PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Şeyhlerin himmeti ne demektir.


ebu Maruf
4. January 2011, 10:00 PM
Rahman Ve Rahim olan ALLAHIN ismiyle

Üzerinde çokça tartışılan kavramlardan biri de himmet. Tasavvufî yaşantı sahiplerinin sıkça kullandığı himmet nedir? Niçin tartışma konusu yapılıyor, neresi yanlış anlaşılıyor? Himmet kavramını kullananlar niçin ve nasıl kullanıyor?..

Himmet, kelime manasiyla kalbi, iradeyi, duygu ve düsünceyi bir noktaya toplayip, tek hedefe yönelmek demek. Kelime kökü Arapça “hemm”. Hemm, iyi olsun kötü olsun, herhangi bir seyi yapmaya yönelmek, himmet ise, kiymetli, serefli ve güzel seylere yönelmek manasini tasiyor.

Kelime manasiyla düsündügümüzde, her in-sanin azmettigi ve gayretini yönelttigi bir hedefi mevcut. Insanlarin kimi sadece karnina, kimi de kalbine yöneliyor. Herkesin kiymeti de yöneldigi seye göre ölçülüyor. Buradan hareketle, derdi yalnizca dünya olanin Allah katinda hiçbir kiymeti olmaz. Hedefi Allah rizasi olanin ise, kiymeti kelimelerle ölçülemez.

Bugün günlük hayatimizda himmet deyince akla yardim ve destek geliyor. ‘Falanin himmetiyle müskilim çözüldü’ derken, bana sagladigi destekle sikintidan kurtuldum demeyi kastediyoruz. Böyle bir himmeti inkar eden yok. Çünkü bütün insanlik, birbirine muhtaç bir halde yaratilmistir. Zayiflar güçlülere, fakirler zenginlere, hastalar doktorlara, cahiller alimlere muhtaç edilmis; kendisine maddi-manevi imkan ve nimet verilenler de, onu muhtaçlara ulastirmakla görevlendirilmistir.

Velilerin Himmeti

Çokça tartisilan velilerin ve kâmil mürsidlerin himmeti meselesine gelince; buna mürsidin teveccühü, manevi tasarrufu, nazari, feyzi ve duasi da denir.

Velilerin uzaktaki kimselere himmet etmesine ve tasarrufta bulunmasina bazilari itiraz ediyor. Mesele, ruhani alemde ruh vasitasi ile cereyan ettigi için, maddi sartlara mahkum olmus akil onu anlamakta zorlaniyor. Çünkü bu himmet ve yardim farkli boyutlarda, bilinen zaman ve mesafe ölçüleri disinda tezahür ediyor. Bu nedenle onu bizzat tecrübe etmeyenler, olduguna inanmak ve olayi anlamak için delil ve izah istemekteler. Bunda haklilar. Biz de meseleyi isin ehline ve onu tecrübe edenlere soracagiz. Bu konudaki delilleri ortaya koyacagiz. Yanlis anlama ve uygulamalari tesbit edecegiz.

Tasavvuf erbabina göre himmet; kulun kendisini veya baskasini bir hayra ulastirmak, bir serden korumak veya bir kemâli ele geçirmek için bütün ruhanî gücünü kullanarak kalbiyle Cenab-i Hakk’a yönelmesidir. (Cürcani)

Himmet, ilahi nurla temizlenmis ve takva ile yücelmis ruhlarin Allah’in izniyle muhtaç kullara yardim etmesidir. Bu âli ruhlar zamana bagli degildir, mekan ile sinirlanmazlar. Maddi sartlar en-gel olmaz onlara. Himmet, kâmil velilere emanet edilmis ilahi bir nurdur. O nur ile yol alir, hak yolcularini terbiye ve takviye ederler.

Himmet, Allah’in bir rahmetidir. Himmet ehli, bir rahmeti yerine ulastirmakla görevli Allah’in dostudur. Kur’an ifadesiyle onlara “cündullah (Allah’in askerleri)” denir. Sayilarini, yerlerini ve görevlerini ancak Allah bilir. (Müddessir/31) Onlar, meleklerden ve kâmil müminlerden olusur. Cenab-i Hak, onlar vasitasiyla dilediklerine yardim edip, müsküllerini çözer. Aslinda kuluna destek veren ve müskülünü çözen Allah’tir. Peygamber olsun, veli olsun, diger varliklar vasitadan baska bir sey degildir. Bu hakikati Rasulullah (A.S.) Efendimiz söyle ifade buyuruyor: “Asil veren Allah’tir, ben ise verileni taksim edip yerine ulastirmakla görevliyim.” (Buhari, Müslim)

Ilahi Ikram

Müttakilere Allah tarafindan verilen bir sermaye, ilahi bir emanettir himmet. Allah’in sevdiklerine ikrami, ilahi askin meyvesi, takva sahiplerine bir hediyedir. Allahu Tealâ, sevdiklerine yaptigi bu ikrami meshur bir kudsi hadiste söyle bildiriyor:

“Ben, farz ve nafile ibadetlerle bana yaklasan kulumu sevdigim zaman, onun gören gözü, isiten kulagi, tutan eli, yürüyen ayagi olurum. O benimle görür, benimle isitir, benimle tutar, benimle yürür. Bana siginirsa onu himaye ederim. Benden bir sey isterse kendisine veririm.” (Buhari, Ibnu Mace, Ahmed)

Iste velilerin ulastigi bütün keramet ve himmet bu hadiste özetleniyor. Bu hadiste Allah dostlarina verilen imkan ve yetkilerin ne boyutta oldugunu büyük müfessir Fahruddin Razi’den dinleyelim:

“Insan büyük bir baglilik ve samimiyetle Allahu Tealâ’ya itaate devam ederse, Allah’in, onun gözü ve kulagi olurum buyurdugu bir makama yükselir. Allah’in celal nuru kul için bir kulak olunca, o yakini isittigi gibi uzagi da isitir. Bu nur onun için bir göz olunca, yakini gördügü gibi uzagi da görür. Ve yine bu nur kul için bir el olunca, o elin zora, kolaya, yakindakine, uzaktakine, her seye gücü yeter.” (Mefatihu’l-Gayb)

Iste kâmil bir veli, darda kalip kendisinden yardim isteyen bir mümine ilahi izinden sonra bu nur ile yardimci olmaktadir. Mesafe ne olursa olsun, kalbi ilahi nur ile cilalanmis kamil bir veli, Allah’in izni ve dilemesiyle dünyanin her yanini görebilir, her sesi isitebilir, her yana el uzatabilir. Bu, Allahu Tealâ’nin diledigi kullari için kolay ve mümkün. Ancak bu nimeti kime, ne zaman, ne ölçüde verecegini Cenab-i Hak tayin eder.

Himmet Samimiyet ve Edebe Baglidir

Allah’in rahmetini çeken en güzel sebep, kalbin samimiyetidir. Allahu Tealâ, isteginde samimi olmayan gafil kalbin duasini isitir, fakat kabul etmez. Arzu ve istediginde samimi, sabirli ve azimli olan kimsenin ise eli bos dönmez. Büyük veli Abdulkerim el-Cilî (K.S.), “Insan-i Kamil” kitabinda, bütün basarinin himmetteki samimiyete bagli oldugunu belirtiyor ve ekliyor:

“Isteginde samimi olan kimsenin iki alameti vardir: Yöneldigi ve istedigi seyin olacagina kesin olarak inanmak ve gücü nisbetinde istenen seylerin geregini yapmak. Hali böyle olmayan kimseye himmet ve azim sahibi denmez. O sadece bos temenniler ile avunan ve davasinda yalanci olan biridir. Böyle bir kimse aradigini bulamaz, sevdigine kavusamaz. Onun hali, elinde kalemi, kagidi olmayan, okuma ve yazmasini da bilmeyen bir kimsenin mektup yazmaya kalkmasina benzer. Bu durumda olan birisi mektubu nasil yazacak? O, bu sekilde niçin mektub yazmak istiyor ki?”

Himmet Kaderle Sınırlıdır

“Rasulüm de ki: Ben, Allah’in dilediginden baska kendime herhangi bir fayda ve zarar verecek güce sahip degilim.” (A’raf/188) ayet-i kerimesi, her seyin Yüce Allah’in takdirinde oldugunu belirtiyor. Büyük arif Ibnu Atâ (K.S.) Hikem adli eserinde der ki: “Himmetler ne kadar büyük ve hizli olursa olsun kader sınırlarını geçemez.”

Kâmil mürsid, müridin istegine degil, Allahu Tealâ’nin onun hakkindaki takdirine bakar. Bir çesit kader vardir ki onun gerçeklesmesi Allah tarafindan kesin hükme baglanmistir. Bu hükmü verilen seyin gerçeklesmesi kaçinilmazdir ve onu dua ve himmet degistiremez. Bir çesit kader de vardir ki, onun gerçeklesmesi bazi sebeplere baglidir. Iste dua, himmet ve sadaka bu kisimda fayda verir.

Hal böyle olunca, bazilarinin: “benim mürsidim gavstir, Allahu Tealâ’dan her ne isterse olur; bir bakista kâfiri mümin, fasigi muttaki eder, tek basina bir orduyu yener!” demesi dogru degildir. Bunlar Allahu Tealâ’nin kudretinde olan seylerdir ve zaten Allah dostlari, hep ilahi murada uygun seyleri isterler. Bu konuda büyük veli Mevlâna Halid Bagdadî (K.S.), kendisinden neslinin devami için dua ve himmet isteyen Akka valisi Abdullah Pasa’ya su cevabi gönderir:

“Biz kendimizi himmet ehli görmüyoruz. Ancak, öyle olsa bile, istenilen seyin kaza-i muallak (meydana gelmesi sebeplere baglanan bir kader) oldugu anlasilmadan himmet kullanilmaz. Kesin olan kaderi (kaza-i mübrem), degil veliler, peygamberlerin himmeti bile degistiremez. Onun sonucuna riza gösterip Allahu Tealâ’ya teslim olmak gerekir. Sunu belirtelim ki, velileri inkardan sakinmak vacip oldugu gibi; onlar hakkinda, imani bozacak kabullenislerden sakinmak da vaciptir. Bu asiri ve tehlikeli inanislar, daha çok velilere güzel zan ve aşırı muhabbet besleyen kimselerde oluyor. Unutmayin ki, seytan hile ve düzen sahibidir; insani helake götürecek her yolu dener.” (Mektubat-i Mevlâna Halid, 7. Mektup)

Himmet Nefse Degil,

Hikmete Uygun Olur

Arifler Allahu Tealâ’nin hikmetine aşıktır. İşlerin görünen tarafina degil, sonucuna bakarlar. Onlar kendileri ve talebeleri için hep Allah’a yaklastiracak sebepleri ararlar. Kulun Allahu Tealâ’ya yaklasmasi, nefsinin terbiyesine bağlıdır. Bu terbiye bazen sıhhat ile, bazen de hastalık ile gerçekleşir. Bazi kalb hastaliklarinin tedavisi fakirlik, yalnizlik ve çaresizlik ile olur. Kalp katiligi ve gafletin giderilmesi için bazen aci tecrübeler gerekir. Mürid bunlari bilmez ve bir sıkıntıya düsünce, kurtulmak için mürsidinden himmet ve dua ister. Mürsid feraset nuru ve ilahi bir ilimle, o sıkıntının müridin derdine ilaç oldugunu görür ve onu Allah’a yaklastirdigini bilir; kisaca “dua ederiz” der. Mürid de, o derdin hemen bitecegini düsünür. Halbuki mürsid-i kâmil, Allahu Tealâ-’dan o sıkıntının devamini istemektedir. Çünkü, müritteki gafletin ilaci o sikintinin içindedir. Hastaya ilacini içirmemek dostluk degil, ihanet olur


selametle

hiiic
4. January 2011, 10:11 PM
“Rasulüm de ki: Ben, Allah’in dilediginden baska kendime herhangi bir fayda ve zarar verecek güce sahip degilim.” (A’raf/188) ayet-i kerimesi, her seyin Yüce Allah’in takdirinde oldugunu belirtiyor. Büyük arif Ibnu Atâ (K.S.) Hikem adli eserinde der ki: “Himmetler ne kadar büyük ve hizli olursa olsun kader sınırlarını geçemez.”

Bi yukardakinde bir ayet örneği vermişsin birde aşağıdakinde bişiler saçmalatmaya çalışmışsın.. ağzını eğip bükmüşsün sanki sölediklerini kitaptan sanalım diye..

Himmet, Allah’in bir rahmetidir. Himmet ehli, bir rahmeti yerine ulastirmakla görevli Allah’in dostudur. Kur’an ifadesiyle onlara “cündullah (Allah’in askerleri)” denir. Sayilarini, yerlerini ve görevlerini ancak Allah bilir. (Müddessir/31) Onlar, meleklerden ve kâmil müminlerden olusur. Cenab-i Hak, onlar vasitasiyla dilediklerine yardim edip, müsküllerini çözer. Aslinda kuluna destek veren ve müskülünü çözen Allah’tir. Peygamber olsun, veli olsun, diger varliklar vasitadan baska bir sey degildir. Bu hakikati Rasulullah (A.S.) Efendimiz söyle ifade buyuruyor: “Asil veren Allah’tir, ben ise verileni taksim edip yerine ulastirmakla görevliyim.” (Buhari, Müslim)


başkada bi ayetin bişin yok hep kuru gürültü yazmışsın...

ban sana ve sen gibilere şiir şarkı yazdım burdan..
çalkala kıvır çalkala
hadi durma çalkala
kıvır oradan bul birde buradan
bulamazsan uydur uydur kaydır..

tamam üstatlar kadar güzel olmadı ama manası geniş. hakikat manasını çok önemli... bi rivayete göre 2 kere çalkalayana 100 bir kere kıvırıp bir kere çaklakayana 200 sevap varmış..

hiiic
4. January 2011, 10:21 PM
papa hazretlerinin himmetinide anlatır mısınız biraz bilgilenelim bukonudada... siz sözleri çok güzel çarptırttırıyorsunuz. üzerinize görmedim şimdiye kadar.. papa hazretleride mubarek mi?

papanın, sizin tarikatınızdaki şeyhden farı nedir? varmıdır?
-ikiside Allahın kitabını eline almış tartışıyorlar, açıklıyorlar
-ikisinşinde açıklanmayan haklikatleri gizli sırları bilinmeyen akıl almayan hadiseleri var
-2 side sizin gibi pek çok mürete sahip
-papa sizden 600 yıl önde din bakımından
-2 side ayeti bırakıp hadis madis bişiler uydur çalkala çalkala kıvır

hem papa kendisini vuranı bile affetti felan... sizin şeyhiniz mi döver yoksa papa mı?

hiiic
4. January 2011, 10:26 PM
Tevbe 30
Yahudiler, Uzeyr Allah'ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesih (İsa) Allah'ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kafir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan batıla) döndürülüyorlar!

birileride bu ayeti okudukları halde diyorlarki, muhammette Allahın sevgilisidir, şeyhimizde Allahın aynasıdır felan diyorlar.. yaauuufff yazıklar olsun size yazıklar olsun ağızlarınızla gevelediğiniz boş kuruntuı ve zanlara.

100 defa yazdım yine yazcağım...

Âl-i İmrân 78
Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar.

Şimdi Allahın neden ayetleri tekrar tekrar benzer benzer yazdığını anlıyorum, Allah en soğrusunu bilir. Hakikaten bunu merak ediyordum öğrendim bu sapıkların sayesinde.

Hac 9
Allah yolundan saptırmak için yanını eğip bükerek (kibir ve azamet içinde) Allah hakkında tartışmaya kalkar. Onun için dünyada bir rezillik vardır; kıyamet gününde ise ona yakıcı azabı tattıracağız.

Nûr 49
Ama, eğer (Allah ve Resulünün hükmettiği) hak kendi lehlerine ise, ona boyun eğip gelirler.

***

Şimdi yazınızı birkez daha okuyalım bakalım:


Himmet, Allah’in bir rahmetidir. Himmet ehli, bir rahmeti yerine ulastirmakla görevli Allah’in dostudur. Kur’an ifadesiyle onlara “cündullah (Allah’in askerleri)” denir. Sayilarini, yerlerini ve görevlerini ancak Allah bilir. (Müddessir/31) Onlar, meleklerden ve kâmil müminlerden olusur. Cenab-i Hak, onlar vasitasiyla dilediklerine yardim edip, müsküllerini çözer. Aslinda kuluna destek veren ve müskülünü çözen Allah’tir. Peygamber olsun, veli olsun, diger varliklar vasitadan baska bir sey degildir. Bu hakikati Rasulullah (A.S.) Efendimiz söyle ifade buyuruyor: “Asil veren Allah’tir, ben ise verileni taksim edip yerine ulastirmakla görevliyim.” (Buhari, Müslim)

Şimdi gerçek müdessir 31 i okuyalım

31. Biz cehennemin işlerine bakmakla ancak melekleri görevlendirmişizdir. Onların sayısını da inkarcılar için sadece bir imtihan (vesilesi) yaptık ki, böylelikle, kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye öğrensin, iman edenlerin imanını atrttırsın; hem kendilerine kitap verilenler hem müminler şüpheye düşmesinler, kalplerinde hastalık bulunanlar ve kafirler de: "Allah bu misalle ne demek istemiştir ki?" desinler. İşte Allah böylece, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilmez. Bu ise, insanlık için ancak bir öğüttür.

***

sizi hangi söz adam eder lütfen söyleyin bana hangi söz?

Anonymous
4. January 2011, 10:56 PM
Selam.

Ben de bu velilik konusunda fikrimi belirtmek istedim. Yanlış bildiklerim varsa uyarınız lütfen.

Allah, iman sahiplerinin Veli'sidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre sapanlara gelince, onların dostları tağuttur ki, kendilerini nurdan karanlıklara çıkarır. Bunlar cehennemin dostlarıdır. Orada sürekli kalacaklardır onlar. Bakara 257

İman sahibi olduğum için Allah'tan başka yetkili veli/evliya tanımam.

Dost anlamında bakarsanız onlarca ayetten görebileceğiniz gibi her mü'min her mü'minin evliyasıdır. Yani bu atama ile olan yetkisel bir durum değildir. Mümin dostlarım için ben de bir veliyim. Hepimiz veliyiz.

Tabi ben Mümin derken tevhid ehlini kastediyorum. Ağzıyla "biz müslümanız" diyen ama şirke kapılmışları değil. Öldükten sonra "ben mümindim ama itikadda yanılmışım, hataya düşmüşüm ya da atalarım/imamlarım beni düşürdüler" gibi bir bahane söz konusu olamaz.

Zamanında Mekkedeki ebu cehil de, ebu leheb de, tüm müşrikler de her şeyin üstünde Allahı bilir ve ona taparlardı ama onlara müşrik dendi ve cehennemlik oldular. Onlar Allah tarafından verilmiş yetki ile donatılmış gördükleri Lat Uzza ve Menat'ı yani putlarının sembolize ettiği yaratıkları ve kendilerini Allahın yarattığına ve Allahın sonsuz gücüne inanırlardı. Ama aynı zamanda Lat ve Uzza ve Menatın Allah tarafından verilmiş yetkisel güçlerine(!) de inanırlardı. :confused: Bunun üzerine düşünmek gerek. Zaten müşrik demek herhangi bir konuda Allah'a ortak koşan demektir. Tarihi biraz kurcalayıp peygamberimizin görevlendirildiği dönemdeki müşriklerin inançlarını araştırmak, tevhidin ne olduğunu anlamamıza daha iyi yardımcı olur. Bir çok insanın zannettiği gibi putlar yapıp onların fiziki şahsına tapan Allah tanımazlar değillerdir.

Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin/evliyanın ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! (Araf 3)

Allah'ın berisinde bir yetkiye sahip olduğunu sanarak farkında olmadan RABLİĞE ortak koştukları zatlar da en az sizin benim kadar aklı kıt, kusurlu, yanlışlarla dolu YARATIKLARDIR.


De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kim?" De ki: "Allah." De ki: "O'nun yanında başka evliya mı/destekçiler mi edindiniz? Bunlar kendilerine bile yarar sağlayıp zarar verme gücünde değiller." De ki: "Körle gören yahut karanlıklarla ışık bir olur mu? Yoksa Allah'a, tıpkı O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da yaratış/yaratılanlar kendileri için benzeşir hale mi geldi?" De ki: "Allah'tır her şeyi yaratan, O'dur Vâhid ve Kahhâr olan." Rad 16

Allah'ın berisinden veliler edinenlerin durumu, bir ev edinen dişi örümceğin durumuna benzer. Ve evlerin en güvensizi/en zayıfı elbette ki dişi örümceğin evidir. Keşke bilselerdi! Ankebut 41

Allah hepimizi dosdoğru yoluna iletsin.



Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı duru din yalnız ve yalnız Allah'ındır! O'ndan başkasını veliler edinerek, "biz onlara, bizi Allah'a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz." diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz.

dost1
4. January 2011, 11:56 PM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!

Kur'an'da geçen "veli,evliya" kelimeleri dost anlamında değildir.
En büyük oyun kelimelerin tahrif edilmesiyle yapılmaktadır.
"Veli" kelimesi bizim Türkçeye de geçmiş bir kelimedir. Reşid olmadan önce baba ya da annelerimiz okulda bizim "veli" mizdiler.

Zümer suresi âyet 3:” Ela Lillahid diynül halis Velleziynettehazu min dunihi evliya' ma na'budühüm illâ liyükarribuna ilellahi zülfa innAllahe yahkümü beynehüm fiyma hüm fiyhi yahtelifun innAllahe la yehdiy men huve kazibün keffar;”

“Gözünüzü açıp kendinize gelin! Halis din/arı-duru tertemiz din sadece ve sadece Allah’ındır. O’ndan astları Velîler/Yakınlar kabullenmek suretiyle, “Biz onlara yalnız bizi Allah’a yaklaştırmaları için kulluk ediyoruz” diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz.”

Yunus suresi âyet 18:” Ve ya'büdune min dunillahi ma la yadurruhüm ve la yenfeuhüm ve yekulune haülai şüfeauna indAllah kul etünebbiunAllahe bima la ya'lemü fiys Semavati ve la fiyl Ard subhaneHU ve tealâ amma yüşrikûn;”

“Allah’ın astından (yaratılmışlardan) kendilerine zarar veremeyen, yarar sağlayamayan şeylere kulluk ediyorlar ve şöyle diyorlar: “Bunlar bizim Allah katındaki şefâatçılarımızdır.” De onlara: “Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği şeyleri mi haber veriyorsunuz?” Şanı yücedir O’nun, ortak koştuklarından münezzehtir O.”


Kaf suresi âyet 16:” Ve lekad halaknel İnsane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd;”

“Ve hiç kuşkusuz, insanı biz yarattık ve benliğinin ona telkin ettiği şeyi biz biliriz. Biz, ona şah damarından daha yakınız.”

Zümer suresi âyet 44:” Kul Lillahiş şefaatü cemiy’a leHU Mülküs Semavati vel Ard sümme ileyHİ turceun;”

“De ki: “Şefâat tümden Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü/yönetimi O’nundur. Sonunda O’na döndürüleceksiniz.”

Müddessir suresi âyet 11:” Zerniy ve men halaktu vehıyda;”


“Benimle, yarattığım kişiyi başbaşa bırak.”

Hadid suresi âyet 4:” Huvelleziy halekasSemavati vel'Arda fiy sitteti eyyamin sümmesteva 'alel'Arş ya'lemu ma yelicu fiyl’Ardı ve ma yahrucu minha ve ma yenzilu minesSemai ve ma ya'rucu fiyha ve Huve me'akum eyne ma küntüm vAllahu bima ta'melune Basıyr;”


“Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a egemenlik kuran, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen O’dur. Nerede olursanız olun, O, sizinle birliktedir. Ve Allah, yaptıklarınızı görendir.”


Âyetlerde de görülüyor ki Allah, insana şahdamarından daha yakındır, her yerde ve her an bizimle beraberdir. Ve şefâat tümden ve sadece Allah’a aittir. Ve Allah ile kul arasına Peygamber bile girememektedir.

Allah’ın kulundan mesafeli olduğunu iddia etmek de Kur’ân’a aykırıdır. Her Müslümanın bu ilahi beyanları, dikkate alması gerekir. Ki şirk bataklığına düşmesin, imanını kirletmesin.
Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah;

En’âm suresi âyet 153’te: “Ve enne haza sıratıy müstekıymen fettebiuhu ve la tettebius sübüle feteferraka biküm an sebiylih zâliküm vassaküm bihi lealleküm tettekun;”

“Ve bu benim dosdoğru yolumdur: Ona uyun; ve başka yollara uymayın ki, sizi Allah yolundan ayırmasınlar.” Size, bunu buyurmuştur. Belki takvâlı olursunuz.”

Diye tüm insanlığa seslenmekte. Bazı insanlar da Allah’a yaklaştırmaları için, bu yolda kendilerine torpil yapacak kişiler arayıp bulmaya ya da icat etmeye çalışmaktadır.
Buna gerek var mıdır?


Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah;
Hucurat 10’da:” İnnemel mu'minune ıhvetün feaslihu beyne ehaveyküm vettekullahe lealleküm turhamun;”

“Mü’minler kardeştirler. Öyleyse, iki kardeşiniz arasında barışı sağlayın ve Allah’tan sakının. Belki size merhamet edilir.”

Diye seslenmesine rağmen, iman kardeşliği dışında tarikat kardeşliği kurulmaya, müslümanlar binbir parçaya bölünmeye çalışılmaktadır.
Buna gerek var mıdır?



Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah;

A’raf suresi âyet 70:” Kalu eci'tena lina'budAllahe vahdeHu ve nezere ma kâne ya'büdü abaüna fe'tina bima teıdüna in künte mines sadikıyn;”

“Dediler ki: “Yalnız Allah’a kulluk etmemiz, babalarımızın taptıklarını bırakmamız için mi bize geldin? Eğer doğru sözlülerden isen, haydi bize tehdit ettiği şeyi getir.!”

Zümer suresi âyet 45:” Ve iza zükirAllahu vahdehüşmeezzet kulubülleziyne la yu'minune bil ahireti, ve iza zükirelleziyne min dunihi izahüm yestebşirun;

“Ve Allah, tek olarak anıldığında, öteki dünyaya inanmayanların kalpleri kasılır; ama Allah’ın astlarından olan kimseler anıldığında, bakarsın yüzleri gülüverir.”

Diye buyurduğu halde; nahnu,inna gibi Allah’ın azamet ve Kibriyalık ifadesi olan “biz” ifadesini : Allah ne yaparsa bu Velileri ile birlikte yapmakta bunun için “biz” ifadesini kullanmıştır diyerek Allah’a ait olan sıfatları, tasarrufları “velilere” vermekteler.
Buna gerek var mıdır?

Velî ve “Evliyâ” sözcüklerinin anlamında saptırmalar varsa bu sorulara verilen cevap evet olur. Bu saptırmalara bakalım.

Velî: Gizli bilgiler ile donanmış, zaman ve mekan bağlarının dışında kalan, Allah tarafından özel himaye gören kimse.

Evliyâ: Olağanüstü yeteneklerle donatılmış, keramet sahibi kimse.

"Velî”’nin çoğulu “Evliyâ”’dır. Yani Evliyâ demek Velî’ler demektir.

Evliyâ sözcüğü çoğul anlamını yitirip, tarikat ve tasavvuf çevrelerinde özel bir tekil anlam kazanmıştır.

Zümer suresi âyet 45:” Ve iza zükirAllahu vahdehüşmeezzet kulubülleziyne la yu'minune bil ahireti, ve iza zükirelleziyne min dunihi izahüm yestebşirun;

“Ve Allah, tek olarak anıldığında, öteki dünyaya inanmayanların kalpleri kasılır; ama Allah’ın astlarından olan kimseler anıldığında, bakarsın yüzleri gülüverir.”

Değerli Kardeşlerim!

Evliyâ tabirinin içine Üçler, Yediler, Kırklar, Abdal, Aktap, Evtad, Nükeba ve Nüceba denilen kimseler de girer.

Genel kabul olarak da her tarikatın şeyhi, her cemaatin ileri geleni Evliyâ’dır, Velîyyüllah’tır. Bunlar ya Gavs’tır ya Kutup’tur. Yine bunlar ya Üçler’dendir ya Yediler’dendir ya da Kırklar’dandır.

Kutup: Değirmenin, çevresinde döndüğü eksen demektir. Zamanının bütün oluşları onun çevresinde dönüp durduğu için zamanın ruhsal seyyidi ve yöneticisi olan zata bu ad verilmiştir.

Kutuplar iki tanedir. Biri görünen alemi yönetir, biri gayb alemini. Kutup ölünce, yerine Abdallardan en kamili geçer.

Abdallara gelince: “Abdal” kelimesi, bedel sözünden alınmıştır. Bunlardan biri ölünce onun yerine öteki geçtiği için bu adla anılmışlardır. Bunlar, peygamberin yerine iş gördükleri için de bu adı almış olabilirler. Allah, insanlara musallat olabilecek belaları, fesatları bu abdallar yüzünden yok eder.

Evtad’a gelince: Bu kelime direk, dayanak anlamındaki veted sözcüğünün çoğuludur. Bunlar, yeryüzünün dayanıklı olmasını sağlayan ruhsal kişilerdir. Kur’ân’da dağların evtad olduğunu söyleyen âyet bu kişilere dikkat çekmektedir.

Nukeba, nakîb (temsilci, belirleyici) sözcüğünün çoğuludur. Nukeba, toplumların kozmik temsilcileridir. Bunların her biri gezegenlerin birinin dünya üzerindeki etkilerini kontrol eder. Bunlar İblis’i de tanırlar ve onun etkilerini de kontrol ederler.


Efrad’a gelince: Bu kelime ferd kelimesinin çoğuludur. Efrad, melekler aleminden bazılarının temsilcisi olarak iş görür.

Nüceba’nın sayısı 70, Abdalların 40, Ahyarın 7, Evtad’ın 4’tür. Gavs ise bir tektir.

Nukaba’nın yaşadığı yer Mağrip, nüceba’nınki Mısır, Abdallarınki, şam, Gavs’ınki Mekke,

Kutup’unki Yemen’dir. Ahyar ise yeryüzünü durmadan dolaşır.

Halkın Ka’be’yi tavaf ettiği gibi Kutup da sürekli biçimde Allah’ı tavaf eder. Hep Allah’ın çevresindedir, orada döner durur.

Kutup, azledilmez, makamından ayrılmaz. Ancak ölünce yeri boşalır.
(İbn-i Abidin; Resâil, 2/264-281)

Değerli Kardeşlerim!

Gördüğünüz gibi Lâtlar, Menâtlar, Uzzâlar, Hubeller artık isim değiştirmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı yayınlarından olan “Menâkib-ül-Ârifin” kitabının ikinci cildi sayfa 214’e ve Arif Pamuk’un “Rasülüllah’ın mübarek dilinden Surelerin faziletleri” adlı kitabının 8, 9. sayfalarında yazılanları buraya aktarmaya elim varmıyor. Merak eden kendisi bakabilir ve işlerin nereye kadar vardırıldığını görebilir.

Bu sapık ve saçma inançlar Peygamber Efendimiz ve sahabe döneminde Müslümanlar arasında kesinlikle yoktu. Hiç görülmedi ve de duyulmadı.

Tasavvuf ve tarikat dinlerinin temel inançlarından biri olan “velîlik” inancı, yeni Eflatunculuğun, Maniheizm, Şamanizm, Budizm, Hırıstiyanlık, Yahudilik, Paganizm, Zerdüştlük dinlerinin kırıntılarıyla oluşturulmuştur.

Bu sapıklığın temelinin Yahudilere ve Hırıstiyanlara uzanışı bizzat Kur’ân tarafından söyleniyor.

Maide suresi âyet 18:” Ve kaletil yehudü vennesara nahnü ebnaullahi ve ehıbbauHu, kul felime yüazzibüküm bi zünubiküm bel entüm beşerün mimmen haleka, yağfiru limen yeşaü ve yüazzibü men yeşa' ve Lillahi mülküs Semavati vel Ardı ve ma beynehüma ve ileyhil mesıyr;”

“Yahudiler ve Hırıstiyanlar dediler ki, “Biz Allah’ın oğulları ve Sevgilileri’yiz.” De ki: “O halde niçin size günahlarınız yüzünden azap ediliyor?” Hayır, siz de O’nun yarattıklarından birer insansınız. Dilediğini affeder O, dilediğini azap eder. Hem göklerin hem yerin hem de bunlar arasındakilerin mülk ve yönetimi Allah’ındır. Dönüş de O’nadır.”

Bakara 111:” Ve kalu len yedhulel cennete illâ men kâne huden ev nesara tilke emaniyyühüm kul hatu bürhaneküm in küntüm sadikıyn;”

“ Yahudi yahut Hırıstiyan olandan başkası cennete asla giremeyecek.” dediler. Bu, onların hayalleri, kuruntularıdır. De ki onlara: “ Eğer doğru iseniz hadi getirin kanıtınızı.”

Bakara 94, 95:” Kul in kânet lekümüddarul’ahıretü indAllahi halisaten min duninNasi fetemennevülmevte in küntüm sadikıyn;”

“Ve len yetemennevhu ebeden bima kaddemet eydiyhim vAllahu Aliymun bizzalimiyn;”

“De ki: “Allah katındaki ahiret yurdu diğer insanların değil de sadece sizin ise, eğer doğru sözlü iseniz, hadi isteyin ölümü!

“Ellerinin önden gönderdiği şeyler yüzünden ölümü hiçbir zaman istemeyeceklerdir. Allah, zalimleri çok iyi bilmektedir.”

Cuma 6:”Kul ya eyyuhelleziyne hadu in ze'amtum enneküm evliyau lillahi min duninnasi fetemennevulmevte in küntüm sadikıyn;”

“De ki: “Ey Yahudiler! Eğer insanlar arasında yalnız kendinizin (Evliyâüllah) Allah’ın yakınları olduğuna inanıyor ve bunda gerçekten samimi iseniz, hadi ölümü isteyin!”

Yüce Rabbimizin Kur’ân’daki, bunları teşhirindeki mesajı iyi alalım. Aksi halde biz şeytânın evliyâsı, şeytân da bizim velîmiz oluverir.

Değerli Kardeşlerim!

Tarihsel kayıtlar bu inançların Müslümanlar arasına Muaviye ve onun yakın dostu , Yahudi casusu Ka’b el Ahbar tarafından sokulduğu açıklanmaktadır.

Konu ile ilgili teferruatlar Suyutî’nin Tahzir-ül Havas Min Ekazib-il Kussas adlı eserinde mevcuttur.

Bu konular ile ilgili yeterince uyarıcı eserler yazılmıştır. Bunlarla mücadele edilmiştir.
(İbn-i Teymiye; el Furkan, Elbânî; ez-Zaifa, M. Ebu Reyye; Mecelle ve Advâ, Suyutî; Tahzîr, İbn-i Cevzî; Telbis-ül İblis. )

Ama ne yazık ki yavuz hırsız ev sahibini bastırmıştır. Bu mücahitlere binbir kara çalınmıştır.
Tıpkı bu gün de bu konular ile ilgili yazanlara yapıldığı gibi.

Değerli Kardeşlerim!


Velî ve Evliyâ sözcüklerinin kavramsal anlamları İslâm dışı inanç ve kültürlerden Müslümanlara empoze edilmiş, İslâm’ın yozlaştırılması amacına yönelik girişimlerdir.

Velî sözcüğü, velâ kökünden türemiş sıfatı müşebbehe kipinde bir sözcüktür. Mastarı velâyet’dir.

Anlamı, “arada bir şey bulunmadan bitişiklik, yan-yana olma ve yaklaşma, yakın olma” demektir ve “arkadaşlık, yer, niyet, zaman, din ve nisbette, yardımda tam bir yakınlık” anlamı verilmektedir.

“Velâyet” sözcüğü, mastar haliyle Kur’ân’da iki yerde geçmektedir.

Enfal 72:” İnneleziyne amenu ve haceru ve cahedu bi emvalihim ve enfüsihim fiy sebiylillâhi velleziyne avev ve nesaru ülaike ba'duhüm evliyaü ba'd velleziyne amenu ve lem yühaciru ma leküm min velayetihim min şey'in hatta yühaciru* ve inistensaruküm fiyd diyni fealeykümün nasru illâ alâ kavmin beyneküm ve beynehüm miysak* vAllahu bi ma ta'melune Basıyr;”


“Kuşkusuz inanan ve hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar ve barındırıp yardım edenler, evet işte bunlar birbirlerine yakın olanlardır. İnanan ve hicret etmeyenlere gelince, hicret edene kadar, onlara YAKINLIK söz konusu değildir. Ve din uğrunda yardım isterlerse, aranızda antlaşma bulunan bir halk zararına olmaksızın, onlara yardım etmeniz gerekir. Ve Allah yaptıklarınızı çok iyi görür.”

Kehf 44:” Hünalikel Velayetü Lillahil Hakk Huve hayrun sevaben ve hayrun ukba;”


“Orada YAKINLIK ancak Hakk olan Allah’a aittir. Ödüllendirme bakımından en iyi ve kovuşturma yönünden de en iyi olan O’dur.”

Velâyet sözcüğü, “ve” harfinin kesresiyle “vilâyet” olarak da okunur.
Normalde anlam değişmemesine rağmen zaman içerisinde vilâyet sözcüğü, kök anlamından uzaklaşmadan “toplumsal yakınlık” anlamında “emirlik, sultanlık anlamında da kullanılmıştır.

“Velâyet” sözcüğü, öz anlamı ekseninde zaman içerisinde kişilerin ve toplumların birbiriyle olan ilişkilerinde kavramlaşmıştır. Kavram olarak da, “ Reşîd bir şahsın, şahsi ve mali işlerini gözetip yürütme hususunda kasır (eksikli, becerisi, yeteneği olmayan) olan bir şahsın yerini tutmasıdır.” demek olmuştur.

“Velâyet” mastarından müştak/türemiş “velî” sözcüğünün anlamı ise, “yakın olan, yakın duran” demektir.

“Velî” sözcüğü ve bu sözcüğün çoğulu olan “evliyâ” sözcüğü Kur’ân’da hep sözcük anlamında kullanılır.


Orijinal İslâm Dininde “Velî ve “Evliyâ” diye bir kavram kesinlikle yoktur.

“Velî ve “Evliyâ” kavramları İslâm’ın zuhurundan yüzyıllar sonra yabancı güçlerin ve kültürlerin etkisiyle Müslümanların bünyesine sokulmuştur.

“Velî” sözcüğü Kur’ân’da hem Allah için hem de kullar için kullanılmıştır. “Velî” sözcüğü aynı zamanda Esmâ-i Hüsnâ’dan birisidir.

“Velî” sözcüğü Kur’ân’da :
nasîr = yardımcı,
Mürşid=aydınlatan, yol gösteren,
şefi’=şefâat eden,
vâk=koruyucu,
Hamîd= öven, yücelten
sıfatları ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır, bağışlayıp merhamet eder, zarardan alıkoyup yarara yaklaştırır nitelemeleriyle birlikte yer alır.

Velîliğin, yakınlığın bu niteliklerle yakın ilişkisi vardır.
Bunlar velînin, yakın olanın belirgin nitelikleridir.
Bu yakınlıklar nicel bir yakınlık değil nitel bir yakınlıktır.
Buna göre “Velî/Yakın Biri” denildiğinde: “Yardım eden, yol gösteren, aracılık yapan, aydınlatan ve koruyan birisi” anlaşılmalıdır.


Bakara 107:” Elem ta'lem ennAllahe leHu mülküsSemavati vel Ard ve ma leküm min dunillahi min veliyyin ve la nasıyr;”


“Bilmedin mi ki göklerin de yerin de mülk ve saltanatı yalnız Allah’ındır. Sizin için Allah’ın astlarından ne bir Yakın Kişi vardır ne de bir yardımcı. ”

Bakara 120:” Ve len terda ankelyehudü ve lennesara hatta tettebia milletehüm* kul inne hüdAllahi hüvel hüda* ve leinitteba'te ehvaehüm ba'delleziy caeke minel ılmi, ma leke minAllahi min veliyyin ve la nasıyr;”

“Öz milletlerine uymadıkça ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar. De ki: “ Allah’ın kılavuzluğu erdirici kılavuzluğun ta kendisidir.” İlimden sana ulaşan nasipten sonra bunların boş ve iğreti arzularına uyarsan, Allah katından ne bir Yakın Kimsen olur ne de bir yardımcın.”
Nisa suresi âyet 45:” VAllahu a’lemü bi a'daiküm ve kefa billahi Veliyyen ve kefa billahi nasıyra;”


“Allah sizin düşmanlarınızı daha iyi bilir. Yakın kişi olarak, Allah yeter. Yardımcı olarak da Allah yeter.”
Nisa 123:” Leyse bi emaniyyiküm ve la emaniyyi ehlil Kitab men ya'mel suen yücze bihi ve la yecid lehu min dunillahi veliyyen ve la nesıyra;”


“İş ne sizin kuruntularınızladır ne de Ehlikitab’ın kuruntularıyla. için Kötülük yapan onunla cezalandırılır. Ve böyle biri, kendisi için Allah’ın astlarından ne bir Yakın Kimse bulacaklardır ne de bir yardımcı.”

Nisa 173:” Feemmelleziyne amenu ve amilus salihati fe yüveffiyhim ücurehüm ve yeziydühüm min fadliHi, ve emmelleziynestenkefu vestekberu feyü’azzibühüm azaben eliymen, ve la yecidune lehüm min dunillahi veliyyen ve la nesıyra;

“Bunun ardından da inanıp barışa yönelik işler yapanların ödüllerini tam verecek ve lütfundan onlara fazlalıklar da bağışlayacaktır. Kulluktan çekinip büyüklük taslayanlara gelince, onlara korkunç bir azapla azap edecektir. Böyleleri, kendileri Allah’ın astından ne bir Yakın Kimse bulur ne de bir yardımcı.”

En’âm 51: “Ve enzir bihilleziyne yehafune en yuhşeru ila Rabbihim leyse lehüm min dunihî veliyyün ve la şefiy’un leallehüm yettekun;”


“Rablerinin huzurunda haşr edileceklerinden korkanları, o vahiy ile uyar ki korunabilsinler. Onların O’nun astlarından ne bir Yakın Kimseleri vardır ne de şefâatçıları.”

En’âm suresi âyet 70:” Ve zerilleziynettehazu diynehüm leiben ve lehven ve ğarrethümül hayatüd dünya ve zekkir bihi en tübsele nefsün bima kesebet leyse leha min dunillahi veliyyün ve la şefiy'un, ve in ta'dil külle adlin la yü'haz minha ülaikelleziyne übsilu bima kesebu lehüm şerabün min hamiymin ve azabün eliymün bima kânu yekfürun;”

“Dinlerini oyun ve eğlence haline getirmiş, dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak da o Kur’ân ile şunu hatırlat: Bir kişi, kendi elinin üretip kazandığına teslim edilirse onun, Allah’ın astlarından ne bir Yakın Kimsesi kalır ne de şefâatçısı. Her türlü fidyeyi verse de ondan kabul edilmez. İşte bunlar, kazandıklarına teslim edilmişlerdir. Nankörlük ettiklerinden ötürü onlar için kaynar sudan bir içki ve korkunç bir azap vardır.”

Ra’d suresi âyet 37:” Ve kezâlike enzelnahu hukmen arabiyya ve leinitteba'te ehvaehüm ba'de ma caeke minel ılmi, ma leke minAllahi min Veliyyin ve la Vak;”


“İşte biz o Kur’ân’ı Arapça bir hüküm kaynağı olarak indirdik. Eğer sana gelen ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan, Allah’tan sana bir Yakın Kimse ve bir koruyucu yoktur.”

Kehf suresi âyet 17:” Ve teraşşemse iza taleat tezaveru an Kehfihim zatel yemiyni ve iza ğarebet takriduhüm zateş şimali ve hüm fiy fecvetin minh zâlike min ayatillah men yehdillahu fehüvel mühted ve men yudlil felen tecide lehu veliyyen mürşida;


“Güneşi görüyorsun: doğduğu vakit mağaralarından sağ tarafa kayar, battığı vakit ise onları sol tarafa doğru makaslayıp geçer. Böylece onlar mağaranın geniş boşluğu içindedirler. Bu, Allah’ın mucizelerindendir. Allah’ın kılavuzluk ettiği doğruyu bulmuştur. Şaşırttığına gelince, sen ona yol gösteren bir Yakın Kimseyi asla bulamazsın.”

Kehf 26:” Kulillahu a'lemu bima lebisu leHu ğaybüs semavati vel Ard ebsır bihi ve esmı' ma lehüm min duniHi min veliyyin, ve la yüşrikü fiy hükmiHi ehada;

Şura suresi âyet 28,” Ve Huvelleziy yünezzilül ğayse min ba'di ma kanetu ve yenşuru rahmeteHu, ve Huvel Veliyyül Hamiyd;”

” O, onlar (ümit kestikten sonra yağmuru, rahmeti indiren ve rahmetini yayandır. O, Yakındır. Öven yüceltendir.”

Şura 46:” Ve ma kâne lehüm min evliyae yensurunehüm min dunillah ve men yudlilillahu fema lehu min sebiyl;”

“Onların Allah’dan başka kendilerine yardım edecek yakınları da yoktur. Allah kimi saptırırsa, onun için artık bir yol yoktur.”

En’âm 14:” Kul eğayrAllahi ettehızü veliyyen Fatıris Semavati vel Ardı ve Huve yut'ımu ve la yut'am kul inniy ümirtü en ekûne evvele men esleme ve la tekûnenne minel müşrikiyn;”

” De ki: “Semavat ve Arz’ın Fatırı olan ve O besleyip-doyuran, kendisi beslenmeyen Allah’dan ğayrını mı Yakın edineyim?” “Ben İslam olanların ilki olmakla emrolundum”, de ve sakın müşriklerden olma.”

A’raf suresi âyet 196:” İnne Veliyyiyellahulleziy nezzelel Kitabe, ve Huve yetevelles salihıyn;”

”Muhakkak ki benim Yakınım, O Kitab’ı indiren Allah’dır!.. Ve O, salihleri Yakın edinir .”

Yusuf 101:” Rabbi kad ateyteniy minel mülki ve allemteniy min te'viylil ehadiys FatıresSemavati vel Ardı ente veliyyiy fiyd dünya vel ahireti, teveffeniy müslimen ve elhıkniy bissalihıyn;”

“Rabbim! Gerçekten sen bana Mülk’den verdin ve bana hadiselerin te’vilinden öğrettin.Semavat ve Arz’ın Fatırı! Dünya’da ve Ahiret’te Sen’sin Yakınım Müslim olarak beni vefat ettir ve beni salihlere kat!”.


Yine “velâ” kökünden, “velâyet” mastarından türemiş olan “ Vâlî” sözcüğünün anlamı da “Velî” sözcüğünün anlamıyla aynıdır. Allah için de kullanılmıştır.

Ra’d suresi âyet 11:” LeHu muakkıbatün min beyni yedeyhi ve min halfihı yahfezunehu min emrillah innAllahe la yuğayyiru ma bi kavmin hatta yuğayyiru ma bi enfüsihim ve iza eradAllahu bi kavmin suen fela meradde leh ve ma lehüm min dunihi min val;


“Her kişi için, önünde ve arkasında, Allah’ın emriyle onu koruyan izleyiciler vardır. Gerçekte, bir halk, kendindekileri değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah, bir halka kötülük dileyince, o zaman, onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için, O’nun astlarından bir Yakın olan da yoktur. ”

Değerli Kardeşlerim!

Veli, Evliya,velayet sözcükleriyle bağlantılı olan ve Kur’an’da sıkça kullanılan “Mevlâ” sözcüğü de aynı kökten ve aynı anlamdan gelmektedir.
Mevlâ sözcüğü hem Fâil hem de Mef’ûl anlamında kullanılır.

Fâil anlamında kullanıldığında “Velî” sıfatı gibi, “yakın olan, yardım eden, koruyan yol gösteren” anlamındadır.

Mef’ûl anlamında ise “yardım olunan, yakın olunan, korunan” anlamındadır.

İslâm Hukukunda Fâil anlamında köle âzâd eden köle sahibine “mevlâ” dendiği gibi, Mef’ûl anlamıyla köleye de “mevlâ” denilir.

İslâm aleminin bir çok yerinde, saygı için, bazı büyüklere, bilginlere “mevlânâ = mevlâmız” denilmektedir.

Kur’ân dikkate alındığında bu doğru bir şey değildir.

Bu sıfatın Allah’tan başkası için kullanılmaması gerektiğini düşünüyorum. Doğrusunu Allah bilir.

Bakara suresi âyet 286:”… va'fü anna, vağfir lena, verhamna, ente mevlana fensurna alel kavmil kafiriyn;

” Affeyle bizleri ,Mağfiret et bizleri, rahmet buyur bizlere. Sen Mevlamızsın;( yakın olanımızsın- yardım edenimizsin-yol gösterenimizsin- koruyanımızsın) o halde kafirlere karşı bize zafer ihsan et.

Âl-i Imran suresi âyet 150:” Belillahu mevlaküm ve Huve hayrun nasıriyn;”
”Hayır! Sizin mevlanız (yakın olanınız/yardım edeniniz/koruyanınız/yol göstereniniz) Allah’tır O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.”

En’am suresi âyet 62:” Sümme ruddu ilAllahi mevlahümül Hakk ela leHul hukmü ve Huve esreul hasibiyn”

“Sonra onlar gerçek Mevlaları (yakın olanları/yardım edenleri/koruyanları/yol gösterenleri olan Allah’a götürülürler. Gözünüzü açın! Hüküm yalnız O’nundur. Ve hesap görenlerin en süratlisi de O’dur.”

Hac 13:” Yed'u lemen darruhu akrebü min nef'ıh lebi'selmevla ve lebi'sel aşiyr;”
O, zarar vermesi fayda vermesinden daha yakın olana dua eder/yönelir. O ne kötü bir Mevla(yakın olan/yardım eden/koruyan/yol gösteren) ve ne kötü bir arkadaşdir.

Hacc 78:” Ve cahidu fillahi hakka cihadiHi, Huvectebaküm ve ma ceale aleyküm fiyd diyni min harec millete ebiyküm İbrahiym Huve semmakümül müslimiyne min kablü ve fiy hazâ liyekûner Rasûlü şehiyden aleyküm ve tekûnu şühedae alenNas feekıymusSalate ve atüz Zekate va'tesımu billah Huve Mevlaküm fenı'mel Mevla ve nı'men Nesıyr;

“Allah uğrunda ona yaraşır bir gayretle cihad edin. O sizi seçmiş ve dinde size hiçbir güçlük çıkarmamıştır. Babanız İbrahim’in dinini esas alın. Allah sizi, önceden de şu Kitap’ta da “müslümanlar” diye adlandırdı ki, rasül sizin üzerinizde bir tanık olsun, siz de insanlar üzerine tanıklar olasınız. O halde salatı ikame edin, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O’dur sizin Mevlâ’nız.( Size yakın olanınız- yardım edeniniz-yol göstereniniz- koruyanınız). Ne güzel Mevlâ’dır (Size yakın olandır- yardım edendir-yol gösterendir- koruyandır) O, ne güzel Nasîr’dir O. ”

Tevbe 51:” Kul len yusıybena illâ ma ketebAllahu lena* Huve mevlana ve alellahi fel yetevekkelil mu'minun;”
”De ki: “Allah’ın bizim için yazdığından başkası, asla bize isabet etmeyecektir. O’dur bizim Mevla’mız.(yakın olanımız- yardım edenimiz-yol gösterenimiz- koruyanımız) Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler”

Enfal suresi âyet 40:” Ve in tevellev fa'lemu ennAllahe Mevlaküm nı'mel Mevla ve nı'men Nesıyr;”

“Eğer yüz çevirirlerse bilin ki, Allah sizin Mevlânız’dır. (Size yakın olanınızdır- yardım edeninizdir-yol göstereninizdir- koruyanınızdır) Ne güzel Mevlâ’dır(Size yakın olandır- yardım edendir-yol gösterendir- koruyandır) O, ne güzel Nasîr’dir O.”

Yunus 30:”Hünalike teblu küllü nefsin ma eslefet ve ruddu ilellahi MevlahumülHakkı ve dalle anhüm ma kânu yefterun;

”Orada her nefs, önceden ne gönderdi ise onu dener. Onlar Hakk Mevlaları ((yakın olanları- yardım edenleri- yol gösterenleri-koruyanları) olan Allah’a döndürülmüş ve uydurmakta oldukları kendilerinden kaybolup gitmiştir.”

Meryem 5:” Ve inniy hıftül mevaliye min veraiy ve kânetimraetiy akıren feheb liy min ledünke Veliyya;”

“Ben arkamdan gelecek Mevâlimden (Yakınlarımdan -yardım ettiklerimden - yol gösterdiklerimden - koruduklarımdan) korkuyorum. Karımsa kısır. O halde katından bir velî (yakın olan- yardımcı olan-yol gösteren-koruyan)bağışla!”

(Mevâlî, Mevla sözcüğünün çoğuludur. Bu âyette de çoğul olarak yer almıştır. Mef’ûl anlamla kullanılmıştır.)



Muhammed suresi âyet 11:” Zâike bi ennAllahe Mevlelleziyne amenu ve ennel kafiriyne la Mevla lehüm;”

“Bu böyledir, çünkü Allah, iman edenlerin Mevlâ’sıdır (Yakın olanıdır-yardım edenidir- yol gösterenidir-koruyanıdır). Küfre sapanların Mevlâ’sı (yakın olanı- yardım edeni- yol göstereni-koruyanı) yoktur.”

Tahrim suresi âyet 2:” Kad feradAllahu leküm tahıllete eymaniküm vAllahu mevlaküm ve Huvel'AliymulHakiym;”

“Allah size, yeminlerinizi çözmeyi farz kılmıştır. Ve Allah sizin Mevlâ’nızdır (Yakın olanınızdır-yardım edeninizdir-yol göstereninizdir-koruyanınızdır). Alim’dir O, Hakîm’dir O.”

Tahrim 4: “İn tetuba ilellahi fekad sağat kulubüküma ve in tezahera 'aleyhi feinnAllahe Huve Mevlahu ve Cibriylu ve salihul mu’miniyn velMelaiketü ba'de zâlike zahiyr;”

”Eğer ikiniz, Allah’a tevbe ederseniz, gerçekten kalbleriniz meyletmiş/sapmış bulunuyor. Eğer O’nun aleyhine birbirinize arka/destek olursanız, muhakkak ki Allah, O’nun mevlası’dır, (Yakın olanıdır-yardım edenidir- yol gösterenidir-koruyanıdır )Cibriyl de, mü’minlerin salihi de. Ve ondan sonra melaike de zahiyrdir.


Duhan suresi âyet 41:” Yevme la yuğniy mevlen an mevlen şey’en ve la hüm yünsarun;”
Mevla’nın (Yakın olanın-yardım edenin- yol gösterenin-koruyanın mevla’dan (Yakın olandan-yardım edenden- yol gösterenden-koruyandan) bir şey savamadığının günüdür .Onlar yardım da olunmazlar.

Bize en yakın durumda olan Allah’tır.

Bakara suresi âyet 257:” Allahu Veliyyülleziyne amenu yuhricühüm minez zulümati ilenNur velleziyne keferu evliyaühümüt tağutu yuhricunehüm minen Nuri ilez zulümat ülaike ashabün nar hüm fiyha halidun;”

“Allah, iman sahiplerinin Velîsidir/Yakın Kimsesidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre sapanlara gelince, onların Yakın Kimseleri tâğûttur ki, kendilerini nurdan karanlığa çıkarır. Bunlar cehennem halkıdır. Orada sürekli kalacaklar onlar.”

Âl-i Imran suresi âyet 68:” İnne evlenNasi bi İbrahîyme lelleziynettebeuhu ve hazen Nebîyyu velleziyne amenu vAllahu Veliyyül mu’miniyn;

“Şu bir gerçek ki, insanların İbrahim’e en yakın olanları, elbette ona uyanlar, bu peygamber, bir de iman sahipleridir. Allah mü’minlerin velîsidir (yakın olanı-yardım edeni- yol göstereni-koruyanıdır).”

“Nisa suresi âyet 139:” Elleziyne yettehızunel kafiriyne evliyae min dunil mu’miniyn eyebteğune ındehümül ızzete feinnel ızzete Lillahi cemiy’a;


“Öyle kişiler ki onlar, müminleri bırakıp küfre sapanları Yakın Birisi kabul ediyorlar. Onların yanında onur ve yücelik mi arıyorlar? Onur ve yüceliğin tümü Allah’ındır.”

Maide 55,:” İnnema Veliyyükümullahu ve RasûluHu velleziyne amenülleziyne yukıymunes Salate ve yü'tunez Zekate ve hüm rakiun;”

Maide 56:”Ve men yetevelellahe ve RasûleHu velleziyne amenu feinne hızbAllahi hümül ğalibun;”

“Sizin velîniz(size Yakın olan) Allah’tır, O’nun rasülüdür bir de rüku eder bir halde salatı ikame edip zekâtı vererek iman edenlerdir.”

“Allah’ı, O’nun rasülünü ve iman edenleri kendine Yakın kabul edenler bilsinler ki, galip gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır.”

Enam 127:” Lehüm DarusSelâmi ınde Rabbihim ve Huve Veliyyühüm bi ma kânu ya'melun;”


“Rableri katındaki huzur ve esenlik yurdu onlarındır. İşler oldukları ameller yüzünden, O, onların Velî’si/Yakını oluvermiştir.”

Furkan 18:” Kalu subhaneke ma kâne yenbeğıy lena en nettehıze min dunike min evliyae ve lâkin metta'tehüm ve abaehüm hatta nesüzZikr ve kânu kavmen bura;”


“Dediler ki: “Tespih ederiz seni, seni bırakıp da senin astlarından evliya/ Yakınlar kabul etmek bize yaraşmazdı. Ama sen onları ve atalarını öylesine nimetlendirdin ki, Zikir’i unuttular ve helake giden bir topluluk oldular.””

Secde 4:” Allahulleziy halekas Semavati vel Arda ve ma beynehüma fiy sitteti eyyamin sümmesteva alel Arş ma leküm min duniHi min veliyyin ve la şefiy' efela tetezekkerun;


“Allah’tır ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerinde egemenlik kurmuştur. O’nun astlarından size ne bir veli/Yakın vardır ne de bir şefâatçi. Hala düşünüp ibret almayacak mısınız?”

Fussılet suresi âyet 30:” İnnelleziyne kalu RabbunAllahu sümmestekamu tetenezzelü aleyhimül Melaiketü ella tehafu ve la tahzenu ve ebşiru bil cennetilletiy küntüm tuadun;”

“Şu bir gerçek ki, “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra hiç şaşmadan yol alanlar üzerine, melekler sürekli iner de şöyle der: “Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle sevinin.”

Fussilet 31:”Nahnu evliyaüküm fiyl hayatid dünya ve fiyl ahireti, ve leküm fiyha ma teştehiy enfüsüküm ve leküm fiyha ma teddeun;”

“Biz sizin, dünya hayatında da âhirette de Evliyanızız /Yakınlarınızız. Cennette sizin için nefislerinizin arzuladığı her şey var. Orada sizin için istediğiniz her şey var.”


Fussilet32: “Nüzülen min Ğafurin Rahıym;”

“Gafûr ve Rahîm Allah’tan bir ikram olarak...”

Fussilet 33:“Ve men ahsenü kavlen mimmen dea ilellahi ve amile salihan ve kale inneniy minel müslimiyn;”

“Allah’a çağırıp/yakarıp barışa yönelik iş yapan ve “ben müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır”

Fussilet 34:“Ve la testevil hasenetü ve les seyyietü, idfa' Billetiy hiye ahsenü feizelleziy beyneke ve beynehu adavetün keennehu veliyyün hamiym;”

“Güzellikle çirkinlik/iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel tavırla sav. O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sımsıcak bir Veli/Yakın oluvermiştir.”


Şura suresi âyet 9:” Emittehazu min duniHi evliya' fAllahu Huvel Veliyyü ve Huve yuhyil mevta ve Huve alâ külli şey'in Kadiyr;”

“Yoksa O’nun astlarından bir takım Evliya/Yakın Kimseler mi kabulleniyorlar? Ama Allah, O’dur velî (Yakın olan). O, ölüleri diriltir ve O, her şeye gücü yetendir.”

Şura suresi âyet 31:” :” Ve ma entüm bi mu'ciziyne fiyl Ard ve ma leküm min dunillahi min Veliyyin ve la Nasıyr;

“Siz yeryüzünde aciz bırakıcılar değilsiniz. Sizin, Allah’ın astlarından birVeliniz/Yakınınız da yoktur, yardımcınız da.”



Casiye suresi âyet 19:” İnnehüm len yuğnu anke minAllahi şey'a ve innez zalimiyne ba'duhüm evliyau ba'd vAllahu Veliyyül müttekıyn;

“Kuşkun olmasın ki onlar, Allah karşısında sana hiçbir yarar sağlayamazlar. Zalimler birbirlerinin Evliyalarıdırlar/Yakınlarıdırlar, Allah ise Takvaya sarılanların Velîsidir/Yakınıdır.”

Allah Rasülü de mü’minlere en yakın olandır.

Ahzap 6:” Ennebîyyü evla bil mu’miniyne min enfüsihim ve ezvacühu ümmehatühüm ve ülül’ erhami ba'duhüm evla bi ba'dın fiy Kitabillahi minel mu’miniyne vel mühaciriyne illâ en tefalu ila evliyaiküm ma'rufa kâne zâlike fiyl Kitabi mesturea;”


“O peygamber, müminlere kendilerinden daha yakındır. Onun eşleri de müminlerin anneleridir. Anne tarafından akraba olanlar da Allah’ın Kitab’ında birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak yakınlarınız için örfe uygun bir vasiyette bulunmanız müstesnadır. Bu, Kitap’ta satırlara geçirilmiştir.”

Değerli Kardeşlerim!

Tüm bu ayetleri okuduktan sonra da Veli,Evliya,Mevla sözcüklerine burada belirtilenlerin aksine inananlara ise ne diyeyim. Rabbım hidayet nasip eylesin.

Ne yazık ki,böyle olan kardeşlerime dua etmekten ve Alemlerin Rabbı olan Yüce Allah’ın Aşağıda belirttiğim ayetlerini ağır ağır, düşüne düşüne okumalarını önermekten başka yapabileceğim hiçbir şey yok.


Al-i İmran101: Ve keyfe tekfürune ve entüm tütla aleyküm ayatullahi ve fiyküm RasûluHu, ve men ya'tesım billahi fekad hüdiye ila sıratın müstekıym;”

”Allah ayetleri üzerinize okunurken ve içinizde de O’nun Rasûlü varken nasıl kafir olursunuz? Kim Allah’a ı’tısam ederse /sımsıkı bağlanırsa gerçekten sırat-ı müstakım’e hidayet olunmuştur o.”

Al-i İmran 102: “Ya eyyühelleziyne amenüttekullahe hakka tükatiHi ve la temutünne illâ ve entüm müslimun;”

”Ey iman edenler! Allah’dan hakkıyla ittika edin ve ancak müslimler olarak ölün .“


Ankebut suresi âyet 41:” Meselülleziynet tehazu min dunillahi evliyae kemeselil ankebut ittehazet beyta ve inne evhenel buyuti lebeytül ankebut lev kânu ya'lemun;”

“Allah’ın astlarından/ mahlukatta.yaratılmışlardan kendilerine evliyâ/ Yakın Kimseler kabullenenlerin durumu, kendisine bir ev yapan örümceğin durumuna benzer. Evlerin en dayanaksızı, kuşkusuz örümceğin evidir. Keşke bilseler!”


Kusursuz olan Allah’tır.
En doğrusunu Allah bilir.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah’a emanet olunuz.

ebu Maruf
5. January 2011, 12:09 AM
Selam.

Ben de bu velilik konusunda fikrimi belirtmek istedim. Yanlış bildiklerim varsa uyarınız lütfen.

Allah, iman sahiplerinin Veli'sidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre sapanlara gelince, onların dostları tağuttur ki, kendilerini nurdan karanlıklara çıkarır. Bunlar cehennemin dostlarıdır. Orada sürekli kalacaklardır onlar. Bakara 257

İman sahibi olduğum için Allah'tan başka yetkili veli/evliya tanımam.
Dostum bu ayete nisbet açıklama yapıyorum.Zira buna benzer bir çok ayet mevcut.
"Tâğutun aslı, tağâ fulân yatğû denildiğinde, o kimsenin kadrini ve haddini aşması demektir."

Peygamberler, âlimler, sâlih kimseler ve evliyâ, insanları kendilerine ibâdet etmeye zorlamamışlardır.Aksine insanları bundan şiddetle uyarmışlardır.Hatta Allah Teâlâ'nın cinlere ve insanlara peygamberler göndermesi; onları Allah Teâlâ'yı birlemeye ve O'nun dışındaki ilahları inkâr etmeye çağırmak içindir.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

ولقد بعثنا في كل أمة رسولاً أن اعبدوا الله واجتنبوا الطاغوت [ سورة النحل من الآية: ٣٦ ]

“Şüphesiz ki biz, (geçmişte) her ümmete bir peygamber gönderdik (ve ona şöyle söylemesini emrettik): ‘Yalnızca Allah’a ibâdet edin.Tâğuta ibâdet etmekten sakının.” (Nahl Sûresi: 36)
Dost anlamında bakarsanız onlarca ayetten görebileceğiniz gibi her mü'min her mü'minin evliyasıdır. Yani bu atama ile olan yetkisel bir durum değildir. Mümin dostlarım için ben de bir veliyim. Hepimiz veliyiz.
Umumi velilik ve hususi velilik arasındaki farkı iyi anlamak gerekli aksi taktirde
Peygamberlerin derecelerinide diğer kullar gibi algılamak gerekli halbuki bir çok Ayeti Kerimede nebilerden bahsedilirken onlar salih kullardandı diye buyrulur.
Halbuki her kul için bu izahat yoktur.
Tabi ben Mümin derken tevhid ehlini kastediyorum. Ağzıyla "biz müslümanız" diyen ama şirke kapılmışları değil. Öldükten sonra "ben mümindim ama itikadda yanılmışım, hataya düşmüşüm ya da atalarım/imamlarım beni düşürdüler" gibi bir bahane söz konusu olamaz.
Mümin tabiki tevhid üzere olandır buda kalp ile olur.Dil ile yapılan şehadet bizim indimizde müminlikdir.KAlpleri bilen ALLAH c.c dır.Biz kişinin söylediğine göre hareket ederiz.Kalbine göre hükmedemeyiz.
Zamanında Mekkedeki ebu cehil de, ebu leheb de, tüm müşrikler de her şeyin üstünde Allahı bilir ve ona taparlardı ama onlara müşrik dendi ve cehennemlik oldular. Onlar Allah tarafından verilmiş yetki ile donatılmış gördükleri Lat Uzza ve Menat'ı yani putlarının sembolize ettiği yaratıkları ve kendilerini Allahın yarattığına ve Allahın sonsuz gücüne inanırlardı. Ama aynı zamanda Lat ve Uzza ve Menatın Allah tarafından verilmiş yetkisel güçlerine(!) de inanırlardı. :confused: Bunun üzerine düşünmek gerek. Zaten müşrik demek herhangi bir konuda Allah'a ortak koşan demektir. Tarihi biraz kurcalayıp peygamberimizin görevlendirildiği dönemdeki müşriklerin inançlarını araştırmak, tevhidin ne olduğunu anlamamıza daha iyi yardımcı olur. Bir çok insanın zannettiği gibi putlar yapıp onların fiziki şahsına tapan Allah tanımazlar değillerdir.
Dostum daha öncede bununla ilgili açıklama yapmıştım.Müşrik şirk koşandır.Şirk koşulana tapılır yani en az 2 tane İlah vardır diye düşünen kişininkidir.
Ebu Cehiller ve ebu Lehebler Onlar yerde 7 gökte 9 ilah olduğunu kabul ederlerdi hepsinede secde ederlerdi.Her birinin kendisine has bağımsız güçleri olduğuna inanır yani ALLAH ın o ilahlara vermeden o ilahların kendilerinin gücü olduğunu sanırlar.
En büyük ilahında ALLAH olduğuna inanırlardı.Halbuki Ehli tasavvuf Şeyhe yada evliyaullaha tapmaz.Ona secde etmez sadece vesile olarak kabul eder.Onların tasarrufunu ALLAH dan aldıklarını kabul eder.Bu yukarıda belirtilmiştir.Aynı mevzuyu açmak istemiyorum.Veliullahın tasarruf kısmını tekrar okumanı tavsiye ederim.

Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin/evliyanın ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! (Araf 3)

Allah'ın berisinde bir yetkiye sahip olduğunu sanarak farkında olmadan RABLİĞE ortak koştukları zatlar da en az sizin benim kadar aklı kıt, kusurlu, yanlışlarla dolu YARATIKLARDIR.
İşte asıl şirk anlayışı budur dostum ALLAH ın berisinden yani ondan bağımsız.İlah zaten bir şeye bağımlı olsa ilah olmazki.Yaratılmış olur yaratılanda ilah olmaz.Benim bahsettiğim şirkde budur.
Ehli tasavvuf ise velinin ALLAH tarafından yaratılmış bir mahluk olduğunu bilir.Mahluk ilah olmadığı için tapınmaz.

De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kim?" De ki: "Allah." De ki: "O'nun yanında başka evliya mı/destekçiler mi edindiniz? Bunlar kendilerine bile yarar sağlayıp zarar verme gücünde değiller." De ki: "Körle gören yahut karanlıklarla ışık bir olur mu? Yoksa Allah'a, tıpkı O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da yaratış/yaratılanlar kendileri için benzeşir hale mi geldi?" De ki: "Allah'tır her şeyi yaratan, O'dur Vâhid ve Kahhâr olan." Rad 16
İşte bak ayeti kerimede yoksa ALLAH a tıpkı onun yarattığı gibi yaratan ortaklar .buldular
buyruluyor.Şirkin izahı veriliyor ayeti kerimede.Halbuki ehli tasavvuf veliye verilen nimetin ALLAH tarafından verilmiş olduğu kabul edilir.Yaratmak ise yoktan var etmektirki.Hiç bir ehli tasavvuf bunu iddia etmemiştir.
Allah'ın berisinden veliler edinenlerin durumu, bir ev edinen dişi örümceğin durumuna benzer. Ve evlerin en güvensizi/en zayıfı elbette ki dişi örümceğin evidir. Keşke bilselerdi! Ankebut 41
Dostum nasılki insan ALLAH c.c izin vermeden yürüyemez,hareket edemez.Zahiri boyuttan bahsediyorum ki anlaşılsın.Halbuki zahiren dostlardan veya herhangi birinden yardım ister insan.
Örnek;Doktor Bey bana yardım edebilirmisiniz kolum kırıldı.
Bu Doktor Şifa dağıtıyor manasına gelmez.ALLAH ın c.c ona verdiği ilim çerçevesinde vesilelerin hangi sünnetullah üzere süre geldiğini kavrayıp.Hangi hastalığın şifasının genel olarak ALLAHU TEALA nın hangi vesilede gizlediğini öğrenip o vesileye yönlendirir.
İllaki ilaç yazar.
Halbuki Şifa dağıtan olsa ilaç yazmaz ki ol der olur.
Evliyaullahda bu yeteneğe ALLAH dan beri sahip olsalar neden ALLAHU TEALAYA yalvaracaklarki onlarda ol der olur.
Dikkat ettiysen himmetin açıklamasında ALLAHA dua ederler ALLAHA yönelirler belirtiliyor.O kısmı tekrar okuyup izah edilmek istenen meseleyi tefekkür etmeni dilerim
Allah hepimizi dosdoğru yoluna iletsin.
Amin


Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı duru din yalnız ve yalnız Allah'ındır! O'ndan başkasını veliler edinerek, "biz onlara, bizi Allah'a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz." diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz.
Bak dostum kulluğun altını çizdim.
Velileri sevmek onlara kulluk etmek değildir.Tekrar belirtiyorum Ehli tasavvuf Şeyhe Kulluk etmez,secde etmez,ibadet etmez



Yazılanların çok iyi tefekkür edilip irdelenmesi gerekli.
Konumuz aslında himmetti velilik meselesi ayrı bir konudurda ister istemez burda o konuyada girmek durumunda kaldık.Benim ricam konunun ana başlığının üzerinde müzakere edilmesidir.Zira o kadar dağılıp gidiyorki konular anlaşılmadan geçilince yazılanlardaki asıl işlenen konu anlaşılmıyor

Anonymous
5. January 2011, 12:24 AM
Sevgili dost1;

Tevhid dinimizin içinde nasıl ayrı bir müşrik dini oluşturulduğunu görebilen gözler, mühürlenmemiş kalpler için en güzel şekilde açıklamışsınız. Allah sizden razı olsun.

Anonymous
5. January 2011, 12:31 AM
Sevgili ebu Maruf kardeşim;
"şirk yalnızca ilahlık yakıştırmaktır" diyerek şirkin anlamını daraltıyorsun.

"Alimleri Rab edinmek" ayeti nedir? Alimler de yaratılmıştır, bunu herkes bilir. Şirkin anlamı sizin sandığınız kadar dar değil. Hatta bir çok kişiyi kapsayacak kadar geniştir.

dost1
5. January 2011, 12:32 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim1


Yazılanların çok iyi tefekkür edilip irdelenmesi gerekli.
Konumuz aslında himmetti velilik meselesi ayrı bir konudurda ister istemez burda o konuyada girmek durumunda kaldık.Benim ricam konunun ana başlığının üzerinde müzakere edilmesidir.Zira o kadar dağılıp gidiyorki konular anlaşılmadan geçilince yazılanlardaki asıl işlenen konu anlaşılmıyor

Haklısınız gerçekten de yazılanların tefekkür edilmesi irdelenmesi gerekir.Aşağıdaki yazınızı tefekkür edip irdelediğimde özünün "veli" kelimesine odaklandığını gördüm.


Rahman Ve Rahim olan ALLAHIN ismiyle
...
Velilerin Himmeti

Çokça tartisilan velilerin ve kâmil mürsidlerin himmeti meselesine gelince; buna mürsidin teveccühü, manevi tasarrufu, nazari, feyzi ve duasi da denir.

Velilerin uzaktaki kimselere himmet etmesine ve tasarrufta bulunmasina bazilari itiraz ediyor. Mesele, ruhani alemde ruh vasitasi ile cereyan ettigi için, maddi sartlara mahkum olmus akil onu anlamakta zorlaniyor. Çünkü bu himmet ve yardim farkli boyutlarda, bilinen zaman ve mesafe ölçüleri disinda tezahür ediyor. Bu nedenle onu bizzat tecrübe etmeyenler, olduguna inanmak ve olayi anlamak için delil ve izah istemekteler. Bunda haklilar. Biz de meseleyi isin ehline ve onu tecrübe edenlere soracagiz. Bu konudaki delilleri ortaya koyacagiz. Yanlis anlama ve uygulamalari tesbit edecegiz.

Tasavvuf erbabina göre himmet; kulun kendisini veya baskasini bir hayra ulastirmak, bir serden korumak veya bir kemâli ele geçirmek için bütün ruhanî gücünü kullanarak kalbiyle Cenab-i Hakk’a yönelmesidir. (Cürcani)

Himmet, ilahi nurla temizlenmis ve takva ile yücelmis ruhlarin Allah’in izniyle muhtaç kullara yardim etmesidir. Bu âli ruhlar zamana bagli degildir, mekan ile sinirlanmazlar. Maddi sartlar en-gel olmaz onlara. Himmet, kâmil velilere emanet edilmis ilahi bir nurdur. O nur ile yol alir, hak yolcularini terbiye ve takviye ederler.

Himmet, Allah’in bir rahmetidir. Himmet ehli, bir rahmeti yerine ulastirmakla görevli Allah’in dostudur. Kur’an ifadesiyle onlara “cündullah (Allah’in askerleri)” denir. Sayilarini, yerlerini ve görevlerini ancak Allah bilir. (Müddessir/31) Onlar, meleklerden ve kâmil müminlerden olusur. Cenab-i Hak, onlar vasitasiyla dilediklerine yardim edip, müsküllerini çözer. Aslinda kuluna destek veren ve müskülünü çözen Allah’tir. Peygamber olsun, veli olsun, diger varliklar vasitadan baska bir sey degildir. Bu hakikati Rasulullah (A.S.) Efendimiz söyle ifade buyuruyor: “Asil veren Allah’tir, ben ise verileni taksim edip yerine ulastirmakla görevliyim.” (Buhari, Müslim)

Ilahi Ikram

Müttakilere Allah tarafindan verilen bir sermaye, ilahi bir emanettir himmet. Allah’in sevdiklerine ikrami, ilahi askin meyvesi, takva sahiplerine bir hediyedir. Allahu Tealâ, sevdiklerine yaptigi bu ikrami meshur bir kudsi hadiste söyle bildiriyor:

“Ben, farz ve nafile ibadetlerle bana yaklasan kulumu sevdigim zaman, onun gören gözü, isiten kulagi, tutan eli, yürüyen ayagi olurum. O benimle görür, benimle isitir, benimle tutar, benimle yürür. Bana siginirsa onu himaye ederim. Benden bir sey isterse kendisine veririm.” (Buhari, Ibnu Mace, Ahmed)

Iste velilerin ulastigi bütün keramet ve himmet bu hadiste özetleniyor. Bu hadiste Allah dostlarina verilen imkan ve yetkilerin ne boyutta oldugunu büyük müfessir Fahruddin Razi’den dinleyelim:

“Insan büyük bir baglilik ve samimiyetle Allahu Tealâ’ya itaate devam ederse, Allah’in, onun gözü ve kulagi olurum buyurdugu bir makama yükselir. Allah’in celal nuru kul için bir kulak olunca, o yakini isittigi gibi uzagi da isitir. Bu nur onun için bir göz olunca, yakini gördügü gibi uzagi da görür. Ve yine bu nur kul için bir el olunca, o elin zora, kolaya, yakindakine, uzaktakine, her seye gücü yeter.” (Mefatihu’l-Gayb)

Iste kâmil bir veli, darda kalip kendisinden yardim isteyen bir mümine ilahi izinden sonra bu nur ile yardimci olmaktadir. Mesafe ne olursa olsun, kalbi ilahi nur ile cilalanmis kamil bir veli, Allah’in izni ve dilemesiyle dünyanin her yanini görebilir, her sesi isitebilir, her yana el uzatabilir. Bu, Allahu Tealâ’nin diledigi kullari için kolay ve mümkün. Ancak bu nimeti kime, ne zaman, ne ölçüde verecegini Cenab-i Hak tayin eder.

Himmet Samimiyet ve Edebe Baglidir

Allah’in rahmetini çeken en güzel sebep, kalbin samimiyetidir. Allahu Tealâ, isteginde samimi olmayan gafil kalbin duasini isitir, fakat kabul etmez. Arzu ve istediginde samimi, sabirli ve azimli olan kimsenin ise eli bos dönmez. Büyük veli Abdulkerim el-Cilî (K.S.), “Insan-i Kamil” kitabinda, bütün basarinin himmetteki samimiyete bagli oldugunu belirtiyor ve ekliyor:

“Isteginde samimi olan kimsenin iki alameti vardir: Yöneldigi ve istedigi seyin olacagina kesin olarak inanmak ve gücü nisbetinde istenen seylerin geregini yapmak. Hali böyle olmayan kimseye himmet ve azim sahibi denmez. O sadece bos temenniler ile avunan ve davasinda yalanci olan biridir. Böyle bir kimse aradigini bulamaz, sevdigine kavusamaz. Onun hali, elinde kalemi, kagidi olmayan, okuma ve yazmasini da bilmeyen bir kimsenin mektup yazmaya kalkmasina benzer. Bu durumda olan birisi mektubu nasil yazacak? O, bu sekilde niçin mektub yazmak istiyor ki?”

Himmet Kaderle Sınırlıdır

“Rasulüm de ki: Ben, Allah’in dilediginden baska kendime herhangi bir fayda ve zarar verecek güce sahip degilim.” (A’raf/188) ayet-i kerimesi, her seyin Yüce Allah’in takdirinde oldugunu belirtiyor. Büyük arif Ibnu Atâ (K.S.) Hikem adli eserinde der ki: “Himmetler ne kadar büyük ve hizli olursa olsun kader sınırlarını geçemez.”

Kâmil mürsid, müridin istegine degil, Allahu Tealâ’nin onun hakkindaki takdirine bakar. Bir çesit kader vardir ki onun gerçeklesmesi Allah tarafindan kesin hükme baglanmistir. Bu hükmü verilen seyin gerçeklesmesi kaçinilmazdir ve onu dua ve himmet degistiremez. Bir çesit kader de vardir ki, onun gerçeklesmesi bazi sebeplere baglidir. Iste dua, himmet ve sadaka bu kisimda fayda verir.

Hal böyle olunca, bazilarinin: “benim mürsidim gavstir, Allahu Tealâ’dan her ne isterse olur; bir bakista kâfiri mümin, fasigi muttaki eder, tek basina bir orduyu yener!” demesi dogru degildir. Bunlar Allahu Tealâ’nin kudretinde olan seylerdir ve zaten Allah dostlari, hep ilahi murada uygun seyleri isterler. Bu konuda büyük veli Mevlâna Halid Bagdadî (K.S.), kendisinden neslinin devami için dua ve himmet isteyen Akka valisi Abdullah Pasa’ya su cevabi gönderir:

“Biz kendimizi himmet ehli görmüyoruz. Ancak, öyle olsa bile, istenilen seyin kaza-i muallak (meydana gelmesi sebeplere baglanan bir kader) oldugu anlasilmadan himmet kullanilmaz. Kesin olan kaderi (kaza-i mübrem), degil veliler, peygamberlerin himmeti bile degistiremez. Onun sonucuna riza gösterip Allahu Tealâ’ya teslim olmak gerekir. Sunu belirtelim ki, velileri inkardan sakinmak vacip oldugu gibi; onlar hakkinda, imani bozacak kabullenislerden sakinmak da vaciptir. Bu asiri ve tehlikeli inanislar, daha çok velilere güzel zan ve aşırı muhabbet besleyen kimselerde oluyor. Unutmayin ki, seytan hile ve düzen sahibidir; insani helake götürecek her yolu dener.” (Mektubat-i Mevlâna Halid, 7. Mektup)

Himmet Nefse Degil,

Hikmete Uygun Olur

Arifler Allahu Tealâ’nin hikmetine aşıktır. İşlerin görünen tarafina degil, sonucuna bakarlar. Onlar kendileri ve talebeleri için hep Allah’a yaklastiracak sebepleri ararlar. Kulun Allahu Tealâ’ya yaklasmasi, nefsinin terbiyesine bağlıdır. Bu terbiye bazen sıhhat ile, bazen de hastalık ile gerçekleşir. Bazi kalb hastaliklarinin tedavisi fakirlik, yalnizlik ve çaresizlik ile olur. Kalp katiligi ve gafletin giderilmesi için bazen aci tecrübeler gerekir. Mürid bunlari bilmez ve bir sıkıntıya düsünce, kurtulmak için mürsidinden himmet ve dua ister. Mürsid feraset nuru ve ilahi bir ilimle, o sıkıntının müridin derdine ilaç oldugunu görür ve onu Allah’a yaklastirdigini bilir; kisaca “dua ederiz” der. Mürid de, o derdin hemen bitecegini düsünür. Halbuki mürsid-i kâmil, Allahu Tealâ-’dan o sıkıntının devamini istemektedir. Çünkü, müritteki gafletin ilaci o sikintinin içindedir. Hastaya ilacini içirmemek dostluk degil, ihanet olur


selametle

Yazmış olduğunuz bu yazınızın özü "veli" kelimesine odaklandığı için de "veli,velayet,mevla" kelimelerine yüklenen anlamı açmak istedim.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ebu Maruf
5. January 2011, 01:41 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!
ve Aleykümes-Selam ve Rahmetullahi ve Berekatuhu
Kur'an'da geçen "veli,evliya" kelimeleri dost anlamında değildir.
En büyük oyun kelimelerin tahrif edilmesiyle yapılmaktadır.
"Veli" kelimesi bizim Türkçeye de geçmiş bir kelimedir. Reşid olmadan önce baba ya da annelerimiz okulda bizim "veli" mizdiler.
Bütün ayetlerdeki ifade bu manada olsa Evliyaullah İfadesinde haşa ALLAH c.c ın velayet ihtiyacı duyduğu birileri olması gerekli olur.Zira Ayeti kerimede


أَلَا إِنَّ أَوْلِيَاءَ اللَّهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Yûnus / 62
Elâ inne evliyâa(A)llâhi lâ ḣavfun ‘aleyhim velâ hum yahzenûn(e)

Bilin, haberdar olun ki şüphe yok Allah dostlarına ne korku vardır, ne de mahzun olur onlar. *



Zümer suresi âyet 3:” Ela Lillahid diynül halis Velleziynettehazu min dunihi evliya' ma na'budühüm illâ liyükarribuna ilellahi zülfa innAllahe yahkümü beynehüm fiyma hüm fiyhi yahtelifun innAllahe la yehdiy men huve kazibün keffar;”

“Gözünüzü açıp kendinize gelin! Halis din/arı-duru tertemiz din sadece ve sadece Allah’ındır. O’ndan astları Velîler/Yakınlar kabullenmek suretiyle, “Biz onlara yalnız bizi Allah’a yaklaştırmaları için kulluk ediyoruz” diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz.”

Yunus suresi âyet 18:” Ve ya'büdune min dunillahi ma la yadurruhüm ve la yenfeuhüm ve yekulune haülai şüfeauna indAllah kul etünebbiunAllahe bima la ya'lemü fiys Semavati ve la fiyl Ard subhaneHU ve tealâ amma yüşrikûn;”

“Allah’ın astından (yaratılmışlardan) kendilerine zarar veremeyen, yarar sağlayamayan şeylere kulluk ediyorlar ve şöyle diyorlar: “Bunlar bizim Allah katındaki şefâatçılarımızdır.” De onlara: “Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği şeyleri mi haber veriyorsunuz?” Şanı yücedir O’nun, ortak koştuklarından münezzehtir O.”


Kaf suresi âyet 16:” Ve lekad halaknel İnsane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd;”

“Ve hiç kuşkusuz, insanı biz yarattık ve benliğinin ona telkin ettiği şeyi biz biliriz. Biz, ona şah damarından daha yakınız.”

Zümer suresi âyet 44:” Kul Lillahiş şefaatü cemiy’a leHU Mülküs Semavati vel Ard sümme ileyHİ turceun;”

“De ki: “Şefâat tümden Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü/yönetimi O’nundur. Sonunda O’na döndürüleceksiniz.”

Müddessir suresi âyet 11:” Zerniy ve men halaktu vehıyda;”


“Benimle, yarattığım kişiyi başbaşa bırak.”

Hadid suresi âyet 4:” Huvelleziy halekasSemavati vel'Arda fiy sitteti eyyamin sümmesteva 'alel'Arş ya'lemu ma yelicu fiyl’Ardı ve ma yahrucu minha ve ma yenzilu minesSemai ve ma ya'rucu fiyha ve Huve me'akum eyne ma küntüm vAllahu bima ta'melune Basıyr;”


“Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a egemenlik kuran, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen O’dur. Nerede olursanız olun, O, sizinle birliktedir. Ve Allah, yaptıklarınızı görendir.”


Âyetlerde de görülüyor ki Allah, insana şahdamarından daha yakındır, her yerde ve her an bizimle beraberdir. Ve şefâat tümden ve sadece Allah’a aittir. Ve Allah ile kul arasına Peygamber bile girememektedir.
Peygamber a.s Rasulullah olarak yani ALLAH ın elçisi olarak belirtilir.Elçi ise aracıdır.Aracının mahiyeti noktasında tapınmak ,kulluk yada ibadet etmek gibi meseleler olmadan aracının kabulu ayetlerle zaten sabittir.

Allah’ın kulundan mesafeli olduğunu iddia etmek de Kur’ân’a aykırıdır. Her Müslümanın bu ilahi beyanları, dikkate alması gerekir. Ki şirk bataklığına düşmesin, imanını kirletmesin.
Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah;
ALLAH kulundan mesafeli değildir.Lakin Kul ALLAH a mesafelidir.ALLAH gibi göremez.ALLAH ın kuluna ulaşması için vesileye yada aracıya ihtiyacı yoktur.Lakin Kulun ALLAH a ulaşması için vesileye yada aracıya ihtiyacı olabilir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَابْتَغُوا إِلَيْهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُوا فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû-ttekû(A)llâhe vebteġû ileyhi-lvesîlete vecâhidû fî sebîlihi le’allekum tuflihûn(e)
Mâide 35

Ey inananlar, çekinin Allah'tan ve onu vesileyle arayın ve savaşın onun yolunda da muradına erenlerden olun.


En’âm suresi âyet 153’te: “Ve enne haza sıratıy müstekıymen fettebiuhu ve la tettebius sübüle feteferraka biküm an sebiylih zâliküm vassaküm bihi lealleküm tettekun;”

“Ve bu benim dosdoğru yolumdur: Ona uyun; ve başka yollara uymayın ki, sizi Allah yolundan ayırmasınlar.” Size, bunu buyurmuştur. Belki takvâlı olursunuz.”

Diye tüm insanlığa seslenmekte. Bazı insanlar da Allah’a yaklaştırmaları için, bu yolda kendilerine torpil yapacak kişiler arayıp bulmaya ya da icat etmeye çalışmaktadır.
Buna gerek var mıdır?
Torpil izahatı pek doğru olmamış sanırım.Zira burdaki olay onların ALLAHA yakın olduğu düşünülüp onlar için ALLAH a dua etmeleridirki.Buna ister şefaat deyin isterseniz himmet deyin,
Tevbe 99
Bedevilerden öylesi de vardır ki, Allah'a ve ahiret gününe inanır, (hayır için) harcayacağını Allah katında yakınlığa ve Peygamber'in dualarını almaya vesile edinir. Bilesiniz ki o (harcadıkları mal, Allah katında) onlar için bir yakınlıktır. Allah onları rahmetine (cennetine) koyacaktır. Şüphesiz Allah bağışlayan, esirgeyendir.

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah;
Hucurat 10’da:” İnnemel mu'minune ıhvetün feaslihu beyne ehaveyküm vettekullahe lealleküm turhamun;”

“Mü’minler kardeştirler. Öyleyse, iki kardeşiniz arasında barışı sağlayın ve Allah’tan sakının. Belki size merhamet edilir.”

Diye seslenmesine rağmen, iman kardeşliği dışında tarikat kardeşliği kurulmaya, müslümanlar binbir parçaya bölünmeye çalışılmaktadır.
Buna gerek var mıdır?
Bunu bölücülük olarak algılamak hanif kardeşliğinde bölücülük yaptığı manasına gelir.Halbuki biz cemaatleri gerçek manasında topluluk olarak kabul ederiz.Cemaatler ise tevbe süresi 100 deki gibi ensarlar muhacirler gibi algılanır.


Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah;

A’raf suresi âyet 70:” Kalu eci'tena lina'budAllahe vahdeHu ve nezere ma kâne ya'büdü abaüna fe'tina bima teıdüna in künte mines sadikıyn;”

“Dediler ki: “Yalnız Allah’a kulluk etmemiz, babalarımızın taptıklarını bırakmamız için mi bize geldin? Eğer doğru sözlülerden isen, haydi bize tehdit ettiği şeyi getir.!”

Zümer suresi âyet 45:” Ve iza zükirAllahu vahdehüşmeezzet kulubülleziyne la yu'minune bil ahireti, ve iza zükirelleziyne min dunihi izahüm yestebşirun;

“Ve Allah, tek olarak anıldığında, öteki dünyaya inanmayanların kalpleri kasılır; ama Allah’ın astlarından olan kimseler anıldığında, bakarsın yüzleri gülüverir.”

Diye buyurduğu halde; nahnu,inna gibi Allah’ın azamet ve Kibriyalık ifadesi olan “biz” ifadesini : Allah ne yaparsa bu Velileri ile birlikte yapmakta bunun için “biz” ifadesini kullanmıştır diyerek Allah’a ait olan sıfatları, tasarrufları “velilere” vermekteler.
Buna gerek var mıdır?

ALLAH c.c sünnetullah gereği işlerini vesileler aracılığı ile yapar.Bu doğrudur.Bazen bir kafir bazen bir veli bazen bir hayvan bazen bir bitki Rabbimin Alemlere müdahelesinde vesile olur.Rabbimin direk Şahsını gören oldumu?Yada yokdan varedilen bir şeyi insan gözüyle gören.
Bir tohum aracılığıyla yapr.Bunu her mümin zaten bilir.
Lakin ALLAH a ait olan sıfatların velilere verildiği iddiasını kim yapmış bilmiyorum.Bununla ilgili kaynak rica ediyorum.

Velî ve “Evliyâ” sözcüklerinin anlamında saptırmalar varsa bu sorulara verilen cevap evet olur. Bu saptırmalara bakalım.

Velî: Gizli bilgiler ile donanmış, zaman ve mekan bağlarının dışında kalan, Allah tarafından özel himaye gören kimse.

Evliyâ: Olağanüstü yeteneklerle donatılmış, keramet sahibi kimse.

"Velî”’nin çoğulu “Evliyâ”’dır. Yani Evliyâ demek Velî’ler demektir.

Evliyâ sözcüğü çoğul anlamını yitirip, tarikat ve tasavvuf çevrelerinde özel bir tekil anlam kazanmıştır.

Zümer suresi âyet 45:” Ve iza zükirAllahu vahdehüşmeezzet kulubülleziyne la yu'minune bil ahireti, ve iza zükirelleziyne min dunihi izahüm yestebşirun;

“Ve Allah, tek olarak anıldığında, öteki dünyaya inanmayanların kalpleri kasılır; ama Allah’ın astlarından olan kimseler anıldığında, bakarsın yüzleri gülüverir.”

Değerli Kardeşlerim!

Evliyâ tabirinin içine Üçler, Yediler, Kırklar, Abdal, Aktap, Evtad, Nükeba ve Nüceba denilen kimseler de girer.

Genel kabul olarak da her tarikatın şeyhi, her cemaatin ileri geleni Evliyâ’dır, Velîyyüllah’tır. Bunlar ya Gavs’tır ya Kutup’tur. Yine bunlar ya Üçler’dendir ya Yediler’dendir ya da Kırklar’dandır.

Kutup: Değirmenin, çevresinde döndüğü eksen demektir. Zamanının bütün oluşları onun çevresinde dönüp durduğu için zamanın ruhsal seyyidi ve yöneticisi olan zata bu ad verilmiştir.

Kutuplar iki tanedir. Biri görünen alemi yönetir, biri gayb alemini. Kutup ölünce, yerine Abdallardan en kamili geçer.

Abdallara gelince: “Abdal” kelimesi, bedel sözünden alınmıştır. Bunlardan biri ölünce onun yerine öteki geçtiği için bu adla anılmışlardır. Bunlar, peygamberin yerine iş gördükleri için de bu adı almış olabilirler. Allah, insanlara musallat olabilecek belaları, fesatları bu abdallar yüzünden yok eder.

Evtad’a gelince: Bu kelime direk, dayanak anlamındaki veted sözcüğünün çoğuludur. Bunlar, yeryüzünün dayanıklı olmasını sağlayan ruhsal kişilerdir. Kur’ân’da dağların evtad olduğunu söyleyen âyet bu kişilere dikkat çekmektedir.

Nukeba, nakîb (temsilci, belirleyici) sözcüğünün çoğuludur. Nukeba, toplumların kozmik temsilcileridir. Bunların her biri gezegenlerin birinin dünya üzerindeki etkilerini kontrol eder. Bunlar İblis’i de tanırlar ve onun etkilerini de kontrol ederler.


Efrad’a gelince: Bu kelime ferd kelimesinin çoğuludur. Efrad, melekler aleminden bazılarının temsilcisi olarak iş görür.

Nüceba’nın sayısı 70, Abdalların 40, Ahyarın 7, Evtad’ın 4’tür. Gavs ise bir tektir.

Nukaba’nın yaşadığı yer Mağrip, nüceba’nınki Mısır, Abdallarınki, şam, Gavs’ınki Mekke,

Kutup’unki Yemen’dir. Ahyar ise yeryüzünü durmadan dolaşır.

Halkın Ka’be’yi tavaf ettiği gibi Kutup da sürekli biçimde Allah’ı tavaf eder. Hep Allah’ın çevresindedir, orada döner durur.

Kutup, azledilmez, makamından ayrılmaz. Ancak ölünce yeri boşalır.
(İbn-i Abidin; Resâil, 2/264-281)

Değerli Kardeşlerim!

Gördüğünüz gibi Lâtlar, Menâtlar, Uzzâlar, Hubeller artık isim değiştirmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı yayınlarından olan “Menâkib-ül-Ârifin” kitabının ikinci cildi sayfa 214’e ve Arif Pamuk’un “Rasülüllah’ın mübarek dilinden Surelerin faziletleri” adlı kitabının 8, 9. sayfalarında yazılanları buraya aktarmaya elim varmıyor. Merak eden kendisi bakabilir ve işlerin nereye kadar vardırıldığını görebilir.
Bu ifadenizi yakıştıramadım.Kalp ve niyet okuyuculuk yapıyorsunuz.
Hangi ehli tasavvuf Uleması Şeyhine tapmıştır,secde etmiştir,kulluk etmiştir yada ibadet etmiştir.Yada böyle olduğunu iddia etmiştir.
Bununda kaynağını rica ediyorum
Bu sapık ve saçma inançlar Peygamber Efendimiz ve sahabe döneminde Müslümanlar arasında kesinlikle yoktu. Hiç görülmedi ve de duyulmadı.
Bu sapık dediğiniz düşüncenin kaynaklarını biz hadis rivayetleri ile Alimin yüzüne bakmak ibadettir ebu davut v.s bir çok hadis rivayetiyle pekiştirmiştik halbuki siz şahsınızın zannına göre ALLAH Rasulu s.a.v döneminden iddialarda bulunuyorsunuz.
Tasavvuf ve tarikat dinlerinin temel inançlarından biri olan “velîlik” inancı, yeni Eflatunculuğun, Maniheizm, Şamanizm, Budizm, Hırıstiyanlık, Yahudilik, Paganizm, Zerdüştlük dinlerinin kırıntılarıyla oluşturulmuştur.

Bu sapıklığın temelinin Yahudilere ve Hırıstiyanlara uzanışı bizzat Kur’ân tarafından söyleniyor.

Maide suresi âyet 18:” Ve kaletil yehudü vennesara nahnü ebnaullahi ve ehıbbauHu, kul felime yüazzibüküm bi zünubiküm bel entüm beşerün mimmen haleka, yağfiru limen yeşaü ve yüazzibü men yeşa' ve Lillahi mülküs Semavati vel Ardı ve ma beynehüma ve ileyhil mesıyr;”

“Yahudiler ve Hırıstiyanlar dediler ki, “Biz Allah’ın oğulları ve Sevgilileri’yiz.” De ki: “O halde niçin size günahlarınız yüzünden azap ediliyor?” Hayır, siz de O’nun yarattıklarından birer insansınız. Dilediğini affeder O, dilediğini azap eder. Hem göklerin hem yerin hem de bunlar arasındakilerin mülk ve yönetimi Allah’ındır. Dönüş de O’nadır.”
Hiç bir ehli tasavvuf kendini ALLAHın sevgili kulu olduğunu iddia etmez.Diğer mümin krdeşlerini kendinden üstün tutma ilkesine sahip olan bir düşünceyi bu şekilde itham etmenizi yadırgadım doğrusu
Bakara 111:” Ve kalu len yedhulel cennete illâ men kâne huden ev nesara tilke emaniyyühüm kul hatu bürhaneküm in küntüm sadikıyn;”

“ Yahudi yahut Hırıstiyan olandan başkası cennete asla giremeyecek.” dediler. Bu, onların hayalleri, kuruntularıdır. De ki onlara: “ Eğer doğru iseniz hadi getirin kanıtınızı.”

Bakara 94, 95:” Kul in kânet lekümüddarul’ahıretü indAllahi halisaten min duninNasi fetemennevülmevte in küntüm sadikıyn;”

“Ve len yetemennevhu ebeden bima kaddemet eydiyhim vAllahu Aliymun bizzalimiyn;”

“De ki: “Allah katındaki ahiret yurdu diğer insanların değil de sadece sizin ise, eğer doğru sözlü iseniz, hadi isteyin ölümü!

“Ellerinin önden gönderdiği şeyler yüzünden ölümü hiçbir zaman istemeyeceklerdir. Allah, zalimleri çok iyi bilmektedir.”

Cuma 6:”Kul ya eyyuhelleziyne hadu in ze'amtum enneküm evliyau lillahi min duninnasi fetemennevulmevte in küntüm sadikıyn;”

“De ki: “Ey Yahudiler! Eğer insanlar arasında yalnız kendinizin (Evliyâüllah) Allah’ın yakınları olduğuna inanıyor ve bunda gerçekten samimi iseniz, hadi ölümü isteyin!”

Yüce Rabbimizin Kur’ân’daki, bunları teşhirindeki mesajı iyi alalım. Aksi halde biz şeytânın evliyâsı, şeytân da bizim velîmiz oluverir.

Değerli Kardeşlerim!

Tarihsel kayıtlar bu inançların Müslümanlar arasına Muaviye ve onun yakın dostu , Yahudi casusu Ka’b el Ahbar tarafından sokulduğu açıklanmaktadır.

Konu ile ilgili teferruatlar Suyutî’nin Tahzir-ül Havas Min Ekazib-il Kussas adlı eserinde mevcuttur.

Bu konular ile ilgili yeterince uyarıcı eserler yazılmıştır. Bunlarla mücadele edilmiştir.
(İbn-i Teymiye; el Furkan, Elbânî; ez-Zaifa, M. Ebu Reyye; Mecelle ve Advâ, Suyutî; Tahzîr, İbn-i Cevzî; Telbis-ül İblis. )

Ama ne yazık ki yavuz hırsız ev sahibini bastırmıştır. Bu mücahitlere binbir kara çalınmıştır.
Tıpkı bu gün de bu konular ile ilgili yazanlara yapıldığı gibi.
Size tarihsel bir kayıt verelim
Fasil : FEZAİL BÖLÜMÜ
Konu : Sahabelerden Bazılarının Faziletleri - Muaviye (ra)
Ravi : Abdurrahman İbnu Ebi Umeyre
Hadis : Resulullah`ın Muaviye için şöyle dua ettiğini rivayet etmektedir: "Allahım, onu hidayet edici ve hidayeti bulmuş kıl ve onunla (insanlara) hidayet ver"
Kutubu sitte HadisNo : 4480

ALLAH Rasulu s.a.v Efendimizin vahy katipliği yaptırdığı bir kimsenin yalancı olduğunu düşünsenize bu iddia ne kadar komikdirki.ALLAH Rasulu s.a.v kurda kuzuyu teslim etmiş
Değerli Kardeşlerim!


Velî ve Evliyâ sözcüklerinin kavramsal anlamları İslâm dışı inanç ve kültürlerden Müslümanlara empoze edilmiş, İslâm’ın yozlaştırılması amacına yönelik girişimlerdir.
Veli yada evliya sözcüğünü tanımlanması sözlük kavramı farklı olmak sebebiyle herkes tarafından farklı izah edilebilir.Önemli olan Ayetlerle bütünlüğü noktasında ele almakdır.Şimdi evliyanın mana olarak nasıl izah edildiğini aşlşğıda vereceğim meallerde dikkat ediniz.
Velî sözcüğü, velâ kökünden türemiş sıfatı müşebbehe kipinde bir sözcüktür. Mastarı velâyet’dir.

Anlamı, “arada bir şey bulunmadan bitişiklik, yan-yana olma ve yaklaşma, yakın olma” demektir ve “arkadaşlık, yer, niyet, zaman, din ve nisbette, yardımda tam bir yakınlık” anlamı verilmektedir.

“Velâyet” sözcüğü, mastar haliyle Kur’ân’da iki yerde geçmektedir.

Enfal 72:” İnneleziyne amenu ve haceru ve cahedu bi emvalihim ve enfüsihim fiy sebiylillâhi velleziyne avev ve nesaru ülaike ba'duhüm evliyaü ba'd velleziyne amenu ve lem yühaciru ma leküm min velayetihim min şey'in hatta yühaciru* ve inistensaruküm fiyd diyni fealeykümün nasru illâ alâ kavmin beyneküm ve beynehüm miysak* vAllahu bi ma ta'melune Basıyr;”

Bu ayeti Kerimenin mealinde Abdülbaki Gölpınarlı altını çizmiş olduğum evliya kelimesini velileridir olarak, Ali Bulaç Meali velisi ,Ahmet Varol Meali velileridir ,
Ahmet Tekin dostlarıdır ,Diyanet İşleri Meali(Eski) dostudur,Diyanet İşleri Meali(Yeni) velileridir,Diyanet Vakfı Meali dostlarıdır, Edip Yüksel Meali dostudur, Elmalılı Hamdi Yazır dostlarıdırlar , Elmalılı Meali (Orjinal) velileridirle, Hayrat Neşriyat Meali velileri (varisleridirler), Ömer Nasuhi Bilmen velileridir, Muhammed Esed dostu ve hamilidirler, Suat Yıldırım velileridir, Süleyman Ateş Meali velisi dostu (koruyucusudur), Şaban Piriş Meali velisidir, Ümit Şimşek Meali velisidirler,Yaşar Nuri Öztürk dostlarıdırlar bu kadar meal içerisinde yukarıda iddia edildiği üzere bitişiklik yanyana olma gibi hiç bir mana verilmemiş o halde bu kadar meallerin hepsi yozlaştırıcıdır.Yaşar nuri de içlerinde olmak üzere.
Lütfen iddialarınızın tutarlılık tarafı bulunsun.

“Kuşkusuz inanan ve hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar ve barındırıp yardım edenler, evet işte bunlar birbirlerine yakın olanlardır. İnanan ve hicret etmeyenlere gelince, hicret edene kadar, onlara YAKINLIK söz konusu değildir. Ve din uğrunda yardım isterlerse, aranızda antlaşma bulunan bir halk zararına olmaksızın, onlara yardım etmeniz gerekir. Ve Allah yaptıklarınızı çok iyi görür.”
Bu mealin kimin olduğunu yazabilirmisiniz.Zira kaç tane mealde hiç böyle yakınlık olarak mana verilmiş bir ibareye rastlamadım.
Kehf 44:” Hünalikel Velayetü Lillahil Hakk Huve hayrun sevaben ve hayrun ukba;”


“Orada YAKINLIK ancak Hakk olan Allah’a aittir. Ödüllendirme bakımından en iyi ve kovuşturma yönünden de en iyi olan O’dur.”

Velâyet sözcüğü, “ve” harfinin kesresiyle “vilâyet” olarak da okunur.
Normalde anlam değişmemesine rağmen zaman içerisinde vilâyet sözcüğü, kök anlamından uzaklaşmadan “toplumsal yakınlık” anlamında “emirlik, sultanlık anlamında da kullanılmıştır.

“Velâyet” sözcüğü, öz anlamı ekseninde zaman içerisinde kişilerin ve toplumların birbiriyle olan ilişkilerinde kavramlaşmıştır. Kavram olarak da, “ Reşîd bir şahsın, şahsi ve mali işlerini gözetip yürütme hususunda kasır (eksikli, becerisi, yeteneği olmayan) olan bir şahsın yerini tutmasıdır.” demek olmuştur.

“Velâyet” mastarından müştak/türemiş “velî” sözcüğünün anlamı ise, “yakın olan, yakın duran” demektir.

“Velî” sözcüğü ve bu sözcüğün çoğulu olan “evliyâ” sözcüğü Kur’ân’da hep sözcük anlamında kullanılır.


Orijinal İslâm Dininde “Velî ve “Evliyâ” diye bir kavram kesinlikle yoktur.

“Velî ve “Evliyâ” kavramları İslâm’ın zuhurundan yüzyıllar sonra yabancı güçlerin ve kültürlerin etkisiyle Müslümanların bünyesine sokulmuştur.

“Velî” sözcüğü Kur’ân’da hem Allah için hem de kullar için kullanılmıştır. “Velî” sözcüğü aynı zamanda Esmâ-i Hüsnâ’dan birisidir.

“Velî” sözcüğü Kur’ân’da :
nasîr = yardımcı,
Mürşid=aydınlatan, yol gösteren,
şefi’=şefâat eden,
vâk=koruyucu,
Hamîd= öven, yücelten
sıfatları ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır, bağışlayıp merhamet eder, zarardan alıkoyup yarara yaklaştırır nitelemeleriyle birlikte yer alır.

Velîliğin, yakınlığın bu niteliklerle yakın ilişkisi vardır.
Bunlar velînin, yakın olanın belirgin nitelikleridir.
Bu yakınlıklar nicel bir yakınlık değil nitel bir yakınlıktır.
Buna göre “Velî/Yakın Biri” denildiğinde: “Yardım eden, yol gösteren, aracılık yapan, aydınlatan ve koruyan birisi” anlaşılmalıdır.
Bu zannı bir iddiadır zira meallerin tamamında bu şekilde bir ibare yoktur.Veli genel olarak dost olarak kabul edilmiştir.

Bakara 107:” Elem ta'lem ennAllahe leHu mülküsSemavati vel Ard ve ma leküm min dunillahi min veliyyin ve la nasıyr;”


“Bilmedin mi ki göklerin de yerin de mülk ve saltanatı yalnız Allah’ındır. Sizin için Allah’ın astlarından ne bir Yakın Kişi vardır ne de bir yardımcı. ”

Bakara 120:” Ve len terda ankelyehudü ve lennesara hatta tettebia milletehüm* kul inne hüdAllahi hüvel hüda* ve leinitteba'te ehvaehüm ba'delleziy caeke minel ılmi, ma leke minAllahi min veliyyin ve la nasıyr;”

“Öz milletlerine uymadıkça ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar. De ki: “ Allah’ın kılavuzluğu erdirici kılavuzluğun ta kendisidir.” İlimden sana ulaşan nasipten sonra bunların boş ve iğreti arzularına uyarsan, Allah katından ne bir Yakın Kimsen olur ne de bir yardımcın.”
Nisa suresi âyet 45:” VAllahu a’lemü bi a'daiküm ve kefa billahi Veliyyen ve kefa billahi nasıyra;”


“Allah sizin düşmanlarınızı daha iyi bilir. Yakın kişi olarak, Allah yeter. Yardımcı olarak da Allah yeter.”
Nisa 123:” Leyse bi emaniyyiküm ve la emaniyyi ehlil Kitab men ya'mel suen yücze bihi ve la yecid lehu min dunillahi veliyyen ve la nesıyra;”


“İş ne sizin kuruntularınızladır ne de Ehlikitab’ın kuruntularıyla. için Kötülük yapan onunla cezalandırılır. Ve böyle biri, kendisi için Allah’ın astlarından ne bir Yakın Kimse bulacaklardır ne de bir yardımcı.”

Nisa 173:” Feemmelleziyne amenu ve amilus salihati fe yüveffiyhim ücurehüm ve yeziydühüm min fadliHi, ve emmelleziynestenkefu vestekberu feyü’azzibühüm azaben eliymen, ve la yecidune lehüm min dunillahi veliyyen ve la nesıyra;

“Bunun ardından da inanıp barışa yönelik işler yapanların ödüllerini tam verecek ve lütfundan onlara fazlalıklar da bağışlayacaktır. Kulluktan çekinip büyüklük taslayanlara gelince, onlara korkunç bir azapla azap edecektir. Böyleleri, kendileri Allah’ın astından ne bir Yakın Kimse bulur ne de bir yardımcı.”

En’âm 51: “Ve enzir bihilleziyne yehafune en yuhşeru ila Rabbihim leyse lehüm min dunihî veliyyün ve la şefiy’un leallehüm yettekun;”


“Rablerinin huzurunda haşr edileceklerinden korkanları, o vahiy ile uyar ki korunabilsinler. Onların O’nun astlarından ne bir Yakın Kimseleri vardır ne de şefâatçıları.”

En’âm suresi âyet 70:” Ve zerilleziynettehazu diynehüm leiben ve lehven ve ğarrethümül hayatüd dünya ve zekkir bihi en tübsele nefsün bima kesebet leyse leha min dunillahi veliyyün ve la şefiy'un, ve in ta'dil külle adlin la yü'haz minha ülaikelleziyne übsilu bima kesebu lehüm şerabün min hamiymin ve azabün eliymün bima kânu yekfürun;”

“Dinlerini oyun ve eğlence haline getirmiş, dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak da o Kur’ân ile şunu hatırlat: Bir kişi, kendi elinin üretip kazandığına teslim edilirse onun, Allah’ın astlarından ne bir Yakın Kimsesi kalır ne de şefâatçısı. Her türlü fidyeyi verse de ondan kabul edilmez. İşte bunlar, kazandıklarına teslim edilmişlerdir. Nankörlük ettiklerinden ötürü onlar için kaynar sudan bir içki ve korkunç bir azap vardır.”

Ra’d suresi âyet 37:” Ve kezâlike enzelnahu hukmen arabiyya ve leinitteba'te ehvaehüm ba'de ma caeke minel ılmi, ma leke minAllahi min Veliyyin ve la Vak;”


“İşte biz o Kur’ân’ı Arapça bir hüküm kaynağı olarak indirdik. Eğer sana gelen ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan, Allah’tan sana bir Yakın Kimse ve bir koruyucu yoktur.”

Kehf suresi âyet 17:” Ve teraşşemse iza taleat tezaveru an Kehfihim zatel yemiyni ve iza ğarebet takriduhüm zateş şimali ve hüm fiy fecvetin minh zâlike min ayatillah men yehdillahu fehüvel mühted ve men yudlil felen tecide lehu veliyyen mürşida;


“Güneşi görüyorsun: doğduğu vakit mağaralarından sağ tarafa kayar, battığı vakit ise onları sol tarafa doğru makaslayıp geçer. Böylece onlar mağaranın geniş boşluğu içindedirler. Bu, Allah’ın mucizelerindendir. Allah’ın kılavuzluk ettiği doğruyu bulmuştur. Şaşırttığına gelince, sen ona yol gösteren bir Yakın Kimseyi asla bulamazsın.”

Kehf 26:” Kulillahu a'lemu bima lebisu leHu ğaybüs semavati vel Ard ebsır bihi ve esmı' ma lehüm min duniHi min veliyyin, ve la yüşrikü fiy hükmiHi ehada;

Şura suresi âyet 28,” Ve Huvelleziy yünezzilül ğayse min ba'di ma kanetu ve yenşuru rahmeteHu, ve Huvel Veliyyül Hamiyd;”

” O, onlar (ümit kestikten sonra yağmuru, rahmeti indiren ve rahmetini yayandır. O, Yakındır. Öven yüceltendir.”

Şura 46:” Ve ma kâne lehüm min evliyae yensurunehüm min dunillah ve men yudlilillahu fema lehu min sebiyl;”

“Onların Allah’dan başka kendilerine yardım edecek yakınları da yoktur. Allah kimi saptırırsa, onun için artık bir yol yoktur.”

En’âm 14:” Kul eğayrAllahi ettehızü veliyyen Fatıris Semavati vel Ardı ve Huve yut'ımu ve la yut'am kul inniy ümirtü en ekûne evvele men esleme ve la tekûnenne minel müşrikiyn;”

” De ki: “Semavat ve Arz’ın Fatırı olan ve O besleyip-doyuran, kendisi beslenmeyen Allah’dan ğayrını mı Yakın edineyim?” “Ben İslam olanların ilki olmakla emrolundum”, de ve sakın müşriklerden olma.”

A’raf suresi âyet 196:” İnne Veliyyiyellahulleziy nezzelel Kitabe, ve Huve yetevelles salihıyn;”

”Muhakkak ki benim Yakınım, O Kitab’ı indiren Allah’dır!.. Ve O, salihleri Yakın edinir .”

Yusuf 101:” Rabbi kad ateyteniy minel mülki ve allemteniy min te'viylil ehadiys FatıresSemavati vel Ardı ente veliyyiy fiyd dünya vel ahireti, teveffeniy müslimen ve elhıkniy bissalihıyn;”

“Rabbim! Gerçekten sen bana Mülk’den verdin ve bana hadiselerin te’vilinden öğrettin.Semavat ve Arz’ın Fatırı! Dünya’da ve Ahiret’te Sen’sin Yakınım Müslim olarak beni vefat ettir ve beni salihlere kat!”.


Yine “velâ” kökünden, “velâyet” mastarından türemiş olan “ Vâlî” sözcüğünün anlamı da “Velî” sözcüğünün anlamıyla aynıdır. Allah için de kullanılmıştır.

Ra’d suresi âyet 11:” LeHu muakkıbatün min beyni yedeyhi ve min halfihı yahfezunehu min emrillah innAllahe la yuğayyiru ma bi kavmin hatta yuğayyiru ma bi enfüsihim ve iza eradAllahu bi kavmin suen fela meradde leh ve ma lehüm min dunihi min val;


“Her kişi için, önünde ve arkasında, Allah’ın emriyle onu koruyan izleyiciler vardır. Gerçekte, bir halk, kendindekileri değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah, bir halka kötülük dileyince, o zaman, onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için, O’nun astlarından bir Yakın olan da yoktur. ”

Değerli Kardeşlerim!

Veli, Evliya,velayet sözcükleriyle bağlantılı olan ve Kur’an’da sıkça kullanılan “Mevlâ” sözcüğü de aynı kökten ve aynı anlamdan gelmektedir.
Mevlâ sözcüğü hem Fâil hem de Mef’ûl anlamında kullanılır.

Fâil anlamında kullanıldığında “Velî” sıfatı gibi, “yakın olan, yardım eden, koruyan yol gösteren” anlamındadır.
Yakın olan Kuranda mukarrebun olarak izah edilir genel olarak aşşağıda örneği olduğu gibi ki sayıları çok fazladır.Yardım eden ise ensardır ki tevbe süresi 100.ayette geçer.Ayrıca ALi imran süresi 52. ayeti kerimesinde havariler biz ALLAHın yardımcısıyız derlerken nhnu ensarullah derler.
إِذْ قَالَتِ الْمَلَائِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللَّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُ اسْمُهُ الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجِيهًا فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ

İż kâleti-lmelâ-iketu yâ meryemu inna(A)llâhe yubeşşiruki bikelimetin minhu-smuhu-lmesîhu ‘îsâ-bnu meryeme vecîhen fî-ddunyâ vel-âḣirati vemine-lmukarrabîn(e)

Hani melekler, ya Meryem, gerçekten de Allah seni, kendisinin bir kelimesiyle müjdelemektedir adı da Meryemoğlu Mesih İsa'dır onun ve o, dünyada da kadri yüce bir erdir, ahirette de ve yakınlardandır o. *



Mef’ûl anlamında ise “yardım olunan, yakın olunan, korunan” anlamındadır.

İslâm Hukukunda Fâil anlamında köle âzâd eden köle sahibine “mevlâ” dendiği gibi, Mef’ûl anlamıyla köleye de “mevlâ” denilir.

İslâm aleminin bir çok yerinde, saygı için, bazı büyüklere, bilginlere “mevlânâ = mevlâmız” denilmektedir.

Kur’ân dikkate alındığında bu doğru bir şey değildir.

Bu sıfatın Allah’tan başkası için kullanılmaması gerektiğini düşünüyorum. Doğrusunu Allah bilir.

Bakara suresi âyet 286:”… va'fü anna, vağfir lena, verhamna, ente mevlana fensurna alel kavmil kafiriyn;

” Affeyle bizleri ,Mağfiret et bizleri, rahmet buyur bizlere. Sen Mevlamızsın;( yakın olanımızsın- yardım edenimizsin-yol gösterenimizsin- koruyanımızsın) o halde kafirlere karşı bize zafer ihsan et.

Âl-i Imran suresi âyet 150:” Belillahu mevlaküm ve Huve hayrun nasıriyn;”
”Hayır! Sizin mevlanız (yakın olanınız/yardım edeniniz/koruyanınız/yol göstereniniz) Allah’tır O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.”

En’am suresi âyet 62:” Sümme ruddu ilAllahi mevlahümül Hakk ela leHul hukmü ve Huve esreul hasibiyn”

“Sonra onlar gerçek Mevlaları (yakın olanları/yardım edenleri/koruyanları/yol gösterenleri olan Allah’a götürülürler. Gözünüzü açın! Hüküm yalnız O’nundur. Ve hesap görenlerin en süratlisi de O’dur.”

Hac 13:” Yed'u lemen darruhu akrebü min nef'ıh lebi'selmevla ve lebi'sel aşiyr;”
O, zarar vermesi fayda vermesinden daha yakın olana dua eder/yönelir. O ne kötü bir Mevla(yakın olan/yardım eden/koruyan/yol gösteren) ve ne kötü bir arkadaşdir.

Hacc 78:” Ve cahidu fillahi hakka cihadiHi, Huvectebaküm ve ma ceale aleyküm fiyd diyni min harec millete ebiyküm İbrahiym Huve semmakümül müslimiyne min kablü ve fiy hazâ liyekûner Rasûlü şehiyden aleyküm ve tekûnu şühedae alenNas feekıymusSalate ve atüz Zekate va'tesımu billah Huve Mevlaküm fenı'mel Mevla ve nı'men Nesıyr;

“Allah uğrunda ona yaraşır bir gayretle cihad edin. O sizi seçmiş ve dinde size hiçbir güçlük çıkarmamıştır. Babanız İbrahim’in dinini esas alın. Allah sizi, önceden de şu Kitap’ta da “müslümanlar” diye adlandırdı ki, rasül sizin üzerinizde bir tanık olsun, siz de insanlar üzerine tanıklar olasınız. O halde salatı ikame edin, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O’dur sizin Mevlâ’nız.( Size yakın olanınız- yardım edeniniz-yol göstereniniz- koruyanınız). Ne güzel Mevlâ’dır (Size yakın olandır- yardım edendir-yol gösterendir- koruyandır) O, ne güzel Nasîr’dir O. ”

Tevbe 51:” Kul len yusıybena illâ ma ketebAllahu lena* Huve mevlana ve alellahi fel yetevekkelil mu'minun;”
”De ki: “Allah’ın bizim için yazdığından başkası, asla bize isabet etmeyecektir. O’dur bizim Mevla’mız.(yakın olanımız- yardım edenimiz-yol gösterenimiz- koruyanımız) Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler”

Enfal suresi âyet 40:” Ve in tevellev fa'lemu ennAllahe Mevlaküm nı'mel Mevla ve nı'men Nesıyr;”

“Eğer yüz çevirirlerse bilin ki, Allah sizin Mevlânız’dır. (Size yakın olanınızdır- yardım edeninizdir-yol göstereninizdir- koruyanınızdır) Ne güzel Mevlâ’dır(Size yakın olandır- yardım edendir-yol gösterendir- koruyandır) O, ne güzel Nasîr’dir O.”

Yunus 30:”Hünalike teblu küllü nefsin ma eslefet ve ruddu ilellahi MevlahumülHakkı ve dalle anhüm ma kânu yefterun;

”Orada her nefs, önceden ne gönderdi ise onu dener. Onlar Hakk Mevlaları ((yakın olanları- yardım edenleri- yol gösterenleri-koruyanları) olan Allah’a döndürülmüş ve uydurmakta oldukları kendilerinden kaybolup gitmiştir.”

Meryem 5:” Ve inniy hıftül mevaliye min veraiy ve kânetimraetiy akıren feheb liy min ledünke Veliyya;”

“Ben arkamdan gelecek Mevâlimden (Yakınlarımdan -yardım ettiklerimden - yol gösterdiklerimden - koruduklarımdan) korkuyorum. Karımsa kısır. O halde katından bir velî (yakın olan- yardımcı olan-yol gösteren-koruyan)bağışla!”

(Mevâlî, Mevla sözcüğünün çoğuludur. Bu âyette de çoğul olarak yer almıştır. Mef’ûl anlamla kullanılmıştır.)



Muhammed suresi âyet 11:” Zâike bi ennAllahe Mevlelleziyne amenu ve ennel kafiriyne la Mevla lehüm;”

“Bu böyledir, çünkü Allah, iman edenlerin Mevlâ’sıdır (Yakın olanıdır-yardım edenidir- yol gösterenidir-koruyanıdır). Küfre sapanların Mevlâ’sı (yakın olanı- yardım edeni- yol göstereni-koruyanı) yoktur.”

Tahrim suresi âyet 2:” Kad feradAllahu leküm tahıllete eymaniküm vAllahu mevlaküm ve Huvel'AliymulHakiym;”

“Allah size, yeminlerinizi çözmeyi farz kılmıştır. Ve Allah sizin Mevlâ’nızdır (Yakın olanınızdır-yardım edeninizdir-yol göstereninizdir-koruyanınızdır). Alim’dir O, Hakîm’dir O.”

Tahrim 4: “İn tetuba ilellahi fekad sağat kulubüküma ve in tezahera 'aleyhi feinnAllahe Huve Mevlahu ve Cibriylu ve salihul mu’miniyn velMelaiketü ba'de zâlike zahiyr;”

”Eğer ikiniz, Allah’a tevbe ederseniz, gerçekten kalbleriniz meyletmiş/sapmış bulunuyor. Eğer O’nun aleyhine birbirinize arka/destek olursanız, muhakkak ki Allah, O’nun mevlası’dır, (Yakın olanıdır-yardım edenidir- yol gösterenidir-koruyanıdır )Cibriyl de, mü’minlerin salihi de. Ve ondan sonra melaike de zahiyrdir.


Duhan suresi âyet 41:” Yevme la yuğniy mevlen an mevlen şey’en ve la hüm yünsarun;”
Mevla’nın (Yakın olanın-yardım edenin- yol gösterenin-koruyanın mevla’dan (Yakın olandan-yardım edenden- yol gösterenden-koruyandan) bir şey savamadığının günüdür .Onlar yardım da olunmazlar.

Bize en yakın durumda olan Allah’tır.

Bakara suresi âyet 257:” Allahu Veliyyülleziyne amenu yuhricühüm minez zulümati ilenNur velleziyne keferu evliyaühümüt tağutu yuhricunehüm minen Nuri ilez zulümat ülaike ashabün nar hüm fiyha halidun;”

“Allah, iman sahiplerinin Velîsidir/Yakın Kimsesidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre sapanlara gelince, onların Yakın Kimseleri tâğûttur ki, kendilerini nurdan karanlığa çıkarır. Bunlar cehennem halkıdır. Orada sürekli kalacaklar onlar.”

Âl-i Imran suresi âyet 68:” İnne evlenNasi bi İbrahîyme lelleziynettebeuhu ve hazen Nebîyyu velleziyne amenu vAllahu Veliyyül mu’miniyn;

“Şu bir gerçek ki, insanların İbrahim’e en yakın olanları, elbette ona uyanlar, bu peygamber, bir de iman sahipleridir. Allah mü’minlerin velîsidir (yakın olanı-yardım edeni- yol göstereni-koruyanıdır).”

“Nisa suresi âyet 139:” Elleziyne yettehızunel kafiriyne evliyae min dunil mu’miniyn eyebteğune ındehümül ızzete feinnel ızzete Lillahi cemiy’a;


“Öyle kişiler ki onlar, müminleri bırakıp küfre sapanları Yakın Birisi kabul ediyorlar. Onların yanında onur ve yücelik mi arıyorlar? Onur ve yüceliğin tümü Allah’ındır.”

Maide 55,:” İnnema Veliyyükümullahu ve RasûluHu velleziyne amenülleziyne yukıymunes Salate ve yü'tunez Zekate ve hüm rakiun;”

Maide 56:”Ve men yetevelellahe ve RasûleHu velleziyne amenu feinne hızbAllahi hümül ğalibun;”

“Sizin velîniz(size Yakın olan) Allah’tır, O’nun rasülüdür bir de rüku eder bir halde salatı ikame edip zekâtı vererek iman edenlerdir.”

“Allah’ı, O’nun rasülünü ve iman edenleri kendine Yakın kabul edenler bilsinler ki, galip gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır.”

Enam 127:” Lehüm DarusSelâmi ınde Rabbihim ve Huve Veliyyühüm bi ma kânu ya'melun;”


“Rableri katındaki huzur ve esenlik yurdu onlarındır. İşler oldukları ameller yüzünden, O, onların Velî’si/Yakını oluvermiştir.”

Furkan 18:” Kalu subhaneke ma kâne yenbeğıy lena en nettehıze min dunike min evliyae ve lâkin metta'tehüm ve abaehüm hatta nesüzZikr ve kânu kavmen bura;”


“Dediler ki: “Tespih ederiz seni, seni bırakıp da senin astlarından evliya/ Yakınlar kabul etmek bize yaraşmazdı. Ama sen onları ve atalarını öylesine nimetlendirdin ki, Zikir’i unuttular ve helake giden bir topluluk oldular.””

Secde 4:” Allahulleziy halekas Semavati vel Arda ve ma beynehüma fiy sitteti eyyamin sümmesteva alel Arş ma leküm min duniHi min veliyyin ve la şefiy' efela tetezekkerun;


“Allah’tır ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerinde egemenlik kurmuştur. O’nun astlarından size ne bir veli/Yakın vardır ne de bir şefâatçi. Hala düşünüp ibret almayacak mısınız?”

Fussılet suresi âyet 30:” İnnelleziyne kalu RabbunAllahu sümmestekamu tetenezzelü aleyhimül Melaiketü ella tehafu ve la tahzenu ve ebşiru bil cennetilletiy küntüm tuadun;”

“Şu bir gerçek ki, “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra hiç şaşmadan yol alanlar üzerine, melekler sürekli iner de şöyle der: “Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle sevinin.”

Fussilet 31:”Nahnu evliyaüküm fiyl hayatid dünya ve fiyl ahireti, ve leküm fiyha ma teştehiy enfüsüküm ve leküm fiyha ma teddeun;”

“Biz sizin, dünya hayatında da âhirette de Evliyanızız /Yakınlarınızız. Cennette sizin için nefislerinizin arzuladığı her şey var. Orada sizin için istediğiniz her şey var.”


Fussilet32: “Nüzülen min Ğafurin Rahıym;”

“Gafûr ve Rahîm Allah’tan bir ikram olarak...”

Fussilet 33:“Ve men ahsenü kavlen mimmen dea ilellahi ve amile salihan ve kale inneniy minel müslimiyn;”

“Allah’a çağırıp/yakarıp barışa yönelik iş yapan ve “ben müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır”

Fussilet 34:“Ve la testevil hasenetü ve les seyyietü, idfa' Billetiy hiye ahsenü feizelleziy beyneke ve beynehu adavetün keennehu veliyyün hamiym;”

“Güzellikle çirkinlik/iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel tavırla sav. O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sımsıcak bir Veli/Yakın oluvermiştir.”


Şura suresi âyet 9:” Emittehazu min duniHi evliya' fAllahu Huvel Veliyyü ve Huve yuhyil mevta ve Huve alâ külli şey'in Kadiyr;”

“Yoksa O’nun astlarından bir takım Evliya/Yakın Kimseler mi kabulleniyorlar? Ama Allah, O’dur velî (Yakın olan). O, ölüleri diriltir ve O, her şeye gücü yetendir.”

Şura suresi âyet 31:” :” Ve ma entüm bi mu'ciziyne fiyl Ard ve ma leküm min dunillahi min Veliyyin ve la Nasıyr;

“Siz yeryüzünde aciz bırakıcılar değilsiniz. Sizin, Allah’ın astlarından birVeliniz/Yakınınız da yoktur, yardımcınız da.”



Casiye suresi âyet 19:” İnnehüm len yuğnu anke minAllahi şey'a ve innez zalimiyne ba'duhüm evliyau ba'd vAllahu Veliyyül müttekıyn;

“Kuşkun olmasın ki onlar, Allah karşısında sana hiçbir yarar sağlayamazlar. Zalimler birbirlerinin Evliyalarıdırlar/Yakınlarıdırlar, Allah ise Takvaya sarılanların Velîsidir/Yakınıdır.”

Allah Rasülü de mü’minlere en yakın olandır.

Ahzap 6:” Ennebîyyü evla bil mu’miniyne min enfüsihim ve ezvacühu ümmehatühüm ve ülül’ erhami ba'duhüm evla bi ba'dın fiy Kitabillahi minel mu’miniyne vel mühaciriyne illâ en tefalu ila evliyaiküm ma'rufa kâne zâlike fiyl Kitabi mesturea;”


“O peygamber, müminlere kendilerinden daha yakındır. Onun eşleri de müminlerin anneleridir. Anne tarafından akraba olanlar da Allah’ın Kitab’ında birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak yakınlarınız için örfe uygun bir vasiyette bulunmanız müstesnadır. Bu, Kitap’ta satırlara geçirilmiştir.”

Değerli Kardeşlerim!

Tüm bu ayetleri okuduktan sonra da Veli,Evliya,Mevla sözcüklerine burada belirtilenlerin aksine inananlara ise ne diyeyim. Rabbım hidayet nasip eylesin.

Ne yazık ki,böyle olan kardeşlerime dua etmekten ve Alemlerin Rabbı olan Yüce Allah’ın Aşağıda belirttiğim ayetlerini ağır ağır, düşüne düşüne okumalarını önermekten başka yapabileceğim hiçbir şey yok.


Al-i İmran101: Ve keyfe tekfürune ve entüm tütla aleyküm ayatullahi ve fiyküm RasûluHu, ve men ya'tesım billahi fekad hüdiye ila sıratın müstekıym;”

”Allah ayetleri üzerinize okunurken ve içinizde de O’nun Rasûlü varken nasıl kafir olursunuz? Kim Allah’a ı’tısam ederse /sımsıkı bağlanırsa gerçekten sırat-ı müstakım’e hidayet olunmuştur o.”

Al-i İmran 102: “Ya eyyühelleziyne amenüttekullahe hakka tükatiHi ve la temutünne illâ ve entüm müslimun;”

”Ey iman edenler! Allah’dan hakkıyla ittika edin ve ancak müslimler olarak ölün .“


Ankebut suresi âyet 41:” Meselülleziynet tehazu min dunillahi evliyae kemeselil ankebut ittehazet beyta ve inne evhenel buyuti lebeytül ankebut lev kânu ya'lemun;”

“Allah’ın astlarından/ mahlukatta.yaratılmışlardan kendilerine evliyâ/ Yakın Kimseler kabullenenlerin durumu, kendisine bir ev yapan örümceğin durumuna benzer. Evlerin en dayanaksızı, kuşkusuz örümceğin evidir. Keşke bilseler!”


Kusursuz olan Allah’tır.
En doğrusunu Allah bilir.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah’a emanet olunuz.


Genel olarak yukarda yaptığım açıklamaların dışında şunu izah edeyimki.
İnsanın mana olarak ne algıladığı önemlidir.
Yani bir kişi evliyayı velinin çoğulu değilde ALLAH dostu olarak algılayıp o şekilde izahat etmesi şirk değildir.
Buna belki lehçe farklılığı olarak bakmak gereklidir.
Zira mana verenlerle sizin manalarınız arasındada tutarsızlıklar vardır.Bu durumda sizin doğru bildiğiniz yada başkalarının doğru bildiğinden çok insanın nasıl algılayıp inandığıdır.
Zaten sorunda ordan kaynaklanıyor.
Siz veliliği velayet olarak algıladığınız için karşı çıkıyorsunuz.başkası ise dost olarak algıladığı için öyle kabul ediyor.
Kelimelerin tekel meallerinden çok şahıslar tarafından kabulunu ele alırsak o zaman tearuzlar azalır.

dost1
5. January 2011, 05:00 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!


Kur'an'da geçen "veli,evliya" kelimeleri dost anlamında değildir.
En büyük oyun kelimelerin tahrif edilmesiyle yapılmaktadır.
"Veli" kelimesi bizim Türkçeye de geçmiş bir kelimedir. Reşid olmadan önce baba ya da annelerimiz okulda bizim "veli" mizdiler.


yazımıza


Bütün ayetlerdeki ifade bu manada olsa Evliyaullah İfadesinde haşa ALLAH c.c ın velayet ihtiyacı duyduğu birileri olması gerekli olur.Zira Ayeti kerimede


أَلَا إِنَّ أَوْلِيَاءَ اللَّهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Yûnus / 62
Elâ inne evliyâa(A)llâhi lâ ḣavfun ‘aleyhim velâ hum yahzenûn(e)

Bilin, haberdar olun ki şüphe yok Allah dostlarına ne korku vardır, ne de mahzun olur onlar. * .

cevabını vermişsiniz. İleri sürdüğünüz tez ile ayet arasında nasıl bir ilişki kurdunuz bilemem.
Örnek verdiğiniz bu ayet:
Açın gözünüzü! Allah'ın velîlerine –ki onlar inanan ve takvalı davranan kimselerdir– kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de.

ayrı bir necmdir.

Yunus;62–63: Açın gözünüzü! Allah'ın velilerine -ki onlar inanan ve takvalı davranan kimselerdir- kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de.

Yunus;64: Onlara dünya hayatında ve âhiret hayatında müjde vardır. Allah'ın sözleri için değişiklik diye bir şey yoktur. İşte bu, en büyük kurtuluşun ta kendisidir.

Ayrı bir necm olan bu Âyet grubunda da yine çok önemli ve çok özel bir konu açıklanmaktadır. Bu konu, - اولياء اللّه evliyâullâh = Allah'ın velileri / yakınları, yardımcıları konusudur.

Çarpıtılması sebebiyle dinî hayatta bir takım hurafelerin ve sapık akımların oluşmasına yol açmış olan bu konu, önemli olduğundan incelemeye tâbi tutulacak, bunun sonucunda da Kur'ân terminolojisine ait olan "Allah'ın Evliyası" ifadesinin gerçek anlamı ortaya konacaktır.



Şimdiye kadar hep Allah'ın kullarına yakınlığı, yardımcılığı ile ilgili olarak kullanılmış olan veli [yakın, yardımcı] sözcüğü, ilk kez Yûnus Sûresinin 62. Âyetindeki evliyâullâh ifadesi dolayısıyla "kulların Allah'a yakınlığı, yardımcılığı" şeklinde gündeme gelmektedir. Çünkü bir izafet terkibi [isim tamlaması] olan اولياء اللّه - evliyâullâh ifadesi, sözcük anlamı itibariyle Allah'a yakın olanlar demektir.


اولياء اللّه - evliyâullâh = Allah'a yakın olanlar ifadesi Kur'ân'da geçtiğine göre, Rabbimizin kendisine yakın, yardımcı olarak gördüğü bazı kimselerin varlığı tartışmasızdır. Önemli olan, bu "yakın, yardımcı" insanların kimler olduğudur. Ne var ki, bu insanların kimler olduğu konusu tamamen çarpıtılmış, kimler olduğunu öğrenmek için Kur'ân'a başvurulacağı yerde, yalan yanlış söylentiler dikkate alınarak Kur'ân dışı acayip bir terminoloji üretilmiştir.

Dîne Kur'ân dışında kaynak aramak anlamına gelen bu davranışlar, tevhit dininin dışına çıkılmasına yol açarak İslâm'a ters yabancı inanç ve kültürlerdeki bazı kabullerin İslâm'a sokulması neticesini doğurmuştur.

Bu kabullerin kendilerini nasıl bir pisliğin içine sürüklediğini fark edemeyen zavallılar ise, İslâm'a Kur'ân dışı kaynak icat eden müşriklerle birlikte boğazlarına kadar bu pisliğin içine batmışlardır:

(Tövbe: 28) Ey inananlar! Müşrikler bir pisliktir. …


Oysa evliyâullâh' ın kimler olduğunu anlamak için şirke batmaya hiç gerek yoktur. Çünkü Rabbimiz bunların kimler olduğunu Kur'ân'da açıklamıştır:

(Enfâl: 34) Onlar Mescid-i Haram'dan geri çevirip dururken, Allah onlara neden azap etmeyecekmiş? Onlar O'nun evliyâsı [yakını, yardımcısı] da değiller. O'nun evliyâsı [yakınları, yardımcıları] sadece takva sahipleridir. Velâkin onların ekserisi bilmiyorlar.


Zihinlerindeki sorulara Kur'ân yerine uydurma rivayetlerde cevap arayanlar, bu konuda da Kur'ân'ı dikkate almamışlar ve evliyâullâh terkibine kendilerince, uydurmalar arasından cevap hazırlamışlardır:


Peygamber Efendimize "Evliyâullah kimdir?" diye sorulmuş, O da şöyle buyurmuştur: "Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır, zikredilir. [51–21] (İbn-i Mace Zühd-4)


Hz. Ömer'den rivayet edilen bir hadiste de "Kendileri şehit veya nebi olmadıkları halde nebilerin ve şehitlerin gıpta ettiği, aralarında ticaret ve akrabalık bağı olmadığı halde birbirlerini Allah için seven kimselerden" bahsedilmektedir. [51–22] (Müsned, 5/343)


Evliyâullah, Allah için severler, birbirlerine dost, yârân, ahbâb olurlar. [51–23] (Ebû Davûd; Sünen/2, 4596. rivâyet)


Yüce Allah, Yûnus ve Enfâl Sûrelerinin yukarıda verdiğimiz Âyetlerinde اولياء اللّه - evliyâullah = Allah'a yakın olanlar, "mütteki müminler'dir" buyurarak evliyâullah terkibini açıklamışken; uydurma rivayetlerle Evliyâullah' a Allah'ın beyanına uymayan başka açıklamalar getirmek, bize göre ancak haddini bilmez İslâm düşmanlarının işi olabilir.

Müslümanların ömürlerinin boşa geçmesini sağlamak isteyen art niyetli, şeytan tıynetli bu kimseler, zehirli görüşlerinin cilâsı olarak "hadis" kavramını kullanmışlar ve kendi uydurduklarını peygamberimize isnat etmişlerdir. Biz burada, peygamberimizi bu iftiralardan tenzih etmeyi bir borç olarak görmekteyiz.


Buraya kadarki açıklamalarımızdan çıkan sonuç şudur: اولياء اللّه - evliyâullah sözcüğünün esas anlamı Allah'a yakın olanlar demektir. "Allah'a yakın olanlar" ise, Rabbimizin ifadesiyle "muttaki müminler'dir."


Bu noktada sorulması gereken soru şudur:
"
Acaba muttaki müminler Allah'a nasıl yakın olabiliyorlar?" Rabbimiz bu sorunun cevabını da yine Kur'ân'da vermiştir:

(Muhammed: 7) Ey inananlar! Eğer Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır.

(Âl-i İmran: 52) Îsâ onlardan inkârı sezince şöyle konuştu: "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kim?" Havariler dediler ki: "Biz Allah'ın yardımcılarıyız. Allah'a iman ettik biz. Tanık ol, biz Müslümanlarız."

(Saff: 14) Ey iman etmiş olan kimseler! Allah'ın yardımcıları olun! Hani Meryem oğlu İsa Havarilerine; "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kimdir?" demişti de havariler; "Biz Allah'ın yardımcılarıyız." cevabını vermişlerdi. Bunun ardından İsrâîloğullarından bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfre sapmıştı. Nihayet Biz, iman sahiplerini düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler.


Görüldüğü gibi, yukarıdaki Âyetlerin açık ifadelerinde Allah'a yardımdan ve Allah'ın yardımcılarından bahsedilmektedir. Herkesçe malûmdur ki, bizzat Allah'ın kendisine yardım etmek imkânsızdır; Yüce Allah da böyle bir yardımdan ve yardımcılardan müstağnidir. Nitekim Rabbimizin muttaki müminleri kendisine velî [yakın ve yardımcı] kabul etmesi de O'nun aczinden, düşkünlüğünden, güçsüzlüğünden, ihtiyacından kaynaklanmamaktadır.

Rabbimiz bir Âyetinde bu hususu şöyle açıklamaktadır:

(İsrâ: 111) Ve de ki: Hamd [övgü] , hiçbir çocuk edinmeyen, mülkte kendisi için herhangi bir ortağı bulunmayan, düşkünlükten dolayı yardımcısı olmayan Allah'a özgüdür. Ve O'nu [Allah'ı] büyükle dikçe büyükle [ululadıkça ulula] !


O halde, muttaki müminlerin, hiçbir yardıma ve yardımcıya ihtiyacı olmayan Allah'a –sözcüğün hakikat anlamıyla– nasıl yardımcı olabildiğini anlamak için şu hususlarda dikkatle zihin yormak gerekmektedir:



• Allah insanları ne için yaratmış, onlara neden kitaplar ve peygamberler göndermiş ve onlardan neler istemiştir?

• Allah'ın insanlardan istedikleri kimler aracılığıyla gerçekleştirilmektedir, Sünnetullah nasıl cereyan etmektedir?

• Allah'ın düşmanları kimlerdir, bunlar neler isterler, nasıl davranırlar?

Bu soruların cevapları hem belli hem de kolaydır:

Allah, dünya yaşamında adaletin sağlanmasını, küfrün, şirkin, nifakın yok edilmesini, dinin tümüyle Allah'a özgü kılınmasını istemekte ve O'nun bu istekleri de biz kullarının ortaya koyduğu mücadele [cihad] nispetinde gerçekleşmektedir. Allah'ın kurulmasını istediği düzeni kendisi kurmayıp kullarına bırakması ise kullarını sınamak istemesinden ötürüdür:

(Muhammed: 4) Öyleyse, inkârcılarla karşı karşıya geldiğinizde, boyunları vurun. Sonra, onları iyice sindirince, bağı sıkıca bağlayın; sonra, savaş sona erince, ya karşılıksız ya da kurtarmalıkla salıverin. –İşte eğer dileseydi, onların hakkından bizzat gelirdi; ama bu, sizi birbirinizle sınamak içindir.– Allah yolunda öldürülenlere gelince, onların işlerini saptırmayacaktır.


Demek oluyor ki, Allah'ın istediklerinin gerçekleşmesi için çaba harcayanlar [yani peygamberimiz hayatta iken ona yardım edenler ve Allah'ın dinini ayakta tutmaya çalışanlar, kelimenin tam anlamıyla Allah'a yardım etmiş olmaktadırlar.

Başka bir ifade ile اولياء اللّه - evliyâullâh = Allah'a yakın olanlar ve انصار اللّه - ensârullâh = Allah'a yardım edenler Allah'ın koyduğu emir ve yasakları benimseyerek O'nun dinine sarılıp o dinin yayılması için canla başla çaba harcayanlardır. Bu kimseler Kur'ân tarafından "muttaki müminler" olarak nitelenmektedir.


Evliyâullâh ve ensârullâh ifadelerinin asıl anlamları bu olmasına rağmen, velî sözcüğünün ve türevlerinin gerçek anlamlarından saptırılıp gayet sığ olarak "dost" anlamında ifade edilmesi sonucu iş çığırından çıkmış ve basit gibi görünen bu yanlışla Allah ile kulun, kul ile Allah'ın arasında "gönül bağı" anlamında bir dostluktan söz edilir olmuştur.

Zaten dinî alanlardaki sapmaların çoğu da metinde sözcük anlamıyla kullanılmış sözcüklerin sanki birer kavrammış gibi dayatılmasından kaynaklanmıştır.

Türkçede doğru anlamı dışında da kullanılan "dost" sözcüğünün gerçek anlamı tespit edilmeli ve bu konuda nasıl bir sapmaya yol açtığı açıkça gösterilmelidir.


Aslı dust ve çoğulu da dostân olan dost sözcüğünün anlamı Birinin iyiliğini isteyen, onu içten seven, iyi görüşülen kimse, en yakın arkadaş, gönüldaş demek olup dilimize Farsçadan girmiştir.

Allah'ın sıfatları hakkında az çok bilgisi olan herkesin kabul edeceği gibi, bu sözcüğün anlamı, herhangi bir kimsenin Allah'la dostluk ilişkisi içerisinde gösterilmesine engeldir.

Bu nedenle, "bir kimsenin Allah'a dost olması" veya "Allah'ın bir kimseyi dost edinmesi", dost sözcüğünün anlamı itibariyle yanlış ifadelerdir.

Diğer taraftan, anlam olarak birbirinden farklı olmaları sebebiyle, dost sözcüğü ile Arapçadaki velî sözcüğünün aynı anlamda kullanılması da son derece büyük bir hatadır.

Yanlış anlamlı sözcük kullanma hatası Allah ile ilgili bir konuda yapıldığında, bunu "hata" sözcüğüyle açıklamak da mümkün değildir.

İnsanların basit dünya işlerindeki iyi ilişkilerini, yakınlıklarını anlatmak için kullanılan dost sözcüğünün Allah ile O'nun her konuda astı olan insanlar arasındaki mecazî yakınlığı ifade etmek için kullanılması, bu fahiş hatayı yapanların maksatlı olabileceklerini düşündürmektedir.

Çünkü bu fahiş hata, yapanların ne Arapçadaki yetersizliklerinden, ne de Allah hakkındaki bilgisizliklerinden kaynaklanmaktadır. Bu kimseler, böyle bir hatayı yapmayacak kadar Arapçaya vâkıftırlar ve Allah'ı da gayet iyi tanıdıkları iddiasındadırlar.

Sonuç olarak, Allah'ın insanlara yakınlığı mecazidir ve bu yakınlık Allah'ın insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarması, onlara yol göstererek yardım etmesi ve onları koruması şeklinde tezahür etmektedir.

Muttaki müminlerin Allah'a yakınlığı ve yardımcılığı ise Allah'ın dininin yayılması ve yaşanması için çaba göstermeleridir.

Asıl konumuz olan "velî" sözcüğüne dönecek olursak; bu sözcük üzerinde uzunca durmamızın sebebi, sözcüğün kavramlaştırılarak tevhide aykırı biçimde kullanılıyor olmasıdır.

Çünkü çok eskilerden beri "velî" veya "evliyâ" diye bir üst sınıf din adamı tipi oluşturulmuş, bu sınıfa mensup sahte "velî"ler tıpkı Hıristiyanlıktaki ruhbanlar gibi birçok din dışı işleri yapar olmuşlardır.

Kendilerine has tevîl yöntemleriyle her türlü İslâm dışı düşünceyi üretmiş olan bu sahte "velî'lerin" tuzağına düşen zavallıların sayısı ise, ne yazık ki pek çoktur.

Dolayısıyla, bu sahtekârlar kandırdıkları akılsızların "velîsi", şeytanlar da bu sahtekârların velîsi", durumundadır.


Böyle bir felâkete uğramamak için dini sadece Allah'a özgülemeyi ve bizi bu doğru yoldan ayırmaması için O'na yönelmeyi öneriyoruz:


"Allah, dini kendisine has kılmak için gayret sarf edenlere velâyetini [yakınlığını, yardımcılığını, karanlıklardan aydınlığa çıkarıcılığını, şefaatini, mürşitliğini ve koruyuculuğunu] esirgemesin!

Bu gayret içerisinde olan mümin muttaki kullarını da "evliyâullâh" ve "ensârullâh" olarak kabul etsin!

Bu yolda yürürken O'nun çizdiği rotadan, koyduğu kurallardan çıkmamaya çalıştığımız ve başka bir rehber arkasına düşmediğimiz için de bizleri "halîl" sıfatıyla şereflendirsin!"


Genel olarak yukard yaptığım açıklamalrın dışında şunu izah edeyimki.
İnsanın mana olarak ne algıladığı önemlidir.
Yani bir kişi evliyayı velinin çoğulu değilde ALLAH dostu olarak algılayıp o şekilde izahat etmesi şirk değildir.
Buna belki lehçe farklılığı olarak bakmak gereklidir.
Zira mana verenlerle sizin manalarınız arasındada tutarsızlıklar vardır.Bu durumda sizin doğru bildiğiniz yada başkalarının doğru bildiğinden çok insanın nasıl algılayıp inandığıdır.
Zaten sorunda ordan kaynaklanıyor.
Siz veliliği velayet olarak algıladığınız için karşı çıkıyorsunuz.başkası ise dost olarak algıladığı için öyle kabul ediyor.
Kelimelerin tekel meallerinden çok şahıslar tarafından kabulunu ele alırsak o zaman tearuzlar azalır.

Bir kelimenin ifade ettiği manalardan birini almak doğaldır ancak kelimenin aslında olmayan anlamı "ben böyle algıladım" diyerek almak ve algılamak doğru değildir.

Diğer cevaplarınıza da cevap vereceğim . İnşaallah.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ebu Maruf
5. January 2011, 10:25 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!
ve Aleykumes-Selma ve Rahmetullahi




yazımıza



cevabını vermişsiniz. İleri sürdüğünüz tez ile ayet arasında nasıl bir ilişki kurdunuz bilemem.
Örnek verdiğiniz bu ayet:
Açın gözünüzü! Allah'ın velîlerine –ki onlar inanan ve takvalı davranan kimselerdir– kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de.
Dostum sizin iddianıza göre yakınlık olan mananın burda ALLAH ın yakın olduğu kulları olarak algılanması gerek.
HAlbuki ALLAHU TEALA Herklese yakındır.Halbuki onlarca mealin tabiriyle bakarsın ALLAH ın dostları manası çıkar.
ayrı bir necmdir.

Yunus;62–63: Açın gözünüzü! Allah'ın velilerine -ki onlar inanan ve takvalı davranan kimselerdir- kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de.

Yunus;64: Onlara dünya hayatında ve âhiret hayatında müjde vardır. Allah'ın sözleri için değişiklik diye bir şey yoktur. İşte bu, en büyük kurtuluşun ta kendisidir.

Ayrı bir necm olan bu Âyet grubunda da yine çok önemli ve çok özel bir konu açıklanmaktadır. Bu konu, - اولياء اللّه evliyâullâh = Allah'ın velileri / yakınları, yardımcıları konusudur.
Bu ifadeniz yani veliliğin yardımcılık manası bence doğru olmasa da şunu belirtiyim.
O halde ALLAHın yardımcıları evliyalar ise bu durumda himmet zaten hakdır.
ALLAH kendilerine tasarruf vermediği insanlar nasıl olacakda ALLAH a yardımcı olacaklar
Çarpıtılması sebebiyle dinî hayatta bir takım hurafelerin ve sapık akımların oluşmasına yol açmış olan bu konu, önemli olduğundan incelemeye tâbi tutulacak, bunun sonucunda da Kur'ân terminolojisine ait olan "Allah'ın Evliyası" ifadesinin gerçek anlamı ortaya konacaktır.



Şimdiye kadar hep Allah'ın kullarına yakınlığı, yardımcılığı ile ilgili olarak kullanılmış olan veli [yakın, yardımcı] sözcüğü, ilk kez Yûnus Sûresinin 62. Âyetindeki evliyâullâh ifadesi dolayısıyla "kulların Allah'a yakınlığı, yardımcılığı" şeklinde gündeme gelmektedir. Çünkü bir izafet terkibi [isim tamlaması] olan اولياء اللّه - evliyâullâh ifadesi, sözcük anlamı itibariyle Allah'a yakın olanlar demektir.


اولياء اللّه - evliyâullâh = Allah'a yakın olanlar ifadesi Kur'ân'da geçtiğine göre, Rabbimizin kendisine yakın, yardımcı olarak gördüğü bazı kimselerin varlığı tartışmasızdır. Önemli olan, bu "yakın, yardımcı" insanların kimler olduğudur. Ne var ki, bu insanların kimler olduğu konusu tamamen çarpıtılmış, kimler olduğunu öğrenmek için Kur'ân'a başvurulacağı yerde, yalan yanlış söylentiler dikkate alınarak Kur'ân dışı acayip bir terminoloji üretilmiştir.

Dîne Kur'ân dışında kaynak aramak anlamına gelen bu davranışlar, tevhit dininin dışına çıkılmasına yol açarak İslâm'a ters yabancı inanç ve kültürlerdeki bazı kabullerin İslâm'a sokulması neticesini doğurmuştur.

Bu kabullerin kendilerini nasıl bir pisliğin içine sürüklediğini fark edemeyen zavallılar ise, İslâm'a Kur'ân dışı kaynak icat eden müşriklerle birlikte boğazlarına kadar bu pisliğin içine batmışlardır:

(Tövbe: 28) Ey inananlar! Müşrikler bir pisliktir. …


Oysa evliyâullâh' ın kimler olduğunu anlamak için şirke batmaya hiç gerek yoktur. Çünkü Rabbimiz bunların kimler olduğunu Kur'ân'da açıklamıştır:

(Enfâl: 34) Onlar Mescid-i Haram'dan geri çevirip dururken, Allah onlara neden azap etmeyecekmiş? Onlar O'nun evliyâsı [yakını, yardımcısı] da değiller. O'nun evliyâsı [yakınları, yardımcıları] sadece takva sahipleridir. Velâkin onların ekserisi bilmiyorlar.


Zihinlerindeki sorulara Kur'ân yerine uydurma rivayetlerde cevap arayanlar, bu konuda da Kur'ân'ı dikkate almamışlar ve evliyâullâh terkibine kendilerince, uydurmalar arasından cevap hazırlamışlardır:


Peygamber Efendimize "Evliyâullah kimdir?" diye sorulmuş, O da şöyle buyurmuştur: "Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır, zikredilir. [51–21] (İbn-i Mace Zühd-4)


Hz. Ömer'den rivayet edilen bir hadiste de "Kendileri şehit veya nebi olmadıkları halde nebilerin ve şehitlerin gıpta ettiği, aralarında ticaret ve akrabalık bağı olmadığı halde birbirlerini Allah için seven kimselerden" bahsedilmektedir. [51–22] (Müsned, 5/343)


Evliyâullah, Allah için severler, birbirlerine dost, yârân, ahbâb olurlar. [51–23] (Ebû Davûd; Sünen/2, 4596. rivâyet)


Yüce Allah, Yûnus ve Enfâl Sûrelerinin yukarıda verdiğimiz Âyetlerinde اولياء اللّه - evliyâullah = Allah'a yakın olanlar, "mütteki müminler'dir" buyurarak evliyâullah terkibini açıklamışken; uydurma rivayetlerle Evliyâullah' a Allah'ın beyanına uymayan başka açıklamalar getirmek, bize göre ancak haddini bilmez İslâm düşmanlarının işi olabilir.

Müslümanların ömürlerinin boşa geçmesini sağlamak isteyen art niyetli, şeytan tıynetli bu kimseler, zehirli görüşlerinin cilâsı olarak "hadis" kavramını kullanmışlar ve kendi uydurduklarını peygamberimize isnat etmişlerdir. Biz burada, peygamberimizi bu iftiralardan tenzih etmeyi bir borç olarak görmekteyiz.


Buraya kadarki açıklamalarımızdan çıkan sonuç şudur: اولياء اللّه - evliyâullah sözcüğünün esas anlamı Allah'a yakın olanlar demektir. "Allah'a yakın olanlar" ise, Rabbimizin ifadesiyle "muttaki müminler'dir."


Bu noktada sorulması gereken soru şudur:
"
Acaba muttaki müminler Allah'a nasıl yakın olabiliyorlar?" Rabbimiz bu sorunun cevabını da yine Kur'ân'da vermiştir:

(Muhammed: 7) Ey inananlar! Eğer Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır.

(Âl-i İmran: 52) Îsâ onlardan inkârı sezince şöyle konuştu: "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kim?" Havariler dediler ki: "Biz Allah'ın yardımcılarıyız. Allah'a iman ettik biz. Tanık ol, biz Müslümanlarız."

(Saff: 14) Ey iman etmiş olan kimseler! Allah'ın yardımcıları olun! Hani Meryem oğlu İsa Havarilerine; "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kimdir?" demişti de havariler; "Biz Allah'ın yardımcılarıyız." cevabını vermişlerdi. Bunun ardından İsrâîloğullarından bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfre sapmıştı. Nihayet Biz, iman sahiplerini düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler.


Görüldüğü gibi, yukarıdaki Âyetlerin açık ifadelerinde Allah'a yardımdan ve Allah'ın yardımcılarından bahsedilmektedir. Herkesçe malûmdur ki, bizzat Allah'ın kendisine yardım etmek imkânsızdır; Yüce Allah da böyle bir yardımdan ve yardımcılardan müstağnidir. Nitekim Rabbimizin muttaki müminleri kendisine velî [yakın ve yardımcı] kabul etmesi de O'nun aczinden, düşkünlüğünden, güçsüzlüğünden, ihtiyacından kaynaklanmamaktadır.

Rabbimiz bir Âyetinde bu hususu şöyle açıklamaktadır:

(İsrâ: 111) Ve de ki: Hamd [övgü] , hiçbir çocuk edinmeyen, mülkte kendisi için herhangi bir ortağı bulunmayan, düşkünlükten dolayı yardımcısı olmayan Allah'a özgüdür. Ve O'nu [Allah'ı] büyükle dikçe büyükle [ululadıkça ulula] !


O halde, muttaki müminlerin, hiçbir yardıma ve yardımcıya ihtiyacı olmayan Allah'a –sözcüğün hakikat anlamıyla– nasıl yardımcı olabildiğini anlamak için şu hususlarda dikkatle zihin yormak gerekmektedir:



• Allah insanları ne için yaratmış, onlara neden kitaplar ve peygamberler göndermiş ve onlardan neler istemiştir?

• Allah'ın insanlardan istedikleri kimler aracılığıyla gerçekleştirilmektedir, Sünnetullah nasıl cereyan etmektedir?

• Allah'ın düşmanları kimlerdir, bunlar neler isterler, nasıl davranırlar?

Bu soruların cevapları hem belli hem de kolaydır:

Allah, dünya yaşamında adaletin sağlanmasını, küfrün, şirkin, nifakın yok edilmesini, dinin tümüyle Allah'a özgü kılınmasını istemekte ve O'nun bu istekleri de biz kullarının ortaya koyduğu mücadele [cihad] nispetinde gerçekleşmektedir. Allah'ın kurulmasını istediği düzeni kendisi kurmayıp kullarına bırakması ise kullarını sınamak istemesinden ötürüdür:

(Muhammed: 4) Öyleyse, inkârcılarla karşı karşıya geldiğinizde, boyunları vurun. Sonra, onları iyice sindirince, bağı sıkıca bağlayın; sonra, savaş sona erince, ya karşılıksız ya da kurtarmalıkla salıverin. –İşte eğer dileseydi, onların hakkından bizzat gelirdi; ama bu, sizi birbirinizle sınamak içindir.– Allah yolunda öldürülenlere gelince, onların işlerini saptırmayacaktır.


Demek oluyor ki, Allah'ın istediklerinin gerçekleşmesi için çaba harcayanlar [yani peygamberimiz hayatta iken ona yardım edenler ve Allah'ın dinini ayakta tutmaya çalışanlar, kelimenin tam anlamıyla Allah'a yardım etmiş olmaktadırlar.

Başka bir ifade ile اولياء اللّه - evliyâullâh = Allah'a yakın olanlar ve انصار اللّه - ensârullâh = Allah'a yardım edenler Allah'ın koyduğu emir ve yasakları benimseyerek O'nun dinine sarılıp o dinin yayılması için canla başla çaba harcayanlardır. Bu kimseler Kur'ân tarafından "muttaki müminler" olarak nitelenmektedir.


Evliyâullâh ve ensârullâh ifadelerinin asıl anlamları bu olmasına rağmen, velî sözcüğünün ve türevlerinin gerçek anlamlarından saptırılıp gayet sığ olarak "dost" anlamında ifade edilmesi sonucu iş çığırından çıkmış ve basit gibi görünen bu yanlışla Allah ile kulun, kul ile Allah'ın arasında "gönül bağı" anlamında bir dostluktan söz edilir olmuştur.

Zaten dinî alanlardaki sapmaların çoğu da metinde sözcük anlamıyla kullanılmış sözcüklerin sanki birer kavrammış gibi dayatılmasından kaynaklanmıştır.

Türkçede doğru anlamı dışında da kullanılan "dost" sözcüğünün gerçek anlamı tespit edilmeli ve bu konuda nasıl bir sapmaya yol açtığı açıkça gösterilmelidir.


Aslı dust ve çoğulu da dostân olan dost sözcüğünün anlamı Birinin iyiliğini isteyen, onu içten seven, iyi görüşülen kimse, en yakın arkadaş, gönüldaş demek olup dilimize Farsçadan girmiştir.

Allah'ın sıfatları hakkında az çok bilgisi olan herkesin kabul edeceği gibi, bu sözcüğün anlamı, herhangi bir kimsenin Allah'la dostluk ilişkisi içerisinde gösterilmesine engeldir.

Bu nedenle, "bir kimsenin Allah'a dost olması" veya "Allah'ın bir kimseyi dost edinmesi", dost sözcüğünün anlamı itibariyle yanlış ifadelerdir.

Diğer taraftan, anlam olarak birbirinden farklı olmaları sebebiyle, dost sözcüğü ile Arapçadaki velî sözcüğünün aynı anlamda kullanılması da son derece büyük bir hatadır.

Yanlış anlamlı sözcük kullanma hatası Allah ile ilgili bir konuda yapıldığında, bunu "hata" sözcüğüyle açıklamak da mümkün değildir.

İnsanların basit dünya işlerindeki iyi ilişkilerini, yakınlıklarını anlatmak için kullanılan dost sözcüğünün Allah ile O'nun her konuda astı olan insanlar arasındaki mecazî yakınlığı ifade etmek için kullanılması, bu fahiş hatayı yapanların maksatlı olabileceklerini düşündürmektedir.

Çünkü bu fahiş hata, yapanların ne Arapçadaki yetersizliklerinden, ne de Allah hakkındaki bilgisizliklerinden kaynaklanmaktadır. Bu kimseler, böyle bir hatayı yapmayacak kadar Arapçaya vâkıftırlar ve Allah'ı da gayet iyi tanıdıkları iddiasındadırlar.

Sonuç olarak, Allah'ın insanlara yakınlığı mecazidir ve bu yakınlık Allah'ın insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarması, onlara yol göstererek yardım etmesi ve onları koruması şeklinde tezahür etmektedir.

Muttaki müminlerin Allah'a yakınlığı ve yardımcılığı ise Allah'ın dininin yayılması ve yaşanması için çaba göstermeleridir.

Asıl konumuz olan "velî" sözcüğüne dönecek olursak; bu sözcük üzerinde uzunca durmamızın sebebi, sözcüğün kavramlaştırılarak tevhide aykırı biçimde kullanılıyor olmasıdır.

Çünkü çok eskilerden beri "velî" veya "evliyâ" diye bir üst sınıf din adamı tipi oluşturulmuş, bu sınıfa mensup sahte "velî"ler tıpkı Hıristiyanlıktaki ruhbanlar gibi birçok din dışı işleri yapar olmuşlardır.

Kendilerine has tevîl yöntemleriyle her türlü İslâm dışı düşünceyi üretmiş olan bu sahte "velî'lerin" tuzağına düşen zavallıların sayısı ise, ne yazık ki pek çoktur.

Dolayısıyla, bu sahtekârlar kandırdıkları akılsızların "velîsi", şeytanlar da bu sahtekârların velîsi", durumundadır.


Böyle bir felâkete uğramamak için dini sadece Allah'a özgülemeyi ve bizi bu doğru yoldan ayırmaması için O'na yönelmeyi öneriyoruz:


"Allah, dini kendisine has kılmak için gayret sarf edenlere velâyetini [yakınlığını, yardımcılığını, karanlıklardan aydınlığa çıkarıcılığını, şefaatini, mürşitliğini ve koruyuculuğunu] esirgemesin!

Bu gayret içerisinde olan mümin muttaki kullarını da "evliyâullâh" ve "ensârullâh" olarak kabul etsin!

Bu yolda yürürken O'nun çizdiği rotadan, koyduğu kurallardan çıkmamaya çalıştığımız ve başka bir rehber arkasına düşmediğimiz için de bizleri "halîl" sıfatıyla şereflendirsin!"




Bir kelimenin ifade ettiği manalardan birini almak doğaldır ancak kelimenin aslında olmayan anlamı "ben böyle algıladım" diyerek almak ve algılamak doğru değildir.

Diğer cevaplarınıza da cevap vereceğim . İnşaallah.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Dostum bakın verdiğiniz ayetin sanırım 10-15 çeşit mealde evliya kelimesinin ya velisidir yada dostudur olarak verildiğini belirttiğim halde.Siz halen ALLAHA yakın olanlar olarak veriyorsunuz.
O halde burdaki bütün kardeşler güvensiz mealleri kaynak olarak veriyorlar.O halde ya siz bir meal yazın burdaki kardeşlerimiz diğer mealleri bırakıp sizin mealinize göre kaynak versinler.
Kaldıkı yakınlıkla dostluk arasında mana olarakda çok fark yoktur.
Bana yakın olan birisinin akrabalık bağı yoksa o zaten benim dostumdur.
Yani kelimelerin kök ve mastarlarına inilecek olursa zaten hiç bir mealin doğruluğu söz konusu olamaz.
Türk diline göre meal yapılabilmesi mümkün değildir.Buna ne sizin nede meal yazan insanların ilmi yetmez.Size sizin yazılarınızdan küçük ve büyük sesli uyumuna uymayacak bir çok kelime bulabilirim.Buda ne olur bunların türkçe olmadığı manasına gelir o durumda buna mealde denemez sizin iddianıza göre.
Meal kelimesi bile başlı başına türkçe değildir.
O halde sizin vereceğiniz her Ayet mealine ben kelimeler eş anlamlı olduğu halde itiraz ederek konuyu başka yerlere taşıyabilirim.
Şimdi böyle yaparsam bu müzakeremi olur elinizi vicdanınıza koyun ve kendi kendinize cevabını verin.


selametle

dost1
5. January 2011, 09:17 PM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!

Dostum bakın verdiğiniz ayetin sanırım 10-15 çeşit mealde evliya kelimesinin ya velisidir yada dostudur olarak verildiğini belirttiğim halde.Siz halen ALLAHA yakın olanlar olarak veriyorsunuz.
O halde burdaki bütün kardeşler güvensiz mealleri kaynak olarak veriyorlar.O halde ya siz bir meal yazın burdaki kardeşlerimiz diğer mealleri bırakıp sizin mealinize göre kaynak versinler.
Kaldıkı yakınlıkla dostluk arasında mana olarakda çok fark yoktur.
Bana yakın olan birisinin akrabalık bağı yoksa o zaten benim dostumdur.
Yani kelimelerin kök ve mastarlarına inilecek olursa zaten hiç bir mealin doğruluğu söz konusu olamaz.
Türk diline göre meal yapılabilmesi mümkün değildir.Buna ne sizin nede meal yazan insanların ilmi yetmez.Size sizin yazılarınızdan küçük ve büyük sesli uyumuna uymayacak bir çok kelime bulabilirim.Buda ne olur bunların türkçe olmadığı manasına gelir o durumda buna mealde denemez sizin iddianıza göre.
Meal kelimesi bile başlı başına türkçe değildir.
O halde sizin vereceğiniz her Ayet mealine ben kelimeler eş anlamlı olduğu halde itiraz ederek konuyu başka yerlere taşıyabilirim.
Şimdi böyle yaparsam bu müzakeremi olur elinizi vicdanınıza koyun ve kendi kendinize cevabını verin.

selametle




Sorularınızı ve yazdıklarınızı görünce yazıların yeterince tefekkür edilip irdelenmediğini düşünüyorum.




yazımıza



cevabını vermişsiniz. İleri sürdüğünüz tez ile ayet arasında nasıl bir ilişki kurdunuz bilemem.
Örnek verdiğiniz bu ayet:
Açın gözünüzü! Allah'ın velîlerine –ki onlar inanan ve takvalı davranan kimselerdir– kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de ayrı bir necmdir.

Yunus;62–63: Açın gözünüzü! Allah'ın velilerine -ki onlar inanan ve takvalı davranan kimselerdir- kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de.

Yunus;64: Onlara dünya hayatında ve âhiret hayatında müjde vardır. Allah'ın sözleri için değişiklik diye bir şey yoktur. İşte bu, en büyük kurtuluşun ta kendisidir.

Ayrı bir necm olan bu Âyet grubunda da yine çok önemli ve çok özel bir konu açıklanmaktadır. Bu konu, - اولياء اللّه evliyâullâh = Allah'ın velileri / yakınları, yardımcıları konusudur.
Çarpıtılması sebebiyle dinî hayatta bir takım hurafelerin ve sapık akımların oluşmasına yol açmış olan bu konu, önemli olduğundan incelemeye tâbi tutulacak, bunun sonucunda da Kur'ân terminolojisine ait olan "Allah'ın Evliyası" ifadesinin gerçek anlamı ortaya konacaktır.



Aşağıdaki cevabı veriyorsunuz.



Dostum sizin iddianıza göre yakınlık olan mananın burda ALLAH ın yakın olduğu kulları olarak algılanması gerek.
HAlbuki ALLAHU TEALA Herklese yakındır.Halbuki onlarca mealin tabiriyle bakarsın ALLAH ın dostları manası çıkar.

Bu ifadeniz yani veliliğin yardımcılık manası bence doğru olmasa da şunu belirtiyim.
O halde ALLAHın yardımcıları evliyalar ise bu durumda himmet zaten hakdır.
ALLAH kendilerine tasarruf vermediği insanlar nasıl olacakda ALLAH a yardımcı olacaklar



Eğer yazıyı bırakın tefekkür ederek ve irdeleyerek okumayı normal olarak okusaydınız bu "ALLAH kendilerine tasarruf vermediği insanlar nasıl olacakda ALLAH a yardımcı olacaklar" sorunuzun cevabını görürdünüz.

Ben yine de bu sorunuzun cevabını yazımdan alıntı yaparak vereyim.

"...
Buraya kadarki açıklamalarımızdan çıkan sonuç şudur: اولياء اللّه - evliyâullah sözcüğünün esas anlamı Allah'a yakın olanlar demektir. "Allah'a yakın olanlar" ise, Rabbimizin ifadesiyle "muttaki müminler'dir."


Bu noktada sorulması gereken soru şudur:
"
Acaba muttaki müminler Allah'a nasıl yakın olabiliyorlar?" Rabbimiz bu sorunun cevabını da yine Kur'ân'da vermiştir:

(Muhammed: 7) Ey inananlar! Eğer Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır.

(Âl-i İmran: 52) Îsâ onlardan inkârı sezince şöyle konuştu: "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kim?" Havariler dediler ki: "Biz Allah'ın yardımcılarıyız. Allah'a iman ettik biz. Tanık ol, biz Müslümanlarız."

(Saff: 14) Ey iman etmiş olan kimseler! Allah'ın yardımcıları olun! Hani Meryem oğlu İsa Havarilerine; "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kimdir?" demişti de havariler; "Biz Allah'ın yardımcılarıyız." cevabını vermişlerdi. Bunun ardından İsrâîloğullarından bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfre sapmıştı. Nihayet Biz, iman sahiplerini düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler.


Görüldüğü gibi, yukarıdaki Âyetlerin açık ifadelerinde Allah'a yardımdan ve Allah'ın yardımcılarından bahsedilmektedir. Herkesçe malûmdur ki, bizzat Allah'ın kendisine yardım etmek imkânsızdır; Yüce Allah da böyle bir yardımdan ve yardımcılardan müstağnidir. Nitekim Rabbimizin muttaki müminleri kendisine velî [yakın ve yardımcı] kabul etmesi de O'nun aczinden, düşkünlüğünden, güçsüzlüğünden, ihtiyacından kaynaklanmamaktadır.

Rabbimiz bir Âyetinde bu hususu şöyle açıklamaktadır:

(İsrâ: 111) Ve de ki: Hamd [övgü] , hiçbir çocuk edinmeyen, mülkte kendisi için herhangi bir ortağı bulunmayan, düşkünlükten dolayı yardımcısı olmayan Allah'a özgüdür. Ve O'nu [Allah'ı] büyükle dikçe büyükle [ululadıkça ulula] !


O halde, muttaki müminlerin, hiçbir yardıma ve yardımcıya ihtiyacı olmayan Allah'a –sözcüğün hakikat anlamıyla– nasıl yardımcı olabildiğini anlamak için şu hususlarda dikkatle zihin yormak gerekmektedir:



• Allah insanları ne için yaratmış, onlara neden kitaplar ve peygamberler göndermiş ve onlardan neler istemiştir?

• Allah'ın insanlardan istedikleri kimler aracılığıyla gerçekleştirilmektedir, Sünnetullah nasıl cereyan etmektedir?

• Allah'ın düşmanları kimlerdir, bunlar neler isterler, nasıl davranırlar?

Bu soruların cevapları hem belli hem de kolaydır:

..."

Cevabın geri kalan kısmını yazımızdan inceleyebilirsiniz.

Değerli Kardeşim!

Kur'an Arabiyyen gelmiştir. Meallendirilmesi de Arabiyyenin kurallarına göre olur. Sizin ya da benim görüşlerimize göre değil.

Sizin örnek verdiğiniz mealleri yazan insanlar metne ve dile sadakat göstermedilerse bu onların sorunudur.

Arap bir tanıdığınız varsa sorun bakalım "veli,evliya,vela,mevla" kelimelerine ne diyecekler.




Yani kelimelerin kök ve mastarlarına inilecek olursa zaten hiç bir mealin doğruluğu söz konusu olamaz.


Bu dediğiniz doğruysa dünyada bilim diye birşey olamaz.




Türk diline göre meal yapılabilmesi mümkün değildir.Buna ne sizin nede meal yazan insanların ilmi yetmez.

Türk diline göre meal yapılabilmesi mümkün değilse Türklerin Allah'ın vahyinden sorumlu tutulabilmeleri de mümkün değildir.




Size sizin yazılarınızdan küçük ve büyük sesli uyumuna uymayacak bir çok kelime bulabilirim.Buda ne olur bunların türkçe olmadığı manasına gelir o durumda buna mealde denemez sizin iddianıza göre.

Kullandığımız kelimelerde büyük ve küçük ses uyumuna uymayan kelimeler varsa bu o kelimelerin "Türkçe" olmadıklarına ve başka dillerden geçmiş olduklarına kanıttır.

Türkçe olmayan bir sözcük "Türkçeye" geçmiş olan bir sözcük ise ve bu sözcük ile ilgili bir araştırma yapılacaksa o sözcüğün "geçtiği dildeki" kök yapısına bakılır.



Meal kelimesi bile başlı başına türkçe değildir.

Evet Türkçe değildir.




O halde sizin vereceğiniz her Ayet mealine ben kelimeler eş anlamlı olduğu halde itiraz ederek konuyu başka yerlere taşıyabilirim.
Şimdi böyle yaparsam bu müzakeremi olur elinizi vicdanınıza koyun ve kendi kendinize cevabını verin.


Kur'an Arabiyyendir (Arapçanın gramer yapısına göredir.) eğer Kur'an'da geçen bir sözcüğü(Allah vahyinde Çelişki ve tutarsızlık yoktur ilkesi vardır.) Arapça gramer yapısına uygun olmayan bir sözcük konulursa gerekçeleriyle birlikte bunun böyle olmayacağını göstererek karşı görüşte bulunabilirsiniz.

Söz konusu olan Kur'an ayetleridir. Allah'ın ayetlerinde asla çelişki ve tutarsızlık yoktur.Yazdığım meallerde çelişki görürseniz buyrun gerekçeleriyle birlikte ortaya koyun hatamız varsa bizim ilmimizin yetersizliğindendir deriz ve hatamızı düzeltmeye çalışırız.

Değerli Kardeşim!
Yazdığınız yazılar ile ilgili görüşlerimi gerekçeleri ile belirtiyorum. Müzakerede bulunacaksınız siz de aynısını yapınız. Müzakeremiz "Dam başında saksağan kaz beline vurmayı" örneğindeki gibi olmasın.

Dinin bana göresi sana göresi olmaz. Din Allah'a göre olur.
Ayetler hakkında -Müteşabih olan ayetlerin önceliklemesi dışında-bu benim görüşüm şu senin görüşün olmaz sadece Allah'ın görüşü olur.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ebu Maruf
5. January 2011, 11:07 PM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!
Aleykumes-Selam ve Rahmetullahi ve Berekatuhu

Eğer yazıyı bırakın tefekkür ederek ve irdeleyerek okumayı normal olarak okusaydınız bu "ALLAH kendilerine tasarruf vermediği insanlar nasıl olacakda ALLAH a yardımcı olacaklar" sorunuzun cevabını görürdünüz.
Dostum öncelikle yazılarını okumasan onunla alakalı nasıl soru sorabilirim.Tefekkür olayına gelince belki bakış açılarımızdaki farklılıklar sebebiyle farkli tefekkür ediyoruzdur.
Acaba muttaki müminler Allah'a nasıl yakın olabiliyorlar?" Rabbimiz bu sorunun cevabını da yine Kur'ân'da vermiştir:

(Muhammed: 7) Ey inananlar! Eğer Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır.

(Âl-i İmran: 52) Îsâ onlardan inkârı sezince şöyle konuştu: "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kim?" Havariler dediler ki: "Biz Allah'ın yardımcılarıyız. Allah'a iman ettik biz. Tanık ol, biz Müslümanlarız."

(Saff: 14) Ey iman etmiş olan kimseler! Allah'ın yardımcıları olun! Hani Meryem oğlu İsa Havarilerine; "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kimdir?" demişti de havariler; "Biz Allah'ın yardımcılarıyız." cevabını vermişlerdi. Bunun ardından İsrâîloğullarından bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfre sapmıştı. Nihayet Biz, iman sahiplerini düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler.


Görüldüğü gibi, yukarıdaki Âyetlerin açık ifadelerinde Allah'a yardımdan ve Allah'ın yardımcılarından bahsedilmektedir. Herkesçe malûmdur ki, bizzat Allah'ın kendisine yardım etmek imkânsızdır; Yüce Allah da böyle bir yardımdan ve yardımcılardan müstağnidir. Nitekim Rabbimizin muttaki müminleri kendisine velî [yakın ve yardımcı] kabul etmesi de O'nun aczinden, düşkünlüğünden, güçsüzlüğünden, ihtiyacından kaynaklanmamaktadır.

Rabbimiz bir Âyetinde bu hususu şöyle açıklamaktadır:

(İsrâ: 111) Ve de ki: Hamd [övgü] , hiçbir çocuk edinmeyen, mülkte kendisi için herhangi bir ortağı bulunmayan, düşkünlükten dolayı yardımcısı olmayan Allah'a özgüdür. Ve O'nu [Allah'ı] büyükle dikçe büyükle [ululadıkça ulula] !


O halde, muttaki müminlerin, hiçbir yardıma ve yardımcıya ihtiyacı olmayan Allah'a –sözcüğün hakikat anlamıyla– nasıl yardımcı olabildiğini anlamak için şu hususlarda dikkatle zihin yormak gerekmektedir:
Dostum evliya nın manası noktasında aynı görüşte olmadığımız malumdur.
Biz yinede sizin anladığınız evliya kavramı üzerinde hareket edelim.
ALLAH a yakın olan insanların evliya olduğunu var sayarsak bunun benim yazdığım konu başlığıyla çelişkisi nerededir acaba?



Değerli Kardeşim!

Kur'an Arabiyyen gelmiştir. Meallendirilmesi de Arabiyyenin kurallarına göre olur. Sizin ya da benim görüşlerimize göre değil.
Dostum Arapça belağatı öğrenmeyen yada dil bilgisini öğrenmeyen insanlar zaten meal yapamaz.Lakin sizede evliyanın yakınlık olduğunu belirten hoca yada kaynak neyse oda o kişinin görüşü değilmidir.
Eğerki tek bir manası olsaydı o kadar meallerde neden dost yazılıyor ki.
Kaldıki Arap belağatının ne kadar çok çeşitli olduğunu arapça bilen herkes bilir.
Bir kelimenin bazen 1000 e yakı manaya geldiği bilinir.
Çok yeni bir dil yapısına aiıt olan Türkçede bile yüz kelimesinin en az sanırım 4-5 türlü manası vardır.Değilki asırlardır süregelen Arap dilindeki farklılığı siz düşünün.
Sizin örnek verdiğiniz mealleri yazan insanlar metne ve dile sadakat göstermedilerse bu onların sorunudur.
Dostum sadakat göstermediklerini iddia ettiğiniz neredeyse bilinen bütün mealler.Bunların hepsi hata ettide siz doğrusunu belirtiyorsunuz.
Merak ettim sizin arapça hocanız kimdir?Bizim Arapça öğrendiğimiz hocalardan yakının garib yakın olanında mugarrebun olduğunu öğrendik.
Bir çok mealdede belki hepside aynı şeyi destekliyor.
Hadi bunuda varsayalım öyledir.
Bu yanlış yapılan meallerden burda bir sürü insan kaynak veriyor.Şimdiye kadar bu konuyla ilgili bir başlık altında uyarıda bulundunuzmu bilemiyorum.Yoğun olma sebebi ile inceleyemedim.Bu konu açıldıysa linkini verirseniz sevinirim.
Arap bir tanıdığınız varsa sorun bakalım "veli,evliya,vela,mevla" kelimelerine ne diyecekler.
İnşaALLAH Almanyadaki arap kardeşlerden biriyle kontağa geçtiğimde soracağım.

Türk diline göre meal yapılabilmesi mümkün değilse Türklerin Allah'ın vahyinden sorumlu tutulabilmeleri de mümkün değildir.
Dostum Hamd arapçadır manası türkler tarafından algılanır.Bunu türkçeye uyarlayamazsın.
Radyo televizyon bunlar avrupa dil ailesine aittir.Bunu kelime olarak nasıl türkçeleştireceksiniz merak ediyorum.
Benim bahsettiğim mana olarak zaten ortak görüşlerin olduğu bir kelimedir.
Bu durumda sen Hamd türkçe değildir diye mesul olmayacakmısın.
Ayrıca Arapça öğrenmemekle zaten bir mesuliyetin altına girilecektin.
Burda tabiki en büyük vebali latin alfabeye geçirenler alacaktır.
Fakat buda mazeret değildir.Gayret etmek gereklidir.Gayret olurda insan öğrenemezse
la tükelli fullahi nefsen illa vusaha[/B

Kullandığımız kelimelerde büyük ve küçük ses uyumuna uymayan kelimeler varsa bu o kelimelerin "Türkçe" olmadıklarına ve başka dillerden geçmiş olduklarına kanıttır.

Türkçe olmayan bir sözcük "Türkçeye" geçmiş olan bir sözcük ise ve bu sözcük ile ilgili bir araştırma yapılacaksa o sözcüğün "geçtiği dildeki" kök yapısına bakılır.
Burda sizinle aynı düşünüyorum raina unzurna misali sorunlar olabiliyor lakin bakın size bir örnek vereyim.Bir gün Alman belediye Başkanının birisi almanca konferans yapıyor bir de Türk tercüman çeviri yapıyor.
Belediye Başkanı kinder garten dedi.Tercümanda sizin yaptığınız üzere tercüme etti ve çocuk bahçesi dedi.Halbuki bu kelimenin insanların anlayacağı manası ana okuludur.Köküne sadık kalarak yaptığı tercüme yanlıştır zira Türkçede çocuk bahçesi denilince ilk akla gelen çocuk parkıdır.Halbuki nalam olarak ana okulu olarak kullanılır.Sizinde yaptığınız belki böyledir.Meal de asıl olan kelimenin köküne sadık kalınarak bire bir çevirisi değil kelimenin çevrilen dildeki manasının iyi algılanmasıdır.

Kur'an Arabiyyendir (Arapçanın gramer yapısına göredir.) eğer Kur'an'da geçen bir sözcüğü(Allah vahyinde Çelişki ve tutarsızlık yoktur ilkesi vardır.) Arapça gramer yapısına uygun olmayan bir sözcük konulursa gerekçeleriyle birlikte bunun böyle olmayacağını göstererek karşı görüşte bulunabilirsiniz.

Söz konusu olan Kur'an ayetleridir. Allah'ın ayetlerinde asla çelişki ve tutarsızlık yoktur.Yazdığım meallerde çelişki görürseniz buyrun gerekçeleriyle birlikte ortaya koyun hatamız varsa bizim ilmimizin yetersizliğindendir deriz ve hatamızı düzeltmeye çalışırız.
[B]Dostum yazılanların hepsi mealdir.Hata tabiki mütercümdedir.
Değerli Kardeşim!
Yazdığınız yazılar ile ilgili görüşlerimi gerekçeleri ile belirtiyorum. Müzakerede bulunacaksınız siz de aynısını yapınız. Müzakeremiz "Dam başında saksağan kaz beline vurmayı" örneğindeki gibi olmasın.
Bunu hangi cevabıma dayanarak yazdınız bilemiyorum.Zira kelimeler meali olarak verdiğim bütün kaynaklar Türkiyede kullanılan meallerdir.Bunları ciddiyetsiz buluyorsanız.Burdaki yada bütün formlardaki verilen mealleri ciddiyetsiz bulup aynı şekilde onlarlada muhattab olmamanız gereklidir.
Tüm türkiyede okunan mealleri.Türkçe meal kaynağı olarak gayri ciddi buluyorsanız zaten çok fazla diyebileceğim bir şey yok.
Dinin bana göresi sana göresi olmaz. Din Allah'a göre olur.
Din tabiki ALLAH a göredir hepimizin amacıda ALLAH indindeki Dini iyi anlayabilmek için Ayetleri yorumlamak onları tefekkür etmek.Onlar üzere müzakere yapmak değilmi.Hepimizin yaptığı sanırım bu bunun dışında yapılan bir şey varsa bildirin inşaALLAH
Ayetler hakkında -Müteşabih olan ayetlerin önceliklemesi dışında-bu benim görüşüm şu senin görüşün olmaz sadece Allah'ın görüşü olur.
إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
Bu ayeti Kerime de ALLAH c.c ın görüşü nedir dostum?Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
Tekrar hatırlatıyım veli kelimesinin yakınlık manasında olmasının konu başlığındaki tema ile ters düşen tarafını yazarmısınız.
Yani Şeyhin Himmeti Şeyhin ALLAH Dostu olmasıyla yada ALLAH a yakın olmasıyla nasıl bir farklılık arz eder.
selametle

dost1
6. January 2011, 12:41 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!

Yazdıklarınız ve yazdıklarımız ortada. Sorularınız ve cevaplarımız da ortada. Sizin anlayışınız size benim anlayışım da bana olsun.

Okuyanların büyük çoğunluğu Arapça bilmediklerinden sorunuzu sure adı ve ayet olarak belirterek sormanız okuyuculara saygı yönünden daha şık olurdu.

إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ

"İnnema Veliyyükümullahu ve RasûluHu velleziyne amenülleziyne yukıymunes Salate ve yü'tunez Zekate ve hüm rakiun"

Sorduğunuz bu ayet MAide suresinde olup 54,55,56,57,58 ayetleri ile birlikte bir necm oluşturur.

54. Ey iman etmiş kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir ki, O [Allah], onları sever, onlar da O'nu [Allah'ı] severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir.

55. Sizin velîniz, sadece Allah'tır, O'nun Elçisi'dir, bir de rükû eder bir hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren iman etmiş kimselerdir.

56. Allah'ı, O'nun Elçisi'ni ve iman edenleri kendine velî kabul edenler bilsinler ki, kesinlikle Allah'ın taraftarları gâlip olanların ta kendileridir.

57. Ey iman etmiş kimseler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence edinen kimseleri velîler edinmeyin. Eğer mü’minler iseniz de Allah'a takvâlı davranın.

58. Ve siz onları salâta çağırdığınız zaman, onlar, onu alay ve eğlence edinirler. Bu, onların, akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarındandır.

Bu âyet grubunda, dinden dönenler ve İslâm düşmanları hakkında kurallar konulmaktadır:

• Dinlerinden dönecek olurlarsa –ki bunun kendilerinden başka kimseye zararı olmaz– mü’minler bilmelidirler ki, Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir, Allah, onları sever, onlar da Allah'ı severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.

• Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir.

• Mü’minin velîsi Allah, O'nun Elçisi ve rükû eder bir hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren kimselerdir.

• Allah'ı, Elçisi'ni ve iman edenleri velî edinenler bilsinler ki, Allah'ın taraftarları kesinlikle gâlip olacaklardır.

• Mü’minler, kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dinlerini alay ve eğlence edinenleri velîler edinmemeli ve Allah'a takvâlı davranmalıdırlar.

• Mü’minler tarafından salâta çağırılanlar, –akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarından dolayı– onu alay ve eğlence edinirler. Akıllı bir toplum olsalar bunu yapmazlar.

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah bunları söylüyor. Biz bunları anlayamayız açılıma ihtiyacımız vardır diyenlere de bakın neleri söylüyorlar.

55. âyetteki, “rükû hâlinde zekât vermek” –rükû sözcüğünün yanlış anlaşılmasından dolayı– ifadesi çarpıtılarak birtakım masallar üretilmiştir.

İbret-i âlem için bunları teşhir ediyoruz:

Dilencinin biri, Peygamber'in (s.a) mescidinde bir şeyler dilendiği hâlde kimse ona bir şey vermemişti. O sırada Hz. Ali namazda ve rükû hâlinde bulunuyordu. Sağ elinde de bir yüzük vardı. Dilenciye eliyle işaret etti ve nihâyet dilenci de o yüzüğü aldı el-Kiya et-Taberî der ki:

“İşte bu, az amelin namazı iptal etmediğine delalet etmektedir. Çünkü, rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka olarak vermek, namazda yapılan bir iş olup, bundan dolayı namazım iptal etmedi.”

Yüce Allah'ın, Ve rükû hâlinde iken zekâtını veren mü’minler buyruğu ise, nafile sadakaya da zekât adının verileceğine delâlet etmektedir. Çünkü, Hz. Ali rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka olarak vermişti. Bu da yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır:

Fakat, kendisi ile Allah'ın rızasını istemek kastıyla verdiğiniz zekât ise, işte onlar kat kat artırılanlardır (Rûm/39).

İşte burada farz ve nafile de zekâtın kapsamına girmektedir. Buna göre zekât adı, hem farzı hem de nafile sadakayı kapsayan bir isim olmaktadır. Tıpkı,sadaka ve salât isimlerinin her ikisini de [farz olanı da nafile olanı da] kapsaması gibi.

Derim ki: Buna göre, burada zekâttan kasıt, yüzüğünü sadaka olarak vermektir. Zekât lafzının, yüzüğü sadaka olarak vermek şeklinde yorumlanması ise uzak bir ihtimaldir. Çünkü zekât, ancak kendisi için has olan lafzı ile kullanılır. Bu da, daha önce Bakara sûresi'nin baş taraflarında geçtiği gibi, farz olan zekâttır Aynı şekilde bundan önce geçen, Namazını kılan ifadesinin anlamı da böyledir. Namazın ikâmeedilmesinin anlamı ise, namazı vakitlerinde ve bütün hukukuna riâyet ederek kılmaktır. Bundan kasıt da farz olan namazdır. Daha sonra yüce Allah, Ve rükû hâlinde iken buyurmaktadır. Bundan maksat ise, nafile namazdır. Şöyle de denilmiştir: Rükû'un tek başına zikredilmesi, onun şerefline dikkat çekmek içindir.Yine denildiğine göre mü’minler, bu âyetin nüzûlü esnasında kimileri namazını tamamlamış, kimileri ise rükû hâlinde bulunuyordu.
İbn Huveyzimendâd der ki: Yüce Allah'ın, Ve rükû hâlinde iken zekâtını veren mü’minler buyruğu, namaz esnasında amel-i yesir diye bilinen az miktardaki amelîn caiz olduğu hükmünü ihtiva etmektedir. Çünkü, burada bu ifade övgü sadedindedir. Övgü ile ilgili asgari hüküm ise, övülen şeyin mübah oluşudur. Ali b. Ebî Tâlib'in (r.a) dilenciye kendisi namazda iken bir şeyler verdiği rivâyet edilmektedir. Bunun, nafile namazda iken yapılmış olması da mümkündür. Zira, farz namazda böyle bir şey yapmak mekruh görülmüştür. Övgünün, her iki hâlin bir arada olmasına yönelik olma ihtimali de vardır. Adeta namaz ve zekâtın vücubuna inanan kimseyi nitelendirerek, namazdan rükû diye söz etmiş, bunların farz oluşuna inanmayı da bunların fiilen yapılması diye ifade etmiştir. Nitekim, “Müslümanlar namaz kılanlardır” derken, onların bu hâlde iken namaz kılan kimseler olduklarını kastetmediğin gibi, yalnızca namaz hâlinde iken onlar övülmüş olmuyor. Bu ifade ile, bu davranışı yapıp, onun farziyetine inanan kimseler kastedilmektedir.


"rükû", “şirk koşmadan kulluk etmek”tir. Burada ise, “tam, mükemmel bir imana sahip olarak zekâtını verenler” demek olup münâfıklara karşılık gerçek mü’minler övülmektedir.

Mealde Arapça olarak bıraktığımız sözlerle ilgili olarak sitemizin namaz başlığı altındaki "salat" kısmına bakılabilir.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ebu Maruf
6. January 2011, 01:17 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!

Yazdıklarınız ve yazdıklarımız ortada. Sorularınız ve cevaplarımız da ortada. Sizin anlayışınız size benim anlayışım da bana olsun.

Okuyanların büyük çoğunluğu Arapça bilmediklerinden sorunuzu sure adı ve ayet olarak belirterek sormanız okuyuculara saygı yönünden daha şık olurdu.

إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
Bu Ayeti Kerime dir."İnnema Veliyyükümullahu ve RasûluHu velleziyne amenülleziyne yukıymunes Salate ve yü'tunez Zekate ve hüm rakiun"

Sorduğunuz bu ayet MAide suresinde olup 54,55,56,57,58 ayetleri ile birlikte bir necm oluşturur.
Burdan sonrakiler mealdir ALLAHIN görüşü değildir.
54. Ey iman etmiş kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir ki, O [Allah], onları sever, onlar da O'nu [Allah'ı] severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir.

55. Sizin velîniz, sadece Allah'tır, O'nun Elçisi'dir, bir de rükû eder bir hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren iman etmiş kimselerdir.

56. Allah'ı, O'nun Elçisi'ni ve iman edenleri kendine velî kabul edenler bilsinler ki, kesinlikle Allah'ın taraftarları gâlip olanların ta kendileridir.

57. Ey iman etmiş kimseler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence edinen kimseleri velîler edinmeyin. Eğer mü’minler iseniz de Allah'a takvâlı davranın.

58. Ve siz onları salâta çağırdığınız zaman, onlar, onu alay ve eğlence edinirler. Bu, onların, akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarındandır.
Burdan sonrakilerde sizin görüşünüzdür halbuki ben ALLAHIn c.c görüşünü sormuştum
Bu âyet grubunda, dinden dönenler ve İslâm düşmanları hakkında kurallar konulmaktadır:

• Dinlerinden dönecek olurlarsa –ki bunun kendilerinden başka kimseye zararı olmaz– mü’minler bilmelidirler ki, Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir, Allah, onları sever, onlar da Allah'ı severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.

• Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir.

• Mü’minin velîsi Allah, O'nun Elçisi ve rükû eder bir hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren kimselerdir.

• Allah'ı, Elçisi'ni ve iman edenleri velî edinenler bilsinler ki, Allah'ın taraftarları kesinlikle gâlip olacaklardır.

• Mü’minler, kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dinlerini alay ve eğlence edinenleri velîler edinmemeli ve Allah'a takvâlı davranmalıdırlar.

• Mü’minler tarafından salâta çağırılanlar, –akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarından dolayı– onu alay ve eğlence edinirler. Akıllı bir toplum olsalar bunu yapmazlar.

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah bunları söylüyor. Biz bunları anlayamayız açılıma ihtiyacımız vardır diyenlere de bakın neleri söylüyorlar.

55. âyetteki, “rükû hâlinde zekât vermek” –rükû sözcüğünün yanlış anlaşılmasından dolayı– ifadesi çarpıtılarak birtakım masallar üretilmiştir.

İbret-i âlem için bunları teşhir ediyoruz:

Dilencinin biri, Peygamber'in (s.a) mescidinde bir şeyler dilendiği hâlde kimse ona bir şey vermemişti. O sırada Hz. Ali namazda ve rükû hâlinde bulunuyordu. Sağ elinde de bir yüzük vardı. Dilenciye eliyle işaret etti ve nihâyet dilenci de o yüzüğü aldı el-Kiya et-Taberî der ki:

“İşte bu, az amelin namazı iptal etmediğine delalet etmektedir. Çünkü, rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka olarak vermek, namazda yapılan bir iş olup, bundan dolayı namazım iptal etmedi.”

Yüce Allah'ın, Ve rükû hâlinde iken zekâtını veren mü’minler buyruğu ise, nafile sadakaya da zekât adının verileceğine delâlet etmektedir. Çünkü, Hz. Ali rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka olarak vermişti. Bu da yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır:

Fakat, kendisi ile Allah'ın rızasını istemek kastıyla verdiğiniz zekât ise, işte onlar kat kat artırılanlardır (Rûm/39).

İşte burada farz ve nafile de zekâtın kapsamına girmektedir. Buna göre zekât adı, hem farzı hem de nafile sadakayı kapsayan bir isim olmaktadır. Tıpkı,sadaka ve salât isimlerinin her ikisini de [farz olanı da nafile olanı da] kapsaması gibi.

Derim ki: Buna göre, burada zekâttan kasıt, yüzüğünü sadaka olarak vermektir. Zekât lafzının, yüzüğü sadaka olarak vermek şeklinde yorumlanması ise uzak bir ihtimaldir. Çünkü zekât, ancak kendisi için has olan lafzı ile kullanılır. Bu da, daha önce Bakara sûresi'nin baş taraflarında geçtiği gibi, farz olan zekâttır Aynı şekilde bundan önce geçen, Namazını kılan ifadesinin anlamı da böyledir. Namazın ikâmeedilmesinin anlamı ise, namazı vakitlerinde ve bütün hukukuna riâyet ederek kılmaktır. Bundan kasıt da farz olan namazdır. Daha sonra yüce Allah, Ve rükû hâlinde iken buyurmaktadır. Bundan maksat ise, nafile namazdır. Şöyle de denilmiştir: Rükû'un tek başına zikredilmesi, onun şerefline dikkat çekmek içindir.Yine denildiğine göre mü’minler, bu âyetin nüzûlü esnasında kimileri namazını tamamlamış, kimileri ise rükû hâlinde bulunuyordu.
İbn Huveyzimendâd der ki: Yüce Allah'ın, Ve rükû hâlinde iken zekâtını veren mü’minler buyruğu, namaz esnasında amel-i yesir diye bilinen az miktardaki amelîn caiz olduğu hükmünü ihtiva etmektedir. Çünkü, burada bu ifade övgü sadedindedir. Övgü ile ilgili asgari hüküm ise, övülen şeyin mübah oluşudur. Ali b. Ebî Tâlib'in (r.a) dilenciye kendisi namazda iken bir şeyler verdiği rivâyet edilmektedir. Bunun, nafile namazda iken yapılmış olması da mümkündür. Zira, farz namazda böyle bir şey yapmak mekruh görülmüştür. Övgünün, her iki hâlin bir arada olmasına yönelik olma ihtimali de vardır. Adeta namaz ve zekâtın vücubuna inanan kimseyi nitelendirerek, namazdan rükû diye söz etmiş, bunların farz oluşuna inanmayı da bunların fiilen yapılması diye ifade etmiştir. Nitekim, “Müslümanlar namaz kılanlardır” derken, onların bu hâlde iken namaz kılan kimseler olduklarını kastetmediğin gibi, yalnızca namaz hâlinde iken onlar övülmüş olmuyor. Bu ifade ile, bu davranışı yapıp, onun farziyetine inanan kimseler kastedilmektedir.


"rükû", “şirk koşmadan kulluk etmek”tir. Burada ise, “tam, mükemmel bir imana sahip olarak zekâtını verenler” demek olup münâfıklara karşılık gerçek mü’minler övülmektedir.

Mealde Arapça olarak bıraktığımız sözlerle ilgili olarak sitemizin namaz başlığı altındaki "salat" kısmına bakılabilir.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Bana kendi görüşünüzü değilde ALLAHın görüşünü yazabilirmisiniz acaba?

selametle

ebu Maruf
6. January 2011, 01:26 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!

Yazdıklarınız ve yazdıklarımız ortada. Sorularınız ve cevaplarımız da ortada. Sizin anlayışınız size benim anlayışım da bana olsun.

Okuyanların büyük çoğunluğu Arapça bilmediklerinden sorunuzu sure adı ve ayet olarak belirterek sormanız okuyuculara saygı yönünden daha şık olurdu.

إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
Bu Ayeti Kerime dir."İnnema Veliyyükümullahu ve RasûluHu velleziyne amenülleziyne yukıymunes Salate ve yü'tunez Zekate ve hüm rakiun"

Sorduğunuz bu ayet MAide suresinde olup 54,55,56,57,58 ayetleri ile birlikte bir necm oluşturur.
Burdan sonrakiler mealdir ALLAHIN görüşü değildir.
54. Ey iman etmiş kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir ki, O [Allah], onları sever, onlar da O'nu [Allah'ı] severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir.

55. Sizin velîniz, sadece Allah'tır, O'nun Elçisi'dir, bir de rükû eder bir hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren iman etmiş kimselerdir.

56. Allah'ı, O'nun Elçisi'ni ve iman edenleri kendine velî kabul edenler bilsinler ki, kesinlikle Allah'ın taraftarları gâlip olanların ta kendileridir.

57. Ey iman etmiş kimseler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence edinen kimseleri velîler edinmeyin. Eğer mü’minler iseniz de Allah'a takvâlı davranın.

58. Ve siz onları salâta çağırdığınız zaman, onlar, onu alay ve eğlence edinirler. Bu, onların, akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarındandır.
Burdan sonrakilerde sizin görüşünüzdür halbuki ben ALLAHIn c.c görüşünü sormuştum
Bu âyet grubunda, dinden dönenler ve İslâm düşmanları hakkında kurallar konulmaktadır:

• Dinlerinden dönecek olurlarsa –ki bunun kendilerinden başka kimseye zararı olmaz– mü’minler bilmelidirler ki, Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir, Allah, onları sever, onlar da Allah'ı severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.

• Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir.

• Mü’minin velîsi Allah, O'nun Elçisi ve rükû eder bir hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren kimselerdir.

• Allah'ı, Elçisi'ni ve iman edenleri velî edinenler bilsinler ki, Allah'ın taraftarları kesinlikle gâlip olacaklardır.

• Mü’minler, kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dinlerini alay ve eğlence edinenleri velîler edinmemeli ve Allah'a takvâlı davranmalıdırlar.

• Mü’minler tarafından salâta çağırılanlar, –akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarından dolayı– onu alay ve eğlence edinirler. Akıllı bir toplum olsalar bunu yapmazlar.

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah bunları söylüyor. Biz bunları anlayamayız açılıma ihtiyacımız vardır diyenlere de bakın neleri söylüyorlar.

55. âyetteki, “rükû hâlinde zekât vermek” –rükû sözcüğünün yanlış anlaşılmasından dolayı– ifadesi çarpıtılarak birtakım masallar üretilmiştir.

İbret-i âlem için bunları teşhir ediyoruz:

Dilencinin biri, Peygamber'in (s.a) mescidinde bir şeyler dilendiği hâlde kimse ona bir şey vermemişti. O sırada Hz. Ali namazda ve rükû hâlinde bulunuyordu. Sağ elinde de bir yüzük vardı. Dilenciye eliyle işaret etti ve nihâyet dilenci de o yüzüğü aldı el-Kiya et-Taberî der ki:

“İşte bu, az amelin namazı iptal etmediğine delalet etmektedir. Çünkü, rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka olarak vermek, namazda yapılan bir iş olup, bundan dolayı namazım iptal etmedi.”

Yüce Allah'ın, Ve rükû hâlinde iken zekâtını veren mü’minler buyruğu ise, nafile sadakaya da zekât adının verileceğine delâlet etmektedir. Çünkü, Hz. Ali rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka olarak vermişti. Bu da yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır:

Fakat, kendisi ile Allah'ın rızasını istemek kastıyla verdiğiniz zekât ise, işte onlar kat kat artırılanlardır (Rûm/39).

İşte burada farz ve nafile de zekâtın kapsamına girmektedir. Buna göre zekât adı, hem farzı hem de nafile sadakayı kapsayan bir isim olmaktadır. Tıpkı,sadaka ve salât isimlerinin her ikisini de [farz olanı da nafile olanı da] kapsaması gibi.

Derim ki: Buna göre, burada zekâttan kasıt, yüzüğünü sadaka olarak vermektir. Zekât lafzının, yüzüğü sadaka olarak vermek şeklinde yorumlanması ise uzak bir ihtimaldir. Çünkü zekât, ancak kendisi için has olan lafzı ile kullanılır. Bu da, daha önce Bakara sûresi'nin baş taraflarında geçtiği gibi, farz olan zekâttır Aynı şekilde bundan önce geçen, Namazını kılan ifadesinin anlamı da böyledir. Namazın ikâmeedilmesinin anlamı ise, namazı vakitlerinde ve bütün hukukuna riâyet ederek kılmaktır. Bundan kasıt da farz olan namazdır. Daha sonra yüce Allah, Ve rükû hâlinde iken buyurmaktadır. Bundan maksat ise, nafile namazdır. Şöyle de denilmiştir: Rükû'un tek başına zikredilmesi, onun şerefline dikkat çekmek içindir.Yine denildiğine göre mü’minler, bu âyetin nüzûlü esnasında kimileri namazını tamamlamış, kimileri ise rükû hâlinde bulunuyordu.
İbn Huveyzimendâd der ki: Yüce Allah'ın, Ve rükû hâlinde iken zekâtını veren mü’minler buyruğu, namaz esnasında amel-i yesir diye bilinen az miktardaki amelîn caiz olduğu hükmünü ihtiva etmektedir. Çünkü, burada bu ifade övgü sadedindedir. Övgü ile ilgili asgari hüküm ise, övülen şeyin mübah oluşudur. Ali b. Ebî Tâlib'in (r.a) dilenciye kendisi namazda iken bir şeyler verdiği rivâyet edilmektedir. Bunun, nafile namazda iken yapılmış olması da mümkündür. Zira, farz namazda böyle bir şey yapmak mekruh görülmüştür. Övgünün, her iki hâlin bir arada olmasına yönelik olma ihtimali de vardır. Adeta namaz ve zekâtın vücubuna inanan kimseyi nitelendirerek, namazdan rükû diye söz etmiş, bunların farz oluşuna inanmayı da bunların fiilen yapılması diye ifade etmiştir. Nitekim, “Müslümanlar namaz kılanlardır” derken, onların bu hâlde iken namaz kılan kimseler olduklarını kastetmediğin gibi, yalnızca namaz hâlinde iken onlar övülmüş olmuyor. Bu ifade ile, bu davranışı yapıp, onun farziyetine inanan kimseler kastedilmektedir.


"rükû", “şirk koşmadan kulluk etmek”tir. Burada ise, “tam, mükemmel bir imana sahip olarak zekâtını verenler” demek olup münâfıklara karşılık gerçek mü’minler övülmektedir.

Mealde Arapça olarak bıraktığımız sözlerle ilgili olarak sitemizin namaz başlığı altındaki "salat" kısmına bakılabilir.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Bana kendi görüşünüzü değilde ALLAHın görüşünü yazabilirmisiniz acaba?
Şeyhin Himmeti Şeyhin ALLAH Dostu olmasıyla yada ALLAH a yakın olmasıyla nasıl bir farklılık arz eder bu sorunun cevabını beklediğimi tekrar hatırlatmak istemiştim.Bir dahada hatırlatma yapmayacağım.Zira hiç kimseye rahatsızlık vermek gibi bir niyetim yok belki unutmuşunuzdur diye hatırlatmak istedim.

selametle

dost1
6. January 2011, 01:55 AM
Selamun Aleykum! Değerli KArdeşim!


Allah'ın görüşünün belli olmadığı yerde Allah'ın dini de olmaz. Dolayısıyla da dinine bağlı kullar olmaz.

Allah görüşünü Resulune tebliğ ettirdiği vahyi ile belirtmiştir.

Kur'an anlaşılır mı (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=723)
Kur'an yaşam kitabıdır (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=1870)



(Mâide: 15–16) Ey kitap ehli! Kesinlikle Kitap'tan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açığa koyan, çoğundan da vazgeçen Bizim Elçimiz size geldi. Kesinlikle size, Allah'tan bir ışık ve apaçık bir kitap geldi. Allah onunla [Kitap'la] kendi rızasına uyanları selamet yollarına kılavuzlar. Onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola kılavuzlar.

(Bakara: 257) Allah, inananların Veli'sidir [Yakın Kimsesidir]; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre sapanlara gelince, onların Yakın Kimseleri tâğûttur ki, kendilerini nûrdan karanlığa çıkarır. Bunlar cehennem ashabıdır. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

(Hadîd: 9) O [Allah], Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık Âyetleri indirendir. Ve şüphesiz Allah, size çok şefkatli, çok merhametlidir.

(Talâk: 10–11) Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O halde ey kavrama yeteneği olan iman etmiş kimseler! Allah'a karşı takvalı olun. Kesinlikle Allah, iman etmiş ve sâlihatı işlemiş kimseleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, size bir öğüt, size Allah'ın açık açık Âyetlerini [mucizelerini] okuyan bir Elçi indirdi. Ve Allah'a inanır ve sâlihi işlerse O [Allah], onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere girdirir. Allah onun için rızkı güzelleştirmiştir.

(Nûr: 55) Allah, sizlerden iman etmiş ve sâlihâtı işlemiş olan kimselere, kendilerinden öncekileri halifeler kıldığı gibi, yeryüzünde onları da halife kılacağını , onlar için beğenip seçtiği dini onlar için kesinlikle tutunduracağını ve korkularından sonra, onları kesinlikle güvene değiştireceğini vaat etti. Onlar Bana kulluk ederler, Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Bundan sonra da kim inkâr ederse, artık işte onlar, yoldan çıkanların ta kendileridir.

([B]Âl-i İmrân: 110) Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah'a inanırsınız. Kitap ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mümindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler.

(Hac: 41) İşte o kimseler [Allah'a yardım ettikleri için Allah'ın yardımına mazhar olmuş kimseler], eğer kendilerine yeryüzünde bir güç verilirse salâtı ikame etmişlerdir, zekâtı vermişlerdir, ma'rûfu emretmişlerdir ve münkerden alıkoymuşlardır. İşlerin sonucu sadece Allah'a aittir.

(Yâ–Sîn: 2–6) Babaları uyarılmamış bu yüzden de kendileri gafil [duyarsız] bir kavmi kendisiyle uyarasın diye Azîz [çok güçlü], Rahîm'in [çok merhametlinin] indirdiği çok hikmetli Kur'ân'a andolsun ki sen, o gönderilenlerdensin [Elçilerdensin], hiç şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerinesin.

(A'râf: 158) De ki: "Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü Kendisinin olan, Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah'ın, size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde doğru yolu bulmanız için Allah'a ve O'nun sözlerine iman eden, Ümmî Peygamber olan Elçisi'ne iman edin ve o'na uyun."

Değerli Kardeşim!

Kur'an'ı okudukça Allah'ın görüşlerinin ne olduğunu anlıyor ve ona göre de yaşamımı düzenlemeye çalışıyorum. Bu benim seçimimdir. Şüphesiz her insan seçiminin sonucuna ulaştırılır.

Siz Allah'ın görüşünü öğrenmek için O'nun vahyi yerine
Şeyhlerin himmetine (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2116) ihtiyaç duyuyorsanız... Bu da sizin seçiminizdir. Her insan seçimlerinin sonuçlarına ulaşır.

Sizin seçiminiz size benim seçimim de bana hayırlı olur inşaAllah.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Anonymous
6. January 2011, 10:36 AM
Peygamber a.s Rasulullah olarak yani ALLAH ın elçisi olarak belirtilir.Elçi ise aracıdır.Aracının mahiyeti noktasında tapınmak ,kulluk yada ibadet etmek gibi meseleler olmadan aracının kabulu ayetlerle zaten sabittir.

Allah »»» toplum iletişimi açısından aracı vardır ona da zaten "ELÇİ" denir. Yani Allah insanlığa yine insan olan peygamberler aracılığı ile söyleyeceklerini bildirir.

Kul »»» Allah arasında aracı yoktur. Okları koydum ki karıştırmayın. Bir kulun Allaha/hidayete ulaşmasına peygamberin dahi bir yardımı olamaz. Kul Allaha ulaşmayı kendisi bulmalıdır. Bu ise ameller ile olur.

Kestirme yoldan zengin olmak isteyenleri kandırmak için şeytan nasıl piyangoyu icad etmişse kestirme yoldan hidayeti düşleyenler için de İblis bu tip tarikatler/yollar icad etmiştir.

Halbuki Allaha yaklaşmanın yolu takvadır. Nasıl takvalı olunacağı ise Kuran'da detaylıca açıklanmıştır.

Zaten takip edilecek taklit edilecek ilme sahip biri bulmak isteseniz önce onun hidayette olup olmadığına emin olmak gerekir. Kuran'da ise Allah kimsenin hidayette olup olmayacağına emin olmaması bunu kendisininden başkasının bilemeyeceğini söyler.



Ey inananlar, çekinin Allah'tan ve onu vesileyle arayın ve savaşın onun yolunda da muradına erenlerden olun.

Ayetteki vesileyi farklı anladım ben. Fırsata benzer bir anlamda anladım.
Orada benim anladığım Allahın hoşnut olacağı bir şey yapmak için sürekli "fırsat kollamak" ve bunları yapmak üzere sürekli gözü açık olmaktır. Orada da zaten bir savaş durumu örnek olarak veriliyor yani "Allah yolunda cihadı da Allaha ulaşmak için fırsat olarak kullanabilirsiniz" deniyor gibi geldi bana. Yani bir amel söz konusu bir insan değil.


Torpil izahatı pek doğru olmamış sanırım.Zira burdaki olay onların ALLAHA yakın olduğu düşünülüp onlar için ALLAH a dua etmeleridirki.Buna ister şefaat deyin isterseniz himmet deyin,
Tevbe 99
Bedevilerden öylesi de vardır ki, Allah'a ve ahiret gününe inanır, (hayır için) harcayacağını Allah katında yakınlığa ve Peygamber'in dualarını almaya vesile edinir. Bilesiniz ki o (harcadıkları mal, Allah katında) onlar için bir yakınlıktır. Allah onları rahmetine (cennetine) koyacaktır. Şüphesiz Allah bağışlayan, esirgeyendir.

Peygamberimizin duası tabi ki senin benim duamdan makbuldür. Fakat farkındaysanız farkındaysanız Allahın onlara vereceği mükafat peygamberin duası neticesinde değil, onların Allah yolunda harcamaları yani TAKVALI DAVRANMALARI nedeniyledir. Ayet gayet açıktır.






Hangi ehli tasavvuf Uleması Şeyhine tapmıştır,secde etmiştir,kulluk etmiştir yada ibadet etmiştir.Yada böyle olduğunu iddia etmiştir.
Bununda kaynağını rica ediyorum

Sevgili kardeşim kulluk demek secde etmek demek değildir. Koşulsuz itaat yalnızca Allaha ve onun yetkili kıldığı peygamberine olur. Onun haricinde Kuranı ve aklını terkedip bir kişiye "koşulsuz" itaat var ise "kulluk" da var secde de var demektir. Kulluk ne demektir bir araştırın isterseniz. Rab (Efendi) nedir Kul nedir kulluk nedir bunları araştırırsanız ne demek istediğimizi anlarsınız. RAb ve kulluk kelimelerinin gerçek anlamlarına vakıf olduğunuzda Allah'ın Kuran'da "alimleri Rab edinmek" sözüyle neyi kastettiğini anlarsınız. Hem ayrıca secdenin de itaat gibi bir anlamı var zaten. Secde yalnızca yere kapaklanmak değildir. Yoksa ay güneş ve yıldızlar falan nasıl secde edeceklerdi?


Bu sapık dediğiniz düşüncenin kaynaklarını biz hadis rivayetleri ile Alimin yüzüne bakmak ibadettir ebu davut v.s bir çok hadis rivayetiyle pekiştirmiştik halbuki siz şahsınızın zannına göre ALLAH Rasulu s.a.v döneminden iddialarda bulunuyorsunuz.

İbadeti Allah belirler. Allah böyle bir şey belirlememiştir ve O kanun koyucu bunu dememişken peygamberin de böyle bir şey demeye yetkisi yoktur. Kuran'da hangi ayeti açıklarken bunu söylemiştir bari onu gösterin o zaman belki düşünürüz.



Hadis : Resulullah`ın Muaviye için şöyle dua ettiğini rivayet etmektedir: "Allahım, onu hidayet edici ve hidayeti bulmuş kıl ve onunla (insanlara) hidayet ver"
Kutubu sitte HadisNo : 4480

ALLAH Rasulu s.a.v Efendimizin vahy katipliği yaptırdığı bir kimsenin yalancı olduğunu düşünsenize bu iddia ne kadar komikdirki.ALLAH Rasulu s.a.v kurda kuzuyu teslim etmiş

Peygamber Allah haber vermeden kimin hidayette olduğunu nereden bilsin? Süpermen benzeri güçleri mi vardı? Niyet okuma gücü mü vardı? Allah peygamberimizin çevresinde münafıklar olduğunu söyleyip demiyor mu "sen onları bilmezsin biz biliriz" diye? Bir kesim ise bu ayetlere rağmen peygamberleri günahsız/günah işlemez ilan etmeleri yetmiyormuş gibi tüm sahabeleri de günahsız ilan ediyorlar. Başka bir kesim de tüm peygamberleri günahsız/günah işlemez ilan ettikleri yetmiyor gibi tüm peygamber soyunu da günahsız ilan ediyor. Günahsız derken asla günah işlemeyecek "sınav dışı" yaratıklar olarak gösteriyorlar. Allah aşırılıktan bizleri korusun.

ebu Maruf
6. January 2011, 11:31 AM
Selamun Aleykum! Değerli KArdeşim!
Aleykemüs-Selam ve RAhmetullahi ve Berekatuhu


Allah'ın görüşünün belli olmadığı yerde Allah'ın dini de olmaz. Dolayısıyla da dinine bağlı kullar olmaz.
Dostum öncelikle Kullar ALLAH ın dinini anladıkları kadarıyla kulluk ederler.
ALLAH ın görüşü Kelamullah dır.Bunun yorumu ise ALLAHın dininden insanın anladığıdır.
Allah görüşünü Resulune tebliğ ettirdiği vahyi ile belirtmiştir.

Kur'an anlaşılır mı (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=723)
Kur'an yaşam kitabıdır (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=1870)



(Mâide: 15–16) Ey kitap ehli! Kesinlikle Kitap'tan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açığa koyan, çoğundan da vazgeçen Bizim Elçimiz size geldi. Kesinlikle size, Allah'tan bir ışık ve apaçık bir kitap geldi. Allah onunla [Kitap'la] kendi rızasına uyanları selamet yollarına kılavuzlar. Onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola kılavuzlar.

(Bakara: 257) Allah, inananların Veli'sidir [Yakın Kimsesidir]; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre sapanlara gelince, onların Yakın Kimseleri tâğûttur ki, kendilerini nûrdan karanlığa çıkarır. Bunlar cehennem ashabıdır. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

(Hadîd: 9) O [Allah], Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık Âyetleri indirendir. Ve şüphesiz Allah, size çok şefkatli, çok merhametlidir.

(Talâk: 10–11) Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O halde ey kavrama yeteneği olan iman etmiş kimseler! Allah'a karşı takvalı olun. Kesinlikle Allah, iman etmiş ve sâlihatı işlemiş kimseleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, size bir öğüt, size Allah'ın açık açık Âyetlerini [mucizelerini] okuyan bir Elçi indirdi. Ve Allah'a inanır ve sâlihi işlerse O [Allah], onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere girdirir. Allah onun için rızkı güzelleştirmiştir.

(Nûr: 55) Allah, sizlerden iman etmiş ve sâlihâtı işlemiş olan kimselere, kendilerinden öncekileri halifeler kıldığı gibi, yeryüzünde onları da halife kılacağını , onlar için beğenip seçtiği dini onlar için kesinlikle tutunduracağını ve korkularından sonra, onları kesinlikle güvene değiştireceğini vaat etti. Onlar Bana kulluk ederler, Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Bundan sonra da kim inkâr ederse, artık işte onlar, yoldan çıkanların ta kendileridir.

([B]Âl-i İmrân: 110) Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah'a inanırsınız. Kitap ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mümindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler.

(Hac: 41) İşte o kimseler [Allah'a yardım ettikleri için Allah'ın yardımına mazhar olmuş kimseler], eğer kendilerine yeryüzünde bir güç verilirse salâtı ikame etmişlerdir, zekâtı vermişlerdir, ma'rûfu emretmişlerdir ve münkerden alıkoymuşlardır. İşlerin sonucu sadece Allah'a aittir.

(Yâ–Sîn: 2–6) Babaları uyarılmamış bu yüzden de kendileri gafil [duyarsız] bir kavmi kendisiyle uyarasın diye Azîz [çok güçlü], Rahîm'in [çok merhametlinin] indirdiği çok hikmetli Kur'ân'a andolsun ki sen, o gönderilenlerdensin [Elçilerdensin], hiç şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerinesin.

(A'râf: 158) De ki: "Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü Kendisinin olan, Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah'ın, size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde doğru yolu bulmanız için Allah'a ve O'nun sözlerine iman eden, Ümmî Peygamber olan Elçisi'ne iman edin ve o'na uyun."

Değerli Kardeşim!

Kur'an'ı okudukça Allah'ın görüşlerinin ne olduğunu anlıyor ve ona göre de yaşamımı düzenlemeye çalışıyorum. Bu benim seçimimdir. Şüphesiz her insan seçiminin sonucuna ulaştırılır.
İşte dostum ben ALLAHın görüşünü sormamın sebebide budur.
Zira siz bana cevaben şunu yazmıştınız.
Ayetler hakkında -Müteşabih olan ayetlerin önceliklemesi dışında-bu benim görüşüm şu senin görüşün olmaz sadece Allah'ın görüşü olur.

Bakın burda bir çok konu başlıklarında yada cevaplarda ister kelimelerin kökünü araştırmak diyelim yani veli dostur yada yakınlıkdır diyelim.Bunların hepsi Bizim Kuranı daha iyi anlayabilmek adına verdiğimiz mücadeledir.Bunlardan çıkan sonucada içtihad denir.
Bu sebebden dolayı Ayetler hakkında ALLAHın c.c görüşü sadece orjinal harekesiz Arapça olan Kurandır.
Harekeli olanda kıraatı aşere olarak bilenen şekliyle harekelendirilmesidir.
Mealler ise Kuranın türkçe olarak ifde edilmeye çalışmsıdır.
Hiç bir meal kesinlikle Türkçeye hatasız olarak çevrilmişdir denemez.
Bizim buradaki Ayeti Kerimeler üzerinden yaptığımız müzakerelerde Kuran anlayışımızdır.
Bu sebeble ALLAHU TEALANIN Görüşüne isabet edilip edilemediğini ancak ALLAH bilir.
Siz Allah'ın görüşünü öğrenmek için O'nun vahyi yerine
Şeyhlerin himmetine (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2116) ihtiyaç duyuyorsanız... Bu da sizin seçiminizdir. Her insan seçimlerinin sonuçlarına ulaşır.

Sizin seçiminiz size benim seçimim de bana hayırlı olur inşaAllah.
AMinn
Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Saygılarımla

ebu Maruf
6. January 2011, 02:06 PM
Allah »»» toplum iletişimi açısından aracı vardır ona da zaten "ELÇİ" denir. Yani Allah insanlığa yine insan olan peygamberler aracılığı ile söyleyeceklerini bildirir.

Kul »»» Allah arasında aracı yoktur. Okları koydum ki karıştırmayın. Bir kulun Allaha/hidayete ulaşmasına peygamberin dahi bir yardımı olamaz. Kul Allaha ulaşmayı kendisi bulmalıdır. Bu ise ameller ile olur.
Tabiki insanın ALLAH a ulaşması amellerinin faktörü vardır.Asıl olan ise ameller değildir.Öyle olsaydı İblis lanetullah 80 bin sene ALLAH a ibadet ettiği halde Rabbim onu kovarmıydı.
Bu yazdıklarımdan amellerin hiç bir manası yoktur sözünü çıkartmayınız.
Hidayeti veren ALLAH dır c.c O istediğine verir.ASıl olan ALLAHın hidayet vermesini cezbeden şeyler nelerdir diye düşünmektir.
Öncelikle yaptığı yanlışlardan dolayı pişman olmadır.Bunlardan ikincisi pişmanlığı üzerine ibadetleri yapabilme ve günahlardan sakınabilme gayretidir.3. sü ALLAHın sevdikleri sevebilme sevmediklerine buğz edebilme.Yine bir diğeri Rabbini daha iyi tanıyabilme çabasıdır.
Bütün bu yukarıda sayılan yada sayılamayan şeylere her kim yada her ne vesil oluyorsa o aracıdır.İnsan namaz kılarken seccade kullanıyorsa yada namazın örtünme gereğini yapabilmek adına elbise giyiyorsa yahut cemaatle namaz kılarken imamı ALLAH ile arasında aracı yapıyorsa.
Ayeti Kerimeli açıklayan ALLAH Rasuluda a.s sana arapça öğreten hocanda sana nefsinin ve şeytanın oyunlarını öğreten şeyhinde.Allah için verdiğin sadakadaki parada hepsi aracıdır.

Kestirme yoldan zengin olmak isteyenleri kandırmak için şeytan nasıl piyangoyu icad etmişse kestirme yoldan hidayeti düşleyenler için de İblis bu tip tarikatler/yollar icad etmiştir.
Dostum bakıyorum iblisle Muhabbetin var sana itiraf etmiş

Halbuki Allaha yaklaşmanın yolu takvadır. Nasıl takvalı olunacağı ise Kuran'da detaylıca açıklanmıştır.

Zaten takip edilecek taklit edilecek ilme sahip biri bulmak isteseniz önce onun hidayette olup olmadığına emin olmak gerekir. Kuran'da ise Allah kimsenin hidayette olup olmayacağına emin olmaması bunu kendisininden başkasının bilemeyeceğini söyler.
Elbetteki kimin hidayette olup olamdığını ancak ALLAH bilir seninde hidayette olup olmadığını ALLAH bilir.Senin bakış açından baktığımda senin sözlerini ben niye dinleyeyim ki.Zİra ancak ALLAH bilir.
Halbuki biz ALLAH a yakın olduğunu zannettiğimiz insanları ölçü almamız noktasında hareket etmemiz gerektiğini biliyoruz.
Bunuda

Tevbe 119
Ey imân edenler! Allah Teâlâ' dan korkunuz ve sâdıklar ile beraber olunuz.
Ayetinden anlıyoruz.


Ayetteki vesileyi farklı anladım ben. Fırsata benzer bir anlamda anladım.
Orada benim anladığım Allahın hoşnut olacağı bir şey yapmak için sürekli "fırsat kollamak" ve bunları yapmak üzere sürekli gözü açık olmaktır. Orada da zaten bir savaş durumu örnek olarak veriliyor yani "Allah yolunda cihadı da Allaha ulaşmak için fırsat olarak kullanabilirsiniz" deniyor gibi geldi bana. Yani bir amel söz konusu bir insan değil.
Dostum senin vesile anlayışın omudur bilememde benim için ALLAH dan gayri her canlı yada cansız mahlukat vesiledir.

Peygamberimizin duası tabi ki senin benim duamdan makbuldür. Fakat farkındaysanız farkındaysanız Allahın onlara vereceği mükafat peygamberin duası neticesinde değil, onların Allah yolunda harcamaları yani TAKVALI DAVRANMALARI nedeniyledir. Ayet gayet açıktır.
Tabiki Onlara verilecek takva ile alakalıdır.
ALLAH Rasulunun s.a.v duasının ALLAHU TEALA tarafından kabul görmesi ile ALLAH insan Hidayet nasip ederse o kişide bir sınava girecektir.O da başarırsa kazanacaktır.Fakat bu ALLAH Rasulunun s.a.v hiç bir faktörü olmadığı manasına gelmezki.Bu durumda ALLAH RAsulunden yada bir ALLAH dostundan yada sizden dua istemem benim için hiç kaybı olmayan.Belkide çok şey kazanacağım bir şey olur.Zira belki sizin duanızla Rabbim bana hidayet verecek.Basiretimi açacak.
Zaten duanın bir tesiri olmasa ALLAHU TEALA dua edin dermi.
ALLAHU TEALANIN bir duayı kabul etmesi o dua üzere o fiili yada eşyayı yaratması.Dua eden kişinin yaratması değildirki.Bundan neden rahatsız olunmalı.
Dua emir değil yakarmadır.
Yani dua edilirken Haşa ALLAH a emir edilmiyorki yalvarılıyor.
Onun Rabbi olduğuna daha çok sarılıp rica da bulunuyor.Ricasının kabulunu emir gibi telakki etmek yada bizzatı dua eden şahsıyetten bilmek kadar anlamsız bir şey olamazki.
Zira kendi elinde olsa niye dua etsin ki.Kendisi yapar.



Sevgili kardeşim kulluk demek secde etmek demek değildir. Koşulsuz itaat yalnızca Allaha ve onun yetkili kıldığı peygamberine olur. Onun haricinde Kuranı ve aklını terkedip bir kişiye "koşulsuz" itaat var ise "kulluk" da var secde de var demektir. Kulluk ne demektir bir araştırın isterseniz. Rab (Efendi) nedir Kul nedir kulluk nedir bunları araştırırsanız ne demek istediğimizi anlarsınız. RAb ve kulluk kelimelerinin gerçek anlamlarına vakıf olduğunuzda Allah'ın Kuran'da "alimleri Rab edinmek" sözüyle neyi kastettiğini anlarsınız. Hem ayrıca secdenin de itaat gibi bir anlamı var zaten. Secde yalnızca yere kapaklanmak değildir. Yoksa ay güneş ve yıldızlar falan nasıl secde edeceklerdi?
Dostum bana göre KullukALLAH için Yaşamakdır.
Ben Peygambere ALLAH için itaat ederim.
Bir Ululemre ALLAH için itaat ederim.Peygamber a.s haricinde her hangi bir kula itaat etmem gerekiyorsa ALLAH için itaat ederim.Ban verdiği emir kalbimin mutmain olduğu ALLAH hükümlerine ters ise bu şeyhimde olsa itaat şartı yoktur.Edersin yada etmezsin Kişinin kalbine bağlıdır.Zira Peygamberler dışında her kul günahlara hatalara düşebilir.Sadece Peygamberler hatalarından korunurlar.Yani ALLAH onların hatasını düzeltir.Masumiyeti yoktur.Ehli sünnet akaidi bunu gerektirir.Buna mecbur olmamamızla birlikte yaparsakta ALLAH için yapıyorsak bu şeyhe kulluk değil ALLAH a kullukdur.Zira araçdan yani vesileden ALLAH için istifade ediyorsun.

İbadeti Allah belirler. Allah böyle bir şey belirlememiştir ve O kanun koyucu bunu dememişken peygamberin de böyle bir şey demeye yetkisi yoktur. Kuran'da hangi ayeti açıklarken bunu söylemiştir bari onu gösterin o zaman belki düşünürüz.
ALLAHın demediğini sanmanız size göredir.Bize göre demiştir.
Zİra Ben ALLAH Rasulune a.s itaat ile ilgili yüzlerce ayete göre kulluk etmeyi.Ona isnad edilen sözlerden kalbimin mutmain olanına itaat olarak algılarım ki ALLAH Rasulu belirtmişken ben artık ben ALLAH Rasulunden s.a.v Daha iyi Kuranı diye düşünmem.Bunun nübuvvetin dışındada mantıki açıklamaları çok fazladır.




Peygamber Allah haber vermeden kimin hidayette olduğunu nereden bilsin? Tabiki bilemez fakat bunun konuyla alakasını anlayamadım
Süpermen benzeri güçleri mi vardı? Niyet okuma gücü mü vardı?
ARkadaşım ALLAH nasip ederse süpermen de olur örümcek adamda.ALLAH dilemezse zaten bırak süpermenliği Allah peygamberimizin çevresinde münafıklar olduğunu söyleyip demiyor mu "sen onları bilmezsin biz biliriz" diye? Bir kesim ise bu ayetlere rağmen peygamberleri günahsız/günah işlemez ilan etmeleri yetmiyormuş gibi tüm sahabeleri de günahsız ilan ediyorlar.
Dostum peygamberin günahsız olmaması ne manaya gelir biliyormusun.Öyle bir peygamberin ALLAH ın kelamını dos doğru ileteceğine nasıl kanaat getireceksin o zaman.Hadis ilmindeki sıhhat araştırmasını ayetler içinde yapman lazım.Sahabenin günahsız olduğunu hangi kitap yazıyor dostum. Başka bir kesim de tüm peygamberleri günahsız/günah işlemez ilan ettikleri yetmiyor gibi tüm peygamber soyunu da günahsız ilan ediyor. Dostum bu ehli sünnet inancı değildir şiaların bir kısmıdırGünahsız derken asla günah işlemeyecek "sınav dışı" yaratıklar olarak gösteriyorlar. Allah aşırılıktan bizleri korusun.Amin


selametle

Miralay
6. January 2011, 02:53 PM
Selam ebu Maruf kardeşim.

Her ne kadar çoğu konularda karşıt tez ve fikirlerde olsak ta; tartışmadaki kibar,saygılı üslubunuzdan dolayı sizi tebrik ve teşekkür ederim.

Doğru olduğuna kesin olarak inandığınız fikirlerinizi sonuna kadar savunmanız kadar doğal birşey yok. Buna saygı duyarız. Sitemizin temel özelliklerinden birisi de budur.

Ama sanki havanda su dövüyormuşuz gibi bana. Sizin fikirlerinizi bizden bir arkadaşımız; bizim fikirlerimizi de siz değiştiremeyeceğimizi herkes anlamış durumda. Zaten ne sizin,ne de bizim böyle bir iddiamız da yok sanırım.

Herkes kendi düşüncesini mutlak doğru olarak telakki edebilir.

Biz dinimizde tek kaynak olarak Allah azze ve celle hazretlerinin kelamı olan,mubin,kolay anlaşılır,rehber,kılavuz,içinde ne bir eksik ne de fazlalık bulunmayan,...Kur'anı (Rabbimiz böyle buyuruyor); siz ise,Kur'anı hadisler,icma,kıyas ve alimlerin görüşü olmadan hiç kimse anlayamaz diye düşünüyorsunuz.

Siz de dahil herkesin mutlaka bir bildiği vardır.
Sonuçta rabbim bizi bu kitaptan sorumlu tutacağını buyuruyor.

Selametle

hiiic
6. January 2011, 05:05 PM
Ya girmiyeyim diyorum, karışmıyayım diyorum ama kendimi tutamıyorum...

Doktor bilimsel bir ünvandır. doktorların (özellikle tecrübelileri) gözlemlenebilir ölçüde insanı sağlığına kavuşturur. Buna psikolojik rahatsızlıklarda dahil. Öğretmen bilimsell bir ünvandır, bir konudaki verileri yine formosyonel bir şekilde insanlara sunar ve zihnen sindirilmesini sağlar, bunu denemek içinde gayet bilimsel bir sınav sistemi uygulanır. Mühendisten medet umulabilir çünkü o ilimde derinlik kazanmıştır, motoru nasıl geliştirebileceğini üretime nasıl hız katacağını bilir.
(zaten ilim demek bilim demektir ve bilim adamları asıl ilim adamlarıdır)

Ama gelelim mürşitlere, gelelim falcılara, gelelim medidastyonculara, gelelim evliyalara, gelelim türbelere çaput bağlatan şeytanlara (ham düşünceli insanlara) gelelim sakallı cübbeli sarıklı budistlere...

Dünya üzerinde budist tapınaklarda yapılan meditasyonların bazılarındaki ufak değişimler hariç hiçbir ritüelin insana fiziksel birşey kattığı bilimsel olarak ispatlanabilmniş değildir...Haaaa diyeceksiniz bu ilim görünmeyen ilim.. o halde kabedeki putlarda görünmeyen ilimdiler, pek çok sırlar felan vardı... aynı dediklerinizi putlar için diyorlardı

ALlahın, aydınlatıcı ilime dayanmadan tartışırlar ayeti kerimesini iyi düşünmek gerekir..
Ayrıca tarikattı ılımlaştırmaya çalışmak. şeytanın, onlara sağlarından (sureti haktan) sollarından (sonrada dünyaya dair yaldızlı sözler) önlerinden (direk karşı atak ve tehditle) arkalarından (gizli planlar yaparak) yoldan çıkaracağım ayetiyle aynı görüyorum.
Yani hepimiz biliyoruz ki, tarikatta Allah şeyhin suratından (yüzünden) görülür... tabi mideniz kaldırırsa.

yalan birşeyi ılımlaştırmak onu savunmaktır. Puthaneyi ya hep yıkarsınız, yada ılım ılım ılımlaştırıp dine sokup insanları yalandan yere boş bir amel ve dünya hayatının geçici kazancı olarak etrafında fırıldak gibi döndürürsünüz. Bu şekilde hem şeytan taşlamayada taş satarsınız, hemde tek parça kıyafet için yamalık...

Benim, dövülerek yarı canı alınmış, tek vuruşluk dayanabileceği can kalmış kertenkele fikri daha mantıklı. Hemde hadisin tam ortasından çektim.

***
Ha bilim ayrı ilim ayrı diyenler var..
Ne O yerçekimini Allah yaratmadı mı?
atom fiziğinden, moleküler biyolojiye, uzayın derinliklerinden yer küreinin diplerine kadar olan bilimsel ayetleri yaratan Allahın yaratmasındaki hesabımı yalanlıyorlar? hayır işlerine gelmiyor...ya eviren çeviren gerçekten evrimi evirip çevirmişsse bu kadar yalan sıktılar ademi yuğurmak hakkında ne olacak o vakit bu kadar uydurdukları... kiliseye ay pardon, tekkeye olan güven azalmaz mı?+


YANİ; bir bardak sudan eğer susuzsanız medet isteyebilirsiniz yada yağmur bulutuyla sevinebilirsiniz,,, ama boş bir puttan medet umulabilir mi? psikolojik sorunların gidrilmesine şeyh mi daha yakın yoksa psikolog mu? haaa ilim sahibiymiş, buyursun meydan ortada, ilmini ispat etsin başımın üzerine, ne o uçak mı yapıyor (isa yaptı) baraj mı kuruyor (musayaptı) muhasebe mi biliyor (yusuf yaptı) zırh mı geliştiriyor (davut yaptı) ne yapıyor neee???

Anca delisaçması zırvalıkları sohbet diye, islamın imanın şartı diye kaptır gitsin.

hiiic
6. January 2011, 05:27 PM
Bu da dahil bütün genellemeler yanlıştır..(niçe,nasıl yazılıyor bilmiyorum)

Önemli olan şu... genellemeler sizi yoldan da çıkarabilir..

Örneğin;
-her insan babadan doğar, öyleyse isayada baba lazım, onun babası Allahtır hayde bre veeee....

yada- herkes birisini sevdiğinden bişi yapar,o halde ALlah muhammede aşıktırrrrr hayde bre veeee..

yada- üzeyirr hımmm üzeeeyirrrr hımmm üzeyir olsa olsa Allahın oğludur.

gibi..

arkadşlarım mesaj çok güzel, illada doktor lazım denmeye çalışılmış arada teşbih kurulmaya güya ispat yapılmaya çalışılmış.. Kilisedeki papazın, bir insan nasıl Hem baba, hem oğul hemde kutsal ruh oluyor dediğinizde size verdiği teşbihe bakın; su gibi düşünün, hem buz hem su hem buhar oluyor (buz, su, buhar = baba,oğul,kutsal ruh) diyorlar... bunlardan daha mı güzel teşbihiniz var, hayır onlar dinde ve din uydurmada bizden tam 600 yıl önde gidiyorlar artık diyanetin yeni bilgileri onlardan da kazanması gerek,, bu çağda hala hristiyan var arkadaş anlamıyorum...

teşbih verirken biraz daha düşünerek verelim yoksa ben her kötüyü güzelle örnekleyebilirim.

İnanmayana örnek;
-harama bakmak;
nasıl ki doktorun karşısında sakınmıyoruz, sere sepre açıtırıyoruz yada öyle bişey, tabiki şeyhinde (o da doktor ya sözde) böyle bakması şeyhe de göstermek helaldir. :) çünkü teyze anne yarısı gibi şeyhde tanrı yarısıdırv.s. saçmalık saçmalık fırıldak fırıldak.

bu nedenle teşbih ve örnek verirken düşünerek verelim de, genellenemez örnekleri o an için algı idrak kaparacak şekilde sunmayalım.. SOnra ALlah hışmını içimizden birini kızdırarak alır, Allahın hışmına uğramayalım...

***

Teşbihler delil olarak geçersizdir..
Bilimsel araştırmalarda bile bilinmeyeni bilinenle örneklemek hatalara yol açmıştır, teşbih ve benzetme hataları üzerine pek çok kayıt mevcuttur.

ebu Maruf
6. January 2011, 05:58 PM
Selam ebu Maruf kardeşim.

Her ne kadar çoğu konularda karşıt tez ve fikirlerde olsak ta; tartışmadaki kibar,saygılı üslubunuzdan dolayı sizi tebrik ve teşekkür ederim.

Doğru olduğuna kesin olarak inandığınız fikirlerinizi sonuna kadar savunmanız kadar doğal birşey yok. Buna saygı duyarız. Sitemizin temel özelliklerinden birisi de budur.

Ama sanki havanda su dövüyormuşuz gibi bana. Sizin fikirlerinizi bizden bir arkadaşımız; bizim fikirlerimizi de siz değiştiremeyeceğimizi herkes anlamış durumda. Zaten ne sizin,ne de bizim böyle bir iddiamız da yok sanırım.

Herkes kendi düşüncesini mutlak doğru olarak telakki edebilir.

Biz dinimizde tek kaynak olarak Allah azze ve celle hazretlerinin kelamı olan,mubin,kolay anlaşılır,rehber,kılavuz,içinde ne bir eksik ne de fazlalık bulunmayan,...Kur'anı (Rabbimiz böyle buyuruyor); siz ise,Kur'anı hadisler,icma,kıyas ve alimlerin görüşü olmadan hiç kimse anlayamaz diye düşünüyorsunuz.

Siz de dahil herkesin mutlaka bir bildiği vardır.
Sonuçta rabbim bizi bu kitaptan sorumlu tutacağını buyuruyor.

Selametle


selametle

Anonymous
7. January 2011, 12:40 AM
Kestirme yoldan zengin olmak isteyenleri kandırmak için şeytan nasıl piyangoyu icad etmişse kestirme yoldan hidayeti düşleyenler için de İblis bu tip tarikatler/yollar icad etmiştir.
Dostum bakıyorum iblisle Muhabbetin var sana itiraf etmiş

Evet kardeşim eskiden iyi muhabbetim vardı. Ona velilikte şeyhlerinizden aşağı kalır yanım yoktu. O yüzden iblisi ve oyunlarını yakinen tanırım. Hakkını yemeyeyim, başkalarının gözünü boyayabilmem için kerametvari(!) çok yardımı oldu bana. Allah onunla ortaklığımdan dolayı beni affetsin, ben o zamanlar gafillik içindeydim, hidayette olduğumu sanıyordum.

Alemlerin efendisi olan Allah'ım beni kovulmuş şeytandan daha da uzaklaştırsın. Allah doğru yolu amaçlayanlarımızı ve kendisini rehber edinenleri doğru yoluna iletsin. Ondan daha güzel rehber, ondan daha iyi veli olabilir mi?

ebu Maruf
7. January 2011, 02:52 AM
Evet kardeşim eskiden iyi muhabbetim vardı. Ona velilikte şeyhlerinizden aşağı kalır yanım yoktu. O yüzden iblisi ve oyunlarını yakinen tanırım. Hakkını yemeyeyim, başkalarının gözünü boyayabilmem için kerametvari(!) çok yardımı oldu bana. Allah onunla ortaklığımdan dolayı beni affetsin, ben o zamanlar gafillik içindeydim, hidayette olduğumu sanıyordum.

Alemlerin efendisi olan Allah'ım beni kovulmuş şeytandan daha da uzaklaştırsın. Allah doğru yolu amaçlayanlarımızı ve kendisini rehber edinenleri doğru yoluna iletsin. Ondan daha güzel rehber, ondan daha iyi veli olabilir mi?

ALLAH Muhabbetinizi arttırsın desem yanlış olur :))))
Rabbim onun vesveselerinden ve şerrinden seni korusun

dost1
7. January 2011, 06:08 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!

Bu yazıma (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2116)

vermiş olduğunuz cevabın bir kısmına burada (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2116&page=2) cevap vererek diğerlerini de cevaplayacağım inşaAllah demiştim.



Âyetlerde de görülüyor ki Allah, insana şahdamarından daha yakındır, her yerde ve her an bizimle beraberdir. Ve şefâat tümden ve sadece Allah’a aittir. Ve Allah ile kul arasına Peygamber bile girememektedir..
yazımızın altına


Peygamber a.s Rasulullah olarak yani ALLAH ın elçisi olarak belirtilir.Elçi ise aracıdır.Aracının mahiyeti noktasında tapınmak ,kulluk yada ibadet etmek gibi meseleler olmadan aracının kabulu ayetlerle zaten sabittir.

Allah’ın Rasulu demek Allah’ın elçisi demek midir yoksa Allah’ın aracısı demek midir?

Allah’ın Resulu/Elçisi ise Allah’tan aldığını Allah adına duyuracak olandır.

Maide;67: “Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O'nun verdiği elçilik görevini iletmemiş [yerine getirmemiş] olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler toplumuna hidâyet etmez.”

Gâyet net ve anlaşılır bir ifadeye sahip olan âyette Kitap Ehlinin tavırları nakledildikten sonra Rabbimiz, Elçisi'ne, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O'nun verdiği elçilik görevini iletmemiş [yerine getirmemiş] olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler toplumuna hidâyet etmez buyurarak, o'nun görevini yapıp gerisine karışmamasını istemektedir. Bu tarz ifadeler birçok âyette [A‘râf/62, 79, 93, 68; Hûd/57; Ahkâf/23; Cinn/28] geçmiştir.

Elçiler her türlü şart altında tebliğ görevlerini yapmakla yükümlüdür; mesajları saklayamazlar, uhdelerinde tutamazlar, mesaja ekleme yapamazlar. Kendi aleyhine bile olsa mesajı tebliğ etme zorundadırlar.

Allah’ın Resulu/elçisi sizin dediğiniz gibi aracısı ise ne adına neyi yapacaktır?



Allah’ın kulundan mesafeli olduğunu iddia etmek de Kur’ân’a aykırıdır. Her Müslümanın bu ilahi beyanları, dikkate alması gerekir. Ki şirk bataklığına düşmesin, imanını kirletmesin....



ALLAH kulundan mesafeli değildir.Lakin Kul ALLAH a mesafelidir.ALLAH gibi göremez.ALLAH ın kuluna ulaşması için vesileye yada aracıya ihtiyacı yoktur.Lakin Kulun ALLAH a ulaşması için vesileye yada aracıya ihtiyacı olabilir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَابْتَغُوا إِلَيْهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُوا فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû-ttekû(A)llâhe vebteġû ileyhi-lvesîlete vecâhidû fî sebîlihi le’allekum tuflihûn(e)
Mâide 35

Ey inananlar, çekinin Allah'tan ve onu vesileyle arayın ve savaşın onun yolunda da muradına erenlerden olun...

Allah’ın kulunun şah damarından yakın olması ile Kulun Allah’ın kendisine şahdamarından yakın olup olmadığının farkında olup olmaması Allah’ın kulundan uzaklığının delili değildir.

Vesile konusu için verdiğiniz ayete bakalım inşallah.

Maide;35: Ya eyyühelleziyne amenüttekullahe vebteğu ileyHilvesiylete ve cahidu fiy sebiyliHi lealleküm tüflihun

Ey iman etmiş olan kişiler! Felâha ermeniz için, Allah'a takvâlı davranın, O'na yaklaştıracak/ulaştıracak şeyleri arayın ve O'nun yolunda gayret gösterin.



Maide;36: İnnelleziyne keferu lev enne lehüm ma fiyl Ardı cemiy’an ve mislehu meahu liyeftedu bihi min azabi yevmil kıyameti ma tukubbile minhüm* ve lehüm azabün eliym

Şüphesiz, küfretmiş olan şu kimseler; bütün yeryüzündekiler ve onunla birlikte bir o kadarı daha, kıyâmet gününün azabından kurtulmalık vermek için kendilerinin olsa, onlardan kabul edilmez. Ve onlar için can yakıcı bir azap vardır.


Maide;37: Yüriydune en yahrucu minen nari ve ma hüm bi hariciyne minha ve lehüm azabün mukıym

Onlar, ateş'ten çıkmak isterler. Ama oradan çıkanlar değillerdir. Ve onlar için devamlı bir azap vardır.

Bu âyetlerde de uyarılar devam etmektedir:

• Mü’minler, felâha ermek [kurtulmak, zafer kazanmak, durumlarını koruyabilmek] için, Allah'a takvâlı davranmalıdır.

• Allah'a yaklaştıracak şeyleri aramalı, O'nun rızasını kazandıracak her türlü aracın peşinden koşmalı ve O'nun yolunda gayret göstermelidirler.

• Yeryüzündekilerin tümü ve onunla birlikte bir o kadarı daha küfredenlerin olsa ve kıyâmet gününün azabından kurtulmak için fidye olarak verseler, onlardan kabul edilmez ve onlar için can yakıcı bir azap vardır.

• Onlar, ateş'ten çıkmak isterler. Ama oradan çıkanlar değillerdir. Ve onlar için devamlı bir azap vardır.


وسيلة [vesîle], “kendisiyle bir başkasına ulaşılan, yaklaşılan şey” .
demektir.


Burada, mü’minlerden, kendilerini Allah'a yaklaştıracak ameller işlemeleri istenmektedir.

Kişiyi Allah'a yaklaştıracak amelleri de şu âyetlerden öğrenebilmekteyiz:

Hayır, hayır! Ona itaat etme! Secde et [teslim ol, boyun eğ] ve yakınlaş. (Alak/19)

Ve sizi huzurumuza yaklaştıracak olan, mallarınız ve evlâtlarınız değildir. Ancak kim iman eder ve sâlihâtı işlerse, işte onlar; kendileri için yaptıklarına karşı kat kat karşılık olanlardır. Ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe/37)

Yine bedevî Araplardan kimi de vardır ki, onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar]. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah gafûr'dur, rahîm'dir. (Tevbe/99)

Şüphesiz şu, Rabb'lerinin haşyetinden [Rabb'lerine duydukları derin hayranlık ve saygı sonucu O'ndan uzaklaşma korkusundan] tirtir titreyen kimseler, Rabb'lerinin âyetlerine inanan kimseler, Rabb'lerine ortak tanımayan kimseler, şu, şüphesiz kendileri, Rabb'lerine dönecekler diye verdiklerini kalpleri ürpererek veren kimseler; işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve onun için önde gidenlerdir. (Mü’minûn/57-61)

Muhâcir ve Ensâr'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve O [Allah], onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur. (Tevbe/100)

Öne geçenler de, öne geçenlerdir. İşte onlar [öne geçenler], yaklaştırılanlardır. (Vâkıa/10-11)

Ve yeryüzünde hiçbir dâbbeh/canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. O [Allah], onun yerleşik yerini de geçici bulunduğu yeri de bilir. Hepsi apaçık bir kitaptadır. (Hûd/6)

Ve andolsun ki, Biz, sizi güçlü kılmadığımız şeylerde onları güçlü kılmıştık [size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik]. Onlara da kulaklar, gözler ve duygular kılmıştık [vermiştik]. Buna rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara hiçbir fayda sağlamadı/kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşatıverdi. (Ahkâf/26)

Hayır, hayır! “Ebrâr”ın kaydı, kesinlikle illiyyîn'dedir. –İlliyyîn'in ne olduğunu sana ne bildirdi?– Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır! Şüphesiz ki “ebrâr”, elbette, naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/neticesi misktir. Karışımı tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.– (Mutaffifîn/21-28)

Bazıları, buradaki vesîle sözcüğüne, “Allah'a götürecek, Allah ile kul arasında aracı olacak mürşit” manası vermektedirler, ki bu, tevhid ile bağdaşmayan, şirk içeren bir anlayıştır:

Dikkatli olun, hâlis din sadece Allah'a aittir. O'nun astlarından birtakım velîler edinenler, “Onlar [Allah'ın astlarından edindiğimiz velîler] bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” Şüphesiz kendilerinin ihtilaf edip durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez. (Zümer/3)

Ölü veya diriyi, peygamber veya sâlih kulu Allah'a aracı yapmaya kalkmak şirktir.

Şurası da unutulmamalıdır ki, Allah'a vesile arama yükümlülüğü, sadece Müslümanlar için değil, Peygamber için de geçerlidir. Zira Peygamber de bu âyetin muhatabıdır. Kişiler vesile oluyorsa, peygamberler kimi vesile edineceklerdir?




En’âm suresi âyet 153’te: “Ve enne haza sıratıy müstekıymen fettebiuhu ve la tettebius sübüle feteferraka biküm an sebiylih zâliküm vassaküm bihi lealleküm tettekun;”

“Ve bu benim dosdoğru yolumdur: Ona uyun; ve başka yollara uymayın ki, sizi Allah yolundan ayırmasınlar.” Size, bunu buyurmuştur. Belki takvâlı olursunuz.”

Diye tüm insanlığa seslenmekte. Bazı insanlar da Allah’a yaklaştırmaları için, bu yolda kendilerine torpil yapacak kişiler arayıp bulmaya ya da icat etmeye çalışmaktadır.
Buna gerek var mıdır?.




Torpil izahatı pek doğru olmamış sanırım.Zira burdaki olay onların ALLAHA yakın olduğu düşünülüp onlar için ALLAH a dua etmeleridirki.Buna ister şefaat deyin isterseniz himmet deyin,.

Torpil, bir kimseyi kayıran arka çıkan demektir. Kulu olduğunu söyledikleri Allah:
En’âm suresi âyet 153’te: “Ve enne haza sıratıy müstekıymen fettebiuhu ve la tettebius sübüle feteferraka biküm an sebiylih zâliküm vassaküm bihi lealleküm tettekun;”

“Ve bu benim dosdoğru yolumdur: Ona uyun; ve başka yollara uymayın ki, sizi Allah yolundan ayırmasınlar.” Size, bunu buyurmuştur. Belki takvâlı olursunuz.”

Diyecek ve onlar da bu açık duyuruya rağmen kendilerini kayıracak arka çıkacak kişiler arayacak … Bu kişiler için “Torpil yapacak kişiler arayıp bulmaya ya da icat etemeye çalışacak” açıklamamız neden uygun olmasın?



Tevbe 99
Bedevilerden öylesi de vardır ki, Allah'a ve ahiret gününe inanır, (hayır için) harcayacağını Allah katında yakınlığa ve Peygamber'in dualarını almaya vesile edinir. Bilesiniz ki o (harcadıkları mal, Allah katında) onlar için bir yakınlıktır. Allah onları rahmetine (cennetine) koyacaktır. Şüphesiz Allah bağışlayan, esirgeyendir.

Ayetin Arapça okunuşuna bakalım.

Ve minel a'rabi men yu'minu billahi vel yevmil ahıri ve yettehızü ma yünfiku kurubatin ındAllahi ve salevatir Rasûl* ela inneha kurbetün lehüm* seyudhıluhumullahu fiy rahmetiHİ, innAllahe Ğafurun Rahîym;

Burada “vesile” kelimesini görüyor musunuz? “kurubatin ve kurbetun” sözcüklerine nasıl anlam verildiğinin gözden kaçırılmaması gerekir.

Vesileye örnek verdiğiniz ayeti nemci içerisinde değerlendirirsek

Tevbe;97: Bedevî Araplar, inkâr ve münâfıklık bakımından daha çetin; Allah'ın, Elçisi'ne indirdiklerinin sınırlarını bilmemeye daha yatkındırlar. Allah da, en iyi bilen, en iyi ilke koyandır.

Tevbe98: Bedevî Araplardan kimi de var ki, infak ettiğini zorla ödenmiş borç sayar ve size belâlar bekler. –O çirkin belâ kendi üzerlerine!– Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.

Tevbe;99: Yine bedevî Araplardan kimi de vardır ki, onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar]. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah ğafûr'dur, rahîm'dir.


Bu paragrafta bedevî Arapların bir kısmının, yerleşik Araplara göre daha kaba, daha anlayışsız, daha dikbaşlı [vahşi, yabani] oldukları bildiriliyor. Bunlar yasa tanımayan, her istediğini yapan kimselerdir. Bunlardan kimisi, Allah'ın, Elçisi'ne indirdiklerinin sınırlarını bilmemeye daha yatkındır; kimisi de, infak ettiğini zorla ödenmiş borç sayar ve Müslümanlar için belâlar bekler; kimisi de, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar].




“Mü’minler kardeştirler. Öyleyse, iki kardeşiniz arasında barışı sağlayın ve Allah’tan sakının. Belki size merhamet edilir.”

Diye seslenmesine rağmen, iman kardeşliği dışında tarikat kardeşliği kurulmaya, müslümanlar binbir parçaya bölünmeye çalışılmaktadır.
Buna gerek var mıdır?




Bunu bölücülük olarak algılamak hanif kardeşliğinde bölücülük yaptığı manasına gelir.Halbuki biz cemaatleri gerçek manasında topluluk olarak kabul ederiz.Cemaatler ise tevbe süresi 100 deki gibi ensarlar muhacirler gibi algılanır.


“Hanif” sözcüğü, “ ح ن فHa-ne-fe” fiilinin ism-i fail kalıbıdır. “Hanefe” sözcüğü “ayak dönmesi, iki ayağın başparmakları karşı karşıya gelecek şekilde dönmesi” anlamındadır.

Sözcüğün, ayak tabanının üste gelmesi anlamında olduğunu söyleyenler de vardır.

Sözcük daha sonraları “hayırdan şerre, şerden hayra dönme” anlamında kullanılır olmuştur. Zaman içerisinde İbrahim peygamberin önemli bir niteliği olmuş, “şirkten tevhide yönelme” anlamında genelleşmiştir.

Kur’an indiği dönemde Mekke’de İbrahim dinine mensup olanlara, dışarıdan Mekke’ye gelip hacc eden ve sünnet olanlara “hanif” denilirdi. Daha sonra bu sözcük “Müslim [Müslüman]” anlamında kullanılır oldu. (Lisanü’l-Arab c: 2, s: 629, 630 “hnf” mad.)

Biz, sözcüğün anlamı ile ilgili olan yukarıdaki açıklamaları dikkate alarak sözcüğün “önceleri müşrik iken sonra müşrikliği bırakıp tevhide yönelen” şeklinde değil, “şirk koşmaksızın tevhide yönelen” şeklinde anlaşılması lâzım geldiği kanaatindeyiz. Nitekim aşağıdaki ayetten de bu anlaşılmaktadır:

… Allah’a yönelmişler olarak, O’na şirk koşanlar olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Bilin ki, Allah’a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir. (Hacc/30, 31)


Kısaca “Şirk koşmaksızın tevhide yönelme “ demek olan “hanif” bölücülük olarak algılanmaz ve bölücülük yaptığı manasına da gelmez.

Cemaatler topluluklar anlamındadır. Önemli olan “oluşan bu cemaatların/toplulukların neyin çevresinde birleştikleridir. Cemaatlar neyin çevresinde birleştilerse onun ismiyle anılırlar. Türkiyede bulunan cemaatlerin/toplulukların adları da herkesçe bilinmektedir.

Tevbe suresinin 100. Ayetine bakalım.

Tevbe Suresi;100: Vessabikunel evvelune minel muhaciriyne vel’ensari velleziynettebeuhüm bi ihsanin radıyAllahu anhüm ve radu anHu, ve eadde lehüm cennatin tecriy tahtehel’enharu halidiyne fiyha ebeda zâlikel fevzül azîym

Muhâcir ve Ensâr'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve O [Allah], onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur.

Müşrik ve münâfıkların durumlarına ait bilgilerden sonra gelen bu ayette onların karşıtı olan mü’minler [[I]Allah yolunda malını-canını feda etmiş örnek öncüler ve iyileştirme-güzelleştirme faaliyeti kapsamında onları izleyenler] konu edilmiş ve övülmüşlerdir.

Burada övülenlerin, sadece ilk Muhâcirler ve onları izleyenler [Muhâcirler ve Hudeybiye günü'nde Rıdvan Biati'nde bulunan Ensâr] olarak kabul edilmesi yanlış olur. Zira bu övgü, İslâmî faaliyeti sürdüren, İslâm'ın yayılmasına zemin hazırlayan fedakâr ve vefakâr kimselerin hepsidir.

Bu tür insanlardan oluşan cemaatler/topluluklar da kendilerini falan ya da filan cemaatten/topluluktan diye nitelendirmezler. Çünkü bilirler ki Allah, kendisine inanıp güvenenler için

En’am159: İnnelleziyne ferreku diynehüm ve kânu şiyean leste minhüm fiy şey'in, innema emruhüm ilAllahi sümme yünebbiuhüm bi ma kânu yef'alun;

Dinlerini parça parça edip, fırka fırka olanlar varya, (Rasûlüm) senin onlarla hiç bir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O), onlara yapmakta oldukları fiillerini haber verecektir.

Duyurmuştur.




Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah;

A’raf suresi âyet 70:” Kalu eci'tena lina'budAllahe vahdeHu ve nezere ma kâne ya'büdü abaüna fe'tina bima teıdüna in künte mines sadikıyn;”

“Dediler ki: “Yalnız Allah’a kulluk etmemiz, babalarımızın taptıklarını bırakmamız için mi bize geldin? Eğer doğru sözlülerden isen, haydi bize tehdit ettiği şeyi getir.!”

Zümer suresi âyet 45:” Ve iza zükirAllahu vahdehüşmeezzet kulubülleziyne la yu'minune bil ahireti, ve iza zükirelleziyne min dunihi izahüm yestebşirun;

“Ve Allah, tek olarak anıldığında, öteki dünyaya inanmayanların kalpleri kasılır; ama Allah’ın astlarından olan kimseler anıldığında, bakarsın yüzleri gülüverir.”

Diye buyurduğu halde; nahnu,inna gibi Allah’ın azamet ve Kibriyalık ifadesi olan “biz” ifadesini : Allah ne yaparsa bu Velileri ile birlikte yapmakta bunun için “biz” ifadesini kullanmıştır diyerek Allah’a ait olan sıfatları, tasarrufları “velilere” vermekteler.
Buna gerek var mıdır?.



ALLAH c.c sünnetullah gereği işlerini vesileler aracılığı ile yapar.Bu doğrudur.Bazen bir kafir bazen bir veli bazen bir hayvan bazen bir bitki Rabbimin Alemlere müdahelesinde vesile olur.Rabbimin direk Şahsını gören oldumu?Yada yokdan varedilen bir şeyi insan gözüyle gören.
Bir tohum aracılığıyla yapr.Bunu her mümin zaten bilir.
Lakin ALLAH a ait olan sıfatların velilere verildiği iddiasını kim yapmış bilmiyorum.Bununla ilgili kaynak rica ediyorum.

Ariflerin Menkabelerini yazan tüm kitaplara bakın o kitaplarda bol bol örneğini görürsünüz . Kaynağı verdim ama sanırım dikkatinizden kaçtı.

Yine de örnek vereyim.


“ İşte kendilerine hizmet, nafile ibadetlerden efdal tutulan evliyaullah, yukarıdan beri birer vesile ile zikredilen Yüce Allah dostlarıdır. Onların en yüce mevkiinde bulunanlardan birisi de Gavsul azam (kendisinden yardım istenen en büyük kişi) Abdulkadir Geylani hazretleridir.Onun yüce kerameti nasıl nübüvvet mucizatının bir cüzü sayılmasın ki, Risale-i Gavsiye’lerinde görüldüğü vechiyle Kelimullah’a vaki ilahi sohbet kendilerine de nasip olmuştur. ‘Len teraniden terani’ sırrı bu yüce velide zahir olmuştur.(Yani Hz. Musa Allah’ı göremedi ama bu yüce veli görmüştür). Yukarıda bir vesile ile ehlullahın beşeri sıfatlardan tecerrüdle melekiyet sıfatını iktisap ettiklerini arzetmiştik. El Bazul Eşheb olan Gavsı azamın yüce kanatları cihanı muhit olduğu gibi, kendisine iltica eden bendeganını (kullarını) daima bir siyanet meleği gibi o yüce kanatların altında hıfz buyurmuşlardır. Burada Cebrail denilen ulu meleğe Gavsu-l azam da meleklik sırrı itibariyle yoldaştır denirse hakikatin ta kendisi ifade edilmiş olur.’’ (El Bazul Eşheb, Melih Yuluğ)


‘’Hz. Mevlana için Molla Cami’nin ‘’Peygamber değildir ama kitap sahibidir’’ arifane kelamı, elbet Sultanul Evliya Abdulkadir Geylani hazretleri için de evleviyetle variddir. Gavsul Azam hazretlerinin kutsal kitabı ise Risale-i Gavsiyye’dir.’Kelimullahlık’’ payesine erişti’ denilmesinde hiçbir mahzur görmemekteyiz. Şu manada ki, elbette kendileri nebi değildir. Ama ‘Kelimullah’ Hak Teala ile mukaleme mazhariyetine ermişlerdir.’’ (El Bazul Eşheb, Bekir Uluçınar)


‘’Hızır ve İlyas’ın görüşmeleri ve hallerinden bir nebze bilgi verilmesine dair Molla Bedi’a yazılmış mektuptur. Allah’a hamd ve seçtiği kullarına selam olsun. Hızır a.s. hakkında arkadaşların sorusu üzerinden epey zaman geçti…Bugün sabah toplantısında Hızır ve İlyas’ın ruhaniler suretinde hazır olduğunu gördüm. Hızır ruhani bir kelam ile şöyle dedi: ‘Biz ruhlar alemindeniz. Allah ruhlarımıza tam bir kudret vermiştir ki, bu kudretle vücutlar suretinde teşekkül ve temessül eder, vücutlardan sadır olan cismani duruş ve hareketler, bedeni itaat ve ibadetler ondan sadır olur. O anda kendisine: ‘Siz Şafii mezhebine göre namaz kılıyorsunuz’ dedim. Şöyle dedi: ‘Biz şeriatlerle mükellef değiliz ama ev Kutbu’nun (sahibi) görevlerinin yerine gelmesi bize bağlı olup, kendisi de Şafii mezhebinde olduğundan biz de arkasında İmam Şafii’nin mezhebine göre namaz kılıyoruz….Yine anlaşılmıştır ki, velayetin kemalatı Şafii fıkhına muvafık, nübüvvetin kemalatı da Hanefi fıkhına muvafıktır. (Yani veliler şafii, peygamberler de hanefidir)…Hz. İsa indikten sonra Ebu Hanife’nin mezhebine göre amel edecektir). O anda ikisinden medet istemek ve dualarını almayı talep etmek aklımıza geldi…Sanki aradan sıyrılıp gittiler. İlyas a.s. o zaman hiç konuşmadı.’’ (Mektubat, B. Said Nursi)

‘’…Veliler arasında az daha peygamber yardımına muhtaç olmadan nuru parlayan kimseler vardır (Gazali) ‘’ (İşari Tefsir Okulu, Süleyman Ateş)



Gördüğünüz gibi Lâtlar, Menâtlar, Uzzâlar, Hubeller artık isim değiştirmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı yayınlarından olan “Menâkib-ül-Ârifin” kitabının ikinci cildi sayfa 214’e ve Arif Pamuk’un “Rasülüllah’ın mübarek dilinden Surelerin faziletleri” adlı kitabının 8, 9. sayfalarında yazılanları buraya aktarmaya elim varmıyor. Merak eden kendisi bakabilir ve işlerin nereye kadar vardırıldığını görebilir.




Bu ifadenizi yakıştıramadım.Kalp ve niyet okuyuculuk yapıyorsunuz.
Hangi ehli tasavvuf Uleması Şeyhine tapmıştır,secde etmiştir,kulluk etmiştir yada ibadet etmiştir.Yada böyle olduğunu iddia etmiştir.
Bununda kaynağını rica ediyorum


Kaynak verdim ama vermeye devam edeyim.

’Aslında yüce veliler, Hak Teala’nın tam ve kamil mahzarlarıdır. Ol ayinede görünen Hakk’ tır. Esasen nasıl Tur vadisinde bir ağaçtan yüce Mevla, Kelimullah’a ‘inni enellah’ demişse, El Bazul Eşheb (Abdulkadir Geylani) mahzarında da görünen O’dur. Yani Hu’dur.’’ (El Bazul Eşheb, Bekir Uluçınar)


‘’Eski şarihlere göre buradaki ney, insanı kamildir. O, birlik kamışlığından kesilmiştir. Kendi varlığından geçmiş, gerçek varlıkta varolmuştur. Ondan çıkan her ses tanrı iradesini bildirir. Onun ihtiyarı tanrı ihtiyarıdır. Fakat görünüşte sıfatlarla, fiillerle kayıtlıdır. Bu bakımdan ıtlak alemini özler. Daha doğrusu da, onun bu özleyişi bir cilvedir, kendi kendisine bir nazdır… Mevlana, ‘Dinle bu ney nasıl şikayet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor’ derken, hem kamışlıktan kesilen ney’i hemde mutlak varlıktan mukayyed varlığa düşen kendisini kastetmektedir…’’ (Mesnevi ve Şerhi, Abdulbaki Gölpınarlı)


‘’Tanrısal varlığına kavuşmak isteyen muvahhid, beşeri varlığını kaybetmek, unutmak zorundadır. İşte bu kaybediş şekline ‘fena’ denir; bu da üç mertebeye ayrılır: (1)Amellerini yaparak, cehd ve gayret sarfederek, nefsine aykırı giderek onu istediği amellere koşarak, nefsani sıfatlardan, huylardan ve tabii özelliklerden fani olmaktır. (2) Hakkın senden istediği şeye uymak ve seninle O’nun arasında hiçbir vasıta kalmamak, her şeyden vazgeçip sırf ona yönelmek, ibadet ve tatlardaki zevk alma düşüncelerinden fani olmaktır. (3) Vecdin son mertebesinde Hak şahidi galebe edince artık Allah’ı müşahedeye ermenin farkına varmaktan da fani olmaktır. İşte o zaman sen fani bakisin…(Cüneyd Bağdadi)’’ (İşari Tefsir Okulu, Süleyman Ateş)


‘’Bu sürekli yolculuk, tasavvuf düşüncesindeki ‘Asli vatan’ kavramıyla da ilişki arzeder. Asli vatan insanın ruhlar alemindeki yeridir. Mevlana bunu Mesnevi’sinde ‘Kamışlık’, İkbal ise Cavidname’sinde ‘Can yoldaşın yanı’ olarak nitelendirmiştir. Bu asli vatan –ki insanın ayrıldığı bütün olan Allah’tan başkası değildir- tanımlanamaz, ele geçmez, yakalanmaz bir hedef ve sevgili olduğundan, ona varma zevki, onun yolunda olma zevkinden başka türlü düşünülemez. Onu istemek ve yine istemek…Kuşadalı bunu şu güzel sözü ile ifadeye koymuştur: ‘Vatanı aslimiz bezmi elest (Allah’tan ayrıldığımız an ve alem) dir. Her yerde misafir gibiyiz.’’ (Din ve Fıtrat, Yaşar N. Öztürk)


‘’Tecelli dolayısıyla evrendeki her şeyde tanrı sıfatlarının belirdiğini (yani ilahi sıfatların canlı ve cansızlar şeklinde tezahür ettiğini) görmüştük. …Tanrının bütün sıfatları evrende dağınık ama insanda toplu olarak vardır. Aynaya baktığında nasıl kendini görürse, Allah da bütün vasıflarını toplu olarak insanda görmüştür. İnsan biri ölümlü, öteki ölümsüz olan iki unsurdan teşekkül eder. ..Ölümsüz unsur ise, insana asıl şerefini ve değerini bağışlayan ilahi tarafımızdır. Ruh denen bu unsur tanrının bütün sıfatlarına mahzardır…Allah’tan kopmuş olan uyanık ve hasretli ruhu Mevlana Celaleddin Mesnevi’sinde neyi ile anlatmaktadır. İnsan ruhu kamışlıktan koparılmış olduğu için durmadan inleyen, herkesi dertlendiren bir şeydir…’’ (Türk Edebiyatı, Ahmet Kabaklı)


‘’Şimdi sufiler şekil ve kıyafet bakımından eski sufilere benziyor ama ruh ve muhteva bakımından başkalaşmışlardır. ..Şeriata hürmet hissi kalplerden zail olmuştur.Dine karşı kayıtsızlığı, menfaat temin etmenin en güvenilir vasıtası olarak kabul eden zamanın sofuları, haram ile helal arasında fark görmez olmuşlardır. Dine ve din büyüklerine karşı saygısız olmayı, din haline getirmişlerdir. İbadet etmeyi hafife almışlar, namaz kılmayı ve oruç tutmayı basit bir şey saymışlar, gaflet meydanında at koşturmuşlardır. Nefsani arzulara kendilerini teslim etmişler, halktan, kadınlardan ve zalim devlet adamlarından elde ettikleri şeylerden hiç çekinmeden faydalanmışlardır. Sonra bu nevi kötü şeyler yapmaya da kanaat etmeyerek en yüksek manevi hallere ve hakikatlere ulaştıklarını söylemişler, bu gibi şeylerden bahsederek kulluk boyunduruğundan kurtulup hürriyete kavuştuklarını, Allah’a vuslat hali ve hakikati ile muttasıl olduklarını, daima hak ile kaim bulunduklarını, iradelerinin Allah’ta fena bulduğunu ve kendilerine Allah’ın böyle hareket ettirdiğini, nefsaniyetlerinin yokolup fena mertebesine ulaştıklarını, işledikleri haramlardan veya işlemedikleri farzlardan dolayı azarlanıp yerilmeyeceklerini, ehadiyetin sırlarını keşif yolu ile bildiklerini, cismani varlıklarının çarpılma ve kapılma suretiyle kendilerinden tamamen alındığını…konuştukları zaman kendilerinden değil, kendilerinin adına başkasının (Hakk’ın) konuştuğunu, tasarruflarında kendilerinin dışında bulunan bir velinin (mutevelli Hak) bulunduğunu (hal ve hareketlerinin Hak tarafından idare edildiğini) iddia etmişlerdir.’’ (Er Risaletul Kuşeyriyye,Kuşeyri; Abdulhalim Mahmud)


‘’Allah herşeydir ve neye ibadet edilirse, Allah’a ibadet edilmiş olur… Her şey Allah olduğu için kulların Allah’tan başka taptıkları bütün şeyler de aslında Allah’tır. Bu ayrımı kullar uydurmuştur.’’ (Fususul Hikem, İbn Arabi)

‘’…Hallac şöyle diyor: ‘Lahutiliğinin delici ışığının sırrı tarafından beşeriyeti açığa çıkarılan yüce olsun! Sonra yaratıkları arasında yiyen ve içen suretinde açıkça göründü. Hatta yaratıkları O’nu kapıcıların birbirlerini fark etmeleri gibi fark etti…Sana bir şey olursa bana olur, zira her durumda sen benim. Sevdiğim kişi benim ben de oyum. Biz bir bedene girmiş (hulul etmiş) iki ruhuz. Beni görürsen onu görürsün. Onu görürsen bizi görmüş olursun’’ (Hallacı Mansur ve Eseri, Yaşar N. Öztürk)


‘’Hangi şeye işaret ederseniz, gerçekte Allah’a işaret etmiş olursunuz. Çünkü Allah, işaret edilen o şeyin aynıdır (kendisi)’’ (Mişkatul Envar, Gazali)


‘’Zatı itibariyle yüce olan Hak’kın açığa çıktığı her varlığa tapmak gerekir. O, alemin zerrelerinde açığa çıkmıştır.’’ (El İnsanul Kamil Fi Marifetul Evahir, Abdulkerim El Cili)


‘’Varlığımız O’nun varlığıdır. Varlığımız açısından biz O’na muhtaç, nefsinde zuhuru için O bize muhtaçtır….Senin özelliğin ne ise O’nun özelliği de odur…O bana hamd eder, ben O’na hamd ederim. O bana ibadet eder, ben O’na ibadet ederim’ (İbn Arabi) ‘’Risaleler Mecmuası, Ali El Kari)

‘’Erkek, Allah’ı kadında müşahede ederse, buna münfailde müşahede denir…Allah’ı kadında müşahede etmesi tam ve en mükemmeldir…Onun için Rasulullah kadınları sevmiştir. Çünkü Allah, onlarda çok mükemmel müsahede edilmektedir …Kavuşmanın en büyüğü de nikahtır’’ (Fususul Hikem, İbn Arabi)


Bu sapık ve saçma inançlar Peygamber Efendimiz ve sahabe döneminde Müslümanlar arasında kesinlikle yoktu. Hiç görülmedi ve de duyulmadı.



Bu sapık dediğiniz düşüncenin kaynaklarını biz hadis rivayetleri ile Alimin yüzüne bakmak ibadettir ebu davut v.s bir çok hadis rivayetiyle pekiştirmiştik halbuki siz şahsınızın zannına göre ALLAH Rasulu s.a.v döneminden iddialarda bulunuyorsunuz.

Siz, rabıta yaptığınız kişinin yüzüne bakarak ibadetinizi/kulluğunuzu yaptığınıza inanabilirsiniz. Ben böyle bir ibadetin/kulluğun insanı şirke götüreceğine inanıyorum.





Tasavvuf ve tarikat dinlerinin temel inançlarından biri olan “velîlik” inancı, yeni Eflatunculuğun, Maniheizm, Şamanizm, Budizm, Hırıstiyanlık, Yahudilik, Paganizm, Zerdüştlük dinlerinin kırıntılarıyla oluşturulmuştur.

Bu sapıklığın temelinin Yahudilere ve Hırıstiyanlara uzanışı bizzat Kur’ân tarafından söyleniyor.

Maide suresi âyet 18:” Ve kaletil yehudü vennesara nahnü ebnaullahi ve ehıbbauHu, kul felime yüazzibüküm bi zünubiküm bel entüm beşerün mimmen haleka, yağfiru limen yeşaü ve yüazzibü men yeşa' ve Lillahi mülküs Semavati vel Ardı ve ma beynehüma ve ileyhil mesıyr;”

“Yahudiler ve Hırıstiyanlar dediler ki, “Biz Allah’ın oğulları ve Sevgilileri’yiz.” De ki: “O halde niçin size günahlarınız yüzünden azap ediliyor?” Hayır, siz de O’nun yarattıklarından birer insansınız. Dilediğini affeder O, dilediğini azap eder. Hem göklerin hem yerin hem de bunlar arasındakilerin mülk ve yönetimi Allah’ındır. Dönüş de O’nadır.” .




Hiç bir ehli tasavvuf kendini ALLAHın sevgili kulu olduğunu iddia etmez.Diğer mümin krdeşlerini kendinden üstün tutma ilkesine sahip olan bir düşünceyi bu şekilde itham etmenizi yadırgadım doğrusu.

Ariflerin menakibine bakın bolca örneğini görürsünüz.




Değerli Kardeşlerim!

Tarihsel kayıtlar bu inançların Müslümanlar arasına Muaviye ve onun yakın dostu , Yahudi casusu Ka’b el Ahbar tarafından sokulduğu açıklanmaktadır.

Konu ile ilgili teferruatlar Suyutî’nin Tahzir-ül Havas Min Ekazib-il Kussas adlı eserinde mevcuttur.

Bu konular ile ilgili yeterince uyarıcı eserler yazılmıştır. Bunlarla mücadele edilmiştir.
(İbn-i Teymiye; el Furkan, Elbânî; ez-Zaifa, M. Ebu Reyye; Mecelle ve Advâ, Suyutî; Tahzîr, İbn-i Cevzî; Telbis-ül İblis. )

Ama ne yazık ki yavuz hırsız ev sahibini bastırmıştır. Bu mücahitlere binbir kara çalınmıştır.
Tıpkı bu gün de bu konular ile ilgili yazanlara yapıldığı gibi.




Size tarihsel bir kayıt verelim
Fasil : FEZAİL BÖLÜMÜ
Konu : Sahabelerden Bazılarının Faziletleri - Muaviye (ra)
Ravi : Abdurrahman İbnu Ebi Umeyre
Hadis : Resulullah`ın Muaviye için şöyle dua ettiğini rivayet etmektedir: "Allahım, onu hidayet edici ve hidayeti bulmuş kıl ve onunla (insanlara) hidayet ver"
Kutubu sitte HadisNo : 4480

ALLAH Rasulu s.a.v Efendimizin vahy katipliği yaptırdığı bir kimsenin yalancı olduğunu düşünsenize bu iddia ne kadar komikdirki.ALLAH Rasulu s.a.v kurda kuzuyu teslim etmiş


Muaviye ki Allah’ın laneti üzerine olsun. İslam’ın düşmanı Ebu Süfyan ile Saygı değer Hamza’nın Ciğerini yiyen kadının oğludur. Allah Resulunun yollarına diken taşıyan ve Tebbet Suresinde sözü edilen kadın halasıdır.Ömrünü Allah Resulunun ve Ehlibeytinin düşmanlığıyla geçirmiştir. İslamın yüzkarasıdır. Yaptıklarını örtmek için beslemelerine “hadis” ürettirmiştir. Siz de bu hadisleri örnek veriyorsunuz. Mekke’nin alınışı ile Allah Resulunun ölümü arasında iki yıl fark vardır.Mekke’nin alınmasıyla birlikte müslümanlığı kabul edenlerdendir. Müellefetul kulub/kalpleri İslama ısındırılanlardan olarakİkinci Halife Ömer’in zamanına kadar zekat mallarından pay verilenlerdendir.

Bakın bakalım Muaviye kimmiş?

Ahmed bHanbel ve Ebu ya’la kendi müsned’lerinde, Ebu berze’den şöyle rivayet ederler
“Peygamberle birlikte idik,şarkı sesi duyduk Bakın nedir bu? Diye buyurdu Ben biraz ilerleyince, muaviye ve amr b As’ı şarkı söylerken gördüm Dönüp peygambere haber verdim O da şöyle buyurdu Allah’ım,bu ikisini fitneye duçar et! İlahi, bu ikisini ateşe at”

muaviye sarayda yaşama,saray protokolu uygulamanın yanı sıra Roma’lıları taklit ederek ipek ve pahalı kürk giyerdi Kaynak ; Yakubi tarihi c568


muaviyenin karısının biri hırıstiyandı Dostları ve danışmanları arasında çok sayıda hırıstiyan vardı. Kaynak ; İslam medeniyetleri tarihi corci zeydan c1 s83

Ehli sünnet uleması nezdin’de muaviye melun ve zındıktırKaynak ; Yakubi tarihi c2 s142

Hz Ali defalarca muaviyeyi lanetlemiştir. Kaynak ; Taberi tarihi 1bas c11 s357

Peygambere efendimiz muaviyeyi defalarca lanetlediKaynak ; El muhtasar Fi ahbar c1 s184

muaviye içki içerdi. Kaynak ; İbn-i ebil hadid c3 mısır baskısı s228,İhkakul Hak ve İzhakul batıl c1 s49


muaviye faiz yerdi Kaynak ; muaviye bin ebu sufyanAAhmud El ikaade mısır baskısı s132


muaviyeye göre miraç olayı rüyadan ibaretti diyorKaynak ; El-Gadir c10 s184, Sahihi müslim’den naklen c5 s43,Beyhaki süneni c5 s477


muaviye;
“And olsun Allah’a , dünyada tatmadığım lezzet kalmadı” demekten sakınmayan bir hayasızdır.Kaynak; el-Mehasin-u ve’l-Mesavi , Beyhaki c1 s109 ve 210

Hz Resulullah (saa)'in; 'Eğer Muaviye'yi benim minberime çıktığını görürseniz, karnını yırtın yada onu öldürün” Kaynak ;Tehzib-üt Tehzib Ibin-i Hacer'in c 7 s 324, Tarih-üt Taberi c 10 s 85, Tarih-ül Hatib c 12 s 181, Künuz-ül Hakaik s 10 Menavi'nin, Serh-i Nehc-ül Belaga Ibn-i Ebu-l Hadid'in c 1 s 348, Tarih-ül Kebir Belazuri'nin

Resulullah (saa) şöyle buyurdu: Her seyin bir afeti olur Bu dinin afeti de Ben-i Ümeyye’dir.Kaynak ; (el-Müttaki el-Hindi' nin 'Kenz' ul Ummal' c6, s91 / Tathir’il Cinan s143 "Sevaik' ul Muhrika’nin hamisinde" / Nehc'ül Hak ve Kesf'üs Sidk s312)

İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor:" Ben çocuklarla birlikte oynuyordum Derken "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm geldi Ben hemen bir kapının arkasına saklandım (Beni orada bulup) enseme dokundu "Muaviye'ye git! Onu bana çağır!" dedi (Ben derhal gittim ve) geldim: "O YEMEK YİYOR!" dedim "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, tekrar: "Git Muaviye'yi bana çağır!" Emrettiler (Ben (yine gidip) döndüm ve: "O YEMEK YİYOR!" dedim Resûlullah tekrar: "Git! Muâviye'yi bana çağır!" emrettiler Ben yine gidip geldim ve: "O YEMEK YİYOR!" dedim Bunun üzerine: "ALLAH ONUN KARNINI DOYURMASIN!" buyurdular" Kaynak; Müslim, Birr 96, (2604)

Ebu Zer el-Gaffari Muaviye’ye dedi ki: Resulullah (saa)’a uğradım (Senin hakkında) buyurdu ki: “Allahım ona lanet et ve onu ancak toprak ile doyur” (el-Emini “el-Gadir” c10, s142)

Ebi Said ve Abdullah bin Mesud’tan naklen, Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “İzâ reeytüm Muaviye alâ memberi faktülüh” Meali: “Eğer Muaviye’yi mimberim üzerinde görürseniz onu öldürünüz” (Tarih’üt Tabari c10, s58 /
İbn-i Mezahim’in “Vak’it Siffiyn” kitabı s216, 221 –Matabaatül Medeni-2Baskı Mısır /ez-Zehebi’nin “Mizan’ül İtidal” kitabı c1, s572; c2, s380, 613 / en-Nesaih’ül Kafiyeh limen Yetevelle Muaviye s45 /
Hüvarezmi’nin “Maktelil Hüseyin” kitabı c1, s185 /
İbn-i Ebil Hadit’in “Şerhu Nehc’ül Belağa” kitabı c15, s176 Mısır bas Muhammed Ebul Fadl tahkiki /
Takviyyet’ül İman Bired
Tezkiyyet İbn-i Ebi Süfyan s90 /
Hatip el-Bağdadi’nin “Tarih-i Bağdat” eseri c12, s181 /
İbn-i Hacer’in “Tehzib’üt Tehzib” kitabı c2, s428; c5, s110; el-Münavi’nin “Künuz’ül Hakaik” kitabı c1, s16 –Cami’us Sağir hamişinde bas/
Tarih-i Ebil Fida c2, s61 /
el-Mukrim’in “Maktelil Hüseyn” kitabı s7, 4Baskı /
el-Emini’nin “el-Gadir” adlı kitabı c10, s145 /
el-Hilli “Nehc'ül Hak ve Keşf'üs Sıdk” s309)

İbn-i Mesud’tan naklen Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “İza reeytüm Muaviye bin Ebi Süfyan yahtib alâ menberi fedribu anküh Meali: Eğer Muaviye bin Ebi Süfyan’ı mimberim üzerinde hutbe okuduğunu görürseniz boynunu kesin” İmam Hasan dedi ki: Allah’a ant olsun ki, bu işi yapmadılar, felaha da ermediler”Şerhu Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit C4, S32

İmam Hasan yine şöyle buyurdu: Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “Eğer Muaviye’yi mimberim üzerinde görürseniz, öldürünüz” Ancak onun emrini terk ettiler, felaha ermediler, kurtuluşa da ermediler(es-Suyuti “el-Âlil Masnûa” C1, S424-425; el-Emini “el-Gadir” C10, S143)

Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “İnne Muaviye, fi tabutin min nar fi esfele derek minha, yünadi: ya hannan, ya mennan el-ân ve kad asaytü kablü ve künte minel müfsidin “Muaviye ateşin en alt tabakasında bir tabutun içerisindedir ve şöyle nida ediyor: Ey Hannan, ey Mennân, ben önceleri asi oldum ve fesat edenlerle beraberdim” (Tarih’üt Tabari C11, S357; Kitabu Saffayn S243)

Ehli Sünnet uleması nezdinde Muaviye melun ve zındıktır (Tarih’ül Yakubi C2, S142 ve Emini “el-Gadir” C1, S16)

Muaviye Hz Peygamber efendimiz tarafından lanetlenmiştir (Emini “el-Gadir” C1, S216; El Muhtasar Fi Ahbar C1, S184; Ali ve Benvah S229 Mısır Bas)

Muaviye Hz Ali tarafından da defalarca lanetlenmiştir (Tarih’üt Tabari C11, S357; Emini “el-Gadir” C10, S139; Sıffin S244 Mısır Bas)

Muaviye içki içerdi Şerh-u Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit C3, S228 Mısır Bas; et-Tüsteri “İhkak’ul Hak ve İzhâk’ul Bâtıl” C1, S49; Emini “el-Gadir” C10, S157)


Hatta son arzusu, ölmeden önce “Sıcak bir günde serin şarap içip çocuklarını seyretmek” idi (Müsned-i Ahmet bin Hanbel C5, S347; İbn-i Asakir “Tarih-i Medinet-i Dimaşk” C7, S311; Emini “el-Gadir” C10, S189)


Muaviye’nin katl ve cinayet defteri bir hayli kabarıktır Hz Resulullah (saa)’ın sevgili sahabisi Hicr bin Adiyy ile altı yiğit arkadaşı, Muaviye’nin resmi emriyle Merc-i Uzra’da şehit edildi (Sahih-i Müslim C1, S258-259; Sahih-i Buhari C1, S131)

Muaviye Malik’ül Eşter’i Mısır yolunda zehirli balla zehirletip öldürttü, sonra da mimbere çıkıp şöyle dedi: “Ali’nin iki arkadaşı vardı, birinin işini Sıffin’de (Ammar bin Yasir’i) bitirdim, diğerininkini (Malik’ül Eşter’i) bugün” (Tarih’üt Tabari C4, S187; İbn-i Esir C3, S233)

Muaviye planlarını uygulayabilmek için Abdurrahman bin Halid bin Velid’i de zehirletti (Corci Zeydan “Medeniyet Tarihi” C4, S83)

Muaviye Hz Ali tarafından Mısır’a vali tayin edilen Muhammed bin Ebi Bekir’i öldürtüp cenazesini bir eşeğin cesedine karnını yarıp koyarak yaktırdı”Tarih’üt Tabari C4, S171; Corci Zeydan “Medeniyet Tarihi” C4, S83)

Muaviye oğlu Yezid’e biat almak istediğinde önce Hasan bin Ali’yi ile Sad bin Ebi Vakkas’ı zehirletip öldürttü (Ebu Ferec “Mekatil’üt Talibin”

Makrizi “İmam Hasan’ı emeviler zehirletti” der (Tarih’üt Tabari C4, S124; İbn-i Kuteybe “el-İmametü Ves-Siyasetü” S164, 1Bas; Şerh-u Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit C4, S16; İbn-i Esir C3, S203; Emini “el-Gadir ”C11, S7; Seyyid Kutup “İslam’da Sosyal Adalet” S199)

Muaviye, Eş’as’ın kızı ve İmam Hasan’ın eşi olan Cu’de’yi kışkırtarak imamı zehirletti ve bu zehirle İmam şehit oldu Muaviye İmam Hasan’ın şehadet haberini duyduğunda neşelenmiş ve secdeye kapanmıştır (en-Niza vet-Tehâsüm S6 Necef Bas)

İbni Teymiyye diyor ki: Muaviye İmam Hasan’ın zehirlemek için emir verdi (Minhac’üs Sünnet C2, S225 Kitâl Ba’duhum Ba’da Babı)

Resulullah (saa); Ebu Süfyan’ın merkebe bindiğini, Muaviye’nin onu çektiğini, Yezid’in de onu arkadan sürdüğünü görünce şöyle buyurdular: “Allah; merkeptekine, onu önden çekene ve onu arkadan sürene lanet etsin” (Muhammed bin Cerir-i Taberi’nin Tarihi c 5, s 357; Tarih’ül Yakubi c2, s277 Beyrut Bas; el-Emini “el-Gadir” c10, s139)


Veli yada evliya sözcüğünü tanımlanması sözlük kavramı farklı olmak sebebiyle herkes tarafından farklı izah edilebilir.Önemli olan Ayetlerle bütünlüğü noktasında ele almakdır.Şimdi evliyanın mana olarak nasıl izah edildiğini aşlşğıda vereceğim meallerde dikkat ediniz..

Aşağıda vereceğim meallerde demişsiniz ama örneğini vermemişsiniz.


Velî sözcüğü, velâ kökünden türemiş sıfatı müşebbehe kipinde bir sözcüktür. Mastarı velâyet’dir.

Anlamı, “arada bir şey bulunmadan bitişiklik, yan-yana olma ve yaklaşma, yakın olma” demektir ve “arkadaşlık, yer, niyet, zaman, din ve nisbette, yardımda tam bir yakınlık” anlamı verilmektedir.

“Velâyet” sözcüğü, mastar haliyle Kur’ân’da iki yerde geçmektedir.

Enfal 72:” İnneleziyne amenu ve haceru ve cahedu bi emvalihim ve enfüsihim fiy sebiylillâhi velleziyne avev ve nesaru ülaike ba'duhüm evliyaü ba'd velleziyne amenu ve lem yühaciru ma leküm min velayetihim min şey'in hatta yühaciru* ve inistensaruküm fiyd diyni fealeykümün nasru illâ alâ kavmin beyneküm ve beynehüm miysak* vAllahu bi ma ta'melune Basıyr;”.


Bu ayeti Kerimenin mealinde Abdülbaki Gölpınarlı altını çizmiş olduğum evliya kelimesini velileridir olarak, Ali Bulaç Meali velisi ,Ahmet Varol Meali velileridir ,
Ahmet Tekin dostlarıdır ,Diyanet İşleri Meali(Eski) dostudur,Diyanet İşleri Meali(Yeni) velileridir,Diyanet Vakfı Meali dostlarıdır, Edip Yüksel Meali dostudur, Elmalılı Hamdi Yazır dostlarıdırlar , Elmalılı Meali (Orjinal) velileridirle, Hayrat Neşriyat Meali velileri (varisleridirler), Ömer Nasuhi Bilmen velileridir, Muhammed Esed dostu ve hamilidirler, Suat Yıldırım velileridir, Süleyman Ateş Meali velisi dostu (koruyucusudur), Şaban Piriş Meali velisidir, Ümit Şimşek Meali velisidirler,Yaşar Nuri Öztürk dostlarıdırlar bu kadar meal içerisinde yukarıda iddia edildiği üzere bitişiklik yanyana olma gibi hiç bir mana verilmemiş o halde bu kadar meallerin hepsi yozlaştırıcıdır.Yaşar nuri de içlerinde olmak üzere.
Lütfen iddialarınızın tutarlılık tarafı bulunsun.;



Burada örneğini verdiğiniz kişilerin kimisi kelimeyi aynen ayette belirtildiği gibi Arapça olarak bırakmış kimisi de “ Birinin iyiliğini isteyen, onu içten seven, iyi görüşülen kimse, en yakın arkadaş, gönüldaş demek olup Farsçadan geçen dost kelimesini yazmış. Biz de Türkçesini yazdık.

Burada (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2116&page=2) açıklamasını yaptık.



“Kuşkusuz inanan ve hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar ve barındırıp yardım edenler, evet işte bunlar birbirlerine yakın olanlardır. İnanan ve hicret etmeyenlere gelince, hicret edene kadar, onlara YAKINLIK söz konusu değildir. Ve din uğrunda yardım isterlerse, aranızda antlaşma bulunan bir halk zararına olmaksızın, onlara yardım etmeniz gerekir. Ve Allah yaptıklarınızı çok iyi görür.



Bu mealin kimin olduğunu yazabilirmisiniz.Zira kaç tane mealde hiç böyle yakınlık olarak mana verilmiş bir ibareye rastlamadım.

Arabiyyen olan kur’an’ı Arapça lügatlardan-Lisanül Arap- yola çıkarak yapılan çalışmayı meallerden yola çıkarak olmazlığı hakkında yargıda bulunuyorsunuz.

Türkiye’de 100 ün üzerinde meal var. Metne sadık kalıp ayetteki kelimeyi Arapça olarak bırakmayan meallerde “veli” kelimesinin Türkçesini görebilirsiniz. Bir tanesini örnek vereyim. Hakkı Yılmaz’ın İşte Kur’an’ı.



Fâil anlamında kullanıldığında “Velî” sıfatı gibi, “yakın olan, yardım eden, koruyan yol gösteren” anlamındadır.



Yakın olan Kuranda mukarrebun olarak izah edilir genel olarak aşşağıda örneği olduğu gibi ki sayıları çok fazladır.Yardım eden ise ensardır ki tevbe süresi 100.ayette geçer.Ayrıca ALi imran süresi 52. ayeti kerimesinde havariler biz ALLAHın yardımcısıyız derlerken nhnu ensarullah derler.
إِذْ قَالَتِ الْمَلَائِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللَّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُ اسْمُهُ الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجِيهًا فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ

İż kâleti-lmelâ-iketu yâ meryemu inna(A)llâhe yubeşşiruki bikelimetin minhu-smuhu-lmesîhu ‘îsâ-bnu meryeme vecîhen fî-ddunyâ vel-âḣirati vemine-lmukarrabîn(e)

Hani melekler, ya Meryem, gerçekten de Allah seni, kendisinin bir kelimesiyle müjdelemektedir adı da Meryemoğlu Mesih İsa'dır onun ve o, dünyada da kadri yüce bir erdir, ahirette de ve yakınlardandır o. *


المقرّبون mukarrebun yakın olan değil “yaklaştırılmışlar” olan demektir.
Ali İmran;45: “Hani bir zaman melekler, “Ey Meryem! Allah seni, Kendisinden bir kelimeyle müjdeliyor. Onun adı, Meryem oğlu Îsâ Mesih'tir. Dünya ve âhirette saygındır. Ve o yaklaştırılanlardandır”
Bu ayette belirtilen“yaklaştırılmışlar”ın kimler olduğu vakıa suresinde 10-26 belirtilmiştir.
Öne geçenler de, öne geçenlerdir.
İşte onlar [öne geçenler], yaklaştırılanlardır.
İşte onlar [öne geçenler], Naim cennetlerindedirler.
Bir topluluk [çoğu] evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir.
(Onlar), yaptıklarına karşılık olarak; mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. Üzerlerinde [çevrelerinde], kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler -ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir- beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; süreklileştirilmiş [hep aynı bırakılmış] çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. Orada lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokan işitmezler. Sadece söz olarak: “selâm!”, “selâm!” (Vakıa/10- 26)



Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ebu Maruf
7. January 2011, 09:05 AM
Arkadaşım
ALLAHU TEALA Elçisi aracı lığıyla insanlara Kuranı bildirmiş.
yani bunda ne varda anlayamıyorum.Bu mesele neden uzatılıyorki.
Aracılık denilen şeyde senin hedefin nedir?Aracıyı araç olarak kullanınca amaç olmazki.
Sen İstanbuldan Kars a araç ile gidince ara sıra mola verip araç dan inip araç a secdemi ediyorsun?
Bu kadar basit bir meslenin bu kadar anlamsızca tartışılmasına anlam veremiyorum.
Mesele şu kadar basittir ki.İster elçi de ister aracı ister vesile istersen ne dersen de.Bir şeyin veya bir kimsenin elçiliğiyle yada vesilesiyle yada aracılığıyla yada ne derseniz ALLAH a yaklaşıyorsanız.O aracıya yada elçiye yada vesileye yada vesileye yada ne diyorsanız tapmıyorsanız.Onu sadece vasıta olarak görüyorsanız.Asıl amacınız HAK TEALA ya ulaşmak ise ister canlı olsun ister cansız.İster insan olsun,ister hayvan,ister melek ister cin ne olursa olsun bunların hiç biri ilah değildir.Hepsi mahluktur.Mahluk halk edilen yaratılandır.Yaratılan bir şey zaten ilah olamaz.İlah olmayanada tapılmaz.
Siz suyu abdest almak için kullanırsınız.Amacınız namaz Kılmakdır.Siz ara sıra durup suya secdemi ediyorsunuz.Kuranı daha iyi anlamak dolayısıyla ALLAHa yakın olmak için arapça öğreniyorsunuz.Durup Ara sıra arapça hocanıza secdemi ediyorsunuz.
Alıyorsunuz falanca kişinin mealini amacınız Kuranı daha iyi anlayıp ALLAH a yakın olmak.Bu mealciye secdemi ediyorsunuz.
Bana burda bir şeyler izah etmeye çalışıyorsunuz.Amacınız ne doğru bildiklerinizi bana izah etmek.Benim şimdi sizin aracılığınızla bir şeyler öğrendiğimi var saysanız.Benden secde etmemimi bekliyorsunuz.
Mümin kardeşinin senin için dua etmesini istediğinde ona secdemi ediyorsunuz.
Bu nasıl bir bakış açısı anlayamadımki.
Martin Luter in Kulla ALLAH arasına girilmez sözünün aslını anlamadan kalkıp bunu İslamın tartışılmaz tabusu haline getiriyorsunuz.
Martin Luther bu sözü ne için söylemiş belki haberiniz bile yoktur.Bu söz rahiplerin ALLAH adına günah çıkarmada insanlara tamam evladım ben seni bağışladım demesi üzerine ALLAH ile Kulun arasına girilmez demiş.
Hangi Şeyh hangi Peygamber ALLAH adına bağışlayıcılık yapmış.Yada cennet dağıtmış.
Nisâ / 85
Kim iyi bir işte aracılık ederse, ona onun sevabından bir pay vardır; kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona o kötülükten bir hisse vardır. Allah, her şeyin karşılığını verir
ALLAHIn kitabını bırakıp martin luter in sözleriylemi hareket edeceksiniz.
A’râf 3
Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun. O'nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!

Anonymous
7. January 2011, 09:49 AM
Selam sevgili kardeşim.

Bu "aracı" ve "vesile" meselesi aslında çok basit bir mesele. Fakat bu basit meseleyi size anlatmayı beceremiyoruz o da bizim anlatım eksikliğimiz olsa gerek. Verdiğiniz benzetmelerin konu ile alakasız olmasından dolayı pek vakıf olmadığınızı düşünüyorum.

Ben vesile ve aracı meselesini anlatmayı son bir kez denemek istedim.

Öncelikle Allah'a yaklaşma meselesi otobüse binip İstanbuldan Kars'a gitme meselesine benzemez. Benzetme yapılacak bir durum da yok doğrudan Kuran'a bakalım.

Kuran'da Allah kendisine ulaşmanın yolunu TAKVA olarak gösteriyor.

Yani
Allaha yakın olan kişi = Takvalı kişi.

Bu Kuran'da bu şekilde benim gördüğüm kadarıyla.

Peki nasıl takva sahibi oluruz? EŞİTTİR nasıl Allaha yakın oluruz?

Allah Takva sahibi olmamız için gereken AMELLERİ Kuran'da sıralamış.

A ameli, B ameli, C ameli D ameli gibi bir sürü amel var ama bunların arasında "TAKVALI BİRİNE YAKIN OLMAK VEYA ONU ARACI KILMAK, RABITA Vb." gibi bir amel yok. Herkesin takvası kendine.

Özeti şu şekilde. Allaha yakın olmak istiyorsanız Kuran'da yazmakta olan takva amellerini yapmalısınız. Örneğin bir fakire yardım edersiniz, bu AMEL Allaha yaklaşmanıza bir vesile olur. Aracı olabilecek tek şey hep Kuran'da yazan TAKVA AMELLERİ'dir. Amel=Hayra ve barışa yönelik işlerdir. Boş işler değil.

Tabi bunlar benim anladığım. En doğrusunu Allah bilir.

Sevgili ebu Maruf kardeşim.
Sen peygamberimizin sünnetine bağlı birisine benziyorsun. Peygamberimizin tebliğini biraz araştırmanı öneriyorum. Peygamberimiz çevresindeki insanları "KENDİSİNİ RABITA ETMELERİNE" mi yönlendirmiş yoksa doğrudan Allah'a mı?

Boşuna hariçten kaynak aramayın.
Peygamberin o zamanki insanları neye yönlendirdiğini görebilmeniz için size en sağlam kaynağı söyleyeyim:
Kuran'ı açın ve "DE Kİ" ile başlayan tüm cümleleri tek tek okuyun. Zira onlar peygamberimizin Allahın emri ile insanlara ilettikleridir. Bu ayetlerde hiç sizin dediğiniz gibi yönlendirmeler yoktur, tüm yönlendirmeler Allah'adır.

O ayetlerden birisi:

Eğer kullarım sana Benim hakkımda sorular sorarsa -(bilsinler ki) Ben çok yakınım; dua edenin yakarışlarına her zaman karşılık veririm; öyleyse onlar da Bana karşılık versinler ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler.(Bakara 186)

Allah hepimizi doğru yoluna iletsin.

snobyx
7. January 2011, 10:42 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!

Bu yazıma (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2116)

vermiş olduğunuz cevabın bir kısmına burada (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2116&page=2) cevap vererek diğerlerini de cevaplayacağım inşaAllah demiştim.


yazımızın altına



Allah’ın Rasulu demek Allah’ın elçisi demek midir yoksa Allah’ın aracısı demek midir?

Allah’ın Resulu/Elçisi ise Allah’tan aldığını Allah adına duyuracak olandır.

Maide;67: “Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O'nun verdiği elçilik görevini iletmemiş [yerine getirmemiş] olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler toplumuna hidâyet etmez.”

Gâyet net ve anlaşılır bir ifadeye sahip olan âyette Kitap Ehlinin tavırları nakledildikten sonra Rabbimiz, Elçisi'ne, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O'nun verdiği elçilik görevini iletmemiş [yerine getirmemiş] olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler toplumuna hidâyet etmez buyurarak, o'nun görevini yapıp gerisine karışmamasını istemektedir. Bu tarz ifadeler birçok âyette [A‘râf/62, 79, 93, 68; Hûd/57; Ahkâf/23; Cinn/28] geçmiştir.

Elçiler her türlü şart altında tebliğ görevlerini yapmakla yükümlüdür; mesajları saklayamazlar, uhdelerinde tutamazlar, mesaja ekleme yapamazlar. Kendi aleyhine bile olsa mesajı tebliğ etme zorundadırlar.

Allah’ın Resulu/elçisi sizin dediğiniz gibi aracısı ise ne adına neyi yapacaktır?





Allah’ın kulunun şah damarından yakın olması ile Kulun Allah’ın kendisine şahdamarından yakın olup olmadığının farkında olup olmaması Allah’ın kulundan uzaklığının delili değildir.

Vesile konusu için verdiğiniz ayete bakalım inşallah.

Maide;35: Ya eyyühelleziyne amenüttekullahe vebteğu ileyHilvesiylete ve cahidu fiy sebiyliHi lealleküm tüflihun

Ey iman etmiş olan kişiler! Felâha ermeniz için, Allah'a takvâlı davranın, O'na yaklaştıracak/ulaştıracak şeyleri arayın ve O'nun yolunda gayret gösterin.



Maide;36: İnnelleziyne keferu lev enne lehüm ma fiyl Ardı cemiy’an ve mislehu meahu liyeftedu bihi min azabi yevmil kıyameti ma tukubbile minhüm* ve lehüm azabün eliym

Şüphesiz, küfretmiş olan şu kimseler; bütün yeryüzündekiler ve onunla birlikte bir o kadarı daha, kıyâmet gününün azabından kurtulmalık vermek için kendilerinin olsa, onlardan kabul edilmez. Ve onlar için can yakıcı bir azap vardır.


Maide;37: Yüriydune en yahrucu minen nari ve ma hüm bi hariciyne minha ve lehüm azabün mukıym

Onlar, ateş'ten çıkmak isterler. Ama oradan çıkanlar değillerdir. Ve onlar için devamlı bir azap vardır.

Bu âyetlerde de uyarılar devam etmektedir:

• Mü’minler, felâha ermek [kurtulmak, zafer kazanmak, durumlarını koruyabilmek] için, Allah'a takvâlı davranmalıdır.

• Allah'a yaklaştıracak şeyleri aramalı, O'nun rızasını kazandıracak her türlü aracın peşinden koşmalı ve O'nun yolunda gayret göstermelidirler.

• Yeryüzündekilerin tümü ve onunla birlikte bir o kadarı daha küfredenlerin olsa ve kıyâmet gününün azabından kurtulmak için fidye olarak verseler, onlardan kabul edilmez ve onlar için can yakıcı bir azap vardır.

• Onlar, ateş'ten çıkmak isterler. Ama oradan çıkanlar değillerdir. Ve onlar için devamlı bir azap vardır.


وسيلة [vesîle], “kendisiyle bir başkasına ulaşılan, yaklaşılan şey” .
demektir.


Burada, mü’minlerden, kendilerini Allah'a yaklaştıracak ameller işlemeleri istenmektedir.

Kişiyi Allah'a yaklaştıracak amelleri de şu âyetlerden öğrenebilmekteyiz:

Hayır, hayır! Ona itaat etme! Secde et [teslim ol, boyun eğ] ve yakınlaş. (Alak/19)

Ve sizi huzurumuza yaklaştıracak olan, mallarınız ve evlâtlarınız değildir. Ancak kim iman eder ve sâlihâtı işlerse, işte onlar; kendileri için yaptıklarına karşı kat kat karşılık olanlardır. Ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe/37)

Yine bedevî Araplardan kimi de vardır ki, onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar]. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah gafûr'dur, rahîm'dir. (Tevbe/99)

Şüphesiz şu, Rabb'lerinin haşyetinden [Rabb'lerine duydukları derin hayranlık ve saygı sonucu O'ndan uzaklaşma korkusundan] tirtir titreyen kimseler, Rabb'lerinin âyetlerine inanan kimseler, Rabb'lerine ortak tanımayan kimseler, şu, şüphesiz kendileri, Rabb'lerine dönecekler diye verdiklerini kalpleri ürpererek veren kimseler; işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve onun için önde gidenlerdir. (Mü’minûn/57-61)

Muhâcir ve Ensâr'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve O [Allah], onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur. (Tevbe/100)

Öne geçenler de, öne geçenlerdir. İşte onlar [öne geçenler], yaklaştırılanlardır. (Vâkıa/10-11)

Ve yeryüzünde hiçbir dâbbeh/canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. O [Allah], onun yerleşik yerini de geçici bulunduğu yeri de bilir. Hepsi apaçık bir kitaptadır. (Hûd/6)

Ve andolsun ki, Biz, sizi güçlü kılmadığımız şeylerde onları güçlü kılmıştık [size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik]. Onlara da kulaklar, gözler ve duygular kılmıştık [vermiştik]. Buna rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara hiçbir fayda sağlamadı/kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşatıverdi. (Ahkâf/26)

Hayır, hayır! “Ebrâr”ın kaydı, kesinlikle illiyyîn'dedir. –İlliyyîn'in ne olduğunu sana ne bildirdi?– Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır! Şüphesiz ki “ebrâr”, elbette, naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/neticesi misktir. Karışımı tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.– (Mutaffifîn/21-28)

Bazıları, buradaki vesîle sözcüğüne, “Allah'a götürecek, Allah ile kul arasında aracı olacak mürşit” manası vermektedirler, ki bu, tevhid ile bağdaşmayan, şirk içeren bir anlayıştır:

Dikkatli olun, hâlis din sadece Allah'a aittir. O'nun astlarından birtakım velîler edinenler, “Onlar [Allah'ın astlarından edindiğimiz velîler] bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” Şüphesiz kendilerinin ihtilaf edip durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez. (Zümer/3)

Ölü veya diriyi, peygamber veya sâlih kulu Allah'a aracı yapmaya kalkmak şirktir.

Şurası da unutulmamalıdır ki, Allah'a vesile arama yükümlülüğü, sadece Müslümanlar için değil, Peygamber için de geçerlidir. Zira Peygamber de bu âyetin muhatabıdır. Kişiler vesile oluyorsa, peygamberler kimi vesile edineceklerdir?






Torpil, bir kimseyi kayıran arka çıkan demektir. Kulu olduğunu söyledikleri Allah:
En’âm suresi âyet 153’te: “Ve enne haza sıratıy müstekıymen fettebiuhu ve la tettebius sübüle feteferraka biküm an sebiylih zâliküm vassaküm bihi lealleküm tettekun;”

“Ve bu benim dosdoğru yolumdur: Ona uyun; ve başka yollara uymayın ki, sizi Allah yolundan ayırmasınlar.” Size, bunu buyurmuştur. Belki takvâlı olursunuz.”

Diyecek ve onlar da bu açık duyuruya rağmen kendilerini kayıracak arka çıkacak kişiler arayacak … Bu kişiler için “Torpil yapacak kişiler arayıp bulmaya ya da icat etemeye çalışacak” açıklamamız neden uygun olmasın?



Ayetin Arapça okunuşuna bakalım.

Ve minel a'rabi men yu'minu billahi vel yevmil ahıri ve yettehızü ma yünfiku kurubatin ındAllahi ve salevatir Rasûl* ela inneha kurbetün lehüm* seyudhıluhumullahu fiy rahmetiHİ, innAllahe Ğafurun Rahîym;

Burada “vesile” kelimesini görüyor musunuz? “kurubatin ve kurbetun” sözcüklerine nasıl anlam verildiğinin gözden kaçırılmaması gerekir.

Vesileye örnek verdiğiniz ayeti nemci içerisinde değerlendirirsek

Tevbe;97: Bedevî Araplar, inkâr ve münâfıklık bakımından daha çetin; Allah'ın, Elçisi'ne indirdiklerinin sınırlarını bilmemeye daha yatkındırlar. Allah da, en iyi bilen, en iyi ilke koyandır.

Tevbe98: Bedevî Araplardan kimi de var ki, infak ettiğini zorla ödenmiş borç sayar ve size belâlar bekler. –O çirkin belâ kendi üzerlerine!– Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.

Tevbe;99: Yine bedevî Araplardan kimi de vardır ki, onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar]. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah ğafûr'dur, rahîm'dir.


Bu paragrafta bedevî Arapların bir kısmının, yerleşik Araplara göre daha kaba, daha anlayışsız, daha dikbaşlı [vahşi, yabani] oldukları bildiriliyor. Bunlar yasa tanımayan, her istediğini yapan kimselerdir. Bunlardan kimisi, Allah'ın, Elçisi'ne indirdiklerinin sınırlarını bilmemeye daha yatkındır; kimisi de, infak ettiğini zorla ödenmiş borç sayar ve Müslümanlar için belâlar bekler; kimisi de, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar].








“Hanif” sözcüğü, “ ح ن فHa-ne-fe” fiilinin ism-i fail kalıbıdır. “Hanefe” sözcüğü “ayak dönmesi, iki ayağın başparmakları karşı karşıya gelecek şekilde dönmesi” anlamındadır.

Sözcüğün, ayak tabanının üste gelmesi anlamında olduğunu söyleyenler de vardır.

Sözcük daha sonraları “hayırdan şerre, şerden hayra dönme” anlamında kullanılır olmuştur. Zaman içerisinde İbrahim peygamberin önemli bir niteliği olmuş, “şirkten tevhide yönelme” anlamında genelleşmiştir.

Kur’an indiği dönemde Mekke’de İbrahim dinine mensup olanlara, dışarıdan Mekke’ye gelip hacc eden ve sünnet olanlara “hanif” denilirdi. Daha sonra bu sözcük “Müslim [Müslüman]” anlamında kullanılır oldu. (Lisanü’l-Arab c: 2, s: 629, 630 “hnf” mad.)

Biz, sözcüğün anlamı ile ilgili olan yukarıdaki açıklamaları dikkate alarak sözcüğün “önceleri müşrik iken sonra müşrikliği bırakıp tevhide yönelen” şeklinde değil, “şirk koşmaksızın tevhide yönelen” şeklinde anlaşılması lâzım geldiği kanaatindeyiz. Nitekim aşağıdaki ayetten de bu anlaşılmaktadır:

… Allah’a yönelmişler olarak, O’na şirk koşanlar olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Bilin ki, Allah’a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir. (Hacc/30, 31)


Kısaca “Şirk koşmaksızın tevhide yönelme “ demek olan “hanif” bölücülük olarak algılanmaz ve bölücülük yaptığı manasına da gelmez.

Cemaatler topluluklar anlamındadır. Önemli olan “oluşan bu cemaatların/toplulukların neyin çevresinde birleştikleridir. Cemaatlar neyin çevresinde birleştilerse onun ismiyle anılırlar. Türkiyede bulunan cemaatlerin/toplulukların adları da herkesçe bilinmektedir.

Tevbe suresinin 100. Ayetine bakalım.

Tevbe Suresi;100: Vessabikunel evvelune minel muhaciriyne vel’ensari velleziynettebeuhüm bi ihsanin radıyAllahu anhüm ve radu anHu, ve eadde lehüm cennatin tecriy tahtehel’enharu halidiyne fiyha ebeda zâlikel fevzül azîym

Muhâcir ve Ensâr'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve O [Allah], onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur.

Müşrik ve münâfıkların durumlarına ait bilgilerden sonra gelen bu ayette onların karşıtı olan mü’minler [[I]Allah yolunda malını-canını feda etmiş örnek öncüler ve iyileştirme-güzelleştirme faaliyeti kapsamında onları izleyenler] konu edilmiş ve övülmüşlerdir.

Burada övülenlerin, sadece ilk Muhâcirler ve onları izleyenler [Muhâcirler ve Hudeybiye günü'nde Rıdvan Biati'nde bulunan Ensâr] olarak kabul edilmesi yanlış olur. Zira bu övgü, İslâmî faaliyeti sürdüren, İslâm'ın yayılmasına zemin hazırlayan fedakâr ve vefakâr kimselerin hepsidir.

Bu tür insanlardan oluşan cemaatler/topluluklar da kendilerini falan ya da filan cemaatten/topluluktan diye nitelendirmezler. Çünkü bilirler ki Allah, kendisine inanıp güvenenler için

En’am159: İnnelleziyne ferreku diynehüm ve kânu şiyean leste minhüm fiy şey'in, innema emruhüm ilAllahi sümme yünebbiuhüm bi ma kânu yef'alun;

Dinlerini parça parça edip, fırka fırka olanlar varya, (Rasûlüm) senin onlarla hiç bir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O), onlara yapmakta oldukları fiillerini haber verecektir.

Duyurmuştur.






Ariflerin Menkabelerini yazan tüm kitaplara bakın o kitaplarda bol bol örneğini görürsünüz . Kaynağı verdim ama sanırım dikkatinizden kaçtı.

Yine de örnek vereyim.


“ İşte kendilerine hizmet, nafile ibadetlerden efdal tutulan evliyaullah, yukarıdan beri birer vesile ile zikredilen Yüce Allah dostlarıdır. Onların en yüce mevkiinde bulunanlardan birisi de Gavsul azam (kendisinden yardım istenen en büyük kişi) Abdulkadir Geylani hazretleridir.Onun yüce kerameti nasıl nübüvvet mucizatının bir cüzü sayılmasın ki, Risale-i Gavsiye’lerinde görüldüğü vechiyle Kelimullah’a vaki ilahi sohbet kendilerine de nasip olmuştur. ‘Len teraniden terani’ sırrı bu yüce velide zahir olmuştur.(Yani Hz. Musa Allah’ı göremedi ama bu yüce veli görmüştür). Yukarıda bir vesile ile ehlullahın beşeri sıfatlardan tecerrüdle melekiyet sıfatını iktisap ettiklerini arzetmiştik. El Bazul Eşheb olan Gavsı azamın yüce kanatları cihanı muhit olduğu gibi, kendisine iltica eden bendeganını (kullarını) daima bir siyanet meleği gibi o yüce kanatların altında hıfz buyurmuşlardır. Burada Cebrail denilen ulu meleğe Gavsu-l azam da meleklik sırrı itibariyle yoldaştır denirse hakikatin ta kendisi ifade edilmiş olur.’’ (El Bazul Eşheb, Melih Yuluğ)


‘’Hz. Mevlana için Molla Cami’nin ‘’Peygamber değildir ama kitap sahibidir’’ arifane kelamı, elbet Sultanul Evliya Abdulkadir Geylani hazretleri için de evleviyetle variddir. Gavsul Azam hazretlerinin kutsal kitabı ise Risale-i Gavsiyye’dir.’Kelimullahlık’’ payesine erişti’ denilmesinde hiçbir mahzur görmemekteyiz. Şu manada ki, elbette kendileri nebi değildir. Ama ‘Kelimullah’ Hak Teala ile mukaleme mazhariyetine ermişlerdir.’’ (El Bazul Eşheb, Bekir Uluçınar)


‘’Hızır ve İlyas’ın görüşmeleri ve hallerinden bir nebze bilgi verilmesine dair Molla Bedi’a yazılmış mektuptur. Allah’a hamd ve seçtiği kullarına selam olsun. Hızır a.s. hakkında arkadaşların sorusu üzerinden epey zaman geçti…Bugün sabah toplantısında Hızır ve İlyas’ın ruhaniler suretinde hazır olduğunu gördüm. Hızır ruhani bir kelam ile şöyle dedi: ‘Biz ruhlar alemindeniz. Allah ruhlarımıza tam bir kudret vermiştir ki, bu kudretle vücutlar suretinde teşekkül ve temessül eder, vücutlardan sadır olan cismani duruş ve hareketler, bedeni itaat ve ibadetler ondan sadır olur. O anda kendisine: ‘Siz Şafii mezhebine göre namaz kılıyorsunuz’ dedim. Şöyle dedi: ‘Biz şeriatlerle mükellef değiliz ama ev Kutbu’nun (sahibi) görevlerinin yerine gelmesi bize bağlı olup, kendisi de Şafii mezhebinde olduğundan biz de arkasında İmam Şafii’nin mezhebine göre namaz kılıyoruz….Yine anlaşılmıştır ki, velayetin kemalatı Şafii fıkhına muvafık, nübüvvetin kemalatı da Hanefi fıkhına muvafıktır. (Yani veliler şafii, peygamberler de hanefidir)…Hz. İsa indikten sonra Ebu Hanife’nin mezhebine göre amel edecektir). O anda ikisinden medet istemek ve dualarını almayı talep etmek aklımıza geldi…Sanki aradan sıyrılıp gittiler. İlyas a.s. o zaman hiç konuşmadı.’’ (Mektubat, B. Said Nursi)

‘’…Veliler arasında az daha peygamber yardımına muhtaç olmadan nuru parlayan kimseler vardır (Gazali) ‘’ (İşari Tefsir Okulu, Süleyman Ateş)






Kaynak verdim ama vermeye devam edeyim.

’Aslında yüce veliler, Hak Teala’nın tam ve kamil mahzarlarıdır. Ol ayinede görünen Hakk’ tır. Esasen nasıl Tur vadisinde bir ağaçtan yüce Mevla, Kelimullah’a ‘inni enellah’ demişse, El Bazul Eşheb (Abdulkadir Geylani) mahzarında da görünen O’dur. Yani Hu’dur.’’ (El Bazul Eşheb, Bekir Uluçınar)


‘’Eski şarihlere göre buradaki ney, insanı kamildir. O, birlik kamışlığından kesilmiştir. Kendi varlığından geçmiş, gerçek varlıkta varolmuştur. Ondan çıkan her ses tanrı iradesini bildirir. Onun ihtiyarı tanrı ihtiyarıdır. Fakat görünüşte sıfatlarla, fiillerle kayıtlıdır. Bu bakımdan ıtlak alemini özler. Daha doğrusu da, onun bu özleyişi bir cilvedir, kendi kendisine bir nazdır… Mevlana, ‘Dinle bu ney nasıl şikayet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor’ derken, hem kamışlıktan kesilen ney’i hemde mutlak varlıktan mukayyed varlığa düşen kendisini kastetmektedir…’’ (Mesnevi ve Şerhi, Abdulbaki Gölpınarlı)


‘’Tanrısal varlığına kavuşmak isteyen muvahhid, beşeri varlığını kaybetmek, unutmak zorundadır. İşte bu kaybediş şekline ‘fena’ denir; bu da üç mertebeye ayrılır: (1)Amellerini yaparak, cehd ve gayret sarfederek, nefsine aykırı giderek onu istediği amellere koşarak, nefsani sıfatlardan, huylardan ve tabii özelliklerden fani olmaktır. (2) Hakkın senden istediği şeye uymak ve seninle O’nun arasında hiçbir vasıta kalmamak, her şeyden vazgeçip sırf ona yönelmek, ibadet ve tatlardaki zevk alma düşüncelerinden fani olmaktır. (3) Vecdin son mertebesinde Hak şahidi galebe edince artık Allah’ı müşahedeye ermenin farkına varmaktan da fani olmaktır. İşte o zaman sen fani bakisin…(Cüneyd Bağdadi)’’ (İşari Tefsir Okulu, Süleyman Ateş)


‘’Bu sürekli yolculuk, tasavvuf düşüncesindeki ‘Asli vatan’ kavramıyla da ilişki arzeder. Asli vatan insanın ruhlar alemindeki yeridir. Mevlana bunu Mesnevi’sinde ‘Kamışlık’, İkbal ise Cavidname’sinde ‘Can yoldaşın yanı’ olarak nitelendirmiştir. Bu asli vatan –ki insanın ayrıldığı bütün olan Allah’tan başkası değildir- tanımlanamaz, ele geçmez, yakalanmaz bir hedef ve sevgili olduğundan, ona varma zevki, onun yolunda olma zevkinden başka türlü düşünülemez. Onu istemek ve yine istemek…Kuşadalı bunu şu güzel sözü ile ifadeye koymuştur: ‘Vatanı aslimiz bezmi elest (Allah’tan ayrıldığımız an ve alem) dir. Her yerde misafir gibiyiz.’’ (Din ve Fıtrat, Yaşar N. Öztürk)


‘’Tecelli dolayısıyla evrendeki her şeyde tanrı sıfatlarının belirdiğini (yani ilahi sıfatların canlı ve cansızlar şeklinde tezahür ettiğini) görmüştük. …Tanrının bütün sıfatları evrende dağınık ama insanda toplu olarak vardır. Aynaya baktığında nasıl kendini görürse, Allah da bütün vasıflarını toplu olarak insanda görmüştür. İnsan biri ölümlü, öteki ölümsüz olan iki unsurdan teşekkül eder. ..Ölümsüz unsur ise, insana asıl şerefini ve değerini bağışlayan ilahi tarafımızdır. Ruh denen bu unsur tanrının bütün sıfatlarına mahzardır…Allah’tan kopmuş olan uyanık ve hasretli ruhu Mevlana Celaleddin Mesnevi’sinde neyi ile anlatmaktadır. İnsan ruhu kamışlıktan koparılmış olduğu için durmadan inleyen, herkesi dertlendiren bir şeydir…’’ (Türk Edebiyatı, Ahmet Kabaklı)


‘’Şimdi sufiler şekil ve kıyafet bakımından eski sufilere benziyor ama ruh ve muhteva bakımından başkalaşmışlardır. ..Şeriata hürmet hissi kalplerden zail olmuştur.Dine karşı kayıtsızlığı, menfaat temin etmenin en güvenilir vasıtası olarak kabul eden zamanın sofuları, haram ile helal arasında fark görmez olmuşlardır. Dine ve din büyüklerine karşı saygısız olmayı, din haline getirmişlerdir. İbadet etmeyi hafife almışlar, namaz kılmayı ve oruç tutmayı basit bir şey saymışlar, gaflet meydanında at koşturmuşlardır. Nefsani arzulara kendilerini teslim etmişler, halktan, kadınlardan ve zalim devlet adamlarından elde ettikleri şeylerden hiç çekinmeden faydalanmışlardır. Sonra bu nevi kötü şeyler yapmaya da kanaat etmeyerek en yüksek manevi hallere ve hakikatlere ulaştıklarını söylemişler, bu gibi şeylerden bahsederek kulluk boyunduruğundan kurtulup hürriyete kavuştuklarını, Allah’a vuslat hali ve hakikati ile muttasıl olduklarını, daima hak ile kaim bulunduklarını, iradelerinin Allah’ta fena bulduğunu ve kendilerine Allah’ın böyle hareket ettirdiğini, nefsaniyetlerinin yokolup fena mertebesine ulaştıklarını, işledikleri haramlardan veya işlemedikleri farzlardan dolayı azarlanıp yerilmeyeceklerini, ehadiyetin sırlarını keşif yolu ile bildiklerini, cismani varlıklarının çarpılma ve kapılma suretiyle kendilerinden tamamen alındığını…konuştukları zaman kendilerinden değil, kendilerinin adına başkasının (Hakk’ın) konuştuğunu, tasarruflarında kendilerinin dışında bulunan bir velinin (mutevelli Hak) bulunduğunu (hal ve hareketlerinin Hak tarafından idare edildiğini) iddia etmişlerdir.’’ (Er Risaletul Kuşeyriyye,Kuşeyri; Abdulhalim Mahmud)


‘’Allah herşeydir ve neye ibadet edilirse, Allah’a ibadet edilmiş olur… Her şey Allah olduğu için kulların Allah’tan başka taptıkları bütün şeyler de aslında Allah’tır. Bu ayrımı kullar uydurmuştur.’’ (Fususul Hikem, İbn Arabi)

‘’…Hallac şöyle diyor: ‘Lahutiliğinin delici ışığının sırrı tarafından beşeriyeti açığa çıkarılan yüce olsun! Sonra yaratıkları arasında yiyen ve içen suretinde açıkça göründü. Hatta yaratıkları O’nu kapıcıların birbirlerini fark etmeleri gibi fark etti…Sana bir şey olursa bana olur, zira her durumda sen benim. Sevdiğim kişi benim ben de oyum. Biz bir bedene girmiş (hulul etmiş) iki ruhuz. Beni görürsen onu görürsün. Onu görürsen bizi görmüş olursun’’ (Hallacı Mansur ve Eseri, Yaşar N. Öztürk)


‘’Hangi şeye işaret ederseniz, gerçekte Allah’a işaret etmiş olursunuz. Çünkü Allah, işaret edilen o şeyin aynıdır (kendisi)’’ (Mişkatul Envar, Gazali)


‘’Zatı itibariyle yüce olan Hak’kın açığa çıktığı her varlığa tapmak gerekir. O, alemin zerrelerinde açığa çıkmıştır.’’ (El İnsanul Kamil Fi Marifetul Evahir, Abdulkerim El Cili)


‘’Varlığımız O’nun varlığıdır. Varlığımız açısından biz O’na muhtaç, nefsinde zuhuru için O bize muhtaçtır….Senin özelliğin ne ise O’nun özelliği de odur…O bana hamd eder, ben O’na hamd ederim. O bana ibadet eder, ben O’na ibadet ederim’ (İbn Arabi) ‘’Risaleler Mecmuası, Ali El Kari)

‘’Erkek, Allah’ı kadında müşahede ederse, buna münfailde müşahede denir…Allah’ı kadında müşahede etmesi tam ve en mükemmeldir…Onun için Rasulullah kadınları sevmiştir. Çünkü Allah, onlarda çok mükemmel müsahede edilmektedir …Kavuşmanın en büyüğü de nikahtır’’ (Fususul Hikem, İbn Arabi)






Siz, rabıta yaptığınız kişinin yüzüne bakarak ibadetinizi/kulluğunuzu yaptığınıza inanabilirsiniz. Ben böyle bir ibadetin/kulluğun insanı şirke götüreceğine inanıyorum.







Ariflerin menakibine bakın bolca örneğini görürsünüz.







Muaviye ki Allah’ın laneti üzerine olsun. İslam’ın düşmanı Ebu Süfyan ile Saygı değer Hamza’nın Ciğerini yiyen kadının oğludur. Allah Resulunun yollarına diken taşıyan ve Tebbet Suresinde sözü edilen kadın halasıdır.Ömrünü Allah Resulunun ve Ehlibeytinin düşmanlığıyla geçirmiştir. İslamın yüzkarasıdır. Yaptıklarını örtmek için beslemelerine “hadis” ürettirmiştir. Siz de bu hadisleri örnek veriyorsunuz. Mekke’nin alınışı ile Allah Resulunun ölümü arasında iki yıl fark vardır.Mekke’nin alınmasıyla birlikte müslümanlığı kabul edenlerdendir. Müellefetul kulub/kalpleri İslama ısındırılanlardan olarakİkinci Halife Ömer’in zamanına kadar zekat mallarından pay verilenlerdendir.

Bakın bakalım Muaviye kimmiş?

Ahmed bHanbel ve Ebu ya’la kendi müsned’lerinde, Ebu berze’den şöyle rivayet ederler
“Peygamberle birlikte idik,şarkı sesi duyduk Bakın nedir bu? Diye buyurdu Ben biraz ilerleyince, muaviye ve amr b As’ı şarkı söylerken gördüm Dönüp peygambere haber verdim O da şöyle buyurdu Allah’ım,bu ikisini fitneye duçar et! İlahi, bu ikisini ateşe at”

muaviye sarayda yaşama,saray protokolu uygulamanın yanı sıra Roma’lıları taklit ederek ipek ve pahalı kürk giyerdi Kaynak ; Yakubi tarihi c568


muaviyenin karısının biri hırıstiyandı Dostları ve danışmanları arasında çok sayıda hırıstiyan vardı. Kaynak ; İslam medeniyetleri tarihi corci zeydan c1 s83

Ehli sünnet uleması nezdin’de muaviye melun ve zındıktırKaynak ; Yakubi tarihi c2 s142

Hz Ali defalarca muaviyeyi lanetlemiştir. Kaynak ; Taberi tarihi 1bas c11 s357

Peygambere efendimiz muaviyeyi defalarca lanetlediKaynak ; El muhtasar Fi ahbar c1 s184

muaviye içki içerdi. Kaynak ; İbn-i ebil hadid c3 mısır baskısı s228,İhkakul Hak ve İzhakul batıl c1 s49


muaviye faiz yerdi Kaynak ; muaviye bin ebu sufyanAAhmud El ikaade mısır baskısı s132


muaviyeye göre miraç olayı rüyadan ibaretti diyorKaynak ; El-Gadir c10 s184, Sahihi müslim’den naklen c5 s43,Beyhaki süneni c5 s477


muaviye;
“And olsun Allah’a , dünyada tatmadığım lezzet kalmadı” demekten sakınmayan bir hayasızdır.Kaynak; el-Mehasin-u ve’l-Mesavi , Beyhaki c1 s109 ve 210

Hz Resulullah (saa)'in; 'Eğer Muaviye'yi benim minberime çıktığını görürseniz, karnını yırtın yada onu öldürün” Kaynak ;Tehzib-üt Tehzib Ibin-i Hacer'in c 7 s 324, Tarih-üt Taberi c 10 s 85, Tarih-ül Hatib c 12 s 181, Künuz-ül Hakaik s 10 Menavi'nin, Serh-i Nehc-ül Belaga Ibn-i Ebu-l Hadid'in c 1 s 348, Tarih-ül Kebir Belazuri'nin

Resulullah (saa) şöyle buyurdu: Her seyin bir afeti olur Bu dinin afeti de Ben-i Ümeyye’dir.Kaynak ; (el-Müttaki el-Hindi' nin 'Kenz' ul Ummal' c6, s91 / Tathir’il Cinan s143 "Sevaik' ul Muhrika’nin hamisinde" / Nehc'ül Hak ve Kesf'üs Sidk s312)

İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor:" Ben çocuklarla birlikte oynuyordum Derken "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm geldi Ben hemen bir kapının arkasına saklandım (Beni orada bulup) enseme dokundu "Muaviye'ye git! Onu bana çağır!" dedi (Ben derhal gittim ve) geldim: "O YEMEK YİYOR!" dedim "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, tekrar: "Git Muaviye'yi bana çağır!" Emrettiler (Ben (yine gidip) döndüm ve: "O YEMEK YİYOR!" dedim Resûlullah tekrar: "Git! Muâviye'yi bana çağır!" emrettiler Ben yine gidip geldim ve: "O YEMEK YİYOR!" dedim Bunun üzerine: "ALLAH ONUN KARNINI DOYURMASIN!" buyurdular" Kaynak; Müslim, Birr 96, (2604)

Ebu Zer el-Gaffari Muaviye’ye dedi ki: Resulullah (saa)’a uğradım (Senin hakkında) buyurdu ki: “Allahım ona lanet et ve onu ancak toprak ile doyur” (el-Emini “el-Gadir” c10, s142)

Ebi Said ve Abdullah bin Mesud’tan naklen, Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “İzâ reeytüm Muaviye alâ memberi faktülüh” Meali: “Eğer Muaviye’yi mimberim üzerinde görürseniz onu öldürünüz” (Tarih’üt Tabari c10, s58 /
İbn-i Mezahim’in “Vak’it Siffiyn” kitabı s216, 221 –Matabaatül Medeni-2Baskı Mısır /ez-Zehebi’nin “Mizan’ül İtidal” kitabı c1, s572; c2, s380, 613 / en-Nesaih’ül Kafiyeh limen Yetevelle Muaviye s45 /
Hüvarezmi’nin “Maktelil Hüseyin” kitabı c1, s185 /
İbn-i Ebil Hadit’in “Şerhu Nehc’ül Belağa” kitabı c15, s176 Mısır bas Muhammed Ebul Fadl tahkiki /
Takviyyet’ül İman Bired
Tezkiyyet İbn-i Ebi Süfyan s90 /
Hatip el-Bağdadi’nin “Tarih-i Bağdat” eseri c12, s181 /
İbn-i Hacer’in “Tehzib’üt Tehzib” kitabı c2, s428; c5, s110; el-Münavi’nin “Künuz’ül Hakaik” kitabı c1, s16 –Cami’us Sağir hamişinde bas/
Tarih-i Ebil Fida c2, s61 /
el-Mukrim’in “Maktelil Hüseyn” kitabı s7, 4Baskı /
el-Emini’nin “el-Gadir” adlı kitabı c10, s145 /
el-Hilli “Nehc'ül Hak ve Keşf'üs Sıdk” s309)

İbn-i Mesud’tan naklen Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “İza reeytüm Muaviye bin Ebi Süfyan yahtib alâ menberi fedribu anküh Meali: Eğer Muaviye bin Ebi Süfyan’ı mimberim üzerinde hutbe okuduğunu görürseniz boynunu kesin” İmam Hasan dedi ki: Allah’a ant olsun ki, bu işi yapmadılar, felaha da ermediler”Şerhu Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit C4, S32

İmam Hasan yine şöyle buyurdu: Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “Eğer Muaviye’yi mimberim üzerinde görürseniz, öldürünüz” Ancak onun emrini terk ettiler, felaha ermediler, kurtuluşa da ermediler(es-Suyuti “el-Âlil Masnûa” C1, S424-425; el-Emini “el-Gadir” C10, S143)

Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “İnne Muaviye, fi tabutin min nar fi esfele derek minha, yünadi: ya hannan, ya mennan el-ân ve kad asaytü kablü ve künte minel müfsidin “Muaviye ateşin en alt tabakasında bir tabutun içerisindedir ve şöyle nida ediyor: Ey Hannan, ey Mennân, ben önceleri asi oldum ve fesat edenlerle beraberdim” (Tarih’üt Tabari C11, S357; Kitabu Saffayn S243)

Ehli Sünnet uleması nezdinde Muaviye melun ve zındıktır (Tarih’ül Yakubi C2, S142 ve Emini “el-Gadir” C1, S16)

Muaviye Hz Peygamber efendimiz tarafından lanetlenmiştir (Emini “el-Gadir” C1, S216; El Muhtasar Fi Ahbar C1, S184; Ali ve Benvah S229 Mısır Bas)

Muaviye Hz Ali tarafından da defalarca lanetlenmiştir (Tarih’üt Tabari C11, S357; Emini “el-Gadir” C10, S139; Sıffin S244 Mısır Bas)

Muaviye içki içerdi Şerh-u Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit C3, S228 Mısır Bas; et-Tüsteri “İhkak’ul Hak ve İzhâk’ul Bâtıl” C1, S49; Emini “el-Gadir” C10, S157)


Hatta son arzusu, ölmeden önce “Sıcak bir günde serin şarap içip çocuklarını seyretmek” idi (Müsned-i Ahmet bin Hanbel C5, S347; İbn-i Asakir “Tarih-i Medinet-i Dimaşk” C7, S311; Emini “el-Gadir” C10, S189)


Muaviye’nin katl ve cinayet defteri bir hayli kabarıktır Hz Resulullah (saa)’ın sevgili sahabisi Hicr bin Adiyy ile altı yiğit arkadaşı, Muaviye’nin resmi emriyle Merc-i Uzra’da şehit edildi (Sahih-i Müslim C1, S258-259; Sahih-i Buhari C1, S131)

Muaviye Malik’ül Eşter’i Mısır yolunda zehirli balla zehirletip öldürttü, sonra da mimbere çıkıp şöyle dedi: “Ali’nin iki arkadaşı vardı, birinin işini Sıffin’de (Ammar bin Yasir’i) bitirdim, diğerininkini (Malik’ül Eşter’i) bugün” (Tarih’üt Tabari C4, S187; İbn-i Esir C3, S233)

Muaviye planlarını uygulayabilmek için Abdurrahman bin Halid bin Velid’i de zehirletti (Corci Zeydan “Medeniyet Tarihi” C4, S83)

Muaviye Hz Ali tarafından Mısır’a vali tayin edilen Muhammed bin Ebi Bekir’i öldürtüp cenazesini bir eşeğin cesedine karnını yarıp koyarak yaktırdı”Tarih’üt Tabari C4, S171; Corci Zeydan “Medeniyet Tarihi” C4, S83)

Muaviye oğlu Yezid’e biat almak istediğinde önce Hasan bin Ali’yi ile Sad bin Ebi Vakkas’ı zehirletip öldürttü (Ebu Ferec “Mekatil’üt Talibin”

Makrizi “İmam Hasan’ı emeviler zehirletti” der (Tarih’üt Tabari C4, S124; İbn-i Kuteybe “el-İmametü Ves-Siyasetü” S164, 1Bas; Şerh-u Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit C4, S16; İbn-i Esir C3, S203; Emini “el-Gadir ”C11, S7; Seyyid Kutup “İslam’da Sosyal Adalet” S199)

Muaviye, Eş’as’ın kızı ve İmam Hasan’ın eşi olan Cu’de’yi kışkırtarak imamı zehirletti ve bu zehirle İmam şehit oldu Muaviye İmam Hasan’ın şehadet haberini duyduğunda neşelenmiş ve secdeye kapanmıştır (en-Niza vet-Tehâsüm S6 Necef Bas)

İbni Teymiyye diyor ki: Muaviye İmam Hasan’ın zehirlemek için emir verdi (Minhac’üs Sünnet C2, S225 Kitâl Ba’duhum Ba’da Babı)

Resulullah (saa); Ebu Süfyan’ın merkebe bindiğini, Muaviye’nin onu çektiğini, Yezid’in de onu arkadan sürdüğünü görünce şöyle buyurdular: “Allah; merkeptekine, onu önden çekene ve onu arkadan sürene lanet etsin” (Muhammed bin Cerir-i Taberi’nin Tarihi c 5, s 357; Tarih’ül Yakubi c2, s277 Beyrut Bas; el-Emini “el-Gadir” c10, s139)



Aşağıda vereceğim meallerde demişsiniz ama örneğini vermemişsiniz.







Burada örneğini verdiğiniz kişilerin kimisi kelimeyi aynen ayette belirtildiği gibi Arapça olarak bırakmış kimisi de “ Birinin iyiliğini isteyen, onu içten seven, iyi görüşülen kimse, en yakın arkadaş, gönüldaş demek olup Farsçadan geçen dost kelimesini yazmış. Biz de Türkçesini yazdık.

Burada (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2116&page=2) açıklamasını yaptık.





Arabiyyen olan kur’an’ı Arapça lügatlardan-Lisanül Arap- yola çıkarak yapılan çalışmayı meallerden yola çıkarak olmazlığı hakkında yargıda bulunuyorsunuz.

Türkiye’de 100 ün üzerinde meal var. Metne sadık kalıp ayetteki kelimeyi Arapça olarak bırakmayan meallerde “veli” kelimesinin Türkçesini görebilirsiniz. Bir tanesini örnek vereyim. Hakkı Yılmaz’ın İşte Kur’an’ı.








المقرّبون mukarrebun yakın olan değil “yaklaştırılmışlar” olan demektir.
Ali İmran;45: “Hani bir zaman melekler, “Ey Meryem! Allah seni, Kendisinden bir kelimeyle müjdeliyor. Onun adı, Meryem oğlu Îsâ Mesih'tir. Dünya ve âhirette saygındır. Ve o yaklaştırılanlardandır”
Bu ayette belirtilen“yaklaştırılmışlar”ın kimler olduğu vakıa suresinde 10-26 belirtilmiştir.
Öne geçenler de, öne geçenlerdir.
İşte onlar [öne geçenler], yaklaştırılanlardır.
İşte onlar [öne geçenler], Naim cennetlerindedirler.
Bir topluluk [çoğu] evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir.
(Onlar), yaptıklarına karşılık olarak; mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. Üzerlerinde [çevrelerinde], kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler -ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir- beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; süreklileştirilmiş [hep aynı bırakılmış] çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. Orada lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokan işitmezler. Sadece söz olarak: “selâm!”, “selâm!” (Vakıa/10- 26)



Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Allah razı olsun değerli Dost1,

Bu güzel paylaşımlar bana ''De ki:Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur."ayetini hatırlattı.Rabbimiz tüm insanları gerçeğin üzerini örten,örtenlere yardım eden kafirlerden korusun inşallah.

Selametle...

ebu Maruf
7. January 2011, 10:58 AM
Selam sevgili kardeşim.
ALLAHIn Selamı Rahmeti ve Bereketi senin üzerine olsun Değerli Kardeşim
Bu "aracı" ve "vesile" meselesi aslında çok basit bir mesele. Fakat bu basit meseleyi size anlatmayı beceremiyoruz o da bizim anlatım eksikliğimiz olsa gerek. Verdiğiniz benzetmelerin konu ile alakasız olmasından dolayı pek vakıf olmadığınızı düşünüyorum.

Ben vesile ve aracı meselesini anlatmayı son bir kez denemek istedim.

Öncelikle Allah'a yaklaşma meselesi otobüse binip İstanbuldan Kars'a gitme meselesine benzemez. Benzetme yapılacak bir durum da yok doğrudan Kuran'a bakalım.
Dostum benim için aracı kelimesinin anlamını şu linkte izah etmeye çalıştım.
Ordaki sözlerimin sizinle hiç bir alakası yoktur.Bu mesajınızı okumadan önce başka bir kardeşe nisbet yazmıştım
http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2123
Kuran'da Allah kendisine ulaşmanın yolunu TAKVA olarak gösteriyor.
Dostum takva halis niyet yani salıih ameldir.Yani amelleri ALLAH için yapmaktır.Burda yapılan iş değil hangi niyetle yapıldığı önemlidir.Ameller önemli olsaydı.ALLAH c.c Beni israile emrettiği şeylerin birebir aynısını nasaralara onlara emrettiğinin aynısınıda müslümanlara emrederdi.
YAni ALLAH indinde ne benim kıldığım namazın nede senin tuttuğun orucun fiiliyet olarak bir önemi yoktur.Namazı ALLAH için Ayakta kılmak yerine oturarak kılsan .Öbürü bütün her şeyiyle bedenen namazın bütün fiillerini yerine getirse amacı ALLAH değilde çıkar olsa.Yarım olarak yapılan salih amel makbul olur.Yani Sen aracıyı sadece aracı olarak görsen sorun yoktur.Halbuki aracıdan bir güç beklersen o zaman sorun vardır.İşte takva budur.Salih niyet salih amel.
Salih ameller ve salih niyetler içine mümin kardeşini ALLAHın dostlarını sevmekde girer.
Rûm 21
Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.
Yani
Allaha yakın olan kişi = Takvalı kişi.

Bu Kuran'da bu şekilde benim gördüğüm kadarıyla.

Peki nasıl takva sahibi oluruz? EŞİTTİR nasıl Allaha yakın oluruz?

Allah Takva sahibi olmamız için gereken AMELLERİ Kuran'da sıralamış.

A ameli, B ameli, C ameli D ameli gibi bir sürü amel var ama bunların arasında "TAKVALI BİRİNE YAKIN OLMAK VEYA ONU ARACI KILMAK, RABITA Vb." gibi bir amel yok. Herkesin takvası kendine.

Özeti şu şekilde. Allaha yakın olmak istiyorsanız Kuran'da yazmakta olan takva amellerini yapmalısınız. Örneğin bir fakire yardım edersiniz, bu AMEL Allaha yaklaşmanıza bir vesile olur. Aracı olabilecek tek şey hep Kuran'da yazan TAKVA AMELLERİ'dir. Amel=Hayra ve barışa yönelik işlerdir. Boş işler değil.

Tabi bunlar benim anladığım. En doğrusunu Allah bilir.

Sevgili ebu Maruf kardeşim.
Sen peygamberimizin sünnetine bağlı birisine benziyorsun. Peygamberimizin tebliğini biraz araştırmanı öneriyorum. Peygamberimiz çevresindeki insanları "KENDİSİNİ RABITA ETMELERİNE" mi yönlendirmiş yoksa doğrudan Allah'a mı?
Dostum bununla ilgili hadis rivayetleri var.Tabiki isteyene verebilirim.Lakin burdaki çoğu kişi hadis rivayetlerini Kuranla çelişiyor diye kabul etmiyor.
Halbuki onların düşüncesine göre çelişiyor.Bende bakıyorum ayetlere insanın düşünülmesi yada sevilmesi yada hayal edilmesinin men edildiği yada şirk olarak kabulş edildiği bir ayet göremiyorum.Bu sebebden dolayı hadis kısmına hiç girmiyorum.
Boşuna hariçten kaynak aramayın.
Peygamberin o zamanki insanları neye yönlendirdiğini görebilmeniz için size en sağlam kaynağı söyleyeyim:
Kuran'ı açın ve "DE Kİ" ile başlayan tüm cümleleri tek tek okuyun. Zira onlar peygamberimizin Allahın emri ile insanlara ilettikleridir. Bu ayetlerde hiç sizin dediğiniz gibi yönlendirmeler yoktur, tüm yönlendirmeler Allah'adır.

O ayetlerden birisi:

Eğer kullarım sana Benim hakkımda sorular sorarsa -(bilsinler ki) Ben çok yakınım; dua edenin yakarışlarına her zaman karşılık veririm; öyleyse onlar da Bana karşılık versinler ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler.(Bakara 186)

Allah hepimizi doğru yoluna iletsin.

selametle

Anonymous
7. January 2011, 01:15 PM
Yani Sen aracıyı sadece aracı olarak görsen sorun yoktur.Halbuki aracıdan bir güç beklersen o zaman sorun vardır.İşte takva budur.Salih niyet salih amel.
Salih ameller ve salih niyetler içine mümin kardeşini ALLAHın dostlarını sevmekde girer.
Rûm 21
Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.


Sevgili kardeşim aracılık meselesinde
http://www.hanifler.com/showthread.php?p=7982#post7982
adresinde son sözümü söyledim. Anlatmak istediklerimi oradakinden daha açık anlatamam. İnşallah yanlış bir şey yazmamışımdır veya daha karmaşıklaştırmamışımdır.


Sevgi konusuna gelince:
Müslüman "Orta yol"u tutan insana denir. Müslüman her şeyin aşırısından uzak durur. Buna ibadet de dahildir sevgi de nefret de.
"Şeyh sevgisinin" ne kadar aşırı bir sevgi olduğunu ve insanları nerelere götürdüğünü buradaki bir çok insan biliyordur. O yüzden aşırı olmayan sevginin normalliğinden bahsetmemize gerek yok. Normalini bizler birbirimize karşı da duyuyoruz.

Selamlar.

Miralay
7. January 2011, 02:18 PM
Selam kardeşlerim.

Öncelikle,Dost1,Anonymous,hiiiç,snobyx ve diğer kardeşlerimin yazdıkları yorumların altına seve seve imzamı atarım. Daha doğrusu hakk'ıidoğruyu söyleyen herkesin yanındayım.

ebu Maruf kardeşimizin tasavvufla ilgili olarak yazdıklarından anladığım;konuyu ıstılah olarak iyi niyetle savunmaya çalışan değerli bir kardeşimizdir.
Fakat şunu iyi bilmesini ve anlamasını isterim ki;şahsımda dahil,buradaki pekçok kardeşimiz yıllarını tarikat ve cemaatlarda geçirmiş kişileriz. Konunun kitabî (teorik) ve ameli (uygulamalı) yönlerini çok iyi biliyoruz. Tasavvuf kitaplarında yazan ve bizlerinde çok iyi bildiğimiz,şirke kapı aralayan örnekleri Dost1 kardeşimiz bol bol delillerle gözler önüne sermiştir. Daha bunun üzerine yazacak birşey bulamıyorum.

Uygulama olarak ta,benim ve diğer kardeşlerimizin yaşadıkları olaylar;gidilen yolun hiç te masum olmadığını gösteriyor.

"Bana bir tane kötü örnek gösterin;hangi şeyh kendisine tapınılmasına izin veriyor?" diyen kardeşlerime ancak şunu diyebilirim;

Tarikatlarda mürşide kesin itaat esastır. Hiç bir sofi (ya da mürid) şeyhinden izinsiz hareket edemez. Şeyhinin izin verdiği bir eşle izdivac kurar (sırf şeyhi öyle emrettiği için,şeyhinin söylediği,ama ana babasının onaylamadığı bir hanımla evlenerek;ana babasıyla bağlarını koparan sofi arkadaşlar bilirim.),çocuğu olduğunda şeyhine danışarak,çocuğunun adını koyar;kendisi hanefi mezhebine tabi olduğu halde şeyhi şafi olduğu için namazını kılar (hepsi değil ama çok yapanları gördüm);...vs.

Yani yaptığı,yapacağı her hareketi mutlaka şeyhine danışırlar. Bu minvalde; sizin de tasvip etmediğiniz bir takım sapkınlıklardan bu şeyhin haberi yokmudur da engel olmuyor acaba? Hiçbir sofi (yada mürid) şeyhinin onayını almadan hiçbir hareketi yapmayacağına göre...

Yani gerek Dost1'in bahsettiği kaynaklar,gerekse bizlerin de şahit olduğu uygulamalar, hiç te sizin dediğiniz gibi cereyan etmiyor;ve hiç te masumane değil.

Daha dün bir arkadaş bir konudan bahsetti. Durumun ne kadar vahim sonuçlara varacağını az çok tahmin ettim.

Binlerce müridi olan,ve binlerce kişinin Gavs,müctehid olarak bildiği bir zat-ı muhteremin müridleri; ellerinde kumbaralarla çarşı çarşı,il il,diyar diyar gezerek, her esnafın dükkanına bu kumbaralardan bırakıyorlarmış. Bu kumbaraların üzerinde,"Sadaka ömrü uzatır" yazılıymış. Ben şahsen görmedim. Zira işten güçten,hastalıktan daha çarşı pazara gidip te şahit olamadım. Bana diyen bir esnaf arkadaş. Onun da dükkanına bu kumbaradan bırakmışlar. Her hafta sonu gelip kumbarayı boşaltıp,gidiyorlarmış.
Çok ta merak ettim doğrusu bu kumbaraları. Acaba Fethullah hoca'nın cemaatinin dağıttığı kumbaralara benziyor mu?
Neyse inşaAllah bu hafta sonu fırsat bulabilirsem bir keşif gezisinde bulunacağım.

Konuyu da fazla uzattım,hakkınızı helal ediniz kardeşlerim. Cuma cuma çenem düştü herhalde. Bunlar da cuma namazı kılarken aklıma geldi. Camiden çıkar çıkmaz hemen klavyeye döktüm.

Saygılarımla

ebu Maruf
7. January 2011, 03:05 PM
Sevgili kardeşim aracılık meselesinde
http://www.hanifler.com/showthread.php?p=7982#post7982
adresinde son sözümü söyledim. Anlatmak istediklerimi oradakinden daha açık anlatamam. İnşallah yanlış bir şey yazmamışımdır veya daha karmaşıklaştırmamışımdır.


Sevgi konusuna gelince:
Müslüman "Orta yol"u tutan insana denir. Müslüman her şeyin aşırısından uzak durur. Buna ibadet de dahildir sevgi de nefret de.
"Şeyh sevgisinin" ne kadar aşırı bir sevgi olduğunu ve insanları nerelere götürdüğünü buradaki bir çok insan biliyordur. O yüzden aşırı olmayan sevginin normalliğinden bahsetmemize gerek yok. Normalini bizler birbirimize karşı da duyuyoruz.
Sevgide aşırı gitmemek gereklidir.Aynen Nasaraların İsa a.s a olan sevgilerdinde o kadar aşırı gidip artık İsa. a.s Efendimizi kulluktan çıkarıp ilahlığa çıkardıkları misali.
Bu bahsettiğiniz çok önemli bir meseledir.Harfiyen katılıyorum.Ben sadece sevginin aşırılığı meselesine sınırı şu şekilde koyulması taraftarıyım.Zira bunun bir tartısı yoktur.Mahlukata duyulan sevginin mantığı aklı geçmemesi gerektiği taraftarıyım.Bu şeyhde olsa hatta peygamberde olsa.Mantığı geçince artık yahudilerin üzeyr a.s Efendimize yada nasaraların İsa a.s Efendimize olan duygularına benzr ALLAH Muhafaza.
Selamlar.
Dostum vermiş olduğun linke görüşlerimi belirttim.
Paylaştığın bilgiler için teşekkür ederim.

saygılarımla

ebu Maruf
7. January 2011, 03:39 PM
Selam kardeşlerim.

Öncelikle,Dost1,Anonymous,hiiiç,snobyx ve diğer kardeşlerimin yazdıkları yorumların altına seve seve imzamı atarım. Daha doğrusu hakk'ıidoğruyu söyleyen herkesin yanındayım.

ebu Maruf kardeşimizin tasavvufla ilgili olarak yazdıklarından anladığım;konuyu ıstılah olarak iyi niyetle savunmaya çalışan değerli bir kardeşimizdir.
Fakat şunu iyi bilmesini ve anlamasını isterim ki;şahsımda dahil,buradaki pekçok kardeşimiz yıllarını tarikat ve cemaatlarda geçirmiş kişileriz. Konunun kitabî (teorik) ve ameli (uygulamalı) yönlerini çok iyi biliyoruz. Tasavvuf kitaplarında yazan ve bizlerinde çok iyi bildiğimiz,şirke kapı aralayan örnekleri Dost1 kardeşimiz bol bol delillerle gözler önüne sermiştir. Daha bunun üzerine yazacak birşey bulamıyorum.
Dostum benim savunduğum yaşanan tasavvuf değil olması gereken tasavvuftur.Ulemanın bildirdikleri tasavvuftur.
Uygulama olarak ta,benim ve diğer kardeşlerimizin yaşadıkları olaylar;gidilen yolun hiç te masum olmadığını gösteriyor.

"Bana bir tane kötü örnek gösterin;hangi şeyh kendisine tapınılmasına izin veriyor?" diyen kardeşlerime ancak şunu diyebilirim;

Tarikatlarda mürşide kesin itaat esastır. Hiç bir sofi (ya da mürid) şeyhinden izinsiz hareket edemez. Şeyhinin izin verdiği bir eşle izdivac kurar (sırf şeyhi öyle emrettiği için,şeyhinin söylediği,ama ana babasının onaylamadığı bir hanımla evlenerek;ana babasıyla bağlarını koparan sofi arkadaşlar bilirim.),çocuğu olduğunda şeyhine danışarak,çocuğunun adını koyar;kendisi hanefi mezhebine tabi olduğu halde şeyhi şafi olduğu için namazını kılar (hepsi değil ama çok yapanları gördüm);...vs.
Öncelikle kolay kolay hiç bir hakiki şeyh sofinin evleneceği kişiyle ilgili emir vermez.Ben bunca yıllık tasavvuf hayatımda buna hiç rastlamadım.Ha sofi şeyhe danışırmış şeyh de fikrini söylermiş dervişde Şeyhin tavsiyesine uyarmış bunuda emir telakki edermiş bunuda siz tasavvufun aslı olarak kabul ediyorsanız bir şey demiyeceğim.
Bana evlenmek noktasında soranlara bende tavsiyelerde bulunuyorum.Hatta bizim topraklarımızda kültürümüzde kız istemeye gidilmeden önce etrafa sorulur.Tavsiyelere göre hareket edilir.Bunun şeyhlikle bir alakası yoktur ki.
Yani yaptığı,yapacağı her hareketi mutlaka şeyhine danışırlar. Bu minvalde; sizin de tasvip etmediğiniz bir takım sapkınlıklardan bu şeyhin haberi yokmudur da engel olmuyor acaba? Hiçbir sofi (yada mürid) şeyhinin onayını almadan hiçbir hareketi yapmayacağına göre...
Dostum tasavvufta her hareketini şeyhine danışacaksın diye bir şey yoktur.Bunlar cahil sofinin sözleridir.Ehemmiyetli meselelerde tabiki danışacaksın.O senin dinini öğrenmen için tabi olduğun hocan tabiki ona danışacaksın.Lakin bundan gayrısı için bu söz doğru değilidr.
Buda tasavvufun aslı değil günümüzdeki cahil sofi yaşantısıdır.
Yani gerek Dost1'in bahsettiği kaynaklar,gerekse bizlerin de şahit olduğu uygulamalar, hiç te sizin dediğiniz gibi cereyan etmiyor;ve hiç te masumane değil.

Daha dün bir arkadaş bir konudan bahsetti. Durumun ne kadar vahim sonuçlara varacağını az çok tahmin ettim.

Binlerce müridi olan,ve binlerce kişinin Gavs,müctehid olarak bildiği bir zat-ı muhteremin müridleri; ellerinde kumbaralarla çarşı çarşı,il il,diyar diyar gezerek, her esnafın dükkanına bu kumbaralardan bırakıyorlarmış. Bu kumbaraların üzerinde,"Sadaka ömrü uzatır" yazılıymış. Ben şahsen görmedim. Zira işten güçten,hastalıktan daha çarşı pazara gidip te şahit olamadım. Bana diyen bir esnaf arkadaş. Onun da dükkanına bu kumbaradan bırakmışlar. Her hafta sonu gelip kumbarayı boşaltıp,gidiyorlarmış.
Çok ta merak ettim doğrusu bu kumbaraları. Acaba Fethullah hoca'nın cemaatinin dağıttığı kumbaralara benziyor mu?
Neyse inşaAllah bu hafta sonu fırsat bulabilirsem bir keşif gezisinde bulunacağım.
Dostum ben o kadar senelik tasavvuf hayatım boyunca bırak kumbarayla esnaftan para toplandığını kendi içimizdeki kardeşler arasında bile para toplandığına çok az şahit oldum.Şahsımın tasarrufu olduğu noktadada dervişlerden bile istenmesine karşı çıktım.Bunu yapan cemaatler olabilir.Bizimkilerdende nadirde olsa sponsorluk v.s işleri için yeltenenler oldu.Lakin Mübarek müsaade etmedi.
Benim anladığım kadarıyla sizin tasavvuf eleştiriniz cahil sofilerin tasavvuf anlayışınadır.Bunlara bizde çok eleştiride bulunuyoruz uyarmaya çalışıyoruz.Lakin bu tasavvufun aslı değildir.
Size bu konu ile ilgili bir meseleden bahsedeyim.Sanırım hepiniz bilirsiniz Yusuf İslamı.Onun bir sözü vardır.Ben islamdan önce Müslümanları tanısaydım sanırım müslüman olmazdım.
Bu sadece ehli tasavvufun değil bütün mümin kardeşlerin içinde bulunduğu büyük bir sorun.
Benim şahsi görüşüm şudur ki şahısların hataları o ideolojiye yani çizgiye mal edilemez.
O halde zaten bu her cemaat her tarikat ve her düşünce birliği oluşturmuş insan için aynıdır.
Ben şahısların dini nasıl uyguladıklarına değil iddia ettikleri şeyleri incelerim.Zira ben niyet okuyuculukta yapamam.Kalbleride bilmem.Ben karşımdaki şahsın ağzından dökülenlere göre yada yazdıklarına göre hareket ederim.Konuyu da fazla uzattım,hakkınızı helal ediniz kardeşlerim. Cuma cuma çenem düştü herhalde. Bunlar da cuma namazı kılarken aklıma geldi. Camiden çıkar çıkmaz hemen klavyeye döktüm.

Saygılarımla


selametle

Miralay
7. January 2011, 03:54 PM
Güzel kardeşim eleştirilerini ve eleştirilereverilen cevapları iyiniyetinetine ve samimiyetine yoruyorum.
Allah senden razı olsun. Lakin hep madalyonun diğer yüzünden ve bardağın dolu tarafından bakıyorsun. Tamam bu da güzel bir haslettir. Bundan dolayı seni kutluyorum.
Keşke herşey bahsettiğin gibi olsaydı da biz de bu konuda böyle uzun uzun şeyler yazmasaydık. Tasavvufun güzelliklerinden (!) bahsetseydik te feyz alsaydık.

Ama anlattıklarım malesef bir-iki cahil sofinin söylemleri ve davranışları değil; bozuk sistemin kendisi ve temel kaideleridir. Ve de malesef şirke çanak tutan yol ve davranışlardır. Zaten olay bir-iki sofinin bozuk davranış ve inancı olsaydı,onları düzeltmek için elimden geleni yapardım ve 20 küsür yıllık tarikat ve tasavvuf hayatıma bir anda (namazda fatiha suresinin anlamını düşündükten sonra) son vermezdim.

Benim tarikatten ayrılmama sırf fatiha suresi sebep olmuştur.
O günden beri o mübarek sure kılıç gibi başımın üstünde durur ve olası hatalarıma karşı beni uyarır.

Eğer illa ki rabıta yapılacaksa, bizzat bu surenin manasına yapılsa yeridir derim. Bizzat fatiha suresi bile insanı tevhide götürecek,şirkten uzak tutacak özellik ve manaya sahiptir.
Mürşid arıyorsak Kur'anı Kerim ve özellikle Fatiha Suresi yeter sanırım.
Saygı ve selamlarımla

ebu Maruf
7. January 2011, 04:56 PM
Güzel kardeşim eleştirilerini ve eleştirilereverilen cevapları iyiniyetinetine ve samimiyetine yoruyorum.
Allah senden razı olsun. Lakin hep madalyonun diğer yüzünden ve bardağın dolu tarafından bakıyorsun. Tamam bu da güzel bir haslettir. Bundan dolayı seni kutluyorum.
Keşke herşey bahsettiğin gibi olsaydı da biz de bu konuda böyle uzun uzun şeyler yazmasaydık. Tasavvufun güzelliklerinden (!) bahsetseydik te feyz alsaydık.

Ama anlattıklarım malesef bir-iki cahil sofinin söylemleri ve davranışları değil; bozuk sistemin kendisi ve temel kaideleridir. Ve de malesef şirke çanak tutan yol ve davranışlardır. Zaten olay bir-iki sofinin bozuk davranış ve inancı olsaydı,onları düzeltmek için elimden geleni yapardım ve 20 küsür yıllık tarikat ve tasavvuf hayatıma bir anda (namazda fatiha suresinin anlamını düşündükten sonra) son vermezdim.
Güzel kardeşim bunlar genel kaidedir diyorsun.Ben her kaide olarak belirttiğin şeylerle ilgili kaynak sordum hiç birinde vermedin.Tasavvuf hayatın boyunca sana anlatılanlar belki ulemaların sözüymüş gibi nakletildiğinden aklında öyle kalmış olabilir.
Kaynak sormamın sebebi teyid amacıyladır.Yoksa yalan söylüyorsunuz manasında değildir.Bu okuyan kardeşler açısından ehemmiyetli olduğu için sormuştum.Bende sizin gibi benzer şeyler yaşadım.Yani sofi abilerin mübareklerin yada ulemaların sözleriymiş gibi aktarıldığına.Lakin okudukça öyle olmadığının farkına vardım.Olan tasavvuf yaşantısını değilde olması gerekeni yaşamaya çalışıyoruım.Tabiki siz bu konuda bu şekilde bir durumun içindeyseniz daha fazla size açıklama yapmak noktasında bir fayda olacağını sanmıyorum.Rabbim senide benide yanlış akaidden korusun.Zİra en doğrusunu bilen odur.Bütün Müslüğman kardeşlerimizi doğru yola ulaştırsın.
Benim tarikatten ayrılmama sırf fatiha suresi sebep olmuştur.
O günden beri o mübarek sure kılıç gibi başımın üstünde durur ve olası hatalarıma karşı beni uyarır.

Eğer illa ki rabıta yapılacaksa, bizzat bu surenin manasına yapılsa yeridir derim. Bizzat fatiha suresi bile insanı tevhide götürecek,şirkten uzak tutacak özellik ve manaya sahiptir.
Bunu Rabbim lütfetti her rekatta okurken zaten tefekkür size görede rabıta ediyoruz elhamdulillah.Rabbime şükürler olsun.
Mürşid arıyorsak Kur'anı Kerim ve özellikle Fatiha Suresi yeter sanırım.
Saygı ve selamlarımla
En büyük Mürsid Kurandır amenna ve sadekna.
Rabbim bu Büyük mÜrşid vesilesi ile Zatını en iyi şekilde anlamayı ona en güzel şekilde kulluk etmeyi onu sevmeyi ve tanımayı nasip etsin.


saygılarımla