PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Hz.Musa ve "İsra" olayı bağlantısı


Miralay
8. March 2011, 12:15 PM
Selamünaleyküm.
Dün gece Şuara Suresini okurken birşey dikkatimi çekti. Sizlerle paylaşmak istedim.

Gerek İsra suresi 1 ve 2.ayetlerdeki,gerekse Şuara Suresi 52.Ayetteki benzerliklerden ben bazı çıkarımlarda bulundum.

--------------------------------------------------------------------
Şuara 52. Ayet:

Ve Biz, Musa’ya: “Kullarımı geceleyin yola çıkar, Şüphesiz siz takip edilenlersiniz” diye vahyettik.
---------------------------------------------------------------------
İsra 1.Ayet: Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.

İsra 2.Ayet: Biz, Musa'ya da Kitab'ı verdik ve İsrailoğullarına: "Benden başkasını dayanılıp güvenilen bir rab edinmeyin" diyerek bu Kitab'ı bir hidayet rehberi kıldık.
----------------------------------------------------------------------

Acaba her iki surede de Hz.Musa mı anlatılıyor? Her ikisinde de "İsra" , "yesri" kelimeleri kullanılmış. Yani "gece yürüyüşü","gece yola koyulmak" anlamında.

Veya Şuara suresinde Musa aleyhisselam'ın başına gelen "gece yola koyulma" eylemi Muhammed aleyhisselam'ın da mı başına geldi?

Musa aleyhisselam'ın Tur'da ağaçtan yanan ateş görmesi; Muhammed aleyhisselam'ın Sidretül münteha denilen sınır ağacının yanında gördüğü harikalıklar (inen necmler,ayetler gurubu ve kaplayanın kaplaması,gözünün hiç şaşmaması) birbirine benzeşmiyor mu?

Rabbulaemin'in vahiy verme yöntemi her iki elçide de aynı mı? Yani direkt olarak mı elçileriyle muhatap oldu? veya her zaman bahsettiğimiz gibi Cebrail, Allah'u Teala'nın vahyetme melekesi mi?

Bu arada Lut aleyhisselam'ın da bir gece vakti, helak olacak kavminden ayrılması; yani Sodom ve Gomore'nin Lut aleyhisselam'a Mescidili Haram haline mi geldi de, bir gece vakti o da yürütüldü?

Ve benzeri bir sürü şey aklıma geldi.

Kardeşlerimin bu konuda değerli katkılarını bekliyorum. Belki çok güzel şeyler ortaya çıkacak; kimbilir :)

Selametle inşaAllah

Derin Düşünce
9. March 2011, 10:12 AM
1 - Kulunu geceleyin, Mescid-i Haram'dan kendisine bazi âyetlerimizi gostermek icin, etrafini mubarek kildigimiz Mescid-i Aksâ'ya goturen Allah, her turlu noksan sifatlardan munezzehtir. Suphesiz ki her seyi hakkiyla isiten, hakkiyla goren O'dur.

Oyleyse sana destek olalim. Evet katilirsak cok guzel yerlere varabiliriz. isra 1 ile isra etmeye baslar isek sadece yurekli olanlar yolculugu bitirebilirler. Bu yurek ister cunku butun bildiklerimiz, atalarimizdan gelen din degisiverir. Baska bir Kuran aciliverir onumuzde. Tum kelimelerin isaret ettigi mana degisir ve muallaktan siyrilip sikica yerine oturuverir. Simdiye kadar ki dogrular batil oluverir ve gercek olan ortaya cikiverir. Bu cesaret ve yurek ister. İsra 1 ile cesurca yola cikabilenler, iste o mubarek kilinan yere ulasir. Bu ayetle yola cikmak, Musanin bilgin kul ile yola cikmasi gibidir. Sabir ister.

Ayetin oznesi kim?
Neresidir bu mubarek kilinan yer?
Oraya giden kimdir?

dost1
10. March 2011, 03:01 AM
Aleykum Selam. Değerli Miralay Kardeşim!

Selamünaleyküm.
Dün gece Şuara Suresini okurken birşey dikkatimi çekti. Sizlerle paylaşmak istedim.

Gerek İsra suresi 1 ve 2.ayetlerdeki,gerekse Şuara Suresi 52.Ayetteki benzerliklerden ben bazı çıkarımlarda bulundum.


Allah razı olsun. Paylaşımınız için sağolun.



Şuara 52. Ayet:

Ve Biz, Musa’ya: “Kullarımı geceleyin yola çıkar, Şüphesiz siz takip edilenlersiniz” diye vahyettik.

İsra 1.Ayet: Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.

İsra 2.Ayet: Biz, Musa'ya da Kitab'ı verdik ve İsrailoğullarına: "Benden başkasını dayanılıp güvenilen bir rab edinmeyin" diyerek bu Kitab'ı bir hidayet rehberi kıldık.


Acaba her iki surede de Hz.Musa mı anlatılıyor? Her ikisinde de "İsra" , "yesri" kelimeleri kullanılmış. Yani "gece yürüyüşü","gece yola koyulmak" anlamında.

Değerli Kardeşim!

Kur'ân bir kerede toplu olarak değil, iyice sindirilmesi, ortaya çıkan her bir problemi çözmesi ve en gizlileri bile deşifre etmesi gerekçeleriyle parça parça, necm necm, bölüm bölüm indirilmiştir:

(Furkan; 32-33.) Ve inkâr edenler: 'Kur'ân ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi?'dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirelim diye böyle. [parça parça indirdik] Ve Biz onu tane tane okuduk. Onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, sana hakkı, doğrusunu ve en güzel açıklamayı getirmeyelim.


Bu şekilde parça parça, necm necm, bölüm bölüm inen Âyetler, Kur'ân'dan öğrendiğimize göre ilk dönemlerden itibaren sayfa sayfa yazılmış ve Sûreler hâline getirilmiştir. Âyetlerde
(Bakara Sûresinin 23;Ve eğer kulumuza indirdiğimizden kuşku içinde iseniz, haydi onun mislinden bir sûre siz getirin, Allah'ın astlarından tüm tanıklarınızı da çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz.


Tövbe Sûresinin 86, Ve “Allah'a iman edin ve Elçisi ile birlikte cihad edin” diye bir sûre indirildiği zaman, onlardan güç [mal, mülk, evlat] sahibi olanlar senden izin istediler ve “Bırak bizi oturanlarla beraber olalım” dediler.

Tövbe;124,Ve bir sûre indirildiği zaman, içlerinden bir kimse, “O [indirilmiş sûre] hanginizin imanını arttırdı?” der. Fakat iman etmiş kimselere gelince, o [inen sûre], onların imanını arttırmıştır ve onlar sürekli olarak müjdelenip duruyorlar.

Tövbe;127;Bir sûre indirildiğinde, bazısı bazısına bakar, “Sizi bir kimse görüyor mu?” Sonra sırt çevirir giderler. Gerçekten onlar, iyice anlayıp kavramayan bir topluluk olmaları dolayısıyla, Allah onların kalplerini çevirmiştir.


Yûnus Sûresinin 38;Yahut "Onu kendisi uydurdu" diyorlar. De ki: "Öyleyse siz benzeri, bir Sûre meydana getirin, Allah'ın astlarından çağırabileceklerinizi de çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz."


Nûr Sûresinin 1;İndirdiğimiz ve farz kıldığımız/parça parça ayırdığımız bir sûre! Öğüt alasınız diye onda apaçık âyetler de indirdik.


Muhammed Sûresinin 20,21; İman eden kimseler, “Keşke bir sûre indirilse” derler. Ama yasalarla donatılmış bir sûre indirildiği ve içerisinde savaş anıldığı zaman, kalplerinde hastalık olanların, ölüm korkusuyla baygınlık geçiren bir kimsenin bakışı gibi sana baktığını görürsün. Artık itaat ve ma‘rûf söz onlara daha yakındır. Sonra iş kesinleşince artık Allah'a sadakat gösterselerdi, kesinlikle kendileri için daha hayırlı olurdu.


Hud Sûresinin 13.Yahut [aslında], "Onu kendisi uydurdu" diyorlar. De ki: "Öyleyse, eğer doğrulardan iseniz, uydurma olarak da olsa, benzeri on Sûre getirin, Allah'ın astlarından gücünüzün yettiği kişileri de çağırın."

Kur'ân Sûrelerinden,

Abese sûresinin 13. "değerli sayfalar içindedir,"

Âyetinde de Kur'ân sayfalarından bahsedilmektedir.

Abese Sûresinin 13. Âyetinde sözü edilen Kur'ân sayfaları ne maddi olarak bugün elimizdeki 605 sayfadır, ne de diğer Âyetlerde sözü edilen Sûreler 114 adet olarak tespit edilmiş Sûrelerdir.

Bugün elimizdeki Kur'ân sayfaları hattatların yazdığı sayfalardır. 114 adet olarak belirlenmiş Sûreler ise "Sûre"den söz eden Âyetlerin indiği zamandaki Sûre anlayışı ile değil, yıllar sonra sahabenin içtihatlarındaki anlayış ile belirlenmiş Sûrelerdir.

Sözünü ettiğiniz Şuara 52 ayeti uzun bir necmin ayetidir.(Şuara10-51,63,52-56,60-66,57-59,67-68) Ayetleri bu sıra ile aşağıda belirttim.

Bir vakit de Rabbin, Mûsâ'ya: "Git o zalim kavme; Firavun kavmine, hâlâ takvalı davranmayacaklar mı?" diye nida etmişti.
O: [Mûsâ] "Rabbim! Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkarım. Göğsüm de daralır, dilim konuşmaz, onun için Hârûn'a da elçilik ver. Hem onlara ait benim üzerimde bir suç var. Ondan dolayı beni öldürmelerinden korkarım" dedi.
O: [Allah] "Hayır… Hayır… Haydi, ikiniz Âyetlerimizle gidin. Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz. Haydi, ikiniz Firavun'a gidin de 'Biz kesinlikle, İsrailoğullarını bizimle beraber gönderesin diye' âlemlerin Rabbinin elçisiyiz deyin" dedi.
O: [Firavun] "Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatından birçok yıllar içimizde kalmadın mı? Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen inkârcılardan/nankörlerden birisin de..." dedi.
O: [Mûsâ] "Ben, o işi şaşkınlardan olduğum zaman yaptım. Sizden korkunca da hemen sizden kaçtım. Sonra Rabbim bana hüküm bahşetti ve beni gönderilmişlerden [elçilerden] kıldı. O başıma kaktığın nimet de İsrailoğullarını kendine köle edinmiş olmandır" dedi.
Firavun: "Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir ki?" dedi.
O: [Mûsâ] "Eğer yakinen bilmiş olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbidir."
O, [Firavun] yanı başında bulunanlara "İşitmiyor musunuz?" dedi.
O: [Mûsâ] "O, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir." dedi.
O: [Firavun] "Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle mecnundur" dedi.
O: [Mûsâ] "Şayet aklınızı kullansanız, O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir" dedi.
O: [Firavun] "Benden başka ilâh edinirsen, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan kılarım" dedi.
O: [Mûsâ] "Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?" dedi.
O: [Firavun] "Haydi hemen getir onu, eğer doğrulardan isen" dedi.
Bunun üzerine o [Mûsâ] asasını bırakıverdi; bir de bakmışsın ki o, [asa] apaçık bir ejderhadır.
Elini de çekti çıkardı; bir de bakmışsın ki o, [eli] bakanlara bembeyazdır.
O, [Firavun] yanı başındaki ileri gelenlere: "Şüphesiz bu, kesinlikle çok bilgili bir sihirbazdır! Sizi sihriyle yeryüzünüzden çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?" dedi.
Onlar [ileri gelenler] dediler ki: "Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de toplayıcılar gönder. Bütün büyük ve çok bilgili sihirbazları sana getirsinler."
Böylece, sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.
İnsanlara da "Siz toplanıyor musunuz?" denildi.
-"Bizim sihirbazlara uymamız için kendilerinin galip gelenler olması lazım!"-
Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a: "Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret var mı?" dediler.
O: [Firavun] "Evet, o takdirde siz, hiç şüphe yok ki, yakınlardan olacaksınız" dedi.
Mûsâ onlara: "Atın, ne atacaksanız!" dedi.
Bunun üzerine onlar, iplerini ve değneklerini attılar ve "Firavun'un gücü hakkı için şüphesiz elbette bizler galip olanlarız" dediler.
Sonra Mûsâ asasını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor!
Sonra sihirbazlar secde edenler olarak bırakıldılar:
"Biz iman ettik, Âlemlerin Rabbine; Mûsâ ve Hârûn'un Rabbine" dediler.
O [Firavun] dedi ki: "Ben size izin vermeden O'na iman mı ettiniz? Şüphesiz ki o elbette size sihri öğreten büyüğünüzdür! Peki, yakında bileceksiniz!

Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama/art arda kestireceğim ve kesinlikle hepinizi astıracağım!"
Onlar: [Sihirbazlar] "Zararı yok, şüphesiz biz Rabbimize dönenleriz. Biz müminlerin ilkleri olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize mağfiret edeceğini umuyoruz" dediler.
Sonra Mûsâ'ya: "Vur asan ile denize!" diye vahyettik. Sonra o [deniz] yarıldı da, her parça ulular ulusu bir dağ gibi oluverdi.
Ve Biz, Mûsâ'ya: "Kullarımı geceleyin yola çıkar, şüphesiz siz takip edilenlersiniz" diye vahyettik.
Derken Firavun da şehirlere toplayıcıları gönderdi: "Şüphesiz bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir topluluktur. Ve onlar bizim için elbette öfkelidirler. Biz ise, elbette hazırlıklı, tedbirli bekleyen bir cemaatiz."
Sonra onlar [Firavun ve adamları] güneş doğarken onların ardına düştüler.
İki topluluk birbirini görünce, Mûsâ'nın ashâbı "Şüphesiz biz, kesinlikle kıstırıldık" dediler.
O: [Mûsâ] "Hayır... Hayır... Şüphesiz Rabbim benimledir, bana yol gösterecektir" dedi.
Sonra Mûsâ'ya: "Vur asan ile denize!" diye vahyettik. Sonra o [deniz] yarıldı da, her parça ulular ulusu bir dağ gibi oluverdi.
Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.
Ve Mûsâ ve beraberindekilerin hepsini kurtardık,sonra da ötekileri suda boğduk.
Sonunda Biz, onları [Firavun ve kavmini] bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve şerefli makamdan çıkardık. İşte böyle! Ve sonra onlara İsrailoğullarını mirasçı yaptık.
Şüphesiz bunda kesinlikle bir Âyet vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdi.
Ve şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle Aziz [mutlak galip] ve Rahîm'in [engin merhamet sahibinin] ta kendisidir.

Aynı şekilde İsra 1 (Kasas 85-88,isra1)ayrı bir necmin ayeti İsra 2 (İsra 2-8) ayrı bir necmin ayetidir. Ayetleri buradaki sıra ile aşağıda belirttim.

İsra 1 (Kasas 85-88,isra1)ayrı bir necmin ayetidir.

Şüphesiz ki Kur'ân'ı sana farz kılan kişi [Allah] , elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: "Benim Rabbim, kimin hidayetle geldiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu daha iyi bilendir."
Ve sen Kitab'ın sana ilka edileceğini [indirileceğini] umuyor değildin. [O] ancak Rabbinden bir rahmet olarak [verildi]. Öyleyse sakın kâfirlere arka çıkma. [yardımcı olma]
Ve onlar [müşrikler] sana indirildikten sonra, sakın seni Allah'ın Âyetlerinden alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et. Ve asla müşriklerden olma!
Ve Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarma. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O'nun yüzünden [zatından] başka her şey yok olacaktır. Hüküm [yasa-ilke] yalnızca O'nundur. Siz de ancak O'na döndürüleceksiniz.
Kulunu, bir gece, Âyetlerimizden gösterelim diye, Mescid-i Haram'dan bir kenarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten zat, her türlü noksan sıfatlardan arınıktır. Şüphesiz O, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir.

Bu ayetler peygamberimizin elçi oluşunun bir delilidir. Tıpkı Mûsâ peygamber gibi, peygamberimiz de hiç beklemediği hâlde, daha önceki yaşantısıyla hiç ilgisi olmayan bir göreve tayin edilmiş, yani peygamberlikle görevlendirilmiştir.

Peygamberimizin bu görevlendirmeden habersiz oluşu birçok Âyette vurgulanan bir husustur. Bu Âyetler peygamberimizin elçiliğine hiçbir akıllı, insaf sahibi insanın reddedemeyeceği birer kanıt durumundadır:

(Yûnus: 15–16) Ve Âyetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar; "Bundan başka bir Kur'ân getir yahut bunu değiştir." dediler. De ki: "Onu nefsimin [kendimin] öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım. De ki: "Allah dileseydi, ben onu [Kur'ân'ı] size okumazdım ve O [Allah] , onu [Kur'ân'ı] size bildirmemiş olurdu. Ben de ondan [Kur'ân'dan] önce kesinlikle içinizde bir ömür kalmıştım. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?"

(Yûnus: 21) Ve insanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra kendilerine bir rahmet tattırdığımız zaman, Âyetlerimiz hakkında onların bir plânı vardır. De ki: "Plân bakımından Allah daha çabuktur." Şüphesiz ki elçilerimiz plânladığınız şeyleri yazıp duruyorlar.

(Ankebût: 48) Ve sen bundan evvel herhangi bir kitaptan okumuyordun; onu sağ elinle de [kendiliğinden] yazmıyorsun. Eğer böyle olsaydı bâtılcılar mutlaka kuşku duyacaklardı.

[B](Şûrâ: 52) İşte böylece Biz sana da kendi emrimizden/ kendi işimizden olan ruhu vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nur/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola kılavuzluk etmektesin.

(Kaf: 1–2 [22]) Kaf. Çok şerefli Kur`an`a kasem olsun ki, kesinlikle sen bundan [şerefli Kur`an`dan] gaflet içinde [duyarsız] idin. Şimdi senden perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün keskindir.

(Sâd: 67–70) De ki: "O, çok büyük, önemli bir haberdir. Siz ondan yüz çeviriyorsunuz. Onlar birbirileriyle tartışırken, benim mele-i a'lâ'ya dair bir bilgim yok idi. Ancak ben, evet ben apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyediliyor."

(Yûsuf: 3) Sana bu Kur'ân'ı vahyetmekle Biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki sen bundan önce kesinlikle gafillerden [duyarsız olanlardan, bilgisizlerden idin].

Kasas;88. Âyetin sonunda "İltifat" sanatı yapılarak peygamberimizden tüm insanlığa dönülmüş ve Siz de ancak ona döndürüleceksiniz denilmek suretiyle herkese âhirete dönüleceği hatırlatılmıştır.

Bu Âyetteki yüz ifadesi ile "Allah'ın Zatı" kastedilmiş olup burada bir "Cüz'iyyet mecaz-ı mürseli" söz konusudur. Nasıl vesikalık fotoğraftaki bir yüz o kişinin bütün varlığını temsil ediyorsa, varlıkların en belirleyici organı olması sebebiyle yüz sözcüğü de Arapçada o yüzün ait olduğu varlığı temsil eder. Bu dil kuralından dolayıdır ki, Âyette geçen "O'nun yüzü" ifadesi de Allah'ın tüm varlığını temsil etmektedir.
Bizim "yüz" olarak çevirdiğimiz وجه - vech sözcüğü, Sarf İlmi kurallarına göre - جهة cihet olarak da söylenebilir. Dolayısıyla her iki sözcük de hem yüz hem de yön anlamında kullanılabilir. Eğer Âyette geçen vech sözcüğü "yön" anlamına alınırsa, bu takdirde Âyet "Allah yönüne olmayan [O'nun tasvip etmeyeceği şekilde olan] her şeyin boşa çıkacağı" anlamını ifade etmiş olur.

İsra 2 (İsra 2-8) ayrı bir necmin ayetidir.

Mûsâ'ya da kitap verdik ve Benim astlarımdan "vekil" edinmeyiniz diye onu [Kitab'ı] , İsrâîl oğulları; Nûh'la beraber gemiye taşıyarak kurtardığımız kimselerin soyundan olanlar için kılavuz kıldık. Şüphesiz o [Nûh] çok şükredici bir kuldu.
Ve Biz İsrâîloğullarına Kitap'ta/yazgıda şunu gerçekleştirdik: "Kesinlikle siz, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız/fesat bulacaksınız [bozguna uğrayacaksınız] ve kesinlikle büyük bir yükselişle yükseleceksiniz."
İşte o ikisinden birincisinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik de onlar, evlerin aralarına girip araştırdılar. Ve o yerine getirilmesi gereken bir vaat idi.
Sonra sizi tekrar onların [güçlü kulların] üzerine galip kıldık ve size mallarla ve oğullarla yardım ettik. Ve sizi işe yarayanlar açısından daha çok kıldık.
–Eğer iyilik ettiyseniz, kendinize iyilik etmişsinizdir ve eğer kötülük ettiyseniz o da onun [kendisi] içindir.– Artık diğer fesadınızın zamanı gelince de yüzlerinizi kötülemeleri [size kötülük yapmaları] , ilk kez girdikleri gibi yine mescide [Beytü'l-Makdis'e] girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için (üzerinize güçlü kullarımızı tekrar göndereceğiz).
Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Ve eğer siz döndüyseniz Biz de döndük. Ve Biz cehennemi, kâfirler için kuşatıcı bir zindan kıldık.



Veya Şuara suresinde Musa aleyhisselam'ın başına gelen "gece yola koyulma" eylemi Muhammed aleyhisselam'ın da mı başına geldi?

Şuara Suresinin sözünü ettiğiniz ayetin necmini yukarıda gördük.
Bu ayetin geçtiği necmdeki olay ile İsra 1 deki sözü edilen olayın aynı olmadığını düşünüyorum. Ancak Müslümanların Habeşistan ve Medine'ye hicreti ve peygamberin Medine hicreti olayı arasında dolaylı bir ilişki düşünülebilir.



Musa aleyhisselam'ın Tur'da ağaçtan yanan ateş görmesi; Muhammed aleyhisselam'ın Sidretül münteha denilen sınır ağacının yanında gördüğü harikalıklar (inen necmler,ayetler gurubu ve kaplayanın kaplaması,gözünün hiç şaşmaması) birbirine benzeşmiyor mu?

Kur'an'dan ,Musa ve Muhammed'in ki, Allah'ın selamı üzerine olsun peygamber olarak atanmalarında benzerlikler olduğu görülmektedir.



Rabbulaemin'in vahiy verme yöntemi her iki elçide de aynı mı? Yani direkt olarak mı elçileriyle muhatap oldu? veya her zaman bahsettiğimiz gibi Cebrail, Allah'u Teala'nın vahyetme melekesi mi?

Cenabı Allah'ın vahiy verme yöntemi her iki elçide de aynıdır. Cenabı Allah elçilerine direk olarak vahyetmiştir. Cebrail, "Allah’ın vahyi, onarımı" anlamındadır.




Bu arada Lut aleyhisselam'ın da bir gece vakti, helak olacak kavminden ayrılması; yani Sodom ve Gomore'nin Lut aleyhisselam'a Mescidili Haram haline mi geldi de, bir gece vakti o da yürütüldü?

Ve benzeri bir sürü şey aklıma geldi.

Sözünü ettiğiniz olay Hud Suresinin 69-83 ayetlerinin oluşturduğu necmde anlatılır.

"Ve andolsun ki, İbrâhîm'e de elçilerimiz müjde ile geldiler, "Selâm!" dediler. O; "Selâm!" dedi, sonra da saf hale getirilmiş buzağıyı getirmekte gecikmedi.

Sonra da onların ona uzanmadığını görünce, onları yadırgadı ve içinde onlara karşı bir korku uyandı. Onlar: "Korkma, şüphesiz biz Lût'un kavmine gönderildik" dediler.

Ve onun [İbrâhîm'in] karısı ayaklanmıştı, gülüverdi. Sonra ona İshâk'ı, İshâk'ın arkasından da Ya'kûb'u müjdeledik.

O [İbrâhîm'in karısı] Dedi ki: "Vay be! Ben mi doğuracağım! Ben bir "acûz"um [kocası işe yaramaz bir zavallıyım, bahtsız bir karıyım]. Şu kocam da yaşlı bir adam iken! Şüphesiz bu, çok tuhaf bir şey!"

Onlar [elçiler]: "Sen Allah'ın işinden dolayı mı şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bollukları üzerinizdedir. Ey ev halkı! Şüphesiz ki O, Hamîd'tir [övülmeye lâyıktır], Mecîd'tir [cömertliği boldur]" dediler.

Sonra İbrâhîm'den korku iyice geçip gidince ve kendisine müjde gelince, Bizimle Lût kavmi hakkında mücadeleye başladı.

Şüphesiz İbrâhîm, çok yumuşak huylu, çok ah vah eden [yufka yürekli], yönelen biri idi.

–"Ey İbrâhîm! Bundan vazgeç. Şüphesiz Rabbinin emri kesin olarak geldi ve hiç şüphesiz onlar; onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir.–

Ve ne zaman ki elçilerimiz Lût'a geldiler, bunlar yüzünden o üzüldü, bunlar yüzünden kolu daraldı [sıkıntıya düştü] ve "Bu, müthiş bir gündür!" dedi.

Ve onun kavmi hızlıca ona geldiler. Onlar daha önce de çirkinlikler yaparlardı. O [Lût]: "Ey kavmim! İşte bunlar kızlarım. Onlar sizin için daha temizdirler. Gelin Allah'a takvalı davranın, beni misafirlerim ile ilgili olarak rezil rüsva etmeyin. Sizden hiç reşit [aklı başında] bir adam yok mu?" dedi.

Onlar: "Hiç şüphesiz sen, senin kızlarında bizim için herhangi bir hak olmadığını bildin. Ve şüphesiz ki sen bizim ne istediğimizi kesinlikle biliyorsun." dediler.

O [Lût]: "Keşke size karşı bir gücüm olsaydı, ya da çok çetin bir rükne [ulaşılmaz bir bölgeye/güçlü bir topluma] sığınabilseydim!" dedi.

Onlar [misafir elçiler]: "Ey Lût! Şüphesiz ki, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamayacaklar. Sen, gecenin bir parçasında ailenle birlikte hemen yola çık. Ve içinizden hiç kimse geri bakmasın, eşin başka. Şüphesiz onlara isabet eden ona da isabet edecektir. Şüphesiz vaat edilenin zamanı, sabah vaktidir. Sabah vakti yakın değil mi?" dediler.

Nihayet emrimiz gelince, oranın üstünü altına getirdik. Ve üzerlerine, istif edilmiş pişmiş çamurdan Rabbinin katında işaretlenmiş taşlar yağdırdık. Ve bunlar, zâlimlerden uzak değildir."

Necme baktığımızda Lut Aleyhisselamın toplumunun cezalandırılması nedeniyle toplumundan ayrılmasına yönelik olduğu görülür. Muhammed Aleyhisselamın Mescidil Haramdan Mescidil Aksa 'ya yürütülmesi olayının peygamber olarak atanmak için olduğu görülmektedir. Bu anlamda bir benzerlik sözkonusu değildir. Ancak Muhammed Aleyhisselamın Mekke'den Medine'ye hicreti ile Lut Aleyhisselamın toplumundan ayrılmasının Allah'ın vahyi ile olduğu konusu benzerlik taşımaktadır. Her iki peygamberin de Allah'ın vahyi ile yaşadıkları yerden hicret ettikleri benzerlik göstermektedir.
Kaynak:İşte Kur'an


Kusursuzluk sadece Alalh'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

dost1
10. March 2011, 03:12 AM
Selamun Aleykum! Değerli Derin Düşünce Kardeşim!

1 - Kulunu geceleyin, Mescid-i Haram'dan kendisine bazi âyetlerimizi gostermek icin, etrafini mubarek kildigimiz Mescid-i Aksâ'ya goturen Allah, her turlu noksan sifatlardan munezzehtir. Suphesiz ki her seyi hakkiyla isiten, hakkiyla goren O'dur.


Ayetin oznesi kim?
Neresidir bu mubarek kilinan yer?
Oraya giden kimdir?

Bu sorularınıza cevap olacağını düşündüğüm bir çalışmayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Mushaf tertip heyeti tarafından İsrâ Sûresinin ilk Âyeti olarak tertip edilen bu Âyet, "giriş" bölümünde söylediğimiz gibi, Kur'ân, elçi ve Kur'ân-elçi ilişkisi üzerinde duran Kasas Sûresinin 85–88. Âyetlerinin devamıdır:

(Kasas: 85–88 ve İsrâ: 1) Şüphesiz ki Kur'ân'ı sana farz kılan kişi, [Allah] elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: "Benim Rabbim, kimin hidayetle geldiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu daha iyi bilendir." Ve sen Kitab'ın sana ilka edileceğini [indirileceğini] umuyor değildin. [O] ancak Rabbinden bir rahmet olarak [verildi]. Öyleyse sakın kâfirlere arka çıkma [yardımcı olma]. Ve onlar [müşrikler] sana indirildikten sonra, sakın seni Allah'ın Âyetlerinden alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et. Ve asla müşriklerden olma! Ve Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarma. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O'nun yüzünden [zatından] başka her şey yok olacaktır. Hüküm [yasa-ilke] yalnızca O'nundur. Siz de ancak O'na döndürüleceksiniz. Kulunu, bir gece, Âyetlerimizden gösterelim diye, Mescid-i Haram'dan bir kenarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten kişi, her türlü noksan sıfatlardan arınıktır. Şüphesiz O, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir.

İslâm toplumları arasında özel bir yeri olan bu Âyet, gerçek ifadelerinden uzaklaştırılmış ve "Miraç" diye ortaya konulan bir efsaneye kaynak yapılmıştır.

Biz, Âyetin doğru anlaşılabilmesi için Âyetteki ifadelerin değerlendirmesinin topluca değil de sözcükler bazında yapılmasının daha yararlı olduğunu düşünüyor ve tahlilimizi buna göre sürdürüyoruz.

Bir gece,
Âyette sözü edilen olayın bir gece vakti meydana geldiği tartışmasızdır. Ama bu gecenin hangi gece olduğu, Âyette geçen diğer sözcüklerin açıklamaları yapıldıktan sonra, ileride belirtilecektir.

Kulunu,
Olayın kahramanı olarak Âyette bahsi geçen kulun, adı sanı açıklanmamasına rağmen ittifakla peygamberimiz Muhammed (a.s) olduğu kabul edilmiş ve bu konuda farklı bir görüş ileri sürülmemiştir. Çünkü eski ve yeni tüm din bilginleri, Alak ve Cinn Sûrelerinde geçen عبد - kul 'un, Necm Sûresinin 3. ve Tekvir Sûresinin 22. Âyetlerinde geçen - صاحبكم sâhibüküm = arkadaşınız ifadesi ile kastedilenin ve Kadır Sûresinin 2. Âyetindeki وما ادراك - ve mâ edrâke =… sana şeklindeki hitabın muhatabının peygamberimiz Muhammed olduğunda, dolayısıyla buradaki "kul'un" da yine peygamberimize yönelik olarak kullanıldığında en başından beri aynı fikirde olmuşlardır.

Mescid-i Haram'dan.
Gerek tüm din ve dil bilginlerine, gerek tüm tarih ve coğrafya kaynaklarına göre ve gerekse hem Arap hem Rûm şair ve yazarlarının eserlerinde yer aldığına göre, Mescid-i Haram , "Kâbe'dir". Çünkü Kâbe'nin haram, yani savaşın, kavganın yapılmadığı, yapılmayacağı "güvenli bölge/güvenli mescit" olarak bilinmesi İslâm öncesine dayanmaktadır. Bu sebeple Âyette geçen " Mescid-i Haram " tartışmasız olarak "Kâbe"dir.

Mescid-i Aksa'ya.
Konumuzu aydınlatacak hususlardan biri, sıfat tamlaması şeklindeki bu ifadedir. Peygamberimizin bir gece Mescid-i Haram'dan yürütüldüğü [yürüyerek gittiği] Mescid‑i Aksa'nın neresi olduğunun doğru bilinmesi önem arz etmektedir.

Rivayetlere dayalı yorum yapanlar, konumuz olan Âyette geçen Mescid-i Aksa'nın bugün Kudüs'te bulunan mabet olduğunu ileri sürerek kitaplara bu şekilde yazılmasını sağlamışlar ve bu yanlışı âdeta dayatmışlardır. Dolayısıyla bugün Mescid-i Aksa denilince çoğunluğun aklına Kudüs'teki mescit gelmektedir. Bu yanlış bilginin üstüne bir de bu konuda uydurulmuş çok sayıdaki rivayetin etkisi eklenince, Müslümanlar arasında peygamberimizin Mekke'deki Mescid-i Haram'dan Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya yürüyerek gittiği, hatta oradan da göklere çıktığı yolunda bir inanç oluşmuştur.

Hâlbuki "Mescid-i Aksa" ismi sadece üç rivayette yer almakta, o rivayetlerde de bu mescidin nerede olduğu hakkında herhangi bir ifade bulunmamaktadır. Diğer taraftan, Kudüs'te bulunan tapınağın kastedildiği rivayetlerde ise, bu tapınak hep Beytü'l-Makdis adıyla anılmaktadır.

Bu rivayetlere geçmeden önce, her Müslüman tarafından mutlaka iyice ve doğru olarak bilinmesi gerektiğine inandığımız aşağıdaki hususları hatırlatmakta yarar görüyoruz:

UYARI: Hadis ıstilâhında "sahih" kavramı bir isnadın mutlak doğru ve sağlam olduğunu değil, o isnadın Hadis ilmi otoritelerince belirlenmiş belli kural ve kriterlere uygun olduğunu ifade etmektedir. Hadis İlmi'nin bu kural ve kriterlerine, göre; adalet ve zabıt sahibi kişilerin birbirlerinden naklederek getirdikleri, kesintisiz senetle rivayet edilen, şazz olmak ve illetli bulunmak gibi vasıflardan uzak hadislere "sahih" denir. Bu kurallar içerisindeki hadislerin sahih olduğu söylenebilirse de kesinkes peygamberimize ait oldukları söylenemez. Ayrıca muhaddislerden bazısının sahih gördüğünü bir başkası sahih görmeyebilir.

Hadis konusunda Müslüman bilginlerin geliştirdikleri yöntem o gün için ileri bir metodolojik çalışmayı ifade etse de, ilgi alanı mahza "din" olan "sünnet" gibi bir konuda Allah Resulü'nün sözlerini doğru tespit etme anlamında çok daha güvenli bir metodolojinin belirlenmesine ihtiyaç vardır. Rivayet edilen hadis metinlerine bu evsafta bir metodolojik yaklaşımla eğilinememesinin nedeni Hadis bilginlerinin konuya olan duyarsızlıkları değil, araştırma teknikleri bakımından modern çağlardaki araçsal imkânlara o gün sahip olunamamış olmasıdır. İslâm egemenliğinin ilk yüzyılında hızlı ve yaygın bir İslâmlaşma trendi izlenmiş, pozitif istikrarsızlığın [sosyal ve dinî hareketliliğin] hızla devam ettiği bu dönemde tüm Müslümanların Kur'ân değerlerini gereği gibi içselleştirdikleri varsayılarak peygamberimizden rivayet edilen bir sözün mutlaka ona ait olması gerektiği şeklindeki iyimser kanaate sımsıkı bağlı kalınmıştır. Bu iyimser kanaatle bir Müslüman'ın kendi yalan ya da yanlış sözünü peygamberimize isnat edebileceğine pek az ihtimal verilmiştir. Bu nedenle, ravi güvenilirliğini ön planda tutan Ehli Hadis, rivayet ettiği hadislerin "metin tenkidi'ni" yapmayı hiç düşünmemiştir. Böylece hadislerin "akla, bilime, Kur'ân'a, fıtrata, mütevatir sünnete ve ümmetin icmasına" uygun olup olmadığı hiç dikkate alınmamıştır. Herkesin duyup bilmesi lâzım gelen olayları yalnızca tek bir kişinin rivayet etmesi bile dikkatleri çekmemiştir.

Ancak Hadis bilginlerinin bu dikkatsizliklerini, sıradan ve kolayca anlaşılabilir yalan rivayetleri bile hakikat zannedecek kadar saf ve zekâsız oldukları şeklinde değerlendirmek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Düştükleri açmaz, insanların kendi inanç ve bakış açılarını teyit etme yönündeki beşeri zaaflarını gözlemleyememeleri, önlerine gelen rivayetleri kesin güvene değil, kesin kuşkuya öncelik vererek değerlendirme gerekliliğini kavrayamamış olmalarıdır. Onlar sadece "sahih" tanımı içindeki kriterleri göz önüne almışlar ve rivayetlerin nakil kurallarına uygun olup olmadığına dikkat etmekle yetinmişlerdir.

Bazı mezhep mensupları ise Bakara Sûresinin 143; Âl-i İmran Sûresinin 110; Enfâl Sûresinin 64; Tövbe Sûresinin 100; Fetih Sûresinin 18; Haşr Sûresinin 8 Âyetlerini kendi siyasî görüşleri doğrultusunda çarpıtmışlar, ayrıca çok sayıda hadis uydurarak sahabe sıfatlı kişilerin hatasız, kusursuz, yalansız, yanlışsız, art niyetsiz ve yüzde yüz güvenilir olduklarını kabul etmişlerdir. Öyle ki, sahabe sayılanlardan bir bölümünün münafık olduğu hiç dikkate alınmadan hepsine dokunulmazlık zırhı giydirilmiştir. Durum böyle olunca da, hiç kimse önüne konulan rivayeti sorgulama cesaretini gösterememiştir. Dolayısıyla yalan ve yanlışın üstüne gidilememiş, "Hazretin böyle deyişinde, böyle yapışında mutlaka bir hikmet vardır" denilerek pek çok rivayet "sahih" kabul edilmiştir. Hâlbuki sahabe de olsa, beşerin masumluğu söz konusu olamaz. Ayrıca İslâm literatüründe "münafık" denilen kesimin peygamberimizin çevresinde bulunan, bizim de sahabe dediğimiz kimselerden oldukları unutulmamalıdır. Bu tür kimselerin her türlü hainliği, sinsi düşmanlığı yapabileceği göz ardı edilmemelidir.

Bu hatalı ön kabullerin sonucu olarak hem bazı kimselerin uydurdukları yalanlarla arı duru İslâm dinini yozlaştırma çabalarına destek olunmuş, hem de o kimselerin haksız olarak elde ettikleri saltanatları ve gayrimeşru icraatları meşrulaştırılmıştır. Peygamberimiz döneminde iktidarları ellerinden alınıp sus pus olanlar, hırs ve hınçlarını peygamberimizin vefatından yıllar sonra bu yolla almışlardır.

Bu safsataları gören din büyüklerimiz ise "Bu, yalan veya yanlıştır" deyip reddetmek yerine, onlara uygun kılıflar bulunabilmesi için yüzlerce yeni yalan ve yanlışın ortalığa yayılmasına vesile olmuşlardır.

Bu uyarıdan sonra, konumuz olan Âyetteki Mescid-i Aksa'nın neresi olduğu hakkındaki araştırmamıza rivayetlerle devam edebiliriz.

RİVAYETLERDEKİ MESCİD-İ AKSA:
Yukarıda da belirtildiği gibi, "Mescid-i Aksa" ismi sadece üç rivayette geçmektedir.

1. RİVAYET:

... Ebû Hüreyre'den tahdis etti ki, Peygamber şöyle buyurmuştur: "İbadet için şu üç mescitten başkasına yolculuk edilmez: Mescidi Haram, Mescid-i Rasülillah ve Mescid-i Aksâ. " [50–02] (Sâhih-i Buharî, 21 kitab, 1. Bab, 1 numaralı hadis: 3.cilt/1130)

2. RİVAYET:

… Bize Şu'be, Abdulmelik b. Umeyr'den tahdis etti. O şöyle demiştir: Ben, Ziyâd'ın himayesinde olan Kazaa'dan işittim, o şöyle dedi: Ben Ebû Said Hûdri'den işittim; o, peygamberden dört şey tahdis ediyordu ki, bu dört şey hem beni hayrete düşürdü, hem de sevindirdi. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Eşi veya bir mahremi kendisiyle beraber bulunmayan kadın, iki günlük mesafeye sefer etmesin. Ramazan bayramının ilk günü ile kurban bayramının dört gününden ibaret olan ramazan ve kurban bayramı günlerinde oruç tutmak yoktur. İki namazdan sonra da namaz yoktur; biri sabah namazından sonra güneş doğup yükselinceye kadar, öbürü ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar. Namaz kılmak için şu üç mescitten başka bir mescide sefer edilmez: Mescidi Haram, Mescid-i Aksâ ve benim mescidim." [50–03] (Sâhih-i Buharî 21. Kitab, 8 numaralı hadis)

Ezrakî'nin tespitlerine göre bu rivayet, saray beslemelerinden Şihâb ez-Zühri tarafından o günkü iktidara yaranmak ve iktidara meşruiyet kazandırmak maksadıyla peygamberimizin "Ancak üç mescit için sefere çıkılır. İbrâhîm'in mescidi [Kâbe], şu benim mescidim ve Süleymân'ın mescidi" şeklindeki ifadesinin: "Ancak üç mescit için ziyaret seferine çıkılabilir. Bunlar, Mescid-i Haram, şu benim mescidim ve Mescid-i Aksa'dır" şekline sokulması suretiyle tahrif edilmiştir. [50–04] (Geniş bilgi Ezrakî'de mevcuttur. bkz)
Bu iki rivayet aslında aynı olmasına rağmen ravileri farklıdır; birinci rivayet Ebû Hüreyre menşeli iken, ikincide ara ravi Ebû Said el-Hûdrî olmuştur. Bu konudaki başkalarının farklı rivayetleri de Şihâb tarafından tahrif edilmiştir. Biz ise, orijinal olarak ileri sürülen rivayetin de uydurma olduğu kanaatindeyiz. Çünkü Kur'ân'da birçok Âyette : Âl-i İmran Sûresinin 137; En'am Sûresinin 6, 11; Yûsuf Sûresinin 109; Nahl Sûresinin 36; Hacc Sûresinin 46; Neml Sûresinin 69; Ankebût Sûresinin 20; Rûm Sûresinin 9, 42; Fâtır Sûresinin 44; Mümin Sûresinin 21, 82; Muhammed Sûresinin 10. Âyetlerinde. seyrüsefer emredilmektedir ve bu ilâhî emirleri yasaklamak ya da sınırlamak, peygamberimizin asla yapmayacağı bir eylemdir.

3. RİVAYET:

İbrâhîm Îbn Yezîd et-Teymî anlatıyor: Babamdan mescidin avlusunun kenarında Kur'ân öğreniyordum. Bu sırada secde Âyeti okumuşsam babam hemen secdeye kapanıyordu. Kendisine: "Babacığım yolda niye secde ediyorsun?" diye sordum. Dedi ki: "Ben Ebû Zerr (r.a)'ın şöyle dediğini işittim: Rasûlullah'a yeryüzünde inşa edilen ilk mescidin hangisi olduğunu sordum: Mescid-i Haram olduğunu söyledi. Ben: Sonra hangisi dedim, Mescidi Aksâ diye cevap verdi. Ben: İkisi arasında kaç yıl fark var dedim. Kırk yıl dedi ve ilave etti: Yeryüzü sana mescittir, öyleyse nerede namaz vaktine ulaşırsan namazını kıl, çünkü fazilet ondadır." [50–05] Bu Rivayet, Buharî, Müslim, Tirmizî, Nesaî, İbn-i Mâce'de çeşitli konularda mükerreren yer almıştır. Bkz. Prof. İbrahim Canan; Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitte, c. 8, s. 134.

Bu rivayet, Sâhih-i Buharî'nin "Kitâbu'l-Enbiyâ" bölümünde 40 ve 98 numara ile yine Ebû Zerr kaynaklı, ama son ravileri farklı olarak yer almıştır. Oradaki metinlerde de "Mescid-Aksa " adı geçmektedir. Bu üçüncü rivayette dikkat edilmesi gereken nokta, Mescid-i Haram ile Mescid-i Aksa'nın yapımları arasında 40 sene olduğu şeklindeki ifadedir. Ne var ki, bu ifade tarihî gerçeklere uymamaktadır. Çünkü M.Ö 2. bin yılın başlarında yaşamış olan İbrâhîm peygamberin [50–06] (Ana Britannica, c: 16, s: 234) inşa ettiği Mescid-i Haram'ın inşa tarihi ile milâttan önce 1000-962 yıllarında hüküm sürmüş olan Dâvûd peygamber [50–07] (Ana Britannica, c: 9, s: 340) ve ondan sonra tahta geçen Süleymân peygamber tarafından yapılmış olan mescidin inşası arasında yaklaşık 1000-1200 sene olması gerekmektedir. Bu bilgiler ışığında, rivayetlerdeki Mescid-i Aksa'nın Dâvûd ve Süleymân peygamberler tarafından Kudüs'te yapılan mescit olmadığı, 3.rivayette ortaya atılmış olan 40 senelik sürenin de uydurma olduğu kesin olarak anlaşılmaktadır. Her ne kadar rivayetlerdeki bu uydurma -hâşâ- peygamberimize mal edilmişse de, gerçekte uyduranların kim veya kimler olduğu ortadadır.

Tarihî bir gerçektir ki, gerek Kuran'ın indiği dönemde ve gerekse daha sonraki yıllarda Kudüs'teki mescit "Beytü'l-Makdis" olarak bilinir, öyle anılır ve öyle yazılırdı. Nitekim peygamberimize ve sahabeye mal edilen sahih rivayetlerin tümünde de Kudüs'teki mescit için "Beytü'l-Makdis" ifadesi kullanılmıştır:

1. RİVAYET:

… Rasûlullah'ın azatlısı Meymune (r.a) anlatıyor: "Ey Allah'ın Rasulü! Bize Beytü'l-Makdis hakkında fetva ver!" demiştim. Şöyle buyurdular: "Orası mahşer ve menşer yeridir. [İnsanların kıyamet gününde toplanacağı ve defterlerin yayılacağı yer.] Oraya gidin ve içinde namaz kılın. Çünkü orada kılınacak tek namaz kendi dışındaki yerlerde kılacağınız bin namaz gibidir."

Ben tekrar sordum: "Oraya gitmeye muktedir olamazsam ne yapmalıyım?" Şu cevabı verdi: "Ona kandil yağı bağışlarsın, aydınlatılmasında kullanılır. Böyle yapan da oraya varan gibidir." [50–08] (Prof. İbrâhîm Canan'ın hazırladığı Kütübü Sitte kitabının 17. Cilt, 95. sayfası)

Not: Bu rivayetin birçok ta'n noktası vardır. Ancak biz bu rivayeti sadece konumuz sadedinde yani Beytü'l-Makdis konusunda ele aldığımız için diğer hususlara değinmiyoruz.

2. RİVAYET;

… Abdullah b. Amr (r.a) anlatıyor: Rasûlullah buyurdular ki: "Hz.Davut'un oğlu Süleymân, Beytü'l-Makdis inşaatını tamamlayınca Allah'tan üç şey talep etti: Allah'ın hükmüne uygun düşecek şekilde hüküm vermek, kendinden sonra kimseye nasip olmayacak bir saltanat, bu mescide sırf namaz kılmak niyetiyle gelenlerin günahlarından temizlenerek annelerinden doğdukları gündeki gibi olmaları."

Sonra dedi ki: "İlk ikisi verilmiştir, üçüncünün de verildiğini ümit ediyorum." [50–09] (Prof. İbrâhîm Canan; Hadis Ansiklopedisi, Kütübü Sitte, c: 17, s: 96)

Yukarıdaki rivayetlerde görüldüğü gibi, Kudüs'teki mescidin adı o dönemde "Mescid-i Aksa" değil, "Beytü'l-Makdis"dir.

Kudüs'teki Beytü'l-Makdis'in İslâm tarihinde önemli bir yeri vardır. Zira peygamberimiz Medine'ye hicretinde Beytü'l-Makdis'i kıble edinmiş ve bu durum uzun süre devam etmiştir.

Tarih ve rivayet kitaplarında yer aldığına göre, peygamberimiz kendisine vahiy gelmemiş olan birçok konuda Ehlikitap'ı esas almış, yani Ehlikitap'ı müşriklerden üstün tutmuştur. Hatta müşriklere muhalefet olsun diye saçlarının şeklini bile Ehlikitap'ınkine benzetmiştir. H akkında herhangi bir vahiy bulunmayan kıble konusunda da peygamberimiz Medine'ye gelince Ehlikitap'a uymuş ve onların kıblesi olan Beytü'l-Makdis'i kıble edinmiştir. Peygamberimizin fayda umarak yaptığı bir içtihadı olan bu uygulama, rivayetlere göre 16-18 ay kadar sürmüştür. Ne var ki, bu süre zarfında bu uygulamadan beklenen fayda sağlanamamış ve peygamberimiz bu konuda Allah'tan vahiy beklemeye başlamıştır. Nitekim çok geçmeden vahiy gelmiş ve Mescid-i Haram kıble olarak belirlenmiştir. Bazıları peygamberimizin Beytü'l-Makdis'i kıble olarak seçmesinin de vahiy ile olduğunu ve sonradan bu vahyin nesh edildiğini ileri sürmüşlerse de bu iddia doğru değildir.

Müminlerin Mekke dönemindeki kıbleleri ile ilgili iki farklı rivayet vardır. Konunun aslı Bakara Sûresinin 142–145. Âyetlerinde yer almakta olup oradan tetkik edilmesi daha uygundur.

BEYTÜ'L-MAKDİS'İN KIBLE OLMASI İLE İLGİLİ RİVAYETLER:
1. RİVAYET:

El-Berâ anlatıyor: Rasûlullah ile birlikte Beytü'l-Makdis'e doğru on sekiz ay namaz kıldık. Medineye girişinden iki ay sonra kıble istikameti Kâ'be'ye çevrildi. Rasûlullah Beytü'l-Makdis'e müteveccihen namaz kılarken yüzünü çokça semaya çeviriyordu. Allah Teâlâ hazretleri, peygamberinin kalbinden geçeni, yani, Kâ'be'ye yönelme arzusunu bildi. Bir gün Cebrâîl Aleyhisselam yükseldi. Rasûlullah, o, yerle gök arasında yükselirken onu gözüyle takip etmeye başladı, onun nasıl bir vahiy getireceğini gözetliyordu. Derken Aziz ve Celil olan Allah "Biz senin yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz ..." Bakara Sûresinin 144. Âyetini indirdi. Biz, Beytü'l-Makdis'e doğru farzın iki rekâtını kılmış tam rükûda iken, bir adam gelip: "Kıble, Kâ'be'ye doğru çevrilmiştir!" haberini getirdi. Derhal yönlerimizi çevirdik. Namazımızı yenilemeyip kıldığımız kısmın devamını tamamladık. Rasûlullah: "Ey Cibril! Beytü'l-Makdis'e doğru kıldığımız namazların hali ne olacak?" diye sordu. Bunun üzerine de Allah Teâlâ Hazretleri: " Allah sizin imanınızı [daha önce Beytü'l-Makdis'e doğru kıldığınız namazları] zayi etmeyecektir" âyetini Bakara Sûresinin 143. Âyetini inzal buyurdu. [50–10] (Prof. İbrâhîm Canan; Hadis Ansiklopedisi, Kütübü Sitte, c: 17, s: 26, 27)

2. RİVAYET;

… El-Berâ b. Âzib buyurdular ki: Rasûlullah Medine'ye gelince, önce Ensar'dan olan ecdadının -veya dayılarının- yanına indi: O zaman namazlarını on altı veya on yedi ay boyunca Beytü'l-Makdis'e doğru kıldı. Ancak kıblenin Kâ'be'ye doğru olmasını arzuluyordu. Kâ'be'ye doğru kıldığı ilk namaz da ikindi namazı idi. Bu namazı Rasûlullah ile beraber ashaptan bir grup kimse kılmıştı. Bu namazı kılanlardan biri, oradan ayrılınca bir mescide rastladı. Cemaati namaz kılıyordu ve tam rükû halinde idiler. Adam onlara: "Şehâdet ederim ki Hz. Peygamber'le Kâ'be'ye doğru namaz kıldık" dedi. Cemaat oldukları yerde Kâ'be'ye yöneldiler. Müslümanların Beytü'l-Makdis'e doğru namaz kılmaları Yahudileri memnun ediyordu. Yüzler Kâ'be'ye doğru yönelince Yahudiler bundan hiç memnun kalmadılar. Beyinsiz Yahudiler dedikoduya başladılar. Arkadan hemen şu âyet nazil oldu: " İnsanlar içinden bazı beyinsizler … Bakara Sûresinin 142-a45. Âyetleri . " [50–11] (Prof. İbrâhîm Canan; Kütübü Sitte, c: 2, s: 154)
Bu hadis Buhârî'de dört kez, Müslim'de bir kez, Tirmizi'de üç kez, Nesaî'de dört kez yer almıştır.

3. RİVAYET;

Müslim ve Ebû Dâvûd'un Enes'ten rivayet ettikleri bir diğer hadis şöyledir:

Onlar Beytü'l-Makdis'e doğru yönelmiş halde sabah namazının rükûunda iken, Benî Seleme'den bir adam kendilerine uğradı ve "Kıble istikameti Kâ'be'ye çevrildi" dedi. Bu sözünü iki kere tekrar etti. Cemaat rükûda iken Kâbe'ye yöneldiler. [50–12] (Prof. İbrâhîm Canan; Hadis Ansiklopedisi, Kütübü Sitte, c: 2, s: 157)

4. RİVAYET;

İbnü Abbas anlatıyor: Âyeti kerimenin emriyle Rasûlullah kıbleyi Kâ'be'ye yöneltince Müslümanlar sordular: "Ey Allah'ın rasulü, Beytül Makdis'e yönelerek namaz kılmış ve şimdi ölmüş olan kardeşlerimizin namazları ne olacak?" Bunun üzerine Cenabı Hakk şu âyeti indirdi: " Senin yöneldiğin istikameti, peygamberlere uyanları, cayanlardan ayırd etmek için kıble yaptık … Bakara Sûresinin 143. Âyeti " [50–13] (Prof. İbrâhîm Canan; Hadis Ansiklopedisi, Kütübü Sitte, c: 2, s: 157)
Bu rivayet Ebû Davut ve Tirmizî'de yer almıştır.

Görüldüğü gibi Kudüs'teki mescidin adı bütün rivayetlerde Beytü'l-Makdis olarak geçmiş, birinde bile Mescid-i Aksa adı anılmamıştır. Zaten konumuz olan 1. Âyette geçen Mescid-i Aksa gerçekten de Kudüs'teki mescit olsaydı, başta peygamberimiz olmak üzere tüm Müslümanlar Kudüs'teki mescit için "Mescid-i Aksa" ifadesini kullanırlar, Beytü'l-Makdis adını ağızlarına bile almazlardı.

BEYTÜ'L-MAKDİS'E MESCİD-İ AKSA ADINI KİM VERDİ:
Burada, muhtemel bir yanılgıyı önlemek için hemen belirtmek gerekir ki, لاقصا - el-agsâ sözcüğü ile مُقدّس - mugaddes ve مَقدِس - magdis sözcükleri arasında anlam ve yapı yönünden herhangi bir bağ ve yakınlık yoktur.

Çoğunluk tarafından yanlış olarak Mescid-i Aksa diye bilinen Kudüs'teki mescit, Dâvûd ve Süleymân peygamberler tarafından yapılmış olan mescidin [Kudüs Tapınağı] M.S. 70 yıllarında Romalılar tarafından yıkılmasından sonra yıkıntıların hemen yanına yapılmıştır. Yapılışından itibaren de adına uzun yıllarca Yahudiler tarafından "İlya Mescidi", Araplar tarafından ise "Mescid-i Mukaddes" veya "Beytü'l-Makdis" denilmiştir:

Kudüs Tapınağı, … Birinci tapınak, Hz. Davut'un oğlu Hz. Süleymân'ın hükümdarlığı sırasında inşa edilerek İÖ 957'de tamamlandı. … Bâbil kralı II. Nabukadnezar İÖ 586'da… Yapıyı tümüyle yıktırdı. … Babil fatihi II. Kyros , İÖ 538'de… Yahudilerin Kudüs'e dönmelerine ve tapınağı yeniden inşa etmelerine izin verdi. Çalışmalar İÖ 515'te tamamlandı. Özgün yapının gösterişsiz bir benzeri olarak yapılan İkinci Tapınağın ayrıntılı plânı günümüze ulaşamadı. … İS 66'da Roma'ya karşı çıkan ayaklanma kısa sürede tapınak üzerinde odaklaştı ve İS 70'de… Romalıların tapınağı yıkmasıyla sonuçlandı. İkinci Tapınaktan geriye yalnızca batı duvarının bir parçası, bugün Ağlama Duvarı diye anılan bölüm kaldı. [50–14] (Ana Britannica, c: 19, s: 420)

Görüldüğü gibi, Dâvûd ve Süleymân peygamberler tarafından yapılan tapınak 70 yılında yerle bir olmuş ve bugüne de sadece bir duvarı kalmıştır. Ama bugün o duvardan başka 6. ve 7. yüzyıllarda tapınağın yıkıntılarının bir bölümü üzerinde inşa edilmiş iki yapı da ayaktadır. Bunlardan biri, 527–565 yılları arasında hüküm sürmüş olan Bizans imparatoru I. İustinianos tarafından yaptırılan bir bazilikadır ki, bu yapı 638 yılında halife Ömer'in Kudüs'ü almasından sonra camiye çevrilmiştir. [50–15] (Ana Britannica, c: 22, s: 304–305) Diğer bina ise 691 yılında Emevî halifesi Abdülmelik b. Mervan tarafından ve halife Ömer'in camiye çevirttiği yapının hemen kuzeyinde yaptırılan Kubbetü's-Sahra'dır. [50–16] (Ana Britannica, c: 19, s: 411)

Bazı kaynaklara göre Abdülmelik b. Mervan, kendisine karşı Mekke'de halife ilân edilen Abdullah b. Zübeyr [50–17] (Ana Britannica, c: 1, s: 32) ile girdiği politik mücadelede bir taktik olarak Halife Ömer tarafından camiye çevrilen yapının adını, Mekke'deki Mescid-i Haram'a nazire olsun diye "Mescid-i Aksa" koymuştur. Abdülmelik b. Mervan'ın koyduğu isim meşhurlaşınca, geriye, konumuz olan 1. Âyette geçen Mescid-i Aksa'nın bu mescit olduğunu kitaplara yazdırmak kalmıştır. Tahmin edileceği gibi, bu da pek zor olmamıştır. Sonuç olarak o yıllardan bu yana ne yazık ki tüm Müslümanlar bunu böyle kabul etmişler ve bunun aksini söylemek, açıklamak hatta düşünmek bile imkânsız hâle gelmiştir.

Yanlış olarak Mescid-i Aksa diye bilinen Beytü'l-Makdis hakkındaki bu tahlilimizden sonra, 1. Âyetteki ifadelerle ilgili değerlendirmemize kaldığımız yerden devam edelim.

Âyetin orijinalinde yer alan حول - [B]havl kelimesinin gerçek anlamı bir yan, bir kenar, kıyı demek olup, çevre demek değildir. Önemine binaen, A'râf Sûresinin tahlilinin sonundaki "Cehennem ile İlgili Meseleler" başlığı altında verilen "havl" sözcüğü ile ilgili detayın yeniden okunmasını öneriyoruz. [50–18] (Tebyînü'l-Kur'ân; c: 3, s: 148–149)

Ancak kısaca özetlemek gerekirse, havl sözcüğünün esas anlamı "bir şeyin değişmesi, değişime uğrayıp başkasından ayırt edilmesi" demektir. Bir şeyin havl' i, üzerine dönebilecek, çevrilebilecek tarafı'dır. Yani bir şeyin değiştiğini gösteren, belli eden tarafı [dış yüzü, dış kenarı] o şeyin havlidir. Hile sözcüğü de havl sözcüğünden gelmektedir. [50–19] (Tacü'l-Arus; c: 14 s: 179–186, Lisânü'l-Arab; c: 2 s: 664–673, Müfredât; s: 137, 138)

Havl sözcüğü Kur'ân'da 17 kez geçmektedir. Bunlardan ikisi Bakara Sûresinin 233–240. Âyetlerinde "sene" anlamında, 15 tanesi de Meryem Sûresinin 68; Zümer Sûresinin 75; Âl-i İmran Sûresinin 159; Tövbe Sûresinin 101–120; Ahkâf Sûresinin 27; Bakara Sûresinin 17; İsrâ Sûresinin 1; Şu'arâ Sûresinin 25–34; Mümin Sûresinin 7; En'âm Sûresinin 92; Ankebût Sûresinin 67; Neml Sûresinin 8; Şura Sûresinin 7. Âyetlerinde "bir şeyin dış kenarlarından birisi" anlamında kullanılmıştır. Havl sözcüğü Türkçemize "havlu [avlu; yapının yanı başında duvarla çevrili yer]" olarak geçmiştir.

Bir kenarını mübarek kıldığımız.Havl sözcüğünün yukarıdaki açıklamaları çerçevesinde, Âyette geçen bir kenarını mübarek kıldığımız ifadesinden, Mescid-i Aksa'nın coğrafî olarak mübarek kılınmış yerin dışında, bir kenarında olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda yapılması gereken, önce mübarek yer'in neresi olduğunu bulmak, sonra da bu yerin kenarının neresi olduğunu tespit etmektir.

Mübarek yerin neresi olduğu Kur'ân'da bildirilmiştir:
(Âl-i İmran: 96) İnsanlar için konulan ilk ev, Bekke [Mekke] 'deki mübarek ve âlemlere rahmet olan evdir.

Yani, mübarek yer "Kâbe'dir, diğer adıyla Mescid-i Haram'dır. Mescid-i Haram, "Haram bölgenin mescidi" demek olduğuna göre, merkezinde Kâbe'nin bulunduğu haram/mübarek/bereketli bölgenin sınırları belirlenmelidir ki, bu bölgenin kenarlarının nereleri olduğu da tespit edilebilsin.

Mekke ve Kâbe'yi konu alan tüm belgelerde haram/mübarek/bereketli bölgenin sınırları şöyle belirlenmiştir:

•Kâbe'den Medine yolu istikametine dört mil,
•Kâbe'den Yemen yolu istikametine altı mil,
•Kâbe'den Taif yolu istikametine on bir mil,
•Kâbe'den Irak yolu istikametine yedi mil,
•Kâbe'den Ci'rane vadisi istikametine dokuz mil,
•Kâbe'den Cidde yolu istikametine on mil.
Bu durumda, konumuz Âyette sözü edilen Mescid-i Aksa, yukarıda sınırları belirlenmiş olan bölgenin hemen dışında, kenarında olmalıdır. Yani, adı Abdülmelik b. Mervan tarafından bu Âyetlerin inişinden en az 50 sene sonra Mescid-i Aksa ola rak konulmuş Kudüs'teki mescidin Âyette sözü edilen Mescid-i Aksa olması mümkün değildir.

TARİHÎ KAYNAKLARDAKİ MESCİD-İ AKSA:
Mescid-i Aksa , "en uzak mescit" demektir. Bu ifadenin kullanılabilmesi için birden fazla mescit olması ve bu mescitlerden birinin merkeze diğerlerinden daha uzak olması gerekir. Aksi hâlde bu ifade dilbilimi bakımından hatalı olur. Nitekim o dönemin Mekke şehrinin tarih ve coğrafyasından bahseden eserlere bakıldığında, karşımıza bu mantığı doğru çıkaran bilgiler çıkmaktadır.

İlk İslâm tarihçilerinden Vâkıdî'nin Kitabü'l-Meğazî ve el-Ezrakî'nin Ahbâru'l-Mekke adlı kitaplarında derlemiş oldukları bilgilere göre, Mekke'de Mescid-i Haram'dan başka değişik yerlerde mescitler vardır. Hatta bazı evler bile Mekkeliler tarafından mescit olarak kullanılmaktadır. Bu mescitlerden biri de Mekke'ye dokuz mil mesafedeki Cirane Vadisi'nin yukarısında olmasından dolayı "Mescid-i Aksa/en uzak mescit" denilen mescittir. Bu mescidi Kureyş'ten birisi yaptırmıştır. Bir keresinde peygamberimiz burada ihrama girerek Mescid-i Haram'a gelmiş ve Kâbe'yi tavaf etmiştir. Mekke'nin fethinden sonra Müslümanlar bu eski küçük mescitleri yenilememişlerdir. Buna rağmen bu mescitlerin yerlerinde teberrüken namaz kılmışlardır.



UYARI: O günkü Mekkeliler, kendi inanışlarına göre İbrâhîm peygamberin dininin mensupları idiler. Dînleri tahrifata uğramış olsa da, namaz, secde, rükû ve hacc gibi dinî vecibeleri kendi mevcut inançları doğrultusunda yerine getirmekteydiler. Peygamberimizin durumu da aynıydı. Bu husus daima göz önünde tutulmalı, namazın, secdenin ve dolayısıyla da mescidin peygamberimizin elçi oluşu ile ortaya çıktığı düşünülmemelidir. Diğer taraftan, mescit denilince bugünkü mescitler akla gelmemelidir. Örneğin Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî denilince onların bugünkü şekli akla gelip bugünkü yapıları anlaşılmamalıdır. O mescitler bugünkü şaşaalı, debdebeli, şatafatlı, tantanalı hâllerine Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı ve Suudiler döneminde getirilmişlerdir. Mescit, secde edilen yer demek olduğuna göre, bu mescitler de, namaz kılmak ya da toplantı yapmak için belirlenmiş olan yerler, yani o çağa göre basit kerpiç yapılar veya ağaçtan yapılma çardaklardır. Önemli olan yapılarının şekli değil, kullanım amaçlarıdır.

Yukarıda verdiğimiz bilgiler ışığında, artık Âyetteki bir kenarını mübarek kıldığımız ifadesi daha iyi değerlendirilerek Mescid-i Aksa'nın haram/mübarek bölgenin dışında, kenarında bir yerde olduğu anlaşılmış olmalıdır. Sonuç olarak söylemek gerekirse; Mescid-i Aksa Kudüs'te değil, Mekke'deki haram/mübarek yerin kenarındadır. Dolayısıyla, konumuz olan Âyette geçen Mescid-i Aksa da, rivayetlerde söz konusu edilen mescit de Kudüs'teki mescit değil, Mekke'nin kenarındaki bu mescittir. Yani, hakikî Mescid-i Aksa Mekke'nin kenarındadır ve Kur'ân'dan yapılan bu tespit, ilk dönem tarih ve coğrafya bilimcisi Vakıdi'in kitabındaki ile aynıdır.

Gerçek bu olmasına rağmen, yukarıda verdiğimiz rivayetlere tefsir, şerh ve haşiye yazanlar, bu rivayetlerde oluşan tutarsızlıklara kılıf hazırlamak için çeşitli teviller ileri sürmüşlerdir. Birçoğu gülünç olan bu tevilleri görmek için klasik kitapların orijinallerine veya tercümelerine bakılabilir.

PEYGAMBERİMİZİN YÜRÜTÜLÜŞ NEDENİ: 'Âyetlerimizden gösterelim diye...
Âyette bildirildiğine göre; Allah'ın kulu [Muhammed (a.s)], kendisine bir takım Âyetler gösterilmek üzere, bir gece, Mescid-i Haram'dan, mübarek kılınmış yerin kenarındaki Mescid-i Aksa'ya yürütülmüştür.

Rabbimiz hem bu gösteriyi hem de Âyetlerini "nerede" ve "nasıl" gösterdiğini Necm Sûresinde açıklamıştır. Konunun öneminden dolayı, Necm Sûresi'nin ilgili bölümünün yeniden okunmasının yararlı olacağı kanaatindeyiz. [50–20] (Tebyînü'l-Kur'ân; c: 1, s: 405–415)

Kısaca özetlemek gerekirse, Necm Sûresinin ilgili Âyetleri çarpıtılmış ve Allah`a ait olan nitelikler maalesef Cebrâîl`e yakıştırılarak Kur'ân'ı vahy edenin Cebrâîl olduğu ileri sürülmüştür. Necm Sûresi'nin ilgili Âyetlerinde vahyi kimin öğrettiği isimle değil, sıfatlarla açıklanmıştır. Bu sıfatlar Yüce Allah'ın sıfatlarıdır. Hâlbuki rivayetçiler bu sıfatları Cebrâîl`e vermişler, 10. Âyette peygamberimizin Cebrâîl'e kul olması anlamı ortaya çıkınca da işin içinden çıkamayarak bin bir safsata uydurmuşlardır. Kur`an`ı öğretenin Cebrâîl olduğunu söylemek, Kur'ân'a tamamen terstir.

Tekrar konumuza dönersek; Kulunu [Muhammed (a.s)'ı] ... Mescid-i Aksa'ya yürüten ifadesinden, peygamberimizin yürümesinin ve mucizelerden en büyüğünü görmesinin geceleyin gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Yürüyüşün bir gece vakti vuku bulduğu, hem leylen = geceleyin zarfıyla hem de "gece yolculuğu" anlamına gelen esra fiili ile vurgulanmaktadır

Bu gecenin nasıl bir gece olduğu hakkında Kur'ân'da şu bilgiler verilmiştir:

•Bu gece mübarek bir gecedir:
(Duhân: 1–3) Hâ Mîm. O ayan-beyan gösteren Kitab'a yemin olsun ki, Biz onu mübarek/kutlu/bereketli bir gecede indirdik. Hiç kuşkusuz biz uyarıcılarız.

•Bu gece Kadir gecesidir:
(Kadr: 1) Biz o Kur'ân'ı Kadir gecesinde indirdik.

Bu Âyetlerden anlaşıldığına göre, İsrâ Sûresinin 1, Duhân Sûresinin 4 ve Kadir Sûresinin 1. Âyetlerinde geçen "gece" aynı gecedir.

Bakara Sûresinin 185. Âyetinde ise bu gecenin Ramazan ayında olduğu açıklanmıştır. Ancak hangi yıldaki Ramazan ayının kaçıncı gecesi olduğu Kur'ân'da bildirilmemiştir. Rabbimizin bilgi vermediği birçok konuda olduğu gibi bu konuda da rivayetler ortaya çıkmış, bunların en sağlam kabul edilenlerinin birinde "Hicretten bir sene evvel olduğu " [50–21] (Mükâtil); diğerinde ise "Muhammed (a.s) henüz peygamber olmazdan evvel" [50-22] (Zemâhşerî; Keşşâf Enes ve Hüseyin'den naklen) denmiştir. Pek tabiidir ki, bu olay peygamberimizin elçilik görevi almasından 1–2 saat önce gerçekleşmiştir. Çünkü Âyette bildirildiğine göre, peygamberimiz, Mescid-i Haram'dam Mescid-i Aksa'ya, kendisine bir takım Âyetler gösterilmek, yani peygamber yapılmak, vahye dilmek için yürütülmüştür. Nitekim Necm Sûresinden öğrendiğimize göre, peygamberimiz, bu yürüyüşün sonunda, Mescid-i Aksa'daki son sidre ağacının yanında ilk vahyi almış ve "Kul Muhammed" olarak geldiği "Cennetü'l-Meva"dan "Elçi Muhammed (a.s)" olarak ayrılmıştır.

Şüphesiz O, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir.
Bu Âyette Allah'ın السّميع - es-semî ve بصير - basîr sıfatlarıyla yer almasının sebebi, bize göre, Allah'ın toplumun cehaletinden ileri gelen sıkıntılarını görmesi ve mevcut düzenlerdeki zulümden kaynaklanan feryatları duymasıdır. Yüce Allah, bu sıkıntıları ve feryatları görmezlikten, duymazlıktan gelmemiş, toplumu aydınlatacak, insanları mutlu kılacak, onların Allah'ın rahmetine kavuşmalarını sağlayacak bir elçi görevlendirmek için o kişiyi Mescid'i Haram'dan Mescid'i Aksa'ya yürütmüştür.

Yüce Allah'ın elçi göndermesindeki bu gerekçeler, Mûsâ peygamberin elçi yapılması ile ilgili olarak Kitab-ı Mukaddes'te de varittir:

RAB, "Halkımın Mısır'da çektiği sıkıntıyı çok iyi biliyorum" dedi, "Angaryacılar yüzünden ettikleri feryadı duydum. Acılarını biliyorum. Bu yüzden aşağıya indim. Onları Mısırlıların elinden kurtaracağım, o ülkeden çıkarıp geniş ve verimli topraklara, süt ve bal ülkesine, Kenanlıların, Hititler'in, Amorlular'ın, Perizliler'in, Hivliler'in, Yevuslular'ın topraklarına götüreceğim. İsrâîllilerin feryadı bana erişti. Mısırlılar'ın onlara yapmakta olduğu baskıyı görüyorum. Gel, halkım İsrâîl'i Mısır'dan çıkarmak için seni Firavun'a göndereyim." Mûsâ, "Ben kimim ki Firavun'a gidip İsrâîllileri Mısır'dan çıkarayım?" diye karşılık verdi. Tanrı, "Kuşkun olmasın, ben seninle olacağım" dedi, "Seni benim gönderdiğimin kanıtı şu olacak: Halkı Mısır'dan çıkardığın zaman bu dağda bana tapacaksınız." [50–23] Çıkış, 3. Bab; 7-12:
Kaynak:İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Derin Düşünce
10. March 2011, 09:22 AM
Allah razı olur insaallah dost1. Çok guzel bir calisma. Ben herkesin katılımı ile sorgulama yaparak gitmeyi dusunmustum. Siz meseleyi etraflıca tahlil ederek bir cok soruya toptan cevap vermis oldunuz. Cevap verilmesi gereken bazı sorularda var. İnsaallah uygun bir vakitte bunları paylasacagım.

Selam ve dua...

Derin Düşünce
10. March 2011, 07:13 PM
İsra 1 Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kismini gosterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haramdan, cevresini mubarek kildigimiz Mescid-i Aksaya goturen Allah noksan sifatlardan munezzehtir; O, gercekten isitendir, gorendir.

Ustadim burada adi gecen eger Peygamberimiz ise, bu durumda kendisine daha once ayetleri almamismiydi? Bu durumda ayet Peygamberimize uymuyor.. Vuku bulmus bir olay peygamberimize anlatiliyor. Peki yuruyusu yapan kim? Acaba Kuran bunu bize veriyor mu?

Ta-Ha 9 Musa haberi sana ulasti mi?
Ta-Ha 10 Hani o, bir ates gormus ve ailesine: Bekleyin! Eminim ki bir ates gordum. Belki ondan size bir mesale getiririm veya atesin yaninda bir rehber bulurum, demisti.
Ta-Ha 11 Oraya vardiginda kendisine (tarafimizdan): Ey Musa! diye seslenildi:
Ta-Ha 12 Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Hemen pabuclarini cikar! Cunku sen kutsal vadi Tuvadasin!
Ta-Ha 13 Ben seni sectim. Simdi vahyedilene kulak ver.
Ta-Ha 14 Muhakkak ki ben, yalnizca ben Allahim. Benden baska ilah yoktur. Bana kulluk et; beni anmak icin namaz kil.
Ta-Ha 15 Kiyamet gunu mutlaka gelecektir. Herkes pesine kostugu seyin karsiligini bulsun diye neredeyse onu (kendimden) gizleyecegim.
Ta-Ha 16 Ona inanmayan ve nefsinin arzularina uyan kimseler sakin seni ondan (kiyamete inanmaktan) alikoymasin; sonra mahvolursun!
Ta-Ha 17 Su sag elindeki nedir, ey Musa?
Ta-Ha 18 O, benim asamdir, dedi, ona dayanirim, onunla davarlarima yaprak silkelerim; benim ona baskaca ihtiyaclarim da vardir.
Ta-Ha 19 Allah: Yere at onu, ey Musa! dedi.
Ta-Ha 20 Onu hemen yere atti. Bir de ne gorsun, hizla surunen bir yilan degil mi!
Ta-Ha 21 Allah buyurdu: Al onu! Korkma! Biz onu simdi ilk haline sokacagiz.
Ta-Ha 22 Bir de elini koltugunun altina sok ki, bir baska mucize olmak uzere o, kusursuz ve lekesiz beyazlikta ciksin.
Ta-Ha 23 Ta ki, sana, (boylece) en buyuk ayetlerimizden bazilarini gosterelim.
Ta-Ha 24 Firavuna git. Cunku o iyice azdi.

İsra ile Taha suresi arasinda bir baglanti olabilir mi? Taha suresinde oraya varan anlatilana gore Musadir. Bir ornek daha veremek gerekirse;

Naziat 15 Sana Musanin haberi geldi mi?
Naziat 16 Kutsal vadi Tuvada Rabbi ona soyle seslenmisti:
Naziat 17 Firavuna git! Cunku o cok azdi.

goruldugu gibi burada da gocu yapan bizzat Musa nin kendisidir. Bir ornek daha vermek istiyorum.

Neml 7 Hani Musa, ailesine soyle demisti: Gercekten ben bir ates gordum. (Gidip) size oradan bir haber getirecegim, yahut bir ates parcasi getirecegim, umarim ki isinirsiniz!

Neml 8 Oraya geldiginde soyle seslenildi: Atesin bulundugu yerdeki ve cevresindekiler mubarek kilinmistir! Alemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden munezzehtir!

Neml 9 Ey Musa! İyi bil ki, ben, mutlak galip ve hikmet sahibi olan Allahim!

dikkatli bakiniz buradada cevresi mubarek kilinan yer cok net belli degil mi? İsra ayetlerinin akisindan yolculugu yapanin Musa oldugu son derece net gozukuyor. Peygamberimiz ile alakali gorunmuyor. Bu olay Peygamberimize anlatiliyor.

İsra 2 Biz, Musaya Kitabi verdik ve İsrailogullarina: "Benden baskasini dayanilip guvenilen bir rab edinmeyin" diyerek bu Kitabi bir hidayet rehberi kildik.

Siz ne dersiniz.. Dogrusunu Allah bilir.

Muhabbetle…

dost1
11. March 2011, 02:46 AM
Selamun aleykum! Değerli Derin Düşünce Kardeşim!

İsra 1 Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kismini gosterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haramdan, cevresini mubarek kildigimiz Mescid-i Aksaya goturen Allah noksan sifatlardan munezzehtir; O, gercekten isitendir, gorendir.

Ustadim burada adi gecen eger Peygamberimiz ise, bu durumda kendisine daha once ayetleri almamismiydi? Bu durumda ayet Peygamberimize uymuyor.. Vuku bulmus bir olay peygamberimize anlatiliyor. Peki yuruyusu yapan kim? Acaba Kuran bunu bize veriyor mu?


Burada sözü edilen kul Peygamberimizdir. Allah'tan ilk aldığı vahiy bu gece yürüyüşünden sonraki ulaştığı Mescidil Aksa ki, Necm Suresinde adresi verilen yerde olmuştur. Peygamberimize uymaz olur mu hiç? Peygamberimize vuku bulmuş olayları anlatan çok ayet vardır.

Değerli Kardeşim!
Mescidil Haram - Kâbe-, Mekkelilerin halka açık parlamentosu, ibadet merkezi idi. Kâbe'de yaptıkları ibadetler; beytin çırılçıplak ta*vaf edilmesi, ıslık çalarak ve el çırparak salatın gerçekleştirilmesi şeklindeki yozlaşmış ibadetlerdi. (Enfâl Sûresinin 35. Âyetine bkz.)
Kâbe'nin içi ve çevresi, sahte tanrıların yüzlerce heykeliyle doluydu. İdare ise yöresel firavunlar mesabesindeki Dâru'n-Nedve üyelerinin kontrolündeydi. Ne var ki, artık aralarında onlara karşı koyacak kimse*siz bir adam vardı: Muhammed b. Abdullah.

Kâbe'nin Araplar arasındaki işlevini de dikkate alarak, bir karşılaştırma ve tespit yapmak için önce o günün Mekke'sinin emiri, Ke*rîmi Ebû Cehl'i, sonra da yine Mekke'de doğmuş-büyümüş Muhammed b. Abdullah'ı düşünmek gerekir. Ayrıca yine düşünmek gerekir ki, Muhammed b. Abdullah, o günlerde müşriklerin gerçekleştirdikleri salattan farklı bir salat gerçekleştirmekteydi.

Bu hal ve şartlar içinde, Muhammed b. Abdullah bir gece Kâbe'de salatı ikame etme girişiminde bulunmuş fakat bu arzusu Ebû Cehl tarafından engellenmişti. Alak Sûresinin 9–10. Âyetleri ile Bakara Sûresinin 185. Âyetine göre Ramazan ayı içinde yer alan bu gece, Duhân Sûresinin 3. Âyetindeki adıyla Mübarek/bereketli Gece, Kadr Sûresi'ndeki adıyla Kadr Gecesi 'dir.
Alak Sûresinin 9–10. Âyetinde bahsedilen kul, ittifakla Muhammed b. Abdullah'tır.

Bu tartışma ve salattan engelleme sonrasında Muhammed b. Abdullah, bulunduğu Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya yürür. Bu olay İsrâ Sûresinin 1. Âyetinde , Yürüten... Allah tarafından yürütülen ifadeleriyle anlatılmaktadır.

"Kulunu, bir gece, Âyetlerimizden gösterelim diye, Mescid-i Haram'dan bir kenarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten kişi, her türlü noksan sıfatlardan arınıktır. Şüphesiz O, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir."

ayetinde sözü edilen kul, Mekkeli Abdullah oğlu Muhammed'dir. Necm suresinde belirtildiği gibi Allah'ın ayetlerinden gösterilmek için yürütüldüğü Mescidil Aksa'da vahiyle şereflendirilerek Peygamber olarak atanmıştır ki, Necm Sûresinin 7 ila 10. Âyetlerinde anlatılan olaylar [Allah'ın yeryüzüne inmesi, yaklaşması ve kuluna vahy etmesi], yanında bahçe konağın cennetü'l -me'vâ 'nın bulunduğu son sidre ağacının yanında gerçekleşmiştir. 14 ve 15. Âyetlerde bu ilk vahyin vuku bulduğu mahallin adresi verilmektedir.

O günün Mekkelileri gerek oradaki sidre ağaçlarını, gerekse en sondaki sidre ağacını ve onun yanındaki bahçe konağı biliyor olmalılar ki, içlerinden hiçbiri bu yerin neresi olduğuna dair herhangi bir soru sormamış ve bu olayın peygamberimizin göğe çıkıp Allah veya Cebrâîl ile sohbet ettiğini anlatan bir olay olduğuna dair hiçbir iddia ileri sürmemişlerdir. Peygamberimizin göğe çıktığı yolundaki çarpık anlayış, peygamberimizden 90–100 yıl sonra yaşayan rivayetçilerin o günkü iktidara yaranmak için gösterdikleri art niyetli yaklaşımlardan kaynaklanmıştır.



Ta-Ha 9 Musa haberi sana ulasti mi?
Ta-Ha 10 Hani o, bir ates gormus ve ailesine: Bekleyin! Eminim ki bir ates gordum. Belki ondan size bir mesale getiririm veya atesin yaninda bir rehber bulurum, demisti.
Ta-Ha 11 Oraya vardiginda kendisine (tarafimizdan): Ey Musa! diye seslenildi:
Ta-Ha 12 Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Hemen pabuclarini cikar! Cunku sen kutsal vadi Tuvadasin!
Ta-Ha 13 Ben seni sectim. Simdi vahyedilene kulak ver.
Ta-Ha 14 Muhakkak ki ben, yalnizca ben Allahim. Benden baska ilah yoktur. Bana kulluk et; beni anmak icin namaz kil.
Ta-Ha 15 Kiyamet gunu mutlaka gelecektir. Herkes pesine kostugu seyin karsiligini bulsun diye neredeyse onu (kendimden) gizleyecegim.
Ta-Ha 16 Ona inanmayan ve nefsinin arzularina uyan kimseler sakin seni ondan (kiyamete inanmaktan) alikoymasin; sonra mahvolursun!
Ta-Ha 17 Su sag elindeki nedir, ey Musa?
Ta-Ha 18 O, benim asamdir, dedi, ona dayanirim, onunla davarlarima yaprak silkelerim; benim ona baskaca ihtiyaclarim da vardir.
Ta-Ha 19 Allah: Yere at onu, ey Musa! dedi.
Ta-Ha 20 Onu hemen yere atti. Bir de ne gorsun, hizla surunen bir yilan degil mi!
Ta-Ha 21 Allah buyurdu: Al onu! Korkma! Biz onu simdi ilk haline sokacagiz.
Ta-Ha 22 Bir de elini koltugunun altina sok ki, bir baska mucize olmak uzere o, kusursuz ve lekesiz beyazlikta ciksin.
Ta-Ha 23 Ta ki, sana, (boylece) en buyuk ayetlerimizden bazilarini gosterelim.
Ta-Ha 24 Firavuna git. Cunku o iyice azdi.

İsra ile Taha suresi arasinda bir baglanti olabilir mi? Taha suresinde oraya varan anlatilana gore Musadir. Bir ornek daha veremek gerekirse;

İsra suresi ile Ta Ha Suresi arasında bir bağlantı sözkonusu değildir.

"Kulunu, bir gece, Âyetlerimizden gösterelim diye, Mescid-i Haram'dan bir kenarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten kişi, her türlü noksan sıfatlardan arınıktır. Şüphesiz O, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir."

ayeti "Mushaf tertip heyeti tarafından" İsrâ Sûresinin ilk Âyeti olarak tertip edilmiştir. Bu Âyet, Bu başlıkta Miralay Kardeşimize verdiğimiz cevapta söylediğimiz gibi, Kur'ân, elçi ve Kur'ân-elçi ilişkisi üzerinde duran Kasas Sûresinin 85–88. Âyetlerinin devamıdır:

(Kasas: 85–88 ve İsrâ: 1) Şüphesiz ki Kur'ân'ı sana farz kılan kişi, [Allah] elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: "Benim Rabbim, kimin hidayetle geldiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu daha iyi bilendir." Ve sen Kitab'ın sana ilka edileceğini umuyor değildin. [O] ancak Rabbinden bir rahmet olarak [verildi]. Öyleyse sakın kâfirlere arka çıkma [yardımcı olma]. Ve onlar [müşrikler] sana indirildikten sonra, sakın seni Allah'ın Âyetlerinden alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et. Ve asla müşriklerden olma! Ve Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarma. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O'nun yüzünden [zatından] başka her şey yok olacaktır. Hüküm [yasa-ilke] yalnızca O'nundur. Siz de ancak O'na döndürüleceksiniz. Kulunu, bir gece, Âyetlerimizden gösterelim diye, Mescid-i Haram'dan bir kenarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten kişi, her türlü noksan sıfatlardan arınıktır. Şüphesiz O, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir.



[
[I]Naziat 15 Sana Musanin haberi geldi mi?
Naziat 16 Kutsal vadi Tuvada Rabbi ona soyle seslenmisti:
Naziat 17 Firavuna git! Cunku o cok azdi.

goruldugu gibi burada da gocu yapan bizzat Musa nin kendisidir. Bir ornek daha vermek istiyorum.

Evet burada sözü edilen Musa Aleyhisselamdır. Aksini söylemiş değilim.


Neml 7 Hani Musa, ailesine soyle demisti: Gercekten ben bir ates gordum. (Gidip) size oradan bir haber getirecegim, yahut bir ates parcasi getirecegim, umarim ki isinirsiniz!

Neml 8 Oraya geldiginde soyle seslenildi: Atesin bulundugu yerdeki ve cevresindekiler mubarek kilinmistir! Alemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden munezzehtir!

Neml 9 Ey Musa! İyi bil ki, ben, mutlak galip ve hikmet sahibi olan Allahim!

dikkatli bakiniz buradada cevresi mubarek kilinan yer cok net belli degil mi? İsra ayetlerinin akisindan yolculugu yapanin Musa oldugu son derece net gozukuyor. Peygamberimiz ile alakali gorunmuyor. Bu olay Peygamberimize anlatiliyor.




Örnek verdiğiniz Neml suresinin bu ayetlerinin bulunduğu necmin ayetlerine bütün olarak bakalım.

Necm;7–14: Hani Mûsâ ehline; "Şüphesiz ben bir ateş gördüm, ondan size bir haber getireceğim yahut ısınmanız için bir kor ateş getireceğim" demişti. Sonra oraya geldiği zaman seslenilmişti: "Ateşin içindeki ve yanı başındaki kişi mübarek kılınmıştır! Ve âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden münezzehtir! Ey Mûsâ! Şüphesiz Ben, Aziz [mutlak galip] ve Hâkim [hikmet sahibi] Allah'ım! Ve asanı bırak!" -Onu yılan gibi deprenir görüverince dönüp, arkasına bakmadan kaçtı.- "Ey Mûsâ korkma! Şüphesiz ki Ben; Benim yanımda gönderilmişler (elçiler) korkmaz. -Ancak, kim zulüm yapar, sonra kötülüğün sonunda iyiliğe çevirirse, şüphesiz Ben, çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.- Ve elini koynuna sok; kusursuz bembeyaz çıkacaktır; dokuz Âyet içinde Firavun'a ve onun kavmine. Şüphesiz onlar yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır." Sonra da Âyetlerimiz onlara parlak bir şekilde gelince; "Bu apaçık bir sihirdir" dediler. Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. -Şimdi bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!-

Bu Âyetlerde, çok kısa olarak Mûsâ peygambere ilk vahyin verilişinden Firavun ve ordusunun helâkine kadarki olaylara değinilmektedir. Kısa bir hatırlatma şeklindeki bu anlatımla ibret aldırma amacı güdüldüğü açıkça belli olmaktadır.

Evet bu ayetler Musa aleyhisselam ile ilgilidir. Muhammed alleyhisselamla ilgili değildir ve bu olay Vahiyle Muhammed Aleyhisselama anlatılmıştır.

Anlayamadığım, bu ayetlerde sözü edilen kişinin Muhammed aleyhisselam olduğunu söylemişim izlenimini uyandıracak şekilde bir anlatımda bulunmanızdır.

Değerli Kardeşim!
Mealini verdiğiniz Neml Suresinin 8.ayetine dikkatinizi çekmek istiyorum .

Felemma caeha nudiye en burike men fiynnari ve men havleha ve subhanAllahi Rabbil alemiyn

(Musa) ona (ateşe) geldiğinde: “O narın/ateş’in içindeki kimse de onun havlinde /çevresinde olan kimse de mübarek/bereketli kılınmıştır... Rabb’ül Alemiyn olan Allah Subhan’dır!” diye nida olundu/seslenildi.

Bu ayette, çevresi mübarek/bereketli kılınan yerden değil narın/ateşin içindeki kimse ve bu kişinin çevresindekilerden sözedilmektedir.



İsra 2 Biz, Musaya Kitabi verdik ve İsrailogullarina: "Benden baskasini dayanilip guvenilen bir rab edinmeyin" diyerek bu Kitabi bir hidayet rehberi kildik.

Siz ne dersiniz.. Dogrusunu Allah bilir.

Muhabbetle…

Mushaf heyeti tarafından İsra Suresinin 2. ayeti olarak verilen bu ayet (İsra 2-8) ayrı bir necmin ayetidir.

"Mûsâ'ya da kitap verdik ve Benim astlarımdan "vekil" edinmeyiniz diye onu [Kitab'ı] , İsrâîl oğulları; Nûh'la beraber gemiye taşıyarak kurtardığımız kimselerin soyundan olanlar için kılavuz kıldık. Şüphesiz o [Nûh] çok şükredici bir kuldu.
Ve Biz İsrâîloğullarına Kitap'ta/yazgıda şunu gerçekleştirdik: "Kesinlikle siz, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız/fesat bulacaksınız [bozguna uğrayacaksınız] ve kesinlikle büyük bir yükselişle yükseleceksiniz."
İşte o ikisinden birincisinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik de onlar, evlerin aralarına girip araştırdılar. Ve o yerine getirilmesi gereken bir vaat idi.
Sonra sizi tekrar onların [güçlü kulların] üzerine galip kıldık ve size mallarla ve oğullarla yardım ettik. Ve sizi işe yarayanlar açısından daha çok kıldık.
–Eğer iyilik ettiyseniz, kendinize iyilik etmişsinizdir ve eğer kötülük ettiyseniz o da onun [kendisi] içindir.– Artık diğer fesadınızın zamanı gelince de yüzlerinizi kötülemeleri [size kötülük yapmaları] , ilk kez girdikleri gibi yine mescide [Beytü'l-Makdis'e] girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için (üzerinize güçlü kullarımızı tekrar göndereceğiz).
Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Ve eğer siz döndüyseniz Biz de döndük. Ve Biz cehennemi, kâfirler için kuşatıcı bir zindan kıldık."

Bu necmde peygamberimizin çağdaşı olan İsrailoğulları, geçmişte başlarına gelenler hatırlatılarak uyarılmaktadır. Bu uyarı, hem uzak hem de yakın tarihî geçmişleri dile getirilerek yapılmaktadır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz

Miralay
11. March 2011, 09:33 AM
Selam

İsra 2.Ayet: Biz, Musa'ya da Kitab'ı verdik ve İsrailoğullarına: "Benden başkasını dayanılıp güvenilen bir rab edinmeyin" diyerek bu Kitab'ı bir hidayet rehberi kıldık.

Allah razı olsun. Dost1 kardeşimiz konuyu çok güzel izah etmişsiniz. Zaten daha önce de Tebyinül Kuran'da İsra Suresinin tahlilinde de bu şekilde okumuştum.

İsra 2.ayet ayrı bir necm olsa da; diyelim ki 1.ayetin devamı bile olsa;Dost1 kardeşimizin açıklamalarını destekleyen bir ek var orda:

-da

eki...

Yani "Muhammed aleyhisselam'ın başına gelen olayın tıpkısı Musa'ya da geldi." olarak düşündüm. Sanki ona da bu şekilde vahyettik der gibi.

Ya da ben öyle düşündüm. En doğrusunu Allah bilir.

Selametle

Derin Düşünce
11. March 2011, 03:38 PM
Necme baktığımızda Lut Aleyhisselamın toplumunun cezalandırılması nedeniyle toplumundan ayrılmasına yönelik olduğu görülür. Muhammed Aleyhisselamın Mescidil Haramdan Mescidil Aksa 'ya yürütülmesi olayının peygamber olarak atanmak için olduğu görülmektedir. Bu anlamda bir benzerlik sözkonusu değildir.

Ustadim burada adi gecen eger Peygamberimiz ise, bu durumda kendisi daha once ayetleri almamismiydi? Zaten peygamber olarak atanmamısmıydı. İsra 50 ci süredir. Peygamberlik ilanından sonra tam 49 süre verilmistir Peygamberimize. Bu durumda ayet Peygamberimize uymuyor?

Kardeslerim; Hikayeyi hatırlayalım beraber… Musanın annesine vahyedilir, Ve Musayı bebek iken nehire bırakması söylenir. Firavunun emri ile tüm evler aranmaktadır. Musanın kavmine kötülüklerin en büyüğü yapılmaktadır. Çünkü erkek çocukları öldürülmektedir ve kızlar sağ bırakılmaktadır. Bir sekilde Musa firavunun sarayında yer bulur ve imkanlar içinde firavunun yanında büyür. Yetiskinliginde baska birinin kavgasına karışır ve yumruk atarak azgın kişinin karşısındakini öldürür. Baska gün birde bakar ki o azgın kişi yine bir baska belanın içindedir. Daha once oldugu gibi Musadan yardım ister, Musayı kavgasına davet eder. Musa orda durumu anlar. Ve ona Sen azgın birisin der. O esnada Musanın yanına kosarak biri yetişir. Musaya “Büyükler seni aramakta der. “ yaptıgı işten dolayı.

İste tamda isra 1 e buradan gelinir. İsra suresinin önceside sonrasıda kuvvetle muhtemel Musanın hikayesidir. Mumkunat dahilindedir ki; işte bu olaydan sonra Musa isra eder. Bir gece oradan kacar ve gider. Bir kaçış elbette gizlice olacaktır. Henüz Musaya ayetler gösterilmemiştir. Kendisine peygamberlik verilmemistir. isra suresi 1 ci ayette, kuluna ayetleri göstermek için der, bu bile birebir Musaya uyar. Amma velakin isra suresinde giden Muhammed olsa ayetler çoktan gösterilmiştir kendisine ! İsra 50.suredir. İsradan once tam 49 sure verilmiştir zaten. Musa mescidi aksaya dogru yurur. İste Musa cevresi mübarek kılınan yere geldiginde; kendisine bir kısım ayetler gösterilir. Ve inanılmaz bir tutarlılıkla Kuranı kerimde Çevresi ve cevresindekiler mubarek sadece tek bir yer vardır. Orasıda KUTSAL TUVA VADİSİDİR. Ve sizinde fark edeceginiz gibi oraya giden Musadır. isra 1 ayetinin başka bir özne için hiç ama hiçbir istisnası gorulmemekte.

Lutfen hep beraber isra edelim dostlarım. Herseyin dogrusunu Allah bilir, biz sadece tefekkur ediyoruz. MESCİDİ HARAM bir degil iki tanedir. Biri Musanın mescidi haramıdır diğeri Muhammedin mescidi haramıdır. İste tam burada su soruyu sormak zorunda kalacak insanlar. Buna kendilerini mecbur hisedecekler.. Oyle ise bizim kıblemiz neresi, mescidi haram varsa kıblemiz neresi ! işte o zaman Namazın kibleside degisir. Çünkü isra 1 e parantez içinde Muhammed ekleyenler (bence bu tahribatı) aynı sekilde kıble ayetinede NAMAZ parantezini ekleyerek saklamaya/ degistirmeye çalışmışlardır.


İsra suresi ile Ta Ha Suresi arasında bir bağlantı sözkonusu değildir.

"Kulunu, bir gece, Âyetlerimizden gösterelim diye, Mescid-i Haram'dan bir kenarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten kişi, her türlü noksan sıfatlardan arınıktır. Şüphesiz O, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir."

ayeti "Mushaf tertip heyeti tarafından" İsrâ Sûresinin ilk Âyeti olarak tertip edilmiştir. Bu Âyet, Bu başlıkta Miralay Kardeşimize verdiğimiz cevapta söylediğimiz gibi, Kur'ân, elçi ve Kur'ân-elçi ilişkisi üzerinde duran Kasas Sûresinin 85–88. Âyetlerinin devamıdır:


Benim baglantıdan kastım ayetlerin birbirinin devamı oldugu manasında degildir ustadım. Kuranın aynı olayları/kıssaları degisik zamanlarda tekrar ederek anlattır, biliyoruz hepimiz. İste kasıtta bulundugum baglantı budur. Kuvvetle muhtemel yine musanın hikayesi anlatılmaktadır.



İsra 2.Ayet: Biz, Musa'ya da Kitab'ı verdik ve İsrailoğullarına: "Benden başkasını dayanılıp güvenilen bir rab edinmeyin" diyerek bu Kitab'ı bir hidayet rehberi kıldık.

Allah razı olsun. Dost1 kardeşimiz konuyu çok güzel izah etmişsiniz. Zaten daha önce de Tebyinül Kuran'da İsra Suresinin tahlilinde de bu şekilde okumuştum.

İsra 2.ayet ayrı bir necm olsa da; diyelim ki 1.ayetin devamı bile olsa;Dost1 kardeşimizin açıklamalarını destekleyen bir ek var orda:

-da

eki...

Yani "Muhammed aleyhisselam'ın başına gelen olayın tıpkısı Musa'ya da geldi." olarak düşündüm. Sanki ona da bu şekilde vahyettik der gibi.

Ya da ben öyle düşündüm. En doğrusunu Allah bilir.

Selametle


Bu detay aslında bu husustaki dusuncemi destekler nitelikte. Cunku hitap edilen kisi peygamberdir. Vuku bulmus bir olay peygamberimize anlatiliyor. Biz Musaya da sana verdigimiz gibi kitap verdik anlamı tasımaz mı?

Lutfen, sadece Tefekkur ediyor konu uzerinde munzara ediyoruz. Kimseye sen haklısın ben haklıyım diyemem. Hakkı ve en dogruyu Allah bilir. Sadece dusunuyoruz. Hakkınızı simdiden helal ediniz. Eger ben yanlıyorsam sayenizde dogruyu isabet ettirebilirim.

Muhabbetle.

Miralay
11. March 2011, 04:18 PM
Selam Derin Düşünce kardeşim.

Allah razı olsun. Zaten burada haklı haksız davamız yok elhamdülillah. Dediğiniz gibi munazara ediyoruz ve çok güzel bir şekilde fikir jimnastiği yapıyoruz.

Rabbimizin vahyine kulak kabartarak, en mükemmel olarak algılamaya çalışıyoruz. İtiraf edeyim ki, sizden de harika sorgulamalar ve fikirler çıkıyor.

Sorgulamalarınız ışığında munazaraların devamını dilerim.

Saygılarımla

gerçek hanif
13. March 2011, 12:27 PM
NECM SURESİ

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1- Battığı zaman yıldıza andolsun;

2- Sahibiniz (arkadaşınız olan peygamber) sapmadı ve azmadı.

3- O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.

4- O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.

5- Ona (bu Kur'an'ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir.

6- (Ki O,) Görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hemen doğruldu.

7- O, en yüksek bir ufuktaydı.

8- Sonra yaklaştı, derken sarkıverdi.

9- Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı.

10- Böylece O'nun kuluna vahyettiğini vahyetti.

11- Onun gördüğünü gönül yalanlamadı.

12- Yine de siz gördüğü (şey) üzerinde onunla tartışacak mısınız?

13- Andolsun, onu bir de diğer inişte görmüştü.

14- Sidretü'l-Münteha'nın yanında.

15- Ki Cennetü'l-Me'va onun yanındadır.

16- Sidreyi örten örtmekte iken,

17- Göz kayıp-şaşmadı ve (sınırı) aşmadı.

18- Andolsun, o, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü.


sevgili dost1,

Necm suresinin ilk onsekiz ayeti İsra olayına işaret etmiyor mu ? Peygamberin (a.s) başından geçenler Hz musa'ya anlatılmayacağına göre , İsra suresi 1.ayeti Necm suresinin başında olması gerekmez miydi ?

selametle.

Miralay
13. March 2011, 08:14 PM
13- Andolsun, onu bir de diğer inişte görmüştü.

Bu ayete göre daha öncede aynı ya da buna benzer bir olayın gerçekleştiği izlenimini veriyor.

dost1
15. March 2011, 12:39 AM
Selamun Aleykum! Değerli Gerçek Hanif Kardeşim!

Kur'an Allah'ın Resulune Mekke'de inmeye başlamış,Hicretten sonra da Medine'de ölümünden kısa bir süre öncesine kadar devam etmiştir. Surelerin Mekki ve Medeni diye ayrılmaları, indikleri mekanlar dikkate alınmaksızın sadece hicret gözönünde bulundurularak yapılmıştır.

Sureler Mekki ve Medeni şeklinde ikiye ayrılmasına karşın surelerin tamamının Mekki,bazı surelerin ise tamamının Medeni olmadığı bilinmektedir. Bazı Mekki surelerin içinde Medeni bazı Medeni surelerin içinde de Mekki ayetler bulunmaktadır.
Sure ve ayetlerin kaçının Mekki, kaçının Medeni olduğu üzerinde ne yazık ki görüş birliği sağlanmış değildir ve sağlanacağı da çok zordur. Bu konuda İslam aleminin yoğun bir şekilde çalışması gerekmektedir.

Değerli Kardeşim!
Kur'an ayetleri tertil/düzgün dizim;cümlelerin,paragrafların ve pasajların birbirine karıştırılmaması yöntemi ile necm necm inmiştir. Allah Resulune Kur'an'ı tertil ile tebliğ etmesini emretmiştir.(Müzzemmil;4) Allah'ın Resulu de bu emre uygun olarak necm necm yazdırmış ve ezberletmiştir.
Önceleri necmler halinde ve tertilli olarak bulunan ayetler,sahabe tarafından sureler halinde sonradan düzenlenmiştir.

Elimizdeki Mushaf'ta ne yazık ki kronoloji dikkate alınmamış, tertile uyulmamış, bir çok necmin/paragraf ya da pasajın cümleleri yerli yerinde tertip edilmemiş katiplerin yazım hataları düzeltilmemiştir.

Bu olayların aklımıza getirdiği Fussilet;26 ya bakarak bu ayetin asla akıldan çıkarılmaması gerektiğini düşünüyoruz.
Fussilet;26:Ve kalelleziyne keferu la tesmeu li hazel Kur’âni velğav fiyhi lealleküm tağlibun
Ve Allah'ın ilahlığını ve rabliğini örten kimseler:Üstün gelmeniz için bu Kur'an'ı dinlemeyin,onun için de anlamsız şeyler yapın, anlaşılmasını her türlü yolla engelleyin dediler

Elimizdeki Mushaf'ın bugünkü düzeni Kur'an'ın Arabiyyen(En mükemmel anlatım ve gramer kurallarına eksiksiz uyum) ve mübin niteliğine,tertil özelliğine uymamaktadır.

Paragraftaki iki cümle arasına yüzlerce, binlerce cümlenin getirildiği,bir cümlenin ayet halindeki ögelerininin onlarca cümle sonrasına taşındığı görülmektedir.

Mushaf'taki bu olumsuzluklar nedeniyle birçok ayet yanlış anlaşılmakta ya da anlaşılamamakta, bir çoğu da ekleme çıkarma yapmadan (parantez açmadan) anlaşılmaz konumda bulunmaktadır.
;
Bu nedenlerden dolayı Kur'an işlerliğini,çekiciliğini yitirmiş; küme küme gönderilip de önüne gelenleri devirdikçe deviren,toplumları canlandırdıkça canlandıran ve hak ile batılı biribirinden ayıran, özür ya da uyarı olarak öğüt bırakan, bilgin ve bilgeleri yerlere kapandıran,topluma can,ışık olan ikna etmedik, ölmeden kendisine inanmadık insan bırakmayan kur'an, yaşam kitabı olmaktan çıkarılmış,mezarlık kitabı,cami kitabı ve efsaneler kitabı konumuna sokulmuştur. Bu nedenlerden dolayı artık kimse Kur'an'a bakarak İslam'a gelmez olmuştur. Dinin de Kur'an'dan anlaşılamaz olması nedeniyle dini anlatmak ve öğretmek için mezhep imamları, tarikat şeyhleri, cemaat liderleri türemiştir. Tüm bunlar ortaya İslam dini yerine mezhepler ,tarikatlar,cemaatlar dinleri ortaya çıkmıştır.

Bunun sorumluları; Mushaf'ın tertibini yapanlar, bildikleri halde sıcağı sıcağına bulunan kusurları gidermeyenler ile sonradan öğrenenlerin bu konuda sessiz kalmalarıdır.

Allah kendisinden razı olsun bu durumları öğrenip öğrendikleri karşısında sessiz kalmayarak bu konuda çalışmalar yapan, yaptığı bu çalışmaları da islam alemine duyurmak için çabalayan Hakkı Yılmaz kardeşimiz bu çalışmalarını Tebyinül Kur'an-İşte Kur'an çalışmalarıyla ortaya koymuştur.

Onbir ciltlik Tebyinil Kur'an çalışmasından sonra da "Nüzul sırasına göre necm necm Kur'an'ın Türkçe Meali" ni İslam aleminin hizmetine sunmuştur.

Bu açıklamalardan sonra sorunuza gelecek olursak İsra Suresinin ilk ayetinde anlatılan -gerçekte Kasas suresinin son ayeti olan- mealini verdiğiniz Necm Suresinin ayetleridir ki aynı olay başka surelerde de anlatılmıştır.

Bildiğiniz gibi Kur'an bir kerede değil necm necm gelmiştir. Allah resulune sorulan sorulara açıklık getirici necmler nazil olmuştur ki bunlar geçmişe yönelik de olabilmektedir.

Furkan;32–33: İnkâr edenler; "Kur’ân ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi?" de dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirelim diye böyledir. [parça parça indirdik] Ve Biz onu tane tane okuduk. Onların sana getirdikleri her bir meselede Biz mutlaka sana hakkı ve en güzel açıklamayı getirmişizdir.

Bu Âyetler Sûrenin 4–8. Âyetlerinin devamı mahiyetinde olup kâfirlerin Kur’ân hakkındaki bir başka şüphelerini ve onlara verilen cevabı içermektedir.

Bu iki Âyet grubu arasındaki bağlantıyı 32. Âyetteki "ve" bağlacı sağlamakta ve paragraf şöyle oluşmaktadır:

4–8: Ve inkâr etmiş olanlar; "Bu, [Kur’ân] onun [Muhammed'in] uydurduğu yalandan başka bir şey değildir. Ona başka bir topluluk da bunun için yardım etmiştir" dediler. Böylece onlar kesinlikle haksızlık ettiler ve asılsız bir iddia getirdiler. Ve "O, [Kur’ân] yazılı hâle getirilmiş öncekilerin masallarıdır; şimdi de o, sabah akşam [sürekli] kendisine okunmaktadır" dediler. De ki: "Onu, göklerdeki ve yerdeki sırrı bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir." Ve onlar; [inkâr etmiş olanlar] "Bu ne biçim Elçi ki, yemek yiyor, sokaklarda yürüyor? Ona, bir melek indirilseydi ya! Böylece onunla beraber bir uyarıcı olur! Yahut kendisine bir hazine bırakılsaydı veya kendisinden yiyeceği bir bahçe olsaydı ya!" dediler. Bu zâlimler; "Siz, yalnızca büyülenmiş bir kişiye uyuyorsunuz" da dediler.

32. Ve "Kur’ân ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi" dediler. …

32. Âyette, Kur’ân'ın bir kerede topluca inmemiş olmasını kendi inançsızlıklarına bahane olarak ileri süren kâfirlere gerekli cevap verilmiş ve bu cevap Biz onu senin kalbine iyice yerleştirelim diye böyledir şeklinde gerekçelendirilmiştir.

Rabbimizin bu cevabı üzerinde biraz düşünülürse, aşağıda sıralanmış olan mantıklı akıl yürütmeler yapılabilir:

Eğer Kur’ân peygamberimize bir defada topluca indirilmiş olsaydı, onun zaptı, yani yazımı ve ezberlenmesi çok zor olur, yanılmalar, yanlışlar meydana gelebilirdi.

Elinde bir kitap bulunan insan, kitabın sürekli yanında bulunmasına güvenerek onu ezberlemek istemeyebilirdi. Rabbimiz ise peygamberimizin Kur’ân'ı çok okumasını, iyice ezberlemesini ve yanılmaktan uzak olmasını istediği için Kur’ân'ı bir defada değil, parça parça indirdi.

Eğer Kur’ân bir defada indirilmiş olsaydı, onun bütün hükümlerini öğrenmek ve benimsemek insanlara çok ağır gelirdi, insanlar Kur’ân'ı hazmedemezlerdi. Ama Yüce Allah, onu parça parça, muayyen zamanlarda indirerek, koyduğu dinin emir ve yasaklarını yavaş yavaş indirmiş oldu ve insanlar da dinin gereklerini o nispette kolay yerine getirmiş oldular.

Kur’ân insanların sorularına, isteklerine cevap verecek şekilde ve meydana gelen hâdiselere göre iniyor, böylece insanlar daha fazla basiret sahibi oluyorlardı. Çünkü olaylarla ve zihinlerdeki sorularla eş zamanlı bir iniş, Kur’ân'ın fesahatine gayb’dan haber verme işini de ekliyor, Kur’ân'ın getirdiği her cevapta, her çözümde, gerçekleri yaşayarak öğrendikleri için insanların görüşleri, bilgileri, düşünceleri daha fazla artıyordu.

Eğer Kur’ân bir defada inmiş olsaydı, peygamberimiz indirilmiş Kur’ân'ı göstererek kâfirlere işin başında bir defa meydan okuyacaktı. Hâlbuki Kur’ân parça parça ve aralıklarla inince, peygamberimizin inançsızlara karşı meydan okumaları inen her parçada gerçekleşti. Böylelikle kâfirlerin Kur’ân'ın bir parçasının benzerini bile yapamayacakları defalarca kanıtlandı. Böylece Kur’ân'ın muhteşemliği hem peygamberimizin hem de kâfirlerin gönüllerine iyice yerleşmiş oldu.

ترتيل - Tertîl sözcüğü Bir şeyin tertibinin güzelliği demektir. Bu sözcük bedevînin dilinde "Bir şeyden birinin diğerine karışmaması, tarak dişi gibi birbirine karışmamış, karışmayan" anlamına gelir. Bu durum, muhkem, kuvvetli, sımsıkı olmanın zıddıdır. Meselâ dişlerin tertîl’i, "dişlerin seyrek bir şekilde düzene konulmuş, dizilmiş olması" demektir ve bu sözcük Arapçada "güzel dizilmiş dişler" manasında da kullanılır. (Lîsânü'l-Arab; c. 4, s. 61 Rtl mad.)

Sosyal alanda ise tertîl "sözün, kelimelerinin birbiri ardınca, tek tek, yavaş yavaş, ağır ağır, tane tane dizilmesi" demektir. Buna göre Kur’ân'ın tertîl’i "Kur’ân'ın indiği şekilde tertibinin korunması, bir necmin bir başka necme karıştırılmaması" anlamına gelmektedir.

Kur’ân'ın nasıl indirildiği ve nasıl okunması gerektiği Kur’ân'da şöyle açıklanmıştır:

(İsrâ: 106) Ve Kur’ân'ı; Biz onu insanlara ağır ağır okuyasın diye ayırdık ve Biz onu peyderpey indirdik.

Demek ki Kur’ân, konularına göre, necmlere göre, iniş sırasına göre bir tertip ve tasnif yapılmak suretiyle okunmalı ve okutulmalıdır.

32. Âyette de Rabbimiz Kur’ân'ı tertîl’lediğini, yani her şeyi yerli yerinde, bir birine karıştırmadan, bir düzen içinde indirdiğini beyan etmektedir. Peygamberimize ilk gelen vahiylerde Müzzemmil Sûresi’nin 4. Âyetinde de Kur’ân'ın tertîl’lenmesi, yani necmlerin gayet düzenli tutulması, birbirine karıştırılmaması emredilmiştir. Bütün bunlara rağmen maalesef elimizdeki Mushaf tertîl’li değildir.

Biz, samimiyetle ve dürüstçe birçok kez dile getirdiğimiz bu hususta, Kur’ân'a gönül verenlerin Kur’ân ile derin çalışmalar yapıp Kur’ân'ı necm necm dizmeleri ve Kuran'ı bugünkü Sûre anlayışından öte, gerçek Sûreleriyle Mushaflaştırmaları gerektiğine inanıyor ve bu gayreti onlardan bekliyoruz.

HAKKIN GELMESİ:
Rabbimizin 32. Âyetteki Onların sana getirdikleri her bir meselede Biz mutlaka sana hakkı ve en güzel açıklamayı getirmişizdir ifadesiyle müşriklerin görüşlerindeki bozukluk çok net bir şekilde ortaya konulmuştur. Rabbimiz bu sözlerinde zımnen: "Biz hakkı getiririz, hakk gelince de batıl kaybolur. Onlar ne zaman saçma sapan bir şey ortaya atsalar Biz onun üzerine gerçeği yollarız ve o saçmalığı ortadan kaldırırız" buyurmaktadır.

(Enbiyâ: 18) Bilakis, Biz hakkı batılın üzerine atarız da onun beynini ezer. Bir de bakarsın o, yok olup gitmiştir. Ve nitelediklerinizden dolayı vay halinize!

(İsrâ: 105) Biz onu [Kur’ân'ı] hakk ile indirdik, o da hakk ile indi. Ey Peygamber! Ve Biz seni yalnızca müjdeci ve uyarıcı olarak Elçi yaptık.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

hiiic
16. March 2011, 11:07 AM
(İsrâ: 106) Ve Kur’ân'ı; Biz onu insanlara ağır ağır okuyasın diye ayırdık ve Biz onu peyderpey indirdik.

-----------

şu anki tertibe göre sondakini okurken başdakini unutuyor insan. konular daldan dala belki de alakasız konulara atlıyor. necm necm okunması gerek.

Barış
17. March 2011, 02:07 AM
Lutfen hep beraber isra edelim dostlarım. Herseyin dogrusunu Allah bilir, biz sadece tefekkur ediyoruz. MESCİDİ HARAM bir degil iki tanedir. Biri Musanın mescidi haramıdır diğeri Muhammedin mescidi haramıdır. İste tam burada su soruyu sormak zorunda kalacak insanlar. Buna kendilerini mecbur hisedecekler.. Oyle ise bizim kıblemiz neresi, mescidi haram varsa kıblemiz neresi ! işte o zaman Namazın kibleside degisir. Çünkü isra 1 e parantez içinde Muhammed ekleyenler (bence bu tahribatı) aynı sekilde kıble ayetinede NAMAZ parantezini ekleyerek saklamaya/ degistirmeye çalışmışlardır.



Selamlar,

Özellikle kırmızı kısım üzerine birkaç şey söylemek istedim.

KIBLE ve NAMAZIN KIBLESİ.

Bu başlığımızda konuşulan konuda arkadaşlarımız iki farklı düşünceden birini doğru bulsalar bile, yukarıdaki kıble ve namaz konusundaki soruyu zaten Kuran'ı okuyorlarsa yine de sormaları kaçınılmazdır diye düşünüyorum.

Namaz ve kıble konuları zaten Kuran ışığında sorgulanması ve yeniden öğrenilmesi gereken kavramlar. Forumumuzda da bu konuda yazılar mevcut. Bu konuda bilgilenmek veya okumak isteyen arkadaşlar için linkleri verelim.

KIBLE (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=1381)

SALATIN İKAMESİ (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=1348)

gerçek hanif
17. March 2011, 02:15 PM
Günümüze kadar gelmiş olan Şekilsel Namaz kur'an da yoksa eğer ,kur'anda yok o zaman. Mütavatir olmasına bakarsak Namazın kılınış şeklinin günümüze kadar bu şekliyle gelmesi ,kur'anı nakledenlerden daha fazla.Bu kıyası lütfen sizde yapın.
Bana kur'anın korunduğu ayetin örneğini varmeyin sakın .Bende Korunanın Levh-i mahfuzdaki olduğunu söylerim.selam ile.

gerçek hanif
17. March 2011, 02:20 PM
Kıble içinde aynı sorum geçerli kıble Mescid-i aksa mı ? kabe mi ?.Bu Namaz , salat mıdır yoksa şekilsel midir? Tartışmasını neden yapıyorsunuz ?sebebini lütfen bana bir kaç cümle ile yazarmısınz ?

Miralay
17. March 2011, 03:01 PM
Selam gerçek hanif kardeşim.

Sorularınız çok mantıklı. Kendim cevaben kendi bildiğimce birşeyler yazacaktım ama, sözü daha net cevaplayabilecek arkadaşlarıma bırakmanın akılcı olduğuna kanaat getirdim. Zira burada münakaşa değil,münazara yaparsak doğru ve güzel sonuçlara varırız diye düşünüyorum.

Şekli namazla ilgili;

http://beytegiris.blogcu.com/

sitesine de bir göz atmanızı salık veririm.

Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Konu detaylandıkça ben de dahil pekçok kardeşimizin kafasındaki soruların cevaplanacağını umuyorum.

Selam,saygı,dua ve muhabbetlerimle.

gerçek hanif
17. March 2011, 05:40 PM
sevgili Miralay,

Nisa Suresi 102: ve o vakit sen içlerinde olupta onlara Namaz kıldırdığında ,içlerinden bir kısmı seninle beraber Namaza dursun, silahlarınıda yanlarına alsınlar,bunlar secdeye vardıklarında diğer kısım arkasında beklesinller..... ayet bu şekilde devam ediyor.

Nisa 101 de ise, Namazlardan kısmanız artık size günah olmaz ..... deniyor.

Ben buradan Yani kuran'dan Hz Peygamberin Namaz kıldığını ve ashabında ondan görerek aynısını yaptığını yani İmama uyduğunu anlıyorum.
Tabii namazın rekatını konuşmuyoruz.O Bugünkünden farklı olabilir.

Miralay
17. March 2011, 06:47 PM
Değerli Gerçek Hanif

Size verdiğim linki incelediyseniz bu soruya da net cevap veriyor orada.

Yanlış anlamayın namaza karşı birisi değilim. Lakin hem bu sitede, hemde bahsettiğim sitede ayrıntılı açıklamalar mevcut.

Bir de bu konuyu "namaz" la ilgili bir başlıkta hasbihal eylersek daha münasip olur diye düşünüyorum.

Selam ve saygılar

gerçek hanif
17. March 2011, 08:54 PM
Değerli Gerçek Hanif

Size verdiğim linki incelediyseniz bu soruya da net cevap veriyor orada.

Yanlış anlamayın namaza karşı birisi değilim. Lakin hem bu sitede, hemde bahsettiğim sitede ayrıntılı açıklamalar mevcut.

Bir de bu konuyu "namaz" la ilgili bir başlıkta hasbihal eylersek daha münasip olur diye düşünüyorum.

Selam ve saygılar

sevgili Miralay,

verdiğiniz linki okudum.önce teşekkür ediyorum.
Okuduğum yazıda katıldığım yerler var elbette.Ancak Temel konumuz " Namaz "olunca bir çok yerde zorlama teviller yapıldığını gördüm.Bu yazının tam isabetli olduğunu düşünmüyorum.
Yazıda tam olarak salatın ne tür şekilde yapılacağını bize net biçimde sunamıyor.Ben derim ki salat'ın nasıl yapılacağını Peygamber (s.a) bize anlatmış.Ömer-Ebubekir-osman -Ali (R.A.) onlarda peygamberden gördğünü yapmış.Ebu hanife-imam malik-Ahmet bin hanbel saymaya gerek yok anlaşıldı sanırım.
Emevi zorbalığına baş eğmeyenlerde bize salatı doğru anlatmışlar.salat'ın ben tümden şekilsel olduğuna inanmıyorum.Ancak Namaz mütavatirdir.içindekiler yada sayısı tartışılmış olsa bile.Vakti zamanında peygamber a.s. salatı iyi anlatmış ancak anlamak isteyenler bunu anlayabilir.

Hz Ali Namazda öldürüldü diye tepkisel olarak namaz yoktur diyenler olduğu gibi Ali (r.a) bizim yerimize namazları kıldı, son namazı Ali (r.a) kıldı diye görüş tutturanlarda var.Ben böyle düşünmüyorum.Vesselam.

gerçek hanif
18. March 2011, 09:19 AM
Miralay dost ,
Verdiğiniz Linkten alıntı :
" Yadsınamayacak gerçek şu ki, Kuran’da hangi namazın hangi biçimde kılınacağı bildirilmediği gibi[1] namazların kılınma biçiminin kimden veya nereden öğrenilmesi gerektiği noktasında da başvurulacak bir kişi/yer bildirilmemiştir"

Peki ozaman ,Kur'anda ,sünnet'te,İctihadda,Tüm yapılan ictihadların birleşmesiyle ortaya çıkan İcmâ'da var olanın islamda'da var olduğunu kabul etmeyecekmiyiz.

Etmiyeceksek ozaman; Namaz yok -oruç yok -Kurban yok -Hac yok -Abdest yok-zekat yok-Bayram yok Hatta Hz Muhammed (s.a.) de yok.(Çünkü bu durumda ne gerek var )
Sadece kur'an vardır mı diyeceğiz. ( oda Şimdilik) Bu mantıkla düşünürsek sıranın ona gelmesi de çok yakın gözüküyor.Vesselam.

Not: sevgili Miralay bu yazdıklarım sizin üzerinizden değildir.Lütfen alınmayınız.Okuduğum Link'e göre cevap yazıyorum.Esenlikle.

Miralay
18. March 2011, 12:02 PM
Selam gerçek hanif kardeşim

Hassasiyetinizi takdirle karşılıyorum.
Savunduğunuz tezler çok haklı nedenlere dayanıyor.

Öncelikle kendi kıt ilmimle size cevap vermeye çalışayım inşaAllahü teala. Sanıyorum ki,sizin ilminiz benimkinden daha ziyade görünüyor. Akıl akıldan üstündür. Size saygı duyarak, sohbet tadında size arz edeyim.

Bu yazdıklarım araştırmalarım sonucu şahsi kanaatlerimi gösterir. Sadece şahsımı bağlar. Daha doğru bilgi edindiğim kanaatine varırsam, tabii ki belki de sayenizde doğruyu bulmuş olurum. Bu bile acizane benim için kardır.

Daha önceki yazılarınızda tevatürden bahsetmiştiniz. Pekala bu tevatürlerle gelen rivayetlerin hiç mi kırılma noktası olmamıştır? Yani elçinin hayatında düzgün işleyen sistem, bir kırılma anında değişime uğrayıp, o tarihten itibaren bu değişim tevatür haline gelmiş olamaz mı? Bilirsiniz bir topluma alışkanlık kazandırılan bir eylem artık tevatüre dönüşür. Sosyal psikolojide örnekleri çoktur.(Hatta bir atasözüyle örnek vermek gerekirse; "Bir delinin kuyuya attığı taşı kırk akıllı çıkaramaz" derler.)

Kur'anın tevatüren doğruluğu tartışmasına gelince...
Tesbitinize hak veriyorum. Şu anda elimize ulaşan mushafın diziliş olarak orijinalliğinden şüpheliyim. Mana olarak değişime uğramadığına inancım sağlamdır. Ama malesef dizilişi farklı olunca tabiki anlam kaymaları ister istemez olur. Kur'an mütevatürlerinin, namaz mütevatürlerinden az olması bence Kur'anın sağlamlığına gölge düşürmez.
Zira dünyanın neresine giderseniz gidin, kasten dahi Kur'anın bir ayetini bile farklı okusanız; oradaki hafızlar tarafından hatanız hemen yüzünüze vurulur ve doğrusu size talim ettirilir.
Halbuki namaz öyle değildir. Dünyanın çeşitli yerlerinde mezheplere göre farklı namaz kılış şekilleri mevcuttur. Buna da kırılma noktaları sebep oluyor kanısındayım ve ben bunda dini bozma ve içini boşaltma adına kasıt ararım.

Miralay
18. March 2011, 12:12 PM
Geçenlerde Sayın Mustafa İslamoğlu beyin videosunu izledim.
Kendileri sünneti ve tevatürü, daha doğrusu namazı savunurken ilginç bir tez ortaya attı. Ben şahsen buna güleyim mi, ağlayayım mı karar veremedim.

Tezi şöyledir efendim. Dilerseniz arz edeyim.

"Resulullah namaz kılarken orada hazır olan cemaat, resul nasıl namaz kılıyorsa taklid ediyordu. Tabii en arka saftaki kişi namaz esnasında hafifçe eğilerek, resulün namazına bakıp aynısını yapmaya çalışıyordu. Bu da önde namaz kılanla,arkada kılan arasında farklılıklar meydana getiriyordu. Tevatürdeki farklılıkların nedeni bu yüzden oluyordu." mealindeki açıklamasından ibaretti.

Bu mudur abicim? Eğer gerçekten namaz varsa; ki huşu içerisinde olması gereken bir namazın, özellikle sahabiler tarafından bu şekilde kılınabileceğine inanıyor musunuz?

Ayrıca bu kadar önemli olan namaz eylemi tektip bir talimle sahabelere öğretilemez miydi?

Eğer gerçekten şekli olan bir namazdan bahsedeceksek, öyle katı kurallar ve kaideler zincirine bağlı olmayan serbest bir şekilsellik vardır. Bence resul bu konuda sahabeyi serbest bırakmıştır. Kur'anda namazdan enine boyuna bahsedilmemesinin nedeni bu olabilir diye düşünüyorum. Yani "kulum sen bana yaklaş ta, nasıl yaklaşırsan yaklaş" tarzı bir ifadeye rastlamak mümkün gibi görünüyor. Yoksa ellerin,ayakların,belin şekli şemali Kur'anda detaylı anlatılırdı.

Miralay
18. March 2011, 12:42 PM
Nebi-resul olayına nasıl baktığıma gelince, şöyle arz edeyim. (Lütfen okuyunca bana kızmayınız)

Öncelikle Allahü zülcelal hazretleri, vahyini tebliğ etmek üzere elçilerini yolluyor. Onların görevi, kendisini gönderenin emir ve yasaklarını içeren fermanı insanlara tebliğ etmek.
İkinci görevleri ise; Furkan Suresi 30. ayette de göreceğimiz üzere, aleyhimizde şahitlik etmek. Yani rabbülaeminin huzurunda;"Rabbim! ben tebliğ ettim;görevimi yaptım. Fakat kavmim senin fermanını dışladı,önemsemedi." diyerek, hem görevlerini yaptıklarının dolayısıyla yüzleri apaydınlık bir şekilde, hiçbir itirazı kabul etmeyerek, tanıklık edecekler.
Üçüncü görevleri ise, insanlara güzel örnek olmaktır. Zira rabbimiz isteseydi bize meleklerden nebi-resul gönderirdi. Aramızdan birilerini gönderek; bize yaşantısıyla güzel örnek olmalarını sağlamıştır. Zaten resulun hayatı Kur'andan ibarettir. Onlarda Kur'anda ne yazıyorsa aynısını tatbik etmişlerdir. Malesef ahirete intikal ettiklerinde halk tekrar bozuma uğramıştır.

gerçek hanif
18. March 2011, 01:53 PM
sayın Miralay ,

Yazılarınızı okuduğum kadarıyla bir çok görüşünüze katılıyorum. Değerli buluyorum. Allah ilminizi daim etsin.Akıl akıldan üstündür derler.
Benim sizin kadar arapça bilgimde yoktur.Ancak şunua kaniyim ki ( sizi tenzih ederek ) Arapça bilgisi ile diğer islami bilgilere sahip insanların içindende art niyetli olanı çıkabiliyor.Ayetleri çarpıtıp mesnetsiz tevillere gidebiliyor.Şimdi Tıp ilmini düşünelim.Öğrenci Tıp eğitimi alıyor sonra doktor oluyor hasta muayene ediyor.Doktorların büyük ekserisi hastayı ilaç yada ameliyat ile tedavi ederken biriside çıkıp ( Doktor) ben hastayı ameliyat etmem,ilaçta vermem hipnozla iyi ediyorum diyebilir.Bu doktorun uygulama şekli geneli ne kadar etkiler ,bağlar ? şimdi bütün doktorlar ilaçla tedaviyi bırakıp ,ameliyat yerine hipnoz için mi çalışsınlar.Tıbbın doğuşu Hipnoz olmadığına göre...Bunu nasıl dayatacaksınız ?

Maide suresi -6 : Ey iman edenler ! Namaz kılmaya kalktığınız zaman ,yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın.Başınızı meshedin,iki topuğa kadarda ayaklarınızı yıkayın....ayet böyle devam ediyor..


Peki Namaz kılanlar kur!andan salatı böyle anlayıp abdest alıyor ve namaza durup kuran okuyor,iblise değilde Allaha secde ediyor,Yani salatın pratikteki uygulamasını böyle yapıyor.

Şimdi Namaz düşmalığı yapanlar ( sizi tenzih ederim ) salat için ,Günde 3-5 kez abdest alıpta salatlarını nasıl icra ediyorlar ?Namazı iptal edenler bunun yerine ne koyuyorlar ?selam ve dua ile .

Miralay
18. March 2011, 02:15 PM
Allah razı olsun değerli kardeşim. İnanın, öncelikle övgülerinizi haketmiyorum. Arapça bilgim belki sizden bile azdır. Sadece Kur'anı okurken mantık mekanizmasını sonuna kadar zorluyorum. Hangi meal,tefsir,makale akla mantığa ve de Allah'ın vermek istediği mesaja uygun düşüyor; ona bakıyorum. Tabii ki beşer olarak hatalı da olabilirim.

Bu sitede namazla ilgili güzel bir tabir kullanılmış. İlk başlarda pek anlamamıştım ama daha sonra benimsedim. "Tazarrulu niyaz" yani alçalarak, tevazu ile Allah'a yakarma. Bu farsça (ya da urduca) namaz kelimesinden daha iyi durumu anlatıyor gibime geliyor.

Ben öyle namaz hocalarında bahsedilen gibi kurallı kaideli olmasa da, namaza benzer bir eylemi resulullah'ın yapmış olabileceğine inanıyorum. Ama "salat" ile "namaz"'ı karıştırmamız gerekiyor. Allah'ın emri olan "salat" ,topyekün toplumca kalkınmayı,müslümanların yerzüzünde ezikliğini ortadan kaldırıcı çok önemli bir etkendir.

Salat, etken
Namaz, edilgendir.

"Kıl beşi,bitir işi" , "Hele şu namazımı kılayım da borcumu ödeyeyim" zihniyeti Allah'ın emri olamaz.

İlaveten, yukarıda bahsetmem gerekiyordu ama, tevatür her zaman bir şeyin hayırlı olduğunu göstermez. Bahsettiğim kırılma noktası, belki hayırla başlayan bir eylemin şer ile bitmesine ve bu şekilde yaygınlaşmasına da sebep olabilir.

Sözün hülasası; Kur'anda etraflıca anlatılmayan ve sağlam bir tarifi yapılmayan, uygulamada mezhep ve görüşlere göre farklılık arzeden bir şekilsel namaz her zaman inananların kafasını bulandıracaktır. Kıyamete kadar da soru işaretleri artçı depremler halinde devam edecektir.Saygı,selam,dua ve muhabbetlerimle

gerçek hanif
18. March 2011, 05:58 PM
Miralay kardeşten alıntı:

" Bu sitede namazla ilgili güzel bir tabir kullanılmış. İlk başlarda pek anlamamıştım ama daha sonra benimsedim. "Tazarrulu niyaz" yani alçalarak, tevazu ile Allah'a yakarma. Bu farsça (ya da urduca) namaz kelimesinden daha iyi durumu anlatıyor gibime geliyor."
Eyvallah kardeşim.

Deki :İster inanın ona ,ister inanmayın.O kendine daha önce ilim verilmiş olanlara okunduğunda ,onlar, çeneleri üstü secdelere kapanıyorlar.isra -107

Miralay dost , katkıların için teşekkür ediyorum.sayenizde bilmediklerimi öğrendim.verdiniz bilgiler benim için tatmin edicidir.Müsadenizle isra -107 ile son noktayı koymak istiyorum.Esenlikle.

Miralay
18. March 2011, 06:08 PM
Ben teşekkür ederim Gerçek Hanif kardeşim. Özellikle kullandığınız nazik üslup için.
Bilmukabele ben de acizane sizden çok şey öğrenme şerefine nail oldum kardeşim.
Allah razı olsun.

Verdiğiniz ayet (İsra 107) bile tevatür olayını ortadan kaldırıyor. Siz son noktayı koyarken gerçekten çok aydınlatıcı,kısa,öz bir biçimde hedefin tam ortasından isabetle, durumu izah etme lütfunda bulundunuz.

Tekrar tekrar Allah razı olsun güzel kardeşim.

Selam,saygı,dua ve muhabbetlerimle.

pramid
18. March 2011, 09:21 PM
bir çok kul , mecidi haramdan mescidi aksaya gitmiştir.

halilim
25. March 2012, 08:48 PM
Allahım ma binlerce şükürler olsun bu sitede ki akıllı bilgili kullarını sen koru yarabbimmmmmmmmmmmm

halilim
25. March 2012, 08:48 PM
Gerçek anlamda bilgileniyorum sagolasınız kardeşlerim

halilim
25. March 2012, 08:51 PM
sali peygamber ve rivayet ve tefsircilerede veya mealden okudugum deveyi kayadan çıkardı yazısı ne derece gerçek lütfen yardım

hiiic
25. March 2012, 09:35 PM
Tek bildiğim; kayadan deve çıkmaz. Çıkar diyen ve buna iman eden kişi "aklını kullanmayanlar" zümresindendir. O ne kötü zümredir, hareket eden canlıların ne kötüsüdür.

Burada da mecaz anlatım var. Arapça anlatım ve deyimlere vakıf olamadığımız için anlatılmak istenen şeyi açıklamak bana güç gelir. Ama rabbim içime kendisine götüren bir fıtrat bir anlayış vermiştir ki onunla eğri (hatalı) ile doğruyu hemen hemen ayırt edebilmek çok önemli.

Deve: Kamusal alandan yararlanan tüm canlılar.
Taş: taşlık kıraç bir alan, oradan çıkan ve kendisine su, besin arayan canlılar var.
Su: Kamusal fayda sağlayan mal ve hizmetler.

Kıssas: Kamussal alandan sadece kendinize değil, tüm canlıların hakkını gözeterek hizmette bulunun. Çevreye zarar vermeyin. Yoksa ceza bileti kesildi mi artık geri dönüş olmaz.

Kıyas: Organik tarım v.s.

gibi.

Muhammet peygambere bu kutsal ayetleri vahyeden yüce Allah, bu aciz kullarının kullandığı akıl ve vicdana, üstelik kendisine ulaşmak, temizlenmek ve doğruyu aramak için can atan kullarına mı ilham vermeyecek.

galipyetkin
27. March 2012, 02:54 PM
Isra 1 ve 2'ye değişik bir bakış açısı.

Surenin 1. ayeti, Peygamber'in Medine'de "mescid-el haram sosyal ve ekonomik yaşamı" tatbik ederken, düşünceleri içinde bir meselesi bulunduğunu ve kafasının karışık olduğunu, karanlıklar içerisinde kaldığını, bir meseleye çözüm getiremediğini, bu da ''bir gece'' ifadesi ile açıklanmakta ve bunun da/problemin de ''mescid-i aksa" diye (tıpkı mescid-i haram gibi) adlandırılan bir "ekonomik ve sosyal yaşam'' olduğu ve ''yürütülme'' ifadesi ile de peygambere bu sure ile bu yönde/mescid-i aksa hakkında bilgi aktarıldığı anlatılmaktadır.

Peygamber'in çözemediği, anlaşıldığına göre şu: Yeni ümmete Allah ''mescid-el haram''ı, yani İbrahim Peygamber'in bekkede yani etrafı bereketli olmayıp da içeride/beyt içinde bereketli/kendi güçleri ile üretime dayalı kollektivist ekonomik ve sosyal yaşam tarzı olan ''beyt-el atiyk'' sistemini empoze ederken, evvelki ümmet Yahudiler neden bu sisteme uzak, bu sistemle alakası olmayan,çevresi bereketli yani kendileri değil de başkalarının emek vermesiyle yetiştirilenleri toplamaya/satın almaya-satmaya yarayan, yani emeğe değil paraya dayanan liberalist-kapitalist bir sistemle yönetilmektedir?(mescid-i aksa ile bu mescidin bulunduğu Kudüs, o devirde Kudüs Yahudilerin merkezi olduğundan Kudüs ile de Yahudi'ler, dolayısı ile Yahudiler'in uyguladığı kapitalist ekonomik ve sosyal düzen kastedilmektedir. Kıble değişikliği yani Peygamber'in Madine'de uyguladığı Mekke Mescid'il haramda uygulanan kollektivist olan ekonomik ve sosyal yaşam tarzını, Kudüs'te Yahudilerce uygulanan kapitalist bir yaşam tarzına dönüştürme söylentileri de bu sebepten çıkmış olmalı-Bakara:73-74)

İşte bu sure ile Peygamber geceden gündüze, karanlıktan aydınlığa/bilgiye ulaşmış, Peygamber için bir sır olan mesele de bu sure ile açılmış ve aşılmıştır. Şöyle:

Surenin 2. ayetiyle Musa Peygamber'e "de" denilerek talak/yani Kudüs'te Yahudilerin kendi arzu ve istekleriyle yürürlüğe koydukları ayrımcı kapitalist-liberalist sistem değil, islamın ekonomik ve sosyal yaşamı olarak ''beyt-i atiyk''/İbrahim Peygamberin "beyt" dediği "havra (İsa Peygamber'e "manastır", Muhammed Peygamber'e ise "mescid" ismi verilmiş olan) kollektif ekonomik ve sosyal yaşamı"nın emredildiği anlatılmıştır.

Ama Musa kavmi bu şartlara/havra yaşam şartlarına uymadı ve ibadetleri esas alarak değil, ferdiyetçi bir yaşam sürmek için ibadeti günlük hayatlarından çıkarıp mabetlere hapsederek sadece mabette şekil olarak yerine getirilen bir yaşamı sürdürdüler, ibadeti yaşamlarından çektiler. Hak din ekonomik ve sosyal yaşamını, düzenini inkar eden tavırlarıyla hak dinin secde türü ''beyt-ül atiyk''ten yani İbrahim peygamber'in kurdüğü meclis/mescid/toplum'un kollektivist sisteminden uzak kaldılar. Bu durumları da 2. ayette açıklanır. Çünkü bu ayette Musa Peygamber'e ''kitap'' verilip ''hidayet'', yani doğru yol olan kollektivizm verilmiş ve ''benden başka vekil tutmayın'' denilmiştir. Buna rağmen Yahudiler ''kral '' istemişler, böylece asliyeti/kişiliklerini terk edip de kralın himayesine girerek ayrımcılığa/şirke düşmüşler ve Allah da onlara Süleyman gibi krallar vermiştir.

Bu durum bir sitede şöyle açıklanıyor. ''Ey yeni ümmet! Siz bizim Yahudilere liberalizmi secde biçimi olarak serbest ettiğimizi mi düşünüyorsunuz? Onlar ''Beyt-ül Atiyk'' azimetini ret etti, biz de peki öyle olsun dedik. Ama gayba ilişkin ilmimiz nedeniyle onlara başlarına gelecek fitne ve ifsat gazabını da haber verdik.(ve dedik ki) Peki öyle olsun ama siz asla Allah dininde muvaffak olamayacaksınız, çünkü Allah'ın dini, fitne ortadan kalkıncaya kadar gayret etmektir. Oysa sizin razı olduğunuz azimetten uzak boyun eğme türünde fitne ve ifsat zaten bu yolun ayrılmaz unsurudur.'' diye ikaz ettik. Yani; Ey Muhammed size, kollektivist bir ekonomik ve sosyal yaşam tarzı olan ''mescid-el haram''ı yaşamınızda hep birlikte yönelinecek kıble yapışımız bir istisna değil, hak dinle batıl dini/kabul edilemeyecek ibadetleri ayırmamız içindir. Bu insanlık tarihi kadar eskidir. Uzak secdeye (Yahudilerin uyguladıkları ayrımcı sistem olan liberalizme/kapitalizme) heves etmeyin, o hüsrandır. "Mescid-el haram yaşam biçimi" üzerine kulluk edenler en sağlam olan ''Allah'ın ipi''ne sarılanlardır, onlardır sözü tutanlar, Allah dışında(krala, padişaha, şeyhe, şıha, hacıya,hocaya) vekalet vermeyip (Bakara-l04) işleri el-birliği ile asliyeten/bizzat yapanlardır.

İşte ısra kelimesi Yahudilerin gizledikleridir; sırlarıdır. Yani münafıklıklarıdır. Allah insanı hidayete erdiren şeriatının/rızık kaynaklarına ulaşmanın hak yolunun ''haram üzere ekonomik ve sosyal yaşam şekli (secde)'' olduğunu Peygamber'e açıklarken bunun ''Salat'' olduğunu, salatta en makbul ve ideal şeklinin manastırda/havrada/mescidde yaşanan mülkte iştirak şeklinde misak olduğunu ve Tevrat ile emredilenin de dini Kayyime nitelikli -haram üzere- olduğunu Resullullah'a ''hidayet'' ifadesi ile açıklıyor. Demek ki ''Aksa'' türü ubudiyet Allah'ın emri değil de azimetin, hidayet yolunun kişilerin kendi inisyatifleri ile terkiyle ruhsattan sapmak olduğunu, Manastır ve havradan yani esastan ayrılarak aristokrasi, oligarşi, liberalist kapitalist fitne ve fesat düzeninden kurtulunamadığını anlatıyor. Demek ki Aksa türü ubudiyet Allah'ın emri değil, onların razı oldukları/rıza gösterdikleri/itiraz etmedikleri yaşam biçimidir. Yani esir edeni ve esir olanı olmayan, birlikte hürleşilen ''cami'' olmak,cemaiyyun (kollektivizm) tavsiye edilmişti; ama Onlar saptılar. İnsanın elbirliği ile yapması gereken yönetme, üretme, dağıtma vs.. işlerini azınlık olan bir bindirilmiş/donanımlı meleler(para babaları/kapital sahipleri) takımını vekil ettiler. Allah'ın uzak secde etme türü dediği her zaman ayak kaydıracak yer olan ''Dırar türü secde'', Tevbe-107. ayette ikaz edildiğimiz durumdur. Halbuki onlara mülkte iştirak içinde yaşamak emredilmişti.

Sonuç olarak Açıklanan sır/esra/isra şudur:

1-Ayrım yapılmadan bütün ümmetlere Beyt-ül Atiyk/İbrahim Peygamber'in esasen (insanlığın en başından beri) var olan temelleri yükselterek kurduğu "kollektivist ekonomik ve sosyal sistem"i emredildi.

2-Yahudiler bu hak yolu terk ettiler ve talak-ayrımcılık- yolunu benimsediler.

3-Hak dinin orijinal şeriati ''Haram/iştirak'' üzeredir.

4-Biz, onlar diğerini reddedip, Dırar yanlısı olunca, vahiy olarak bildirdik ki, bu sizin helakınız olacaktır. Çünkü içi bereketli(üretime dayalı) kollektivist sosyal ve ekonomik sistem olan ''mescidi'l haram'', yani "mülkte iştirak halinde toplumsal yaşam" hem fitneyi hem de ifsadı önleyen tedbirdir. Siz bunu reddettiniz,
ama fitne ve fesadı yok edecek önlemi ret etmiş olmakla bunun sonucunda gazaba uğrayacaksınız diye de yazdık.

Ayetlerin açıklaması bu.

Fakat isteyen Peygamber'i Burak adlı bir ata bindirir, Allah'ı hapsettikleri 7nci kat gök yüzüne Allah'ın huzuruna çıkarır (namaz ile de kendileri çıkar); Allah ile namazın rekatları ile pazarlık yaptırır, diğer peygamberlere namaz kıldırtıp imamlık yaptırtır, ve 8 Km. gidiş, 8 Km.geliş bir namaz/kutsal yer icadı için Cirane vadisine gönderir.

(Adalet ve rahmet sitesinden faydalanılmıştır.)
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Zinedov
25. August 2012, 07:46 PM
İsra-1’in Muhammed Peygamber ile ilgisi yoktur.

Detaylar için tıklayınız:
http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2882