PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Say. Hakkı Yılmaz ın SALAT sözünden anladığı ile, Rabbin anlattığı arasındaki fark.


halukgta
9. January 2011, 02:30 PM
Geçen gün Sayın Hakkı Yılmazın SALÂT, yani günümüzde namaz, dua anlamındaki kur’an da geçen sözcükten ne anladığını anlattığı, yazısını okudum. Önce Sayın Yılmazın kur’an da ki salât kelimesinden ne anladığını, yazısından alıntı yaparak sizlere nakletmek istiyorum. Çünkü Sayın Yılmaz salât sözcüğünden, günümüzde kıldığımız namazı anlamadığını, çok daha farklı bir anlam vererek, anlatmaya çalışmış. Konunun daha iyi anlaşılması için yazı biraz uzun, ama lütfen sabırla okuyunuz. Bizler eğer birbirimize saygılı olmayı öğrenirde, karşı düşünceleri de dinlemesini bilirsek, inanıyorum ki, İslam ın içindeki başıbozukluğu, fitne ve fesat karıştıranları içimizden ayıklamakta, hiçte zorluk çekmeyeceğimize inanıyorum. Eğer kendi düşüncelerimizi, inançlarımızı karşımızdaki tüm insanların dinlemesini ve saygı göstermesini istiyorsak, bizlerinde onların düşüncelerini dinleyerek, saygı göstermemiz gerektiğini unutmamalıyız. Böyle yaparsak birlik ve beraberliğe daha yakın oluruz.


Gelelim Sayın Hakkı Yılmazın Kur’an daki SALÂT sözcüğünden ne anladığına. Düşüncesini iyi anlayalım ki, kur’an bütünlüğünde tüm ayetleri birleştirip, doğru bir sonuca varabilelim. Çünkü her insan bizzat kendisinden ve yaptıklarından sorumludur. Bakın Sayın Yılmaz ne anlamış kur’an da ki salât sözcüğünden.


(Sonuç olarak [salât] sözcüğünün anlamını; “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür.

Dolayısıyla [salât] sözcüğünün anlamını, “yakın çevrede bulunan muhtaçlara yardım” boyutuna indirgemek doğru olmayıp, “topluma destek olmak, toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlamak, üstlenmek ve gidermek” boyutunu da içine alacak şekilde geniş düşünmek gerekir.
Yapılacak yardımın, sağlanacak desteğin gerçekleştirilme şeklinin ise “zihnî” ve “malî” olmak üzere iki yönü bulunmaktadır.
• Zihnî yönü ile salât; eğitim ve öğretimle bireyleri, dolayısıyla da toplumu aydınlatmak, rüşde erdirmek; en sağlam yola iletmek;
• Malî yönü ile salât; iş imkânları ve güvence sistemleri ile ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, onları zor günlerinde sırtlamak, böylece de toplumun sıkıntılarını gidermektir.
Kur’ân’daki, “salât’ın ikamesi” ile ilgili emir ve haber cümlesi niteliğindeki ifadeler genellikle “namazı doğru kılın, namazlarını dosdoğru kılarlar” şeklinde çevirilegelmiştir. Bizim, sözcüklerin anlamları üzerinden yaptığımız tahlil ise bu çevirilerin, ifadenin anlamını yansıtması bakımından yetersiz kaldığını, hatta yanlış olduğunu göstermektedir.
Bunu somutlaştırarak ifade etmek gerekirse “salâtın ikamesi”;
• Zihnî yönü ile eğitim ve öğretimin yapılması için okullar, halk evleri, halk eğitim merkezleri açılması ve bunların ayakta tutulması,
• Malî yönü ile iş alanları açılması, Emekli Sandığı, Bağkur, SSK gibi sosyal güvenlik sistemlerinin teşkil edilmesi, yoksul ve yetimlerin desteklenerek -bekâr ve dulların evlendirilmesi de dâhil- sorunlarının sırtlanması, dertlerine deva olunması için kurumlar oluşturulması ve bunların yaşatılarak ayakta tutulması demektir. )


Yukarıdaki sözlere, açıklamalara baktığımızda günümüzde anladığımız salât, yani Allaha dua etmek, onun huzuruna durmak, günümüz ifadesi ile namaz kılmak anlamının olmadığını söylüyor yazar. Her fikri ve düşünceyi sabırla dinleyip, onu anlamaya çalışıp, kur’an süzgecinden geçirebiliyorsak, en az hatayla doğruya ulaşacağımızı Rabbim söylüyor. Önce yukarıdaki düşünceyi daha iyi anlamaya çalışalım. Ben yazılanlardan anladığım kadarıyla, salât sözcüğünden anladığını özellikle düşünürsek, salâtın ikamesinin Allaha değil, beşere yönelik yapılmasını emrediyor Allah diye anladım. Çünkü bakın ne diyor Sayın Hakkı Yılmaz? (destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak.) Yani Allahın rızasını kazanmak isteyen, yardıma muhtaç olana yardım etmeli, sorunları varsa onlara yardımcı olmalı, çözüm getirmelidir manasındadır diyor. Önce SALÂT sözcüğüne verdiği manayı anlayalım ki, gerçekten Rabbim bu sözcüğü, bahsedildiği anlam damı kullanmış doğru anlayabilelim. Çünkü Sayın Yılmaz diğer açıklamaların da, detaya girdiğinde SALÂTI ikiye ayırıp, ZİHNİ ve MALİ olarak tespit etmiş.

Bu yazımda verdiğim ayet örnekleri, bizzat Sayın Hakkı Yılmazın yazılarından alınmıştır, önce onu belirtmek isterim. Gerçekten Rabbim SALÂT sözcüğüyle verdiği emri bu anlamda mı kullanmıştır, gelin kur’an ayetlerine bakarak anlamaya çalışalım, tabi hiçbir etki altında kalmadan, kur’an bütünlüğünde tüm ayetleri düşünerek, bu kelime ile Rabbim ne anlatmak istiyor onu anlamaya çalışalım. Allah kur’an da bu sözcükle bizlere bir şey emrediyorsa, mutlaka bunun detaylı açıklamasını da yapmıştır. Çünkü ben sizleri sorumlu tuttuğum her konuda, nice örnekleri değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız diyor. Burada geçen salât sözcüğüne namaz kelimesini, anlamını vermeden anlamaya çalışalım, bakalım Rabbim burada ne söylemek istiyor?

Ankebut 45:Sana kitaptan vah yedileni oku ve salâtı ikame et. Muhakkak ki salât fahşâ’dan ve kötülükten alıkoyar. Ve Allah’ın anılması, elbette daha büyüktür. Ve Allah ürettiğiniz [yaptığınız] şeyleri bilir.

Yukarıdaki ayeti anlamaya çalışalım. Sayın Yılmaz, salât kelimesinden [zihnî ve malî desteği oluşturup ayakta tutan] anlamını vermişti. Bakalım sözcükler bu anlam ile bütünleşecek mi? Allah elçisine sana gönderdiğim kur’anı oku ve salâtı ikame et diyor. Peki, kur’anın okunması ile zihni ve mali yardımın yan yana gelişi ve daha sonraki cümlelerle bağdaşıyor mu ona bakalım. Kur’anı okuyan ve salâtı ikame eden fuhuştan ve kötülükten kurtulur diyor Allah. Hemen düşünelim bir başkasına yardım bizi fuhuştan yalnız kurtarabilir mi? Salata birçok anlam verirsek hangisini nerede kullanacağımıza nasıl karar vereceğiz? Dikkat ederseniz tüm emirler ferdi ve kişisel emirler kur’an da. Ayetin devamına bakın, Allahın anılması elbette daha büyüktür diyor. Sonunda da Allahın bizlerin yaptığını bileceğini söylüyor. Dikkat ederseniz ayette mana ve anlam kopukluğu oldu, bahsedildiği anlamı verirsek.

Gelin birde salata dua etmek Rabbim i anmak, ondan yardım dilemek anlamını verelim bakalım ne olacak? Sana kur’an dan vah yedileni oku, Allaha dua et, şükret. Muhakkak i Allah ı anmak, ona saygıda bulunmak, onun emirlerini hayatına geçirmek, seni fuhuştan ve kötülükten alıkoyar ve Allahın anılması elbette daha büyüktür. Bakın Allah tüm bunları salâtla yani namazla, diğer ayetlerinde de açıklama yaparak, huzuruma durarak yap diyor. Eğer salât sözcüğüne farklı anlam verirsek, ayette bütünlük bozuluyor.


Başka örneklere bakalım.

Tâ-Hâ -132:Ve ehline salâtı emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızk istemiyoruz. Seni Biz rızıklandırıyoruz. Akıbet takvâ içindir.

Şimdide SALÂT sözcüğüne verilen anlamı hatırlayınız. Neydi, zihni ve mali destekte bulunmak. Bakalım bu anlam, ayetin bütünlüğüne uyacak mı? Allah elçisine salâtı emret ve kendinde ona sabırla devam et diyor. Demek ki ferdi yapılacak bir şey ki, sen onlara söyle yapsınlar, sende sabırla devam et diyor. Eğer topluca beraber toplanıp, fikri ve maddi yardım toplantıları olsaydı, sen ayrıca yap onlarda ayrı ayrı yapsın demez, birlikte yapın derdi. Şimdi söyleyeceklerimi lütfen çok iyi düşünelim. Allah zengin, fakir hiçbir ayrım yapmadan herkese salâtı emrediyor. Peki, bu durumda mali imkânı olmayan, zihni yardımda da kimseye bulunamayacak insanlar ne olacak? Çünkü ayrım yapılmadan salât emri var. Bu emir her insanın yapabileceği bir şey olmalı ki, ayrım yapılmadan emredilsin. Bakın salata bu manayı da verdiğimizde ayette kopukluk oluyor. Ayetin son kısmında Rabbim biz senden rızık istemiyoruz, sizlere ben rızık veriyorum diyor. Demek ki kimseye verecek bir şey yok burada. Herkesin bireysel yapılmasının sabırla istendiği bir şeyler var. Ayeti anlamaya çalışalım. Allah elçisine, ümmetine sana inananlara, Allaha bağlı olmayı, onu zikretmeyi, her an anmayı onun huzurunda ona söz vermeyi, yardım istemeyi emret diyor. Kendinde bunu sabırla devam ettir diyor. Senden ne rızık istiyorum nede başka bir şey, beni an, zikret diyor. Peki, bu salâtın özel bir konumu da var mı acaba? Şekilsel ve detaylardan bahsediyor mu? Onu da ileride örnekle göreceğiz, o kısma girmeyelim. Biz Sayın Hakkı Yılmazın örneklerine bakmaya devam edelim, tabi onun mealinden.

Tâ-Hâ 14:Hiç şüphesiz ki Ben, Allah’ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et.

Yukarıdaki ayete bakalım şimdide. Bakın Allah ne diyor bizlere? (O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et.) Allah bana kulluk et ve beni anmak için salâtı yerine getir diyor. Eğer Sayın Yılmazın dediği gibi salât burada, zihnî ve malî desteği oluşturup ayakta tutan, yardım eden anlamı olduğunu kabul edersek, Allahın anmak emri ile yan yana geldiğinde bahse konu anlam uyuşmuyor. Allah ı anmak için illaki yardımda bulunulması gerekiyorsa, böyle imkânı olmayanlar çok büyük zorda kalmış olmaz mı bu durumda? Dikkat edin salâtın beraberinde verilen emirler, mutlak ve kesin itaat edilmesi yerine getirilmesi gereken emirler. Eğer salât yardım etmek, mali destek anlamında olsaydı böylemi olurdu emir? Allah açıkça SALÂT İLE BENİ AN diye belirtiyor. Zekât, infak, sadaka ayetlerine bakınız, orada mali durumu yerinde olanlar, kendi ihtiyacından artanların verilmesi açıklamaları yapılmaktadır kur’an da. Eğer SALÂT bahsedilen zihni ve mali yardım olsaydı, Allah zekât, infak konularını aynı başlıkta anlatırdı, fakat dikkat edin Allah salât sözcüğünü kullandığı her ayetinde neredeyse, zekât yani yardımı da ayrı bir konu olarak zikrediyor. Demek ki birbirinden çok farklı bir emir. Devam edelim, bir başka ayette geçen salât kelimesinin ne anlama geldiğine.

Enbiya–73: Ve Biz onlara hayırlar işlemeyi, salâtı ikame etmeyi, zekâtı vermeyi vah yettik. Ve onlar, sadece Bize kulluk yapanlar idiler.

Yukarıdaki ayette aslında salâtın Sayın hakkı Yılmazın anlam verdiğinden çok farklı olduğu çıkıyor ortaya. Bakın Rabbim çok açık nasıl yazmış ayrı ayrı istediklerini kullarından.
1.Hayırlar işlemeyi,
2.Salâtı ikame etmeyi,
3. Zekâtı vermeyi vah yettik.
Hâlbuki Sayın Hakkı Yılmaz salet kelimesine zihni ve mali desteğin oluşturulması anlamını vermişti. Ama Allah hepsini burada ayrı ayrı zikrediyor. Zaten hayır yapmak, başlı başına olmayana vermek, mali yardımda bulunmaktır. Zekât da aynı yardımlaşmanın bir başka boyutu. Peki, burada yine ayrı zikrettiği salât ne anlama geliyor o zaman? Demek ki burada bahsedilen salâtın anlamı çok farklı. Örneklere devam edelim.

Hûd-87:Onlar dediler ki: “Ey Şu‘ayb! Atalarımızın taptıklarını veya mallarımızda dilediğimizi yapmayı terk etmeyi sana senin salâtın mı emrediyor? Şüphesiz sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın.”

Ayete lütfen dikkatle bakalım. Halk bakın ne diyor elçiye, atalarımızın taptıklarını veya mallarımızı istediğimiz gibi harcayamayacağımızı sana senin salâtın mı emrediyor diyor. Demek ki salata Sayın Yılmazın verdiği anlamı verirsek, bu ayette yerine oturmaz. Demek ki eski inançlarda bir değişiklikler var, oda kitaplarla bildirilmiş Allah tarafından ve diyor ki senin ibadetin, inandıkların, yalvarıp yardım istediğin mi emrediyor bunu senden diyor. Bakın bu anlamı verdiğimizde ayet çok daha iyi anlaşılıyor. Konuyu anlamaya devam edelim.

Nûr–56:Ve rahmet olunmanız için salâtı ikâme edin [zihnî ve mâlî desteği oluşturun ve ayakta tutun[, zekâtı verin ve o Elçi’ye itaat edin.

Yukarıdaki ayete bakalım, salâtı ikame edin, yani yerine getirin diyor. Zaten yazar salâttan anladığını parantez içine yazmış. Ama Allah eğer salât kelimesine yardım anlamını verseydi, daha sonra ikinci emir olarak zekâtı verin der miydi? Kur’an da geçen salât sözcüğünden sonra dikkat edin, ikinci bir emir olarak hep zekâtı da verin diye özellikle üstüne basa basa söyler. Demek ki salâtın buradaki anlamı çok daha farklı olmalı. Ayetin başındaki kelime üzerinde lütfen dikkatlice düşünelim. Allahın rahmetine nail olmamız için salâtı ikame edin diyor rabbim. Burada bizzat ayrım yapmadan, kişiye bir hitap var. Eğer salât maddi ve fikri yardım ise, bunu yapamayanlar elinden gelmeyenlerin vay hallerine. Onların ellerinde böyle bir meziyet, imkân yoksa Allahın rahmetini nasıl isteyecekler? Hatırlayalım Allah kur’an da sizlerin duanıza ben karşılık veririm diyordu. Demek ki salâtın özü dua olmalı. Allah ben sizlere bu dini bu kitabı kolaylaştırdım diyerek birde yemin ediyorsa, bizlere zor bir din asla göndermeyecektir. Ayetlere bakmaya devam edelim.

Mâide–55: Sizin veliniz [size yakın olan] Allah’tır, O’nun Resulü’dür, bir de rükû eder bir halde [hanif olarak] salâtı ikâme eden, zekâtı veren iman eden kimselerdir.

Yukarıdaki ayeti okuduğunuzda sanırım bazı şeylerin daha netleştiğini anladınız. Bakın Rabbim bizlere yakın olabilecekleri sayıyor ve neler söylüyor. Bizlerin yakını Allah tır, onun resulüdür, birde rükû eder bir halde, salâtı ikame edenlerdir diyor. Bakın bazı şeyler netleşmeye başladı, salâtın ne olduğu hatta şekilsel boyutu da ortaya çıkmaya başladı. Demek ki salâtı yapanlar, rükû eder halde oluyorlar. Peki, rükû nasıl oluyor? Saygıyla öne doğru eğilme. Yavaş yavaş salât, netleşmeye, anlaşılmaya başladı.


Nisâ–103:Sonra (korku halindeki) salâtı tamamlayınca, artık Allah’ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sükûnet bulduğunuzda/güvene erdiğinizde, salâtı ikame edin. Hiç şüphesiz ki salât, müminler üzerine vakti belirlenmiş bir yazgıdır.

Yukarıdaki ayette zor bir anımızdaki salâtta ne yapacağımızı söylüyor Rabbim. Dikkat ederseniz burada ne zihni ve mali destek anlamında tek bir açıklama olmadığı gibi, zor bir anımızda Allah ı anmamızı söylüyor. Zor bir durumda ne başkasına maddi yardım düşünülür, nede fikri dersler verilir. Tekrar rahata kavuştuğumuzda yine salâtı tam olarak tamamlamanın yollarından bahsediyor. Allah bakın ne diyor? Allah ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Demek ki salât sözcüğünün, hem Allah ı anmak, hem de şekilsel bir boyutu var. Ayetin sonunda ise salâtın anlamı, çok daha net anlaşılmaya başladı. Eğer salât sözcüğünden zihni ve mali desteği oluşturmak olarak kabul edersek, bu işin vakti belirlenmiş bir yazgı olduğunu da kabul etmeliyiz. Peki, bu yardımı yapmanın zamanı, vakti olur mu? Zor durumdaki bir insana her an her zaman yardım edilmeyi Allah emretmiyor mu? Bakın bu ayete bu anlam uymuyor. Demek ki salât kur’an da açıkça belirlenmiş bir ibadet ki, belirlenmiş zamanda yapılacağını söylüyor.

Nisâ 101–102:Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, kâfir kimselerin sizi fitnelendirmesinden [size bir kötülük yapacağından] korkarsanız, salâtan kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz kâfirler sizin için apaçık düşmandırlar. Ve sen onların içinde bulunup da onlar için salât ikame ettiğin zaman [eğitim, öğretim verdiğin zaman], içlerinden bir kısmı seninle beraber dikilsinler [eğitime katılsınlar], silahlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar boyun eğdiklerine [ikna olduklarında], arka tarafınıza geçsinler. Sonra salâta katılmamış [eğitim-öğretim almamış] diğer bir kısmı gelsin seninle beraber salât etsinler [eğitim, öğretim yapsınlar] ve tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. ……

Yukarıdaki ayeti yine Sayın hakkı Yılmazın anladığı şekliyle bakalım. Bu ayette ki salâttan daha önce örnek verdiği gibi, zihni, yani fikirsel eğitim salâtı olarak anladığını söylüyor ki, salât sözcüğü gördüğü yere, eğitime katılsınlar diye yazmış. Tüm bunları yani anlam ve manalarını kendi nefsimizce verirsek, Allahın onlarca ayetine ters düşmüş oluruz. Hâlbuki Rabbim ne diyordu, ben ayetlerimi açık seçik gönderip, her konudan nice örnekleri veririm. Bu ayet sefer yani savaş halinde, tedirgin olunan tehlikenin olduğu bir zamandan bahsediyor. Acaba bu tehlikenin olduğu vakitte, eğitim öğretim yapılır mı?

Biz yinede bu ayeti yazıldığı gibi anlamaya devam edelim. Zor bir anımızda salâtı kısaltmamızda bir sakınca yoktur diyor Allah. Elçisini örnek verip konuyu anlatıyor. Peygamberimiz onlarla birlikteyken onlar için salât ikame ettiğin zaman diyor. Bu cümleye dikkat edelim. Hâlbuki kur’an da geçen salât sözcüğüne baktığımız zaman, bizzat bireysel emirlerle salâtı kendimizin ikame etmemizi, yani yerine getirmemizi emrediyordu Allah. Burada salât sözcüğü ile askerlerin bir kısmına ders verdiğini söylüyor Sayın Hakkı Yılmaz. Şimdi şu cümleye bakınız, peygamberimizi bir kısmına ders verdiğini söylediği kişilerle nasıl bir konuma giriyor. (içlerinden bir kısmı seninle beraber dikilsinler [eğitime katılsınlar.) Madem peygamberimiz burada bir kısım askere ders veriyor, neden birlikte ayakta dikiliyorlar? Ayakta neden dikilerek ders yapsınlar? Ayetin devamında ise; (Bunlar boyun eğdiklerine [ikna olduklarında], arka tarafınıza geçsinler.) Bu cümle, baktığım bütün meallerde secde ettiklerinde diye meal edilmiş. Fakat nedense yalnız bu mealde boyun eğdiklerinde, yani ikna olduklarında diye yazılmış. Biz yine iyi niyetle bakalım ve düşünelim. Madem peygamberimize iman etmiş askerlerin bir kısmına ders veriyor ve onlar bir müddet sonra yan tarafa geçiyor, acaba içlerinde boyun eğmeyecek, ikna olmayacak birisi var mıdır? Allah adına elçisiyle canını ortaya koyan, savaşa gelenler, acaba gerçekten imanından şüphesi mi varda, peygamberimizin ders verdiği konuda şüpheleri olsun. Bakın hiçbir mantık bağı kurulamıyor.

Bir başka ayete bakalım şimdide.
Hûd–114:Ve gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde salâtı ikame et [zihnî ve malî desteği oluştur ve ayakta tut]; çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür.

Yukarıdaki ayeti, yine salata verilen anlam dam yola çıkarak, anlamaya çalışalım. Salât Sayın Hakkı Yılmazın anladığına göre, zihni ve mali destek anlamında düşünelim ayeti anlamaya çalışırken. Daha önce Allah, salât vakti belirlenmiş bir yazgıdır demiştik. Burada da bu vakitlerin neler olduğunu açıklıyor. Ayete baktığımızda vakti belirlenmiş, Sayın Yılmazın deyimiyle zihni ve mali destek oluşturmak, zaman olarak herkesin yaşadığı gündüz zamanına nedense hiç denk gelmemiş bu ayette. İnsanların ihtiyaçlarının olduğu, çalıştığı zaman gündüz vakti ama Allahın bahsettiği salâtın yapılacağı vakitle her nedense ya çok erken zaman, ya da akşam olduğu vakit. Sizce Allahın bahsettiği bu zamanlarda insanlara zihni ve mali yardım mı yapılır, yoksa o sakin vakitlerde iş ve telâşe nin olmadığı zamanlarda, hem dinlenip istirahat edip, Allaha şükredip onu yüceltip, ondan yardım isteyip, ona ibadet mi yapılır? Bakın salata verilen anlam, ayette bir bütünlük ve mana birliği sağlıyor mu? Birisi çıkıp şunu savunabilir. Gündüz çalışılıp para kazanılır, diğer boş zamanlarda fakire yardım planları, çalışmaları yapılır diyebilir. Bahsedilen saatler tüm insanların dinlenme ve istirahat saatleridir, burası önemli. Günümüzde hatırlayınız topluma karşı yapılan tüm hayır ve hasenat çalışmaları, kermesler, toplantılar gündüz insanların faal yaşadığı zaman içinde gerçekleştirilir. Bakın tüm bunlar ayette anlam bütünlüğünü bozuyor. Ayetlere bakmaya devam edelim.


Bakara 45-46 :Bir de sabırla, salâtla [eğitimle, öğretimle, sosyal destek kurumlarıyla] yardım isteyin. Şüphesiz bu [salât ve sabırla yardım isteme], saygılı olanlardan; gerçekten Rab’lerine kavuşacaklarına ve gerçekten kendilerinin O’na dönücü olduklarına inanan kimselerden başkasına çok ağır gelir.

Yukarıdaki ayete baktığımızda salâtla Allah benden yardım dileyin diyor. Demek ki salât Allahtan yardım isteme, dilekte bulunmanın bir yolu, yöntemi. Fakat salât sözcüğüne eğitimle öğretim ve sosyal faaliyetler dersek bakın yine anlam bütünlüğü bozuluyor. Burada yapılmasını istenen bir hareket var. Sabırla salât etmek ve Allahtan yardım dilemek. Bir kişiden yardım istemek niyetimiz olduğunu düşünelim, ona nasıl yaklaşırız. Onunla nasıl bir diyalog içinde bulunuruz ki bize yardım etsin? İşte bizlere düşen, sözcüklere değişik anlamlar vermek değil, kur’an bütünlüğünde bu sözcüğün, emrin ne anlama geldiğini anlamaya çalışmak olmalıdır. Dikkat ederseniz aynı kelime bazen eğitim, öğretim sosyal faaliyetler oluyor, bazen zihni ya da mali yardım oluyor. Bu durumda herkes istediği anlamı verip, kur’ana uymak yerine, kur’anı kendisine uydurmuş olmuyor mu? Devam edelim

Nisa–142:Şüphesiz ki münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki O, onların aldatıcısıdır. Ve onlar, salâta kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah’ı ancak, pek az olarak anarlar.


Yukarıdaki ayete geçen şu cümleye bakalım.( Ve onlar, salâta kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar) Demek ki salata bazen erken vakitte bazen işi olduğunda da kalkıyor yani niyet ediyor ki, tembel insanların, gönülsüz insanların kalkışı örneğini veriyor. Hani rabbim salât vakti olarak gündüzün yakın vakitleri, erken bir vakitten bahsetmişti hatırlayalım. Herhalde bu saatte ne birisine zihni, ya da mali yardım yapacaktır, nede birisine ders verecektir bu insan. Zaten hitap bizzat bireye yapılıyor ve onların durumları tasvir ediliyor. Peki, tembel tembel kalkan ne yapacak bu kalkışında? Tek başına yanında da kimse yok. Eğer onu gören bir insan olsa, hareketlerine dikkat eder, çeki düzen verir ama bu durumda kendisi yalnız ki davranışları, gönlü hareketlerine yansıyor. İşte demek ki salât çok daha farklı bir anlama geliyor ki, Allah bunu yapanların bir kısmının gönülsüz yaptığını söylüyor ve dikkatlerini de çekiyor aynı zamanda. Tekrar hatırlatmam gerekirse, yazdığım mealler Sayın hakkı Yılmaz a aittir.

Bakara–43:Salâtı [eğitim-öğretimi, sosyal yardım kurumunu] dikiniz/ayakta tutun, zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin!

Allah salâtı ayakta tutun diyor yani koruyun, bırakmayın. Daha öncede söylediğim gibi Allah ayetinde salâtı ayrı zikrediyor, yanın dada zekâtı verin diye belirtiyor. Eğer salât sosyal yardım anlamında olsaydı, devamında ayrıca yine sosyal yardım anlamında, zekâttan ayrıca niçin bahsetsin. Ayetin son kısmında bir cümle var, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin! . Peki, bu rükû sözüyle ne anlatmak istiyor Allah? Daha öncede bir ayette geçmişti hatırlarsanız, salât tanda bahsediyordu ve rükû edenlerle rükû edin diyor yine. Bu saygı ile eğilmeyi kime, niçin ne zaman yapacağız? Bakın salât kelimesine farklı bir anlam yüklediğimiz zaman nasılda soru işaretleri çıkıyor ortaya.

Aşağıda vereceğim örnek ayette salât sözcüğünün aslında ne anlama geldiği çok açık anlaşılıyor.

Cum‘a 9–10: Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salât için seslenildiği zaman, Allah'ın anılmasına hemen koşun, alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, işte bu, sizin için en hayırlıdır. Sonra da salât gerçekleştirildiğinde yeryüzünde dağılın ve Allah'ın lütfundan arayın. Ve felah bulmanız [zafer kazanmanız, durumunuzu korumanız] için Allah’ı çok anın.

Demek ki salât burada Allah ı anmak onu zikretmek, ona şükranlarımızı sunmak anlamına geldiği anlaşılıyor. Zaten namaz da bu anlamda değil mi? Namaz kılan Allah ı anıp, ondan istekte bulunup onu zikretmiyor mu? Devamında ise doğru yolu bulmanız içinde Allah ı çok anın diyor, yani burada yaptığınız yetmez. Evlerinize gittiğinizde de burada yaptığınız gibi yapmaya devam edin ki, doğruya eresiniz diyor. Yani salâtı evinizde de devam ettirin. Demek ki salât bir başka kişiye ne maddi olarak yardım etmek, nede bir başka insana fikri yardımda bulunmak olmadığı çıkıyor ortaya.

Sayın Hakkı Yılmaz salât kelimesine mali yardım anlamını vermesini bakın şöyle anlatıyor.

“Kur’ân’da, Salâtı ikame edin, Salâtı ikame ettiler ve Salâtı ikame ederler ifadeleri ile birlikte Zekâtı da verin, Zekâtı da verdiler ve Zekâtı da versinler ifadelerinin de yer almasının nedeni, malî destek olmadan salâtın ikame edilemeyeceğidir, yani sosyal destek ve eğitim-öğretim kurumlarının parasız, malî yardımsız oluşturulamayacağı ve yaşatılamayacağı gerçeğidir.”

Şimdide bu düşüncenin doğru olup olamayacağını düşünelim kur’an bütünlüğünde. Dikkat ederseniz hitapların hepsi neredeyse bireyseldir kur’an da. Yani Allah yarattığı direk kuluna hitap eder. Ayrıca sizlerin kaldıramayacağı bir yükte yüklemem der bizlere. Eğer salâtı Gerçekleştirmek için maddi bir şey, yani para gerekmiş olsaydı, bu salâttan yalnız zenginler istifade etmez miydi? Yani madem Allah bu kadar övdüğü salâtı yerine getirmenin, bizlere çok büyük faydaları var, durumu iyi olmayan bundan istifade edemeyecek demektir.

Şimdi de Sayın Yılmaz, Salât ile zekâtı Allahın yan yana kullanmasından çıkardığı anlama tekrar dönelim. Allah tüm ayetlerinde ikisini de ayrı zikretmiş. Bu durumda aynı anlamın çıkartılması asla mümkün olamaz. Çünkü zekât, infak ve hayırda bulunma konusunu kur’an içinde çok daha detaylı anlatılmıştır, ayrıca teşvik etmiştir. Örneğin zekât vermeyi kendisine borç verme olarak anlatır ve huzura geldiğinizde sizin yaptığınız bir hayır ve iyiliğin karşılığı on kat veririm der. Daha da ileri gider başak örneğini verir, hayrınızın karşılığı yüzlerce misli olacağı müjdesini verir. Buradan da anlaşılıyor ki salât ve insanlara yardımda bulunmak, kur’an da iki ayrı ibadet ve ikisi de ayrı açıklanıyor, örnekler veriliyor. Kur’anı çok iyi okuyan bir insan, ibadetlerin kişiye has olduğu ve ayetlerin şahıslara hitap ettiğini anlayacaktır. Bu durumda bizlerin imtihanından bahseden Allah, bireysel olarak yaptığımız her şeyden sorumlu olacağımızı bilmeliyiz.

Şimdide artık salât sözcüğünden Allah şekilsel olarak neler emrediyor onu anlamaya çalışalım. Tabi yine Sayın Yılmazın mealinden alıntılar yaparak.

Bakara 125: Ve Biz bir zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma/dönüş yeri ve bir güven yeri kılmıştık. –Siz de İbrahim’in makamından bir musallâ [salât gerçekleştirilecek yer] edinin.– Ve Biz İbrâhîm ile İsmâîl'e, “Beytimi, dolaşanlar, ibâdete kapananlar ve secde edenler, rükû edenler için tertemiz tutunuz” diye ahit almıştık.
Ayete baktığımızda Allah İbrahim peygamberimizin hazırladığı evden bahsederek, bakın ne diyor. Sevap kazanma yeri olarak, İbrahim’in makamından salât gerçekleştirme yeri edinin diyor. Bahsedilen yerin günümüzdeki HAC mekânı olduğunu unutmayalım. Burada sevap kazanmak için bakın neler yapın diyor salât ile. Burasını dolaşanlar gezenler, ziyaret edenler ibadet e kapananlar, secde edenler, rükû edenlerle için burasını temiz tutunuz. İşte salât için hazırlanan yerde yapılması gerekenler ne kadar güzel anlatılıyor. İbadete kapanan rükû ve secde etmekle yapıldığının da açıklamasını yapıyor, detay veriyor bizlere. Eğer hayır bunlar başka şeylerdir dersek, ayette bir bütünlük sağlamamış olacağımız gibi, bahsedilen detaylarında üstünü örtmüş oluruz. Yani kur’ana uymak yerine, kur’anı kendimize uydurmuş oluruz.

Salât konusunda kur’anın açıklamalarını, anlamaya devam edelim yine aynı mealden.

Hac 26:Ve hani Biz, bir zamanlar, “Sakın Bana hiçbir şeyi ortak koşma; dolaşanlar, orada kıyam edenler [zulme baş kaldıranlar], rükû edenler, secde edenler için evimi tertemiz et.


Yukarıdaki ayette rabbim yine İbrahim peygamberin yaptığı Allah ı anarak, toplanılacak evde yapılması gereken salât ibadetini tarif etmeye devam ediyor. Çünkü Bakara 125. ayette salâtı gerçekleştirecek yer olarak zikrediyordu. Orada kıyam edin sözünden meali yazan zulme baş kaldıranlar diye nakletmiş. Ama devamında rükû ve secde edenlerin yaptığı şeklin ne olduğunu yazmamış. Bizler kıyam sözcüğünden anlıyoruz ki saygıyla ayakta durmaktır. Eğer bir bütünden parçalar çıkartırda başka anlamlar verirsek, ayetin bütünlüğünden koparmış oluruz. Bu evde çok açık Allah, benim huzurumda saygıyla ayakta durunuz, rükû ve secde ediniz diyor, yani burada beni anınız, benden yardım isteyiniz bana bağlılığınızı gösteriniz yani namaz kılınız diyor. İşte salâtın özü, yapılması gereken şekilsel boyutu bu kadar açık anlatılıyor.


Bir başka ayete daha bakalım ve salâtın şekilsel boyutunu anlamaya çalışalım, tabi yine Sayın Yılmazın mealinden.

Hac 77: Ey iman etmiş kimseler! Felâh bulmanız [zafer kazanmanız, durumunuzu korumanız] için rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin, iyilik yapın ve Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin.

Allah iman edenlere sesleniyor ve ey iman edenler, felah bulmanız kurtulup huzura kavuşabilmeniz için, rükû edin, secde edin yani Rabbinize kulluk edin, ona dua edip ondan yardım isteyin diyor. Devamında ise yine aynı tavsiyede bulunuyor, iyilikler yapın Allah için her zorluğa baş koyun, gerekirse savaşın. Ayette felah bulmanız için rükû ve secde edin diyor, yazar ise felah sözcüğünü parantez içinde zafer kazanmak, durumunuzu korumanız olarak anlıyor. Bana göre konu ile hiçbir ilgisi yok. Bu ayetten de anlaşılacağı gibi, salât sözcüğü ile Allah kendisine bir ibadet şeklinden bahsediyor ve onu da tarif ediyor bizlere. Bakın yine bir başka salâtın şekilsel boyutu.


Furkan 64: Onlar (Rahman’ın kulları), Rablerine secdeler ve kıyamlar ederek gecelerler.


Demek ki Allahın sevgili kulları, bizzat ferdi olarak rabbine yalvarırken, ona ibadet edip ona şükrederken, kıyam ve secde ederek ona saygısını belirtiyorlar. İşte salâtın şekilsel olarak anlatımına bir başka örnek.


Fetih 29:…. Sen onları, Allah'ın fazlından ve bir hoşnutluk isteyerek rükû edenler, secde edenler olarak görürsün. Onların secde izinden [Allah'a teslimiyetlerinden] nişanları, yüzlerindedir [tüm varlıklarındadır]…..


Yukarıdaki ayet de konuya açıklık getiriyor. İman eden müminleri sen rükû ve secde edenler olarak görürsün diyor. Onların secde izinden bahsediyor Allah. Peki, secde ettiğimizde nerede iz kalabilir? Tabiî ki alnımızda, çünkü yalnız orası yere değiyor. Fakat meali çeviren yazar nedense secde izi konusuna açıklık getirmek için, Allaha teslimiyetlerinden açıklamasını yapmış. Hâlbuki Allah açıklamayı netleştirircesine, bu izin yüzlerinde olduğunu, söylediği ve açıklık getirdiği halde, yine yazar bu kelimeye de bir başka anlam verip, tüm varlıklarındadır demiş. Bu parantez içindeki anlamlara baktığımızda ayetin akışını bozduğunu, anlam bütünlüğünden saptırdığını görüyoruz. Allah her şeyi açık ve net söylerim dediği halde, açık olan sözlerin, anlam saptırıldığı anlaşılıyor. Ayette açıkça Allah için secde edenlerin izleri yüzlerindedir diyor. Bu cümle çok açık değil mi sizce? Bu cümlenin parantez içinde açıklamaya ihtiyacımı var?


Mücâdele–13: Baş başa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten korktunuz mu? İşte, yapmadınız. Ve Allah, sizin tövbenizi kabul etti. Artık salâtı ikame edin, zekâtı verin, Allah’a ve Elçisi’ne itaat edin. Ve Allah, yaptıklarınızdan en çok haberi olandır.

Bu ayette anlatılan, Allah peygamberimizle özel konuşmak isteyen bir kişi, bir fakire önce sadaka versin, daha sonra görüşün diye ayet indiriyor. Lütfen bu konu üzerinde dikkatle düşünelim. İşin içine para ya da maddiyat girdiği için insanların birçoğu, hayır yapmaktan kaçınarak peygamberimizle bile belki de görüşmekten kaçıyorlar. Sizi affettim bağışladım diyerek, bu kuralını kaldırıyor. Peki, Allah insanların bunu yapmayacağını para ve maddiyata tamah edeceklerini daha önceden bilmiyor mu? Elbette biliyor, ama buradan alınacak dersi, eğer göremezsek almamız gereken ibreti de alamayız. İnsanoğlu çok zayıf karakter de yaratıldığını söyler Rabbim. Elindeki malın mülkün gerçek sahibi olduğunu zannederek, adeta paraya taparcasına onun için her şeyi yapar. İşte Yüce Rabbim ayetinde her salât sözcüğüyle zikrettiği, zekât verin hayırda bulunun sözlerini çok iyi değerlendirmeliyiz. Eğer salata Rabbin vermediği bir anlam verirsek, kur’an dan tamamen kopmuş oluruz. Allah salâtı çok fazla zikreder, onun yanında da zekât verilmesini emreder. Peki neden? Salâtla Allahın huzuruna bolca duran, onu anan ondan yardım dileyen, ona sözler veren bir insan, daha kolay bonkörce zekât verirde ondan.


Şimdi tekrar konuyu pekiştirmek için düşünelim. Allah elçisi ile görüşme şerefine nail olacak insanların bile mala, paraya tamah ederek bu emri yerine getirmediğine göre, salât sözünü, her zekât verin sözünden önce söylediğine göre Rabbim, bu kelimenin bu isteğin çok özel bireysel Allah ile bağın kurulduğu bir anlamı olmalı ki, salâtı yapan, takip eden, Allah ile gerekli bağını kurmayı başaran bir insan, zekâtı da gönülden verebilsin. Allah salât sözcüğüyle, salâtın vaktinin de belirlenmiş olduğunu söyledikten sonra, şekilsel açıklamalarını da yaparak, kendisi ile sürekli ilişkide bulunacak, bir bağ oluşturmuştur kulu arasında. İşte bu bağ salâttır, yani namazdır. Günümüze kadar namazın şekline birçok ilaveler yapılmıştır, ama bu ayrı bir konudur, ayrı konuşulmasında yarar var. İlaveler farzlaştırılmadan, ibadetin özünden uzaklaştırmıyorsa hiçbir sorun olacağını düşünmüyorum. Biz insanlar her güzel şeyi, kendimizce süslemeyi çok severiz.



İnsanoğlu, namaz ile yaratıcı arasında iletişim halindedir. Her gün ona bazı sözler verir, ondan istekte bulunuruz. Bu insanların adeta meditasyonudur. Onunla huzur bulur, onunla doğruya yönelir, yanlıştan korunuruz. Daha açıkçası bu yolu takip eden, meşgul olan bir insan, şeytandan uzak kalır. Her an takipte olduğunun, imtihanının bilincine vardığı için, kötü şeylerden uzaklaşır. Salât sözcüğünün devamında zekâtın verilmesi, hayırlarda bulunulmasını emretmesinin nedeni, Allah madem bana salât ile sözler veriyorsun, benden istekte bulunuyorsun, sende benim istediklerimi yap, benim ihtiyacı olan kuluma yardım et ki, bende sana yardım edeyim. İşte salât ve zekâtın neredeyse her ayette birlikte anılmasının, emredilmesinin nedeni budur.


Sizlere son olarak bir ayeti daha hatırlatmak istiyorum, tabi yine Sayın Hakkı Yılmazın mealinden. Sayın Yılmaz kur’an da geçen salât sözcüğünden, eğitim sosyal faaliyet ve maddi yardımlaşma olarak kabul etmişti. Aşağıdaki ayete bakalım.


Maide 6: Ey iman etmiş kişiler! Salâta [eğitime-öğretime, sosyal yardım çalışmasına] doğru kalktığınız zaman, hemen yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve iki topuğa kadar ayaklarınızı el ile silin.

Maide 6. ayette Allah iman edenlere seslenerek, salata niyetlenip kalktığınız zaman, önce yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve iki topuğa kadar da ayaklarınızı silin, ya da mesh edin diyor. Lütfen dikkatle düşünelim. Sayın Yılmaz salât için eğitim öğretim, ya da mali destek demişti. Tüm bunlara başlarken yüzün, kolların yıkanmasının, başı ve ayakları mesh etmemizin mantığı nedir? İnsanlara mali destek yapacağım, ya da onlara fikri dersler vereceğim, bundan önce bahsedilen yerleri yıkamanın ne alakası nasıl bir bağlantısı olabilir? Bunu kimse sormuyor mu? Eğer bugün bizler birilerine sormaz isek, yarın Rahman hesap günü bizlere soracaktır. Buradan da anlaşılıyor ki SALÂT, RAHMANLA KULUNUN BİR OLDUĞU ANDIR. SALÂT KULUNUN YARATICISI İLE EN ÖNEMLİ BAĞIDIR. Huzura durmadan öncede, yaptığımız bir ön temizlikten bahsediyor ayet. Bağından kopanın nerelerde duracağını kimse bilemez. Hesap günü yüzlerimizin kapkara olmasını istemiyorsak, Allahın ne söylediğini, doğru anlamaya çalışmalıyız. Daha doğrusu Allah ile bağımızı koparmayıp, SALÂTI doğru yerine getirmeliyiz.

Dilerim Rabbim, gönül gözlerimiz parıl parıl parlayan, gözleri ile yalnız bakmayıp, gerçekleri görebilen, beşerin değil, Rabbin kulu olanlardan eylesin.

SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK

Ali Rıza Borazan
9. January 2011, 06:14 PM
Haluk kardeşime teşekkür ediyor söylediklerine yürekten katılıyorum. evet Kuran Yerleri ve gökleri yaratan allahın insanlara gönderdiği hayat kitabıdır. Kuranı doğru anlamak için önce kuranda geçen kelimelerin ne anlama geldiğini kuranda geçen konular ve ayetler içerisinde arayıp ait olduğu konuma yerleştirmek gerekiyor. Bir kelimenin veya bir ayetin ne anlama geldiği hakkında bir kanaate sahip olmuş isek ve onu bir yere koyduğumuz zaman onunla ilgili bütün ayetlele çatışmaması gerekiyor. haluk kardeşim çok güzel bir tespitte bulunmuş. kuranda geçeb bir kelime kendi başına bir anlam kazandığı gibi kullanıldığı yerde de o konuya ve ayete değişik bir anlam katmaktadır. salat kelimesi 33/56 ayette müslüman olanlar elbette peygambere namaz kılmazlar ona yaptığı davranışlarda yüklendiği omuzlandığı yükü hafifletmek için ona destek olurlar. burada salat destek olma anlamındadır. ama tek başına kendi kendine salat etmesi kişinin ve peygamberin herhalde akıl ile mantıkla uyuşan bir yönü de olmaz yani zamanı belirlenmiş olarak ritüel olarak salatın destekle köstekle alakası olmayan kişinin kendisini yaratanla hesaba çekerek yaşadığı zamanı değerlendirmesi gözden geçirmesidir.
iman edenle iman etmeyen arasındaki temel belirgin özellik kişinin ritüel olarak kıldığı salat ile bu salata uygun yaşamıdır.

snobyx
9. January 2011, 07:41 PM
'' Say. Hakkı Yılmaz ın SALAT sözünden anladığı ile, Rabbin anlattığı arasındaki fark. ''

Konu başlığınızın ne kadar iddialı olduğunun farkındamısınız?Rabbin ne anlattığını en iyi anlayan siz misiniz?Hakkı Yılmaz veya birbaşkasının fikrine katılmayabilirsiniz ve lakin karşı cevabınızın içinde Allah'ı bu şekilde kullanamazsınız.

Bizler eğer birbirimize saygılı olmayı öğrenirde, karşı düşünceleri de dinlemesini bilirsek, inanıyorum ki, İslam ın içindeki başıbozukluğu, fitne ve fesat karıştıranları içimizden ayıklamakta, hiçte zorluk çekmeyeceğimize inanıyorum.

Böyle bir karşıcevapta böyle bir ithamda bulunuyorsanız sıradan okuyucu fikrine karşı olduğunuz kişinin İslam'a fitne fesat karıştırmaya çalışan biri olduğunu iddia ettiğinizi düşünür.Bu haddini aşan bir ifadedir.

Ayrıca madem bu konuda rahatsızsınız neden size bu platformlarda cevap vermeyecek biri olan Hakkı Yılmaz'a ulaşıp mütaala etmediniz.Eleştirilerinizi kendisinin sitesine neden ulaştırmıyorsunuz?

Yıllardır yazılarınızı takip eden biri olarak size son olarak şunu söyliyeceğim.Bütün yazılarınızın Kuran'ı anlamaya yönelik iyi niyetli çalışmalar olmakla beraber ilmi temellerden yoksun olduklarını üzülerek size bildirmek isterim.Çünkü siz var olan mealleri baz alarak hareket ediyor,ayetlerin orjinal metinlerinin etimolojik ve gramer açısından değerlendirmesini hiç yapmadan fikir ortaya koyuyorsunuz.

Umarım bu konularda kendinizde olan ilmi eksikliğin farkına varır,yazılarınızı buna göre yazarsınız.

Not:Birkaç yıldır takip ettiğim hanif sitelerinde yazan arkadaşlardan edindiğim izlenim ne yazık ki çok menfi olmuştur.Çünkü gördüğüm kadarı ile insanlar ayetleri ego tatmini amacıyla kullanmakta,ilgili platformları birbirlerini itham edici yazılar için kullanmakta,çıkmaz sokak cedelleşmeleri ile gün geçirmekte,beğenmedikleri fikirleri sansürlemekte,sitelerden ihrac etmekte,eski yazıları silmektedir.Buradan çok iyi idrak etmiş bulunmaktayım ki din gerçekten bireysel yaşanan bir olguymuş.Ve yine Ashabının peygamberimizin hemen ardından neden birbirlerine düşmüş olduklarını çok iyi anladım.Zaman,mekan ve şartlar değişiyor ama insanların temel fıtratı ne yazık ki hiç değişmiyor.

halukgta
9. January 2011, 08:54 PM
Sayın Snobyx. Yazdığım yazının başlığına sanırım bayağı kızmışsınız. Unutmayın ki nasıl Sayın Yılmazın yazılarında yazdığı, hatta çok büyük iddialarla salât sözcüğü gördüğü her yere, parantez içinde kendi anladığını yazmış ise, bende kendi anladığım anlamı, bir iddia vesilesi yapmamın ne sakıncası var. Karşımdaki bir fikri, büyük bir iddia ile söyleme özgürlüğüne sahipse, bende aynı konunun tam tersine, iddiada bulunmamı niçin bana çok görüyor ve bu sözleri söylüyorsunuz? Buna sinirlenmenizi doğrusu anlayamadım. Bu yazının altında dikkat edin, benim ismim var. Ben kur’an dan anladıklarımı yazdım ve Sayın Yılmazın düşünceleri, yine benim kur’an dan anladığıma göre, bana göre doğru değil dedim. Ama size göre doğruysa, bunca sözü bana söylemenizi doğrusu yadırgadım. Yanılıyorsam bundan siz sorumlu değilsiniz, fakat bu sinirlenmeniz niye? Sizin inandığınızın tam tersini, büyük bir iddia ile savunamaz mıyım? Bu düşünce ve davranışlarla ne yazık ki tarikat ve cemaat eksenli sitelerde çok karşılaşıyorum. Burada bu şekilde karşılaşacağımı doğrusu tahmin etmedim. Elbette herkez farklı düşüncededir, ama önemli olan saygı çerçevesinde, tüm bunları konuşmamız gerekir tabiî ki.


Ben yazımda Sayın Hakkı Yılmazı dine fitne fesat karıştıran bir kişi olarak işaret bile etmedim. Ama sizin bu sözlerinizi okuyan esas yanlış düşünebilir. Benim bu konuda rahatsız olduğumu söylemişsiniz, kim söyledi benim rahatsız olduğumu? Bakın bir yazıyı sinirle okursanız, cevabınızda böyle sinirli sözlerle dolu olur. Ben kimseden rahatsız olmam, çünkü ben kendimden sorumluyum.

Yine bana çok kızdığınız belli oluyor ve bakın bana şunları söylemişsiniz.

( Bütün yazılarınızın Kuran'ı anlamaya yönelik iyi niyetli çalışmalar olmakla beraber ilmi temellerden yoksun olduklarını üzülerek size bildirmek isterim.)

Söyledikleriniz çok doğru, ben hiçbir zaman ilmi bir yazı yazdığımı bir kez dahi söylemedim. Bunu söylemek aptallık olur zaten. Yazdığım tüm yazılarda benim işlediğim tek bir tema vardır. Allahın kitabını gelin anladığımız dilden okuyalım. Üzerinde düşünelim, bakın o zaman bizlere öğretilen yüzlerce yalan, uydurma inançların nasıl farkına varacağız o zaman diyor ve toplumu kur’a na davet ediyorum. Bu zaten rabbin bizlere emridir. Hatta birçok yazımın son kısımlarında da, yazımı okuyanlara hatırlatıyor bu yazdığım ayetlerden anladıklarım beni bağlar, çünkü benim ayetten anladıklarımdır diyorum. Daha da ileri gidip bende bir beşerim hata yaparım, bu yazdıklarımın doğru olup olmadığını, lütfen sizlerde kur’an a müracaat ederek, kontrol ediniz diyorum. Bu sözleri söyleyen, söylediklerinin kontrol edilmesi gerektiği uyarısını yapan bir insan, zaten ilmi bir yazı yazmadığını baştan söylemiş olmuyor mu? Bizler birer öğrenciyiz, kur’an öğrencisi. Bizler elimizdeki rehberden ilim almaya çalışıyoruz, onu anlamak onun nuruyla nurlanmak için çabalayıp duruyoruz. Belki birileri çıkıp, ben ilmi yazı yazdım diyebilir, doğruda olabilir, ama bizlere düşen din adına yazılan tüm ilmi yazıları, kur’an süzgecinden geçirmek olmalıdır. İlmin merkezi KUR’ANDIR. Tüm âdem kulları da kur’an ilminin öğrencileridir. Beşerin yazdığı ilmin peşinden gitmek yerine, Rabbin ilmi kur’anın peşinden gidip, onu anlamaya çalışalım ki, bizlere bakın bu din adına ilmi bir yazıdır dediklerinde, kontrol edebilme imkânımız olsun.


Değerli arkadaşım, ben ne ilim adamıyım nede böyle bir iddiada bulundum. Bende sizi gibi bir insanım, her zaman hata yapabilirim yanılabilirim, ama benim gibi düşünmeyenlere de asla kızmam, daha doğrusu böyle bir yetkiyi kendimde bulamam.

Söylediğiniz gibi din bireysel yaşanan bir olgudur, kimin ne söylediği neler yaptığı değil, esas birey olarak bizlerin ne doğrultuda gittiğimiz önemlidir. Bakın ben tıpkı sayın Yılmazın kendi düşündüğü, inancı ve kur’an dan anladığı şekliyle yazdığı tüm yazılara saygılıyım elbette, ama acaba benim bu düşünceye karşı oluşuma acaba neden saygı duymadınız? İşte NOT hanesinde yazdığınız olgu ve düşünce böyle oluşuyor. Yazdığım yazılar bazı yerlerde, işine gelmediğinde hemen siliniyor ve siteden atılıyorsunuz. Bu bana çok yapılıyor. Peki, sizin onların yaptığından çok mu farklı davranışınız? Bana sinirle cevap vereceğiniz yerde, fikri savunmaya geçip ayet bazında düşüncenizi kanıtlasaydınız, daha doğru olmaz mıydı? Bir Hanife yakışan tavır bu değimli? Sizinde fark ettiğiniz gibi İslam ı bireysel yaşamadığınız, bireysel algılamaya çalışmadığınız takdir de, yanılma payınız çok daha fazla olacaktır diye düşünüyorum.

SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK

snobyx
9. January 2011, 10:03 PM
Selamlar Haluk Bey,

Yazdığınız yazının başlığı oldukça iddialı bir başlık.Belki fark etmediniz ama üzerinde düşünürseniz fark ederdiniz.Eğer ''Say. Hakkı Yılmaz ın SALAT sözünden anladığı ile, Rabbin anlattığından benim anladığımın arasındaki fark''diye bir başlık kullansaydınız size bu başlık hususunda tepki vermezdim.

Sizin karşı fikrinizi burada ifade etme özgürlüğünüze elbette engelleyecek değilim.Forumda yetkimde yok.Ama ''İslam'a fitne fesad sokma ''gibi ibarelerin bir eleştiri yazısında olması çok yanlış seçimlerdir.Siz eleştirdiğiniz şahsı kastetmediğinizi söylemişsiniz,Hüsn-ü Zan yapıp doğru kabul ediyorum ama ilk okuduğumda ben öyle algılamamıştım.Ortalama anlama seviyesine sahip bir kimseninde aşağı yukarı benim gibi anlayacağını düşünüyorum.

İlim adamı olmadığınızı ve ilmi yazılar yazmadığınızı ifade etmişsiniz.O halde ilmi tartışma konusu olan ''Salat'' gibi bir konuya bu şekilde nasıl girebiliyorsunuz anlamadım.

Size cevap verme nedenim gördüğüm bir haksızlığa karşı kayıtsız kalamamam nedeni iledir.Kuran ayetlerinin orjinal metni orada duruyor.Dileyen orjinal metinlerini alır öğrenir ve fikirlerini bunun üzerine inşa eder.Piyasa mealleri ile temellendirilen bir eleştiriye aynı yöntemle cevap vermem.Ben sadece bir haksızlığa karşı şerhimi koymak istedim hepsi bu kadar.

Verdiğiniz cevaptan ne demek istediğimi anlamadığınızı idrak etmiş bulunuyorum.Bu sebeple size selamet dileyip konuyu kendi açımdan kapatıyorum.

kamer
9. January 2011, 10:43 PM
"Say. Hakkı Yılmaz ın SALAT sözünden anladığı ile, Rabbin anlattığı arasındaki fark."
Rabb bu yazdıklarınızı;
Nerede anlattı?
Ne zaman anlattı?
.......
Demeyeceğim, sormayacağım!
Çünkü;Bu bağlantıda ki videoyu (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2110) tekrar tekrar seyredip bunun nasıl mümkün olabileceğini anlamaya çalışacağım.

halukgta
9. January 2011, 11:26 PM
Sayın Snobyx, sizin şu cümlenize önce cevap vermek istiyorum.

( ''Say. Hakkı Yılmaz ın SALÂT sözünden anladığı ile Rabbin anlattığından benim anladığımın arasındaki fark''diye bir başlık kullansaydınız size bu başlık hususunda tepki vermezdim.)

Özellikle kullanmadım neden biliyor musunuz? Çünkü Sayın Yılmaz kur’an mealini yazarken SALÂT gördüğü her kelimenin yanına, parantez içinde kendi düşüncesini kendi anladığını yazarak özgürce kendi fikrini okuyanlara söyleyebiliyorsa, bende tam tersini söyleme hakkına sahibim demektir hem de aynı iddiayla. Allah hâşâ açıklamayı unuttu damı böyle bir izah yapılıyor parantez içinde. Kendi inandığımı söyleme ve hatta karşımdaki tezin şundan dolayı doğru olması mümkün değildir demem hakkı, her insanın varsa, benimde var.

Gelelim İlmi yazı konusuna. Kur’an da ki salât sözcüğünden ne anladığımızı, bizler okuduğumuzda anlayamıyorsak, demek ki İslam dininde bir ruhban sınıfına ihtiyaç var demektir. Yani ben Rabbin ayetlerinde geçen bir kelimenin anlamını, Rabbin rehberinden anlayamıyorum ve bu konuda ilim mi tahsil etmem gerekiyor? Bakın bu sözleri ben birçok sitedeler de duyuyorum, ama hanif bir sitede hiç duymadım. Allah kitabı bizlere rehber olsun diye indirdiğini söylüyorsa, ben bolca ayetlerde geçen SALÂT sözcüğünün ne anlama geldiğini kendim çok iyi anlarım, bunu zaten Yüce Rabbim söylüyor. Elbette karşımdaki ben anlayamam onu birilerine sorarım diyenlere de sözüm yok saygılıyım. Fakat bu kelimenin anlamını bilmek için, âlim olmaya da gerek olmadığını düşünüyorum.


Kur’an metinlerinin orijinalinin orada durduğunu söylüyorsunuz, ama onca ilim adamı dediğiniz kişilerin yüzde 99 u salâtı Sayın Yılmaz gibi anlamamış. Bırakın onları, yazdığım yazıda bu kelimenin bende ne anlama geldiğini kendi aklımca, fikrimce anlatmaya çalıştım. Siz düşüncenize uymayan meallere, bakın piyasa mealleri diyorsunuz. Ama ben yinede saygısızlık yapıp, benim gibi düşünmeyen meale piyasa meali demem doğrusu. Acaba hangisi doğru meal, bu konuda ne kadar eminsiniz? Ya yanılıyorsanız? İşte ben hiçbir zaman birkaç meale bakarak İslam ı anlamaya çalışmam. En az 10–15 mealden faydalanarak, anlamaya çalıştığım ayeti, kur’an bütünlüğünde düşünür anlamaya çalışırım. Rabbim yanıltmasın.

Ben yazdığım yazımda bahse konu kişi ile hiçbir husumetim olamaz. Bunu yansıtacak bir cümle kullandıysam eğer, bu benim hatamdır, ama asla bilerek isteyerek yapmam. Kişilere hakaret etmek benim yöntemim değildir, ama elbette insanız hata yapabiliriz, bunu yaptıysam özür dilerim. Bir insan din ve iman adına kur’an dan aldığı bilgileri, anladığını özgürce söylemelidir. Çünkü Rabbim kur’anı anlamanız için yemin olsun ki kolaylaştırdım diyorsa, bu kitabın muhkem ayetlerini anlamak için ilim tahsil etmeliyiz demek, Rabbin ayetlerine ters düşer.

Konu benim içinde kapanmıştır. Sayın Kamer Beyin yönlendirdiği örnekte olan insanların peşinden gidenler, günümüzde elbette var, olacaktır da. Esas önemli olan elimizde rehber dururken ve Rabbim anlayasınız diye apaçık gönderdim dediği halde, bizler hala kur’an da çok geçen bir emri olan SALÂT kelimesini anlayamıyorsak ve birlik beraberlik kuramıyorsak bu konuda, acaba onlardan çok mu farklıyız demektir?
SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK

hiiic
9. January 2011, 11:40 PM
Selamun Aleyküm Haluk kardeşim.
Yazılarınızı çok severek okduğum gibi gönlüme tercüman olup içimdekini kelimeye döktüğünüz için sizi de diğer kardeşlerim gibi kendime yakın buluyorum...

Salat kuranda farklı anlamlarda kullanılmıştır.
Kimi yerlerde bahsettiğiniz dua anlamı vardır, bununla ilgili ayetkleri zaten biliyorsunuz.
Ancak kimi yerlerde (örneğin maun suresi; zaten salatın manasını kendisi verir) duadan çok farklı bir manası vardır ki buralara namaz demek haksızlık olur kanısındayım. Eğitim öğretim denen yere Kuran okumak, kurandan ve vahiyden eğitim vermek, bilimsel çalışmaları da üzerine ekleyerek bilgiyi zenginleştirmek, gerek dini gerekse diğer ilimlerde derinlik kazanman manaları vardır.

Maun suresindeki ise tamamen aş evleri ve yetimhanelere yönelik bir yapılanmayı ve bunu imara kalkanların gösteriş için yaptıklarını ve yazık olacaklarını söylediğini anlıyorum. İnşallah Allah bilmediğimiz konuları öğretir.

Abdets konusunda gelince, bu namaza kalkmakla alakalı değildir.. sizce, tuvaletten gelen yada kirli işlerden dönen birisine elinizi, yüzünüzü yıkayın neden denir?

Yada aklınıza kadın düşmüşse? gidin hacetinizi görün yoksa anlamazsınız nerede denir?

Yada ne söyleyeceğinizi bilemeyecek kadar sarhoşsanız (Kuranı anlamadan okuyanlara hiç karışmıyorum) ne maksatla söylenir..

Alllah ilmimizi artırsın. Biz acizlerine katından güzellikler ve lütuflar sunsun. Amin

Barış
10. January 2011, 01:46 AM
Selam Haluk bey,

Şahsen ''Kurandaki salat nedir?'' sorusunu, kendime iş edinerek öğrenmedim ben. Kuran meali okumaya başlayıp, zaman ilerledikçe bu soru kendiliğinden geldi. Namaz nedir, salat nedir, bunu Kurandan iyice öğrenip mutmain olmak için günler değil yıllar geçmesi gerekti .
Şükründen aciz olduğumuz Rabbimizin yardımıyla, zamanla sorularıma yanıt buldum.
Hakkı Bey'in Tebyinül Kuran kitaplarında verdiği anlamlarda bir çelişki veya hata olduğunu düşünmüyorum.

Yazınızı okudum. Bazı ayetleri paylaşarak, bu ayetlerde namaz anlamı olduğunu söylüyorsunuz. Halbuki verdiğiniz ayetler de okunduğunda, Kuran bütünlüğündeki salat kavramına uygun ayetler olduğu görülüyor. Tek tek alıntı yaparak yanıt vermeyeceğim çünkü bence tüm bunları insanın kendisinin görmesi gerekiyor. Herhangibir meal, yeterince okuyan için yeterli. Bir örnek vereyim;Şuaybın salatıyla ilgili ayeti ele alırsak, sadece bu ayeti okuyan bir kişi, salatın namaz/dua olmadığını görebilir.Oysa siz bunu karşı delil olarak sunmuşsunuz.

Ben arkadaşlarıma, Mearic suresinin ilk ayetlerini okumalarını tavsiye ederim. Salatında daim olan insanlar ne yapıyorlarmış,özellikleri neymiş, bu sorular salatı da ortaya koyuyor. Oysa namazında daim olanlar bu özellikleri taşımayabiliyor. Benim için son noktayı koyduğum ayetlerdi bu konuya. Ancak biliyorum ki; benim için son nokta dediğim ayetler, başka bir kardeşim için aynı etkiyi yaratmayabilir. O da der ki,Kıyamet suresindeki ayetler benim mirengi noktamdı.

Salat dinin direğidir. Salat bizi kötülükten koruduğu gibi, başka kardeşlerimize de etki edeceğinden hepimizi korur. ''Ya rabbim şu soğukta sokakta olanlara yardım et'' şeklindeki bir duanın o insanlara veya bize etkisi nedir? Peki, destekleşmek ile ve bunun olmazsa olmazı zekat ile infak ile birleşen salatın o insanlara ve toplumumuza etkisi nedir? Hangisi dinin direğidir, hangisi bizleri esenliğe/selam yurduna çıkarır? Hangisi bugünümüzü cennet kılar? Elbette salatla yardım istenir.

Dediğim gibi; bu konuyu araştırmak isteyen, soruları olan kardeşlerimiz için Kuran ayetleri ortadadır. Rabbimiz ilmimizi artırsın, bizleri dosdoğru yoluna kılavuzlasın.

Başlığınızdaki ifade hususunda ben de önceki yazan arkadaşlar gibi düşünüyorum.

Selam ile.

Ali Rıza Borazan
10. January 2011, 01:51 AM
snobyx Kardşim Neden haluk kardeşime böyle sitemkar bir davranışla davrandınız? Sayın Hakkı yılmaz da bir kul ve kuran okuyucusu Onun söyledikleri sanki mutlakmış gibi bir tavır takınıyorsunuz.Kuran bütünlüğüne baktığımız zaman kuranda geçen salat ile ilgili kelimeleri bir araya topladığımız zaman salat sadece destek olma eğitim anlamı mı taşıyor. Bir kelimenin kökü çapağı ile sadece kurandaki anlamı yakalamamız mümkün olmaz Haluk kardeşim kuran bütünlüğü içerisinde belki sadece salatı namaz ibadeti olarak söylemekle eksikliği olabilir ama salatın günün belirli vakitlerde ritüel olarak kılınmasını yok saymak kuranda altmış tane ayeti yok saymak olur. salat hem müslüman olanın dünya hayatında duruşunu hayat biçimini tanımlarken hem de allah ile manevi bir bağ kurmanın ritüelini ifade eder.
kuranianlamametodu.blogspot.com

snobyx
10. January 2011, 10:42 AM
snobyx Kardşim Neden haluk kardeşime böyle sitemkar bir davranışla davrandınız? Sayın Hakkı yılmaz da bir kul ve kuran okuyucusu Onun söyledikleri sanki mutlakmış gibi bir tavır takınıyorsunuz.Kuran bütünlüğüne baktığımız zaman kuranda geçen salat ile ilgili kelimeleri bir araya topladığımız zaman salat sadece destek olma eğitim anlamı mı taşıyor. Bir kelimenin kökü çapağı ile sadece kurandaki anlamı yakalamamız mümkün olmaz Haluk kardeşim kuran bütünlüğü içerisinde belki sadece salatı namaz ibadeti olarak söylemekle eksikliği olabilir ama salatın günün belirli vakitlerde ritüel olarak kılınmasını yok saymak kuranda altmış tane ayeti yok saymak olur. salat hem müslüman olanın dünya hayatında duruşunu hayat biçimini tanımlarken hem de allah ile manevi bir bağ kurmanın ritüelini ifade eder.
kuranianlamametodu.blogspot.com

Selamlar Ali Rıza Bey,

Değerli abim ben Hakkı Hocanın söyledikleri mutlak doğrudur demedim.Kendisi Kuran Tebyinleri ismini verdiği eserlerin yazarı malum.Ben bütün eserlerini baştan aşağı okudum.Birçok saptamasına katılırım birçok saptamasınada katılmam.İlla örnek vermek gerekirse Kehf suresindeki Ashab-ı Kehf ile ilgili saptamalarına katılmam ama aynı surede bulunan Bilgin Kul ve Musa kıssası ile ilgili olanlara katılırım.Ben burada eleştiri yapan birçok arkadaşın eleştirdiği insanların eserlerini bütünü ile okuduğunuda düşünmüyorum.Bu yazılardan apaçık aşikar.

Şimdi gelelim ritüel olarak ifa edilen Salat kısmına.Siz Hakkı Hoca'nın bugün müslümanların ifa ettiği şekilde namaz Kuran'da yoktur dediğini duydunuz mu?Ya da benim böyle bir ifade kullandığımı.Hakkı Hocanın ne dediğini ondan öğrenirsiniz.Ben ne diyorum onu ifade edeyim.Bence ''SALAT'' içerisinde bugünkü namaz ibadetinide barındıran genel bir ifadedir.Namaz bütünün parçalarından biridir.Dinimizde yeri vardır.Nüsuklardan biridir.Ammaa Salat=Namaz değildir.Vakitleri bellidir.Şekilleri hem mecazen anlam ihtiva eder,hem de peygamberin uygulamalarıda kanımca bugüne yakındır.

Daha sayayım mı?Namazı inkar eden yok.Hatta yeri geldiğinde savundukları için başka ''Hanif''sitelerinden kovulanlar var.Ne diyeyim ki ben.İnsanların ne dediğini dinlemiyoruz ki,önyargımızla böyle demişlerdir diyoruz.

Selametle...

halukgta
10. January 2011, 10:56 AM
Sayın Ali Rıza bey salat kelimesinin yalnız namaz değil dua anlamına da geldiğini yazımın ilk cümlelerinde görebilirsiniz. Bakın ne yazmışım. ( yani günümüzde namaz, dua anlamındaki ...) Ben arkadaşlarıma kırılmadım, fakat isterdimki Sayın Yılmazın fikirlerini özgürce açıkladığı gibi, bende tıpkı kendisi gibi bir iddiayla çıkıp, açıklama ma saygı duyulsun, ama katılmıyorlarsa bunuda açık yüreklilikle söylesinler. Üzüldüğüm kısım bu yöndedir.

Bir düşünceye fikre katılmıyorsanız, onun için ilmi konulardan uzak, yada senin bu konuda düşünceni söyleyecek kadar ilminiz varmı, türünden yaklaşımlar kur'an özüne nekadar uygun düşer. Allah kullarına seslenip ayetleri okuyup düşünmesini ve anlamaya çalışmasını, onlarca ayetinde emrediyorsa, bu tür yaklaşımların doğru olmadığını düşünüyorum.

Diğer arkadaşlarıma saygı duyarım, çünkü farklı düşünmek çok normaldir. Eğer sürü misali düşünürsek büyük yanılgıya düşeriz, aklı bırakmış isek bir kenara zaten insani değerlerimizi yitirmişiz demektir. Bazı arkadaşlarım farklı düşünecek ve farklı inanç sergiliyecektir. Zaten imtihanın özüde burada yatıyor. Hepimiz yaptıklarımızın karşılığını alacak isek, burada bizlere düşen kur'anı anlamaya çaba göstermek olmalıdır. Yoksa birisi öyle söyledi diye kur'andan delil aramaya kalkarsak hepimiz yanılırız.



Bu konuyu yine Rabbin önerdiği yöntemle kapatmak istiyorum. Allah aranızda anlaşamadığınız bir konunun hükmünü bana bırakın der. Bizde öyle yapalım. Herşeyin doğrusunu Rahman bilir. Huzura gittiğimizde tüm gerçekler anlaşılacaktır.
SAYGILARIMLA Halukgta

halukgta
10. January 2011, 11:01 AM
Sayın Snobyx cevabınızın son kısmını yazımı yazdıktan sonra gördüm. Eğer siz bana şu satırları yazmış olsaydınız size hak verirdim.

( Şimdi gelelim ritüel olarak ifa edilen Salat kısmına.Siz Hakkı Hoca'nın bugün müslümanların ifa ettiği şekilde namaz Kuran'da yoktur dediğini duydunuz mu?Ya da benim böyle bir ifade kullandığımı.Hakkı Hocanın ne dediğini ondan öğrenirsiniz.Ben ne diyorum onu ifade edeyim.Bence ''SALAT'' içerisinde bugünkü namaz ibadetinide barındıran genel bir ifadedir.Namaz bütünün parçalarından biridir.Dinimizde yeri vardır.Nüsuklardan biridir.Ammaa Salat=Namaz değildir.Vakitleri bellidir.Şekilleri hem mecazen anlam ihtiva eder,hem de peygamberin uygulamalarıda kanımca bugüne yakındır.)

Hakkı Beyin yazısından çok net şunu anladım. Salat eşittir fikri ve maddi yardım. Okuduğum yazıda bugün ilaveleri olan salattan hiç bir düşünceye yer vermemiş. Belki başka sözlerinde bahsetmiş olabilir ama benim uzunca yazdığı yazısından bunu çıkarmadım. Sizin sözlerinirinize gelince.

( Bence ''SALAT'' içerisinde bugünkü namaz ibadetinide barındıran genel bir ifadedir.Namaz bütünün parçalarından biridir.Dinimizde yeri vardır.Nüsuklardan biridir.Ammaa Salat=Namaz değildir.Vakitleri bellidir.Şekilleri hem mecazen anlam ihtiva eder,hem de peygamberin uygulamalarıda kanımca bugüne yakındır.)

Yukarıdaki sözlere tamamen katılıyorum ve bende çok farklı düşünmüyorum zaten. İşte konuya böyle başlasaydık çok daha farklı olurdu. Yinede bunda bir hayır vardır diyelim. SAYGILARIMLA Halukgta

snobyx
10. January 2011, 11:18 AM
Sayın Snobyx, sizin şu cümlenize önce cevap vermek istiyorum.

( ''Say. Hakkı Yılmaz ın SALÂT sözünden anladığı ile Rabbin anlattığından benim anladığımın arasındaki fark''diye bir başlık kullansaydınız size bu başlık hususunda tepki vermezdim.)

Özellikle kullanmadım neden biliyor musunuz? Çünkü Sayın Yılmaz kur’an mealini yazarken SALÂT gördüğü her kelimenin yanına, parantez içinde kendi düşüncesini kendi anladığını yazarak özgürce kendi fikrini okuyanlara söyleyebiliyorsa, bende tam tersini söyleme hakkına sahibim demektir hem de aynı iddiayla. Allah hâşâ açıklamayı unuttu damı böyle bir izah yapılıyor parantez içinde. Kendi inandığımı söyleme ve hatta karşımdaki tezin şundan dolayı doğru olması mümkün değildir demem hakkı, her insanın varsa, benimde var.

Deme hakkınız var kardeşim,inkar eden mi oldu.Ama başlığınız o kadar yanlış bir seçimki hala savunmaya çalışıyorsunuz.Ne diyeyim size,Allah selamet versin.

Gelelim İlmi yazı konusuna. Kur’an da ki salât sözcüğünden ne anladığımızı, bizler okuduğumuzda anlayamıyorsak, demek ki İslam dininde bir ruhban sınıfına ihtiyaç var demektir. Yani ben Rabbin ayetlerinde geçen bir kelimenin anlamını, Rabbin rehberinden anlayamıyorum ve bu konuda ilim mi tahsil etmem gerekiyor? Bakın bu sözleri ben birçok sitedeler de duyuyorum, ama hanif bir sitede hiç duymadım. Allah kitabı bizlere rehber olsun diye indirdiğini söylüyorsa, ben bolca ayetlerde geçen SALÂT sözcüğünün ne anlama geldiğini kendim çok iyi anlarım, bunu zaten Yüce Rabbim söylüyor. Elbette karşımdaki ben anlayamam onu birilerine sorarım diyenlere de sözüm yok saygılıyım. Fakat bu kelimenin anlamını bilmek için, âlim olmaya da gerek olmadığını düşünüyorum.

Değerli kardeşim,Ruhban sınıfı yaratalımmı dedim.Ya Allah aşkına konuları nasıl saptırabiliyorsunuz böyle.Rabbin rehberinden anlamanız için önce önyargısız oukyup ardından ilgili ayetleri her yönden incelemeniz gerekiyor.Anlamsal bütünlük,etimolojik,gramer açısından,edebi sanatlar açısından...dahada sayılabilinir.Bunun içinde ilim tahsil etmeniz gerekmiyor.Bu konularda onlarca kaynak var,yararlanırsınız olur biter.Cehalette direteceğim diyorsanız kendiniz bilirsiniz.Rabbim ilmimi artır ayetini anlamadığınız belli.Alimlere gelince,şahsım adına her iddiayı dinlerim,ilmi temellerine bakarım,sonra karar veririm.Herkesin yöntemi kendine olsun.

Kur’an metinlerinin orijinalinin orada durduğunu söylüyorsunuz, ama onca ilim adamı dediğiniz kişilerin yüzde 99 u salâtı Sayın Yılmaz gibi anlamamış. Bırakın onları, yazdığım yazıda bu kelimenin bende ne anlama geldiğini kendi aklımca, fikrimce anlatmaya çalıştım. Siz düşüncenize uymayan meallere, bakın piyasa mealleri diyorsunuz. Ama ben yinede saygısızlık yapıp, benim gibi düşünmeyen meale piyasa meali demem doğrusu. Acaba hangisi doğru meal, bu konuda ne kadar eminsiniz? Ya yanılıyorsanız? İşte ben hiçbir zaman birkaç meale bakarak İslam ı anlamaya çalışmam. En az 10–15 mealden faydalanarak, anlamaya çalıştığım ayeti, kur’an bütünlüğünde düşünür anlamaya çalışırım. Rabbim yanıltmasın.

Meallere bence az bile söyledim.Kusura bakmayın Kuran'ın mütercimliğine soyunmak basit bir çeviri işi değil.Sorumluluğu büyük.Zaten birçok mealde rahmetli Elmalılının sadeleştirilmiş kopyası.İçlerinden elbette kelimeyi olduğu gibi bırakıp parantez içinde tercih ettiği anlamı kullananlar var.Ama oda o kadar azınlık ki.Madem birçok farklı meal ile hareket ediyorsunuz lütfen şu ayeti Kuran bütünlüğü içinde değerlendirin.

NİSA 127

Ve yesteftuneke fin nisa' kulillahü yüftiküm fihinne ve ma yütla aleyküm fil kitabi fi yetamen nisaillati la tü'tunehünne ma kütibe lehünne ve terğabune en tenkihuhünne vel müstad'afine minel vildani ve en tekumu lil yetama bil kist ve ma tef'alu min hayrin fe inellahe kane bihi alima

Diyanet Çevirisi Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Onlar hakkında size fetvayı Allah veriyor.” Kitapta, kendilerine (verilmesi) farz kılınan (miras)ı vermediğiniz ve evlenmek istediğiniz yetim kızlara, zavallı çocuklara ve yetimlere âdil davranmanıza dair, size okunmakta olan âyetler de bunu açıklıyor. Ne hayır yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir.

Diyanet Vakfı Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kitap'ta, kendileri için yazılmışı (mirası) vermeyip nikâhlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı âdil davranmanız hakkında size okunan âyetler (Allah'ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir.

Elmalılı Orijinal Bir de senden kadınlar hakkında fetvâ isteyorlar, de ki onlar hakkındaki fetvâyi size Allah veriyor: Yazılmış hakları olan mirası kendilerine vermediğiniz ve nikâhlamayı istemediğiniz öksüz kızlar hakkında,ve mağdur çocuklar hakkında, ve yetimlere insaf ile bakmanız hakkında kitabda yüzünüze karşı okunub duran âyetler var, daha da hayra dâir ne yaparsanız şüphe yok ki Allah ona da alîm bulunuyor

Elmalılı Sade. 1 Bir de senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki: «Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor; Yazılmış hakları olan mirası kendilerine vermediğiniz ve nikahlamayı istemediğiniz öksüz kızlar, mağdur çocuklar ve yetimlere adil davranmanız hakkında kitapta yüzünüze karşı okunup duran ayetler var!» Daha da hayra dair ne yaparsanız, şüphe yok ki, Allah onu da biliyor.

Elmalılı Sade. 2 Kadınlar hakkında senden fetva isterler. De ki: Onlar hakkındaki fetvayı size Allah veriyor: Yazılmış hakları olan mirası kendilerine vermediğiniz ve nikahlanmayı istemediğiniz öksüz kızlar ve zavallı çocuklara ve bir de yetimlere adaletle davranmanız hakkında Kitap'ta size okunan âyetler vardır. Sizin her yaptığınız iyiliği, muhakkak Allah bilir.

Ö. N. Bilmen Ve senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: «Onların hakkında size fetvayı Allah Teâlâ veriyor ve kendileri için yazılmış olanı kendilerine vermediğiniz ve kendilerini nikahlamaya rağbet eylediğiniz yetim kadınlar hakkındaki ve zayıf bir durumda bulunan çocuklar hakkındaki ve yetimlere karşı adâletle hareket etmeniz hakkındaki size tilâvet olunan âyetlerde (bu hususlarda size fetva vermektedir). Ve siz hayırdan her ne yaparsanız şüphe yok ki Allah Teâlâ onu bihakkın bilicidir.»

S. Ateş Senden, kadınlar hakkında fetvâ istiyorlar. De ki: "Allâh, size onlar hakkında hükmünü açıklıyor: Kendilerine yazılmış olan(mirâs hakların)ı vermeyip kendileriyle evlenmek istediğiniz öksüz kadınlar, zavallı çocuklar ve öksüzlere karşı adâleti yerine getirmeniz hakkında Kitapta size okunan(âyet)ler (de Allâh'ın hükmünü açıklamaktadır)". Yapacağınız her hayrı muhakkak ki Allâh bilir.

A. Bulaç Kadınlar konusunda senden fetva isterler. De ki: "Onlara ilişkin fetvayı size Allah veriyor. (Bu fetva,) Kendilerine yazılan (hakları veya miras)ı vermediğiniz ve kendilerini nikahlamayı istediğiniz yetim kadınlar ve zayıf çocuklar (hakkında) ile yetimlere karşı adaleti ayakta tutmanız konusunda size Kitap'ta okunmakta olanlardır. Hayır adına her ne yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir.

Muhammed Esed ONLAR, kadınlar ile ilgili düzenlemeler konusunda kendilerini aydınlatmanı istiyorlar. De ki: "(Bizzat) Allah onlarla ilgili hükümler konusunda sizi aydınlatmaktadır"; nitekim kendiniz onlarla evlenmek istediğinizden haklarını vermediğiniz (sorumluluğunuz altındaki) yetim kızlar ile kimsesiz çocuklar ve sizin yetimlere karşı adaletli davranma yükümlülüğünüz hakkında size tebliğ edilen bu ilahi kelamda (Allahın iradesi tezahür etmiş)tir. Ve ne iyilik yaparsanız, unutmayın ki Allah onu tamamıyla bilir.

Y.N. Öztürk Senden kadınlar hakkında fetva soruyorlar. De ki: "Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor." Yazılmış hakları olanı kendilerine vermeyip de kendileriyle nikâhlanmak istediğiniz kadınların yetimleri hakkında, ezilip horlanan çocuklar hakkında, yetimler için adaleti yerine getirmeniz hakkında. Kitap'ta olup da yüzünüze karşı okunan şeyler var. Hayır olarak yaptığınız her şeyi Allah, hakkıyla bilmektedir.

Tefhimü-l Kuran Kadınlar konusunda senden fetva isterler. De ki: «Onlara ilişkin fetvayı size Allah veriyor. Bunun yanısıra size bu kitapta okunmakta olan emirleri, yani kendilerine yazılan (hakları veya mirası) ı vermediğiniz ve kendilerini nikahlamayı istediğiniz yetim kadınlar ve zayıf çocuklar (hakkında) ile yetimlere karşı adaleti ayakta tutmanız konsunda size Kitap'ta okunmakta olanlardır. Hayır adına her ne yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir.

Fizilalil Kuran onlar senden kadınlara ilişkin fetva isterler. De ki; Allah onlar hakkında size şu fetvayı veriyor: Bu fetva, paylarına düşen mirası vermediğiniz, yada nikahlamak istemediğiniz yetim kadınlar, mağdur çocuklar ve yetimlere karşı adil davranmanız konusunda, size okunan Kur'an ayetleridir. Ne iyilik yaparsanız, kuşkusuz Allah onu bilir.

A. Gölpınarlı Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar, de ki: Onlar hakkındaki fetvayı Allah veriyor ve kendilerine verilmesi icap eden mîrası vermediğiniz ve beğenip almadığınız yetim kızlarla âciz çocuklar hakkında ve yetimlere adâletle muâmele hususunda işte size kitapta okunan hüküm. Hayra ait neler yaparsanız şüphe yok ki Allah hepsini bilir.

H. S. Yeter Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kitap'ta, kendileri için yazılmışı (mirası) vermeyip nikâhlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı âdil davranmanız hakkında size okunan âyetler (Allah'ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir.

A. Uğur Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kitap'ta, kendileri için yazılmışı (mirası) vermeyip nikâhlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı âdil davranmanız hakkında size okunan âyetler (Allah'ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir.

G. Onan Kadınlar konusunda senden fetva isterler. De ki: "Onlara ilişkin fetvayı size Tanrı veriyor. (Bu fetva,) Kendilerine yazılan (hakları veya miras)ı vermediğiniz ve kendilerini nikahlamayı istediğiniz yetim kadınlar ve zayıf çocuklar (hakkında) ile yetimlere karşı adaleti ayakta tutmanız konusunda size Kitap'ta okunmakta olanlardır. Hayır adına her ne yaparsanız, şüphesiz Tanrı onu bilir.

Ş. Piriş Senden, kadınlar hakkında fetva istiyorlar de ki: “Size, onlar hakkında Allah fetva veriyor: -Kendilerine farz kılınan mirası vermediğiniz ve onları nikahlamaya rağbet ettiğiniz yetim kızlar hakkında, mağdur çocuklar hakkında ve yetimlere adaletli davranmanız hususunda, size okunan kitapta (fetvalar vardır.) İyilik olarak yapacağınız şeyi Allah hakkıyla bilir

Evet Haluk Bey hangisi doğru,nikahlamak istediğimiz yetim kızlarmı,yoksa istemediğimiz mi?Alın birçok meal birçok hata.Siz RAĞBET kelimesinin hangi anlamını tercih ediyorsunuz?Yetim kızlar çevirisi ne kadar doğru?Bu kadar çelişki olur mu?

Ben yazdığım yazımda bahse konu kişi ile hiçbir husumetim olamaz. Bunu yansıtacak bir cümle kullandıysam eğer, bu benim hatamdır, ama asla bilerek isteyerek yapmam. Kişilere hakaret etmek benim yöntemim değildir, ama elbette insanız hata yapabiliriz, bunu yaptıysam özür dilerim. Bir insan din ve iman adına kur’an dan aldığı bilgileri, anladığını özgürce söylemelidir. Çünkü Rabbim kur’anı anlamanız için yemin olsun ki kolaylaştırdım diyorsa, bu kitabın muhkem ayetlerini anlamak için ilim tahsil etmeliyiz demek, Rabbin ayetlerine ters düşer.

Yukarıdaki muhkem ayeti o zaman bir zahmet hiçbir gramerik ve etimolojik ilim kullanmadan sırf anladığınız şekilde çözünde biz fakirlerde bu muhkem ayetin çelişkili meallerinin zihnimizde açtığı tahribattan kurtulalım.
Konu benim içinde kapanmıştır. Sayın Kamer Beyin yönlendirdiği örnekte olan insanların peşinden gidenler, günümüzde elbette var, olacaktır da. Esas önemli olan elimizde rehber dururken ve Rabbim anlayasınız diye apaçık gönderdim dediği halde, bizler hala kur’an da çok geçen bir emri olan SALÂT kelimesini anlayamıyorsak ve birlik beraberlik kuramıyorsak bu konuda, acaba onlardan çok mu farklıyız demektir?

SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK

Selametle...

halukgta
10. January 2011, 12:18 PM
Sizin en son sözlerinizden alıntı yaptığım ve salat konusundaki düşüncelerinizin üzerinde çok fazla durmadığınız, söylediklerinizi hatırlamak istemediğiniz anlaşılıyor, elbette siz bilirsiniz. Halbuki konuyu toparlamak üzereyken siz konuyu nereye getirdiniz. Bakın ben size böyle bir cümle kullandım mı?

( Cehalette direteceğim diyorsanız kendiniz bilirsiniz.)

Sizi cehaletle itham ettim mi? Peki siz bana ne haddinize bunu söylüyorsunuz. Böyle bir sözü zikir ehli söylemez. Böyle bir sözü, peygamberimizi örnek alan asla zikretmez.

halukgta
10. January 2011, 12:19 PM
Sistemde bir sorun var herhalde bir kez tıklamama rağmen iki kez yazı ekleniyor.

snobyx
10. January 2011, 01:05 PM
Sizin en son sözlerinizden alıntı yaptığım ve salat konusundaki düşüncelerinizin üzerinde çok fazla durmadığınız, söylediklerinizi hatırlamak istemediğiniz anlaşılıyor, elbette siz bilirsiniz. Halbuki konuyu toparlamak üzereyken siz konuyu nereye getirdiniz. Bakın ben size böyle bir cümle kullandım mı?

( Cehalette direteceğim diyorsanız kendiniz bilirsiniz.)

Sizi cehaletle itham ettim mi? Peki siz bana ne haddinize bunu söylüyorsunuz. Böyle bir sözü zikir ehli söylemez. Böyle bir sözü, peygamberimizi örnek alan asla zikretmez.

Eğer zikir ehli sizin yazdığınız ilk metindeki şekilde eleştiri yapıyorsa ve kendisine özeleştiri yapmıyorsa ben zaten o zikir ehlinden değilim.

Ben sizi her konuda cehalet ile ilgili itham etmedim.İthamım ''Salat,Savm,Hacc,Vûzu''gibi teknik araştırma gereken konulardan ''Salat''ile ilgili bir yazı yazarken yeterli özentiyi göstermemenizedir.Bir reddiye yazıyorsanız,red ettiğiniz makaledeki bütün delilleri çürütmeniz gerekir.Ben sizin yazınızda tek bir arabça teknik delil göremedim.

Elbette cahil bir insan olduğunuzu düşünmüyorum.Benimki sırf bu konudaki davranışınız nedeni ile söylenmiş bir sözdür ve bu konu başlığındaki tartışmayı bağlar.Tamir etmeyeceğini bilmekle beraber kırdığım için özür dilerim.

Selametle..

Miralay
11. January 2011, 01:32 AM
Selamünaleyküm kardeşlerim

Hakkı ağabey çok değer verdiğim,ilmine saygı duyduğum bir abimdir. Gerek kendi sitesinde makalelerini,gerekse "Tebyinul Kur'an" adlı şaheserini okumuş ve istifade etmiş bir kardeşinizim.

Dost1,Ali Rıza Borazan ve Haluk ağabeylerim nezaketleriyle gönlümde taht kurmuş çok değerli,paha biçilemez insanlardır.

Haluk abim büyük bir cesaretle pekçok siteye girerek,hakaretlere maruz kalarak Kur'anı anlatmış;uğradığı hakaretlere nazaran nezaketini elden bırakmamış çok kıymetli birisidir. Kendi tabiriyle Kur'anı,İslamın güzelliklerini anlatmak için meyhanedeki sarhoşlara bile gidebilecek birisidir.

Kur'anı anlatmak için kapıdan kovulsa, bacadan girerek tebliğine devam etmiştir.

Bizler sitemize gelerek bize olmadık hakaretler eden,gelenekçilere bile kucağımızı açmışken; malesef bu değerli abimizi bir başlığa mahkum ettik. Yoksa korktuğum başıma mı geldi? Hanif olan bizlerde de mi alim taassubu meydana geldi. Bundan rabbime sığınırım.

Kendisine diğer sitelerde o kadar ağır itham ve hakaretler edilirken,hiç ummadığım bir şekilde hanif kardeşlerim tarafından da şevk ve onur kırıcı sözler altında kalmıştır.

Malesef en başta Hanif Murat kardeşimiz,daha sonra da bu sitedeki kardeşlerim onu yerden yere çalmıştır. Düşmanın attığı taş değil;dostun attığı gül bizi incitir.

Ama biliyorum ki,Haluk abi küsmeyecek,kırılmayacak;her zamanki nezaketiyle burada da yazmaya devam edecektir.

Haluk abi, aciz bir kardeşin olarak;bizleri hoş görmeni ve asla şevkinin kırılmamasını sizden rica ediyorum.

Tüm kardeşlerime selam,saygı,dua ve muhabbetlerimle.
Allah'a emanet olunuz.

dost1
11. January 2011, 01:55 AM
Selamun Aleykum! Değerli Haluk Kardeşim!

Fitne ve fesattan algıladığınız nedir?

Fitneden algıladığınız, insanlar tarafından yapılan zulüm, işkence gibi başkalarına acı veren eylemler ile yine bizzat insanlar tarafından yapılan ve yaptırılan kışkırtma, ayartma, yanlış yönlendirme gibi toplumlarda karışıklığa, kargaşaya yol açan ve toplumun düzenini bozan eylemler midir?

Fesattan algıladığınız, bozukluk,karışıklık kargaşalık arabozuculuk, herhangi bir konuda iyimser olmayan kötü yorumlayan,karıştırıcı, arabozucu ve hile midir?

Fitne ve fesat karıştırmak yukarıda sayılan eylemleri yapanlar mı oluyor?

Yazdığınız bu yazı ile "İslam ın içindeki başıbozukluğu, fitne ve fesat karıştıranları içimizden ayıklamakta, hiçte zorluk çekmeyeceğimize" inanmamızı istiyorsunuz ve Hakkı Yılmaz’ın “salat ve Namaz” yazısının fitne ve fesat çıkarttığını anlatmaya çalışıyorsunuz öyle mi?

Hakkı Yılmaz’ın Salat ve Namaz başlığı altında yazıları bu site de dahil olmak üzere birçok sitede yayınlanmış ayrıca İşte Kur’an adlı 11 ciltlik eserinin 7:cildinin 379-537. Sayfalarında da tüm detayları ile açıklanmıştır.

Fitne ve fesat çıkarttığını düşünerek aramızdan ayıklanmasını istediğiniz Hakkı Yılmaz’ın Okuduğunuzu belirttiğiniz yazılar "SALAT ve NAMAZ" başlığı altındaki 158 sayfalık bölümün tama mıdır?

Yazar, "Salat ve Namaz" başlıklı yazısında :

(Sonuç olarak [salât] sözcüğünün anlamını; “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür.

“salâtın ikamesi”;
• Zihnî yönü ile eğitim ve öğretimin yapılması için okullar, halk evleri, halk eğitim merkezleri açılması ve bunların ayakta tutulması,
• Malî yönü ile iş alanları açılması, Emekli Sandığı, Bağkur, SSK gibi sosyal güvenlik sistemlerinin teşkil edilmesi, yoksul ve yetimlerin desteklenerek -bekâr ve dulların evlendirilmesi de dâhil- sorunlarının sırtlanması, dertlerine deva olunması için kurumlar oluşturulması ve bunların yaşatılarak ayakta tutulması demektir. )

ifadelerini kullanmıştır.

Yazarca, bu sonuca nasıl ulaşılmıştır? Arapça olan Kur’an’ın Arapça olan “salat ve salatı ikame” kelimeleri hakkında sizin yaptığınız gibi mantık yürütülerek mi ulaşılmıştır yoksa Arapça dil gramerine uygun tahlil yapılarak mı ulaşılmıştır?

Değerli Kardeşim!

Kur'an arabiyyen gelmiştir ve Cumua 3, Şura 7 de tüm insanlığa öğretilmesi emri verilmiştir.Kur'an başka dillere metne sadakat kalınarak yapılacaktır.

“ عربيّاarabiyyen” sözcüğünün sadece “Arapça, Arap dili” olarak anlaşılması ve açıklanması doğru değildir. Zira bu sözcük “ عربًarabe” kalıbından türeme olduğu kadar “عرُب arube” kalıbından da türemiştir. Sözcüğün “arube” kalıbına göre anlamı “fesahat, fasih konuşmak” demektir. (Lisanü’l-Arab; s. 153-159, a-r-b mad.)

“Fesahat [fasih konuşmak]” ise “sözün ses ve mana kusurlarından arınmış olması, yani kolay anlaşılması, rahat telâffuz edilmesi, diziminin mükemmel olması” anlamına gelmektedir. (es-Sekkakî; Miftahu’l Ulum)

Bu durumda ayetin anlamı “Şüphesiz ki, Biz onu akledersiniz diye ‘kolay anlaşılır, rahat telâffuz edilir, dizimi mükemmel, dilbilgisi kurallarına uyumlu’ bir Kur’an olarak indirdik” demek olur.

Kur’an’ın indirildiği toplumun dilinin Arapça olması dolayısıyla, o toplumun Kur’an’ı anlayıp akledebilmesi için Arapça indirildiği birçok ayette vurgulanmıştır:

Ve kesinlikle Biz, onların “kesinlikle ona bir beşer öğretiyor” deyişlerini biliyoruz. Kastettikleri o kişinin dili yabancıdır. Bu [Kur’an] ise, apaçık Arapça bir lisandır. (Nahl/103)

Ve eğer biz onu yabancı dilde bir Kur’an yapsaydık, elbette “Ayetleri detaylandırılmalı değil miydi? İster yabancı dilde ister Arapça!” diyeceklerdi. De ki: “O, iman edenler için bir kılavuz ve bir şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve Kur’an onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekandan seslenilmektedir.” (Fussılet/44)

Ve Biz onu [apaçık kitabı] yabancılardan [Arapça bilmeyenlerden] birine indirseydik de, bunu o, onlara okusaydı, onlar, buna iman ediciler değillerdi. (Şuara/198, 199)

Apaçık kitaba ant olsun ki Biz onu aklınızı kullanasınız diye Arapça bir Kur`an [okuma] yaptık. (Zühruf/2, 3)

Onunla [apaçık kitapla], uyarıcılardan olasın diye apaçık bir Arapça lisan ile senin kalbine Emin Ruh [Güvenilir Can, sağlam bilgi] indi. (Şuara/193-195)

Ve Biz böylece onu [Kur’an’ı] Arapça bir hüküm [mükemmel bir yasa] olarak indirdik. Ve eğer sana gelen ilimden sonra onların hevalarına uyarsan, Allah’tan sana bir Yakın Kimse ve bir koruyucu yoktur. (Ra’d/37)

Ve bundan [Kur`an`dan] önce bir rehber ve rahmet olarak Musa`nın kitabı vardı. Ve bu [Kur`an] ise zulmeden kimseleri uyarmak, iyilik-güzellik üretenleri müjdelemek için Arap lisanı üzerine tasdik eden bir kitaptır. (Ahkaf/12)

Ve işte böylece Biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik. Onda tehditlerden tekrar tekrar açıklama yaptık. Belki takva sahibi olurlar yahut onlara yeni bir öğüt oluşturur. (Ta Ha/113)

Ve ant olsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir kur`an [okuma] olarak; takvalı davransınlar diye bu Kur`an`da insanlar için her türlüsünden örnek verdik. (Zümer/27, 28)

Bu, Arapça bir Kur`an [okuma] olarak, bilen bir kavim için ayetleri detaylandırılmış bir kitaptır. (Fussılet/3)

İşte böylece Biz kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur`an vahyettik. Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir. (Şûra/7)

Değerli Kardeşim!

SALAT VE NAMAZ başlıklı bölümde “salat ve salatı ikame” konuları hakkında yapılan tahlili buraya asıyorum.

الصّلوة[SALÂT] ANLAMI

الصّلوة [salât] sözcüğünün yapı olarak, ص ل ى [saly] ve ص ل و [salv] köklerinden türemiş olması mümkün görünmektedir. Dilbilgisi kurallarına göre her iki kökten de türemiş olabilir. Zira hem ص ل ى [saly] hem de ص ل و [salv] sözcükleri, son harflerinin “harf-i illet” olması sebebiyle “nâkıs”tırlar ve bu köklerden bir sözcük türediğinde, köklerin sonundaki harf-i illetler düşerek başka harfe dönüşür. Bu durumda, türeyen yeni sözcüğün, bu köklerin hangisinden türediği konusunda ciddi bir araştırma yapılmadığı takdirde ortaya bazı karışıklıklar çıkabilmektedir. Nitekim ص ل و [salv] kökünden olan kalıpların bir çoğunun çekimlerinde و [vav] harfi, “galb” [değişim] neticesi ى ]ya]ya dönüşmekte ve bu şekilde türeyen sözcükler, ilk bakışta ص ل ى [saly] kökünden türemiş gibi görünmektedir.

Bu gibi durumlarda Kur’ân'ın mesajını doğru anlamak için yapılacak ilk iş, sözcüğün türemiş olabileceği köklerin anlamlarına bakmaktır. Bu sebeple biz de tahlilimize, الصّلوة [salât] sözcüğünün türemiş olabileceği ص ل ى [saly] veص ل و [salv] köklerinin anlamları ile başladık.

صلى [saly, sıla]; “pişirmek, yakmak, ateşe atmak-ateşe girmek, yaslamak” anlamına gelir. Sözcük bu manada Hâkka sûresi'nde geçmektedir:

Sonra cahîme [cehennem] sallayın onu [صلّوه/sallûhû]. (Hâkka/31)
Bundan başka, sözcük Kur’ân'da birçok kez, bu kökten türemiş olan إصلوها [islavhâ], يصلى [yeslâ], وسيصلون [veseyeslavne], ساصليه [seüslîhi], لايصلاها [lâ yeslâhâ] gibi farklı kalıplar hâlinde yine aynı anlamda yer almıştır. Meselâ, صلى [s-l-y] kökünden türemiş olan المصلّين [musallîn] sözcüğü, “destek veren, yardım eden” anlamında değil, “hayvanının sırtına, uyluğuna yaslanan” anlamında kullanılmaktadır.

صلى[saly] sözcüğü, Türkçe'deki “sallamak” ve “yaslamak” sözcüklerinin de kaynağıdır.

Ancak, konumuz olan salât sözcüğünün kökünün saly olduğu varsayılırsa, Kur’ân'da geçen tüm الصّلوة [salât] sözcüklerinin ve türevlerinin “ateşe atmak, yaslamak” anlamında olduğunu kabul etmek gerekecektir ki bu durumda, meselâ Kevser sûresi'ndeki صلّ [salli] emrinden, “onu ateşe at” veya Ahzâb/56'daki صلّواعليه [sallû aleyhi] ifadesinden, “o'nu [Muhammed'i] ateşe sallayın/atın” anlamı çıkarmak gerekecektir. Sonuç olarak, “yardım, destek, çaba, gayret” anlamlarına gelen الصّلوة [salât] sözcüğüyle, “ateşe atmak, ateşe yaslamak, pişirmek, yakmak” anlamındaki صلى [saly] sözcüğü arasında herhangi bir mana ilişkisi kurma imkânı yoktur.

ص ل و[salv]: İsim olarak “uyluk, sırt” demek olan sözcük şöyle açıklanır: صلو [salv], “insanın ve dört ayaklı hayvanların sırtı, kalça ile diz arası” anlamına gelir.
Bu anlam doğrultusunda fiil olarak kullanıldığında sözcük; “uyluklamak, sırtlamak” anlamına gelir ki, uyluğun [bacağın, diz ile kalça arasındaki bölümünün] yatay duruma getirilerek bir yükün altına uzatılması şeklinde bir hareket olan “uyluklamak” da, bir yükü sırta almak demek olan “sırtlamak” da, yük altına girmeyi, yüke destek vermeyi ifade eder.

Bize göre salât sözcüğünün kökü saly değil, salv'dir. Sözcüğün aslı ise صلوة [salvet] olup, kök sözcük nâkıs [son harfi illetli] olduğundan, genel dilbilgisi kuralları gereği صلوة [salvet] sözcüğü,الصّلوة [salât] şekline dönüşmüştür. Nitekim sözcüğün çoğulu olan صلوات [salavât] sözcüğünde, kök sözcüğün asıl harfi olan و [vav] açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu durum, başka birçok sözcük için de geçerlidir. Meselâ, ğazâ [savaştı] sözcüğünün mastarı غزوة [ğazve]dir ve 6

ğazve'nin çoğulu غزوات [ğazevât] olarak gelir. Diğer fiil çekimlerinde de ğazâ'nın “vav”ı, ya ى [ya]ya dönüşür yahut da düşer. Zaten salât sözcüğünün, s-l-v kökünden türediği hususunda ittifak olduğu içindir ki, bir anlam karışıklığı olmasın diye mushaflarda salât sözcüğü, الصلاة şeklinde ا [elif] ile değil, الصّلوة şeklindeو [vav] ile yazılır.

Diğer taraftan, صلو [s-l-v] kökünden türemiş olan صلّى [sallâ] (mastarı salât) sözcüğünün anlamı, Kıyâmet/31-32'de, hiçbir yanlış anlamaya meydan vermeyecek şekilde net olarak açıklanmıştır:
فلا صدّق ولا صلّى ولاكن كذّب و تولّى [felâ saddaqa velâ sallâ velâkin kezzebe ve tevellâ=O, ne tasdik etti ne de çaba harcadı/destekledi. Ama yalanladı ve geri durdu].

Görüldüğü gibi yukarıdaki cümlede dört eylem zikredilmiş, bu eylemlerden ikisi diğer ikisinin karşıtı olarak gösterilmiştir. Şöyle ki: صدّق [saddaqa]nın karşıtı olarak كذّب [kezzebe], yani “tasdik etme”nin karşıtı olarak “tekzib etme, yalanlama” fiili kullanılırken, صلّى [sallâ] fiilinin karşıtı olarak da تولّى [tevellâ] fiili kullanılmıştır. Kalıbı itibariyle “süreklilik” anlamı taşıyan tevellâ sözcüğü; “sürekli geri durmak, sürekli yüz dönmek, lakayt kalmak, ilgisizlik, pasiflik ve yapılmakta olan girişimleri kösteklemek” demek olduğuna göre, تولّى [tevellâ]nın karşıtı olan صلّى [sallâ] da; “sürekli olarak destek olmak, seyirci kalmamak” anlamına gelmektedir.

Anlamı Kur’ân'da bu kadar açık olarak belirtilmesine rağmen salât sözcüğü, ünlü bilgin Râgıb el-İsfehânî'nin Müfredât adlı eserinde, “Lügat ehlinin çoğu, salât; ‘dua, tebrik ve temcit’tir demiştir” ifadesiyle âdeta geçiştirilmiştir.

Sonuç olarak الصّلوة [salât] sözcüğünün anlamını; “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, buradaki sorunlar, sadece bireysel sorunları değil, aynı zamanda toplumsal sorunları da kapsamaktadır. Dolayısıyla الصّلوة [salât] sözcüğünün anlamını, “yakın çevrede bulunan muhtaçlara yardım” boyutuna indirgemek doğru olmayıp, “topluma destek olmak, toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlamak, üstlenmek ve gidermek” boyutunu da içine alacak şekilde geniş düşünmek gerekir. Yapılacak yardımın, sağlanacak desteğin gerçekleştirilme şeklinin ise “zihnî” ve “mâlî” olmak üzere iki yönü bulunmaktadır:

• Zihnî yönü ile salât; eğitim ve öğretimle bireyleri, dolayısıyla da toplumu aydınlatmak, rüşde erdirmek; en sağlam yola iletmek;
• Mâlî yönü ile salât; iş imkânları ve güvence sistemleri ile ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, onları zor günlerinde sırtlamak, böylece de toplumun sıkıntılarını gidermektir.

إقام الًصّلوة[İQÂMİ'S-SALÂT=SALÂT'IN İKÂMESİ]

Kur’ân'daki, “salât'ın ikâmesi” ile ilgili emir ve haber cümlesi niteliğindeki ifadeler genellikle “namazı doğru kılın, namazlarını dosdoğru kılarlar” şeklinde çevirilegelmiştir. Bizim, sözcüklerin anlamları üzerinden yaptığımız tahlil ise bu çevirilerin, ifadenin anlamını yansıtması bakımından yetersiz kaldığını, hatta yanlış olduğunu göstermektedir.
Görüldüğü gibi ifade إقام[iqâm] ve الصّلوة [es-salât] sözcüklerinden oluşmaktadır. Salât sözcüğünün ne anlama geldiği yukarıda açıklandığı için, burada إقام[iqâm] sözcüğünü tahlil edeceğiz.



7
ق و م [q-v-m] harflerinden oluşan إقام[iqâm] sözcüğü, “oturmak” fiilinin karşıtı olan qıyâm sözcüğünün if‘âl babından mastarıdır ve lügatlerde bu kalıbın anlamı; “ayağa kaldırmak,

dikmek, ayakta tutmak” olarak belirtilmiştir.

Buna göre إقام الصّلوة [iqâmi's-salât] tamlamasının anlamı da; “zihnî ve mâlî yönlerden yapılan yardım ve destekle sorunların üstlenilerek giderilmesi işlerinin gerçekleştirilmesi ve bunun sürdürülmesi, yani ayakta tutulması” demektir. Bunu somutlaştırarak ifade etmek gerekirse “salâtın iqâmesi”;

• Zihnî yönü ile, eğitim ve öğretimin yapılması için okullar, halk evleri, halk eğitim merkezleri açılması ve bunların ayakta tutulması,
• Mâlî yönü ile, iş alanları açılması, Emekli Sandığı, Bağkur, SSK gibi sosyal güvenlik sistemlerinin teşkil edilmesi, yoksul ve yetimlerin desteklenerek -bekâr ve dulların evlendirilmesi de dâhil- sorunlarının sırtlanması, dertlerine deva olunması için kurumlar oluşturulması ve bunların yaşatılarak ayakta tutulması demektir.

Değerli Kardeşim!

“İslam ın içindeki başıbozukluğu, fitne ve fesat karıştıranları içimizden ayıklamakta, hiçte zorluk çekmeyeceğimize inanıyorum.” Diye yazıyorsunuz ancak yazdıklarınızı mantığınıza göre yapıyorsunuz.

Ayetler asarak mantığınıza göre açıklamalarda bulunuyorsunuz ve “Salata birçok anlam verirsek hangisini nerede kullanacağımıza nasıl karar vereceğiz?” Diye soruyorsunuz

Yazınızda

“İşte bizlere düşen, sözcüklere değişik anlamlar vermek değil, kur’an bütünlüğünde bu sözcüğün, emrin ne anlama geldiğini anlamaya çalışmak olmalıdır. Dikkat ederseniz aynı kelime bazen eğitim, öğretim sosyal faaliyetler oluyor, bazen zihni ya da mali yardım oluyor. Bu durumda herkes istediği anlamı verip, kur’ana uymak yerine, kur’anı kendisine uydurmuş olmuyor mu?”

diyorsunuz ancak kendiniz:

Ankebut 45 de: “…salata dua etmek, Rabbim i anmak, ondan yardım dilemek …”
Hud;87 de: “…senin ibadetin, inandıkların, yalvarıp yardım istediğin mi…”
Nur;56 da “…dua…”
Nisa 103 de “…belirlenmiş ibadet…”
Bakara 45 de “… Allahtan yardım isteme, dilekte bulunmanın bir yolu, yöntemi…”
Cumua9 da “… Allah ı anmak onu zikretmek, ona şükranlarımızı sunmak…”
anlamını veriyorsunuz . Sonunda da bunun Farsça bir kelime olan “namaz” olduğuna vurgu yapıyorsunuz.

“İslam ın içindeki başıbozukluğu, fitne ve fesat karıştıranları içimizden ayıklamakta, hiçte zorluk çekmeyeceğimize inanıyorum diyerek suçlamada bulunduğunuz yazar “Salat ve Salatı ikame” ile ilgili anlamları Arapça dil kurallarına göre yapıyor peki siz yukarıdaki anlamları neye göre yapıyorsunuz.

Şöyle bir savunmada bulunabilirsiniz. Ben birçok mealden bunu takip ediyorum hemen hepsinde bu kelimeler “namaz, namazı kılınız,dua, dua ediniz” şeklinde ancak bu Hakkı Yılmaz’ın mealinde farklı anlamda. O zaman o kadar meal tefsir yazanlar bilmiyor da bu mu biliyor ?

Bu durumda iki şıktan biriyle karşılaşırız.

Birincisi:Tefsir ve meal yazanlar “Salat ve salatın ikamesi” ile ilgili gerçek anlamı biliyorlar ancak açıklanınca gelecek saldırılardan korktukları için saklıyorlar.

İkincisi:Tefsir ve meal yazanlar “Salat ve salatın ikamesi” ile ilgili anlamı çarpıtarak keyiflerine göre yazıyorlar.

Hakkı Yılmaz’ın “Salat ve Namaz” başlıklı yazısının içeriği yazarın, “salat ve salatı ikame” kelimelerinin anlamlarını gelecek tepki ve saldırılara aldırış etmeden metne sadakat içerisinde korkusuzca yazdığını gösteriyor.

Bunun böyle olmadığını düşünenler yazarın ”Salat ve Namaz” ile ilgili yazdıklarını Arapça dil yapısına göre değerlendirir yanlışlığını ortaya koyarlar.


Türkiyede bunca ilahiyat ve Edebiyat Fakülteleri ile bunların ilgili bölümleri olduğu halde bugüne kadar Hakkı Yılmaz’ın “Salat ve Namaz” başlıklı bu çalışmasına hiçbir ilahiyatçı ve dil bilimci gerekçelerini de yazarak itirazda bulunmamıştır.

Değerli Kardeşim!

Kur'an'da namaz olarak çevrilen salat kelimesi namaz ve dua demek değildir. Ancak Kur'an'da namaz vardır. Anlamı da tazarru ile Allah'a yakarmaktır. Bu konudaki yazılarımızı "namaz" bölümünden bulup okuyabilirsiniz. Namazı olmayan insan Allah'a kul olma gibi bir derdi olmayan insandır.

Kur'an yaşam kitabıdır.
Rabbim olan Yüce Allah,cümlemizi de Kur'an'ı yaşam kitabı kılabilenlerden eylesin.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

dost1
11. January 2011, 02:02 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!

Sistemde bir sorun var herhalde bir kez tıklamama rağmen iki kez yazı ekleniyor.

Uyarınız için sağolun. Birkaç kez kontrol ettim bir sorun görmedim. Belki sizin bilgisayarda öyle görünüyordur.

Diğer kardeşlerimiz de aynı sorun varsa tekrar bakalım inşaallah.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

snobyx
11. January 2011, 10:16 AM
Selamünaleyküm kardeşlerim
Aleyküm Selam Miralay kardeşim,
Hakkı ağabey çok değer verdiğim,ilmine saygı duyduğum bir abimdir. Gerek kendi sitesinde makalelerini,gerekse "Tebyinul Kur'an" adlı şaheserini okumuş ve istifade etmiş bir kardeşinizim.

Dost1,Ali Rıza Borazan ve Haluk ağabeylerim nezaketleriyle gönlümde taht kurmuş çok değerli,paha biçilemez insanlardır.

Haluk abim büyük bir cesaretle pekçok siteye girerek,hakaretlere maruz kalarak Kur'anı anlatmış;uğradığı hakaretlere nazaran nezaketini elden bırakmamış çok kıymetli birisidir. Kendi tabiriyle Kur'anı,İslamın güzelliklerini anlatmak için meyhanedeki sarhoşlara bile gidebilecek birisidir.

Kur'anı anlatmak için kapıdan kovulsa, bacadan girerek tebliğine devam etmiştir.

Bizler sitemize gelerek bize olmadık hakaretler eden,gelenekçilere bile kucağımızı açmışken; malesef bu değerli abimizi bir başlığa mahkum ettik. Yoksa korktuğum başıma mı geldi? Hanif olan bizlerde de mi alim taassubu meydana geldi. Bundan rabbime sığınırım.

Kendisine diğer sitelerde o kadar ağır itham ve hakaretler edilirken,hiç ummadığım bir şekilde hanif kardeşlerim tarafından da şevk ve onur kırıcı sözler altında kalmıştır.

Malesef en başta Hanif Murat kardeşimiz,daha sonra da bu sitedeki kardeşlerim onu yerden yere çalmıştır. Düşmanın attığı taş değil;dostun attığı gül bizi incitir.

Değerli kardeşim,cevap veren ben olduğum için merak edip sorduğunuz sorunun ilk muhatabı benim.Alim taassubu bir kişinin mutlak doğru kabul edilmesidir.Ben kimseyi mutlak doğru kabul etmiyorum,önceki iletilerimde açıkça ifade ettim.Ama değer verdiğim bir insanın gıyabında yapılan haksızlığada susamam.Bu bir kere emeğe yapılmış bir haksızlık olur.Sakın olaki aklımıza şeyh-mürid ilişkisi şeklinde bir teslimiyetçilik gelmesin.Ben söz konusu kişiyi sadece gıyabında tanırım,telefonda bile görüşmüşlüğüm yoktur.Aynı şey her kime yapılırsa aynen tepki veririm.Tıpkı başka başlıklarda Yaşar Nuri Hocaya yapıldığı gibi(ki birçok görüşünü paylaşmıyorum) Sanırım bu kısım iyice anlaşılmıştır.

Değerli kardeşim,siz Haluk Beyin şevk ve onurunun kırılmasına neden olacak sözler söylediğimizi düşünmüşsünüz.Onur kırıcı ne demişiz.Gerçekleri tesbit edip yüzüne söylemek bir insanın bir başkasına yapacağı en büyük yardımdır.Ben uyarılarımın hala arkasındayım.Yukarda sorduğum sorunun cevabını burada hala bekliyorum.Şevk kırma meselesine gelince,bu yazılanlardan şevki kırılan sadece Haluk Bey değildir dikkatinizi çekerim.11 ciltlik bir eseri oluşturmak ve bizlere ulaştırmakta şevk gerektiren bir iştir.Bir söz vardır,''Evi camdan olan başkasının evine taş atmasın''.Eleştiri yayınlayan kişi kendisininde eleştirileceğini baştan kabul eder.Bu sebeple ben bir haksızlık görmüyorum.

Ama biliyorum ki,Haluk abi küsmeyecek,kırılmayacak;her zamanki nezaketiyle burada da yazmaya devam edecektir.

Haluk abi, aciz bir kardeşin olarak;bizleri hoş görmeni ve asla şevkinin kırılmamasını sizden rica ediyorum.

Tüm kardeşlerime selam,saygı,dua ve muhabbetlerimle.
Allah'a emanet olunuz.

Selametle...

Miralay
11. January 2011, 11:34 AM
Selam Snobyx kardeşim

Aslında sizin haksızlığa tahammül etmeyen (ki haklısınız) yapınızı biliyorum ve her seferde takdir ediyorum.

Benim üzüntüm Haluk abinin özellikle gelenekçi sitelerde uğradığı ağır hakaretler nedeniyledir. En azından kendi içimizde kırıcı olmadan eleştiri yapabiliriz. "Kol kırılır,yen içinde kalır."

Haluk abinin en çok eleştirilen "başlık" kısmına ve "fitne,fesatla" ilgili yazısına ben de katılmadım. "Salat" a yönelik yazdığı eleştirlere de katılmadım. Haaa, Hakkı abi "salat" mevzusunda isabet mi etmiştir. Allah bilir. Zaten kendisi de "Kusursuzluk Allah'a aittir.En doğrusunu Allah bilir" diyerek,sözün doğrusunu söylemiştir.

Hakkı abinin tebyinlerini içeren kitaplarını Kur'anı incelerken, her zaman başvuru kaynaklarımdan birisi (hatta en önemlisi) olarak gören bir kardeşinizim. Her takıldığım konuda ilk başta değerli abimin çalışmalarını gözümün önüne koyar,öyle değerlendiririm.

Salat'ın da bildiğimiz namazla alakasının olmadığına,Hakkı abinin yorumlarının daha çok akla,mantığa hitap ettiğine kaniim. Sonuçta ömrü boyunca arapça gramer ve lügat bilgisi üzerinde yoğunlaşmış bir abimizdir. Hayatını bu yolda vakfetmiş bir insan için ne benim,ne de eserlerini ve makalelerini okuyan başka bir kişinin ard niyetle eleştiri yapması haksızlıktır.

Eleştirilmez mi? Eleştirilir. Ama saygı,sevgi içerisinde olabilir. En başta ilme ve emeğe saygı açısından diye değerlendiriyorum.

Selametle

aşık74
11. January 2011, 03:05 PM
Selamlar...

Haluk abi ; şu kısım benim kafama takıldı...

Fetih 29:…. Sen onları, Allah'ın fazlından ve bir hoşnutluk isteyerek rükû edenler, secde edenler olarak görürsün. Onların secde izinden [Allah'a teslimiyetlerinden] nişanları, yüzlerindedir [tüm varlıklarındadır]…..

Yukarıdaki ayet de konuya açıklık getiriyor. İman eden müminleri sen rükû ve secde edenler olarak görürsün diyor. Onların secde izinden bahsediyor Allah. Peki, secde ettiğimizde nerede iz kalabilir? Tabiî ki alnımızda, çünkü yalnız orası yere değiyor. Fakat meali çeviren yazar nedense secde izi konusuna açıklık getirmek için, Allaha teslimiyetlerinden açıklamasını yapmış. Hâlbuki Allah açıklamayı netleştirircesine, bu izin yüzlerinde olduğunu, söylediği ve açıklık getirdiği halde, yine yazar bu kelimeye de bir başka anlam verip, tüm varlıklarındadır demiş. Bu parantez içindeki anlamlara baktığımızda ayetin akışını bozduğunu, anlam bütünlüğünden saptırdığını görüyoruz. Allah her şeyi açık ve net söylerim dediği halde, açık olan sözlerin, anlam saptırıldığı anlaşılıyor. Ayette açıkça Allah için secde edenlerin izleri yüzlerindedir diyor. Bu cümle çok açık değil mi sizce? Bu cümlenin parantez içinde açıklamaya ihtiyacımı var?


Ben bir belgeselde seyretmiştim. Uzak doğu kökenli bir gurubun din'i ritüellerini anlatan bir belgeseldi.
Kişiler sürekli secde hareketi yapıyorlardı ! Hatta şu yorum yapıldı. En çok secdeyi yapmak demek ! Tanrilarını daha çok sevindirmek demekmiş !

Artı, yahudi ve hristiyanlarında şimdiki gibi yapılan bir namaz ritüel leri var,dolayısıyla secde de yapıyorlar !

O zaman bunların alınlarındaki iz daha fazla olur bence :)

Sanki kuran'da bildirilen secde, bizim bildiğimiz yere başımızı koyarak yapılan secde değil gibi geliyor bana...

Cehaletimi hoş görün , bir şey öğretmek değil , kafamdaki soru işaretlerini yanıtlamak ve öğrenmek için yazıyorum ..

sevgiler.. selamlar....

mavera
11. January 2011, 11:23 PM
farklı kaynakları araştırmayıp, olaya tek tarafından bakan kişi tembeldir.

bir kişiyi kendisine ilah edinerek, kendi aklını kapatıp, onun her söylediğine körü körüne bağlanan kişi köledir.

bilmediği halde konuşan cahildir.

kendisini Rabbin anlattığının sözcüsü sayan kibirlidir.

pramid
12. January 2011, 12:19 AM
ben acizene bir fikrimi siz değerli arkadaşlara açmak istiyorum.

salat(tevella'nın tersi): desteklemek, destek istemek(dua), destekleyici faaliyetler(i devamlı halde tutmak.)

salat 3 vakitli olarak farz ve salat toplumun eğitimi ve mali yönden desteklenmesi.

salattan sonra allahı tesbih etmek.

tesbih: ay güneş dünya yıldız ve gezegenlerin programlanan çizgilerinde yüzercesine gitmesi.

tesbih 5 vakit(rum 17-18) olarak farz. buna namaz ritüeli de denebilir; ayakta, oturarak, ve yatar iken de yapılır.

rum 17, 18- O halde, Allah’ın arındırılması! Akşama girerken de sabaha erdiğinizde de... Gece sırasında da öğleye erdiğinizde de… Göklerde ve yerde hamd de sadece O’na aittir.


Cuma namazında yapılan hutbe SALAT, sonrası yapılan namaz ritüeli ise TESBİH diye biliriz.

sabah akşam yatsıda imamın sesli olarak fatiha ile birlikte kuran okuyuşu (isra-17)SALAT,

ikindi, öğle ve diğer üç vakit içten okuyuşu tesbihtir.

salat(eğitim esnasında) yaparken toplum olarak yapılmalı ve abdestli olunmalıdır.

nebi uygulamasnda 3 vakitli salatı her gün cuma(vusta) namazı şeklinde önce hutbe sonra tesbih, öğle ve ikindini sadece tesbih olarak yapmımıdır????

hiiic
12. January 2011, 12:42 AM
Müminin yaptığı hizmet eğitim/imar, onun vechinden görülebilir.
Zaten herkesin durumu yaptığı işten belldir. kafirler ağızlarıyla aksini bile söylese ayetlerle dalga geçerler. münafıklar aksinide söylese her ağır sözü üzerlerine alınırlar,,geri kalan bilgiler yine ayetlerle bize bilfirilmiştir.

Müminin secdesi de onun vechinden görülebilir. Kısaca müslüman gibi yaşar. Halk arasında şöyle deriz, dervişin fikri neyse zikri de odur..

***

ya aslında diyecek çok şey var ama ALlah hepsini söylemiş, en güzel şekilde Kuranda açıklamış. Allah okuyan öğrenen ve paylaşanlardan razı olsun.

Barış
12. January 2011, 02:46 AM
farklı kaynakları araştırmayıp, olaya tek tarafından bakan kişi tembeldir.

bir kişiyi kendisine ilah edinerek, kendi aklını kapatıp, onun her söylediğine körü körüne bağlanan kişi köledir.

bilmediği halde konuşan cahildir.

kendisini Rabbin anlattığının sözcüsü sayan kibirlidir.

Selam Mavera,

Ne zamandır sesini duyamıyorduk. Ama bir geldin pir geldin. :)

Ne güzel sözler, sağolasın paylaştığın için.

Anonymous
16. January 2011, 08:13 AM
Selamlar...

Haluk abi ; şu kısım benim kafama takıldı...

Fetih 29:…. Sen onları, Allah'ın fazlından ve bir hoşnutluk isteyerek rükû edenler, secde edenler olarak görürsün. Onların secde izinden [Allah'a teslimiyetlerinden] nişanları, yüzlerindedir [tüm varlıklarındadır]…..

Yukarıdaki ayet de konuya açıklık getiriyor. İman eden müminleri sen rükû ve secde edenler olarak görürsün diyor. Onların secde izinden bahsediyor Allah. Peki, secde ettiğimizde nerede iz kalabilir? Tabiî ki alnımızda, çünkü yalnız orası yere değiyor. Fakat meali çeviren yazar nedense secde izi konusuna açıklık getirmek için, Allaha teslimiyetlerinden açıklamasını yapmış. Hâlbuki Allah açıklamayı netleştirircesine, bu izin yüzlerinde olduğunu, söylediği ve açıklık getirdiği halde, yine yazar bu kelimeye de bir başka anlam verip, tüm varlıklarındadır demiş. Bu parantez içindeki anlamlara baktığımızda ayetin akışını bozduğunu, anlam bütünlüğünden saptırdığını görüyoruz. Allah her şeyi açık ve net söylerim dediği halde, açık olan sözlerin, anlam saptırıldığı anlaşılıyor. Ayette açıkça Allah için secde edenlerin izleri yüzlerindedir diyor. Bu cümle çok açık değil mi sizce? Bu cümlenin parantez içinde açıklamaya ihtiyacımı var?


Ben bir belgeselde seyretmiştim. Uzak doğu kökenli bir gurubun din'i ritüellerini anlatan bir belgeseldi.
Kişiler sürekli secde hareketi yapıyorlardı ! Hatta şu yorum yapıldı. En çok secdeyi yapmak demek ! Tanrilarını daha çok sevindirmek demekmiş !

Artı, yahudi ve hristiyanlarında şimdiki gibi yapılan bir namaz ritüel leri var,dolayısıyla secde de yapıyorlar !

O zaman bunların alınlarındaki iz daha fazla olur bence :)

Sanki kuran'da bildirilen secde, bizim bildiğimiz yere başımızı koyarak yapılan secde değil gibi geliyor bana...

Cehaletimi hoş görün , bir şey öğretmek değil , kafamdaki soru işaretlerini yanıtlamak ve öğrenmek için yazıyorum ..

sevgiler.. selamlar....



Selam sevgili kardeşim;

"Onların secde izinden bahsediyor Allah." demişsiniz fakat ayetin tamamı şu şekildedir:

Muhammed, Allah'ın peygamberidir. Onun beraberindekiler ise, kafirlere karşı çok çetin, kendi aralarında son derece merhametlidirler. Onları cemaatle rükü ve secde ederek, Allah'ın lütfunu ve hoşnutluğunu dilerken görürsün. Nişanları yüzlerindedir secde eserinden. Bu onların Tevrat'taki misalleri. İncil'deki misalleri ise, kendileriyle kafirleri öfkelendirmesi için, filizini çıkarmış, onu güçlendirmiş sonra kalınlaşıp sapı üzerine dimdik doğrulmuş, çiftçilerin hoşuna giden bir ekin gibidir. Onlardan iman edip de iyi iyi işler yapanlara Allah hem bir bağışlama vaad buyurdu hem de büyük bir mükafat.

Mavi ve yeşil yazılar, Kırmızı olan kısmın yani peygamberimiz ve BERABERİNDEKİLERİN Tevrat ve İncildeki FARKLI ÖRNEKLEMELERİDİR. Bu ayetler Yahudi ve Hristiyanlara birer sinyaldir diye düşünüyorum.


Mavi olan kısımı tekrar inceleyelim. Bu kısımla ilgili bilgiyi İncilde aradığımızda şununla karşılaşıyoruz:

Tohum benzetmesi (Mat.13:1-9; Luk.8:4-8)
Mar 4:1 İsa göl kıyısında halka yine ders vermeye başladı. Çevresinde öyle büyük bir kalabalık toplandı ki, kendisi göldeki bir kayığa binip oturdu. Bütün kalabalık göl kıyısında, karada duruyordu.
Mar 4:2-3 İsa onlara benzetmelerle birçok şey öğretiyordu. Öğretirken, «Şunu dinleyin» dedi. «Ekincinin biri tohum ekmeye çıkmış.
Mar 4:4 Ektiği tohumlardan kimi yol kenarına düşmüş. Kuşlar gelip bunları yemiş.
Mar 4:5 Kimi, toprağı az olan kayalık yere düşmüş. Toprak derin olmadığından hemen filizlenmişler.
Mar 4:6 Ne var ki, güneş doğunca kavrulmuşlar ve kök salamadıkları için kuruyup gitmişler.
Mar 4:7 Kimi, dikenler arasına düşmüş. Dikenler büyümüş, filizleri boğmuş ve filizler ürün verememiş.
Mar 4:8 Kimi ise iyi toprağa düşmüş, büyüyüp çoğalmış, ürün vermiş. Bazısı otuz, bazısı altmış, bazısı da yüz kat ürün vermiş.»
Mar 4:9 Sonra İsa şunu ekledi: «İşitecek kulağı olan işitsin!»
Benzetmelerin amacı (Mat.13:10-17; Luk.8:9-10)
Mar 4:10 Onikilerle diğer izleyicileri İsa'yla yalnız kalınca, kendisinden benzetmelerin anlamını sordular.
Mar 4:11 O da onlara şöyle dedi: «Tanrı'nın Egemenliğinin sırrı sizlere açıklandı, ama dışarıda olanlara her şey benzetmelerle anlatılır.
Mar 4:12 Öyle ki, `Bakıp bakıp görmesinler, duyup duyup anlamasınlar da, dönüp bağışlanmasınlar.'»
Tohum benzetmesi açıklanıyor (Mat.13:18-23; Luk.8:11-15)
Mar 4:13 İsa sonra onlara, «Siz bu benzetmeyi anlamıyor musunuz?» dedi. «Öyleyse bütün diğer benzetmeleri nasıl anlayacaksınız?
Mar 4:14 Ekincinin ektiği, Tanrı sözüdür.
Mar 4:15 Bazı insanlar sözün ekildiği yerde yol kenarına düşen tohumlara benzer. Bunlar sözü işitir işitmez, Şeytan gelir, yüreklerine ekilen sözü alır götürür.
Mar 4:16-17 Kayalık yerlere ekilenler ise, işittikleri sözü hemen sevinçle kabul eden, ama kök salamadıkları için ancak bir süre dayanan kişilerdir. Böyleleri Tanrı sözünden ötürü sıkıntı ya da zulme uğrayınca hemen sendeleyip düşerler.
Mar 4:18-19 Yine bazıları dikenler arasında ekilen tohumlara benzerler. Bunlar sözü işitirler, ama dünyasal kaygılar, zenginliğin aldatıcılığı ve daha başka hevesler araya girip sözü boğar ve ürün vermesini engeller.
Mar 4:20 İyi toprağa ekilenler ise, sözü işiten, onu benimseyen, kimi otuz, kimi altmış, kimi de yüz kat ürün veren kişilerdir.»

Kısacası mavi olan bölüm incildeki bu tohum benzetmesine işaret ediyor. Dolayısıyla Fetih suresindeki yeşil olarak yazdığım kısım ile ilgili benzer bir bilgi de Tevratta olabilir. Tevratı bütünüyle okuma fırsatım olmadığı için bilemeyeceğim.

Detaylı bilgi için alttaki videoyu izlemenizi öneririm.


Yararlandığım Kaynak (Video):
http://www.facebook.com/video/video.php?v=1555591206589&oid=120523024630467


Selamlar.

Murat
18. February 2011, 06:02 PM
Selam,

Uzun süredir iş ve internet erişimi sıkıntım sebebiyle üzülerek uzak kaldım.

Hemen konuya girmek istiyorum. Hakkı YILMAZ’ın eserini okumaya başlayışım yeni sayılır.. Henüz okumadığım tarafları mutlaka vardır. Hem eseri ve anlayışı ile ilgili hemde genel kanılarla ilgili benim bazı soru, tesbit, düşünce, merak, fikir, saptama, v.b.lerim var. Adını siz koyun.

Ben namaz vakitleri konusunda şu şekilde düşünüp uyguluyorum. Değerlendirmenizde etken olacaktır. Yanlışsamda düzeltmenizi arz ediyorum.

Sabah namazı (salat-il fecr) (gözün ak ile karayı ayırt etmesiyle, aydınlık ile başlar, güneş daha yokken gözüm aydınlığı fark eder. Doğu tarafına sırtını vermiş dağ yamacında bulunan evimde zaten güneşi ancak başkalarından 3-4 saat sonra görürüm. Ve vakit gündüzün ortasında biter, bitişini gözüm tam tepede duran güneş ile görür. )

Öğle namazı (salat-il vusta) ( tam tepedeki güneşin sarkması (duluk’u bu anlamda alıyorum) ile başlar ve karanlığa kadar sürer. Yine güneşe bakmaz karanlık olmasına bakarım. Zaten batı tarafına sırtını vermiş dağ yamacında bulunan diğer evimde güneş başkalarına göre 3-4 saat önce batmıştır. Ama aydınlık devam eder.

Akşam namazı (salat-il işa) (Kararan hava ile, ak ile karanın ayırt edilememesiyle başlar, gecenin ilk saatleridir. sabah namazına kadar sürer.

Düşüncelerim,


1- Namaz vakitlerini tespit ederken uygulamada güneşin baz alınması yanlış sonuçlar doğuruyor. Çünkü coğrafik koşullar değişiklik gösterir. Dağ yamacında bulunan biri güneşin doğmasını ve batmasını farklı saatlerde görüyorken, ovada yada denizde bulunan kimse çok farklı saatlerde görür. Ben aydınlık ve karanlığı baz alıyorum. Kur'an'da vakit tanımlamalarında en ayrıntılı ve ince tarifi ak ile karanın ayrılması olarak gördüm.

2- Namaz vakitlerinin uzun sürelerde olması gerektiğini düşünüyorum. Yani Sabah ve akşam namazlarının çok kısa 15- 20 dk. Aralıklara sığdırılması bir zorluktur. Bu zorluk katlanılabilir bir zorluk diye düşünülebilir ancak uygulamada bu kadar kısa aralıkların kaçırılması muhtemeldir. Bu konuda düşüncelerinizi duymak isterim.

3- Öğle namazı için duluk’u öğlen güneşin sarkması kabul edip vardır diyenlere destek olacak salat-il vusta ayetinden başka Nur 58’i esas destek olarak düşünüyorum.

Nur, 58. Ey iman etmiş kimseler! Yeminlerinizin sahip olduğu kimseler, sizden erginlik yaşına gelmemiş olanlarınız üç durumda; sabah salâtından önce, öğle vaktinde elbisenizi çıkardığınızda, gece salâtından sonra izin istesinler. Bunlar sizin için üç avrettir [açık ve korumasız üç zamandır].” Bunlar dışında ne size ne de onlara bir günah yoktur. Aranızda dolaşırlar, bazınız bazınız üzerindedir. Allah, âyetleri size işte böyle açığa koyuyor. Allah alîm'dir, hakîm'dir.

Allah bize geceyi dinlenme-istirahat ve gündüzüde iş-güç için için yarattığını lütfu ile rızk arayacağımız zaman olarak söylüyor. İbadetlerimizi yaparken gündüzün bu meşgaleli vaktinde bizden vakit ayırmamızı istememiştir. Namaz vakitleri gündüze başlarken ve gündüz bittiğindedir. Ve tüm bu mantığa uyan ayrı bir vakitte öğlen dinlenme vaktinde namaz istenmiştir. Bu bana çok mantıklı, uygulamaya müsait ve artı olarak hoş geliyor. Öğle vakti namazına delil olarak duluk’u sarkma, bu ayetteki dinlenme vaktini namaz vakti, ve salat-il vusta’yı öğle-orta namazı olarak aldığımızda Öğle namazı mümkün ve doğru gözüküyor. Denilebilir ki Nur 58’de neden öğle namazı vaktinde denmemişte elbiselerinizi çıkardığınızda denmiş. Öğle namazı denseydi tüm öğleden sonrası akşama kadar kast edilmiş olurdu. Ancak istenen bu değil. Öğlende dinlenmek için olan vakit 12:30 olur, 14: 30 olur, değişebilir.. Ne zaman dinlenmeye geçersek o vakit namazımızı kılabiliriz.

4- Gündüzün – günün tarafları – uçları.

Ben gündüzün tarafları olarak anlıyorum. Yani aydınlığın başlamasından öğlen güneşin sarkmasına kadar bir taraf, akşam kararmasına kadar ikinci taraf. İki geniş zaman aralığı, başı belli sonu belli.

Burada gündüzün uçları fikrinde anlayamadığım şeyler var. Gündüzün uçları, yerine gecenin uçları dense aynı şey ifade edilmiş olur muydu? Çok küçük detay ama ilgimi çekiyor.. Ayrıca uç kelimesi. Bana sınırsız geliyor. Kalemin ucunu beyaz açılmış ve kömür kısmı olarak alabiliriz, onunda ucu sadece siyah kömür olan yer diyebiliriz, o ucunda ucunu en uç noktası diyebiliriz, noktanında ucu vardır… Uzayıp gidiyor. Sabah namazı yada akşam namazı-gece namazı – yatsı namazı hangi uçta, hangi zaman diliminde, hangi vakitte, hangi aralıktadır?

5- Hakkı YILMAZ’ın eserini okurken bir şeye takıldım. Nisa 103 ayeti ile ilgili.

Bu ayet, Nisa Suresinin tahlilinde şöyle geçiyor:

103. Sonra salâtı tamamlayınca, artık Allah'ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sükûnet bulduğunuzda/güvene erdiğinizde, salâtı ikâme edin. Hiç şüphesiz salât, mü’minler üzerine vakti belirlenmiş bir yazgıdır.
Bu âyet grubunda, İslâm dininin temel unsurlarından biri olan salâtın önemine dikkat çekilmiş; sefer ve cephede bile terkedilmemesi gereken bir yükümlülük olduğu ifade edilmiştir. Bu âyetlerden anlaşıldığına göre salât, savaş şartlarında bile ihmal edilemez, ancak kısa tutulur. Bu âyetteki salât, “namaz” değil, “salâtın eğitim ve öğretime yönelik olan zihinsel boyutu”dur. İslâm'ın temel öğelerinden olan salât'ın esnekleştirilmesinden, tüm ilkelerin şartlara göre esnekleştirilebileceği sonucu çıkar.


İsra 78’in tahlilinde Nisa 103’e atıf yapılırken ise farklı?

78 – Güneşin dülûkundan gecenin kararmasına kadar namaz kıl ve sabah Kur’an’ını da. Çünkü sabah Kur’an’ı görülecek şeydir.
79 - Ve geceden de. Ayrıca, sana özgü bir fazlalık olarak sen, onu [gece namazını] teheccüd et [uyanıp gece namazını kıl]! Rabbinin, seni güzel bir makama ulaştıracağı umulur.

NAMAZ KAÇ VAKİTTİR?

Sonra [korku hâlindeki] [B]namazı tamamlayınca, artık Allah’ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sükûnet bulduğunuzda/ güvene erdiğinizde, namazı ikame edin. Hiç şüphesiz ki, namaz, müminler üzerine vakti belirlenmiş bir yazgıdır. (Nisa/103)


Ya ben büyük yanılgıya düştüm yada bi terslik var.. Hiç yorum yapmadan sunuyorum.


6- Leyl = gece, işa=akşam diye biliyorum. Ancak bazı çevirilerde salat-il işa’nın gece namazı olarak çevrildiğini gördüm. Hakkı YILMAZ’ın işa ve leyl ile ilgili özel bir yazısı var mı? Okumak isterim.


Şimdilik bu kadar. Dostlar lütfen görüş bildirin, gerçekten çok merak ediyorum. Görüşleriniz çok değerli. Yazıda ve görüşlerde hatalar var ise affola.. Saygı ve selamlarımla..

Rabbimiz ilmimizi artırsın, en doğrusunu “O” bilir.

dost1
19. February 2011, 03:04 AM
Selamun Aleykum! değerli Murat Kardeşim!

Buraya (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=1362) bakabilirsiniz.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

hiiic
19. February 2011, 06:04 AM
Doğru mu anladım?

Güneş doğarken; işe güce başlarken
Güneş tam tepede iken; İşin gücün, ticaret ve diğer ilişkilerin en kızıştığı zaman
Güneş batarken; iş güç bitip, eve çocuklarla güreşmeye giderken

Birde gecenin bir bölümü; Dinlenmek için ayakları uzatmışken

dicem ama bu sefer buralarda ancak zikir ve dua yapılır. Kuran okunur. tespih edilir.

Bu saatlerde mali imar yapılması mantıksız,, salatın zihni yönünden bahsediyor sanırım.
__________________________________________________ ___

pramid
9. April 2011, 08:43 PM
salatı iyi anlamak için yüklemlere bakın...
gaza........... (ölüm gaza edilir (hükme bağlanır), aralarında gaza edilir... )
ikame................ (terazi ikame edilir, şehadet ikame edilir, din ikame edilir, emir ikame edilir.)
aslında bu iki fiilin salat dışı kuran kullanımları açıklıyor.......




bu kısa yazı sadece ilgilenenlere fayda verir...İlgisi olmayanlar okur GEÇER

hiiic
10. April 2011, 09:13 PM
Ben Allaha bir yönelişte bulundum.
bundan böyle aslını, özünü tam ve eksiksiz olarak anlamadığım hiç birşeyin peşine düşmeyeceğim, hiç bir meselenin sonucuna karar vermiyeceğim "O" na teslim edeceğim.

Bilmediğim birşeyden dolayı suçlanmıyacak yada kınanmayacağım. Sorumluluğu kendi üzerime almıyorum, sahibine veriyorum. Kendisi dediği gibi; "iyice açıklanmalı değilmiydi?"

Derin Düşünce
11. April 2011, 11:04 AM
Sevgili hiiic, yonelisin dogrudur. Ve cok dikkat ediniz. Örnegin Namazın varlıgına yada yokluguna dair soylemler son yuzyılımızın ceyregine ait yogun soylemlerdir. Elbette Salat kavramı tahrif edilmistir. Velakin bu konuda,-kafalarımız karısık oyuzden toptan namazı kaldıralım- demek ne kadar dogrudur. Ölcümüz Kurandır, elbette onu olcu alıyoruz. Ve Salat kavramı tahrif edilmis diyerek Rab karsısında Tazarru ile egilmekten bizi hic bir sey alıkoymasın. Bu ruhumuza sifadır. Atalarımızın yaptıgı gibi namaz kılmakta bir beis görmüyorum. Kendi istedigim gibide kılıyorum. Örnegin; Vay! cumanın anlamı degistirilmis diyerek cumadanda kendimi soyutlamıyorum. Cunku toplumun dısına cıkmak olur bu. Dısına cıktıgınız topluma neyi teblig edeceksiniz. Degerlerimizin tahrif edilmis oldugu konusunda hemfikiriz. Bize ve alimlerimize dusen bunları tespit etmektir. Alimlerimizde yanılabilirler. Onların yanılgılarını koru korune kabullenmekte kınayageldiklerimize benzemek olur.

Bizler süpheden kacmalıyız. Ama bu kacıs varolanları, kafamız karısık diyerek terketmek olmamalıdır. Bence süpheden kacacak isek; kalbimiz, dusunen aktif beynimiz ve hür vicdanımızla mesela "namaz yoktur diyemiyorsak" varolana devam etmek olmalıdır, varolanı terketmek degil. "Aslını, özünü tam ve eksiksiz olarak anlamadığımız hiç birşeyin peşine düşmeyeceğiz" dogrudur. Peki ya işin aslı ozu bize geldigi gibi ise. Ya buna yakın ise. Ya sadece dimaglarımızın karısıklıgı bizi etkiliyorsa?

Bu aldatmacadır. Bizler kafamızın her karıstırıldıgı mevzuda bir seyleri terkedersek ortada hic bir ekinimiz kalmaz. İngiliz haclı zihniyetinin 1920 lerde, islamı islamla yoketme politikasının urunudur suan yasageldiklerimiz. Aynı zihniyet daha onceleride , taaa Emevilerden bu yana tekerrur etti zaman zaman. Kuran, vicdan ve akıl suzgecinden gecip, nefsani olmadıgına emin oldugunuz herseyi terkedelim yada yapalım. Evet boyle ise yontemlerimiz sıkıntı yok. Acabaya mahal bırakmamalıyız. Toptan silip, dini kurana gore yeniden insa etmek, birikimleri olan bizler icin daha cetin ve tehlikeli. Ancak elimizde tuttuklarımızı zaman icinde eleyerek, uzerinde arastırıp kafa yorarak ve sonunda tam bir kararla, supheye mehil bırakmayacak sekilde var yada yok diyebiliyorsak... ihtilafta kalınan meselelerde, akıllar duru, kalpler mutmain ve vicdanlarımız kararlarımızı tasdik ediyorsa... iste ozaman Allah karsı soyleyebilecegimiz bir sozumuz olur. İnsan kendisine ulasandan mesuldur. Gücüm buna yetti, cabalarım sonucunda ulasabildigim budur Yarabbi diyebiliyormuyuz? Kalbim buna mutmain oldu yarabbi, bende yaptım yada terkettim demenin ferahlıgı, huzuru icinde olmalıyız. Bu geminin yuzdugu denizdeki dalgalar hic bir zaman durulmayacak. Gucumuzun yettiginden, erisebildigimizden, dogrultabildigimizden sorumluyuz.

Muhabbettle

hiiic
11. April 2011, 08:44 PM
Bizler süpheden kacmalıyız. Ama bu kacıs varolanları, kafamız karısık diyerek terketmek olmamalıdır. Bence süpheden kacacak isek; kalbimiz, dusunen aktif beynimiz ve hür vicdanımızla mesela "namaz yoktur diyemiyorsak" varolana devam etmek olmalıdır, varolanı terketmek degil. "Aslını, özünü tam ve eksiksiz olarak anlamadığımız hiç birşeyin peşine düşmeyeceğiz" dogrudur. Peki ya işin aslı ozu bize geldigi gibi ise. Ya buna yakın ise. Ya sadece dimaglarımızın karısıklıgı bizi etkiliyorsa?

Bunun cevabını rabbime dünyadayken verdim.

Onun genişçe açıkladığı ve yeterli gördüğü ayetlerinde rastlamadığım bir şeyi ki özellikle bu şey manasız ve batıl içerikler içeriyorsa bunu dine sokmam mümkün değildir.

Açıklamadığı konuları serbest bıraktığı ve daha fazla da sormamamızı emrettiği (bu emirdir FARZDIR) için bana açıklamadığı konularda mütaşabih açıklamalar bekleyemem. Üstelik 2-3 kelimeden çıkarılan uçuk talimatlardan kaçarım. Dediği gibi; bilmediğin şeyin peşine düşme.

Daha fazla sorupta başıma iş çıkarmak istemem. Olsa bile sorumlu değilim. Eğer yanlış biliyorsam ki her zaman böyle bir ihtimal var, herşeyi en iyisiyle bilen yaratıcıdan yardım beklerim. Bizi yakın zamanda başımıza gelecek büyük felaket içinde en kolaya, en kolayından gidenlerin yoluna, nimet verdiklerinin yoluna ulaştırsın, sapıklarınkine değil. Gelecek akıbet için şimdiden heycanlı ve endişeliyim, Allah yardımcımız olsun. Ölüm bile kolay değil, ama yazıldı tadacağız bir kere.

FEDAKARADAM
12. April 2011, 06:09 PM
Sayın Snobyx. Yazdığım yazının başlığına sanırım bayağı kızmışsınız. Unutmayın ki nasıl Sayın Yılmazın yazılarında yazdığı, hatta çok büyük iddialarla salât sözcüğü gördüğü her yere, parantez içinde kendi anladığını yazmış ise, bende kendi anladığım anlamı, bir iddia vesilesi yapmamın ne sakıncası var. Karşımdaki bir fikri, büyük bir iddia ile söyleme özgürlüğüne sahipse, bende aynı konunun tam tersine, iddiada bulunmamı niçin bana çok görüyor ve bu sözleri söylüyorsunuz? Buna sinirlenmenizi doğrusu anlayamadım. Bu yazının altında dikkat edin, benim ismim var. Ben kur’an dan anladıklarımı yazdım ve Sayın Yılmazın düşünceleri, yine benim kur’an dan anladığıma göre, bana göre doğru değil dedim. Ama size göre doğruysa, bunca sözü bana söylemenizi doğrusu yadırgadım. Yanılıyorsam bundan siz sorumlu değilsiniz, fakat bu sinirlenmeniz niye? Sizin inandığınızın tam tersini, büyük bir iddia ile savunamaz mıyım? Bu düşünce ve davranışlarla ne yazık ki tarikat ve cemaat eksenli sitelerde çok karşılaşıyorum. Burada bu şekilde karşılaşacağımı doğrusu tahmin etmedim. Elbette herkez farklı düşüncededir, ama önemli olan saygı çerçevesinde, tüm bunları konuşmamız gerekir tabiî ki.


Ben yazımda Sayın Hakkı Yılmazı dine fitne fesat karıştıran bir kişi olarak işaret bile etmedim. Ama sizin bu sözlerinizi okuyan esas yanlış düşünebilir. Benim bu konuda rahatsız olduğumu söylemişsiniz, kim söyledi benim rahatsız olduğumu? Bakın bir yazıyı sinirle okursanız, cevabınızda böyle sinirli sözlerle dolu olur. Ben kimseden rahatsız olmam, çünkü ben kendimden sorumluyum.

Yine bana çok kızdığınız belli oluyor ve bakın bana şunları söylemişsiniz.

( Bütün yazılarınızın Kuran'ı anlamaya yönelik iyi niyetli çalışmalar olmakla beraber ilmi temellerden yoksun olduklarını üzülerek size bildirmek isterim.)

Söyledikleriniz çok doğru, ben hiçbir zaman ilmi bir yazı yazdığımı bir kez dahi söylemedim. Bunu söylemek aptallık olur zaten. Yazdığım tüm yazılarda benim işlediğim tek bir tema vardır. Allahın kitabını gelin anladığımız dilden okuyalım. Üzerinde düşünelim, bakın o zaman bizlere öğretilen yüzlerce yalan, uydurma inançların nasıl farkına varacağız o zaman diyor ve toplumu kur’a na davet ediyorum. Bu zaten rabbin bizlere emridir. Hatta birçok yazımın son kısımlarında da, yazımı okuyanlara hatırlatıyor bu yazdığım ayetlerden anladıklarım beni bağlar, çünkü benim ayetten anladıklarımdır diyorum. Daha da ileri gidip bende bir beşerim hata yaparım, bu yazdıklarımın doğru olup olmadığını, lütfen sizlerde kur’an a müracaat ederek, kontrol ediniz diyorum. Bu sözleri söyleyen, söylediklerinin kontrol edilmesi gerektiği uyarısını yapan bir insan, zaten ilmi bir yazı yazmadığını baştan söylemiş olmuyor mu? Bizler birer öğrenciyiz, kur’an öğrencisi. Bizler elimizdeki rehberden ilim almaya çalışıyoruz, onu anlamak onun nuruyla nurlanmak için çabalayıp duruyoruz. Belki birileri çıkıp, ben ilmi yazı yazdım diyebilir, doğruda olabilir, ama bizlere düşen din adına yazılan tüm ilmi yazıları, kur’an süzgecinden geçirmek olmalıdır. İlmin merkezi KUR’ANDIR. Tüm âdem kulları da kur’an ilminin öğrencileridir. Beşerin yazdığı ilmin peşinden gitmek yerine, Rabbin ilmi kur’anın peşinden gidip, onu anlamaya çalışalım ki, bizlere bakın bu din adına ilmi bir yazıdır dediklerinde, kontrol edebilme imkânımız olsun.


Değerli arkadaşım, ben ne ilim adamıyım nede böyle bir iddiada bulundum. Bende sizi gibi bir insanım, her zaman hata yapabilirim yanılabilirim, ama benim gibi düşünmeyenlere de asla kızmam, daha doğrusu böyle bir yetkiyi kendimde bulamam.

Söylediğiniz gibi din bireysel yaşanan bir olgudur, kimin ne söylediği neler yaptığı değil, esas birey olarak bizlerin ne doğrultuda gittiğimiz önemlidir. Bakın ben tıpkı sayın Yılmazın kendi düşündüğü, inancı ve kur’an dan anladığı şekliyle yazdığı tüm yazılara saygılıyım elbette, ama acaba benim bu düşünceye karşı oluşuma acaba neden saygı duymadınız? İşte NOT hanesinde yazdığınız olgu ve düşünce böyle oluşuyor. Yazdığım yazılar bazı yerlerde, işine gelmediğinde hemen siliniyor ve siteden atılıyorsunuz. Bu bana çok yapılıyor. Peki, sizin onların yaptığından çok mu farklı davranışınız? Bana sinirle cevap vereceğiniz yerde, fikri savunmaya geçip ayet bazında düşüncenizi kanıtlasaydınız, daha doğru olmaz mıydı? Bir Hanife yakışan tavır bu değimli? Sizinde fark ettiğiniz gibi İslam ı bireysel yaşamadığınız, bireysel algılamaya çalışmadığınız takdir de, yanılma payınız çok daha fazla olacaktır diye düşünüyorum.

SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK

Selamün aleyküm muhterem kardeşim....Allah sizden razı olsun sayın Haluk Bey tam anlamıyla bizi irşad ettiniz.demek oluyor ki salat kelimesi gnel anlamda namaz oluyor.Ayetin maksad ve beyanı bu olsa gerek.Salat aynı zaman da dua, tanzim, yüceltmek gibi anlamları oluyor.Birde ben başka bir surenin ayetlerinden alıntıyla namazın kesin olduğu belli oluyor.

MÜDDESİR SURESİ
41 - Suçluların durumunu.

42 - "Nedir sizi Sekar'a sokan?" diye.

43 - Suçlular der ki: "Biz namaz kılanlardan değildik."

44 - "Yoksula da yedirmezdik."

45 - "Boş şeylere dalanlarla dalar giderdik."

46 - "Ceza gününü yalanlardık."

47 - "Nihayet bize ölüm gelip çattı."

48 - Artık onlara şefaatçilerin şefaatı fayda vermez.

49 - Şimdi o Kur'ân'dan yüz çevirirlerken ne mazeretleri var?

43.ÜNCÜ AYETTE KAALU LEM NEKÜ MİNEL MUSALLÎN.MEALİ; (MÜCRİMLER)DER Kİ BİZ NAMAZ KILANLARDAN DEĞİL İDİK.

Bu ayette apaçık olarak namaz kılmayanlar için kesin bir anlam vardır.Namazın var olduğunu inkar eden dinden çıkar vesselam...

pramid
12. April 2011, 07:45 PM
salat vahyin hayata geçirilmesi...onun için mücrim denir...mücrim cürüm işleyen yani bile bile hata eden demek...

bilerek vahyi uygulamayan.. doğru cehenneme

aşık74
14. April 2011, 12:38 PM
Sâlât'ın kelime Manaları

dua, dua etmek; yalvarma, yakarış; konuşma, söylev, nutuk; övgü, methiye; nimet;meydana getirmek, sebep olmak; yakından takip etmek, izlemek, uymak, bağlı kalmak;irtibata geçmek veya irtibata geçilmek; hayvanın kuyruğunun çıktığı yer, but.

aşık74
14. April 2011, 12:39 PM
NAMAZ KELİMESİ NEREDEN GELİYOR?

Namaz, Urduca ve Farsça'da "dua" anlamına gelir. Kuran inmeden önce "namaz" Pers'teki Zerdüştler (ateşe tapanlar) tarafından da uygulanıyor ve uygulanan bu "namaz" günümüz Müslümanlarının uyguladığı "namaz" ile çok büyük benzerlikler gösteriyordu.

Aşağıdaki alıntı bir zerdüşt sitesinden namazın nasıl kılınacağını anlatıyor. Dikkat ederseniz bu ritüele başlamadan önce aynı şu an Arap dinini izleyenlerin uyguladığı gibi bir çeşit abdest alındığını görürsünüz.

"Zerdüşt namazına başlamadan önce kişi; ellerini, ayaklarını ve yüzünü yıkar, başa takke veya başörtüsü giyip, güneşe doğru dönerek Ashem, Yatha, Kemna Mazda için dua eder.

Bu namaz da ne tesadüftür ki günde tam 5 vakittir! Güneşin doğuşundan öğlen 12:40 'a kadar olan namaza Havan Geh, öğlen 12:40 ile 15:40 arasındakine Rapithavan Geh, 15:40 ile günbatımına kadarki namaza Ujiren Geh, günbatımından 24:40'a kadar süresi olan namaza Aiwisuthrem Geh denirken 24:40'dan güneşin doğuşuna kadar kılınması gereken namaza ise Ushahin Geh denir61. "

Önemli bir nokta daha; İmam Buhari ve diğer hadis toplayanların hepsi o zamanlar zerdüştlüğün yaygın olduğu Pers asıllıdır.!!!!!

aşık74
14. April 2011, 12:41 PM
İlk müslümanlar henüz medine ayetleri (92.Nisa:43)(112.Maide.6) nazil olmamışken bugünki anlamda şekilde salatı/ Namazı abdestsizmi kıldılar . yada abdestsiz NAMAZMI kıldılar? yada NAMAZI nasıl kıldılar?

bu uzun süredir kafama takılan bir durumdur. kaldıki bu iki ayeti abdest ayeti adlediyorlar ve bu olmadan namaz olmaz deniliyor fıkıh ilmihal kitaplarında.

aşık74
14. April 2011, 12:42 PM
Salat kavramı = Namaz'mıdır. varsa başka anlamları nelerdir?(Ahzab:56)da geçen salatı neden diger ayetlerde farklı yorumladılar? Yardım etmek Destek vermek.Olması gerekmezmi?

Elmalılı Hamdi Yazır. ahzap 56
Gerçekten Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! siz de ona teslimiyetle salât ve selâm edin.

aşık74
14. April 2011, 12:45 PM
mealen NAMAZ kılanlar üçüncü kişiye söylemesi gereken sure ve ayetleri ALLAH'A mı okuyor?

1. De ki: O, Allah birdir.
2. Allah sameddir.
3. O, doğurmamış ve doğmamıştır.
4. Onun hiçbir dengi yoktur.

Namazda Allah'ın huzurunda olduğunu düşünen insan kabeye yönelerek bunları Allah'a demiş oluyor! mealen NAMAZ kılanlar üçüncü kişiye söylemesi gereken sure ve ayetleri ALLAH'A mı okuyorlar ?

Deki ile başlarken Nebi Müşriklere bunları diyor söylüyordu dogrusu bu değilmidir? sesli yada sesiz Allah'dan gelen inen ayetleri Allaha geri döndürmek ona söylemek ALAY DEGİLMİDİR? nedir?

SANA VAHYEDİLENİ OKU VE SALATI İCRA ET.CÜMLE PEYGAMBERİMİZDEN ONA İNDİRİLENİ OKUMASINI VE SALAT YAPMASINI İSTEMEKTEDİR.SALATINDA İNDİRİLENLERİ OKUMASINI İSTEMEMEKTEDİR.AKSİNİ İDDİA EDİYORSANIZ BUYRUNUZ?????

aşık74
14. April 2011, 12:47 PM
Eğer namaz ibrahimin bir uygulaması ise ondan önceki nuhtan ibrahime kadarki önemli olan bir ibadeti onlardan neden esirgedi?????

aşık74
14. April 2011, 12:47 PM
Hac kavramını neden isadada göremiyoruz???allah her millete ayrı bir ibadet tarzımı belirlemiş yoksa????

aşık74
14. April 2011, 12:48 PM
(3:96-97).ayetlerde ....oraya giren emniyette olur.'diyor kendine bile faydası olmayan(!)mekkedeki yapının insanlar için güvenli bir yer olduğu düşünülemez.bu güvence ancak beyt kelimesini mecazi olarak düşünürsek daha iyi anlayabiliriz.allahın sistemine girenler güvene kavuşacaklardır.!!!yoksa orası yapı olarkmı güvenli?????

aşık74
14. April 2011, 12:49 PM
Ibrahimin makamı 'allaha şirk koşmamak ibrahim ve bizim temiz tutmamız gereken sistemmidir???yoksa başka bişeymi???

aşık74
14. April 2011, 12:50 PM
Kuran nerede allahı ululamak için fiziksel bir obje yapmanın doğru olduğunu yazar????????

aşık74
14. April 2011, 12:51 PM
(20:14)musa vahyi ilk aldığında musaya bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl diyor.allahtan ilk vahyi alanın görevi onu hatırlaması için namaz kılmasımıdır????

aşık74
14. April 2011, 12:53 PM
(2:143/150.)ayetler arasında geçen kıblelerden ve mescidi haramdan ne anlıyorsunuz????üzerinde bulunduğun kıble diyor!!!ama yöneldiğin kıble demiyor????kıble allahın hidayet ettiklerinden başkasına ağır gelir diyor.bir kıbleden başka bir kıbleye dönmek nasıl ağır gelir????münafıkları gerçek müminlerden ayırmak için kıble değişikliğinemi ihtiyaç duydu allah???ehli hitaba her türlü kanıtı versende onlar senin kıblene tabi olmayacaklar diyor.dönmezler demesi gerekmezmiydi???eğer dediğiniz gibiyse????

sende onların kıblesine uymayacaksın ve onlarda birbirlerinin kıblesine uymazlar dediği onların kıblesi nedir?????????nasara ve yahudanın kıbleleri nereleridir??????sen onların kıblesine uymazsın dediğine göre yahudilerin kıblesi olan kudüsteki beytil makdise doğru namaz kıldığını aylarca doğru kabul edersek bu çelişki olmazmı?????mademki uymayacaktı daha önce neden müsaade etti????144.ayette kitap verilenler onun kabenin rablerinden bir hak olduğunu biliyorlar dediğine göre bunu ehli kitabın bu şekilde bilgisini kuranın neresinden hangi ayetleri buna işaret ediyor????demekki kıbleleri daha önce kabeymişş!!!

niçin ve ne zaman kudüse döndüler???nereden çıkarsan çık...ve nerede olursanız olun yeryüzünü mescidi harama doğru çevirin.burdan anladığımıza göre ve namazdada çevirin demediğine göre her zaman ve heryerde yüzünüzü mescidi harama çevirmeniz gerekir.bu mümkünmüdür???değilse izahını yaparmısınız??????ayrıca mescidi haram rabbinden hakkın kendisidir diyor.mescidi haramın hak olması ne demektir?????

aşık74
14. April 2011, 11:36 PM
Bilgisi olan kardeşlerim, rabbim rızası için, bu sorduğum soruların cevap larını yazsınlar bana.

selamlar...

Miralay
15. April 2011, 08:51 AM
Selam aşık74 kardeşim.

Aradığın cevaplar, zaten sorularının içinde gizli. Aynı cevapları ben de soruların içinde buldum.

Selamlar

FEDAKARADAM
15. April 2011, 07:29 PM
(2:143/150.)ayetler arasında geçen kıblelerden ve mescidi haramdan ne anlıyorsunuz????üzerinde bulunduğun kıble diyor!!!ama yöneldiğin kıble demiyor????kıble allahın hidayet ettiklerinden başkasına ağır gelir diyor.bir kıbleden başka bir kıbleye dönmek nasıl ağır gelir????münafıkları gerçek müminlerden ayırmak için kıble değişikliğinemi ihtiyaç duydu allah???ehli hitaba her türlü kanıtı versende onlar senin kıblene tabi olmayacaklar diyor.dönmezler demesi gerekmezmiydi???eğer dediğiniz gibiyse????

sende onların kıblesine uymayacaksın ve onlarda birbirlerinin kıblesine uymazlar dediği onların kıblesi nedir?????????nasara ve yahudanın kıbleleri nereleridir??????sen onların kıblesine uymazsın dediğine göre yahudilerin kıblesi olan kudüsteki beytil makdise doğru namaz kıldığını aylarca doğru kabul edersek bu çelişki olmazmı?????mademki uymayacaktı daha önce neden müsaade etti????144.ayette kitap verilenler onun kabenin rablerinden bir hak olduğunu biliyorlar dediğine göre bunu ehli kitabın bu şekilde bilgisini kuranın neresinden hangi ayetleri buna işaret ediyor????demekki kıbleleri daha önce kabeymişş!!!

niçin ve ne zaman kudüse döndüler???nereden çıkarsan çık...ve nerede olursanız olun yeryüzünü mescidi harama doğru çevirin.burdan anladığımıza göre ve namazdada çevirin demediğine göre her zaman ve heryerde yüzünüzü mescidi harama çevirmeniz gerekir.bu mümkünmüdür???değilse izahını yaparmısınız??????ayrıca mescidi haram rabbinden hakkın kendisidir diyor.mescidi haramın hak olması ne demektir?????

MERHUM, ÖMER NASUHİ BİLMEN HOCAEFENDİ'NİN KUR'AN-İ KERİM MEAL VE TEFSİRİ'NDEN SİZE BU KONUDA BİLGİ AKTARMAK İSTİYORUM...

BAKARA SURESİ

143. Ve işte böylece sizleri de bir orta ümmeti kıldık ki İnsanlar üzerine şahitler olasınız. Ve bu peygamber de sizlerin üzerinize tam bir şahit olsun. Ve senin evvelce tarafına yönelmiş bulunduğun Kabe'yi yine kıble yapmadık, ancak Rasule kimlerin tâbi olacaklarını gerisi gerisine döneceklerden ayırmak için yaptık. Gerçi bu büyük bir hâdisedir. Ancak Allah'ın hidayet ettiği zatlar hakkında değil. Ve Allah sizin îmanınızı elbette zayi edecek değildir. Şüphe yok ki Allah T e âlâ insanlara karşı elbette çok şefkatli, pek merhametlidir.

Bu âyeti kerime, ümmeti Muhammed'in pek seçkin bir ümmet olduğunu, dinî hükümlere hakkıyla itatkâr bulunduğunu beyan etmektedir. Kıblenin değişmesi meselesini tutanak edinerek Islâmiyete itiraz etmek isteyenleri de reddeylemektedir. Bu cümleden olarak Yahudiler demişlerdi ki: Ey Müslümanlar! Eğer Kudüse doğru namaz kılmanız bir hidayet gereği ise şimdi Kâbeye doğru namaz kılınca o hidayetten mahrum kalmış olmazmısınız?.. Kudüse doğru fıâmaz, bir dalâlet eseri ise evvelki namazlarınız ne olacak? Ve o tarafa namaz kılanlardan vefat edenler de delâlet üzere vefat etmiş olmayacaklar mı? İşte bunların bu iddialarını red için buyruluyor ki: (Ve işte böylece) İbrahim Aleyhisselâm ile onun Allah'ı birleyen zürriyetini biz seçkin kıldığımız gibi (sizleri de bir orta ümmet kıldık). Sizi de ey ümmeti Muhammed Adil, mutedil, ifrat ve tefritten uzak, seçkin bir ümmet olarak varlık alanına geçirdik, (ki İnsanlar üzerine şahitler olasınız.) Onlara peygamberlerinin Allah'ın hükümlerini tebliğ etmiş olduklarına dair kıyamet gününde şahitlikte bulunasınız. Çünkü müslümanlar bu hakikati peygamberimizin beyanları ve Kur'ân'ı Kerim'in tebliğler! vasıtasiyle kesin olarak bilmektedirler. (Rasüllullah ta sizin üzerinize tam bir şahit olsun.) Son peygamber sizi tezkiye etsin, adaletinize şahitlikte bulunsun. (Ve senin evvelce tarafına yönelmiş bulunduğun Kabe'yi yine Kıble yapmadık, ancak o Rasüle kimin tâbi olup kimin gerisin geriye döneceğini bilmemiz için yaptık.) Yani hakikî müslümanlar ile münafıkları, dinden dönenleri birbirinden ayıklamak için yaptık. Kabe'nin böyle yeniden kıble ciheti olması bu hususta itaatli olanlar ile asî olanların halleri herkesçe bilinsin içindir. Yoksa her şey, bütün evrendeki olanlar meydana gelmeden evvel de Cenab'ı Hakka malumdur. Ancak meydana gelmelidir ki, mükâfat ve cezaya vesile olsun. (Gerçi bu) Kıblenin yine Kabe cihetine çevrilmesi (bir büyük hâdisedir.) Cenâb-ı Hakkın emir ve yasağındaki fayda ve hikmeti güzelce düşünmeyenler için ağır gelecektir. (Ancak Allah'ın hidayete erdirdiği zatlar hakkında değil.) Onlar böyle bir değişimi büyütmezler, elbette bir hikmete müsteniddir diye onu hemen kabul ve takdir ederler. (Ve Allah sizin imanınızı elbette zayi'edecek değildir.) Hak Teâlâ sizin imanınızdaki sebatınızı, Kabe'ye dönme sebebi ile imanınıza bir sarsıntı arız olmadığını bilir, size mükâfatlar verir. Vaktiyle Beyti Makdise doğru kıldığınız namazları da zayi, sevaptan mahrum ki I m ayacaktır. (Şüphe yok ki Allah Teâlâ İnsanlara karşı şefkatlidir.) kullarına şefkati, lütfü pek çoktur ve (merhametlidir) rahmet ve merhameti pek ziyadedir, onları esirger ve korur. Artık onların ilâhî emre uyarak yapmış oldukları amelleri zayi, mükâf attan mahrum olur mu?.. Elbette olmaz.

150. Ve her nereden sefere çıkarsan hemen yüzünü Mescidi Haram tarafına çevir ve her nerede bulunursanız yüzlerinizi, onun tarafına çeviriniz. Ta ki İnsanlar için sizin Üzerinize bir delil bulunmasın. Ancak onlardan zalim olanlar müstesna. Artık onlardan korkmayınız. Ve benden korkunuz. Hem üzerinizdeki nimetimi itmam edeyim, hem de hidayete nail olmanızı ümit edebilesiniz.

Bu ayeti kerime kıbleye yönelme meselesini pekiştirmekte ve yerleştirmektedir. Çünkü bu husustaki nesh, kıblenin değişmesi hakkındaki emir, bir ilâhî İmtihandır, yanlış anlaşılması, yanlış telâkki edilmesi muhtemeldir. Binaenaleyh bu emir kendisinde bir şüpheye, bir tereddüde mahal kalmaması için hikmete binaen üç kere tekid buyrulmuştur. Bununla beraber, bu üç emrin ikisi bizzat Hz. Peygambere üçüncüsü de bütün ümmeti Muhammede müteveccih bulunmuştur. Şöyle buyruluyor ki: (Ve her nereden) sefere (çıkarsan) namazda (yüzünü hemen Mescidi Haram tarafına çevir.) O yöne doğru namaz kıl. (Ve) ey rahmete ermiş!.. Sizler de (her nerede bulunursanız) gerek yurdunuzda ve gerek sefer halinde (yüzlerinizi) namaz kılarken (onun) o mescidi haramın (tarafına döndürünüz.) Bu bir hikmet gereğidir. (Takî İnsanlar için aleyhinize bir delil bulunmasın) Şöyle ki: Tevrat'ta ahir zaman peygamberinin kudüs tarafını bırakıp kâbe tarafına namaz kılacağı yazılıdır. Eğer şimdi müslümanlar kâbe tarafına namaz kılmayacak olsalar, bir kısım inkarcılar bunu delil getirmeye kalkışırlar, eğer bu zat, ahir zaman peygamberi olsa idi Tevrat'ın bildirdiği şekilde kâbe tarafına dönüp namaz kılarlardı, derdiler. Artık bu gibi bir delil getirmeye meydan kalmaması için hemen Kâbe tarafına yönelerek namaza devam ediniz. (Ancak o zalimlerden) o hakkı inkâr eden topluluktan (olanlar müstesna.) Onlar da kendi kuruntularına göre aleyhinize delil getirmek isterler. Meselâ derler ki: Muhammed -aleyhisselâm- in kâbe tarafına yönelmesi, kavminin dinîne meyhnden ve beldesine muhabbetinden dolayıdır. Bu gibi sözlerin ise ne ehemmiyeti vardır. Bunlar aleyhte bir delil olacak şeyler değildir. (Artık) Ey müslümanlar! (onlardan) o zalimler, cahiller topluluğundan (korkmayınız) onların öyle yerme ve ayıplamalarına bakmayınız. Onlar size bir zarar veremezler, benim emirlerime sarılınız. (Ve benden korkunuz) ki (hem üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım, hem de hidâyete nail olmanızı) hidayet üzere devamlı olmanızı (ümit edebilesiniz.) § Bu ayeti kerimedeki nimetin tamamından maksat, İslâmiyet üzere ölmektir. Veya cennete girmek ile Allah Teâlâyı görme şerefine ermektir.

Bu ayeti kerimede şuna da işaret vardır ki hiç bir kimse iyi bir âkibete nail olacağını kesin olarak bilemez, nice kimseler senelerce hidayet yolunda iken bilahara bundan çıkmış dalâlete düşmüşlerdir. Binaenaleyh hidayet üzere devamlı olmayı Cenâb-ı Haktan niyaz etmeli, bu muvaffakiyet! ancak onun şefkat ve merhametinden beklemelidir.

aşık74
15. April 2011, 11:35 PM
Fedakar kardeş , size bir sorum var .

Gazete ve haber lerde bu laf kullanılır ara sıra.

'Türkiye'nin ekseni kaydı .' bu laf dan ne anlıyorsunuz ? Ben bu cümlelerden 1.mana yı algılamam.

Kıbleye yönelme meselesi de üstteki gibi bir mecaz olmasın ????? Bana öyle gibi geliyor !!!

dost1
16. April 2011, 02:28 AM
Selamun Aleykum! Değerli Aşık 74 Kardeşim!

İlk müslümanlar henüz medine ayetleri (92.Nisa:43)(112.Maide.6) nazil olmamışken bugünki anlamda şekilde salatı/ Namazı abdestsizmi kıldılar . yada abdestsiz NAMAZMI kıldılar? yada NAMAZI nasıl kıldılar?

bu uzun süredir kafama takılan bir durumdur. kaldıki bu iki ayeti abdest ayeti adlediyorlar ve bu olmadan namaz olmaz deniliyor fıkıh ilmihal kitaplarında.

Salat ile namaz kavramları farklıdır. Salatın ikamesi ile ilgili emirler Medine'de devletin kurulması, geliştirilmesi aşamalarındadır. Mekke'de "salatın ikamesinden" çok salat ve türevleriyle ilgili emirler gelmiş müslümanlar Medine'de olduğu gibi salat merkezi/musalla edinememişlerdir. Namaz diye nitelendirilen tazarrulu niyazlarını gerçekleştirmeye devam etmişlerdir. Nisa 43 ve Maide 6 daki olay herkesçe bilinen salatın salat merkezlerinde/musalla ikamesi için verilen emirdir. İnsanların biraraya toplanarak topluca eylemlerde bulunabilmesi için oradaki belirlenen şartların gerçekleşmesi gerekir. Rabbımız mescidlere en güzel bir şekilde gitmemizi emreder. Bireysel olarak yapılan tazarrulu niyazlarda Nisa 43 ve Maide 6 daki şartlar aranmaz. Aranan şartları Allah karşısında fakir olunduğunun aciz olunduğunun idrak ve bilinci içerisinde Alalh'tan haşyet duyularak huşu,hudu ve zillet halinde olma durumudur.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

dost1
16. April 2011, 02:41 AM
Selamun Aleykum! Değerli Aşık 74 Kardeşim!

Sâlât'ın kelime Manaları

dua, dua etmek; yalvarma, yakarış; konuşma, söylev, nutuk; övgü, methiye; nimet;meydana getirmek, sebep olmak; yakından takip etmek, izlemek, uymak, bağlı kalmak;irtibata geçmek veya irtibata geçilmek; hayvanın kuyruğunun çıktığı yer, but.

Kur'an Arabiyyendir. عربيّاarabiyyen” sözcüğünün sadece “Arapça, Arap dili” olarak anlaşılması ve açıklanması doğru değildir. Zira bu sözcük “ عربًarabe” kalıbından türeme olduğu kadar “عرُب arube” kalıbından da türemiştir. Sözcüğün “arube” kalıbına göre anlamı “fesahat, fasih konuşmak” demektir. (Lisanü’l-Arab; s. 153-159, a-r-b mad.) “Fesahat [fasih konuşmak]” ise “sözün ses ve mana kusurlarından arınmış olması, yani kolay anlaşılması, rahat telâffuz edilmesi, diziminin mükemmel olması” anlamına gelmektedir. (es-Sekkakî; Miftahu’l Ulum)

Arapçada kelimeler kök harflerden türetilirler. "Salat" sözcüğü de ص ل و[salv] den türetilmiş bir sözcüktür.

ص ل و[salv]: İsim olarak “uyluk, sırt” demek olan sözcük şöyle açıklanır: صلو [salv], “insanın ve dört ayaklı hayvanların sırtı, kalça ile diz arası” anlamına gelir.
Bu anlam doğrultusunda fiil olarak kullanıldığında sözcük; “uyluklamak, sırtlamak” anlamına gelir ki, uyluğun [bacağın, diz ile kalça arasındaki bölümünün] yatay duruma getirilerek bir yükün altına uzatılması şeklinde bir hareket olan “uyluklamak” da, bir yükü sırta almak demek olan “sırtlamak” da, yük altına girmeyi, yüke destek vermeyi ifade eder.

Sözcüğün aslı ise صلوة [salvet] olup, kök sözcük nâkıs [son harfi illetli] olduğundan, genel dilbilgisi kuralları gereği صلوة [salvet] sözcüğü,الصّلوة [salât] şekline dönüşmüştür. Nitekim sözcüğün çoğulu olan صلوات [salavât] sözcüğünde, kök sözcüğün asıl harfi olan و [vav] açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu durum, başka birçok sözcük için de geçerlidir. Meselâ, ğazâ [savaştı] sözcüğünün mastarı غزوة [ğazve]dir ve ğazve'nin çoğulu غزوات [ğazevât] olarak gelir. Diğer fiil çekimlerinde de ğazâ'nın “vav”ı, ya ى [ya]ya dönüşür yahut da düşer. Zaten salât sözcüğünün, s-l-v kökünden türediği hususunda ittifak olduğu içindir ki, bir anlam karışıklığı olmasın diye mushaflarda salât sözcüğü, الصلاة şeklinde ا [elif] ile değil, الصّلوة şeklindeو [vav] ile yazılır.

Diğer taraftan, صلو [s-l-v] kökünden türemiş olan صلّى [sallâ] (mastarı salât) sözcüğünün anlamı, Kıyâmet/31-32'de, hiçbir yanlış anlamaya meydan vermeyecek şekilde net olarak açıklanmıştır:
فلا صدّق ولا صلّى ولاكن كذّب و تولّى [felâ saddaqa velâ sallâ velâkin kezzebe ve tevellâ=O, ne tasdik etti ne de çaba harcadı/destekledi. Ama yalanladı ve geri durdu].

Görüldüğü gibi yukarıdaki cümlede dört eylem zikredilmiş, bu eylemlerden ikisi diğer ikisinin karşıtı olarak gösterilmiştir. Şöyle ki: صدّق [saddaqa]nın karşıtı olarak كذّب [kezzebe], yani “tasdik etme”nin karşıtı olarak “tekzib etme, yalanlama” fiili kullanılırken, صلّى [sallâ] fiilinin karşıtı olarak da تولّى [tevellâ] fiili kullanılmıştır. Kalıbı itibariyle “süreklilik” anlamı taşıyan tevellâ sözcüğü; “sürekli geri durmak, sürekli yüz dönmek, lakayt kalmak, ilgisizlik, pasiflik ve yapılmakta olan girişimleri kösteklemek” demek olduğuna göre, تولّى [tevellâ]nın karşıtı olan صلّى [sallâ] da; “sürekli olarak destek olmak, seyirci kalmamak” anlamına gelmektedir.

Anlamı Kur’ân'da bu kadar açık olarak belirtilmesine rağmen salât sözcüğü, ünlü bilgin Râgıb el-İsfehânî'nin Müfredât adlı eserinde, “Lügat ehlinin çoğu, salât; ‘dua, tebrik ve temcit’tir demiştir” ifadesiyle âdeta geçiştirilmiştir.

Sonuç olarak الصّلوة [salât] sözcüğünün anlamını; “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, buradaki sorunlar, sadece bireysel sorunları değil, aynı zamanda toplumsal sorunları da kapsamaktadır. Dolayısıyla الصّلوة [salât] sözcüğünün anlamını, “yakın çevrede bulunan muhtaçlara yardım” boyutuna indirgemek doğru olmayıp, “topluma destek olmak, toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlamak, üstlenmek ve gidermek” boyutunu da içine alacak şekilde geniş düşünmek gerekir. Yapılacak yardımın, sağlanacak desteğin gerçekleştirilme şeklinin ise “zihnî” ve “mâlî” olmak üzere iki yönü bulunmaktadır:

• Zihnî yönü ile salât; eğitim ve öğretimle bireyleri, dolayısıyla da toplumu aydınlatmak, rüşde erdirmek; en sağlam yola iletmek;
• Mâlî yönü ile salât; iş imkânları ve güvence sistemleri ile ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, onları zor günlerinde sırtlamak, böylece de toplumun sıkıntılarını gidermektir.
Kaynak: İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

dost1
16. April 2011, 02:59 AM
Selamun Aleykum! Değerli Aşık74 Kardeşim!

Salat kavramı = Namaz'mıdır. varsa başka anlamları nelerdir?(Ahzab:56)da geçen salatı neden diger ayetlerde farklı yorumladılar? Yardım etmek Destek vermek.Olması gerekmezmi?

Elmalılı Hamdi Yazır. ahzap 56
Gerçekten Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! siz de ona teslimiyetle salât ve selâm edin.

Aslında bu ve buna benzer sorularınıza "ibadetler" genel başlığı altındaki "namaz" bölümünde cevap vermiştik. Bir tanesini yeniden asayım.

Selamun Aleykum! Değerli Aşık74 Kardeşim!

Alıntı:
aşık74 Nickli Üyeden Alıntı
Bilgiler için teşekkürler barış kardeşim
Peki; bu yapmış olduğun yorumlara göre benim anladığımı yazayım.

Namaz farz değildir ama salaat farzdır !

Selamlar...

Farz, vacib vb ayrımlar Kur'an'dan olmayıp din alimlerinin koydukları ölçütlerdir ki, mezheplere baktığınızda birinde farz olan diğerinde vacibdir.

Aslolan Allah'ın vahyidir, Kur'an'dır. Kur'an'da Allahın yap dediği şeylere yapıp yapma dediklerini yapmamak gerekir.

Salat Allah'ın emridir. Günümüzde genelin kullandığı dille farzdır.
Tazarrulu yakarış/namaz ve her türlü yakarış Allah'ın emridir. Günümüzde genelin kullandığı dille farzdır.

Bilgilerin tazelenmesine vesile oldunuz . Allah razı olsun. Salat = Namaz değildir. Ancak namaz vardır. Salatlara namaz/tazarrulu niyaz ile başlanmıştır.

Ahzab 43,56 da salat yerine namaz koyduklarında haşa Allah'ın ve meleklerin kullr için ve Alla'ın resulu için namaz kıldıkları gibi bir durum ortaya çıktığından yani mızrak çuvala sığmadığından kelimelerin Arapçasını olduğu gibi bırakıyorlar.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

dost1
16. April 2011, 03:27 AM
Selamun Aleykum! Değerli Aşık74 Kardeşim!

(2:143/150.)ayetler arasında geçen kıblelerden ve mescidi haramdan ne anlıyorsunuz????üzerinde bulunduğun kıble diyor!!!ama yöneldiğin kıble demiyor????kıble allahın hidayet ettiklerinden başkasına ağır gelir diyor.bir kıbleden başka bir kıbleye dönmek nasıl ağır gelir????münafıkları gerçek müminlerden ayırmak için kıble değişikliğinemi ihtiyaç duydu allah???ehli hitaba her türlü kanıtı versende onlar senin kıblene tabi olmayacaklar diyor.dönmezler demesi gerekmezmiydi???eğer dediğiniz gibiyse????

sende onların kıblesine uymayacaksın ve onlarda birbirlerinin kıblesine uymazlar dediği onların kıblesi nedir?????????nasara ve yahudanın kıbleleri nereleridir??????sen onların kıblesine uymazsın dediğine göre yahudilerin kıblesi olan kudüsteki beytil makdise doğru namaz kıldığını aylarca doğru kabul edersek bu çelişki olmazmı?????mademki uymayacaktı daha önce neden müsaade etti????144.ayette kitap verilenler onun kabenin rablerinden bir hak olduğunu biliyorlar dediğine göre bunu ehli kitabın bu şekilde bilgisini kuranın neresinden hangi ayetleri buna işaret ediyor????demekki kıbleleri daha önce kabeymişş!!!

niçin ve ne zaman kudüse döndüler???nereden çıkarsan çık...ve nerede olursanız olun yeryüzünü mescidi harama doğru çevirin.burdan anladığımıza göre ve namazdada çevirin demediğine göre her zaman ve heryerde yüzünüzü mescidi harama çevirmeniz gerekir.bu mümkünmüdür???değilse izahını yaparmısınız??????ayrıca mescidi haram rabbinden hakkın kendisidir diyor.mescidi haramın hak olması ne demektir?????

Sözünü ettiğiniz ayetlere birlikte bakalım.

Bakara;143: "Ve işte böyle Biz, siz insanlar üzerine şâhitler olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şâhit olsun diye sizi hayırlı bir ümmet kıldık. Üzerinde olduğun bu kıbleyi kılmamız da yalnızca; elçilere uyan kimseleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım diyedir. Bu [tesbit ettiğimiz kıble], elbette, Allah'ın hidâyet ettiği kimselerin dışındakilere çok büyüktür. Ve Allah imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir."



Bu âyette; kıble değiştirme [yeni hedef ve stratejilerin tayini] sebebiyle, son ümmetin diğer ümmetlere şâhit olan hayırlı bir ümmet olacağı ve bu sayede inananla inanmış gözükenlerin ayrışacağı, yeni hedefin inanmamış kimselere çok ağır ve zor geleceği bildirilmiştir.

Gerçekten de, yeni hedefler arasında yer alan “salâtın ikâmesi”, huşûdan yoksun olanlara çok ağır gelmiş ve bu durum değişik âyetlerde beyân edilmiştir:

Bir de sabırla, salâtla [eğitim-öğretimle, sosyal destek kurumlarıyla] yardım isteyin. Şüphesiz bu [salât ve sabırla yardım isteme], saygılı olanlardan; gerçekten Rabb'lerine kavuşacaklarına ve gerçekten kendilerinin O'na dönücü olduklarına inanan kimselerden başkasına çok ağır gelir. (Bakara/45-46)

Şüphesiz ki münâfıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki O, onların aldatıcısıdır. Ve onlar, salâta kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah'ı ancak, pek az olarak anarlar. (Nisâ/142)

Ayrıca bu inanmamış kimseler, Tevbe ve Enfâl sûrelerinde açıklandığı gibi, savaşa gitmemek veya Müslümanları savaştan caydırmak için ellerinden geleni arkalarına koymamışlar, her vesilede gerisin geri kaçmışlardır:

Ve Muhammed, ancak bir elçi. Ondan önce elçiler gelip geçmiştir. Şimdi eğer o ölür veya öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim ki de geri dönerse, Allah'a hiçbir şekilde zarar veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır. (Âl-i İmrân/144)

Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz şu küfretmiş kimselere uyarsanız, onlar, sizi topuklarınız üstünde gerisin geriye çevirirler de siz kaybedenlerden oluverirsiniz. (Âl-i İmrân/149)

Yeni kıbleye yönelen ümmetin hayırlı bir ümmet olması, gösterilen hedef ve stratejileri gerçekleştirmek üzere emr-i bi'l-ma‘rûf ve nehy-i ani'l-münker yapmalarına, ila-yı kelimetullah için dışa açılmalarına dayanmaktadır:

Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışır ve Allah'a inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mü’mindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler. (Âl-i İmrân/110)


Kıble sözcüğünün aslı k-b-l köküdür. Bu sözcüğün kabl kalıbı, “önce” anlamında, kubl kalıbı ise, dübür [arka] sözcüğünün karşıtı olarak “ön” anlamındadır. Kıble sözcüğü de “ön” anlamı ekseninde, “cihet” [yüzün gösterdiği yön; ön yön] demektir.[Lisân; c.7, s.227-234, “Kbl” mad.]

Kıble sözcüğün türevlerinden olan kabile [sık yüzyüze gelen halk], mukâbil, mukâbele [karşılık, karşılık verme] sözcükleri Arapça'daki anlamıyla Türkçe'ye de geçmiştir.

Kıble kelimesinin geçtiği âyetlere dikkat edilirse bu sözcüğün, fiziksel konuma göre “ön yön” anlamında değil; “görüş, inanç, ilke olarak üzerinde bulunulan, gidilen yön” [sosyal hedef/strateji] anlamında kullanıldığı anlaşılır.

VASAT ÜMMET
وسط [v-s-t] kök sözcüğü, vesat ve vest şekillerinde okunur. Vesat şeklinde okunduğunda isim, vest şeklinde okunduğunda zarf olarak kullanılır. Bu sözcük, “bir şeyin iki ucu arasındaki kendine ait kısmı” manasında olup, “bir şeyin kendi ortası” olarak anlaşılır ve sözcük “ipi ortasından kavradım”, “oku ortasından kırdım” cümlelerindeki gibi kullanılır.

Arap örfünde bir şeyin ortası, o şeyin en hayırlı, en yararlı bölümüdür. Meselâ, at veya devesine binecek bedevi için at veya devesinin en hayırlı yeri, boynu ve kıçı değil belinin ortasıdır. Yine, bedevinin devesine kuracağı ağıl için en hayırlı yer, otlağın ortasıdır. Gerdanlığın, inci veya elmas takılacak en hayırlı [güzel ve uygun] yeri, gerdanlığın ortasıdır. Ayrıca her güzel ve yararlı davranış, kendi cinsinden olan davranışların ortada olanıdır. Meselâ cömertlik, cimrilik ve savurganlığın ortasında bir davranıştır. Cesaret, korkaklık ve saldırganlık arasında bir davranıştır.

İşte bu nedenle وسط[vest] sözcüğü; “hayırlı, yararlı, üstün” anlamına genelleşmiştir. Araplar, “O, kavminin evsatındadır” sözüyle, “o, kavminin hayırlı, yararlı, şerefli olanıdır” demek isterler. Veya, “Şu vesît kişiye bir bakın” sözüyle, “şu hayırlı, şerefli kişiye bir bakın” demek isterler.

Dolayısıyla bu âyetteki, Ve işte böyle Biz, siz insanlar üzerine şâhitler olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şâhit olsun diye sizi hayırlı bir ümmet kıldık ifadesi, “ve işte böyle sizi hayırlı, yararlı ve şerefli bir ümmet kıldık” demektir.

BU ÜMMETİN İNSANLARA ŞÂHİTLİĞİ
Bu ümmetin diğer insanlara tanık yapılacağı, konumuz olan âyetten başka Hacc sûresi'nde de geçmektedir:

Ve Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin. O, sizi o seçti ve dinde; babanız İbrâhîm'in milletinde sizin için bir zorluk kılmadı. O, daha önce ve işte bunda [Kur’ân'da], Elçi'nin size şahid olması, sizin de insanlara şahid olmanız için, sizi “Müslümanlar” olarak isimledi. Öyleyse, salâtı ikâme edin, zekâtı verin ve Allah'a sarılın. O, sizin mevlânızdır [yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınınızdır]. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır! (Hacc/78)

İslâm'daki ilk strateji, “yakınların uyarılması” idi. Yeni kıblenin belirlenmesi, tabiri caizse hedef ve strateji çıtasının yükseltilmesi sonucunda ise, yakınların uyarılması yetmeyecek, çevredeki halkların da İslâm'a davet edilmesi gerekecektir. Yani, vahiy: emir ve nehiyler onlara da ulaştırılacak, onlar da ikna edilmeye çalışılacak, onların da yapılan davete karşı tavırları izlenecek ve böylece bu ümmet, hakka uyup uymadıkları hususunda diğer ümmetlere tanık olacaktır.

Kim doğru yolu bulursa sırf kendi iyiliği için doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. (İsrâ/15)

Yukarıdaki âyet uyarınca tebliğ ulaşmadan ceza verilmeyeceğinden, bu ümmet, diğer ümmetlere tebliğin ulaşıp ulaştırılmadığının da tanığı olacaktır.

İşte Rasûlullah, bu yeni kıble [hedef, strateji] nedeniyle sınır ötesi tebliğlere, emir ve nehiylere başlamış, çevredeki toplumların yöneticilerine mektuplar göndermiştir.

Bakara;144: Biz, yüzünü semaya evirip çevirdiğini kesinlikle görüyoruz. Artık seni hoşnut olacağın bir kıbleye [hedefe, stratejiye] çevireceğiz. Haydi, yüzünü Mescid-i Harâm yönüne çevir. Siz de, nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olan kimseler de kesinlikle, şüphesiz onun, Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Ve Allah, onların yapıp durduklarından gâfil değildir.

Bu âyette, Rasûlullah'ın bazı sıkıntılarının giderileceği, o'nun da hoşnut olacağı müjdesi verilirken, hedef ve stratejileri tam olarak açıklanmamakla beraber yeni kıbleye işaret edilerek, önce Peygamberimize sonra da tüm Müslümanlara yüzlerini “Mescid-i Harâm yönü”ne çevirmeleri emredilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, yüzlerin “Mescid-i Harâm”a değil, “Mescid-i Harâm yönüne” çevrileceğidir.

Âyetteki yüz ifadesi, sadece “sima” anlamındaki yüz değil, “tüm benlik ve varlık”tır. Çünkü yüz, Arapça'da “cüz’iyyet mecaz-ı mürseli” sanatı gereğince, –vesikalık bir fotoğrafın insanın kimliğini temsil etmesi gibi– canlı varlıkların en belirleyici organıdır. Yüzün semaya evirilip çevrilmesi ise, “dua etmek, beklenti içinde olmak” demektir. Bu ifadedeki semâ ile evrenin; yaratıkların ötesi; “en üst nokta” kasdedilmiştir.[105] Zira insan dua ederken, fıtraten ellerini havaya doğru kaldırır, sıkıntıya düştüğünde de yüzünü semaya çevirir. Örfte de, olağan dışı olaylar için “gökten düştü” tabiri kullanılır. Allah'tan gelen din ve kitaplara da, “semavî dinler, semavî kitaplar” denir. Dolayısıyla, Peygamberimizin yüzünü semaya çevirmesi, tüm benlik ve varlığıyla Allah'a yönelerek dua etmesini ifade eder.

Bakara;145: Ve andolsun ki sen, o kitap verilmiş olan kimselere, bütün âyetleri de getirsen, yine de senin kıblene tâbi olmazlar. Sen de onların kıblesine uyan biri değilsin. Zaten onlar da birbirlerinin kıblesine tâbi değiller. Yine andolsun ki, sana gelen bunca bilgiden sonra, sen onların hevalarına uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz sen, zâlimlerden olursun.

Bu âyette, bir önceki âyetteki, Kendilerine kitap verilmiş olan kimseler de kesinlikle, şüphesiz onun, Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Ve Allah, onların yapıp durduklarından gâfil değildir ifadeleri açılmakta ve Yahûdilerle ilgili bilgi verilmektedir. Daha sonra da Rasûlullah'ın izleyeceği stratejinin önemi açıklanmış ve bu stratejiden taviz vermemesi ihtar edilmiş; Ehl-i Kitabın kendilerine göre kıblelerinin [hedeflerinin, stratejilerinin] olduğu, ne kadar kanıt gösterirse göstersin onların bundan vazgeçmeyecekleri ve Rasûlullah'ın kıblesine uymayacakları bildirilmiştir.

Yahûdilerin kıblesi, “sarı sığır, buzağı”dır [altındır[. Mü’minlerin kıblesi ise özetle “tevhid ve adalet”tir. Bunları gerçekleştirmek için ise; salâtı ikâme etmek, zekât vermek, emr-i bi'l-ma‘rûf ve nehy-i ani'l-münkerde bulunmak, cihad etmek, lüzumu hâlinde de savaşmak gerekmektedir. Durum böyle olunca, Yahûdilerin ve inanmayanların, mal ve can verme gibi bir stratejiyi benimsemeleri söz konusu bile değildir.

Burada “sen” ifadesiyle, Rasûlullah muhatap alınmış gözükse de asıl muhatap, tüm mü’minlerdir. Âyetteki, Yine andolsun ki, sana gelen bunca bilgiden sonra, sen onların hevalarına uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz sen, zâlimlerden olursun ifadesiyle de, Kur’ân dışı bir yol haritası edinilmemesi emredilmektedir.

Peki, sen, kendi hevasını ilâh edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidâyet verecektir? Yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz?” (Câsiye/23)

Aslında o insan, önünü fücûrla geçirmek istiyor. (Kıyâmet/5)

Bakara;146: Şu, kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, o'nu [Peygamber'i] kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Şüphesiz onlardan bir kesim de bilip durmalarına rağmen, kesinlikle hakkı gizliyorlar.
Bakara;147: Hakk, Rabbindendir. O hâlde, şüpheye düşenlerden olma sakın!

Bu âyette, beşerî olan her şeye kuşku ile yaklaşılabileceği, Allah'tan gelen şeylerde ise tereddüt edilmemesi gerektiği ilkesi öğretilmektedir. Çünkü Hakk'tan, hakk [gerçek] dışında bir şey sadır olmaz.

Bu âyetlerde ayrıca, Yahûdilerin kendini beğenmişliğine dikkat çekilmekte; Rasûlullah'ın peygamber olduğunu, oğullarını bildikleri gibi bilmelerine rağmen içlerinden bir grubun bu gerçeği gizledikleri ifşa edilmektedir. Onların bu davranışlarının gerekçesi de başka sûrelerde zikredilmiştir:

Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. –Şimdi bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!– (Neml/14)

Onlara Allah katından kendileri ile birlikte olanı tasdik eden bir kitap gelince de –ki bunlar daha önceleri inanmayanlara karşı zafer kazanmak istemişlerdi de o tanıdıkları kendilerine gelmişti– onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın lâneti kâfirler üzerinedir. (Bakara/89)

Bakara;148: Ve herkes için bir yön vardır; o, ona yönelendir. O nedenle hep hayırlara koşun, yarışın. Her nerede olsanız Allah, tümünüzü bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeye en iyi güç yetirendir.

Bakara;149: Ve her nereden çıkarsan hemen yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir. Şüphesiz bu, Rabbinden gelen bir hakktır. Allah, yaptıklarınıza gâfil de değildir.

Bakara;150-151: Ve her nereden çıkarsan hemen yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir. Ve siz, her nerede olsanız, insanlardan, –onlardan zulmeden kimseler hariç– sizin aleyhinizde bir delil olmaması için, Benim size, içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size kitabı ve hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] öğreten ve size bilmediğiniz şeyleri öğreten bir elçi göndermemiz gibi, size olan nimetimi tamamlamam için ve doğru yolu bulabilmeniz için hemen yüzünüzü onun tarafına çevirin. Artık onlara haşyet duymayın, Bana haşyet duyun.

Bu âyet grubunda, her toplumun bir hedefi/stratejisi olduğu ve herkesin kendi hedefine yöneldiği beyân edildikten sonra mü’minlere, Hayırlara koşun, yarışın denilmekte, sonra da Her nereden çıkarsanız çıkın yüzünüzü Mescid-i Harâm yönüne çevirin talimatı tekrar tekrar vurgulanarak, “Mescid-i Harâm tarafı”nın kıble edinilmesi emredilmektedir.

Âyetteki viche kelimesi, “yüzün döndüğü yön” anlamında olup kıble sözcüğünün anlamdaşıdır. Buradaki yön de, sosyolojik yöndür [hedeftir, idealdir, mefkûredir, stratejidir].

Bu paragrafta dikkat edilecek en önemli nokta, Mescid-i Harâm tarafı'nın kıble [hedef, strateji] yapılmasının gerekçesidir. Yukarıdaki âyetlerde sayılan gerekçeler şunlardır:

1) İnsanlardan, –onlardan zulmeden kimseler hariç– sizin aleyhinizde bir delil olmaması için, yani herkesten güçlü olmanız, kimsenin sizi ezmemesi için.

2) Benim size, içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size kitabı ve hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] öğreten ve size bilmediğiniz şeyleri öğreten bir elçi göndermemiz gibi, size olan nimetimi tamamlamam için, yani Allah'ın dininin yayılması nedeniyle tüm insanların kitaptan, hikmetten yararlanmaları ve bilgisizlikten kurtulmaları için.

3) Doğru yolu bulabilmeniz için, yani, kurtuluşa erebilmeniz için.

İşte, Mescid-i Harâm tarafının kıble/hedef edinilmesi için bunlar gerekçe olarak gösterilmektedir. Biraz düşünülecek olursa, namazda yüzün fizikî olarak Mescid-i Harâm tarafına çevrilmesiyle bu gerekçelerin tahakkuk etmesinin mümkün olmadığı, her akl-ı selimin kabul edeceği bir hakikattir.

O hâlde, “Mescid-i Harâm tarafı” ifadesinden ne anlaşılmalıdır? Bu sorunun cevabı da Kur’ân tarafından verilmiştir:

Ve Biz bir zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma/dönüş yeri ve bir güven yeri kılmıştık. –Siz de İbrâhîm'in makamından bir musallâ [salât gerçekleştirilecek yer] edinin.– Ve Biz İbrâhîm ile İsmâîl'e, “Beytimi, dolaşanlar, ibâdete kapananlar ve secde edenler, rükû edenler için tertemiz tutunuz” diye ahit almıştık. (Bakara/125)

Şüphesiz, insanlar için mübarek ve âlemlere yol gösterme olarak konulan ilk ev, Bekke'dekidir [Mekke'dekidir]. Onda apaçık deliller; İbrâhîm'in makamı vardır. Oraya kim girerse güvende olmuştur. Ve yoluna gücü yeten herkesin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden zengindir. (Âl-i İmrân/96-97)

Allah, Ka‘be'yi; o Beyt-i Harâm'ı, harâm ayı, hedyi [haccda oraya hediye olarak kesilen hayvanı] ve (kurbanlardaki) gerdanlıkları insanlar için bir ayağa kalkış kıldı. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olan her şeyi bildiğini ve Allah'ın her şeyi hakkıyla bilici olduğunu sizin de bilmeniz içindir. (Mâide/97)

Yukarıdaki üç âyette yer alan vurgular dikkate alındığında, “Mescid-i Harâm”ın özellikleri hakkında şu tesbitler yapılabilir:

* Mescid-i Harâm veya Beytullâh veya Ka‘be (ki üçü de aynı şeyi ifade ediyor), insanlar için yeryüzünde hazırlanan evdir [okuldur].

* Orada İbrâhîm peygamberin, makamı [ayaklandığı, zâlimlere karşı kıyam ettiği, mücadele ettiği yer] vardır.

* Orada herkes güvende, dokunulmaz, hür olmalıdır, baskı ve zulüm olmamalıdır.

* Orada hikmetler [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler] yürürlüğe sokulmalı, herkes bilmediğini öğrenmelidir.

* Orası, orada dolaşanlar, âkifler, kâimler, rükû ve secde edenler için tertemiz tutulmalıdır.

* Müslümanlar, İbrâhîm'in makamından bir musallâ [salâtın ikâme edildiği yer, alan] edinmelidir.

* Gidip gelmeye imkân bulanlar oraya gidip gelmelidir.

Mescid-i Harâm'ın Kur’ân'da bildirilen özellikleri yukarıdaki gibi tesbit edildiğinde anlaşılır ki, yapılan vurgular Mescid-i Harâm, Beytullâh veya Ka‘be'nin fizikî yapısıyla ilgili değil, işlevleriyle ilgilidir. Bu durumda, İbrâhîm peygamberin Ka‘be'yi yapması da, tevhid okulunu açması ve işletmesidir. Buna göre, “Mescid-i Harâm tarafı” ifadesinden ne anlaşılması gerektiği ve “Mescid-i Harâm tarafına yönelmek” için nelerin yapılması lâzım geldiği kendiliğinden ortaya çıkar:

* Özerk ilâhiyât okulları (“tabii bilimler” de doğal olarak ilâhiyât okulunun müfredatı kapsamındadır) açılmalı ve bunlarda tevhid ve ilâhiyâtı öğreten öğretmenler [rükû edenler] ile öğrenciler [ilâhiyât eğitimi alarak ikna olanlar] gözetilmelidir.

* Salâtın ikâmesi için, sosyal destek kurumları açılmalıdır.

* Gerekli askerî güç ve organizasyonlar oluşturularak düşmanlardan üstün olunmalıdır. Bu alanda da eğitimciler ve subaylar yetiştirilmelidir.

İşte Kur’ân'daki kıble/strateji budur; insanların namazda fizikî olarak Mekke'ye dönmeleri değildir.

Bu strateji ile Rasûlullah topluma Allah'ın hikmetlerini öğretecek ve toplumda yönetici sıfatını kazanacaktır. Nitekim bu âyetlerden sonra, fiilen “Melik Elçi” olan Peygamberimiz, hem elçilik hem yöneticilik görevlerini yürütmüştür.

Şu âyetler o'nun bu görevlerine yöneliktir:

De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız o zaman bana uyun. Allah sizi sevsin ve günahlarınızı sizin için bağışlasın. Ve Allah gafûr'dur, rahîm'dir. (Âl-i İmrân/31)

Kim Elçi'ye itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onlara bekçi olarak göndermedik. (Nisâ/80)

Allah'ın, o kent halkından, Rasûlü'ne verdiği ganimetler, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşmasın diye Allah'a, Elçi'ye yakınlık sahiplerine; göç eden fakirlere –ki onlar, Allah'ın lütuf ve rızasını ararken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah'a ve Elçisi'ne yardım ederler. İşte onlar, doğruların ta kendileridir,– yetimlere, miskinlere, yolcuya aittir. Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah'a da takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, kovuşturması çok çetin olandır. (Haşr/7-8)

Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi'ye ve sizden olan emir sahibine itaat edin. Sonra eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi'ye havale edin. Bu, daha iyidir ve ilk iş olma bakımından daha güzeldir. (Nisâ/59)

Bakara;152: Öyleyse Beni anın ki, Ben de sizi anayım. Ve Bana şükredin, Bana nankörlük etmeyin.

Belirlenen yeni hedefle, hedef büyütülüp çıta yükseltilince mü’minlere de eskisinden daha fazla görev düşeceği; büyük hizmetlerin ve büyük stratejinin gerçekleşmesinin bilinç ve mâlî desteğe ihtiyaç duyacağı gayet tabiidir. Bu nedenle, Öyleyse Beni anın ki, Ben de sizi anayım. Ve Bana şükredin, Bana nankörlük etmeyin buyurulmuştur.

Ve hani Mûsâ kavmine demişti ki: “Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O, sizi, sizi işkencenin kötüsüne çarpıtan, oğullarınızı boğazlayan ve kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden kurtardı. Ve işte bunda Rabbinizden size çok büyük bir bela vardır. Ve hani Rabbiniz ilan etmişti: ‘Andolsun ki şükrederseniz elbette size artırırım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.’” (İbrâhîm/6-7)
Kaynak:İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Eren Erdem
17. April 2011, 10:39 AM
Hakkı Yılmaz ve Salat kavramı…

Bugünlerde gündeme gelen, ve tarihsel süreçte en çok tahrif edilen kavramlardan biri olan ‘’salat’’ üzerine yapılmış köklü ve bilimsel çalışmalardan birinden bahsetmek istiyorum.

Çalışmanın müellifi, Hakkı Yılmaz’dır.

Kuran’ın, hemen hemen her sayfasında ısrarla vurgulanan, ısrarla gündemde tutulan, sürekli hatırlatılan bir kavram olan ‘’salat’’.

Tahribat çetesi tarafından ‘’namaz, dua’’ olarak çevrilip, tersyüz edilen bu kavram; anlaşılmadığından; dinin direği kırılmış; din birtakım zırva ve palavraların sahası haline gelmiştir.

Özellikle; vahyin kendi içinde ısrarla ayırdığı;’’İbadet ve Nüsuk’’ farklılığından bihaber zihinlerce yapılmış tahribat akabinde, dinselliğin şekli unsurlara entegre olması, ve bugünün temel problemlerine cevap veremeyen bir din algısının üretimi noktasında hayata geçirilen bu tahribatın mimarları tarafından eleştirilen bir yaklaşım görüyoruz…

Hakkı Yılmaz’ın salat yazısını okuyanlar, hemen feryad ediyor!

‘’Kardeşim, salat namazdır.”

Allah, Kuran’ı Kerimde salatı toplumsal meseleler ile bütünleştirmiştir. Öyle ki; ‘’ekiymus salate ve atu zekate’’ gibi bir form karşımıza çıkıyor. Salatın geçtiği yerlere baktığımızda;çoğunlukla, salatı ikame edenler ve zekatı verenler formunda görürüz…

Hakkı Yılmaz’ın yaptığı çalışma; bilimsel olarak ‘’kavramın analizi’’, Kuran’da ki kullanımı, semantik tahlili dışında bir şey değildir. Ancak,kendisine gelen eleştirilerde gördüğüm manzara ise usulün tam zıttı istikamettedir;

Efendim, salat; dua, namaz manalarına geliyorken, siz nasıl anlamlandırdınız…

Salat’ın dua ve namaz manalarına geldiği düşüncesi, klasik ‘’mealizmin’’ hüsnü kuruntusudur. Böyle bir iddianın tarafı olabilmek için, en azından Hakkı Yılmaz gibi; kavramı analiz etmeniz, ya da ilmi veriler sunmanız gerekir.

Hamasi yollarla, yazının henüz başında, ‘’tahlil yapmaksızın anlam vermek’’, 1350 yıllık tahribata ortak olmak demektir. Esas ayıklanması gereken zihin budur…

Bu zihin, Allah Elçisinin temel misyonunu alt üst etmiş, Mekke kodamanlarına yardakçılık yapıp, İslam’ı; Abdestli Kapitalizme evriltmiş zihindir ki, bu tip adamların uğraştığı işler, insanlığın menfaatleri ile çelişiktir…

Hakkı Yılmaz’ı bu çerçevede eleştiren adamların din algısı; miskinin, ezilenin, fakirin, alttakilerin yanında olan bir din değil, saray ve sulta dinidir. Çünkü; kavramlara yükledikleri anlamlar, asli olarak; bugünün ihtiyaçlarına yönelik anlamlar değildir. Hele ki; Namaz hususunda ısrarla diretilmesine rağmen, Kabe etrafındaki eşitliğin dahi uzağında fikirler ile metin üretmek, sıkıntılı bir hezeyandır…

Hakkı Yılmaz’ın salat yazısı, namazı inkar değil. Aksine, namazın inşası ve toplumun ihyası noktasında bir çalışmadır. Namaz ile toplum arasındaki ilişkiyi kuran, mescidleri ; Paratestan Tapınağı olmaktan çıkartan, kenzonun kıldığı namazı alabora eden, Abdestli Liboşları ‘’eşekten düşmüşe çeviren’’, mal-mülk tapıcılığı reddeden, insanı merkeze koyan bir kelimedir ki, vahyin bunun dışında bir şey söylemediğini bilmekteyiz…

Bu hali ile; Haluk Gümüştabak ve Ali Rıza Borazan’ın hanifler.com’da yaptığı eleştirileri ‘’boş’’ ve ‘’art niyetli’’ görüyorum…

Ki bunlara eleştiri de denemez. Çünkü bir metnin ‘’sonunu’’ alıp, başındaki tahlilleri sunmaksızın yazılan bir yazı; baştaki tahlillerin ‘’doğruluğunu’’ yazan kişinin ‘’korkudan’’, ya da palavrasının ortaya çıkması endişesinden hayata geçmiş bir durumdur.

Ki Kur’an bu durum için şöyle bir yaklaşımda bulunur;

4/74 : Peki, ne oluyor onlara da; öğüt verip düşündüren şeyden yüz çeviriyorlar. Onlar sanki; sağa sola kaçışan; arslandan ürkmüş yaban eşekleri gibidirler.


Bu hali ile, ilgili sözümona eleştiriyi yazanlar; Salat kavramına yükledikleri anlamları; herhangi işlerine gelen bir mealde ki ayetleri alt alta dizerek değil, salatın dil bilimsel yönden analiz ve izahını yapmadıkları sürece; bu kıymetli çalışmanın müellifi olan ‘’arslan’’dan ürküp, eşeklik yapma noktasında işler sergilediklerini görmüş olacağım.

İnsanları vicdana, insafa, emeğe saygıya ve ‘’dürüstlüğe’’ davet ederim.

Hele ki; hiçbir menfaat gözetmeksizin, Allah rızası ve doğal olarak bu rızanın dışavurumu olan; toplumun ihyası için kaleme alınmış bu gibi ilmi metinlere sahip çıkılması, sabah kalkıp akşam yatana kadar; ‘’acaba hangi palavraya sığınsam da prim elde etsem’’ diyen madrabazlara karşı, akıllı ve mantıklı bir duruş sergilenip, bu madrabazların ayıklanması dileklerimle…