınıfına sokmuştur. Konu hakkındaki resim ve videoları Circumcision Information and Resource Pages (CIRP) websitesinden izleyebilirsiniz.

• Sünnet Derisi ne işe yarar?
Sünnet Derisinin üç işlevi vardır : cinsel işlevi, koruyucu işlevi, ve duyarlılık işlevi
Doğum sonrasında genellikle sünnet derisi penise yapışık haldedir. Daha sonra kendiliğinden ayrılır. Bebeğe bez bağlandığı bu dönemdeki işlevi , penisi tahrişten ve yaralanmalardan korumaktır. Hayat boyunca da penis başını yumuşak ve nemli tutarak travma ve yaralanmalardan korur.
Sünnet derisindeki mukoza ve frenulum gibi belirli bölgeler; özellikle hassas dokulardan oluşmuştur ve cinsel zevke katkıda bulunurlar. Buradaki özelleşmiş sinir uçları, cinsel zevki ve kontrolü arttırır.[19].
* İç deri, doğrudan penis başı ile temas halinde olan mukoza tabakasıdır. Ağzın içindeki yüzey gibi olan bu tabaka, yapı, incelik özelliği, ve rengi bakımından üst-derinin (sünnet derisinin) geri kalanından farklıdır.
*Frenulum, penisten gelen ve üst-derinin iç yüzeyine eklenen özellikle hassas olan ince bir zardır.
*Ayrıca, üst-derinin iç tabakası ve genel penis derisinin kesişimi olan özel bir bölge daha vardır. Bu bölgenin üst-derinin hareketini sağlayan özel kasları vardır. Buradaki dokunma duyusu, dudaklarınki kadar gelişmiştir.
Sertleşmiş halinde penisin üstderi içinde hareket edebileceği geniş bir alan vardır. Penis bu alan içerisinde hareket edebilir, ve tahriş olmaktan, yapay kayganlaştırıcılara duyulan ihtiyaçtan kurtulur. Penis başı ve üst-deri doğal olarak birbirlerini uyarırlar. Warren ve Bigelow, penis üst-derisinin cinsel ilişki sırasındaki görevlerinden bazılarını açıklamışlardır.[1]

• Sünnet yapılmasının gerekçeleri nelerdir?
Sünnet yapılmasının başlıca nedenleri dinsel ve kültüreldir.
İngilizce konuşan ülkelerdeki erkeklerin çoğunluğu sünnetli olduğundan sünnet derisinin gereksiz olduğunu düşünürler. Pek çok sünnet, baba çocuğundan farklı görünmek istemediği için yapılır.
Genelde sünnet edilmiş penisin daha temiz olduğu, ya da temiz tutulmasının daha kolay olduğu söylenir. Smegma (ölü deri hücreleri, normal flora, ve doğal antibakteriyel madde lizozimi içeren salgılardan oluşan doğal madde) penis üst-derisi (sünnet derisi) mevcut olduğunda daha kolay birikir.

Sünnet için öne sürülen tıbbi nedenler :
İYE'nin, yani idrar yolları enfeksiyon olasılığının azalması, penis kanseri olasılığının azalması, bu erkeklerle ilişki kuran kadınlardaki rahim kanseri riskinin azalması, ve cinsel hastalık olasılığının azalmasıdır.
Sünnetin İYE'yi azalttığına dair, literatürde tersine kanıtlar vardır. [16,17]. Ancak bu, sünnet hakkındaki tıbbi gerekçelerin en önde gelenidir, çünkü İYE'nin ciddi sonuçları vardır. Bu enfeksiyonlar, ne var ki çoğu defa antibiyotikler ile tedavi edilebilir. ABD'li erkek bebeklerdeki İYE olasılığı %1'dir, ne var ki kızlarda bu oran daha yüksektir. Anne sütüyle beslenen bebeklerin daha düşük İYE oranı olduğuna dair kanıtlar vardır.
Penis kanseri, oldukça nadir rastlanan bir kanser tipidir. Genellikle yaşlı erkeklerde olur, ve pek çok doktor, sünneti önleyici bir tedbir olarak düşünmez. Penis kanseri, hem sünnetli hem de sünnetsiz erkeklerde olabilir. "Maden" araştırması, ( Fred Hutchinson Cancer Research Center, Seattle'da devam eden bir araştırma) penis kanseri vakalarının %37'sinin sünnetli erkeklerde olduğunu ortaya çıkarmıştır. [2]
Sünnetli erkeklerin eşlerinin daha düşük rahim kanseri olasılığı olduğu iddiası, çürütülmüştür.[12]. Üst-derinin varlığının daha fazla cinsel yolla bulaşan hastalığa yol açtığı iddiası da yeni bir çalışmayla çürütülmüştür. [22]. HIV meselesi daha fazla araştırma gerektirmektedir. [20], [7]. Afrika'da sünnetsiz erkeklerde görülen AIDS sıklığında bir korelasyon söz konusu ise de, bunun yalnız Afrika'ya özgü olduğu, ve başka nedenleri olduğu çok açıktır.

• Hijyen
Üst derinin bakımı ve temizliği kolaydır. Genelde üst deri, doğumdan sonra bir kaç sene geri çekilmez, ve bunun için zorlanmamalıdır. Geri çekilebilir hale geldiği zaman, erkek çocukları onu her gün yıkamanın önemi konusunda eğitilmelidir.
Cinsel bölgeyi yıkanırken sudan geçirmek yeterlidir. Sert sabunlar ve aşırı yıkama, penisi tahriş edebilir, bu da, penis başının şişmesine (balanitis) yol açabilir. [24]
Smegma, üst-deri altında oluşabilecek beyaz, yapışkan bir maddedir. Doğal salgılardan ve dökülmüş deri hücrelerinden oluşur. Geçmişte bunun kanserojen olduğundan korkuluyordu, ama bu iddia şu anda çürütülmüştür. Genel temizlik, enfeksiyon ve hastalığın önlenmesi için yeterlidir.

• Eğer oğlum sünnetli değilse bunu daha sonra yapmak zorunda kalmayacak mıyım?
Sünnet derisi ile ilgili sorunlar, sorun ortaya çıktığı zaman tedavi edilebilir.
Penisin belki de en çok görülen anormalliği "phimosis", ya da sıkı üst deri tabakasıdır. (Bu bebeklerde olan doğal durum ile aynı değildir) Ergenliğe gelindiğinde üst deri kolaylıkla geri çekilebilir.
Eğer geri çekme mümkün olmazsa, sünneti içermeyen bir dizi yeni tedavi vardır : Steroid kremleri, uzatma, ve preputioplasti. [18] Bu tedaviler henüz yayınlanmıştır ve doktorların bunlardan haberleri olmayabilir.
Eğer çocuğunuzun üst-derisi ile ilgili ciddi bir problemi var ise, ciddi enfeksiyon (balanitis xerotica obliterans) , diabete bağlı kangren gibi, o zaman etkilenen bölgenin çıkarılması tıbbi olarak önerilebilir.
Çocuğum sünnetli değilse bundan rahatsız olmayacak mı?
Çocuklar zalim olabilirler, ve diğer çocuklar hakkında eleştirebilecek çok şey bulabilirler, gözlükleri olsun, tombulluğu olsun veyahut da çilleri.... Bazı ana-babalar, çocuklarının sünnet olması gerektiğini, böylece babası, kardeşleri, veya arkadaşları gibi olacağını düşünürler. Ana-babalar olarak biz çocuklarımıza kendi vücutları hakkında iyi düşünmelerini ve kişisel farklılıklara saygı duymalarını öğretebiliriz.
Ana-babalar genellikle, çocuklarının eğer "sağlam" ise, "soyunma odasında" arkadaşlarından farklı olacağını düşüneceğinden korkarlar. İyi eğitimin buna iyi bir cevap olduğuna dair sağlam kanıtlar vardır. Eğer çocuklar, küçüklüklerinden beri normal, tam ve sağlıklı olduklarına dair eğitilirlerse, bir soyunma odasında utanacaklarına dair ihtimaller oldukça azalır.
Dini-olmayan sünnetler Avrupa, Asya, ve Güney Amerika ülkelerinde bir sorun değildir. Kanada'da erkek çocuklarının sünnet oranı, bazı bölgesel farklılıklarla birlikte kabaca %25'tir. ABD'de bu oran %60'ın altına düşmüştür , ve mevcut trendlerle bir kaç yıl içinde %50'nin de altına düşecektir. (Batı Amerika'da şu anda sünnet oranı %35'in de altına düşmüştür)

Çocuğumu sünnet ettirmemek için nedenler nelerdir?
Çocuğunuzun sünnet derisi, vücudunun normal sağlıklı bir parçasıdır. Vücudun herhangi bir parçası daha sonra sorunlar çıkarabilir. Üst-derinin de daha sonra sorunlar çıkarması düşük bir olasılık olmakla birlikte mümkündür. Ne var ki çoğu sünnet derisi problemi kolaylıkla tedavi edilebilir.
Çocuğunuz bir yetişkin olduğunda sünneti kendisi seçebilir. Ama büyük bir olasılıkla bunu yapmayacaktır. Onu olduğu gibi bırakmak çocuğunuzun sağlıklı ve tam bir vücuda sahip olma hakkını temin eder.

Sünnet acı verici olabilir.
Sağlıklı bebeklerin rutin bir şekilde sünnet edilmesi ile ilgili kanıtlar inandırıcı değildir. Eğer çocuğunuzun ilerde üst-derisi ile ilgili bir sorunu olursa, (kangren, ciddi enfeksiyon gibi sorunlar) üst-derinin kısmen veya tamamen alınması gerekebilir. Phimosis (üst-derinin geri çekilememesi olayı, normalden çok daha uzun sürerse, steroid kremlerle ve uzatmayla tedavi edilebilir Erkeklerin çoğunluğu hiçbir zaman böyle bir sorun ile karşılaşmayacakır. [18]

Sünnet Acı Verici midir?
Bebeklerin acıyı hissetmediğine dair sık tekrarlanan iddia doğru değildir. Tıbbi literatürde bebeklerin en az herkes kadar, ve belki de daha fazla acıya hassas oldukları belgelenmiştir. [13,14]
Pek çok sünnet, bebeklerde anestezi ile kaynaklanabilecek sorunlar yüzünden anestezi olmadan gerçekleştirilir. Bazen bölgesel enjeksiyonlar yapılabilir, ama bu acıyı yoketmez. Pek çok bebek, işlem sırasında ve takip eden bir hafta ile on gün içersinde acı hissettiklerine dair işaretler vereceklerdir. Mevcut çalışmalar, acının, işlemden çok sonra bile hatırlandığını göstermektedir. [23]
"Acı" anne-babaların sünnete karşı karar vermesine yeterli olabilecekken, anne-babalar, sünnetin kısa dönemli sonuçlarını değil, çocuklarının hayat boyunca katlanacağı sonuçlarını düşünerek karar vermelidirler.

• Çocuk sünnetlerinin riski var mıdır?
Sünnet bir cerrahi müdaheledir, ve bütün cerrahi müdaheleler gibi riskleri vardır.
o Aşırı Kanama
o Penis başının yaralanması
o Enfeksiyon
o Anasteziden kaynaklanabilecek sorunlar
o Cerrahi hatalar, çok fazla deri alınması gibi
o Nadir durumlarda komplikasyonlar ölümcül olabilir.
Sünnetli erkeklerin yüzde 20 'si aşağıdaki komplikasyonlardan dolayı mağdur olacaklardır.
o [15] Uretral deliğin daralması sonucu oluşabilecek enfeksiyon, ve sonrası yaralanması , neredeyse tamamen sadece sünnetli erkeklerde görülür.
o penisin aşırı derecede tahriş olması
o deri köprüleri
o sünnet yarasının kanaması
o penis eğriliği
o acı verici sertleşmeler
o fizyolojik ve psikoseksüel sorunlar [21]
Eğer sünnet derisi tarafından korunmuyorsa, penis başı kuru olur. Bu kuruluk ve aşırı tahriş, sonraki senelerde ilerleyen derecelerde penis hassasiyetinin kaybolmasına yol açar. Sünnetli erkekler genelde seksten zevk alıp orgazm olabilirler.
• İngilizce konuşan Batılı ülkelerde sünnet nasıl ve ne zaman başlamıştır
• İngilizce konuşan ülkelerde doktorlar sünnete 1800'lerin ortalarında, mastürbasyonu önlemek gibi gerekçelerle başlamıştır. Bunu yaparken amaçlarının aynı zamanda sara, tüberküloz ve delilik gibi hastalıkları önlemek olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu gerekçeler bugün için tıbbi olarak kabul edilebilecek gerekçeler değildir.










ERKEK SÜNNETİ

Sünnet, erkeklerde penis başını örten ve koruyan üstderinin (prepus) bir kısmının veya tamamının kesilip atılması. Üç tipi vardır:
1. Tip: Üstderinin kısmen veya tamamen kesilip atılması, frenilumynı işlem sırasında zarar görebilir, ya da kesilip atılabilir.
2. Tip: Penis derisinin tamamen, bazen erbezi torbası ve kasıkları da kapsayacak şekilde yüzülmesi. Arabistan Yarımadası'nın güney kesimlerinde uygulanmış olduğu biliniyor. (halen uygulanmakta olabilir) Jacque Lantier benzer bir uygulamayı Afrika'da Namshi kabilesinde gözlemlemiştir
3. Tip: Üriner tüpün erbezi torbasından penis başına kadar yarılarak açılması. Bu tür Avustralya yerlileri arasında halen uygulanmaktadır. [1]
Daha çok erkeklerde 1. tip sünnet uygulanır.


Etimoloji

Sünnet kelimesi, “âdet, yol, davranış” anlamlarına gelen Arapça kökenli bir sözcüktür.


Tarihçe


http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/8/8f/Egypt_circ.jpg
Antik Mısır'da bir sünneti gösteren hiyeroglif



Sünnetle ilgili pek çok teori bulunmakta ise de, tam olarak nerede, ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı bilinmemektedir. Sünnet, yazılı tarihten önce başlamıştır. Uygulamanın kaynağı, tarihin derinliklerinde kaybolmuştur. Erkeklerin sünneti Yahudi inancında mecburidir, pek çok Müslüman topluluğu ve bazı Hıristiyan topluluklarında ise gelenekselleştirilmiştir. Kadın sünneti ile ilgili herhangi bir dini atıf bulunmamasına rağmen özellikle Mısır'daki Müslüman topluluğu ve Afrika'daki Hıristiyan topluluklarınca dinen gerekli görülmektedir. Erkek sünneti ABD, Türkiye, Güney Kore ve Filipinler'de de uygulanmaktadır. Her yıl onüç milyondan fazla erkek ve üç milyondan fazla kız çocuğu sünnet edilmektedir. [2][3]
Bu teorilerin en önemlilerinden biri James DeMeo'nun, "Erkek ve Kadın Jenital Yaralamalarının Coğrafyası" (1997) adlı makalesidir. DeMeo, toplumların ataerkil özellikleri, sünnet uygulayıp uygulamadıkları ve uyguluyorlarsa bunun şiddetini ve küresel kuraklık endeksini bir harita üzerine koyarak karşılaştırır. Bu üç faktörün kesiştiğini farkeden DeMeo, sünnetin MÖ 5000 yıllarında Sahara'nın çölleşmesi ve bunun sonucunda kurulan ataerkil düzen ile ortaya çıktığı sonucuna varır. Daha sonra bazı tarihsel olayları inceleyerek sünnetin ataerkillikle birlikte Sahara'dan dünyanın başka yerlerine yayılışını açıklar. [4]
Ashley Montagu de "Sakatlanan İnsanlık" (1991) adlı makalesinde her iki cinste sünnetin, ataerkilliğin yükselmesi ile ortaya çıktığını iddia eder. Günümüzde sünnetin devam etmesini, eski ataerkil eğilimlerin halen güçlü olmasına bağlar.[5]
Nörofizyolog James Prescott'a göre erken yaşlarda, özellikle bebeklerde yapılan sünnet, bireyin gelişen beyin yapısında cinsel zevk duygusunun acı ile birlikte kodlanmasına neden olur, ve bu şekilde cinsel olarak sağlıklı gelişmesini, ve ileri yaşlarda cinsel zevki ve cinselliğin manevi boyutunu gerektiği şekilde yaşamasını güçleştirir. Ataerkil toplum, bireylerin cinselliğini bu şekilde kontrol eder.[6]
Modern zamanlara kadar sünnet, cinsel bir kontrol aracı olarak düşünülmüştür. Bu görüşlerin en çok bilinenlerinden biri Yahudi asıllı düşünür İbn Meymun'un 1190 yılına ait şu sözleridir:
"Söz konusu sünnet olduğunda, öyle sanıyorum ki amaçlanan cinsel ilişkiyi azaltmak, cinsel organı zayıflatmak, ve bu şekilde erkeğin mutedil olmasını sağlamaktır. Bazı insanlar sanır ki, sünnet erkeğin yapısındaki bir bozukluğu gidermek içindir, ama buna herkes kolaylıkla cevap verebilir: Nasıl olur da doğadaki canlılar dışarıdan düzeltmeyi gerektirecek kadar "eksik yaratılmış" olabilirler, hele bu özellikle üstderi gibi işlevi açık seçik belli olan bir yapı ise? Gerçek şu ki, bu emir, eksik yaratılışlı bir yapıyı düzeltmek için değil, insanın ahlaki yetersizliklerini tamamlamak içindir. Bu organda açılan yara tam da istendiği gibidir; ne gerekli işlevlere zarar verir, ne de çoğalma yeteneğine. Sünnet basitçe aşırı isteği dengeler, çünkü sünnetin cinsel heyecanı azalttığına dair şüphe yoktur. Organ daha başlangıçtan kan kaybederek ve koruyucu tabakasını yitirerek güçsüz hale gelir......" (49. Bölüm, s.609) Şaşırmışlara Rehber, İbn Meymun
19. yüzyıla kadar sünnet, Sahara Çölü, ve bu bölgeyle yakın etkileşim içindeki ve etkisindeki coğrafi alanlar ve topluluklarla sınırlı kalır. Bu ana kadar Batı dünyasının tavrı, sünnete karşı genelde dışlayıcı ve sünnet yapan ulusları küçük görücüdür.[7] Ne var ki bu durum 19. yüzyılın yaygın cinsellik karşıtı ortamı ve mastürbasyon korkusu ile değişir. İngilizce konuşan ülkelerde sünnet, pek çok hastalığa neden olduğu düşünülen mastürbasyona karşı bir önlem olarak benimsenir. Sünnetle kesilip atılan prepus, gereksiz, hastalıklı bir organ olarak görülmeye başlanır. Uygulamada daha çok erkek çocuklar söz konusudur, ama kız çocukları da nasibini alır. Bu durum ABD haricinde İngilizce konuşan ülkelerde sünnetin büyük oranda terkedildiği 1940'lara kadar sürer. [8] Bu değişimde cinsellik karşıtı ortamın yumuşaması yanında Douglas Gairdner'in prepusun işlevlerini açıkladığı 1949 yılına ait makalesi de büyük rol oynamıştır. Bugün ABD'de sünnet oranının %60 ile %80 arasında, diğer İngilizce konuşan ülkelerde ise ortalama %10'un altında olduğu sanılmaktadır. Ancak kesin istatistikler yoktur. Bunun dışında sömürge döneminde (19. yüzyıl) Filipinler'de, ve ABD askeri varlığı ile Güney Kore'de de (1950'den sonra) sünnet başlamıştır.


Dinlerin bakışı

Sünnet Yahudi dini inancında büyük yer tutar. Kutsal kitaplarına göre, Tanrı, elçisi İbrahim aracılığı ile Yahudilerle arasında "Akide" adı verilen anlaşmayı yapmış, ve bu anlaşmanın delili olarak da İbrahim ve halkına sünnet olmalarını emretmiştir. Bu inanışın gereği olarak Yahudiler, doğumdan kısa bir süre sonra erkek bebeklerini sünnet ederler.
Yahudiler arasında doğan Hıristiyanlık inanışında da sünnet önceleri tartışma konusu olmuş, ancak havarilerin ve özellikle de Paul'un "gereksiz" olarak görmesi nedeniyle dini bir gereklilik halini almamıştır. Ne var ki Mısır'daki Kıpti topluluğu gibi Afrika'daki bazı Hıristiyan gruplar hem kadın hem erkek sünnetini, ABD'deki bazı Protestan mezhepler ve Filipinler'deki Katolikler ise erkek sünnetini dinen gerekli olarak kabul ederler.
Müslümanların kutsal kitabında sünnetle ilgili herhangi bir ifade yer almaz, ayrıca İslamiyet'in ilk yıllarında sünnet tartışma konusu da olmamıştır. Bu sıralarda Arapların kadın ve erkek sünnetini ne oranda uyguladıkları bilinmemektedir. Bugün Müslümanların büyük çoğunluğu erkek sünnetini, Afrika'daki inananlarının büyük bir kısmı ise kadın ve erkek sünnetini dinen gerekli görürler. Sünnetin Müslümanlar tarafından gelenekselleştirilmesinin 9. yüzyılda İslam'a dönen Yahudi asıllılarının beraberlerinde kendi dinlerinin inançlarını İslam'a taşıması anlamına gelen İsrailiyyat ile olduğu sanılmaktadır.[9] İslam inanışına göre peygamber sünnetli doğmuştur (Boratav 2003:201).[kaynak belirtilmeli]
Sünnetle ilgili dini yorumların, bulunulan coğrafi bölgeye göre değişmesi (Mısır'lı Hıristiyan Kıptiler örneğinde olduğu gibi), uygulamadaki temel belirleyicinin din değil coğrafya (Asya'ya uzanan Sahara çöl kuşağı), ve bununla bağlantılı ataerkillik olduğunu göstermektedir.


Tıbbi ve cinsel boyutu

Özellikle hijyenik olmayan erkeklerde sünnetin AIDS ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar ile penis kanseri riskini azalttığı tespit edilmiştir.[10] Sünnetin, penisin ısı hassasiyetini artırarak erken boşalma sorununu tetiklediği yönünde veriler bulunmakla beraber[11] tam aksine haz barajını yükselterek erken boşalma sorununu tedavide etkili olduğu yönünde veriler de vardır.[12][13]


Türk kültüründe

Türkçe'de sünnet olmaya sünnet veya kestirme denilir, Araplarda ise buna hıtan denilmektedir. Türk kültüründe sünnet hem dini, hem de geleneksel bir görev olarak görülmektedir.



Türkiye'de sünnet düğünü yaygın bir gelenektir. (son zamanlarda batı etkisinde bebekler de sünnet edilmektedir) Çok çocuklu aileler, çocukların hepsini birden sünnet ettirmek için uygun bir zamanı beklerler. Sünnet düğünleri genellikle yaz aylarında yapılır. Köylerde sünnet düğünü okuyucu, elçi denilen çağrıcılarla, kentlerde davetiye ile olur.
Sünnet yeri ya evdir ya da bahçedir. Çocuğun yatağı hazırlanır, süslenir. Mütevazı düğünlerde misafirlere yemek verilir, hoca çağrılır, Kur'an okunur ve dua edilir, mevlid okunur. Çalgılı düğünler de yaygındır.
Çocuğun sünnet giysisi hazır satılan veya diktirilen beyaz ceket ve pantolondur. Bu giysiye üzerinde maşallah yazan bir kuşak takılır. Çocuğun sırtına da kırmızı veya mavi pelerin atılır veya kurdele takılır, başına taç konur. Sünnet sonrası için geniş bir gecelik hazırlanır, çocuk birkaç gün rahat rahat tuvalete gitsin diye. Hatta birkaç gün rahat uyusun diye. En yakınlarından biri tutar, çocuğun dikkatini başka yöne çekerken sünnetçi kesimi tamamlar. Bu sırada tekbir getirilir, "oldu da bitti maşallah" tekerlemesi söylenir. Sünnetçi aleti mengeneli çok keskin bir bıçaktır. Penisin ucundaki deriyi kesme işlemi bittikten sonra sünnetçi pansuman yapar, pamukla sarar, çocuk yatağına götürülür. Bazı yörelerde sünnetçi, kirve ve çocuğun üzerine bir örtü serilmektedir. Kesilen deri parçası rasgele atılmaz, genellikle bir cami yakınına gömülür.
Sünnetten sonra davetliler çocuğun yatağına giderek hediyeler verir, çocuğa para takarlar. Bazı yerlerde tur denilen tepsiyle para toplama adeti görülmektedir.


Tartışmalı hususlar

İngilizce konuşulan ülkelerde sünnetin uygulanmaya başladığı 19. yüzyılda, bazı hastalıklara mikropların neden olabileceği gibi modern teoriler henüz bilinmemektedir. Bunun yerine hastalıklara, kas kasılması gibi olaylarla açıklama getirilmeye çalışılmaktadır. Bu ortam içinde erkek ve kız çocuklardaki prepusun, ve bu arada mastürbasyonun pek çok hastalığa gerekçe olduğu düşünüldü. Bu hastalıklara çare ya da önlem olarak da, daha çok erkek çocuklarda sünnete başlandı. Ne var ki hastalık nedenleri ile ilgili bu iddialar mikropların öneminin anlaşılması ve tıp biliminin ilerlemesi ile 20. yüzyılın başlarında terkedildi.[14]
Bugün, büyük ölçüde Afrika kıtasına özgü olan kadın sünneti lehinde tibbi hiçbir argüman sunulmamaktadır. Ne var ki başta Mısır olmak üzere çeşitli ülkelerdeki din adamları zaman zaman kadın sünnetinin dini bir vecibe olduğunu ileri sürmekte, ve sünnet aleyhtarlığını eleştirmektedirler. Bu ve benzeri geleneksel baskıların ağırlığı sonucu kadın sünneti çeşitli uluslararası örgütlerin ve devletlerin muhalefetine rağmen, Afrika'da yaygın bir şekilde uygulanmaya devam etmektedir.
Erkek sünneti içinse farklı olarak, hem dini hem de tıbbi argümanlar ileri sürülmektedir. 20. yüzyılda, sünnetin erkeklerde penis, kadınlarda rahim kanserini, bebeklerde idrar yolları enfeksiyonunu, bazı cinsel yolla bulaşan hastalıkları, ve son olarak da AIDS'i önlediği ileri sürülmüştür. Bunlardan sonuncusu olan AIDS hariç, diğer teoriler ilk ortaya atıldıklarında ilgi çektiyseler de, hastalık riskinin sünnetin kendi riskinden düşük olması, veya diğer hastalık yapıcıların keşfedilmesi nedeni ile bugün sünnet için yeterli gerekçe olarak görülmemektedir. AIDS konusundaki tartışma sürmektedir.
Erkeklerde prepusun kendisinden kaynaklanabilecek sorunlar da sünnet için diğer nedenler olarak öne sürülmüştür. Sünnet karşıtları ise bu sorunların ortaya çıktıkları zaman sünnet dışı yöntemlerle tedavi edilebileceğini, sünnete en son çare olarak başvurulabileceğini söylemektedirler. [15]
Bu arada erkek cinsel organı hakkındaki yaygın bilinçsizlik, prepusun doğal gelişiminin hastalıklı olarak görülmesine, ve pek çok gereksiz sünnete neden olmaktadır. [16]
Erkek sünneti konusundaki dini tartışma Yahudiler, ve ABD'deki az sayıdaki Hıristiyan mezhep arasında devam etmektedir. Müslümanlar arasında ise genelde konu tartışmaya açılmamıştır.

Kaynakça

Pertev Naili Boratav, Yüz Soruda Türk Folkloru, K Kitaplığı, İstanbul 2003.
Sedat Veyis Örnek, Türk Halkbilimi, TC Kültür Bakanlığı Y., 2. baskı, Ankara 2000.
Sami Aldeeb Abu Sahliyeh, "Muslims Genitalia in the Hands of the Clergy"


Dipnotlar
^ "FGM and Circumcision, Problems of Definition"
^ NOHARMM Estimated Worldwide Incidence of Male Circumcision [1]
^ Sami Aldeeb, Myth of the Difference [2]
^ James Demeo, Ph.D. Kyoto Review 23: 19-38, Spring 1990 (Japan) "Saharasia"
^ Ashley Montagu, Mutilated Humanity [3]
^ James Prescott, Genital Pleasure vs Genital Pain, [4] The Truth Seeker, Volume 1 Number 3, Pages 14-21
^ Paul M. Fleiss MD, The Case Against Circumcision [5]
^ History of Circumcision [6]
^ Sami Aldeeb, Myth of the Difference [7]
^ "circumcision." Encyclopædia Britannica. Ultimate Reference Suite. Chicago: Encyclopædia Britannica, 2008.
^ Sünnet ve erken boşalma Sünnet.wetpaint.com. Erişim: 28 Nisan 2009
^ "Does circumcision help with premature ejaculation" Ezinearticles.com. Erişim: 28 Nisan 2009
^ "Circumcision for the treatment of premature ejaculation" Healthcarebeauty.org. Erişim: 28 Nisan 2009
^ Gollaher, David L. (February 2000). Circumcision: a history of the world’s most controversial surgery. New York, NY: Basic Books, 53–72. ISBN 978-0-465-04397-2.
^ Conservative, Non Surgical Treatment of Penile Problems [8]
^ Conservative Treatment of Phimosis, Alternatives to Radical Circumcision [9]


kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Erkeklerde_s%C3%BCnnet" rel="no follow - http://tr.wikipedia.org/wiki/Erkeklerde_s%C3%BCnnet (http://tr.wikipedia.org/wiki/Erkeklerde_s%C3%BCnnet)







İslâm'da kadın sünneti

İslâm'da kadın sünnetinin yeri hakkında âlimler arasında tam bir görüş birliği yoktur. Şafii mezhebi vacip, Hanefi ve Maliki mezhepleri sünnet, Hanbeli mezhebi ise müstehap olduğunu ifade etmişlerdir.[6] Temel dayanak olarak iki hadis bulunmaktadır. Ebu Davud'da yer alan ve Ümmü Atiyye el-Ensariyye'den aktarılan hadise göre: "Bir kadın Medine'de kızları sünnet ederdi. Resulullah (sav) (kadını çağırtarak) kendisine 'Derin kesme. Zira derin kesmemen kadın için daha çok haz vesilesidir, koca için de daha makbuldur' diye talimat verdi."[7] Sahih-i Müslim'de yer alan ve Aişe bint Ebu Bekir'den aktarılan hadise göre: "Resulullah (sav) buyurdu ki 'Erkek dört şube (kadının kolları ve bacakları) arasına oturup, iki sünnetli kısım birbirine dokundu mu gusül lâzım olur.'"[8] 16. yüzyıl Hanefi muhaddislerinden Aliyyü'l Kârî'ye göre kadınların sünnet edilmesi "Kadının yüzünü taze kılar ve güzelliğini arttırır. Şehveti teskin eder, cimayı lezzetli ve câzip kılar, kocanın karısına karşı sevgisini arttırır."[9] İslâm dünyasının saygın âlimlerinden Yusuf el Karadavi ülkesi Mısır'da kadın sünnetinin yasaklanmasına karşı çıkmıştır.[10]


Dipnotlar:
6^ Circumcision of Women
7^ Ebu Davud, Edeb 179
8^ Müslim bin Haccac, Es-Sahih 349
9^ Sünnet
10^ Genital Mutilation Persists in Egypt














Sünnet Olma:

Yahudi geleneğinde, “Sünnet olma” Cumartesi ve gıda ile ilgili yasaklar gibi riayet edilen belli başlı kri­terlerden birini teşkil etmektedir. Hz. İbrahimle Allah arasında akdedilen Ahit’in [59] hatırasına ya­pılmaktadır. Buna, Berİt Milah yani “Sünnet Ahiti” adı verilmiştir, Talmud “Sünnet Ahitinin”, diğer bütün Yahudi emirleri kadar önemli olduğunu ve onun on üç veçhe ihtiva ettiğini söylemektedir. Hz. İbrahim’in sünnetle ilgili sözlerinden anlaşıldığı gibi Yahudi şeriatı, her erkek çocuğun doğumunun sekizinci günü sün­net olmasını gerektirmektedir. O gün Cumartesi veya kippur günü bile olsa. Çocuğu sünnet ettirmek görevi, babaya düşmektedir. Eğer çocuğun babası bu gö­revi yapmazsa bu görev cemaatin otorite­lerine düşmektedir. Eğer bir Yahudi ço­cuğu on üç yaşma kadar sünnet olmamış ise çocuğun bu yaşta mecburen sünnet olması gerekmektedir. Sünnet olmayan biri varsa onun kavmiyle ilişkisi kesile­cektir. [60]Yahudi geleneğine göre sünnet olmayanın, ölüm cezasıyla cezalandırılması gerekir. Yahudilikte “Sünnet olma”, eğer çocuğun hayatı ile ilgili bir tehlike arz ediyorsa, daha sonraki bir tarihe ertelenebilir. Fakat bir annenin iki çocuğu “Sünnet sonrası” bu operasyondan dolayı ölmüşse, üçüncü çocuk için Sünnet olmak yasaktır. [61]

Sünnet, normal olarak kuralları bilen bir operatör tarafından yapılmalıdır. Yani, e-linde bu işe yetenekli olduğuna dair ha­hamlardan aldığı bir belge bulunan bir yetkili (Mohel) tarafından yapılmalıdır. Yahudilikte sünnet, çok önemli dinî bir faaliyettir. Bu erkan için iki kutlama ya­pılmaktadır: Birisi, operatörle, diğeri ço­cuğun ebeveyni ile icra edilmektedir. Ya­hudilikte çocuğa isim de sünnet esnasında verilmektedir. Sünnet merasiminin icrası içinde yapılan bir başka fonksiyon, çocuğu operasyon esnasında dinlerinin üstünde tutan Sandek'e düşmektedir. Bu, Yahudilikte, Hıristiyanlıktaki vaftiz ba­basının yerini almaktadır. Sünnet babası (sandek), sinagogda “Elie peygamberin makamı” denilen özel yerini almaktadır. Eskiden beri sünneti, bir yemek merasimi takip etmektedir. [62]Sünnet, Yahudilikte çok önemli bir dinî faaliyet olmakla beraber, her sünnet olan Yahudi olamaz. Sünnetli bir Yahudinin en azından Yahudi bir anneden doğması ge­rekmektedir.

Yahudilikte sünnet, Yahudiliğe giren bir başkası için de gerekli olmaktadır. Gerçi, Mişna üstadları Mühtedinin sünnet olma­sını tartışma konusu yapmışlardır. Bazıla­rı, “dinî bir banyo”dan Mikve yapmasını kafi görürken, bazıları da onun sünnet olmasını şart koşmuşlardır. [63]Liberal Yahudiler “Sünnet merasimine” son yıllarda pek riayet etmemektedirler. Fakat büyük Yahudi çoğunluğu “Sünnet'e titiz şekilde riayet etmektedirler. Islâmda Sünnet: İslâmi muhitlerde de sünnete çok önem verilmiş olup, hatta müslümanla kafiri ayıran bir alâmet ola­rak gösterilmiştir. Hz. Peygamber’in ha­disleri sünneti, Hz. İbrahim’in bir âdeti olarak belirtmektedir. İslâm bilginleri sünnet üzerinde çok durmuşlardır. Bazııları “Vacib”, bazıları “farz” olarak sün­neti kabul etmişlerdir. Bir kısım âlimler de İslâmi kabul eden bir muhtedininde sünnet olmasını şart koşmuşlardır. Aslın­da, “Sünnet olma” İslama giriş şartı de­ğildir. Ebu Davud'un, Taharet bahsinde naklettiği bir hadiste “İslama girince küfür kılını at, sonra da sünnet ol” diye be­lirtmektedir. Bu hadisin sıhhat derecesi tartışmalıdır.

İslâmiyette sünnetin yaşı konusunda kati bir emir yoktur. Doğumun ilk gününden başlayarak on iki on üç yaşlarına kadar çocuklar sünnet ettirilmektedir. İslâm dünyası, sünnete çok önem vermiş­tir. Türkler İslâmi kabul ettikten sonra, sünnet olmayı dinin aslî vecibeleri gibi kabul etmişler ve öyle kabul etmeye de­vam etmektedirler. Türkler arasında gör­kemli sünnet merasimleri icra edilmekte­dir.





[59] Tekvin: XVII, 9-21.

[60] Tekvin: 17-14.

[61] Shab: 1349.

[62] Shab, 1309.

[63] Yeb, 469.


Kaynak: Ansiklopedik Dinler Sözlüğü
















Sünnet Lüzumlu mudur?

Cerrah arkadaşlarımdan birinin sünnet hakkında son zamanda çıkan bir beyanatını okudum. Sonuç itibarıyla şöyle diyordu: “Sünnet zararlı neticeler vermez. Sünnetten kimsenin öldüğünü bilmiyorum, yapılması faydalıdır.”

Ben bu beyanatı pek doğru bulmuyorum. Pekâlâ biliyoruz ki, bugün biz Müslümanlar şu iptidai âdeti, sağlık için değil, sırf din için sürdürüyoruz. Hıristiyanların vaftiz töreni yapmaları gibi biz de çocuklarımızı sünnet ettiriyoruz. Hıristiyanlar vaftiz töreni yapmakla vücutlarındaki azalardan birini kaybetmezler. Halbuki biz Müslümanlar sadece mühim bir uzvumuzu kaybetmekle kalmayıp bir de ıstırap çekiyoruz. Sakat kalmak ve hatta ölmek tehlikesine bile maruz kalıyoruz. En garibi de, pek çok insan, sünnetin dinimizce farz olduğunu ve sünnet olunmaz ise Müslüman olamayacağını zanneder. Halbuki peygamberimiz sünneti farz yapmadığı, yani kati surette emretmediği gibi kendisi de sünnet olmamıştır. Eski zamanlarda sıhhat bilgisi olmadığı için sünnet bir dereceye kadar tavsiye edilebilirdi. Fakat şu asırda, laik cumhuriyet devrinde, bu gayet gülünç ve iptidai operasyonun hiçbir değeri, hiçbir yeri olmamalıdır.

Bununla beraber çocuklarımızda yaptırdığımız şu dini merasim hiç de zannedildiği gibi büsbütün tehlikesiz değildir. Sünnet ameliyesinin neticesi kırk beş seneden beri tesadüf ettiğim feci vakalar pek çoktur. Hatta geçen sene Anadolu’dan gelen sünnetli bir çocuğun tenasül azasında (cinsel organında) kangren oluştuğunu ve bilahare septisemiden (kan zehirlenmesi) öldüğüne şahit oldum.

Bundan otuz kırk sene evvel padişahlar [kendi] çocuklarını sünnet ettirdikleri zaman İstanbul’da [toplu] sünnet düğünleri yaparlardı; ben bu [toplu] sünnet düğünlerinin ikisinde sünnetçi ve müfettiş olarak bulundum. Sekiz on bin çocuk bir hafta zarfında Yıldız Sarayı’nda ve İstanbul’daki birçok büyük hastanede sünnet edilirdi. Abdülhamit’in ikinci sünnet düğününde üç çocuğun öldüğünü hatırlıyorum. Biri tetanostan, biri emorrajiden (kanamadan), üçüncüsü de kangren ve enfeksiyondan ölmüştü. Ölen çocuklardan başka, sekiz on çocuğun glansının kesilerek sakat kaldığını ve yüzlerce çocuğun aylarca ıstırap çekip yaralarının bir türlü iyileşmediğini gördüm. Bugün [1935 yılında] memleketimizde her sene yüz binlerce çocuk sünnet ediliyor. Muhakkak surette içlerinden ölenler, sakat kalanlar vardır. Elimizde bu hususta yapılmış bir istatistik bulunmadığından bu biçare çocukların miktarını bilmiyoruz.

Biliyorsunuz ki, sünnet için halkımız cerrahlara nadiren müracaat eder. Şu halde senede ancak on veya on beş çocuğu sünnet etmekte olan tabip sünnet ameliyesinin tehlikesiz, arızasız olduğunu iddia etmemelidir. Her sene memleketimizde özellikle birtakım cahil sünnetçilerin sünnet ettiği binlerce biçare çocuğu gözünüzün önüne getiriniz. İşin vahametini o vakit daha iyi takdir edersiniz.

Güya sünnetin temizlik bakımından faydası varmış; sünnetsizlik yüzünden hastalıklar oluyormuş. Pekâla, bunu kabul edelim. Lakin binde bir kişide tesadüf olunan bu hastalıklar için bütün Müslüman çocukların mühim bir uzuvlarını hayatları bahasına ve din uğruna kestirmekte mana nedir? Bence ileride vukua gelmesi muhtemel hastalıklar için [çocuğu] sünnet ettirmek, ileride apandisiti patlar diye bütün çocuklarımızın apandisitlerini çıkartmayı tavsiye etmekten farklı değildir.

Arkadaşlar,
Din için yapılan şu sünnet ameliyesinin asla faydası olmayıp, bilakis kötülüğü ve tehlikesi aşikâr bulunduğunu sizin de benimle beraber tasdik edeceğinizden şüphem yoktur. Bunun bir an evvel yasaklanmasının çaresine teşebbüs etmek de biz tabiplere düşen en büyük bir vazifedir.

Cumhuriyetimiz laik bir cumhuriyettir. Herkes kendi dininde serbesttir. Ancak kendisini müdafaadan aciz ve hiçbir şeyden haberi olmayan birtakım küçük çocukları yakalayıp aldatarak din uğrunda mühim bir uzvundan mahrum ve bazen de sakat [bırakıp] günlerce, aylarca ıstıraplara ve ölüm tehlikelerine bile maruz bırakmak doğru mudur?

On sekiz yaşını geçtikten sonra arzu eden bir erkek ister din için olsun isterse temizlik için olsun sünnet edilmesini isteyebilir; ve sünnet olsun buna hiçbir itirazım yok. Ancak masum çocuklara din perdesi altında ıstırap çektirmemeli. On sekiz yaşına kadar hiçbir çocuğa sünnet ameliyesi yapılmasına müsaade etmemeli.

Mukaddema Cemiyeti Tıbbiye-i Osmaniye ismini taşıyan bugünkü Türk Tıp Encümenimizde, Osmanlı İmparatorluğu zamanında, yani otuz sene evvel nadiren fenni müzakereler cereyan ediyordu. Bununla beraber o vakit hükümet, cemiyetimizden halk sağlığına ait işleri sorardı ve ara sıra da yine cemiyetimiz, hükümetten halk sağlığına dair birçok dileklerde bulunurdu. Yani bugünkü Tıp Encümeni, Fransa’daki “Academie de Medecine” (Tıp Akademisi) vazifesini yapardı.

Şimdi sizden bir ricam var. Eğer münasip görürseniz, laik Cumhuriyetimizin Sıhhiye Vekaleti (Sağlık Bakanlığı) nezdinde bu hususta teşebbüste bulunalım. Sünnet ameliyesinin Müslümanlık dininde farz olmadığına; pek iptidai ve tehlikeli bir âdet olduğuna; on sekiz yaşından evvel çocukların asla sünnet ettirilmemesi [gerektiğine] ve bu yaştan evvel sünnet ettiren ve sünnet ameliyesi yapan kimselerin cezalandırılmasına dair bir kanun tasarısı hazırlayıp, sünnet mevsimi olan ilkbahardan evvel Büyük Millet Meclisi’ne göndermesini isteyelim.

***

[Profesör Cemil Topuzlu, encümende verdiği tebliğden sonraki gelişmeleri anlatıyor]
Tebliğden sonra encümende bu mevzu üzerinde Dr. Niyazi İsmet, İhsan Sami, Haydar İbrahim, Ziya Nuri, Tevfik Salim, Abdülkadir, Ekrem Şerif, Esat Raşit, Osman Şerafettin gibi değerli arkadaşlarım lehte ve aleyhte söz almışlar ve birçok münakaşadan sonra, bilgisel gözden etüt etmek üzere bir komisyon teşkiline ve komisyonun hazırlayacağı raporun encümende müzakere edilmesine karar verilmiş ise de sekiz aydan beri hiçbir ses çıkmadı ve tamamıyla unutuldu.

Lehinde söz alan arkadaşlarım, temizlik, fimosis ve buna benzer bazı hastalıkların önünü aldığı gerekçesiyle sünnetin faydalı olduğunu ileri sürdülerse de hiçbir surette ikna edememişlerdir.

Öncelikle temizlik gerekçesini ele alalım. Güya sünnetli bir erkeğin temizlikle uğraşmasına gerek yokmuş; her daim temiz bir halde bulunurmuş. Temizlikten kaçınmak için ne garip bir tez!

İnsanlar her gün vücutlarının her tarafını ayrı ayrı temizlemiyorlar mı? Birkaç saniye de cinsel organlarını temizleseler ne kaybederler? Acaba biz bu hususta hayvanlardan daha mı aşağı kalmalıyız?

Günde bir defa ve birkaç saniye sürecek olan temizlenme işini yapmayıp da cinsel organın mühim bir parçasını kesip attırmakta hiçbir mantık yoktur. El ve ayaktaki tırnakları her gün temizlememek ve ara sıra kesmemek için tekmil tırnakları kökünden söküp mü çıkarırız? Sakal ve bıyıklarımızı tıraş etmemek için, radikal bir temizliğe gidip yanaklarımızdaki ve dudaklarımızdaki bütün deriyi yüzdürüp atar mıyız? Elbette hayır. O halde sünnetin bunlardan ne farkı var?

Yemen’de Müslüman bir kabilenin erkekleri, kendi mezhepleri gereğince, göbeklerinin altında bir daha kıl çıkmaması için derilerini yüzüp kestiriyorlarmış. Bundan otuz sene evvel İstanbul’a gelen ve bu usulde on sene evvel sünnet olup da yarası kapanmayan bir Yemenliyi tedavi etmiştim. Biçare halinden şikâyet etmiyordu. Böyle tehlikeli bir sünneti niçin yaptırdığını sordum. Bana, “Ne yapalım, dinimiz böyle emrediyor. Müslümanlıkta asıl sünnet budur. Yaptırmayanlar Müslüman değildir” dedi ve birçok faydasından dem vurup müdafaa etti. Ya maazallah dini telkinler neticesi bu âdeti bütün Müslümanlar kabul etmiş bulunsaydı halimiz nice olurdu?

Sünnetin fimosis ve buna benzer hastalıkların önüne geçeceği iddiasına gelince; bu gibi hastalıklara nadiren tesadüf olunur. Tedavi ile geçeceği gibi icap ederse vaktinde lazım gelen ameliyat ağrısız yapılır ve hastanın yarası da birkaç gün içinde zahmet çekmeden kapanır.

Din telkini altında olmaksızın sağduyuyla düşünelim. Sünnet olmamış on bin kişide birinin fimosise müptela olabileceğini ileri sürerek bütün erkek çocukları sünnet ettirmeyi [teklif etmek] ileride apandisit hastalığına uğramasınlar diye bütün insanların doğduktan sonra aşı yapılır gibi apandisitlerini çıkarmayı teklif etmekten ne farkı var?

Kapalı yerlerimizdeki kılları kaldırmak tıpkı sünnet gibi dini telkinler neticesi bizde köklenen garip bir âdettir. Her gün temizlik yapmayıp da az çok müziç kaşıntılara ve bazı kere de deri hastalıklarına da yol açan ağda, ustura ve zehirli ilaçlar kullanmak doğru mudur?

Çocuklarda sünnetin zararlı olmadığını iddia edenler de var. Tıp Encümeni’nde söylediğim gibi günlerce yaraları kapanmayarak ıstırap çekenlere, sakat kalanlara, hatta ölenlere bile tesadüf olunuyor. Hele sünnetten sonra sabaha kadar karyola içinde açık havada kalmalarından göğüs hastalıklarına yakalanan ve sinir hastalıklarına tutulan çocuklar pek çoktur. Bu gibi hastalıklar ekseriya sünnet günü biçare yavrunun şiddetli heyecan geçirmesinden ve pek çok korkmasından ileri geliyor.

Yedi sekiz yaşını geçmiş olan bazı çocuklar sünnet düğününü işitince birkaç gün evvel zayıflamaya başlar ve uykusuz kalırlar. Asla sünnet olmak istemezler. Düğün günü, ahırlara kümeslere varıncaya kadar her tarafa saklanırlar. Analarının boyunlarına sarılırlar. Mütemadiyen ağlar, bağırırlar, bu esnada tedarik edilen güçlü kuvvetli adamlar tarafından yakalanıp mezbahaya götürür gibi sünnetçinin önüne atılır. Evdeki analarla babalar, biçare yavrucuklar bayılır, bu müthiş korku neticesi birçok sinir hastalıkları baş gösterir.

Memleketimizde sünnet hakkında henüz resmi bir istatistik tutulmamış olduğundan ölen, sakat kalan ve sinir hastalıklarına tutulan çocukların doğru bir surette sayısını bilemiyoruz. Bunun tetkikini Sağlık Bakanlığı’ndan bekleriz.

Biraz da sünneti ekonomik tarafından düşünelim. Yurdumuzda sünnet düğünleri için pek çok para eriyip gidiyor. Sünnet düğünlerinde sünnet olan çocukların aileleri bile en az sekiz on lira harcarlar. Bu yüzden yurdumuzda her sene milyonlarca liralar berhava oluyor ve köylülerimiz de kaldıramayacak kadar pek ağır borç altına giriyorlar.

Yukarıdan beri anlattığım gibi, halkımız sünneti, başka bir düşünce ile değil, ancak din ve bahusus gayrimüslimlerden ayırt olmak için yapıyorlar. Halbuki dinimiz sünneti farz kılmamıştır. Peygamberimiz de sünnetsiz idi. Yahudilerden kalma bu âdet senelerce vuku bulan dini telkinler neticesi Müslümanlarda her nasılsa Hıristiyanlıktaki vaftiz gibi dinin temeli olmak üzere köklenip kalmıştır.

Sünnetin faydalı olduğunu iddia edenlere şunu da soruyorum: Bugün medeni dünyada pek çok terakki etmiş milyonlarca erkek sünnetsizdir. Hastalıklardan korunmak için insanların bir kısmını zorla kısırlaştırmaya kadar ileri giden milletler, bu kadar faydası olduğunu farz ettiğimiz sünneti niçin kendi erkek çocuklarına tatbik etmiyorlar? Bize benzememek için mi? Hayır! Bu medeni milletlerin sünneti kabul etmemeleri, edindikleri derin tecrübeler ve ilmi tetkikler neticesi sünnetin zerre kadar faydası olmadığına kanaat getirmiş olmalarından ileri geldiğine şek ve şüphe yoktur.

İşte bu düşünce ile Tıp Encümeni’nde sünnetin faydası olmadıktan başka zararlarından ve biçare yavrularımızın ıstırap çektiklerinden uzun uzadıya bahsettim. Sonunda, on sekiz yaşından evvel çocuklarımızın asla sünnet ettirilmemesi ve bu yaştan evvel sünnet yapan ve yaptıran kimselerin cezalandırılmasına dair bir kanun tasarısı hazırlaması için Sağlık Bakanlığı nezdinde teşebbüste bulunmayı teklif ettim. Yoksa ben sünneti büsbütün yasaklamak tarafını iltizam etmedim. İsteyenler, ister temizlik, ister din için olsun aklı başına geldikten sonra yaptırsın, yani on sekiz yaşından sonra.



[B]Operatör Doktor Profesör Cemil Topuzlu

Bu makale, Türkiye Tıp Encümeni’nin 30 Kasım 1934 tarihli celsesinde tebliğ edilmiş ve Tıp Dünyası dergisinin 15 Mayıs 1935 tarihli sayısında yayımlanmıştır.

hiiic
10. April 2011, 09:27 PM
Desenize yıllarca peygamber sünneti diye sünnet ettirdiklerimiz meğersem iyi yazsın diye kalem ucu açmaktan öte bişi değilmiş :p ama bilim camiası kalemin eskisinden daha küt yazdığını söylüyorsa bu konuda oturup biraz hüzünlenmemek elde değil.

Allah iç yüzünü kesin bilmediğimiz ve peşinden susuz develer gibi koştuğumuz batıl saplantılı her türlü inançtan bizi kurtarsın.

Derin Düşünce
10. April 2011, 11:59 PM
Nisa Suresi 118-119. Allah ona [şeytana] lânet etti. Ve o [şeytan], �Elbette Senin kullarından belirli bir pay alacağım, onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah'ın yaratışını/ölçülendirdiğini bozacaklar� dedi. Ve her kim Allah'ın astından şeytanı velî edinirse, o zaman şüphesiz o, apaçık bir ziyan ile ziyana uğrar.

bu ayet geliyor sünnet konusu aklıma geldiğinde. Allah'ın yaratışını değiştirmek değilmidir sünnet. islamı yaşamakmıdır işimize geleni alıp işimize geleni mantık çerçevesinde yorumlayıp kendimizce davranış biçimleri geliştirmek.

diğer bir tarafıda bir çocuğu sırf gelenek adı altında islam'ı kuran'ı peygamber'i kullanarak rızasını almadan kesmek biçmek ne kadar adildir ?

sünneti onamak uygulamak bana göre allah'ın yarattığında fazladan bir uzuv yarattığını ve bu kusuru insanın düzeltmeye çalışması olarak algılıyorum ben.

bu eylem bilinçli olarak yapıldığında mantıklı düşünürsek şayet şirk değilmidir ?

Eger bu sirk ise; umuyorum cocuklarınızı ve torunlarınızı sunnet ettirmezsiniz. Ve dahi cevrenizdeki sunnet torenleri ve cemiyetleri yapanlarada sirke dustukleri bu konuda kesin durusunuzu gosterebilirsiniz. İman ettigimiz dine yüregimiz sahitlik etmekte. Evet sunnet kadim bir gelenektir. Velakin sirk demek icin gercekten cesur olmak gerek.

Taner
11. April 2011, 03:08 AM
Eger bu sirk ise; umuyorum cocuklarınızı ve torunlarınızı sunnet ettirmezsiniz. Ve dahi cevrenizdeki sunnet torenleri ve cemiyetleri yapanlarada sirke dustukleri bu konuda kesin durusunuzu gosterebilirsiniz. İman ettigimiz dine yüregimiz sahitlik etmekte. Evet sunnet kadim bir gelenektir. Velakin sirk demek icin gercekten cesur olmak gerek.

Önemli olanda bu değilmidir zaten. vahy i okuduktan sonra eylemsiz bir şekilde yaşama devam etmek değildir islam. araştırıp okuyup aklı çalıştırıp önce kendi hayatına sonrada çevrendeki insanların hayatına katkıda bulunmaktır. bu yanlış olan davranış biçimini bilerek sessiz kalmakta salat kavramı ile ve vahy ile zıt bir düşünce şekli oluşturur ki kadim gelenek diye adlandırarak sadece durumun vehametiyle karşılaştığımızda kalplerimizi serinletme,vicdanımız ile hesaplaşmaktan kaçma çabasından başka birşey değildir.

Derin Düşünce
11. April 2011, 10:39 AM
Kardeslerim Allahın bizleri ozgur bıraktıgı alanlarda, tasarrufu bize ait olan yasamsal daire icinde bırakın insanlar diledigi gibi yasasın. Herseye sirk yada sirk degil diye hukum verirsek, kınayageldiklerimizden farkımız kalmaz. Haramları helalleri yeniden belirleyenler gibi olmayalım. Cunku aynı hataya duser seytanımız tarafından aynı taktikle kandırılmıs oluruz. Sünnet olmanın zararları vardır saglıksızdır demek baska bir seydir, bu sirktir Allaha es kosmaktır demek bambaska. Sizler bu hal uzerine yasamıs gocmus nice Allah yarenini hangi kefeye koydugunuzu dusunmuyor musunuz? Her yanlısa sirk ismini vermeyiniz. Cunku bu ok keskin bir sınırdır. Sunnet meselesinde faydalarına dair yine bir suru tıbbi makale getirebilmekte mumkun. Tamam bu iş yani genital sakatlama dinin geregi degildir. Bu konuda kimsenin bir itirazı yok. Ancak sirk demeyi ben yinede cok cesurca buluyorum.

Selametle

hiiic
11. April 2011, 08:27 PM
Hayvanların kulağını yarmak, yaratılışı değiştirmek şirk midir?

-Ama anladığım kadarıyla Tane Kurana karşı şirk demişti. Kuran gelmeden önce böyle bir uygulama şirk tanımı içermiyor olsada Kurandan sonra yine batıl kaynaklara sapıp gerçeği değiştirmek, Allahın indirdiği Kurana eş koşmaktır. Bu doğru. Kurana şirk koşulmuştur. Kulak yarılma ayetine inat dal budanmıştır.

Ama şirk (ortak koşmak) genellikle Allaha karşı yapılan bir haksızlık ve iftira olduğu için, direk Şirk diye ithamda bulunmak farklı algılanabiliyor.

-------------------------

Ayrıca sanıyorum ki Taner işin bir ileri boyutunu düşünerek bunu söyledi.

Bilmeyerek sünneti yapanda yaptıranda günah yok ama bu bilgi ulaştıktan sonra asılsızca red edene atalarının düdüğünü çalana günah var.
Şirk 'i işleyen ise bu kadar insana bu uydurmayı din parçası diye tanıtana gelir. Sünneti savunmak, bunu islamın parçası yapmak işte bunu insanlara empoze etmeye çalışan vebalmatik arkadaşlar şirk işliyorlar...

Sünnet sakatlanmasını islami gören hocalar şirk değilde ne işlemektedir. Onlara uyup veballerini şişiren samimi (samimi oldukları yaptıklarıı operasyondan belli) kulların ne günahı var? bilmeyene vebal günah yok, vebal günah sadece bildikten sonra üzerine gidene, inatçılık yapana...

hiiic
13. April 2011, 12:55 PM
http://imggaleri.hurriyet.com.tr/LiveImages/Foto%20Haber/226/Kenya'da%20sünnet/k12.jpg