PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Ebu Zer’den zamanın Ka’bu’l-Ahbarlarına...


Eren Erdem
26. January 2011, 01:26 AM
Ebu Zer’den zamanın Ka’bu’l-Ahbarlarına...

Kendi internet sitesinin soru-cevap bölümünde, akıl ve vicdan yoluyla, zulüm ve haksızlıkların farkına varmış olan bir kardeşimizin sorduğu soruyu, dinin afyon yüzünü öne çıkararak cevaplayan “din adamı”na...

SORU:

Faiz ile kira gelirinin farkı:

Kuran-ı Kerim faizi kesin bir dille yasaklıyor ve biz de inanan insanlar olarak bunu kayıtsız şartsız kabul ediyoruz. Kendi adıma kendi iradem ile faize bulaşmıyorum.

Aynı şartlarda hayata başlamış iki insan düşünelim hocam. Her ikisi de 15 yıl çalışmış ve her ikisi de 100'er milyar TL biriktirmiş.

Birisi bir daire alıyor, onu kiraya veriyor ve her ay 1 milyar TL kira geliri elde ediyor. Diğeri bankaya yatırıyor her ay 1 milyar TL faiz kazanıyor.

Neden İslamiyet’te ilk örnek günah değil? Kiraya veren de kiraya verdiği tarihten itibaren emeksiz bir kazanç elde etmiyor mu? Üstelik faizde anapara sabit kalırken (hep 100 milyar TL) diğerinde bir de mülkün değer artışı yok mu?

CEVAP:

Soruda nitelikleri açıklanan iki kişi meşru yoldan para kazanıyorlar. Her ikisi de belli bir miktar (soruya göre yüz milyar) kazandıktan sonra artık çalışmamaya, kazandıkları paranın geliri ile geçinmeye karar veriyorlar. Ancak bunlardan biri İslam'da haram olan faiz geliri ile diğeri ise helal olan kira geliri ile geçinmeyi tercih ediyor.

Eğer çalışmadan, sermaye (akar, birikim vb.) sayesinde para kazanmak caiz olmasaydı, sermaye-emek ortaklığından para kazanmak da haram olurdu; hâlbuki öyle değildir; sermaye bir taraftan, iş ve emek diğer taraftan olmak üzere ortak ticaret ve üretim yapılabilir, taraflardan biri (mesela yüz milyarın sahibi) çalışmadan, diğeri ise sermayesi olmamakla beraber çalışarak para kazanmaktadırlar. Ama burada dikkat etmemiz gereken bir incelik var: Eğer mudarebe ortaklığı kâr değil de zarar ederse, sermaye sahibi zararın tamamını üstlenir, emek ve teşebbüs sahibi zarara iştirak etmez, yalnızca emeği boşa gitmiş olur. Eğer bu ilişki ortaklık ilişkisi değil de müteşebbisin (girişimcinin) bir kişi veya bankadan faizli kredi alması şeklinde olsaydı ve teşebbüs zarar etseydi ne olacaktı?

Sosyo-ekonomik yönden faizin kira gelirinden önemli bir farkı da, bu ikisinin yoksullar ve açlara farklı etkisinde görülür. Faizli kredi ile mal üreten, ticaret yapan bir şahıs maliyete faizi de yansıtmak mecburiyetindedir; bu da piyasaya sürülecek malın faizi oranında pahalı olmasına ve faizin dar gelirli çoğunluğun kesesinden çıkmasına sebep olmaktadır. Kira bedeli ise doğrudan ve pahalılığa yol açacak ölçüde maliyete yansıtılmaz, çoğu kez üretici ve tüccarın kârından ödenir.

Fazla uzatmamak için tamamını almadım, dileyen bu adresten cevabın tamamına bakabilir: (http://www.hayrettinkaraman.net/yazi/hayat2/0278.htm)

Her kelimesinde zenginlerden ve çıkarcılardan yana tavır sergilemesine bir anlam veremediğim âlim efendi, bana yüzyıllardır, gariban ve mazlum insanların sırtından geçinen, sermayeleriyle işçilerin, kiracıların, garibanların emeklerini çalan hırsızları fetvalarıyla temize çıkarma gayesi güden “din adamları”nı hatırlattı. Tarih boyunca siyasi ve iktisadi tağutların (iktidarların ve zenginlerin) halk nazarında meşrulaştırılması görevini çıkarcı din adamları üstlenmiştir. Siyasi iktidarlar zenginlerle bir araya gelerek, insanların başını tutar ve bellerini bükerler. Bunlar fakirlerin, işçilerin, kiracıların ceplerini boşaltırlar. Bu arada iş birlikçi din adamları da toplumun kulağına şöyle fısıldarlar; “Sabredin, bunlar Allah’tandır, dünyanın değersiz süsleridir. Çünkü Allah kimine bolca dağıtmış, kimine de az vermiştir. Sabredin ve bu durumunuza şükredin. Zaten dünya malı dünyada kalır.” Ne yazık ki, aynı safsatalar bugün de dillendiriliyor.

Cevabında “kazandıkları paranın geliri ile geçinmeye karar veriyorlar” cümlesiyle paranın, biriktirilmesini ve gelir getiren bir metaya dönüştürülmesini meşrulaştıran âlim ilk ihanetini sergiliyor. Oysa Allah, Kur’an-ı Kerim’de para biriktirmeyi yasaklarken, paranın bir sınıf arasında dönüp dolaşan meta olmasını ve tüm toplumun faydalanması gereken nimetlerin özelleştirilerek sahiplenilmemesini emrediyor.

“…Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar cehennem ateşinde yakıldığı gün alınları, böğürleri ve sırtları o biriktirdikleri ile dağlanacak, “bu kendiniz için bencilce biriktirdiğinizdir, biriktirdiğinizi tadın bakalım” denecek.” (Tevbe 34-35)

Kenz, biriktirilen, yığılan, dolayısıyla ihtiyaçtan fazla sahip olunan mal anlamına gelir.

Eğer ihtiyaçtan fazlası toplumun yararına olacak şekilde infak edilmezse, ihtiyaç için tüketilenler de haram olur.

İhtiyaçtan fazla para, sermaye, mal biriktirmemeyi emreden ve yığmayı yasaklayan birçok hadis vardır. Onlardan birisi, Abdurrezzak'ın Hz.Ali’den "Altın ve gümüş yığarak biriktirip de Allah yolunda infak etmeyenleri…" ayeti hakkında rivayet ettiği hadistir. Peygamber şöyle söylemiştir:

“Allah, altın ve gümüşü helak etsin..." Sahabe: "Peki ya Resulullah, hangi malı edinelim?" deyince: "Zikreden bir dil, şükreden bir kalp, dininde kendisine yardım eden Saliha bir eş" buyurdu. Sonra Allah, mal biriktirenlere uygulanan azap çeşidinden haber vermektedir: Toplayıp biriktirdikleri malların, cehennemde tutuşturulup alınlarının, böğürlerinin ve sırtlarının yakılması… Özellikle bu organların zikredilmesiyle, “onların servet temin etmek için insanlara yüzleriyle yöneldikleri, fakirlere bir şey vermemek için ise asık surat gösterdikleri, aldıkları nimetlerden yanları ve sırtları üzere yatarak yararlandıkları” tasvir edilmiştir. Demir aletle yüzü dağlamak çok meşhur ve çok kötü, sırtı ve böğrü dağlamak daha elem verici olduğu için bu şekilde örneklendirilmiştir. Melekler tarafından onlara: "İşte bu, kendiniz için toplayıp sakladıklarınız, artık o istifçilik ettiğiniz şeylerin acısını tadın bakalım" denir. Bu, bugünkü Müslümanların afetidir... Çünkü onlar, mal toplayıp Allah yolunda, ümmet ve toplum yararına sarf etmiyorlar.

Müslim, Sahih'inde Ebû Hureyre'den şöyle rivayet eder: Resulullah buyurdu ki: "Malının fazlasını vermeyen kimse için kıyamet gününde ateşten levhalar hazırlanmıştır. O levhalar üzerinde böğrü, alnı ve sırtı dağlanır, insanlar arasında hüküm verilince ona da yol görünür..."

Devamında “helal olan kira geliriyle geçinmeyi tercih ediyor” derken, bu konuda tarih boyunca herhangi bir peygamberden ya da kutsal kitaplardan örnek getiremeyeceğinin farkında olmasına rağmen âlim efendi kirayı da meşrulaştırıyor. Oysa peygamber, Cabir’den rivayet edilen hadisinde şöyle buyurmuştur:

“Bizden bazı kimselerin ihtiyaçlarından fazla arazileri vardı. Onlar: "Biz arazimizi üçte bire veya dörtte bire veya yarıya kiraya verelim" dediler. Bunun üzerine Aleyhi’s-Salâtu vesselam: "Kimin arazisi varsa bizzat eksin veya bir kardeşine bağışlasın; ne ücret mukabili versin ne de kiraya versin!" buyurdular.” (Kütüb-ü Sitte-Muzaraa Bâbı)

Sonrasında emek-sermaye ortaklığının yani parası olanın yattığı yerden çalışanın emeğine ortak olabileceğinin helal olduğunu ifade ediyor, zarar durumunda biriktirdiği paralarla yan gelip yatarak kâr elde eden adamın sermayesinin azalmasını büyük bir kayıp olarak ifade ederken, işçinin emeğini hiçe sayarcasına “sadece emeği boşa gider” diyor âlim efendi. Bu zat-ı muhteremin şu ayeti yüzlerce kere okuduğundan eminim:

“İnsan için emeğinden başkası yoktur” (Necm, 39), yani insanın emeğinden başkası kendisine helal değildir.

Cevabının sonunda insanın en temel yaşam hakkı olan barınmayı büyük bir ranta çeviren kira zulmünü iyiden iyiye toplumun hizmetindeymiş gibi göstermeye çalışan bu adam, “Sosyo-ekonomik yönden faizin kira gelirinden önemli bir farkı da, bu ikisinin yoksullar ve açlara farklı etkisinde görülür. Faizli kredi ile mal üreten, ticaret yapan bir şahıs maliyete faizi de yansıtmak mecburiyetindedir; bu da piyasaya sürülecek malın faizi oranında pahalı olmasına ve faizin dar gelirli çoğunluğun kesesinden çıkmasına sebep olmaktadır. Kira bedeli ise doğrudan ve pahalılığa yol açacak ölçüde maliyete yansıtılmaz, çoğu kez üretici ve tüccarın kârından ödenir” diyerek adeta yoksul ve açlarla alay edercesine, üretilen mallardan, ticaretten, piyasadan bahsediyor, kiranın üretici ve tüccarın kârından ödendiğini yazıyor. Yok, artık bu kadarı da fazla. Asgari ücret ödeyen üretici ya da tüccar dediğin patron, işçiye verdiği üç kuruşu da sahip olduğu gayri menkullerin kira geliri ile geri alıyor. Yoksul ve garibanlar ise aldıkları üç kuruşun büyük bölümünü kiraya vermek suretiyle ezildikçe eziliyor, zaten fakirlerin elinde o piyasadaki mallara harcayacak para dahi kalmıyor...

Yazıklar olsun “zamanın Ka’bu’l-Ahbarları”na... Selam olsun günümüzün Ebu Zerlerine…

Kur’an ne güzel söylemiş:

“Zenginler, mallarını arada fark kalmaz, eşit hale geliriz diye insanlarla paylaşmıyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar?” (Nahl, 71)

Muhammed Nur DENEK

http://www.adilmedya.com/makale.php?id=846