PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Peygamberimizin çok eşliliği


ÖmerFurkan
1. October 2008, 12:54 AM
İslâm dininde normal şartlarda çok eşliliğin olmadığı, çok eşliliğin ancak olağanüstü koşullarda, kamu otoritesinin kararıyla, hep birlikte uygulanacak özel bir durum olduğu Nisa suresinden anlaşılmaktadır (bu konuda ayrıca bir çalışmamız mevcuttur). Peygamberimizin çok eşliliği ise, Nisa suresinde belirtilen genel hükümler dışında bazı kişiye özel ayrıcalıklara; hepsi Kur’an’da belirtilmiş görevlere dayanmaktadır.
Kendilerini yakından ilgilendirdiği hâlde maalesef Müslümanlar bu konuda iyi araştırma yapmamışlar, yeterli ve doğru bilgiye sahip olamamışlardır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da uydurma rivayetler yapacağını yapmış, çok eşliliğini delil göstererek peygamberimizin otuz erkek gücünde olduğu yalanına pek çok kimseyi inandırmışlardır. Peygamberimizi yüceltmek adına uydurulduğunu düşündüğümüz bu tip yalanlar neticesinde İslâm dışı kesim de peygamberimizi kadın düşkünü, şehvetperest birisi olarak tanımış ve öyle değerlendirmiştir. Bu durum İslâm’ı tanıtmak ve anlatmak gayreti içinde olan her kişi için büyük önem arz etmektedir. Allah’ın izni ve yardımıyla aynı gayret içinde olan bir Müslüman olarak biz de bu önemli konunun iç yüzünü anlatmayı ve kardeşlerimizi doğru bilgilerle teçhiz etmeyi kendimize görev addetmiş bulunuyoruz.
Peygamberimizin gençliği, bekârlığı :
Peygamberimiz, erkeklerin 12-14 yaşları arasında ergenliğe eriştiği (bulûğa erdiği, yani cinsel yönden olgunluğa eriştiği) bir iklimde doğup büyümüştür. O dönemde çevresinde zinanın, fuhşun yaygın olmasına, iffetsizliğin kol gezmesine rağmen peygamberimiz gayet mazbut bir hayat sürmüş, onun iffetsiz, kadına düşkün, şehvetperest davranışlarda bulunduğu hiç görülmemiş, duyulmamıştır. Peygamberimizin bu özellikleri, doğulu-batılı tüm tarihçiler ve araştırmacılar tarafından da leke kondurulmadan kabul edilmiştir.
Peygamberimizin evlilik hayatı:
Peygamberimiz ilk evliliğini, 25 yaşında, sağlıklı, dürüst, güvenilir bir genç olarak, Mekke’nin soy-sop bakımından köklü ve zenginlik bakımından önde gelen ailelerinin genç kızları ile evlenebilecek durumda iken, kendisinden on beş yaş büyük, başından iki evlik geçmiş dul bir kadın olan Hadice ile yapmıştır. Hadice’nin ölümüne kadar yirmi beş yıl devam eden bu beraberlikte peygamberimiz başka bir kadınla evlenmemiş, tıpkı bekârlığındaki gibi hayatını, iffetine toz kondurmadan, lekesiz olarak sürdürmüştür.
Allah’ın elçisi olarak görevini ilân ettiğinde, bu davadan vazgeçmesi için kendisine liderlik, mal mülk ve Mekke’nin en güzel ve zengin kızlarını teklif edenlere ise, herkesin bildiği o meşhur cevabı vermiştir:
“Bir elime gökteki Ay’ı, bir elime Güneş’i koysanız, bu davadan vazgeçemem.”
Peygamberimiz gerek bekârlık dönemi için ve gerekse Hadice ile evli olduğu dönem için hiç kimse ve hiçbir kesim tarafından olumsuz eleştirilere konu edilmemiş, edilememiştir.
Hadice öldüğü zaman üzerindeki ağır elçilik görevine bir de öksüz kalan çocukların sorumluluğu eklenmiş, peygamberimiz yapayalnız kalmıştır.
Peygamberimizin bundan sonraki evlilik hayatı ise, üstlendiği görevin gereklerine bağlı olarak, kendi iradesi dışında çok eşli hâle dönüşmüş, ama bu durumdan ne kendisi ne eşleri mutlu olmuşlardır. Peygamberimizin hem kendisinin hem de eşlerinin özverilerini gerektiren bu çok eşli hayatı, en doğru şekilde Kur’an ayetlerinden öğrenilebilir. Dolayısıyla bu konuda başka hiçbir kaynak aramaya gerek yoktur.
Peygamberimizin çok eşliliği konusunun daha iyi anlaşılması için önce tüm Müslümanların evliliklerini düzenleyen, evlenme ile ilgili genel kuralları koyan ayetleri okumakta yarar vardır:
Nisa; 22-24: Kadınlardan babalarınızın nikâhladıklarını nikâhlamayın. Ancak geçen geçmiştir. Çünkü bu, çirkin bir hayâsızlıktır ve öfke duyulan bir iğrençliktir. Ne kötü bir yoldu o!
Size, anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, teyzeleriniz, halalarınız, erkek kardeşinizin kızları, kız kardeşinizin kızları, sizi emzirmiş olan anneleriniz, sütten kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri, birleşme yaptığınız kadınlarınızın eski kocalarından doğup evinizde bulunan üvey kızlarınız -birleşme yapmadıysanızbirsakınca yok size-, kendi sulbünüzden olan oğullarınızın hanımları, ve iki kız kardeşin arasını birleştirmeniz -eski yapılıp geçenler hariç-, haram kılındı. Allah çok affedici, çok merhametlidir.
Malik olduğunuz cariyeleriniz hariç, nikâhlı kadınlarla da evlenmeniz size haram kılındı. Bunlar Allah’ın üzerinize yazdığıdır. Bunların dışında iffetlerinizi koruyup fuhuşta bulunmamak üzere mallarınızla evlenecek kadın aramanız size helal kılındı. Öyleyse onlardan ne ile faydalandıysanız, farz bir görev olarak ücretlerini ödeyiniz. Zorunlu ödemenizden sonra, rızalaştığınız şeyde size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah en iyi bilen ve hikmet sahibi olandır.
Bakara; 221: Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman etmiş bir cariye -sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da-, müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman etmiş bir köle -sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da-, müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar, ateşe çağırırlar, Allah ise kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp düşünürler.
Maide; 5: Bu gün size temiz olan şeyler helal kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir. Müminlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce kendilerine kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini/ mehirlerini ödediğiniz taktirde- size helal kılındı. Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O, ahirette hüsrana uğrayanlardandır.
Yukarıdaki ayetlerde açıklanan kurallar dışında Kur’an’da,
- Bakara suresinin 230. ayetinde; ikinci kez boşanılmış bir eşle normal şartlarda evlenilemeyeceği,
- Ahzab suresinin 6. ayetinde; Peygamberin eşlerinin Müminlerin anneleri olduğu, dolayısıyla onlarla da evlenilemeyeceği,
- Nur suresinin 3. ve 26. ayetlerinde; zina edenlerin ancak zina edenler ya da şirk koşanlarla evlenebileceği, pisliğe batmış olanların, pisliğe batmışlar ile, temizlerin kendileri gibi temizler ile evlenebilecekleri
açıklanmakta, ayrıca Teaddüdü zevcat/ çok eşlilik konusunda da yukarıda belirttiğimiz gibi ancak olağanüstü koşullarda çok eşliliğin uygulanması gerektiği bildirilmektedir.
Bunlar İslâm’ın, evlilikle ilgili tüm ümmete şamil genel kurallarıdır, yani Müslümanların tamamını muhatap almaktadır.
Bunlardan başka Kur’an’da, sadece peygamberimizin kendisine yönelik, yani kişiye özel kurallar da mevcuttur:
Ahzab; 50-52: Ey peygamber! Gerçekten biz sana, mehirlerini verdiğin eşlerini,
malik olduğun cariyelerini (savaş esirlerinden payına düşmüş bayanlar),
amcanın kızlarından, halanın kızlarından, dayının kızlarından ve teyzenin kızlarından seninle birlikte hicret etmiş olanları,
ve kendisini peygambere hibe eden peygamberin de nikâhlamak istediği Müslüman kadını ,
MÜMİNLER İÇİN OLMAKSIZIN SADECE SANA ÖZGÜ OLARAK HELAL KILDIK.
Biz kendi eşleri ve malik oldukları cariyeler konusunda senin dışındaki müminlere neyi farz kıldığımızı bildik (yukarıdaki genel evlilik kurallarını bildiren ayetler işaret ediliyor).
Bu durum (sana özgü olarak getirilen çok eşlilik ve diğer özel maddeler), SENİN İÇİN BİR GÜÇLÜK OLMASIN DİYEDİR. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini de yanına alabilirsin. Ayrıldıklarından, istek duyduklarına dönmende senin için bir sakınca yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp hüzne kapılmamalarına ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnut olmalarına en yakın olan budur. Allah kalplerinizde olanı bilmektedir. Allah her şeyi bilendir, Halim’dir.
Bundan sonra başka kadınlar ve bunları başka kadınlar ile değiştirmek -güzellikleri hoşuna gitse bile- sana helal olmaz. Ancak malik olunacaklar (harp esiri olarak payına düşecekler) başka. Allah her şeyi gözetleyip denetleyendir.
Bazı tefsir (!) ve mealler, 50. ayetteki “Ve kendini peygambere hibe eden peygamberin de nikâhlamak istediği mümin kadını” ifadesini “Mehir istemeden seninle evlenmek isteyen mümin kadın” olarak açıklamışlar ve ayetin devamında durum zarfı olarak geçen “Müminler için olmaksızın sadece sana özgü olarak” ifadesini de bu kısma bağlayarak, sadece Peygamberin mehir ödemeden hanım nikâhlayabileceğine, Peygamberden başkasının ise mehirsiz eş nikâhlayamayacağına kail olmuşlardır. Halbuki Nisa suresinin 24. ayetindeki “…miktarın tespitinden sonra, karşılıklı rızalaştığınız bir şey konusunda üstünüze sorumluluk yoktur. …” şeklindeki ifade ile yine Nisa suresinin 4. ayetindeki “…eşler gönül rızalarıyla size mehirlerinden bağışlarlarsa, onu da afiyetle, iç huzuruyla yiyin.” şeklindeki ifade, açık olarak eşlerin birbirlerine bağışlarda bulunabileceğini bildirmektedir. Yani evlenen herkes kendi rızası ile mehir konusunda anlaşma yapabilir ve böyle bir anlaşma ile kadınlar kocalarına mehirlerinden hediye verebilirler. 50. ayetteki “kendini hibe eden mümin kadın” ifadesi ile de, “bu işe baş koyan, malını mülkünü, ömrünü peygamber uğrunda harcayacağını peygambere söyleyen mümin kadın” kastedildiği anlaşılmalıdır. Nitekim peygamber eşleri arasında böylelerinin varlığı bir gerçektir.
50. ayette üzerinde durulması gereken bir diğer husus da “Müminler için olmaksızın sadece sana özgü olarak” ifadesidir. Bu ifade cümle içinde “Durum Zarfı” olarak kullanıldığından, ayette kendisinden evvel geçen tüm maddeleri kapsamaktadır. Yani ayetin anlamı “bu sayılanların nikâhlanması suretiyle ortaya çıkacak çok eşlilik durumu sadece sana özgüdür, müminlere değil” demektir.
50. ayetteki bir başka maddede ise peygamberimiz diğer Müslümanlara nazaran kısıtlanmakta; diğer Müslümanlara amca, hala, dayı, teyze kızları ile nikâhlanmak serbest bırakılmış iken, peygamberimizin bunlar arasından sadece kendisiyle hicret edenleri nikâhlayabileceği bildirilmektedir.
Peygamberimizle ilgili bu farklılıkların gerekçesi, aynı ayette, onun “güçlük çekmemesi” olarak açıklanmıştır. Peygamberimizin çektiği veya çekmesi muhtemel güçlük ve sıkıntıların neler olduğu düşünüldüğünde, bütün bunların onun görevlerinden kaynaklanan güçlük ve sıkıntılar olduğu görülmektedir:
Tebliğ görevi ve zorlukları:
İslâm kuralları sadece erkekleri ilgilendirmemekte, kadınlara da bildirilmesi, anlatılması ve öğretilmesi gerekmektedir. Bu kurallar içinde öyleleri vardır ki, kadınlar arasında konuşulup anlatılması daha rahattır. Böyle konuların kadınlara anlatılıp öğretilmesinde, öğretmelerin kadın olması ile daha yararlı sonuçlar alınacağı şüphesizdir. Çünkü hem kadınlar zihinlerinde oluşan soruları bütün açıklığı ile bir erkeğe sormaya utanabilirler, hem de peygamberimiz özel hayatla, cinsellikle ilgili konuları kadınlara anlatmada sıkıntıya girebilirdi.
Nitekim uygulama da bu yönde olmuş, kadınlara özgü kuralları Müslümanlar, peygamberimizin eşlerinden öğrenmişlerdir.
Sosyal güçlükler:
Kur’an’ın indiği dönemde, Araplar arasındaki bir geleneğe göre evlâtlıklar öz evlât gibi telâkki ediliyordu. Hayatın gerçeklerine aykırı olan bu geleneğin ve bu gelenekten kaynaklanan bazı tabuların İslâm’da yeri olmadığı için yıkılması gerekiyordu. Bunun en kestirme ve en etkili yolu ise, bu tabuların peygamberimizin kendi hayatında yaşanarak yıkılması idi. Böyle bir uygulamanın örneği de; peygamberimizin Cahş kızı Zeynep’le olan evliliğidir. Bu evlilik, evlâtlıkların öz evlât olmadığını ve evlâtlık olan bir kimseden boşanmış kadının, evlâtlığın babası konumundaki bir kimse ile evlenebileceğini topluma en kısa yoldan anlatmış ve en etkili şekilde öğretmiştir.
O dönemde yine kötü ve yıkılması gereken bir gelenek de, harp esiri cariyelerin alınıp satılması, insan yerine konulmayıp hor görülmesiydi. Yine Peygamberimiz, bir savaş esiri olan Cüveyriye ile evlenerek bu yanlış geleneği yıkmış, onların da her insanın sahip olduğu onura sahip oldukları gerçeğinin toplum tarafından anlaşılmasını sağlamıştır.
Siyasal güçlükler:
Peygamberimiz, aşağıda eşlerinin isimleri sayılırken görüleceği gibi, kendisinden yaşlı, cinsel yönden tükenmiş, kadınlık işlevi kalmamış, farklı kabile ve milletlere bağlı kadınlarla evlenmek suretiyle, o kabile ve milletler ile akrabalık bağları kurmuştur. Bu akrabalık, hem bir barış ortamı sağlamış hem de İslâm’ın en uzak noktalara kadar uzanmasını sağlamıştır. Bu yöntem, sağladığı barış ve siyasî güç sebebiyle Avrupa krallarının, Rus çarlarının, Osmanlı padişahlarının uygulamayı hep sürdürdükleri bir siyaset olmuştur. Osmanlı devletinin yükselme döneminde, padişahlar tarafından yeni fethedilen şehirlerin tekfurlarının kızlarıyla o şehre tayin edilen idarecilerin evlendirilmeleri, hep bu siyaset gereğidir.
Yukarıda görüldüğü gibi, peygamberimizin çok eşliliği, onun görevlerinden kaynaklanan zorunluluklar sebebiyledir. Bizim görüşümüze göre iş kendi iradesine kalsaydı, kesinlikle çok eşli olmak istemezdi. Çünkü o, çok eşlilik hayatında mutlu olmamıştır; eşlerin kıskançlıkları, kaprisleri onu hep üzmüştür. Meselâ, Ahzab suresinin 51. ayeti inince eşi Ayşe isyan etmiş ve “Görüyorum ki Rabbin senin hevana hizmet ediyor.” diyerek, durumundan memnun olmadığını iğneleyici bir dille belirtmiştir. Ayrıca Tahrim suresinin ilk beş ayetinden de, eşlerinin peygamberimizi üzdükleri açıkça belli olmaktadır. Hatta peygamberimiz, Ömer’in kızı Hafsa’yı, geçimsizliği nedeniyle bir ara boşamış, sonra tekrar nikâhlamıştır. Kısaca “Dü zen olan yerde düzen olmamıştır.”
Peygamberimizin eşleri yüzünden üzülmesi, sadece eşlerinin kıskançlığından, geçimsizliğinden kaynaklanmamıştır. Peygamberimizin eşleri, bulundukları konumun ağırlığını fark edememişler, sıradan kimseler gibi başlarına buyruk yaşamaya yönelmişler, çevrenin etkisiyle şatafatlı, debdebeli lüks hayat yaşamayı arzulamışlardır. Tabiri caizse “Bir Numaralı Kadın” olup, hayatın tadını çıkarmak istemişlerdir. Onların bu isteklerine hep karşı çıkan peygamberimiz, kendisini son derece üzen bu davranışlara tepki olarak onları evlerinde yalnız bırakmış, bir ay yanlarına uğramamıştır.
İşte bu gibi olaylar, Yüce Allah’ın müdahalesini gerekli kılmış ve Rabbimiz, peygamberimizin eşlerine münhasır, sadece onları ilgilendiren ayetler indirmiştir:
Ahzab; 28-34: Ey Peygamber! Eşlerine söyle: “Eğer siz dünya hayatını ve onun süslü çekiciliğini istiyorsanız, gelin sizi yararlandırayım (size boşanma bedeli ödeyeyim). Ve güzel bir salma tarzıyla sizi salıvereyim.
Eğer siz Allah’ı, elçisini ve ahiret yurdunu istiyorsanız artık hiç şüphesiz Allah, içinizden güzellikte bulunanlar için büyük bir ecir hazırlamıştır.”
Ey peygamberin kadınları! Sizden kim açık bir çirkin utanmazlıkta bulunursa, onun azabı iki kat olarak artırılır. Bu da Allah’a göre pek kolaydır.
Ama sizden kim Allah’a ve elçisine gönülden itaat eder ve salih bir amelde bulunursa, ona da ecrini iki kat veririz. Ve Biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır.
Ey peygamberin kadınları! Siz kadınlardan herhangi biri değilsiniz; eğer sakınıyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse tamah eder. Sözü maruf bir tarzda söyleyin.
Evlerinizde vakarla oturun, ilk cahiliye kadınlarının süslerini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa vurmayın; namazı ikame edin, zekâtı verin, Allah’a ve elçisine itaat edin. Ey ehli beyt! Gerçekten Allah, sizden kiri gidermek ve tertemiz kılmak ister.
Evlerinizde okunmakta olan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Hiç şüphesiz Allah, lâtiftir, haberdar olandır.
Ayetlerde görülen odur ki, peygamberimizin eşlerine verilen görev, yatak odası ile mutfak arasında hayat geçirmekten ibaret değildir. Onların görevi; bu işe baş koymak, bu büyük davaya özveri ile hizmet etmek, bu davanın neferi olmak, fitneye fesada fırsat vererek başkalarına açık vermemek, evlerinde duydukları ayetleri, hikmetleri insanlığa açıklamak, anlatmak ve öğretmektir. Ayrıca, İslâm’ı hayatının her anında uygulayan bir insan olan peygamberimizin gece yaşantısında bu uygulamaları nasıl yaptığının halka aktarılması da, gece vaktinde gelen vahylerin yazılmasında, saklanmasında peygamberimize yardımcı olmak da, yine onların görevlerindendir. Kısaca peygamberimizin eşleri, bugüne göre hem sekreter hem zabıt kâtibi hem de basın sözcüsü konumunda olmak durumunda kalmışlardır. (Allah onlardan razı olsun.)
Peygamberimizin eşleri :
Hadice:
Huveylid kızı Hadice, ticaretle uğraştığından Tacire, temiz ahlâklı olduğundan da Tahire diye anılan ve kendisine de Ümmü Hind (Hind’in annesi) denilen bir Ümmî, yani Mekke’lidir. Daha önce başından iki evlilik geçen ve birinci evliliğinden bir oğlu, ikinci evliliğinden de bir kızı olan Hadice, peygamberimizle, o henüz elçilik görevi almamışken, Abdullah oğlu Muhammed iken ama herkesin güvenini kazanarak Emin lakâbını almış bir delikanlı iken evlenmiştir.
Peygamberimizin, kendisinden on beş yaş büyük olan bu itibarlı kadınla yaptığı evlilik, Hadice 65 yaşında ölene kadar 25 sene sürmüştür. Hadice’nin önceki evliliklerinden olan iki çocuğuyla birlikte yedi çocuklu olan bu aile, dost ve düşmanların ortak kabulü ile, temelindeki evlilikte karşılıklı sevgi ve saygının esas olduğu örnek bir ailedir. Peygamberimizden sonra Müslüman olan ilk insan ve ilk Müslüman kadın olan Hadice, peygamberimize büyük ve ağır görevinde hep destek olmuş, her zaman onun yanında yer almıştır. Peygamberimizin Hadice ile evli kaldığı bu dönem ile ilgili olarak hiç olumsuz eleştiri yapılmamış, yapılamamıştır. (Allah ondan razı olsun.)
Sevde:
Zem’a’nın kızı Sevde de ilk Müslümanlardan olup, o da Ümmî/ Mekke’lidir. Putperestlerin baskısı sonucu kocasıyla birlikte Habeşistan’a hicret etmiş ama kocasının orada ölmesiyle, elli yaşında dul kalmış ve himayeye muhtaç hâle gelmiştir. Çünkü akrabaları henüz Müslüman olmamışlardı ve o Müslüman olduğu için de ona düşmanlık besliyorlardı. Sevde de onların yanına dönemiyordu.
Sevde’nin bu durumunu bilen Müslümanlar onu, Hadice’nin ölümünden sonra yedi çocukla bir başına kalan peygamberimize eş olarak önerdiler. Bazı kaynaklar Sevde’nin nikâhta peygamberimize şu sözleri söylediğini kaydetmektedir:
“Ben seninle, erkeğe arzu duyduğum için değil, sırf Peygamber hanımları arasında Allah’ın huzuruna çıkabilmek için evlendim. Bana buna göre davran, ey Allah’ın Rasulü!”
Peygamberimizin bu evliliği beş yıl devam etmiş ve Sevde’nin ölümü ile son bulmuştur. Bu tarihte peygamberimiz elli beş yaşındadır.
Ayşe:
Peygamberimizin evlilikleri içinde en çok irdelenen ve eleştiriye konu olan, Ayşe ile olan evliliğidir. Bu konuda, Ayşe’nin henüz evlenecek yaşta olmadığı hâlde küçük bir çocuk iken peygamberimizle nikâhlandığı, üç yıl büyümesinin beklendiği ve ondan sonra gerdeğe sokulduğu hikâyesi bir hayli yaygındır.
Peygamberimizin küçük bir çocukla nikâh kıyması bakımından dikkat çeken bu hikâyenin esasının iyice araştırılması ve bu konunun üzerinde önemle durulması lâzımdır. Aslında bu konu İslâm tarihinin temel kaynak kitapları olan; İbni İshak, İbni Hişam, İbni Sa’d, Taberî, Mevlâna Şibli gibi eserlerde genişçe yer almaktadır. Ayrıca çağımızda da Ali Himmet Berki ve Osman Keskioğlu tarafından hazırlanan “Hatemül Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı” adlı eserde genişçe incelenmiştir. Bu kaynaklardan öğrendiğimiz tarihî gerçek ise şudur:
Ayşe, peygamberimizle nişanlanmadan önce, Mut’im oğullarından Cübeyr ile nişanlıdır. Yani evlilik çağındadır ve peygamberimizle evlendiğinde küçük bir çocuk değildir. Yukarıda adını verdiğimiz tarihî eserlerden bazısı, peygamberimizin, Cübeyr ile nişanlı olan Ayşe’yi babası Ebu Bekr’den istediğini, Ebu Bekr’in de peygamberimize, Mut’im oğullarıyla konuşacağını ve ancak onlar nişanı bozarlarsa o zaman Ayşe’yi kendisine verebileceğini söylediğini, putperest olan Mut’im oğullarının ise, Müslüman olan Ayşe’nin oğullarını da kendi dinine döndüreceğinden korkarak, bu nişanı bozmak arzusunda olduklarını yazmaktadırlar.
Birinci olarak; Ayşe’nin, Mut’im oğullarından Cübeyr ile nişanlı olduğu tartışmasızdır. Çünkü eldeki tüm tarihî kitaplar bu bilgiyi vermektedir. İkinci olarak ise, bu nişanlılığın ise İslâmiyet’ten sonra olması mümkün değildir. Çünkü, mümin bir kadının, müşrik bir erkekle evlenmesini yasaklayan Bakara suresinin 221. ayeti, Müslüman olan ve peygamberimizin en yakın arkadaşı ve dostu olanEbu Bekr’in kendisi gibi Müslüman olan kızını bir müşrike vermesini engellemektedir. Dolayısıyla Ebu Bekr, kızı Ayşe’yi, Mut’im oğullarına, kendisi Müslüman olmadan evvel nişanlamış olmalıdır. Demek ki Ayşe, daha o zamanlarda bile evlilik çağında olan bir kızdır ve yörenin iklim şartlarına göre en az 12-14 yaşlarındadır. Diğer taraftan eldeki tüm tarihî kaynakların mutabık oldukları ve Ana Britannica ansiklopedisinin de 23. cildinin 185. sayfasında yazdığı gibi Ayşe, peygamberimizle hicretten önce nişanlanmış, hicretten sonra nikâhlanmıştır. Bazı kaynaklar hicretten evvel nikâhlanıp, hicretten sonra gerdeğe girdiğini yazsalar da, yine tüm kaynaklarda yer alan aşağıdaki metin, bu iddia ile uyuşmamaktadır:
“Medine’nin havası Mekkeli Müslümanlara çok dokunmuştu. Mekkeli Müslümanlar hep hastalanmışlardı. Hasta olanların içinde Hz. Âişe de vardı. Hastalık geçince Ebu bekr, Hz. Muhammed’in huzuruna gelip şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasülü! Neden NİŞANLIN ÂİŞE’Yİ KENDİ EVİNE ALMIYORSUN ?” Hz. Muhammed cevaben “MEHİR YÜZÜNDEN EY EBU BEKR, ŞU ANDA ÂİŞE’YE MEHİR ÖDEYECEK DURUMDA DEĞİLİM. dedi…..”
Görüldüğü gibi metninde açık olarak Nişandan söz edilmektedir. Ayrıca, nikâh anında tespit edilip muaccel (peşin) veya müeccel (vadeli borç) olarak verilebilecek mehirin henüz tespit edilmemiş olması da nikâhın hicretten hemen sonra kıyılmadığını göstermektedir.
Sonuç olarak yukarıdaki kaynakların verdiği bilgilerden anlaşılıyor ki Ayşe, peygamberimiz ile evlendiğinde, çocuk yaşta olmayıp, nişanlısından ayrılmış bir genç kızdır.
Peygamberimizin bu evliliği hem kızıyla evlenerek kendisini şereflendirdiği Ebu Bekr’in İslâm’a daha fazla maddî ve manevî yardımını sağlamış hem de Ayşe’nin herkes tarafından bilinen İslâm’ı anlama ve anlatma yönündeki dirayeti sayesinde, peygamberimizin elçilik görevini yaparken duyduğu rahatlık için isabetli bir karar olmuştur.
Hafsa:
Ömer kızı Hafsa, okuma yazma bilen ve Habeşistan’a göç eden cefakâr Müslümanlardandır. Kocası Hunays b. Huzâfa Bedir’de şehit olunca Hafsa dul kalmıştır. Onun bu durumuna çok üzülen babası Ömer, sahabenin ileri gelenleri arasından ona uygun bir eş aramıştır. Sonuçta Hafsa ile peygamberimiz evlenmiş, böylece Ömer gibi güçlü bir kişi ileakrabalık bağları kuran peygamberimiz, elçilik görevinde büyük bir destek daha sağlanmıştır.
Huzeyme kızı Zeynep:
Kocası Bedir’de şehit olan ve altmış yaşında dul kalan Zeynep’e evlilik teklifini bizzat peygamberimizin kendisi yapmış ve bu evlilik iki yıl sonra Zeynep’in ölümü ile son bulmuştur.
Ümmü Seleme:
Habeşistan’a hicret eden Müslümanlardan olan ve okuma yazma bilen Ümmü Seleme, kocasının Uhud’da yaralanıp, iki ay sonra o yara sebebiyle ölmesi sonucu Dört çocuk ile dul kalmıştır. Himayeye muhtaç olan Ümmü Seleme, sahabenin ileri gelenleri tarafından kendisine yapılan evlenme tekliflerini yaşlı oluşunu bahane edip reddetmiştir. Peygamberimizin elçi göndererek yaptığı aynı yöndeki teklifi de yaşlılığını, çocuklarını ve kıskanç bir yapıda oluşunu bahane ederek reddeden Ümmü Seleme, peygamberimizin; “Yetimleri zaten yanıma alacağım. Kıskançlığının gitmesi için Allah’a dua edeceğim. İhtiyarlığın ise bir engel değil.” Sözleri üzerine nikâhlanmaya razı olmuştur.
Cahş kızı Zeynep:
Peygamberimizin Cahş kızı Zeynep ile evliliği, her Müslüman tarafından inceden inceye bilinmelidir. Çünkü bu evliliğin her yönü hikmet ve ibretle dolu olup, önemi sebebiyle de Kur’an’da yer almıştır. Dolayısıyla bizlere ölçü ve ışık olmalıdır. Ayrıca bu evlilik, bir takım gerçekleri çarpıtarak Müslümanların zihinlerini bulandıran isteyen İslâm düşmanları tarafından bu amaçlarına alet edilmek istendiğinden, Müslümanlarca iyi öğrenilmelidir.
Öncelikle şu husus bilinmelidir ki, bu uygulamanın kahramanları saygıya ve övgüye lâyık kişilerdir. Çünkü bu evlilik, İslâm Devriminin teorideki öğretilerinin hayata geçirilen ilk uygulamasıdır. Bu evlilik ile Arap toplumunda iki tane yanlış ortadan kaldırılmış ve iki tabu yıkılmıştır.
Birinci olarak; Müslüman kadınların cahiliye döküntüsü inançları sebebiyle, Müslüman da olsalar, itibar etmedikleri, hor gördükleri, evlenmek istemedikleri köleler, toplum içinde hür kişilerle aynı seviyeye getirilmiştir. Hatırlanacak olursa yukarıda başka bir vesile ile sunduğumuz Bakara suresinin 221. ayeti, Müslümanlara şu tavsiyelerde bulunmakta idi:
Bakara; 221: Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın. İman etmiş bir cariye -sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da- müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman etmiş bir erkek köle -sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da- müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp düşünürler.
Ama bu ayetin önerisinin hayata geçirilmesi, uygulanması lâzımdı ki ayetin amacı gerçekleşsin. İşte peygamberimiz bu amacı gerçekleştirmek için, halasının kızı olan Zeynep’i, kölesi (sonradan evlâtlığı) Zeyd ile evlendirmek istedi. Ama Zeynep toplumda yer etmiş tabulara göre gururuna dokunan bu işe pek sıcak bakmadı ve peygamberimizin ısrarına rağmen bu evliliğe razı olmadı. Tam bu sırada Allah’ın emri geldi ve tartışmalar bitti:
Ahzab; 36: Allah ve elçisi bir işe hükmettiği zaman, mümin olan bir erkek ve mümin olan bir kadın için o işte, kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve elçisine isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.
Emir büyük yerden gelince itaat şart oldu ve hür Zeynep ile Müslüman köle Zeyd evlendi. Böylece İslâm’ın insanları eşit kabul ettiği, İslâm toplumunda insanların hür ya da köle olarak ayrıma tâbi tutulamayacağı, İslâm toplumunda hür ve itibarlı bir Müslüman kadın ile Müslüman bir kölenin evlenebileceği, bu somut olayla tüm dünyaya gösterilmiş oldu.
Bir müddet sonra Zeyd ile Zeynep ayrıldılar. Bu dönemde peygamberimiz Zeyd’i hem azat etti ve hem de evlât edindi.
İkinci olarak da; gerçeklerin tersine olarak toplum yaşamındaki her alanda evlâtlıkların öz evlât olarak kabul edilmesi yanlışı ortadan kaldırıldı. Bu konuda da Yüce Allah’ın bir tavsiyesi mevcut idi:
Ahzab; 4, 5: Allah, bir adamın göğüs boşluğu içinde iki kalp kılmadı. Ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız (zıharda bulunduğunuz) eşlerinizi de sizin anneleriniz yapmadı. Evlâtlıklarınızı da sizin öz çocuklarınız saymadı. Bu, sizin ağzınızla söylemenizdir. Allah ise hakkı söyler. Ve doğruya yöneltir/ iletir.
Evlâtlıkları babalarına nispet ederek çağırın; bu, Allah katında daha adildir. Eğer babalarını bilmiyorsanız artık onlar, dinde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Hata olarak yaptıklarınızda ise, sizin için bir sakınca yoktur. Ancak kalplerinizin kasıt göstererek yaptıklarında sakınca vardır. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
Aslında İslâm’a göre de evlâdın eski karısının nikâhlanması mümkün değildir. Ama evlâtlık, yukarıdaki Kur’an hükmüne göre öz evlât sayılamayacağından, evlâtlığın eski karısı da, evlâdın eski karısı hükmünde olmamakta ve bir kimsenin evlâtlığının eski karısı ile nikâhlanmasında bir sakınca bulunmamaktadır. İşte peygamberimiz ile Zeynep’in evlenmesi, evlâtlıkların öz evlât gibi telâkki edilmemesi gerektiğini çok çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Toplumdaki bu yanlışı ortadan kaldıran ve bu tabuyu yıkan ilk uygulama da yine Rabbimizin talimatı ile olmuştur:
Ahzab; 37-40: Hani sen, Allah’ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye: “Eşini yanında tut ve Allah’tan sakın!” diyordun; insanlardan çekinerek Allah’ın açığa vuracağı şeyi kendi içinde saklı tutuyordun. Oysa Allah, kendisinden çekinmene çok daha lâyıktı. Artık Zeyd, ondan ilişkisini kesince, Biz onu seninle evlendirdik; ki böylelikle evlâtlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zaman, onlarla evlenme konusunda müminler üzerine bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.
Allah’ın kendisine farz kıldığı şeyde peygamber üzerine bir güçlük yoktur. Daha önce gelip geçenlerde de olan Allah’ın sünnetidir. Allah’ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir.
Ki onlar, Allah’ın verdiği elçilik görevini tebliğ edenler, O’ndan içleri titreyerek korkanlar ve Allah’ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter.
Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. Ancak o, Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.
Görüldüğü gibi, olayların gelişimi tarafların iradeleri dışında olmaktadır. Yaşananlar, takdir edilmiş olan kaderdir. Ama bir tabunun yıkılmasının, bir yanlışın düzeltilmesinin örneği olma şerefi de, Kur’an’da belirtildiği gibi yanlış kuralların yıkılışının fedakâr ve örnek kişiliklerinde uygulanması sebebiyle, Zeyd ile Zeynep’e aittir. Ayrıca Zeynep, Allah’ın talimatlarına itaatinin ve gösterdiği özverinin bu dünyadaki karşılığını, Allah’ın elçisine eş ve Müslümanlara da Ana olmak şerefiyle almıştır.
Ümmü Habibe:
Ümmü Habibe, Mekke’nin amiri, bir dönem İslâm dininin ve peygamberimizin düşmanı, Bedir’in Uhud’un düzenleyicisi, meşhur Ebu Süfyan’ın kızıdır.
Habeşistan’a göç eden Müslümanlardan olan Ümmü Habibe, kocasının Habeşistan’da Hıristiyan dinine geçmesi sebebiyle onu terk etti. O zamanlar İslâm’ın en büyük düşmanı olan babasının yanına, kabul edilmeyeceğini bildiğinden dönemeyen ve Habeşistan’da yapyalnız kalan Ümmü Habibe’yi peygamberimiz Medine’ye getirtti ve onunla evlendi. Böylece de en büyük düşmanına damat oldu. Ama onunla kurulan akrabalık bağları, Müslümanlara gelebilecek zararları tam olarak ortadan kaldırmasa da önemli ölçüde azalttı. Mekke’nin fethinde de büyük rol oynayan bu evlilik, yine İslâm’ı yayma ve destek sağlamaya yöneliktir. Aşağıdaki ayet, bu olaylardan sonra inmiştir:
Mümtehine; 7: Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık beslemekte olduklarınız arasında bir sevgi bağı kılar. Allah güç yetirendir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
Haris kızı Meymune:
Daha önce iki kez evlenmiş olan ve ikinci kocasının ölümü sonrasında hayatını hizmetçi olarak peygamberimize vakfetmek isteyen Meymune, peygamberimizin evlendiği son kişidir. Peygamberimiz, gösterdiği özveri karşılığında bu kimsesiz kadın ile nikâhlanmış ve onu müminlere anne yaparak şereflendirmiştir.
Cüveyriye:
Benü Müstalik savaşında kocası ölen ve ganimet taksiminde peygamberimizin payına düşen Cüveyriye, Kabile reisinin kızıdır. Esirlik ona zor gelmiş, peygamberimiz de onu hürriyetine kavuşturmuş ve ona evlenme teklif etmiştir. Bu teklifi memnuniyetle kabul eden Cüveyriye ile peygamberimizin evliliği, şu sonuçları doğurmuştur:
- Manzarayı gören diğer Müslüman mücahitler de kadın erkek, tüm esirlerini serbest bırakmışlardır.
- Peygamberimizin bu hareketi ile esirleri küçük görme tabusu yıkılmıştır.
- Cüveyriye’nin kabilesinin tümü Müslüman olmuştur.
Safiye:
Esas adı Zeynep olup, Hayber’de bir Yahudi kabilesinin başkanı Huyey’in kızıdır. Hayber savaşında kocası ölen Safiye de, Cüveyriye gibi esir düşmüş ve ganimet taksiminde peygamberimize isabet etmiştir. Peygamberimizin cariyesi olmuş ve kendisine “ganimet payı” anlamında “Safiye” denmiştir.
Peygamberimiz hürriyetini bağışlayıp, isterse kavmine dönebileceğini söylemesine rağmen o peygamberimizi tercih etmiş, Müslüman olmuş ve müminlerin annesi olma şerefine ermiştir.
Bu evlilik sayesinde de, çevredeki Yahudilerin kinleri ve düşmanlıkları hafiflemiştir.
Mariya:
Bilindiği gibi peygamberimiz, elçiler göndererek çevrede bulunan hükümdarları İslâm’a davet etmekte idi. Bu davetlerden biri de Mısır hükümdarına yapılmış ve o günkü Mısır hükümdarı peygamberimize bir jest olarak iki kız kardeşi; Mariya ile Sirin’i hediye olarak göndermişti. Sirin, peygamberimiz tarafından şair Hasan bin Sabit ile evlendirilmiş, Mariya’yı da peygamberimiz kendisine eş olarak nikâhlamıştır. Bu evlilikten İbrahim adında bir erkek çocuk doğmuş ama küçük yaşta ölmüştür.
Bu evlilik, İslâm dininin yayılmasında çok büyük rol oynamıştır. Bizans sınırları içerisine yapılan tüm seferlerde Mısır devleti hep Müslümanlar tarafını tutmuş; ya doğrudan desteklemiş ya da tarafsız davranarak İslâm kuvvetlerine dolaylı yardımda bulunmuştur. Mısır’ın da İslâm dini ile müşerref olmasında peygamberimizin Mariya ile evlenmesinin rolü çok büyük olmuştur.
NETİCE :
Yukarıdaki açıklamalarımızdan görüldüğü gibi peygamberimiz, bekârlığında da, evliliğinde de iffet örneği olmuş bir kişidir. Hayatının hiçbir döneminde, kadın düşkünü olarak nitelenmeyi gerektirecek bir davranışta bulunmamış, hele şehvet, onun Allah’tan aldığı emir doğrultusunda hep uzak kaldığı bir özellik olmuştur. Bazı İslâm düşmanı iftiracıların onu küçük düşürmek maksadıyla ortaya savurdukları seks manyaklığı ise ancak, onun otuz erkek gücünde olduğu yalanını uyduran sözde Müslümanların hastalıklı beyinlerinde yarattıkları hayalî kişilik için söz konusudur. Eşlerinin kimlikleri ve kişilikleri de yakından tanınınca durumun böyle olduğu daha da açığa çıkmaktadır.
Peygamberimizin çok eşliliği; yapmakta olduğu elçilik görevinde, maddî, manevî, siyasî, sosyal alanlarda yardım ve destek sağlaması ve bu görevde zorluk çekmemesi için sadece kendisine tanınmış bir ayrıcalıktır. Başkalarını hiç ilgilendirmemektedir. Sünnet olarak da başkaları tarafından tatbik ve taklit edilemez.


http://www.istekuran.net/?p=66

Ali Rıza Borazan
22. August 2009, 10:25 AM
Eline ağzına sağlık kardeş teşekür.

tevhid_yolcusu
21. July 2010, 07:18 PM
üye tarafından silindi..

FEDAKARADAM
24. January 2011, 06:29 PM
ASLINDA BU KONU AÇILMASA DAHA İYİYDİ.BİZİM MİLLETİMİZ BU KONU HAKKINDA ŞÜPHEYLE BAKMAKTADIR...Hz. peygamberimizn çok eşli oluşunu öğrensek ne olur ki.Bu konu ateistlerin üzerinde durduğu bir konudur.Mesajlar arttıkça sorular kendiliğinden gelmekte ve işin içinden çıkılmamaktadır.

Mühim olan şudur ki biz müslümanlar hz. peygamber efendimizi örnek alıp onun güzel ahlakıyla edeplenmek boynumuzun borcudur.Allah, Resulullah efendimizin çok eşli niye oldu diye bizi sorguya çekmeyecektir.Peygamber efendimiz(S.A.V.)'in çok eşliliğini irdelemeye gerek yok diyorum...

pramid
3. April 2011, 06:55 PM
o dönem arapları kızın adet görmesi ile yaşlarını sayarlardı....... aişe için söylene gelen çocuk yaşı güvenilir değil.............ek bir bilgi.. yazı içinde tşk...

islam yavaş yavaş yanlışı değişirir. alışkanlıkların kırılması zor olsa gerek..

örnek:
şefaat.
putlar şefaat etmez.
şefaat allah iznine bağlı
şefaat yalnızca allahındır....şefaatcilerin fayda vermeyeceği gün..

örnek.
hamr da fayda ve zarar var..
sarhoşken salata yaklaşma
hamr 'ı bıraktınız değimi....

Hasan Akçay
15. June 2012, 11:58 AM
Prof Dr Abdülaziz Bayindir (video):
http://www.youtube.com/watch?v=G0amFOhmfr8

Islamda kölelik ve cariyeligin ta peygamberimiz zamaninda kesin olarak kaldirildigini… fakat daha sonralari ilgili ayetlerin tamaminin anlami degistirilerek, saga sola cekilerek cariyelik sisteminin zoraki bir sekilde yerlestirildigini, sonraki gelen nesillerin de sanki bunu dinin bir parcasiymis gibi kabul ettiklerini cok acik ve net olarak gördük.

*

Simdi bugün dogru bildigimiz yanlislardan bir tanesini daha anlamaya calisacagiz. Ben kendimi bildim bileli FIKIH kitaplarimizda, diger kitaplarda Islamda köleligin ve cariyeligin oldugu anlatilir.

"Iste aslinda Islam köleligi kaldirmak istedi ama ne yapsin herkes her tarafta insanlari köle yapmisti; onu yavas yavas kaldirmayi planladi. Neticede de kalkti."

Fakat neticede kaldiran Islam mi oldu batililar mi oldu? Eh batidan gelen baskilarla mecburen kaldirildi. O zaman bi cok seyi birileri yaptiginda hemen "Aslinda bu, Islamda var!" diye yapistiriyoruz. Bu da gercekten cok gülünc oluyor.

Bir gün Ali Riza (Demircan) Hoca Süleymaniye Vakfina gelmis. Bizim ordaki diger hocalarla görüsmüs. Enes Hoca, Yahya… digerleriyle. Mu’minûn sûresinin bastaki ayetlerinden bir ayete yanlis anlam verildigini tesbit etmis. O da estaîzu billah, illâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânuhum ve innehum gayru melûmîn. Simdi bunu bastan itibaren okursam buradaki ifadenin anlaminin ne oldugu ortaya cikar…

namazlarda husû icinde olmak kadin ve erkek icin
bos sözlerden sakinmak kadin ve erkek icin
zekat icin calismak kadin ve erkek icin
namuslarini korumak kadin ve erkek icin
ama
(apis aralarini acmaya) gelince sadece cariyelerine karsi deniyor.

Yani burda hemen erkege dönüsüyor, kadina degil. E peki, mâ meleket eymânuhum- hakimiyetleri altinda bulunanlar dendigi zaman bunun kadini erkegi olmaz. Yani erkek köle de olur, kadin köle de olur. O zaman

erkek, sahip oldugu cariyeden cinsel olarak yararlaniyorsa

bu ayetten cikariyorsaniz o hükmü…
ayni ayetten yüzde yüz olarak sunu da cikarirsiniz:

kadin da sahip oldugu köleden cinsel olarak yararlanir.

Bunu demeniz gerekir. Bunun baska bir mânâsi yok. Hayir! Bunu hic kimse kabul etmiyor. Orda hemen erkege dönüyorlar.

galipyetkin
15. June 2012, 01:05 PM
Sayın Akçay.

Dört karı, iki,üç,......cariyesi olan veya buna özlem duyan biri bunu nasıl nasıl söyler ki...?

(Hasan Bey,şurada bir konu nedeniyle kompetanı siz olduğundan size bir atıf yapmıştım. Bir bakıverir misiniz? Sitemizin Kur'an bölümünde ''yaptığımız yanlışlar ...'' başlığı altındaki Haluk Gümüştabak'ın yazısı, ana sayfada son konular kısmında ''yaptığımız...'' başlığı)

Saygılarımla
Galip Yetkin.

Hasan Akçay
16. June 2012, 02:53 PM
Merhaba.

Nasil söyler ki...
Söyleyemez
cünkü
söyledigi an su gerceklerle yüz yüze gelecek:

1.
Inanan erkek, tipki inanan kadin gibi, tek eslidir.

2.
Inananlarin yeminleri kime sahipse onlar (mâ meleket eymânuhum)
inananlarin köle ve cariyeleri degil sözlü nikahla aldiklari esleridir.

3.
Kadinlarin köleleriyle nikahsiz iliskisi nasil zina ise
erkeklerin cariyeleriyle nikahsiz iliskisi de zinadir.

Konuyu buraya getirmemin nedeni: sorularim var. Sayin Halil Ay belki cevap verip beni aydinlatir.

Allah
Mu'minûn 1-6'da
kadin erkek bütün inananlardan
söz ediyor.

Örnegin 5-6:

Ve cinsel organlarini saklayanlardir onlar -Vellezîne hum li furûcihim hâfizûn
Ama eslerinden ya da yeminleri kime sahipse onlardan saklamazlar...
illâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânuhum

Sorularim:

1.
Ayet 6'da
muhataplarin yalnizca erkekler olduguna isaret eden bir gramer var mi?
Örnegin alâ?

Videoda Prof Bayindir bunu aklindan bile gecirmiyor.

2.
Ayet 6'da
baglac ya da anlamindaki ev.

Bu,
o da olur bu da olur anlamina mi gelir ya da
ikisi birden olmaz, ya o ya bu mu?

Prof Bayindir ikisi birden olmaz diyor, ya o ya bu.

Bir kadin ya
olagan nikahli bir kocaya ya da
sözlü nikahla edindigi bir kocaya sahiptir.
Bir kadin iki kocali olamaz.

Bir erkek te ya
olagan nikahli bir hanima ya da
sözlü nikahla edindigi bir hanima sahiptir.
Bir erkek iki hanimli olamaz.

Sevgi ile,
Hasan Akcay

dost1
17. June 2012, 03:53 AM
Selamun Aleykum! Değerli Hasan Akçay Kardeşim!

Merhaba.

Merhaba





Nasil söyler ki...
Söyleyemez
cünkü
söyledigi an su gerceklerle yüz yüze gelecek:

1.
Inanan erkek, tipki inanan kadin gibi, tek eslidir.

2.
Inananlarin yeminleri kime sahipse onlar (mâ meleket eymânuhum)
inananlarin köle ve cariyeleri degil sözlü nikahla aldiklari esleridir.

3.
Kadinlarin köleleriyle nikahsiz iliskisi nasil zina ise
erkeklerin cariyeleriyle nikahsiz iliskisi de zinadir.

Değerli Kardeşim!
İslâm dini nikâhsız cinsel ilişkiyi tasvip etmez. Nikâhsız gönüllü ilişkiyi zina, nikâhsız ve gönülsüz ilişkiyi ise tecavüz sayar.


Konuyu buraya getirmemin nedeni: sorularim var. Sayin Halil Ay belki cevap verip beni aydinlatir.

Allah
Mu'minûn 1-6'da
kadin erkek bütün inananlardan
söz ediyor.

Sadece 1-6 da değil, 1- 11 deki ayetlerde kadın erkek bütün inananlardan sözediliyor.


Örnegin 5-6:

Ve cinsel organlarini saklayanlardir onlar -Vellezîne hum li furûcihim hâfizûn
Ama eslerinden ya da yeminleri kime sahipse onlardan saklamazlar...
illâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânuhum

Sorularim:

1.
Ayet 6'da
muhataplarin yalnizca erkekler olduguna isaret eden bir gramer var mi?
Örnegin alâ?

Videoda Prof Bayindir bunu aklindan bile gecirmiyor.


Muhatapların yalnızca erkekler olduğuna işaret eden bir gramer yok.


2.
Ayet 6'da
baglac ya da anlamindaki ev.

Bu,
o da olur bu da olur anlamina mi gelir ya da
ikisi birden olmaz, ya o ya bu mu?

Prof Bayindir ikisi birden olmaz diyor, ya o ya bu.


Bir kadin ya
olagan nikahli bir kocaya ya da
sözlü nikahla edindigi bir kocaya sahiptir.
Bir kadin iki kocali olamaz.

Bir erkek te ya
olagan nikahli bir hanima ya da
sözlü nikahla edindigi bir hanima sahiptir.
Bir erkek iki hanimli olamaz.

Sevgi ile,
Hasan Akcay

Değerli Hasan Akçay Kardeşim!

“ اَوْ /ev“ Yahut/Ya/bazen” anlamlarında atıf edatı olup cümle ve tekil kelimeleri birbirine bağlar.
Kullanıldığı yere :
İki şeyden birini seçmek, (Ya balığı ye yahut sütü iç.)
Birşeyin şüpheli olduğunu belirtmek,(Ya bir gün, ya iki gün çalış.
Birşeyin kapalı olduğunu belirtmek, (Biz mi yoksa siz mi hak üzeresiniz.)
Taksimleri belirtmek, (Kelime ya isim, ya fiil,ya harf olur.)
“اِلٰى “İla anlamında, ( Hakkımı verinceye kadar senden ayrılmayacağım.)
“ اِلَّا İlla” anlamında, ( Ya düşmanla savaşacağım ya da o boyun eğecek)
Bazen anlamında (Ben bazen namaz kılarım bazen oruç tutarım)
kullanılırlar.

Sorunuzun cevabı:
“ Eşleri yahut/veya sözleşmelerinin sahip oldukları” İkisi birden olmaz.

Değerli Kardeşim sözkonusu ettiğiniz Mü'minun 5,6 daki:
“Vellezîne hum lifurûcihim hâfizûn, İllâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânuhum feinnehum ğayru melûmîn”
ayetin benzeri Me’âric29-3o da da aynısıyla geçmektedir.

Me'âriç;29,30:“Vellezîne hum lifurûcihim hâfizûn, İllâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânuhum feinnehum ğayru melûmîn”
Ve onlar iki aralık arasındakini koruyanlardır. –Ancak eşleri veya/yahut sözleşmelerinin sahip oldukları hariçtir. Çünkü onlara yaklaştıklarında kınanmazlar.–

Âyette lifurûcihim hâfizûn kimler için olacaksa onlar belirtilmiştir. Bunlar:Ezvaç/eşler veya mâ meleket eymânüküm/sözleşmelerinizin sahip oldukları “ dır.:

Değerli Kardeşim!

“Mâ meleket eymânühümden/sözleşmelerinin sahip olduklarından kasıt: Kölelik müessesesinin devam ettiği zamanlarda, kadın ve erkek kölelerin belirli koşullar ile yapılan sözleşmeler çerçevesinde koruyucu ailelerin himayelerine verilenlerdir.

Bu Koruyucu aileler onların/erkek ve kadın köleler iş gücünden yararlanırlar ve onları korurlardı.
Bunlar ile cinsel ilişkiye girebilmek için mutlaka yakınlarından izin alınarak örfe uygun olarak davranılması - mehirlerinin verilmesi- suretiyle nikâhlanmaları şarttır. Nisa suresinde bunlar ile ilgili açıklamalar bulunmaktadır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsustur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

galipyetkin
17. June 2012, 01:33 PM
Sayın Halil Ay. Dost1

Benim de takıldığım bir husus-konu var: MEHİR.

1- Eğer bu ifade ''mihr-mehr'' kökünden geliyorsa ve ''nikâh bedeli, başlık parası'' anlamında ise, Fatiha suresi ile kişilik kazanmış bir kadına mal yani ''alım satıma''-değer değişimine tâbi bir eşya muamelesi yapılamıyacak ise, yani insan ise,

2- Kadın ''İffetli'', yani yalnızca maişet-geçimlik ile yetinmek mecburiyetinde ise,

Bu ifade ne demek oluyor?

3- ''Maharet'' kökükünden geldiği düşünülebilir mi? Evet ise cümle içinde ne anlam ifade eder? Evlendikten sonra da düşünce ve eylemlerinde serbestlik ifade ile kısıtlanamıyacağı anlamına gelebilir mi?

4- Yoksa başka bir mânâsı mı var?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

dost1
17. June 2012, 05:57 PM
Selamun Aleykum! Değerli Galip Yetkin Kardeşim!

Sayın Halil Ay. Dost1

Benim de takıldığım bir husus-konu var: MEHİR.

1- Eğer bu ifade ''mihr-mehr'' kökünden geliyorsa ve ''nikâh bedeli, başlık parası'' anlamında ise, Fatiha suresi ile kişilik kazanmış bir kadına mal yani ''alım satıma''-değer değişimine tâbi bir eşya muamelesi yapılamıyacak ise, yani insan ise,


"Mehir" ifadesi "mihr-mehr" kökünden gelmiyor. İslamda "Nikah bedeli, başlık parası" diye bir kavram yoktur. Günümüz uygulamaları Kur'an'dan çok geleneğin getirdikleridir.


2- Kadın ''İffetli'', yani yalnızca maişet-geçimlik ile yetinmek mecburiyetinde ise,

Bu ifade ne demek oluyor?


Değerli Kardeşim! Bunu anlamak için İslâm dininin kadına bakışının iyi bilinmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü herkesin öz benliğinin iyi ve kötü tarafları, kişilerin özgür iradeleri ile oluşmuş inanç ve amelleri sonucu ortaya çıkmaktadır.


Kadın, beden ve cesaret yönünden erkeğe göre zayıf, cinsel organ yönünden savunmasızdır. ( Nisâ Sûresinin 34. Âyeti ) Öz benlik olarak erkekten farklı değildir. Çünkü öz benliğin cinsiyeti yoktur.



Kadın tarladır, kültürdür . Toplumların, maddî ve manevî varlıklarını sürdürmeleri kadına bağlıdır. ( Bakara Sûresinin 223. Âyeti) Kadın, şefkat, merhamet, eğiticilik, öğreticilik gibi hissî konularda erkekten daha güçlüdür.

Kadınların geçimleri, erkekler üzerine yüklenmiştir. Böylece kadınların dağ-taş geçim temini peşinde koşmaları ve tek başlarına seyahate çıkmaları neticesinde taciz ve tecavüze uğrama riski ve istismar edilme olasılığı ortadan kaldırılmıştır. ( Nisâ Sûresinin 34. Âyeti )

Kadının dul kalması hâlinde hemen evlenmesine izin verilmemiş, "iddet" kuralı getirilmiştir. ( Bakara Sûresinin 228, Ahzâb Sûresinin 49, Talâk Sûresinin 4. Âyetleri)




Bütün olarak bu hususlar dikkate alındığında, İslâm dinindeki mehirin mahiyeti daha iyi anlaşılır. Kur'ân'a göre mehir; kadının "geçim sigortası"dır. Bu kural, kadının zayıflığından değil, –kadının sosyal ve kültürel yönden önemine binaen– korunması gerektiğindendir. Dul kalması durumunda "iddet" süresince geçinebileceği bir mal ya da paranın kadına verilmesi, onun geçimini sağlamak için uğraşmasına, yuvasından uzaklaşıp sıkıntılara katlanmasına gerek bırakmayacaktır. Böylece kadın, taciz ve tecavüz riskinden uzak olacaktır. Kısacası Allah, kadını onurlandırmak, korumak ve mağduriyetini engellemek için ona mehir verilmesini emretmiştir.



3- ''Maharet'' kökükünden geldiği düşünülebilir mi? Evet ise cümle içinde ne anlam ifade eder? Evlendikten sonra da düşünce ve eylemlerinde serbestlik ifade ile kısıtlanamıyacağı anlamına gelebilir mi?

4- Yoksa başka bir mânâsı mı var?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Değerli Kardeşim!

Aynen belirttiğiniz gibidir. Ancak "maharet" kökünden değildir. "Maharet" de "المَهر mehr" sözcüğü gibi aynı "mhr" kökünden türemiştir. Bu kökten türeyen " مهارة/ mahâret/beceriklilik" ve "ماهر mâhir/ becerikli,uzman" sözcükleri yaygın olarak dilimizde de kullanılmaktadır.



"المهر mehr" sözcüğünün esas anlamı, "yüzmek"tir. Lisânul Arab, "Mhr" mad.
"Mehir" sözcüğün yaygın olan "beceriklilik" anlamı da dikkate alındığında "mehr" sözcüğünün, "işini yüzdürmek, her işi becerebilmek" veya "işi garantiye almak" anlamına geldiği söylenebilir.


Ne yazık -ki,asıl anlamı "işini yüzdürmek, her işi becerebilmek" veya "işi garantiye almak" olmakla birlikte- "mehr" sözcüğü, "evlilik esnasında kocası tarafından kadına ödenen para ya da mal" anlamında kullanılır olmuştur. Toplum büyük bir kesimince böyle bilinmektedir. Ne yazık ki, bu büyük kesim içinde ilahiyatçılar da bulunmaktadır.

Oysa ki, "mihr" Kur'ân'da bu anlamıyla kullanılmaz, "evlilik esnasında koca tarafından kadına ödenen mal veya para" için Kur'ân, الصّدقة - saduqa, فريضة - farîza, اوجور - ucûr, sözcüklerini kullanır.

"الصدقة saduqa" sözcüğü, "صدق - sdq/ doğru söylemek" kökünden gelir. Sözcüğün, "doğru söylemek" anlamı esas alınırsa; "evlilik esnasında koca tarafından kadına ödenen mal veya para"yı ifade eden saduqa sözcüğünün Kur'ân'da, "geçimin sağlanacağına sadakat/doğru söz ile verilen güvence" anlamında kullanıldığı anlaşılır.


Bu durumu belirtmek için Kur'an'da-"evlilik esnasında koca tarafından kadına ödenen mal veya para" olarak bilinen- bazı Âyetlerde, أج"ر ecr/ücret/ bir şeyin karşılığı" kelimesi de kullanılmıştır. Bunun da, "kadının onurundan feda ettiklerinin karşılığı" olarak anlaşılması mümkündür.

Değerli Kardeşim!

Kur'an'da mehirin amacının kadının korunmasına yönelik olduğu gözönünde tutulursa, ideal olanın; ekonomik açıdan kadının kocasına muhtaç olmayacak ölçüde ve sosyal açıdan özgüvene sahip nitelikte yetiştirilmesinin gerektiğidir. Bu şekilde yetiştirilmiş olan kadınların "mehir" almaları da gerekmez. Mehirlerini eşlerine bağışlayabilirler. ( Nisa4, Nisa 25)


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

khaos
17. June 2012, 09:09 PM
Peygamberimizin evlilik konusu ve İslam ın kadına bakış açısı ateist kesim tarafından her zaman müslümanların yumuşak karnı olarak görülmüş ve tartışma konusu yapılmıştır.Bu konudaki en büyük iftiraların sahibi bildiğiniz üzere T.Dursun dur.Maalesef ateist kesimin dayandığı delillerin gene çoğusu peygamber adına uydurulan hadislere ve o dönem yaşamış sahabelerin anlattıklarına dayandırılmaktadır.Peygamber 10 kaplan gücünde gösterilip, şehvet içinde yanıp tutuşan,dışarıda gördüğü kadınlara hallenip hemen eve koşup cinsel ilişkiye giren biri gibi gösterilmiştir.
Evet peygamberimiz bir insandı.Hepimizin yaratılıştan gelen doğal ihtiyaçları onun içinde geçerlidir.Ama Allah'ın Kur'an gibi bir mucizeyi tebliğ görevi verdiği birinide üstün ahlak üzerine yaratmamış olması düşünülemez.Ama öyle rivayetler(masallar) anlatılıyor ki peygamberin hayatı tebliğ için değil de cinsellik için yaşadığını zannedersiniz.



Ben bu konuda bilgilenmek isteyenlerin sitede Nebilerin sonuncusu Muhammed Peygamber bölümünde, Aile Hayatı başlığının Allah'ın Resulu/Nebisi Muhammedin Evlilikleri konusunu okumasını isterim.
Dost1 kardeşim,
Allah sizden razı olsun.

galipyetkin
17. June 2012, 11:55 PM
Sayın Halil Ay. Dostum Dost1.

Neden ''dostum'' Dost1 diyorum. Yazdıklarınız dolayısı ile size değil, yazdıklarınıza eleştirel bir yönden baktığım ve tefekkür sağladığı için.

Şimdi de bu ''mehir'' hakkında, hukukçu mantığı ile bir tenakuz dile getireyim.

Müslüman, islamın havrasıyla, manastırıyla, karyesiyle, genelde ''mescid el haram''ı veya İbrahim Peygamber'in dayanağını geliştirdiği ''Beyt'ül Atiyk'' ile, Peygamberimizin Medine'si ile gerek sosyal gerek ekonomik yönden toplumcu bir sistem ile güvencededir.

Bu sistem Allah'ın önerdiği sistem olduğundan, bu sistem içerisinde yaşayanlar Allah'a güvenmektedirler. Toplumdaki her fert-kadın erkek- infak sistemiyle, her konuda itidal ile güvendedir. Bu sistem içinde yaşayanların yani müslümanların ''ekstra''dan bir garanti, ''mehir'' denilen ayrı bir güvence talebi ile Allah'a güvenmemek olgusu yani bu mehir ile putperestlik olgusu doğmaz mı?

Biliyoruz ki islam, islam öncesi kullanılan ve toplumda yerleşmiş ifade ve kurumların içeriğini ve manalarını değiştirerek kendi içerisine almıştır. Mehrin de buna tabi tutulmuş olması muhtemeldir.

İşte ben bu nedenle ''mehrin'' evlilik düzeni içinde eşlerin yalnızca kendilerini kendi aile düzenlerini ilgilendiren islami prensiplere uygun, ailenin düzeni için despot olamayan kadına fazladan bazı yetkiler verilmiş bir aile düzeni getirmeleri olarak düşünüyorum.

Ne dersiniz?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

dost1
18. June 2012, 04:39 AM
Selamun Aleykum! Değerli Galip yetkin Kardeşim!

Sayın Halil Ay. Dostum Dost1.

Neden ''dostum'' Dost1 diyorum. Yazdıklarınız dolayısı ile size değil, yazdıklarınıza eleştirel bir yönden baktığım ve tefekkür sağladığı için.


Değerli Kardeşim!
Günümüz Türkçe’sinde tenkid yerine kullanılan “eleştiri”; bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek amacıyla yapılan incelemenin adıdır ve böyle de tanımlanmaktadır.

Biliyor musunuz? Kur’an mükemmel bir tenkid/eleştiri kitabıdır. O, yanlış olan her şeyi tenkid eder/eleştirir. Hatır gönül adına hiçbir yanlışa göz yummaz, savsaklamaz. Çünkü yanlış karşısında sessiz kalmak, yanlışa ortak olmak anlamına gelir. En azından yanlışın devam etmesine sebep olur.

Arapçada ‘ne-qa-de’ (kaf harfi ile) fiili para v.b. şeylerin iyisini kötüsünden bilip ayırt/temyiz etmeye denir. "İn-te-qa-de" fiili bir şeyin kusurunu göstermek, ayıbını ortaya koymak demektir. Bir kelâmı tenkid etmek, içindeki kusurları ayıklayarak, sözdeki güzellikleri ortaya çıkartmak demektir. Tenkid edene münekkid/eleştirmen denir.

Allah razı olsun. Olması gereken de bu yaptığınızdır. Münekkid/eleştirmen olabilmek gerçekten zordur. Gerçek anlamıyla yapıldığında da güzeldir. Yazanın yazdıklarındaki, konuşanın konuşmalarındaki kusurların ayıklanarak yazı ve konuşmadaki güzelliklerin ortaya çıkmasını sağlar. Buna vesile olduğunuz için sağolun.



Şimdi de bu ''mehir'' hakkında, hukukçu mantığı ile bir tenakuz dile getireyim.

Müslüman, islamın havrasıyla, manastırıyla, karyesiyle, genelde ''mescid el haram''ı veya İbrahim Peygamber'in dayanağını geliştirdiği ''Beyt'ül Atiyk'' ile, Peygamberimizin Medine'si ile gerek sosyal gerek ekonomik yönden toplumcu bir sistem ile güvencededir.

Doğrudur. Ancak günümüzde halkı müslüman olan ülkelerde Allah’ın belirttiği kıble/hedef strateji olan salatın ikamesi zayi olmuştur. Bu nedenle toplumcu sistem yoktur ki, güvencesi olsun.



Bu sistem Allah'ın önerdiği sistem olduğundan, bu sistem içerisinde yaşayanlar Allah'a güvenmektedirler. Toplumdaki her fert-kadın erkek- infak sistemiyle, her konuda itidal ile güvendedir. Bu sistem içinde yaşayanların yani müslümanların ''ekstra''dan bir garanti, ''mehir'' denilen ayrı bir güvence talebi ile Allah'a güvenmemek olgusu yani bu mehir ile putperestlik olgusu doğmaz mı?


Allah’ın önerdiği sistemde aydınlanma vardır. Bu sisteme gerçekten güvenenler bu sistemi oluşturmak için çabalarlar. Salatı İkame kurumlarını en iyi şekilde oluştururlar. Bu sistemde yetişen kadın ekonomik yönden güçlü olduğu için “dul kaldığındaki iddet süresi” için korunma sağlayan bir mehir( الصّدقة - saduqa, فريضة - farîza, اوجور – ucûr) almaz ve sunulanı da bağışlar.
Ekonomik gücü olmayan ve salat kurumlarının oluşturulmadığı bir sistemde güvenceden yoksun kalan kadının bedel istemesi Allah’a güvenmemek değil Allah’ın koyduğu ruhsatı kullanmaktır. Zaruretler kalkınca ruhsat da terkedilir.



Biliyoruz ki islam, islam öncesi kullanılan ve toplumda yerleşmiş ifade ve kurumların içeriğini ve manalarını değiştirerek kendi içerisine almıştır. Mehrin de buna tabi tutulmuş olması muhtemeldir.


Mehir( الصّدقة - saduqa, فريضة - farîza, اوجور – ucûr); ekonomik gücü olmayan ve dul kalan kadınların kapı önüne konulmasının getirdiği sıkıntıları çözmeye yönelik bir devrimdir. Kadın isterse almaz ve bağışlar.


İşte ben bu nedenle ''mehrin'' evlilik düzeni içinde eşlerin yalnızca kendilerini kendi aile düzenlerini ilgilendiren islami prensiplere uygun, ailenin düzeni için despot olamayan kadına fazladan bazı yetkiler verilmiş bir aile düzeni getirmeleri olarak düşünüyorum.

Ne dersiniz?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.


Değerli Kardeşim! Ne diyebilirim ki, Allah ne dediyse o.
Dikkat ettiyseniz ki, etmişsinizdir.”
"Evlilik esnasında koca tarafından kadına ödenen mal veya para" için Kur'ân, الصّدقة - saduqa, فريضة - farîza, اوجور - ucûr, sözcüklerini kullanır.” demiştim. Bu durum halk arasında “mehir” sözcüğü ile belirtildiği için mehir sözcüğünü kullanıyorum.

Allah, kadınların geçimleri, erkekler üzerine yüklenmiştir. Böylece kadınların dağ-taş geçim temini peşinde koşmaları ve tek başlarına seyahate çıkmaları neticesinde taciz ve tecavüze uğrama riski ve istismar edilme olasılığı ortadan kaldırılmıştır. ( Nisâ Sûresinin 34. Âyeti )

Allah, kocalara: “Ve o kadınlara [yetimlerin kadınlarına] mehirlerini seve seve veriniz. Artık kendileri ondan[alacaklarından] bir kısmını size hoş ederlerse [ikramda bulunurlarsa] de onu afiyetle, çekinmeden yiyiniz(Nisâ Sûresinin 4. Âyeti) "ve Zorunlu ödemenizden sonra, rızalaştığınız şeyde size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah en iyi bilen ve hikmet sahibi olandır “(Nisâ Sûresinin 25. âyeti) diye buyurmuş ve ancak mehire muhtaç olmayan kadınların mehiri kocalarına bağışlamalarına da izin vermiştir.


İsterseniz Kur’an’da bu durumun belirtildiği ayetlere birlikte bakalım.

(Bakara: 236–237) Eğer kadınları, kendilerine dokunmadan veya onlara bir mehir takdir etmeden boşarsanız size bir günah yoktur. Ve onları kazançlandırın. Geniş olan hâline göre, eli dar olan da hâline göredir. Ma'rûfa göre kazanç, Muhsinler [iyilik-güzellik üretenler] üzerine bir borçtur. Ve eğer onları, kendilerine dokunmadan önce boşar ve mehri de kesmiş bulunursanız, o zaman borç, o kestiğiniz miktarın yarısıdır. Ancak kadınlar veya nikâh akdini elinde bulunduran kimse bağışlarsa başka. Ve bağışlamanız takvâya daha yakındır. Aranızdaki fazlalığı da unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.
(Nisâ: 4) Ve o kadınlara [yetimlerin kadınlarına] mehirlerini seve seve veriniz. Artık kendileri ondan [alacaklarından] bir kısmını size hoş ederlerse [ikramda bulunurlarsa] de onu afiyetle, çekinmeden yiyiniz.

(Nisâ: 23–25) Size, anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, teyzeleriniz, halalarınız, erkek kardeşinizin kızları, kız kardeşinizin kızları, sizi emzirmiş olan anneleriniz, sütten kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri, birleşme yaptığınız kadınlarınızın eski kocalarından doğup evinizde bulunan üvey kızlarınız –birleşme yapmadıysanız bir sakınca yok size–, kendi sulbünüzden olan oğullarınızın hanımları ve iki kız kardeşin arasını birleştirmeniz –eski yapılıp geçenler hariç–, yeminlerinizin sahip oldukları hariç, muhsan kadınlar [nikâhlı kadınlar] da haram kılındı. Allah çok affedici, çok merhametlidir. Bunlar Allah'ın üzerinize yazdığıdır. Bunların dışında iffetlerinizi koruyup fuhuşta bulunmamak üzere mallarınızla, muhsanlaşacak [evlenecek] kadın aramanız size helâl kılındı. Öyleyse onlardan ne ile faydalandıysanız, farz bir görev olarak ücretlerini ödeyiniz. Zorunlu ödemenizden sonra, rızalaştığınız şeyde size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah en iyi bilen ve hikmet sahibi olandır. Ve sizden her kim hür mü'min kadınları nikâh edecek bir zenginliğe gücü yetmiyorsa, ona da, yeminlerinizin malik olduğu mü'min genç kızlarınızdan nikâhlamak var. Ve Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Sizin bazınız bazınızdandır. O hâlde fuhuşta bulunmayan, gizli dost edinmeyen sahiplenilmiş kadınlar olmak üzere yakınlarının izniyle onları [yeminlerinizin malik olduklarını] nikâhlayın ve örfe uygun bir şekilde ücretlerini [mehirlerini] verin. Sahiplenildiklerinde fahişe işlerlerse, o zaman onlara hür kadınlara verilen azabın yarısı verilir. –İşte bu sizden günah işlemekten ürperen kimseleredir.– Ve eğer sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Ve Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.

(Mâide: 5) Bu gün size temiz olan şeyler helâl kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin de yemeğiniz onlara helâldir. Mü'minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce kendilerine kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak –onlara ücretlerini/mehirlerini ödediğiniz takdirde– size helâl kılındı. Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O, âhirette hüsrana uğrayanlardandır.

(Ahzâb: 50) Ey Peygamber! Şüphesiz Biz, sana, ecirlerini [mehirlerini] verdiğin eşlerini helâl kıldık.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

galipyetkin
18. June 2012, 02:59 PM
Sayın Dost1.

Teşekkürler.

Fakat, bir yerden itibaren tatmin edici olamıyoruz, bazı tenakuzlar devam ediyor. Herhalde bu da iyi araştırılmadığından, üzerinde adalet ve rahmet yönünden iyi tefekkür edilmediğinden, lâkayt kalmaktan.....

Mesala:
1-Eğer İslam karı-koca hukuku alanında bir sistem getirmişse, evlilik bir akte-bir şekle bağlanmışsa, boşanmanın da şeklî bir yönü olması gerekir. Öyle ''boşsun'' diyerek ''kapı önüne koymak'' yoktur.

2-Evlilik eşlere, birbirlerine karşılıklı kişisel ve toplumsal bazı haklar verir, sorumluluklar yükler. Bu günkü sistemimiz, boşanma halinde ''nafaka'' diye bir ''şey'' kabul etmiştir. Bu, bu günkü kapitalist sistemde bize adil gelebilir.

Fakat, İslamda ''bakara:219-Nahl:71''e tâbi, itidal seviyesinde kalması gereken serbest meslek erbabı ile topluma ait kurumlarda çalışıp da maişet alan kişilerin, boşanma sebebiyle standart gelirinin-kazancının yarısını ''nafaka'' olarak vermesi, veren ve alanın itidal seviyesinin yarısı kadar yaşam şartlarının, ''kavam''ın altında kalmalarına sebep olur ki ''itidal'' prensibine aykırıdır. İslam evlenen kadına ''köşe yastığı'' payesi vermemiştir ki boşandıktan sonra da bu payesini devam ettirsin. Karı-koca olmak bireysel olduğu kadar da toplumsaldır. Toplum boşandılar veya evlendiler diye bir tek erkeğin veya kadının maişeti ile yetinmelerine, açlığa mahkum etmez ki.

3-Ruhsat diye kullanılan bir ifade var. Yalnış. İslam kimseye imtiyaz sağlamaz. Ruhsat islama saplanan bir bıçaktır.

4- ...gücü olmayan kadın.., Gücü yoksa güç verilir, ''el'' verilir. Beytü'l mal bunun içindir. Ya eller kesilir, ya da eller güçlendirilir. Amaç standart yaşam seviyesi, harkes için. Kavam.

5- Sadaka, topluma ait kurumlarda-kamu kurumlarında çalışanların oradan aldıkları maişetin üzerinde sağladığı ve beytü'l mala terk ettiği kısma; ve beytü'l malda zekatlarla birlikte toplanan değerlerin bir bütçe kalemi olarak Enfal-41'de gösterilen kişilere dağıtılan kısmına denilir ki böylece kimse itidal, kavam sınırları altında yaşatılmaz.

6- ..........

Her neyse. Bu mehir konusu derin derin ve etraflı araştırılması gereken bir konu. Yüzeysel kalıyoruz, tenakuza düşüyoruz. Karıştırıyoruz. Vahşi kapitalist bir toplum yaşamı içerisinde yaşarken, toplumsal bir konuyu anlayabilmek biraz zor oluyor. Başarırız. Katılım olursa.

Sayın Dost1. Tekrar teşekkürler.

Saygılarımla.
Galip Yetkin

dost1
18. June 2012, 05:55 PM
Selamun Aleykum! Değerli Galip Yetkin Kardeşim!

Sayın Dost1.

Teşekkürler.

Fakat, bir yerden itibaren tatmin edici olamıyoruz, bazı tenakuzlar devam ediyor. Herhalde bu da iyi araştırılmadığından, üzerinde adalet ve rahmet yönünden iyi tefekkür edilmediğinden, lâkayt kalmaktan.....


Tatmin olamama ve tenakuz olduğunu varsayma Kur’an’a bütün olarak bakmamaktan kaynaklanan bir durum. Rabbimiz Nisa 82 de:” Hâlâ Kur'ân'ı gereği gibi düşünmezler mi? Eğer ki o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, kesinlikle onun içinde birçok karışıklıklar bulurlardı.” Der.

Kur’an kesinlikle iyi araştırılıp üzerinde tefekkür tedebbür ve tezekkürle birlikte akledilmesi gereken bir kitaptır.
Rabbimiz bu yönden de inanıp güvenenenleri uyarır:

(Secde: 2) Kendisinde şüphe olmayan bu kitabın indirilişi, âlemlerin Rabbindendir.

(Sâd: 29) (Bu,) temiz akıl sahipleri onun Âyetlerini düşünsünler ve öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz bereketli bir kitaptır.

(Bakara: 2–4) İşte bu kitap; kendisinde hiç kuşku yoktur, gaybda iman eden, salâtı ikâme eden, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak eden, sana indirilene ve senden önce indirilene iman eden muttakiler –ki bunlar, âhirete de kesinlikle inanırlar– için bir kılavuzdur.

(Zümer: 27–28) Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir Kur'ân[okuma] olarak; takvâlı davransınlar diye bu Kur'ân'da insanlar için her türlüsünden örnek verdik.

(Kehf: 1–4) Hamd [tüm övgüler], katından şiddetli azaba karşı uyarmak, sâlihâtı işleyen mü'minlere, şüphesiz kendileri için, içinde sürekli kalıcılar olarak güzel bir mükâfat bulunduğunu müjdelemek ve "Allah çocuk edindi" diyenleri uyarmak için kuluna, gözetici olarak, kendisi için hiç bir pürüz kılmadığı Kitabı indiren Allah içindir.

(Muhammed: 24) Peki, onlar, Kur'ân'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitleri mi var?

Kur’an’ın inananı Kur’an’a lakayt kalamaz. Kırkbeşyılı aşkındır Kur'an'ı Arapça orijinelinden okuyup anlamaya öğrenmeye çalışan bir Kur’an öğrencisiyim. Şüphesiz daha öğreneceğimiz çok şeyler vardır ve olacaktır. Hergeçen gün özellikle müteşabihat üzerinde farklı tevillere/önceliklemelere ulaşabileceğiz. Rabbim hepimizin de ilmini artıracak gayretler içerisinde olmamızı nasip eylesin.




Mesala:
1-Eğer İslam karı-koca hukuku alanında bir sistem getirmişse, evlilik bir akte-bir şekle bağlanmışsa, boşanmanın da şeklî bir yönü olması gerekir. Öyle ''boşsun'' diyerek ''kapı önüne koymak'' yoktur.


Evet islam karıkoca hukuku alanında bir sistem getirmiştir.Evlilik bir akte bağlanmıştır. Sözkonusu mehir de evlilik aktinin gereklerindendir. Bu gerekler istenirse akte dahil edilmeyebilirler.

Kur’an’da boşanmanın da şekli bir yönü vardır. Öyle “boşsun” diyerek “kapı önüne koymak” yoktur. Ancak ne yazık ki, günümüzdeki uygulamalarda İkinci Halife Ömer’in getirdiği Kur’an’a aykırı olan boşanma biçimi uygulanmakta kadın kapının önüne koyulmaktadır.

Talak/boşanma Arapçada sözlük anlamı olarak, "bağı çözme" anlamına gelir. Terim olarak ise, kadınla erkek arasındaki evlenme akdi ile kurulan nikâh bağının çözülmesi demektir.

Pratik hayata baktığımızda ipin ucu hep erkeğin elinde, hanımına “boş ol” dedi mi, mesele bitiyor, hemen yuva yıkılıyor. Böyle bir hakkın elinde olduğunu bilen erkek sürekli eşini sömürüyor ya da ona zulmediyor.

Boşanmış kadınlarla ilgili çok özel ilkeler Kur’an’da yer almış ve hepsinde de kadına "ma’ruf/ herkesçe kabul gören iyi şeyler” ile muamele edilmesi hükme bağlanmıştır.


(87/2, Bakara/228-232) "Boşanmış kadınlar da, kendi kendilerine üç âdet dönemi süresi beklerler. Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorlarsa Allah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri, kendilerine helâl olmaz. Ve onların kocaları, barışmak isterlerse o süre içersinde onları geri almaya daha çok hak sahibidirler. Ve onların zararlarına olanlar gibi, örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekilde kendi yararlarına olanlar da vardır. Erkekler için de, onların üzerinde bir derece vardır. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
Boşamak iki defadır. Bundan sonrası ya örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekil ile tutmak veya iyileştirmekle salmaktır. Onlara verdiklerinizden birşey almanız da sizin için helâl olmaz. Ancak ikisinin de Allah'ın sınırlarını yapamamaktan korkmaları başkadır. Artık eğer siz kamu görevlileri, bunların, Allah'ın sınırlarını yapamayacaklarından korkarsanız, kadının fidye/ayrılma bedeli vermesinde ikisine de vebal yoktur. İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Artık bunları aşmayın. Her kim de Allah'ın sınırlarını aşarsa, artık işte onlar, kendi benliklerine haksızlık edenlerin ta kendisidir.
Eğer o, kadını boşarsa, artık bundan sonra o kadın, ondan başka bir koca ile nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz. Sonra eğer ikinci koca onu boşarsa, Allah'ın sınırlarını yapabileceklerini zannettilerse, birbirlerine dönmelerinde her ikisine de vebal yoktur. Allah'ın, bilip duran bir toplum için ortaya koyduğu sınırlar, işte bunlardır.
Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini de bitirdiklerinde, artık onları ya ma‘rûf ile tutun veya ma‘rûf ile salın, haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa kendi benliğine haksızlık etmiş olur. Allah'ın âyetlerini oyuncak da edinmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitabı ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri hatırlayıp düşünün. Hem de Allah'ın koruması altına girin ve şüphesiz Allah'ın her şeyi en iyi bilen olduğunu bilin.
Ve siz kadınları boşayıp da onlar, sürelerinin sonuna geldikleri zaman, eşleriyle aralarında örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekil ile rızalaştıkları zaman, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp engellemeyin. İşte bu, sizden Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimselerin kendisi ile öğütleneceğidir. İşte bu, sizin için daha uygun ve daha nezihtir. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz."


(99/65, Talâk/1-7)"Ey Peygamber! Kadınları boşadığınız zaman onları iddetleri için boşayın ve iddeti sayın. Ve Rabbiniz Allah'ın koruması altına girin. Apaçık bir aşırılık, iffetsizlik yapmaları hâli dışında, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Artık kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, kesinlikle kendine haksızlık etmiş olur. Bilmezsin, olur ki Allah, bundan sonra bir iş ortaya çıkarıverir.
Artık sürelerinin sonuna vardıklarında onları örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekilde tutun yahut örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekilde onlardan ayrılın. Ve sizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun. Şâhitliği de Allah için ayakta tutun. İşte bu, Allah'a ve son güne inanan kimseye öğütlenendir. Ve kim Allah'ın koruması altına girerse, Allah ona bir çıkış yolu sağlar ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a işin sonucunu havale ederse, O ona yeter. Şüphesiz Allah, Kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah, kesinlikle her şey için bir ölçü koymuştur, belirlemiştir.
Ve kadınlarınızdan aybaşından kesilenler ve ay hâli olmayanlar; eğer şüphe ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların da bekleme süresi, yüklerini bırakmaları; doğum yapmaları veya düşük yapmalarıdır. Kim Allah'ın koruması altına girerse, Allah ona işinde bir kolaylık sağlar.
İşte bu, Allah'ın size indirdiği buyruğudur. Kim de Allah'ın koruması altına girerse, Allah onun kötülüklerini örter ve onun için ödülü büyütür.
O kadınları, gücünüz ölçüsünde oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun ve onları sıkıştırmak için onlarla birbirinizin zararına olacak herhangi birşey yapmayın. Şâyet gebe iseler, yüklerini bırakıncaya kadar onlara harcama yapın/nafaka verin. Sonra sizin için emzirirlerse, onlara ücretlerini verin ve aranızda örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekilde müşavere yapın. Ve eğer güçlük çekerseniz, artık ücreti babaya ait olmak üzere, başka bir kadın emzirecektir.
Geniş imkânları olanlar, geniş imkânlarına göre harcasınlar/ nafaka versinler. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah'ın kendisine verdiğinden versin. Allah, hiçbir kişiye ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylık sağlayacaktır."




2-Evlilik eşlere, birbirlerine karşılıklı kişisel ve toplumsal bazı haklar verir, sorumluluklar yükler. Bu günkü sistemimiz, boşanma halinde ''nafaka'' diye bir ''şey'' kabul etmiştir. Bu, bu günkü kapitalist sistemde bize adil gelebilir.

Fakat, İslamda ''bakara:219-Nahl:71''e tâbi, itidal seviyesinde kalması gereken serbest meslek erbabı ile topluma ait kurumlarda çalışıp da maişet alan kişilerin, boşanma sebebiyle standart gelirinin-kazancının yarısını ''nafaka'' olarak vermesi, veren ve alanın itidal seviyesinin yarısı kadar yaşam şartlarının, ''kavam''ın altında kalmalarına sebep olur ki ''itidal'' prensibine aykırıdır. İslam evlenen kadına ''köşe yastığı'' payesi vermemiştir ki boşandıktan sonra da bu payesini devam ettirsin. Karı-koca olmak bireysel olduğu kadar da toplumsaldır. Toplum boşandılar veya evlendiler diye bir tek erkeğin veya kadının maişeti ile yetinmelerine, açlığa mahkum etmez ki.


Evet aynen katılıyorum. Üreme sistemlerinin dışında birbirleriyle aynı özellikleri taşıyan “kadın ve erkek”ten oluşan toplumda sadece erkek değil, kadın da hayatın içinde - ev, çarşı, işyeri, okul vb. - kimliklerini yitirmeden yerlerini almalıdırlar. Ev hanımlığının yanı sıra İş kadını, Bilim kadını da olmalıdırlar. Cahil kültürsüz içine kapanık, yaşadığı dünyadan haberi olmayan, doğurganlıktan başka üretkenliği bulunmayan silik, pasif kadının İslâm dininde yeri yoktur.

Allah Resulu’nun yaşadığı dönemlerde kadın, İslâm inanç ve terbiyesiyle toplumla iç içe yaşar, her türlü siyasal ve toplumsal olaylarda kendini gösterir ve tüm olaylarda belirleyici rol üstlenirdi. Cemaate katılır, mescitten; musalladan, sosyal etkinliklerden uzak kalmazlardı.

Söylemlerinize aynen katılıyorum. Günümüz sisteminde ne yazık ki erkek lehine büyük haksızlıklar yapılmaktadır.Değerli Kardeşim! Söylemlerimiz Kur’an’ın getirdiklerini yaşayan ve buna göre hukukunu oluşturan toplumlar içindir.


3-Ruhsat diye kullanılan bir ifade var. Yalnış. İslam kimseye imtiyaz sağlamaz. Ruhsat islama saplanan bir bıçaktır.


Değerli Kardeşim! Bu görüşünüze katılmıyorum.Ruhsad bir imtiyaz değildir, kulanma izni ve yetkisidir.


4- ...gücü olmayan kadın.., Gücü yoksa güç verilir, ''el'' verilir. Beytü'l mal bunun içindir. Ya eller kesilir, ya da eller güçlendirilir. Amaç standart yaşam seviyesi, harkes için. Kavam.


Evet Kur’an’ın inanıp güvenenlerin oluşturdukları sistemde aynen böyle olmalıdır.




5- Sadaka, topluma ait kurumlarda-kamu kurumlarında çalışanların oradan aldıkları maişetin üzerinde sağladığı ve beytü'l mala terk ettiği kısma; ve beytü'l malda zekatlarla birlikte toplanan değerlerin bir bütçe kalemi olarak Enfal-41'de gösterilen kişilere dağıtılan kısmına denilir ki böylece kimse itidal, kavam sınırları altında yaşatılmaz.

6- ..........

Her neyse. Bu mehir konusu derin derin ve etraflı araştırılması gereken bir konu. Yüzeysel kalıyoruz, tenakuza düşüyoruz. Karıştırıyoruz. Vahşi kapitalist bir toplum yaşamı içerisinde yaşarken, toplumsal bir konuyu anlayabilmek biraz zor oluyor. Başarırız. Katılım olursa.

Sayın Dost1. Tekrar teşekkürler.

Saygılarımla.
Galip Yetkin

İnşaAllah başarabilenlerden oluruz. Katkınız için çok sağolun.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Hasan Akçay
18. June 2012, 06:13 PM
Merhaba sayin Halil Ay dost. Mu'minûn 6 konusunda verdiginiz bilgiler icin tesekkür ederim.

"Mâ meleket eymânühümden/sözleşmelerinin sahip oldukları"ndan kasıt: Kölelik müessesesinin devam ettiği zamanlarda, kadın ve erkek kölelerin belirli koşullar ile yapılan sözleşmeler çerçevesinde koruyucu ailelerin himayelerine verilenlerdir.

Bu mâ meleket eymân da su âna kadar anlasilamamis bir konu. Bakin siz onlarin himaye altindaki kadin ve rekek köleler oldugunu söylüyorsunuz. Oysa Ahzâb 50'den anlasilan, nikahli estir onlar.

Ey nebi!
Sana helal kildik

mehirlerini verdigin eslerini -ezvâceke elletî âteyte ucûrehunne
ve yeminin kime sahipse onlari -ve mâ meleket yemînuk

Mu'minûn 5-6'dan anlasilan da bu:

Inananlar
cinsel organlarini saklarlar

Ama
esleri ya da
yeminleri kime sahipse onlar
baska.

Yani yalnizca onlara acmalari caizdir. Bu hususta kinanmazlar.

Inanan bir kadin düsünün.
Kadinin yemini kime sahipse ona cinsel organini acmasi caiz. Kadinin nikahlisindan baska bir erkek olabilir mi bu?! Mümkün mü?! Caiz diyoruz, Allah izin vermistir. Allah, inanan bir kadinin, esinden baska bir erkege cinsel organini acmasina izin verir mi?

Ahzâb 52 ise gercegi pekistiriyor:

Ey nebi!
Bundan sonra kadinlar sana helal degil.

Güzellikleri hosuna gitse bile
onlari
eslerinle degistirmen de...

Allah'in, elcisine buyrugu acik ve net.

Ahzâb 52'den sonra evlenemezsin.
Haram.

Hattâ
bir esin
örnegin ölüm gibi bir nedenle eksilse
onun yerine baska bir kadin alman da
haram.

Ama
yeminin kime sahipse onlar baska.

Eksilen esinin yerine
onlardan birini alabilirsin.

Bundan anlasilan:

1.
Hz Muhammed'in yemîni kime sahipse onlar
ailesinin disinda degil icindedir.

Allah'in elcisi ailesinin disindan hic bir kadini alamaz. Bu haram. Yoksa "Bundan sonra kadinlar sana helal degil!" diyen Allah'in buyrugu hükümden düser.

Ama
yemini kime sahipse onlari
alabilir. Bu helal.

2.
Hz Muhammed
kendi yemini kime sahipse onlari
mevcut "ezvâc"iyla degistirebilir.

Bundan anlasilan,
iki grup kadin da onun "helali"dir ama
degisik nikahlar* yoluyla.

Her halde
"ezvâci"ni yazili nikahla almistir;

yemini kime sahipse onlari
sözlü nikahla.

Hz Muhammed
yemini kime sahipse onlardan birinin
sözlü nikahini yazili nikaha dönüstürebililir.

Ilgili ayetlerden benim anladigim bu. Yanildigimi düsünüyorsaniz yanlisimi düzeltmeme yardim eder misiniz.

Sevgi ile,
Hasan Akcay

_______________________

*Hayrettin Karaman (http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00073.htm):

... akit, aralarında evlenme engeli bulunmayan bir kadınla bir erkeğin, şahitler huzurunda, karşılıklı rızaları ve irade beyanları ile kurulur/oluşur... Resmî nikah ayrıca kayıt altına alındığı için evlilik hukukunu koruması, güvence altına alması bakımından dinin amacına daha da uygundur.

Hasan Akçay
18. June 2012, 08:14 PM
Anlasilan,

MÂ MELEKET EYMÂN
aslinda
savas tutsaklari olup
47:4 geregince saliverdiginiz

ama

evleri yakilip yikildigi ve bütün yakinlari öldügü icin
size siginan garibandir.

Özgürdür onlar
köle ya da cariye
degil.

Onlara
sahip olmak degil
sahip cikmak
durumundasiniz,

onlarin

ya
nikah yoluyla esi olarak (23:6, 33:50, 33:52, 70:30)

ya da
bizdeki beslemeler gibi
bakimlarini üstlenerek (4:3, 4:24, 4:25, 24:31, 24:33, 33:55)

Evet, acik ve net:

Yeminlerin sahip olduklari baskadir
cariye ve köleler baska.

Ne var ki
birileri
"inananlarin yeminleri kime sahipse onlar"dan kasit
"inananlarin köleleri"dir, demis

ve
devam etmis:

Allah
inananlarin
köleleriyle cinsel iliskide bulunmasini helal kildi.

Müslümanlar Allah'a atilan bu iftiraya inanmis.

Oysa
33:50'de
Allah'in elcisine hitaben

"Sana
Yeminin kime sahipse onlari (mâ meleket yemînuk-ما ملكت يمينك) helal kildik," deniyor.
"cariyelerini (imâikum-امائكم) helal kildik!" denmiyor,

23:6 ve 70:30'da

inananlarin
cinsel organlarini
yeminleri kime sahipse onlara acabilecekleri belirtiliyor ama
köle ve cariyelerine acabilecekleri belirtilmiyor.


4:3'te

kadinlarin
ikiserini ve ücerini ve dörderini nikahladiginizda
adil olamiyacaginizdan endise ediyorsaniz

secenek olarak

yeminleriniz kime sahipse onlari nikahlayin, deniyor ama
cariyelerinizi nikahlayin, denmiyor;

Sevgi ile,
Hasan Akcay

hakikat_yolcusu
20. September 2012, 08:29 PM
sayın ömerfurkan,

çalışmanız için teşekkürler öncelikle. yazınızda '...ayrıca Teaddüdü zevcat/ çok eşlilik konusunda da yukarıda belirttiğimiz gibi ancak olağanüstü koşullarda çok eşliliğin uygulanması gerektiği bildirilmektedir' diye sözünü ettiğiniz olağanüstü zorlukları göremedim ben. bu durumları ayetlerle belirtebilirmisiniz acaba...

saygılarımla...

seckin
6. November 2012, 11:58 AM
Çok eşlilik insanın tabiatına uyar mı?

aorskaya
6. November 2012, 05:08 PM
Çok eşlilik insanın tabiatına uyar mı?

Çok eşlilik halinde ne kadar çaba harcasa da insanların adaletli davranamayacaklarını ikaz eden rabbimizin sözüne dayanarak, insanın tabiatının tek eşli olduğunu söylemek isterim.

Ama, insan bildiğimiz tabiatı bile bozduğundan kendi tabiatını da bozmakta sakınca görmeyip, çok eşli olmaya çalışabilir.

selamlar,
aorskaya

hiiic
6. November 2012, 05:33 PM
Bazen bir resim, sayfalarca yazıdan daha fazla şey anlatır...

https://fbcdn-sphotos-f-a.akamaihd.net/hphotos-ak-ash4/395038_477518588936893_1064039844_n.jpg

sevginur
6. November 2012, 05:49 PM
Diyecek söz bırakmamışsınız aradığım sorulara cevap bulmuş kadar sevindim hele ayetlerle açıklanması delillendirilmesi ise ayrı bir huzur kattı .Ögrendiklerim en güzel şekilde aklımıza fiilimize yansıtıp çirkin iftaracılara verecek cevabımız budur..

Allah razı olsun ..

merdem
7. November 2012, 07:02 AM
Allah iyiligini versin hiiic kardesim, yani beni bütün gece güldürdün. InsaAllah aklima geldikce orda burda gülmeye kalkmam, o zaman deli derler bana:-)