PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Cennet


dost1
1. October 2008, 01:46 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!

“Cennet” sözcüğü, “cinn” sözcüğü gibi “cenn” kökünden türemiş bir isim olup, sözcüğün esas anlamı; “gizlenmek, karanlıkta kaybolmak” demektir. Bitkilerin dal ve yapraklarıyla örttükleri toprak parçalarına cennet/ bostan denir ve çoğul hâli olan “cennat” ve “cinan” şekilleriyle kullanılır.

Dinî terim olarak ise cennet; peygamberlerin davetine uyarak, Allah`tan gelen Hakk Din`e inanan, salih ameller işleyen, Allah`tan sakınan kullar için ahirette hazırlanmış olan mutluluk ve mükâfat yurdudur. Bu cennetin farklı nitelikleri; hoş kokulu yiyecekler, gönlün hoşlandığı her türlü yiyeceğin varlığı, içinden nehirlerin akışı, bal ve sütten ırmaklar, emre amade kişiye özel hizmetçiler, ipek atlas giyecekler, altın ve gümüşten kaplar, sınırsız genişlik vs. ile birlikte, bunları kimlerin hak ettiği ve bunlara kimlerin kavuşacağı Kur`an`da hep açıklanmıştır. Ancak Kur`an`da, yukarıda sayılan niteliklerin birer sembol, örnek olduğu vurgulanır ve asıllarının daha muhteşem olduğu ima edilir (Ra`d; 35, Muhammed; 15, İnsan; 12-22). Ahiretteki mutluluk yurduna “cennet” adı verilmesinin nedeni, ağaçlarının ve gölgelerinin çokluğundan ötürü olsa gerektir.

“Cennet” kavramı ve inancının, Arapça`dan başka dillerde de, İslâm`dan başka dinlerde de yeri vardır. Ama biz konuyu, Kur`an`dan öğrenerek açıklığa kavuşturmak durumundayız.

“Cennet” sözcüğü, Kur`an`da sadece dinî terim olarak değil, sözcük anlamıyla da kullanılmıştır. Meselâ Âdem peygamberin kıssasındaki cennet, sözcük anlamındaki cennettir. Yani Âdem peygamber bu dünyadaki yeşili, bitkisi, ağacı bol bir yerde yaratılmış, orada iken Allah`ın emrine aykırı davranmış ve oradan çıkartılarak çöle indirilmiştir. Çünkü Kur`an`dan öğrendiğimize göre ahiretteki cennet bir ikram ve lütuf yurdudur, orada yasak olan ve günaha sokacak bir şey yoktur, o cennet süreklidir, ebedîdir:

Vakıa; 25:
Ne boş bir lâf işitirler orada (cennette) ne de günaha sokacak bir şey.

Vakıa; 32, 33: Bir çok meyveler arasındadırlar. Ne tükenir, ne yasaklanır.

Zühruf; 71:
Çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır. -Ve siz orada sürekli kalacaksınız.-

Duhan; 56:
Orada ilk ölüm dışında ölüm tatmazlar…


Halbuki Âdem peygamber ve eşinin yaşadığı cennette yasak ağaç vardır, kötülük eden ve vesvese veren şeytan (İblis) vardır ve bu cennet ebedî değildir. Nitekim İblis, yasak ağaca yaklaşma konusundaki vesveseyi ölümsüzlük vaadiyle vermiştir.

Kur`an`da, “cennet” sözcüğü, sözcük anlamıyla sadece Âdem peygamber ile ilgili ayetlerde değil, başka ayetlerde de kullanılmıştır.

Bakara; 265:
Allah`ın rızasını kazanmak ve kendilerini sağlamlaştırmak için infakta bulunanların (mallarını bağışlayanların) durumu kendisine bol yağmur isabet edip de ürününü iki kat veren, verimli topraklardaki bir cennetin (bahçenin) durumuna benzer.
Böyle bir bahçeye bol yağmur düşmese de bir çisinti, bir nem bile yetişir. Allah yapmakta olduklarınızı tam bir biçimde görmektedir.

Kalem; 17:
Haberiniz olsun ki, Biz onlara belâ vermişizdir (kesinlikle belâ vereceğiz), (tıpkı) o cennet (çiftlik, bahçe) sahiplerine belâ verdiğimiz gibi. Hani onlar, sabah olunca mutlaka onu devşireceklerine yemin etmişlerdi.
Kaynak;İşte Kur'an (Hakkı Yılmaz)

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

hiiic
6. July 2010, 03:53 AM
Yani?

bartsimpson
27. June 2015, 07:30 PM
Pek çok surede cennet "altından" ırmaklar akan bir yer olarak tanımlanıyor.
Biz 3 boyutlu varlıklar bir mekandan bahsedeceksek bu tanımlama için "içinden" ibaresini kullanırız.
Çünkü bizim ayaklarımız yere basar.
2 boyutlu düzlemlerdeki 3 boyutlu varlıklarız.
Referans ve destek vardır.
O halde bu tanımlamada "altından" ibaresi kullanıldığında, cennet havada yada boşlukta olan bir mekan ve aşağıda bir yerlerde de artık ırmak mı, kuyruklu yıldız mı, foton ışımaları mı her neyse bunların olduğu bir yer mi anlaşılmalı???
Gerçi boşlukta altında, üstüne, aşağı, yukarı, sağ, sol, gibi yön belirleyiciler de yoktur ya.

khaos
29. June 2015, 09:09 PM
Pek çok surede cennet "altından" ırmaklar akan bir yer olarak tanımlanıyor.
Biz 3 boyutlu varlıklar bir mekandan bahsedeceksek bu tanımlama için "içinden" ibaresini kullanırız.
Çünkü bizim ayaklarımız yere basar.
2 boyutlu düzlemlerdeki 3 boyutlu varlıklarız.
Referans ve destek vardır.
O halde bu tanımlamada "altından" ibaresi kullanıldığında, cennet havada yada boşlukta olan bir mekan ve aşağıda bir yerlerde de artık ırmak mı, kuyruklu yıldız mı, foton ışımaları mı her neyse bunların olduğu bir yer mi anlaşılmalı???
Gerçi boşlukta altında, üstüne, aşağı, yukarı, sağ, sol, gibi yön belirleyiciler de yoktur ya.

Belki de ruh bedeni terk ettikten sonra oluşturduğu sıfır hacimli yüksek yoğunlıklu enerji bir solucan deliği tarafından içine çekilip başka bir gezegene yada boyuta atlıyordur.
Belki de ruh un gideceği yer kirletilmemiş bir gezegen ve maddi hırsları geride bırakmış bir uygarlığın yanı olacak.
Bu günkü Bilim düzeyimizle ancak cüce galaksilerle beraber 6-7 trilyon galaksi olduğunu tahmin ediyoruz. Bu 6-7 trilyon galakside yüz milyarlarca yıldız ve daha da önemlisi trilyarlarca gezegen olduğunu düşünürsek yaşamın sadece bulunduğumuz gezegende olacağına inanmıyorum.

Saadettin Sipehsalar
29. June 2015, 11:01 PM
Konuya bir de ben farklı bir bakış açısından yaklaşmak istiyorum.
Esasında yaklaşmaktan da ziyâde farklı bir mecraya çekmeye ve düşünme etkinliği oluşturalım istiyorum.
Cennet'in bu dünya'da ya da bu gezegende farklı bir çekilde olacağını iddia eden felsefi ve kelami görüşler mevcut. Sizler bu konuda neler biliyorsunuz?

Bir de sayın üstad sanırım konunun devamı gelecek, ya da eksik kalmış. Belkide sonuç kısmıyla ilgili bir sıkıntı vardır?
"hiic" adlı kullanıcının dediği gibi ben de "yani?" demek durumunda kaldım.
Şayet devmaı var ise, harika bir yazı olacak eminim.

Esenlikler
Saadettin Sipehsalar

dost1
29. June 2015, 11:30 PM
Selamun aleyküm,değerli kardeşlerim,


Klâsik eserlere bakıldığında, Allah'ın erkeklere iltimas yaptığı ve kadınları ikinci sınıf insan olarak yarattığı şeklinde yanlış bir izlenim verdikleri görülmektedir. Oysa Kur'ân'da böyle bir ayrımın, iltimasın yapıldığını düşündürecek herhangi bir anlam bulmak mümkün değildir. Dolayısıyla, erkek egemen kültürlerin penceresinden bakarak kadına düşük konumlar biçen dinî görüşler Kur'ân'la özdeşleştirilmemeli, İslâm'a aykırı bu tür görüşler ihtiva eden meal ve tefsirlere de son derece ihtiyatla yaklaşılmalıdır. Âyetlerin anlamlarında çarpıtmalar bulunan bu tür eserleri, meal ve tefsir çalışması yapanların tümüyle erkek oluşuyla ilişkilendirmek mümkündür. Mümin kadınların bu alanda ortaya koyacakları çalışmalar, kadın konusundaki yanlış değerlendirmelerin tashih edilmesinde önemli yararlar sağlayacaktır.
Konumuzla ilgili tahlile, kesin olarak bilinmesi ve hiç akıldan çıkarılmaması gereken bazı noktaların vurgulanmasıyla başlamayı gerekli görüyoruz:
Fizikî ve biyolojik yapımız, üzerinde yaşadığımız dünya koşulları ile uyum hâlindedir. Meselâ, ışığı görebilmemiz için gözlere, yaşamımızı sürdürebilmemiz için akciğer, karaciğer, mide, böbrek gibi iç organlara, neslimizi devam ettirmek için de üreme organlarına sahibiz. Bütün bu sistemik yapılar, evrenin işleyiş yasalarına uygun olarak hayatımızı sürdürmeye hizmet eden bir tasarımı yansıtmaktadır. Oysa âhirette yaşam ve yaşam koşulları değişecektir. (Hicr Sûresi'nin 48. Âyetine bkz.) İster cennet ister cehennem olsun, âhiretteki koşulları, o yaşamın gerçeklerini bu dünya yaşamına uygun olan aklımızla, iz'anımızla, sezgimizle kavrayabilmemiz mümkün değildir. Bu sebeple, âhiretle ilgili olan hususlar [meselâ cennetteki nimetler] bize hep sembolik olarak, örnekleri gösterilmek suretiyle ifade edilmiştir (Ra'd Sûresi'nin 35; Muhammed Sûresi'nin 15. Âyetlerine bkz.) Zaten ahreti tasvir eden Âyetlerin tümüyle incelenmesinden, bizim oradaki yaşama uyumlu bir yapıda olacağımız, yani yeniden diriltildiğimizde bilmediğimiz başka bir şekilde inşa edilmiş olacağımız anlaşılmaktadır.
Kur'ân'ın açık ifadelerine göre; ölüm, hastalık, yorgunluk, açlık, susuzluk gibi kavramların hiçbirinin varlığı cennette söz konusu olmayacaktır. Orada nimetlerin yenmesi, içilmesi ihtiyaçtan değil zevkten, sefadan olacaktır. Rabbimiz oradakilere hiçbir kısıtlama getirmeyecek ve istedikleri her şeyi lütfedecektir (Fussılet Sûresi'nin 31. Âyetine bkz.) Cennette hiçbir yasağın olmadığını, oraya girmeye hak kazanmış müminlere istedikleri her şeyin verileceğini bildiren Âyetlere dayanarak denilebilir ki, cennette cinsel haz ve zevk isteyenlere de bu isteklerinin verileceğini düşünmek elbette ki mümkündür. Ama bu haz ve zevklerin tatmin aracı olarak orada da dünya hayatındaki eşler gibi, erkekler için kadın cinsinden, kadınlar için erkek cinsinden eşler verileceğini düşünmek yanlıştır. Çünkü Nîsâ Sûresi'nin 57. Âyetinde âhirette verileceği belirtilen eşler, konumuz olan Âyetlerde ve TûrSûresi'nin 20. Âyetinde bahsedildiği gibi, âhirete özgü ve orada yaratılacak olan eşler olup o eşlerin dünya hayatındaki eşlerle karıştırılmaması gerekir. Dünya hayatında birbirinden farklı inanç ve amelleri olan eşler, eğer hak etmişlerse, evlâtları, ana babalarıyla beraber cennete gireceklerdir (Ra'd Sûresi'nin 23. Âyetine bkz.) Ama cennetten sahnelerin anlatıldığı pasajlar iyi tetkik edildiğinde, cennetteki bu beraberliğin dünyadaki eş, ana, baba, evlât konumları ile değil, ahbap, arkadaş konumu ile gerçekleşeceği anlaşılır.
Ahretle ilgili Kur'ânî bilgilerin özet olarak tazelenmesinden sonra, konu ile ilgili tahlil çalışmalarındaki ikinci aşama Arap dilindeki bazı teknik ayrıntıların incelenmesi olmalıdır. Diğer birçok dil gibi, Arapça da sözcüklerinde müzekker [eril] ve müennes [dişil] ayrımı olan bir dildir. Meselâ Türkçede, ister kadın ister erkek olsun, üçüncü kişiler sadece O zamiri ile ifade edilirken, sözcüklerinde eril ve dişil ayrımı olan Arapçada üçüncü şahıs zamiri olarak erkekler için hüve, kadınlar için hiye sözcükleri kullanılır. Sözcüklerdeki eril dişil ayrımı Arapçada sadece şahıs zamirlerine mahsus olmayıp isim, fiil ve edat cinsinden tüm sözcüklerin yapısında görülmektedir. Ayrıca Arapçada eril dişil ayrımlı sözcükler kapsamında ele alınabilecek başka genel ilkeler de mevcuttur.
Bu ilkeler şunlardır:
• Tüm çoğul sözcükler dişil yapı ile ifade edilirler.
• Cansız nesneler genellikle mecâzen dişil kalıpla ifade edilirler.
• Kanun, tüzük, yönetmelik gibi toplumu ilgilendiren resmî yazılar hep eril ifadelerle yazılırlar.
Arapçanın bu kuralları, Arapça inmiş olan Kur'ân'da da aynen uygulanmış ve tüm çoğul sözcükler ve çoğul eşya isimleri dişil yapılarla ifade edilirken, topluma yönelik hükümlerde hep eril sözcükler kullanılmıştır. Ancak Kur'ân'da geçen bu ifadelerdeki erillik veya dişillik, sözcüklerin sadece dil tekniği bakımından gerekli olan bir şekil şartını ifade etmektedir. Bundan dolayı da o sözcüklerle ifade edilen varlıkların gerçek cinsiyetlerini göstermemektedir.
Meselâ, aşağıdaki Âyette "korunup sakınanlar" olarak çevirdiğimiz muttakîn sözcüğü "cem'i müzekker [çoğul eril]" bir sözcüktür:
(Bakara: 2–3)... bir kılavuzdur o, muttakîn [korunup sakınan erkekler] için. Ki onlar, gaybe inananlar ve namaz kılanlardır. ...
Eğer Arapçanın yukarda belirttiğimiz "topluma yönelik hükümlerin eril sözcüklerle ifade edilme kuralı" bilinmez veya dikkate alınmazsa, bu Âyetten korunup sakınanların, gaybe inananların ve namaz kılanların “hep erkekler olduğu" yolunda yanlış bir anlam çıkarılabilir. Aynı şekilde, yine bu kural bilinmeden veya dikkate alınmadan Müminûn Sûresi'nin 1–11. Âyetleri de yanlış değerlendirilebilir:
(Müminün: 1–11) Kesinlikle müminler kurtulmuşlardır; onlar namazlarında huşu içinde olanlardır; onlar boş şeylerden yüz çevirenlerdir; onlar zekâta ilişkin görevlerini işleyenlerdir ve onlar ırzlarını koruyanlardır; ancak eşleri ya da sahip oldukları cariyeler hariç. Bu konuda onlar kınanmış değillerdir. Fakat kim bundan ötesini ararsa, artık onlar sınırı çiğneyenlerdir. Onlar, emanetle rine ve ahitlerine riayet edenlerdir. Onlar namazlarını da koruyanlardır. İşte yeryüzünün hâkimiyetine ve ahiretin nimetlerine vâris olacak onlardır. Ki onlar Firdevs cennetlerine vâris olacaklardır; içinde de ebedî olarak kalıcıdırlar.
Görüldüğü gibi, 1. Âyette geçen müminler sözcüğü eril ve çoğul bir yapıdadır. Sözcüğün eril ve çoğul bir yapıda olması sebebiyle Âyetten lâfız olarak "müminlerin erkek olduğu" yolunda yine yanlış bir anlam çıkarmak mümkündür. Diğer taraftan, aynı kural gereğince 2–11. Âyetlerde yer alan ve eril çoğul yapıdaki müminler sözcüğüne gönderilmiş olan bütün onlar sözcükleri ve onlar sözcüğüyle ifade edilen kişilerin nitelikleri de eril sözcüklerle ifade edilmiştir. Dolayısıyla, eril ifadelere bakarak Müminûn Sûresi'nin 1–11. Âyetlerinden oluşan pasajda açıklananların kadınlarla hiç ilgisi olmadığı kanaatine varılabilir.
Elbette ki bu yaklaşım yanlıştır ve dinimiz açısından son derece vahim sonuçlara yol açabilir bir mahiyettedir. Çünkü yukarıdaki örneklerin dışında, namaz, oruç, infak, sadaka, cihat, tövbe gibi Kur'ân'daki bütün emirler ve yasaklar eril kalıplarla ifade edilmiştir. Arapçadaki bu önemli kuralı bilmemek veya bu kuralı hiç dikkate almamak insanı Kur'ân'daki emir ve yasaklarla ilgili olarak kadınların Allah'ın muhatabı olmadığı veya kadınların mükellef kılınmadığı gibi yanlış kanaatlere götürebilir. Mesela aşağıdaki Âyetlere bakarak cennetin sadece erkeklere mahsus olduğu gibi çarpık bir anlayışa düşülebilir:
(Nebe': 31–36) Kesinlikle muttakiler için, Rabbinden bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar/kurtuluş mekânları; sulak bağlar, bahçeler, üzümler; hepsi bir seviye tomurcuklar; [çiçek bahçeleri] dolu dolu su kapları vardır. Orada boş bir söz ve yalan duymazlar.
Hâlbuki kadınların da Allah'ın emir ve yasaklarına muhatap oldukları ve mükellefiyetlerinin gereğini yerine getirmekten sorumlu tutulacakları tartışmasızdır. Bunun gibi, cennet de ödül olarak kadın ve erkek ayrımı olmadan Rabbimiz tarafından tüm hak edenler için hazırlanmıştır. Buna aykırı görüş ve kanaatlere sapmak, koyu bir cehaletten ve iz'anını kaybetmiş bir mantıktan başka bir şeyle açıklanamaz. Bu cehalet ve çarpık mantığın yol açabileceği en rezil sonuç ise, birilerinin çıkıp "Allah da erkektir" diyebilmesidir. Zira Yüce Rabbimizi tanıtan Âyetler de eril sözcüklerle ifade edilmiştir ve cehaletin karanlığında oluşmuş bir mantığın Kur'ân'daki eril sözcüklere bakarak böyle bir batağa saplanması çok uzak bir ihtimal değildir.
Konumuz olan Âyetlerin anlamlarının saptırılması da yine yukarıda belirttiğimiz kurallardan birinin bilinmemesinden ya da art niyetle ihmal edilmesinden kaynaklanmak tadır. Sözünü ettiğimiz bu kural, çoğul sözcüklerin dişil yapıyla ifade edilmesi kuralıdır. Konumuz olan Âyetlerdeki anlamsal saptırma, sözünü ettiğimiz kuralın bir gereği olarak dişil yapıda kullanılmış olan sözcüklerin anlamlarının da dişilleştirilmesi şeklinde gerçekleştirilmiştir. Oysa Âyetlerdeki sözcüklerin kural gereği olarak dişil yapıda olmaları onların gerçekte de dişil oldukları anlamına gelmemektedir. Bu çoğul sözcüklerin, görünüşteki dişillikleri dışında, anlam olarak dişillikle hiçbir alâkaları yoktur. Meselâ, Rahmân Sûresi'nin aşağıdaki Âyetlerinde sözü edilen eşler her ne kadar dişil sözcüklerle ifade edilmişlerse de, gerçekte cinsiyeti kadın olan eşler oldukları anlamına gelmemektedirler:
(Rahmân: 56) Oralarda, daha önce ne bir insan ne de bir cinn tarafından dokunulmamış/elle, gözle değilmemiş, bakışlarını sadece eşlerine dikenler vardır.
(Rahmân: 70) Oralarda iyilikler, güzellikler vardır.
(Rahmân: 72) Çadırlara kapanmış parlak gözlüler. [eşler]
(Rahmân: 74) Onlardan önce onlara ins ve cinn dokunmamıştır.
Bu eşlerin ne cinsiyetle ne de cinsellikle alâkası vardır. Âyetlerde geçen dokunulmamış sıfatından, Rabbimizin cennete girmeye hak kazananları âhirette kimsenin bilmediği yeni yaratılmış eşlerle eşleştireceği anlaşılmaktadır. Bu eşlerin insan tarafından bilinmeyen cinsten oldukları söylendiğine göre, "dişi" olarak nitelenmeleri de doğru bir yaklaşım değildir.
Bilgisizlik veya art niyetlerle yapılan çarpıtmalardan biri de, bu eşlerle ilgili olarak dinî kültürümüze yanlış geçmiş olan huri sözcüğü hakkındadır. Huri sözcüğünün ne anlama geldiğinin iyi anlaşılması için öncelikle aşağıdaki Âyetlerin incelenmesi gerekir:
(Duhan: 54) İşte böyle: Onları parlak iri gözlülerle de eşleştirdik.
Bu Âyetin daha iyi anlaşılması için 51–55. Âyetlerden oluşan pasajın okunmasını öneriyoruz.
(Tur: 20) Art arda dizilmiş koltuklar üzerine yaslanmış olarak. Ve Biz onları parlak iri gözlülerle eşleştirdik.
Bu Âyetin daha iyi anlaşılması için 17–28. Âyetlerden oluşan pasajın okunmasını öneriyoruz.
(Sâffât: 48–49) Yanlarında gözlerini onlara dikmiş, iri gözlüler vardır. Korunmuş yumurtalar gibidir onlar.
Bu Âyetin daha iyi anlaşılması için 40–49. Âyetlerden oluşan pasajın okunmasını öneriyoruz.
Yukarıdaki Âyetlerde "parlak iri gözlüler" olarak çevirdiğimiz sözcükler حور - hûr ve عين 'ıyn sözcükleridir.
"Hûr" sözcüğü "parlak siyah göz" demektir. Akı çok ak, karası da çok kara [parlak, ferli] olan ceylan gözü, sığırgözü gibi gözler için kullanılır. [46-4] (Lîsânü'l-Arab; c.2, s. 561, 562. hvr mad.)
Yapı itibarıyla çoğul olan bu sözcük, hem eril yapıdaki haver sözcüğünün, hem de dişil yapıdaki حوراء - havrâ sözcüğünün çoğuludur. Yani, hem erkeklerin hem de kadınların gözlerini ifade eder.
عين 'ıyn sözcüğü ise "karası çok, geniş gözlüler" [46-5] (Lîsânü'l-Arab; c.6, s. 553, ayn mad.) anlamındadır. Bu sözcük de hem eril yapıdaki a'yün sözcüğünün, hem de dişil yapıdaki aynâ sözcüğünün çoğuludur. 'ıyn sözcüğü, Arapların “iri gözlü kadınlar” için kullandıkları إمرئة عيناء - imreetün 'aynâün ve iri gözlü erkekler “için kullandıkları” رجل اعين - racülün a'yünün ifadelerinin her ikisini de anlam olarak tazammun eder.
Hem hûr hem de 'ıyn sözcükleriyle ifade edilen gözler, Arapların çok beğendiği göz tipleridir ve hem kadının hem de erkeğin güzelliğini anlatmak için kullanılır.
Hûr ve 'ıyn sözcükleri birlikte hûrun 'ıynün gibi kullanıldığında, anlam da "iri, parlak, geniş gözlüler" demek olur. Bu özellik, Âyetlerde cennette verilen eşleri nitelediğinden, "iri parlak gözlü eşler" anlamı kazanır. Bu sebeple, pek çok meal ve tefsirde geçen "iri parlak gözlü huriler" ifadesi yanlış bir çeviridir. Çünkü "parlak gözlüler" denince hûr sözcüğünün lâfızdan yok edilmesi gerekmektedir. Bize göre hûri sözcüğüyle ilgili bugünkü yanlış inanç da, sıfatların kişileştirildiği bu yanlış çeviriden kaynaklanmaktadır. Bu yanlış çevirinin dayandığı yanlış anlayış ise hûr ve 'ıyn sözcüklerinin dişi olarak algılanmasıdır ki, eldeki bilgi ve belgelere göre bu algılama hatası ilk olarak Hasan Basrî ile başlamış, arkadan da yüzlerce yalan ve tutarsız rivayetle desteklenmiştir.
Bu Âyet grubunda kimileri tarafından ileri sürülmüş olan bir yanlış anlayış daha vardır ki, ahlâk dışı olan bu anlayış 17. Âyette bizim "süreklileştirilmiş [hep aynı bırakılmış] çocuklar" olarak çevirdiğimiz ifade ile ilgilidir. Maalesef bazıları bu ifadenin "sapık erkeklere homoseksüel ilişkileri için verilen oğlanlar” anlamına geldiğini ileri sürmüşler ve böyle bir ahlâksızlığı cennetin ödülü imiş gibi göstermişlerdir. Oysa bize göre "süreklileştirilmiş çocuklar" ifadesi "büyümeyen, yaşlanmayan, hastalanmayan, ölmeyen ve bir çocuğun en sevimli çağında, yani 3–5 yaşlarındaki hâlinde olan (robot benzeri) çocuklar" anlamına gelmektedir.
25-26. Âyetlerden anlaşıldığına göre, cennette, içindeki müminleri mutlu edecek her türlü nimetin bulunmasından başka, onları orada rahatsız edecek boş söz, yalan, gıybet, sövgü, gürültü, alay gibi nahoş şeyler de bulunmayacaktır.
26. Âyetin sonundaki selâm ifadesinin anlamı “selâm” sözcüğü değil, bunun anlamı olan "sağlam, selîm söz" demektir.
(Ra'd: 21–24) Ve o kişiler, Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştirirler. Rabblerine haşyet duyarlar ve hesabın kötülüğünden korkarlar. Ve o kişiler Rabblerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmişler, namazı ikame etmişler ve kendilerine verdiğimiz rızklardan gizli ve açıkça infak etmişlerdir. Ve onlar çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldırırlar. İşte bu yurdun akıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından Sâlih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: "Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!"
(Ğaşiye: 11) Orada boş bir söz işitmez.
(Nebe': 31–36) Kesinlikle muttakiler için, Rabbinden bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar/kurtuluş mekânları; sulak bağlar, bahçeler, üzümler; hepsi bir seviye tomurcuklar; [çiçek bahçeleri] dolu dolu su kapları vardır. Onlar orada boş bir söz ve yalan duymazlar.
(İbrâhîm: 23) Ve iman edip Sâlihat işleyenler, Rabblerinin izniyle içinde sürekli kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere girdirilirler. Oradaki selâmlamaları "selâm"dır.
Kaynak: İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

bartsimpson
29. June 2015, 11:55 PM
Konuya bir de ben farklı bir bakış açısından yaklaşmak istiyorum.
Esasında yaklaşmaktan da ziyâde farklı bir mecraya çekmeye ve düşünme etkinliği oluşturalım istiyorum.
Cennet'in bu dünya'da ya da bu gezegende farklı bir çekilde olacağını iddia eden felsefi ve kelami görüşler mevcut. Sizler bu konuda neler biliyorsunuz?

Bir de sayın üstad sanırım konunun devamı gelecek, ya da eksik kalmış. Belkide sonuç kısmıyla ilgili bir sıkıntı vardır?
"hiic" adlı kullanıcının dediği gibi ben de "yani?" demek durumunda kaldım.
Şayet devmaı var ise, harika bir yazı olacak eminim.

Esenlikler
Saadettin Sipehsalar

yani? den bu yana 5 yıl geçmiş yavaş yavaş üstat sindire sindire...

Saadettin Sipehsalar
30. June 2015, 12:22 AM
yani? den bu yana 5 yıl geçmiş yavaş yavaş üstat sindire sindire...

Forumda geçmiş ile bugun arasında yaşıyoruz, ya eksiye dönük konular üzerinden fikir beyanediyoruz ya da güncel konular açıyoruz.
Mesajın ne zaman eklendiğine bakmadım, istatistiklerde en üste görünce güncel bir konu olduğunu düşünüp yazdım. Nitekim "yani?"nin üstünden beş yıl geçmiş fakat halen daha cevabını bulamamış. Aynı soru bende de oluştu. :)

bartsimpson
30. June 2015, 01:43 AM
Bence devam ediniz.
Konuşulması gereken bir konu.
Özellikle de din ve cihat bezirganlarının ortaya çıktığı bu günlerde.
Malum ramazan.
Kimi cennet satar, kimi arsa...

dost1
30. June 2015, 05:09 PM
Selamun aleyküm, değerli kardeşlerim,

Cenneteki yiyeceklerden de sözedilir.

Ayette cennette yenip içilecekler anlatılırken “lezzet veren, zararlı bir yönü olmayan, sarhoşluk vermeyen” ifadeleri kullanılmıştır. Bu ifadeler, cennetteki nimetlerin beslenmek için değil, sadece lezzet için verileceği izlenimini vermektedir. Bu nimetler dünyadaki normal gıdalar gibi olmayacaktır. Çünkü cennette açlık gibi bir duygu bulunmayacaktır.

Sonra da Biz; “Ey Âdem! Şüphesiz bu [İblis] sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun, kesinlikle senin acıkmaman ve çıplak kalmaman oradadır [cennettedir]. Ve sen orada susamazsın ve güneşin sıcağında kalmazsın” dedik. (Ta Ha/117- 119)

İçkiler de dünyadakiler gibi çürümüş meyve ve arpadan yapılmamıştır. Oradaki içkiler nehir ve çeşmelerden akacaktır.

Onlara canlarının istediği meyveler ve etlerden bol bol sergiledik.
Orada kendisinde lağıv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokma olmayan bir kadehi kapışırlar.
Ve kendilerine ait bir takım delikanlılar onların etrafında dönerler; sanki onlar sedefleri içine gizlenmiş inci gibidirler.
Birbirlerinin yüzüne dönüp soruyorlar: “Gerçekte biz daha önce âilemiz içinde korkanlardan idik. Allah bizi kayırdı ve bizi içe işleyen azaptan korudu. Şüphesiz biz daha önce, O’na yalvarıyor idik. Gerçekten O, iyilik yapanın, acıyanın ta kendisidir. (Tur/22- 28)

Şüphesiz, ebrar/iyiler/yardımseverler, kâfur katılmış bir tastan içerler, fışkırtıldıkça fışkırtılacak bir pınardan ki, ondan, verdikleri sözleri yerine getiren ve kötülüğü yayılan bir günden korkan ve “Biz sizi, ancak Allah yüzü [Allah rızası] için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde, Rabbimizden korkarız” diyerek Allah sevgisi için, yiyeceği, yoksula ve öksüze ve tutsağa veren Allah’ın kulları, içerler. Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur; onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, sabretmelerine karşılık onlara Cennet’i ve ipekleri verecek; orada tahtlara kurulmuş olarak kalacaklar; orada bir güneş de, dondurucu bir soğuk da görmeyecekler ve bahçenin gölgeleri onların üzerlerine sarkacak ve onların koparılması son derece kolaylaştırılacak. Ve aralarında gümüş bir kap ve billûr kâseler dolaştırılacak, Kendilerinin ayarladığı billûrları gümüştendir. Ve orada, onlara karışımı zencefil olan bir tastan sulanırlar. Orada, Selsebil denilen bir pınardan... Ve aralarında büyümez, yaşlanmaz çocuklar dolaşır; onları gördüğünde, saçılmış birer inci sanacaksın! Orayı gördüğünde, mutluluk ve büyük bir krallık [mülk ve yönetim] göreceksin; üzerlerinde ince, yeşil ipekli, parlak atlastan giysiler olacak; gümüş bileziklerle süslenmiş olacaklar; Rabb’leri, onlara tertemiz bir içecek içirecek.
Şüphesiz ki bu, sizin için karşılıktır. Çalışmalarınız da meşkûrdur [karşılık ödenecek niteliktedir]. (İnsan/5 – 22)

Takvalı davranmışlara vaad edilen cennetin örneği: “Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rablerinden bir bağışlanma vardır. Bunlar, ateşte ebedî olarak kalacak olan ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar su içirilen kimse gibi olur mu? (Muhammed/15)

Öne geçenler de, öne geçenlerdir.
İşte onlar [öne geçenler], yaklaştırılanlardır.
İşte onlar [öne geçenler], Naim cennetlerindedirler.
Bir topluluk [çoğu] evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir.
[Onlar] Yaptıklarına karşılık olarak; mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. Üzerlerinde [çevrelerinde], kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler -ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir- beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; süreklileştirilmiş [hep aynı bırakılmış] çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. Orada lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokan işitmezler. Sadece söz olarak: “selâm!”, “selâm!”
Ve sağın yaranı, nedir o sağın yaranı! [Onlar], dikensiz kirazlar, meyve dizili muzlar/akasyalar, uzamış gölgeler, fışkıran su, kesilmeyen [tükenmeyen] ve yasaklanmayan birçok meyveler ve yükseltilmiş döşekler içindedirler.
Şüphesiz Biz onları [kiraz, muz, gölgeler, fışkıran su…] öyle bir inşa ile inşa ettik [yarattık]. Ki onları, sağın ashabı için albenili ve hepsi bir ayarda bakireler [dokunulmamışlar] kıldık [yaptık].
Bir cemaat [çoğu] öncekilerdendir. Bir cemaat da sonrakilerdendir. (Vakıa/10-40)

Rabbimiz cennetliklerin yiyip içeceklerinin ne tür şeyler olduğunu açıkladıktan sonra, cennettekilerin eşlerini de açıklamıştır. Bu eşler nitelenirken üç nokta ön plana çıkarılmıştır:

Bakışlarını yalnız zevçlerine dikmiş, saklanmış yumurta gibi, iri gözlü eşler.

Eşlerin “saklanmış yumurta”ya benzetilmesi, Araplarda böyle bir deyim olduğundan dolayıdır. Yumurtanın dış yüzeyi sarıya çalan bir beyazlıktadır. Dolayısıyla kiri, tozu hemen belli eder. Bu nedenle yumurta örtülüp saklandığında, tozdan topraktan ve dumandan korunmuş olur. Araplar çok güzel kadınlara “saklı, örtülü yumurta gibi” diye iltifat ederler.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

dost1
30. June 2015, 05:14 PM
Selamun aleyküm, değerli kardeşlerim,

Cennettekiler için güçlük yoktur.

İman eden ve sâlihâtı işleyenlerin cennet yâranı olduğunu bildiren A'raf 42. Âyetin -ki Biz hiç kimseye gücünün, kapasitesinin üstünde bir şey yüklemeyiz- şeklindeki parantez içi ifadesi, cennete ulaşmanın pek zor olmadığına dair bir mesaj mahiyetindedir. Buna göre, hiç kimsenin cennete ulaşmak için gücünün üstünde çalışmak gibi bir zorunluluğu yoktur. Çünkü insanların güçlerinin yettiğinden başkasıyla yükümlü olması "sünnetullah’a" uymaz. Bu ilke ile hem insanların cennete girebilmek için sıkıntıya düşmelerine engel olunmuş, hem de çeşitli zorluklarla karşılaştıklarında insanlara bu sıkıntıların üstesinden gelme azmi aşılanmış olmaktadır.

(Bakara:173) O, size ölü hayvanı, kanı, domuzun etini ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanları haram kıldı. Sonra kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret ölçüsünü geçmemek üzere ona bir günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.

(Bakara. 233) Ve anneler, çocuklarını, emzirmenin tamamlanmasını isteyenler için tam iki yıl emzirirler. Çocuk kendisine ait olan babaya da emzirenlerin yiyecekleri ve giyecekleri ma'ruf ile [geleneklere uygun olarak] bir borçtur. Herkes ancak gücüne göre mükellef olur. –Çocuğu sebebiyle bir anne de, çocuğu sebebiyle bir baba da zarara sokulmasın.– Vârise düşen de bunun aynıdır. Eğer ana ve baba birbirleriyle istişare edip, her ikisinin de rızasıyla çocuğu memeden ayırmak isterlerse kendilerine bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz vereceğinizi ma'ruf ile [geleneklere, günün şartlarına uygun olarak] verdikten sonra bunda da size bir günah yoktur. Ve Allah'a takvâlı davranın ve bilin ki, Allah yaptığınız şeyleri görendir.

(Bakara:286) Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı kendi yararına ve yine yaptığı da kendi zararınadır. Ey Rabbimiz! Eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz! Bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Ve bağışla bizi, mağfiret et bize, rahmet et bize! Sen bizim mevlâmızsın. Ve de kâfir kavimlere karşı yardım et bize.

(En'âm:152) Yetimin malına da yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (malına) en güzel biçimde. (yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz) Ve ölçüyü, tartıyı tam adaletle yapın. Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa âdil olun ve Allah'a verdiğiniz sözü tutun. Öğüt alıp düşünesiniz diye (Allah) bunları size vasiyet etmiştir.

(Müminun:62) Ve Biz hiç kimseyi, gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde de hakkı konuşan bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.

(Talâk:7) Geniş imkânları olan, nafakayı geniş imkânlarına göre versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah'ın kendisine verdiğinden versin. Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylık kılacaktır.
Cennet yâranının kalplerinin kötü huylardan arındırılmış olması, cennetin ne kadar huzurlu bir ortam olduğu hakkında güzel bir mesaj içermektedir.

Cennetteki ebedî yaşam hakkında şu Âyetlere bakılabilir:
Tur Sûresinin 17–28; Vâkıa Sûresinin 10–38; Nebe Sûresinin 31–36. Âyetleri.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

dost1
30. June 2015, 05:18 PM
Selamun aleyküm, değerli kardeşlerim,

Cennettekilerin de duaları vardır.

YUNUS 10. Onların oradaki duaları; "Allah'ım, Sen her türlü eksiklikten münezzehsin!"dir. Ve onların oradaki selâmlaşmaları; "selâm!"dır. Dualarının sonu da; "Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun!"dur.
İnkârcıların 7–8. Âyetlerde anlatılan akıbetlerine karşılık, bu Âyetlerde de inananların akıbetleri beyan edilmektedir. Rabbimizin beyanına göre, iman etmiş ve sâlihâtı işlemiş kişiler, imanları sebebiyle Allah'ın kendilerini kılavuzladığı üzere olacaklar ve cennette gireceklerdir. Cennette kavuştukları nimetler için Allah'ı tesbih ve tenzih ederek O'na hamd edecek olan cennetlikler, birbirlerini de "Selam [esenlik, güvenlik, mutluluk, sağlamlık]!" diyerek kutlayacaklardır. Cennetliklerin selamlanması sadece diğer cennetliklerce olmayacak, bu kişiler ayrıca cennetteki görevliler ve en güzeli Yüce Allah tarafından da selâmlanacaklardır.

(Ya-Sin: 58) Söz olarak (onlara) Rahîm Rabbden "selâm" (vardır).

(Muhammed: 15) Takvalı davranmışlara vaat edilen cennetin örneği: Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rablerinden bir bağışlanma vardır. Bunlar, ateşte ebedî olarak kalacak olan ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar su içirilen kimse gibi olur mu?

(Nisâ: 69–70) Kim de Allah'a ve Elçi'ye itaat ederse artık onlar, Allah'ın, peygamberlerden, sıddıklardan, şehitlerden ve salihlerden kendilerine nimet verdiği kişilerle beraberdir. Ve bunlar arkadaş olarak ne güzeldir! Bu lütuf Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter.

(Ahzab: 44) O'na kavuşacakları gün onların selâmlamaları "selâm"dır. O [Allah] da onlar için cömertçe bir ödül hazırlamıştır.

(Vâkıa: 15–26) (Onlar) Yaptıklarına karşılık olarak; mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Yüz yüze onların üzerinde yaslanırlar. Üzerlerinde [çevrelerinde] , kaynağından doldurulmuş, testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; süreklileştirilmiş [hep aynı bırakılmış] çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. Orada lağv ve günaha sokan işitmezler. Sadece söz olarak; "selâm!", "selâm!"

[B](Meryem: 62) Onlar orada boş bir söz işitmezler. Ancak "Selâm" işitirler. Orada onlar için sabah akşam [her zaman] rızkları da vardır.


(Takva sahipleri) O kimselerdir ki, melekler, onların canlarını hoş ve rahat hâlde alırlar. "Selam size, yapmış olduğunuz işlerin karşılığı olarak girin cennete..." derler.

(Zümer: 73) Rabblerine karşı takvalı olanlar da cennete bölük bölük sevk edildi. Nihayet oraya vardıkları zaman kapıları açıldı ve bekçileri onlara; "Selâm sizlere, ne hoşsunuz! Ebedî olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!" dediler.

(Enbiya: 101) Şüphesiz tarafımızdan kendilerine güzellik hazırlanan kimseler; İşte onlar ondan [cehennemden] uzaklaştırılmışlardır.

(Ra'd: 21–24) Ve o kişiler, Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştirirler. Rabblerine haşyet duyarlar ve hesabın kötülüğünden korkarlar. Ve o kişiler Rabblerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmişler, namazı ikame etmişler ve kendilerine verdiğimiz rızklardan gizli ve açık infak etmişlerdir. Ve onlar çirkinlikleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanlar oraya [Adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: "Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!"

(Fâtır: 34–35) Onlar orada; "Hamd, bizden o üzüntüyü gideren ve bizi lütfundan, kendisinde bize yorgunluk gelmeyecek, kendisinde bizim için usanç olmayacak, durulacak bu yurda konduran Allah'a özgüdür. Gerçekten Rabbimiz çok bağışlayıcı ve çok karşılık vericidir" derler.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

dost1
30. June 2015, 05:31 PM
Selamun aleyküm, değerli kardeşlerim,

Cennetin bir bedeli vardır.

10-13Ey iman etmiş kimseler! Size, sizi can yakıcı bir cezadan kurtaracak, kazançlı bir ticaret göstereyim mi? Allah'a ve O'nun elçisi'ne inanacaksınız; Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla çaba harcayacaksınız. İşte bu, eğer bilirseniz, sizin için daha iyidir: Sizin günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki hoş meskenlere girdirir. İşte bu, büyük kurtuluştur. Ve sizin seveceğiniz başka bir şey daha: Allah'tan yardım ve yakın bir fetih… Ve inananlara müjde ver.
14Ey iman etmiş kişiler! Allah'ın yardımcıları olun; nitekim Meryem oğlu Îsâ, havarilere: “Allah'a benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler: “Allah'ın yardımcıları biziz” dediler. Sonra İsrâîloğulları'ndan bir zümre inandı, bir zümre inanmadı. Sonra da Biz, inanmış kimseleri, düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler.
(109/61, Saff/10-14)


111,112Şüphesiz Allah, tevbe eden, kulluk eden, övgüde bulunan, seyahat eden, Allah'ı birleyen, boyun eğip teslimiyet gösteren, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, kötü olan her şeyden vazgeçiren, Allah'ın hududunu koruyan inananlardan, canlarını ve mallarını şüphesiz cenneti onlara verme karşılığında satın almıştır: Onlar, Allah yolunda savaşırlar; sonra öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah'ın Tevrât, İncîl ve Kur’ân'daki gerçek bir vaadidir Ve sözünü, Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alış-verişle sevinin. Ve işte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. Ve mü’minlere müjde ver!
(113/9, Tevbe/111-112)

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

dost1
30. June 2015, 05:42 PM
Selamun aleyküm, değerli kardeşlerim,

Cennet için yarış vardır.

16İnananlar için hâlâ vakti gelmedi mi ki kalpleri Allah'ı anmak ve haktan gelen için ürpersin de, daha önce kendilerine Kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmiş, dolayısıyla kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu da yoldan çıkmıştır.
17Allah'ın, yeryüzünü, ölümünden sonra dirilttiğini biliniz. Belki aklınızı kullanırsınız diye Biz, sizin için âyetleri açıkça ortaya koyduk.
18Şüphesiz sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar ve Allah'a güzel bir ödünç verenler; kendilerine kat kat artırılacaktır. Onlar için çok şerefli bir ödül de vardır.
19Allah'a ve Elçisi'ne inanan kimseler; işte onlar, Rableri nezdinde dosdoğru kimselerin ve şehitlerin ta kendileridir. Onlar için karşılıkları ve ışıkları vardır. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler de, onlar cehennemin ashâbıdırlar.
20Bilin ki iğreti dünya yaşamı, ancak bir oyun, tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünüş, mal ve çocuklar konusunda bir çoğaltma yarışıdır. –Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir.– Âhirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir bağışlama ve bir hoşnutluk vardır. Dünyadaki iğreti yaşam, aldanış malından, malzemesinden başka bir şey değildir.
21Rabbinizden bir bağışlanmaya, Allah'a ve elçilerine inananlar için hazırlanmış, genişliği gökle yerin genişliği gibi olan cennete yarış yapınız. İşte bu, Allah'ın, dilediğine verdiği armağandır. Onu dilediğine verir. Ve Allah, büyük armağan sahibidir.
22-24Yeryüzünde ve kendilerinin içinde musibetten isabet eden şeyler, –elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği şeylerle şımarmayasınız diye– Bizim onu yaratmamızdan önce, kesinlikle bir kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah'a göre çok kolaydır. Ve Allah, cimrilik eden ve insanlara da cimriliği emreden kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez. Kim yüz çevirirse de, biliniz ki şüphesiz Allah, çok zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayanın, övülen, övgüye lâyık bulunanın ta kendisidir.
(94/57, Hadîd/16-24)

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

khaos
1. July 2015, 04:24 AM
Halil Abi,
Paylaşımların için teşekkürler.


Paylaşımından sonra Cennetteki yaşantı le ilgili ayetleri ve cehennemdeki yaşantı ile ilgili ayetleri bir daha okudum. Ayetlerde cennet ve cehennem tasvirleri yapılırken yeyip içme, giyinme, barınma, cinsellik gibi ögelerden bahsediliyor. Hatta takılar, tahtlar oturma şekline kadar.

Gaşiye/6-7
Yırtıcı bir dikenden başka yemek yoktur onlar için
Ne semirtir ne de açlıktan kurtarır

''Semirmek ve açlık'' tamamen fizyolojik özellikler.

Yanılmıyorsam insan biyolojik ve fizyolojik olarak bugün hangi özelliklere sahipse cennet ve cehennemde de aynı özelliklere sahip olacak.Yani diriltildikten sonra da karnı acıkan, susayan, giyinmeye, barınmaya ve hatta cinselliğe ihtiyaç duyan varlıklar olacağız. Bugün hangi formda isek diriltildikten sonra da aynı form da olacağız.

Vakıa/47
Ve şöyle derlerdi:Ölünce mi, toprak ve kemik haline gelince mi, sahi o zaman mı diriltileceğiz?

Anladığım kadarı ile cehennem sakinlerinin de çoğunlukla Allah ı ve ayetlerini inkar eden, yalanlayan, gözünü mal hırsı bürümüş, paylaşımcı olmayan, mülkün sabihini kendisi gibi gören insanlardan oluşacağı görülüyor.

kuman
1. July 2015, 05:15 PM
Ahiret yurdu ...
Cennet yada cehennem.
Merakim su Cennet icinde yasayan insanlar UREYECEK MI???

dost1
2. July 2015, 10:08 PM
Selamun aleyküm, değerli kardeşlerim,

cennetten örneklemeler de vardır:

40Âyetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenen şu kimselere, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve/halat iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete girmeyeceklerdir. Biz suçluları işte böyle cezalandırırız. 41Onlar için cehennemden yataklar, üstlerinden de örtüler vardır. Ve Biz, zâlimleri işte böyle cezalandırırız.
42,43İman edenler ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar; –ki Biz hiç kimseye kapasitesinin üstünde bir şey yüklemeyiz– işte onlar cennet yâranlarıdır ve onlar, orada sonsuz olarak kalıcılardır. Ve göğüslerinde kinden, hınçtan, kıskançlıktan, hileden, hainlikten, garazdan ne varsa çıkarıp atarız. Onların altlarından ırmaklar akar. Onlar, “Tüm övgüler, bize bunun için kılavuzluk eden Allah'adır. Eğer Allah bize kılavuzluk etmeseydi biz kılavuzlandığımız doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri bize gerçek ile gelmiştir” derler. Ve onlara seslenilir: “İşte size cennet! Yapmış olduklarınızla buna vâris; son sahip oldunuz.”
44,45Ve cennet ashâbı ateş ashâbına, “Biz, Rabbimizin bize vaat ettiğini gerçek bulduk. Peki, siz Rabbinizin size vaat ettiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslendiler. Onlar, “Evet” dediler. Aralarında bir duyurucu, şüphesiz ki Allah'ın dışlamasının/ rahmetinden yoksun bırakmasının, Allah'ın yolundan geri çevirip yolun eğri-büğrüsünü isteyen ve âhireti bilerek reddeden zâlimlerin; yanlış; kendi zararlarına iş yapanların üstüne olacağını duyurdu.
50,51Ve ateşin ashâbı, cennetin ashâbına, “Biraz su veya Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden bize aktarın” diye seslendiler. Onlar da, “Allah, dinlerini alaya ve eğlenceye alan, basit, iğreti dünya hayatına aldanan kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere ikisini de gerçekten yasaklamıştır!” dediler. –Bu günle karşılaşacaklarını umursamadıkları, âyetlerimizi/ alâmetlerimizi/ göstergelerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi, Biz de bugün onları umursamayacağız/ cezalandıracağız.– 46Aralarında da bir perde vardır.
Ve Kur’ân bölümleri üzerinde bilgisi olan kimseler, onların hepsini alâmetlerinden tanırlar. Ve Kur’ân bilgisine sahip kimseler, cenneti umup da henüz girmemiş olan cennet ashâbına seslenirler: “Selâm olsun size!”
47Gözleri ateş ashâbına çevrilince, “Rabbimiz! Bizi bu hainlerle birlikte bulundurma” derler.
48,49Kur’ân bölümleri bilgisine sahip kimseler, alâmetlerinden tanıdıkları kimselere seslenip, “Topluluğunuz ve büyüklendiğiniz şeyler size yarar sağlamadı, Allah'ın, rahmetine –ki bu rahmet, Allah'ın “Girin cennete, size kaygı yoktur, üzülmeyeceksiniz de” diye verdiği sözdür– erdirmeyeceğine yemin ettikleriniz, şunlar mı?” derler.
(39/7, A‘râf/40-45,50,51,46-49)

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

bartsimpson
3. July 2015, 11:07 PM
Ahiret yurdu ...
Cennet yada cehennem.
Merakim su Cennet icinde yasayan insanlar UREYECEK MI???

Aha Aha... Bu kadar bel altı vurunca merak etti tabi...

kuman
4. July 2015, 08:25 AM
Bel alti derken...?

kuman
5. July 2016, 06:27 PM
Cennet yada cehennem sonsuz mu olacak ? Eğer öyleyse sonsuzluktan kasıt ne olabilir?