PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Evlilikmi. Evcilikmi


müslümanlardan
21. November 2010, 10:52 PM
Evlilik, Allah’ın ayetlerinden bir ayettir… Bu ayeti düzgün okumak, doğru anlamak, güzel yaşamak durumundayız…

Evlilik bir ülkeye, bir ırka, bir dine, bir medeniyete, bir kültüre, bir çağa ait özel bir kurum değildir… Hatta sadece bu dünyaya has bir uygulama da değildir. Kökleri cennete kadar uzanan, Adem ve Havva’ya dayanan bir gerçekliktir… Ancak bilmek gerekir ki; hayatın en zor işi, en çetin virajı, en ciddi tercihidir…

Evlilik, sığınacağımız sakin bir liman mı, derin bir zindan mı bu süreç içinde kendini gösterir…

Evlilikte sükûtu hayale de uğrayabilir, huzur ve sükûna da erebilirsiniz… Ama çoğunlukla hayallerle hayatın örtüşmediğini görürsünüz… Bildiğim bir şey var; hayat toz-pembe bir şey değil, geleceğin güllük-gülistanlık olacağı da garanti değil… O halde gerçekçi olmak gerekiyor, evlilikten aşırı beklentiye girmemek en doğru olandır…

Kadın, “beyaz atlı prens” rüyâsından uyanmalı, erkek “melek” beklentisinden vazgeçmelidir… Bu konuda fazla beklenti içinde olanları bekleyen akibet; pişmanlık ve perişanlıktır… Masum olmadığımıza göre, melek olamayacağımıza göre, mükemmeliyetçi mahrumlardan olmamak için gerçeğimize dönmemiz lazım…

Ama önce evlilik bizim için nedir?

Bir alışkanlık mı? Arzu mu? Adet mi? Amaç mı? Araç mı? Amel mi? Yoksa bir macera mı? Manevra mı? Murad almak mı?

Evet, evlilik yük müdür, yücelik midir?

Ayak bağı mıdır? Bağımsızlık yolunda atılmış bir adım mıdır?

Bir üstünlük sağlama kavgası mıdır? Diz çöktürme, burnunu sürtme, gününü gösterme operasyonu mudur? Ya da gününü gün etme sevdası mıdır?

Seviyeli, nitelikli bir beraberlik midir? Yoksa acımasız bir barbarlık mıdır? Çileli, hileli, şikeli, şaibeli bir oyun mudur? Anlamlı, tutarlı, kararlı bir disiplin midir?

Birbirine çektirme, kin ve öfke arenası mıdır? Yoksa ulvi bir sefere, anlamlı bir arayışa adanma eylemi midir?

Evet, gerçekten evlenmekle ne yaptık? Zoru mu başardık? Belaya mı çattık? Battık mı? Bahtiyarlığı mı tattık?

İnsanlar neden bu kadar şikâyetçi? Niçin şükretmiyoruz?

“Ah”, “eyvah”, bol evlilikler çoğaldı… “Hamd” ve “sabra” sarılı evlilikler azaldı…

Görünen o ki, evlilikler yoruyor, eşler birbirini yıpratıyor, sonuç hazin bir tükeniş…

Kim ne derse desin gerçekten evlilik zor bir zanaat… Ciddi bir zahmet… Ağır bir külfet…

Gün geliyor, insanlar ya kendilerini veyahut da evliliklerini bitiriyorlar…

Aileler fay hattında... Depremlerin, depresyonların dipten gelen etkisi endişe verici… Artçı şokların ardı-arkası kesilmiyor…

Eşler arası paylaşım yok, çetin pazarlıklar bir türlü bitmiyor…

Birçok evli, evin içinde evsizliği ve yalnızlığı yaşıyor… Ya da kendisi evde, gözü dışarıda… Evliliğin cazibesi, evin çekim gücü gün geçtikçe zayıflıyor… Artık gençler, evlilikten ürküyor, çekiniyor… Evlilik düşünülmüyor, birlikte yaşamanın yolları aranıyor… İşlevsiz izdivaçlar, iğreti ilişkiler ile insanlar oyalanıyor…

Olan-biten nedir? Evlilik midir, evcilik oyunu mudur? Bilemiyorum…

Unutmayalım ki; evlilik bir kumar değil, kendini ve hayatı yeniden kurma eylemidir…

Evlilik, açık bir sözleşmedir… Ve bilelim ki; sadece insan olan evlenir, diğerleri çiftleşir…

İnancımız o ki; evlilikte, evlatta, emvalda, emtiada hepsi birer imtihan konusu, hepsi bize emanet…

Eminliğimizle, adil emirliğimizle, erdemimizle, edebimizle, samimi emeklerimizle biz bu sınavı sürdürebilir ve bu emaneti yüz akı ile taşıyabiliriz…

Çünkü iman ettiğimiz Kur’an diyor ki, mümin erkek ve kadınlar birbirlerinin velileridir… Velayet kanatlarını gerdiğimiz zaman ailenin nasıl bir sığınak, korunak, barınak olduğu anlaşılacaktır… O sıra vahyin şekillendirdiği Rahmani bir okul, rabbani bir disiplin devreye girmiş olacaktır…

Birbirine adanmış ömürler… En büyük nimet ve muhteşem bir devlettir.

Evlilik, eş olmanın çok ötesinde anlamlar taşıyor… Bunu farketmek durumundayız…

“Onlar sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtüsünüz.” (2/187)

Günahlardan koruyucu giysi… İsyana, üryana, hüsrana karşı örtü…

Rasulullah (sav) buyurmuyor mu? “İçinizden evlenmek isteyen evlensin. Zira evlenmek gözleri haramdan daha çok korur ve zinadan daha çok muhafaza eder.”

Kuşkusuz evliliğin ulviyetini, kudsiyetini kimse inkâr edemez… Ama nitelikli bir evlilik yürek ister, emek ister, edep ister…

Evlilik, karşılıklı kabullenmektir, katlanmaktır, birbirini korumaktır, taşımaktır hem de kahretmeden, alanı terk etmeden….

Evlilik, kendini sınırlamak, sınamak ve sorumluluk almaktır…

Evlilik, birbirini paylamak değil, hayatı paylaşmaktır… Birbirini değişime zorlamak değil, anlamak, tamamlamak ve alışmaktır… Pazarlığı bırakalım herkes kendi payına düşen sorumluluğunu kuşansın…

Evliliği ne her şeymiş gibi ne de hiçbir şeymiş gibi göremeyiz…

Peki, biz evliliğe ne yükledik, ne bekliyoruz?

Öncelikle evliliğe “evet” demekle neyi yüklendiğimizin bilincinde miyiz?

Önce alem-i berzahta verdiğimiz ahdü misakta Rabbimize “Kalu bela=evet” demiştik… Bu bizi ilahi teklife muhatap kılmış, kul olmuştuk…

Şimdi nikâhta “evet” demekle eş olduk yeni bir sorumluluk aldık.

Hayatımızın anlam ve akışını belirleyen bu “evet”lerdir… Aslında bu “evet”ler zorlu ve zorunlu birer tercihtir… Neler içerdiğine bakmak mecburiyetindeyiz…

Bunu idrak ve inşa ettiğimiz zaman sadece eşimizle beraberliği gerçekleştirmiş olmayacağız, Allah ile beraber olmaya da hak kazanmış olacağız…

Üçüncüleri Allah olan ikiliyi siz ne sanıyorsunuz? Ne tasa, ne de telaş!.. Allah’a rağmen bir evlilikten hayır umabilir misiniz?

O halde Allah’ın ipine sımsıkı tutunalım ki; evlilik bağı kopmasın…

Sabır ve namazla yardım isteyelim ki, yuvamıza fesat girmesin…

Gerçekten evlilik hayatımız nasıl gidiyor?

Cevabımız; “Elhamdülillah” mı, yoksa “Eyvah” mı?

Yarınlarda “eyvah” dememek için yönelişimiz “yasak ağaçlar”a değil, “tuba”lara olmalıdır… Yoksa sonrası “hubut” olur…

Evet, yüreklerde yeşeren zakkumları sökmeli, tuba tohumları ekmeliyiz… Üstümüze kıyametler kopsa da fidanlar dikmeye davam etmeliyiz…

Şimdi “nebaten hasena=Güzel bir bitki” zamanı… Toprak müsait…

“Kadınlarınız ekeneğinizdir…” (2/223) Peki ne ektiniz?

Fırtına ekerseniz, kasırga biçersiniz… Ekine ve nesle yönelik tehdidin farkında olan bizlere düşen görev öncelikle aileyi kurtarmaktır… Ümmetin ayakta olan son hisarı aile…

“Evlerinizi kıblegâh (karargâh) edininiz.” (Yunus 87)

İslam’ın son diriliş ve direniş kalesi; aile…

Bize besmeleli evlilikler, kıbleli evler, amentülü hayatlar lazım… Ne evsizleşelim, ne de evcilleşelim, sadece evli kalalım…

Kendimize dönelim… Birbirimize dönelim… Evimize dönelim…

Bunun için evlilik terapisine gerek yok… Tedavi için ithal reçetelere de ihtiyaç yok… Sanıyorum evlilikte şu beş kelime ile işi çözeriz…

Sabır…

Sorumluluk…

Sadakat…

Samimiyet…

Sevgi…

İşte size iki dünya saadetine kapı aralayacak 5S şifresi… Artık bunu yaşayarak mı, yoksa bu beş kelimeyi bir kâğıda yazıp muska gibi üzerimizde taşıyarak mı şifa ararız…

Buyurun siz karar verin!

Öyle inanıyorum ki, evliliğin sırrı bu S’lerde… Hatta evliliği cennette sürdürmenin yolu da bu kelimelerde saklı…

Aslında dünya yaşamındaki evliliklerimiz evliliğin provasıdır, evlerimiz ise maket evlerdir…

Gerçek evlilikler, kalıcı konutlar cennette bizi bekliyor…

Evlilikten amaç bunu cennete taşıyabilmektir…

Evlilikte marifet ve keramet, işte budur…


Ramazan Kayan

müslümanlardan
26. December 2010, 09:38 AM
. İnsan aklı ile insandır...



Akıl yoksa sorumluluk da yoktur...



Akıl fıtrattandır...



Akıl zaruri bir vasıtadır... Aklın vasatı ise vahiydir... Vahiy dışı aklın varacağı son nokta; vahşettir...



Akıl, Allah’ın insana hem nimeti, hem de emanetidir...



Evet, Allah’tan insana en güzel ödül; akıldır...



Peki, akıl nedir?



Bilmek, anlamak, şuurlu olmak anlamına gelen akıl, insanı zararlı fiillerden koruyan bir melekedir... Akıl kalpte bulunan bir nur olarak da tesmiye edilmiştir...



Teklif akılla başlar...



Akıl seçici, tanıyıcı ve taşıyıcıdır... Akıl ayıraçtır... Hakla-Batılı... Güzelle-Çirkini... Doğruyla-Eğriyi... Akıl ile tefrik ederiz...



Dünya ferahı için akıl...



Ahiret felahı için akıl...



Dinin kendisi için akıl...



Akıl ve iman birbirinin lâzımesidir... Akıl imandan, iman akıldan ayrılamaz ve düşünülemez...



İman, akıl ve ilim birbirini bütünleyendir... Bu üçlünün buluşması kulluk merkezli bir yaşamın gerçekleşmesi demektir... Gerçek hayatın şifresi budur...



İnsanoğlunun mükerrem, muhterem, muhteşem olması akıllı olması ile bağlantılıdır... Ancak bu aklın vahiyle barışık olması gerekir...



Evet, aklın muvazenesi vahye olan mutabakat ve muvafakati ile ilgilidir... Vahye muhalefet aklın hamakat ve helakine işarettir...



Aklın üç ihtiyacı:



1-İstikamet



2-İtidal



3-İhlâs



İhtiyacı giderilen akıl hikmet yolcusudur...



Aklın iki riski:



1- Putlaştırılması...



2- Köleleştirilmesi...



İfrat ve tefrit akıl emniyetine vurulmuş en büyük kelepçedir... Aklın işlevini donduran anlayış da, aklın dizginlerini salıveren akılcı akım da sonuçta akla ihanet etmektedir...



Aklı mutlaklaştıran anlayış aklı şımartıyor ve taşıyamayacağı yükler yüklüyor...



Aklı muattal bırakan anlayış da aklı köreltiyor ve şartlandırıyor... Bu da aklın iptali ya da tatile girmesi anlamına geliyor... Zihni körelten mitoloji, ideoloji, tabu, totem, dogma, töre, teori, gelenek, asabiyet ve aşırılıklar sınır tanımıyor...



İnsanlar aklı kullanma beceri ve yetisini yitirmektedir... Aklı yerli yerinde kullanmaları gerekirken; ya akla aşırı yükleniyorlar ya da aklın önünü kesiyorlar... Her iki durum da akla ihanet ve fıtrata muhalefettir...



Aklın yolu ne cerbeze, ne de hamakattır...



Ne rasyonalizm, ne de akla tahakküm etmektir...



Bize hikmetin biniti olan bir akıl lazım...



Vahye odaklanmış, Allah’a adanmış, İslam’a formatlanmış bir akıl...



Bunun için ise önce aklı vahiyle resetlemek ve rahatlatmak gerekiyor... İşte o zaman; haddini, hesabını, kendini ve Rabbini bilen bir akılla tanışırız...



Bu akıl hesabi değil hasbidir... Hilekâr değil harbidir...



Bu gün aklı kutsayanların aklı nasıl katlettiklerine de tanıklık etmekteyiz...



Aklı giderici, dondurucu, durdurucu, örtücü yani aklı işlevsizleştiren, düşünemez, karar veremez, sorgulayamaz, muhakeme edemez hale getiren tüm oyun, sanat, spor, kültür, töre, gelenek, etkinlik, yasa, müzik, malumat, teferruat, haber, yorum, polemik, görüntü, ses, renk, ışık kimin hüneri? Veya kimlerin tuzağı?



Düzene uygun kafa imalatı için seri operasyonlar devam etmektedir...



Akıl emniyetine vurulan en büyük darbe; genç dimağlar üzerindeki ideolojik tahakkümdür... İnsanları tektipleştirme girişimleri toplum mühendisleri tarafından kesintisiz ve sistematik bir şekilde icra edilmektedir...



Sihirli kutunun sihri ile büyülenen beyinler, sanal âlemde daha bir savruldular...



Resmi ideoloji akla hükmetme, formel eğitim insanların geleceğini bloke etme uygulamalarından ödün vermiyor... Yasalara yaslanarak yasaklarla tefekküre açılan tüm yolları tıkıyor...



Beyin yıkamalar, kafa karıştırmalar, çağdaş büyüler, modern sihirler, bilimsel kehanetler aklı örtmeye, gerçekleri karartmaya yönelik atraksiyonlardır...



Şeytan da boş durmuyor, önü açıldıkça kapsam alanını genişletiyor, özellikle insan aklını perdeleme yoluna gidiyor...



Selim akıl, temiz fıtrat tehdit altında... Çünkü beyinsizlere gün doğdu...



Akıl emniyeti değil ama alkol tüketimi yasalar güvencesinde... Aklı dumura uğratan alkol satışı rekorlar kırabiliyor...



Bu durum da akıl; öfkeye, şehvete, arzulara, hevaya, hırsa, ihtiras, intikam ve isyana yenik ve yitik...



Çare aklın dizginlerini vahyin eline vermektir...



Rasyonel akıl, seküler akıl, liberal akıl bu sorunu çözmedi ve çözemeyecek...



Tek çözüm; müteal akıldır...



Bedevilikten medeniliğe... Süfliden ulviye... Esfelden eşrefe insanı taşıyacak olan bu akıldır...



İslam medeniyetinin arka-planında müteal değerlere yaslanan ve üretken olan ortak akıl vardır... Çünkü İslam, aklı güvence altına alıyor ve koruyor...



Aklı şaşkınlıktan, sapkınlıktan, karanlıktan koruyansa vahiydir...



Müslüman, nakli akılla kavrayandır... Yine Müslüman aklı nakille dengeleyendir... Yapmamız gereken vahyin kontrolünde akıllı olmaktır... Vahiyden ışığını alan bir akılla akletmektir...



Evet, Müslüman akıllıdır, akılcı değil... Aklı en doğru kullanan Müslümanlardır...



Akıl terazisinin tartabileceği yük bellidir, zorlamaya gelmez...



Bilinmezlerin zoru içinde bocalayan aklın elinden tutan peygamberler olmuştur...



Kur'an; “Ya ulu'l elbab/Ey akıl sahipleri" diye seslenir... Bu çağrıya kulak tıkayanları tekrar uyarır;



"Hala akıllanmayacak mısınız?"



Ve daha önemli bir gerçekle bizi yüzleştirir:



"İnsanların çoğu akıllarını kullanmazlar."



İslam'ın aklı, selim ve sağlam akıldır... Şirk ve şüpheye kendini kapatmıştır... Cahili atıklardan, şeytani etkilerden arındırılmış temiz bir akıldır...



İslam aklı der ki; "Hüküm koyucu Allah’tır."



Bu akıl ışığını vahiyden alır... Akıl-vahiy ilişkisi tıpkı göz-ışık ilişkisi gibidir... Akıl, gözdür… Vahiy ışıktır... Işık olmasa göz görebilir miydi? Allah vahiy ışığını gönderdi ki, akıl vahyin aydınlığında varlık âlemini görsün diye... Alaca karanlıkta tek başına göz ne yapabilir ki?



Akil insanlar için bu yadsınamaz bir gerçektir...



Vahye yaslanan akıl, hikmet, irfan ve ilhamın müşterisidir... İşte en büyük mazhariyet budur...



Mecnun, meczup ve mahcurlara bunu anlatmak ne mümkün!?



Nadanlara ne söylenirse söylensin onların işi ukalalıktır...



Allah Resulü (s.a.v) son noktayı koyuyor;



"Akıllı kişi nefsine hâkim olan ve ölümden sonrası için çalışan kişidir.



Aciz kişi de nefsini kendi hevasına bırakıp da Allah'tan dilekte bulunan kişidir." (Tirmizi)



Demek ki Müslüman’ın aklı kuru bir akıl değildir... Ölüm ötesi yatırımları önceleyen, hesap günü endişesi ile hareket eden akıldır...



Bu akıl işin kurnazlığında fırsatçı, çıkarcı, hileci yollar arayışında değil, bu akıl kalple işbirliği halinde Allah'ın nuru ile nurlanmış münevver bir akıldır...



Aklı uçuk ve karışıklara bunu izah etmek oldukça zor...



Hâsılı kelam; aklı olmayanın dini yoktur, dini olmayan beyinsizlerden ise insanlık az çekmedi...



Aklınıza mukayyed olunuz...







Ramazan Kayan

ORHAN VELİ
13. February 2014, 04:32 PM
PEYGAMBER EVLERİNİN HAYATIMDA Kİ YERİ

AHZAB 53;
Peygamberin Evlerine izin alınıp girilmesinden ya da girilmemesinden BANA NE? Ortada bir EN NEBİ mi var ki?
O halde nedir BUYUTENNEBİYİ ve hayatımda ki yeri?

HAYR ya da FEDAKARLIK içerikli bir amelin gerek insanın yaşadığı çevrede ve yaptığı diğer ameller arasında, gerekse diğer insanların yaptığı ameller arasında yer edinmesine, ev edinmesine BUYUTENNEBİYİ denilir.

HAYATTAN MİSAL; bir ev almak istiyorsunuz ve güzel bir ev gördünüz ''ben bir ev alırsam, işte böyle bir ev alacağım'' dediğinizde ya da okumuş doktor olmuş birini görüpte ''bende eğer doktor olursam, bu adam gibi olacağım'' dediğinizde, bu ev ya da doktorun sizin amelleriniz arasında bu şekilde yer edinmişliğine ''BUYUTENNEBİYYİ'' yani ENNEBİ`nin EVİ denilir.
Bu şekilde insanlar, geleceğe yönelik olarak hayaller kurar ve motive olurlar.
Burada İNSAN olarak bizlere düşen bir görev vardır ki oda; bize izin verilmedikçe bu motivasyona müdahale edilmemesi, insanların hayalleriyle oynanılmaması yönündedir.
Tebliğ netten

dost1
14. February 2014, 03:46 AM
Selamun Aleyküm, Değerli Orhan Veli Kardeşim.

PEYGAMBER EVLERİNİN HAYATIMDA Kİ YERİ

AHZAB 53;
Peygamberin Evlerine izin alınıp girilmesinden ya da girilmemesinden BANA NE? Ortada bir EN NEBİ mi var ki?
O halde nedir BUYUTENNEBİYİ ve hayatımda ki yeri?

HAYR ya da FEDAKARLIK içerikli bir amelin gerek insanın yaşadığı çevrede ve yaptığı diğer ameller arasında, gerekse diğer insanların yaptığı ameller arasında yer edinmesine, ev edinmesine BUYUTENNEBİYİ denilir.

HAYATTAN MİSAL; bir ev almak istiyorsunuz ve güzel bir ev gördünüz ''ben bir ev alırsam, işte böyle bir ev alacağım'' dediğinizde ya da okumuş doktor olmuş birini görüpte ''bende eğer doktor olursam, bu adam gibi olacağım'' dediğinizde, bu ev ya da doktorun sizin amelleriniz arasında bu şekilde yer edinmişliğine ''BUYUTENNEBİYYİ'' yani ENNEBİ`nin EVİ denilir.
Bu şekilde insanlar, geleceğe yönelik olarak hayaller kurar ve motive olurlar.
Burada İNSAN olarak bizlere düşen bir görev vardır ki oda; bize izin verilmedikçe bu motivasyona müdahale edilmemesi, insanların hayalleriyle oynanılmaması yönündedir.
Tebliğ netten


Kur'an Arabiyyen inzal olmuştur. “ عربيّاArabiyyen” sözcüğünün sadece “Arapça, Arap dili” olarak anlaşılması ve açıklanması doğru değildir. Zira bu sözcük “ عربًarabe” kalıbından türeme olduğu kadar “عرُب arube” kalıbından da türemiştir. Sözcüğün “arube” kalıbına göre anlamı “fesahat, fasih konuşmak” demektir. (Lisanü’l-Arab; s. 153-159, a-r-b mad.) “Fesahat/fasih konuşmak” ise “sözün ses ve mana kusurlarından arınmış olması, yani kolay anlaşılması, rahat telâffuz edilmesi, diziminin mükemmel olması” anlamına gelmektedir. Kur'an okurken "MECAZA DAYALI SANATLAR ile ANLAMA DAYALI SANATLARI iyi bilinirse yeterince tefekkür edilebilir ve anlatılanlar akıl işletilerek sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilir. Kur’an’ın indirildiği toplumun dilinin Arapça olması dolayısıyla, o toplumun Kur’an’ı anlayıp akledebilmesi için Arapça indirildiği birçok ayette vurgulanmıştır:

Ve kesinlikle Biz, onların “kesinlikle ona bir beşer öğretiyor” deyişlerini biliyoruz. Kastettikleri o kişinin dili yabancıdır. Bu [Kur’an] ise, apaçık Arapça bir lisandır. (Nahl/103)

Ve eğer biz onu yabancı dilde bir Kur’an yapsaydık, elbette “Ayetleri detaylandırılmalı değil miydi? İster yabancı dilde ister Arapça!” diyeceklerdi. De ki: “O, iman edenler için bir kılavuz ve bir şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve Kur’an onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekandan seslenilmektedir.” (Fussılet/44)

Ve Biz onu [apaçık kitabı] yabancılardan [Arapça bilmeyenlerden] birine indirseydik de, bunu o, onlara okusaydı, onlar, buna iman ediciler değillerdi. (Şuara/198, 199)

Apaçık kitaba ant olsun ki Biz onu aklınızı kullanasınız diye Arapça bir Kur`an [okuma] yaptık. (Zühruf/2, 3)

Onunla [apaçık kitapla], uyarıcılardan olasın diye apaçık bir Arapça lisan ile senin kalbine Emin Ruh [Güvenilir Can, sağlam bilgi] indi. (Şuara/193-195)

Ve Biz böylece onu [Kur’an’ı] Arapça bir hüküm [mükemmel bir yasa] olarak indirdik. Ve eğer sana gelen ilimden sonra onların hevalarına uyarsan, Allah’tan sana bir Yakın Kimse ve bir koruyucu yoktur. (Ra’d/37)

Ve bundan [Kur`an`dan] önce bir rehber ve rahmet olarak Musa`nın kitabı vardı. Ve bu [Kur`an] ise zulmeden kimseleri uyarmak, iyilik-güzellik üretenleri müjdelemek için Arap lisanı üzerine tasdik eden bir kitaptır. (Ahkaf/12)

Ve işte böylece Biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik. Onda tehditlerden tekrar tekrar açıklama yaptık. Belki takva sahibi olurlar yahut onlara yeni bir öğüt oluşturur. (Ta Ha/113)

Ve ant olsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir kur`an [okuma] olarak; takvalı davransınlar diye bu Kur`an`da insanlar için her türlüsünden örnek verdik. (Zümer/27, 28)

Bu, Arapça bir Kur`an [okuma] olarak, bilen bir kavim için ayetleri detaylandırılmış bir kitaptır. (Fussılet/3)

Her dilde kullanılan anlatım sanatları vardır. Bunlar Mecaza Dayalı Söz Sanatları -ki,Mecaz /Değişmece, Mecaz-ı Mürsel /Ad Aktarması, Düz Değişmece Teşbih /Benzetme, İstiare /Eğretileme / Deyim Aktarmaları,
Teşhis/Kişileştirme, İntak /Konuşturma, Kinaye /Değinmece,
Tariz /Dokundurma, İğnelemedir-
ile Anlama Dayalı Söz Sanatlarıdır
- ki,Hüsn-i Talil /Güzel neden bulma, Tecâhül-i Ârif /Bilip de bilmezlikten gelme,Tenasüp/Uygunluk, Leff ü Neşr, Mübalağa /Abartma,
Tezat /Karşıtlık, Tekrir /Yineleme, Telmih /Hatırlatma, Tevriye,
İstifham /Soru sorma/, İrsâl-i Mesel, Rücû, Terdîd, İktibas, Îhamdır.



Sözkonusu ayet:
Ahzab;53: "Ey iman eden kimseler! Peygamber'in evlerine sadece –vaktine bakmaksızın–yemeğe izin verilince girin. Ama çağırıldığınız vakit hemen girin. Artık yemeği yediğinizde de hemen dağılın. Söz için de beklemeyin. Şüphesiz bu hâliniz, Peygamber'e eziyet veriyor sonra da O, sizden çekiniyor. Allah ise haktan/gerçekten çekinmez. Onun hanımlarından bir kazanım istediğiniz zaman da perde arkasından/odalarına girmeden isteyin. Böyle yapmanız, sizin kalpleriniz ve onların kalpleri için daha temizdir. Ve sizin Allah'ın Elçisi'ne eziyet etmeniz ve kendisinden sonra hanımlarını da, sonsuza dek nikâh etmeniz olacak bir şey değildir. Bu, Allah katında çok büyüktür."
şeklindedir ve gayet açıktır.

Arap dilinde "buyuten Nebî"nin ne olduğu bellidir ve bu "peygamberin evlerine" anlamındadır. Arap dilinin hiçbir anlatım sanatında Buyuten Nebî "HAYR ya da FEDAKARLIK içerikli bir amelin gerek insanın yaşadığı çevrede ve yaptığı diğer ameller arasında, gerekse diğer insanların yaptığı ameller arasında yer edinmesine, ev edinmesine şeklinde bir anlam yoktur.

Alıntı yaptığınız yerdeki yazılar, Halil İbrahim Ülkü adlı bir kişinin dübür anlam etiketiyle kafasına göre verdiği anlamlarla yeni bir din oluşturma çabalarıdır..


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

galipyetkin
14. February 2014, 03:38 PM
Sayın ORHAN VELİ.

Konuyu oradan buraya taşıyarak burada da tartışmaya açılmasını sağlaman çok isabetli olmuş.

Evet, o satırlar sana hitap etmediği gibi bana da hitap etmiyor. Şu anda benimle yaşayan ve beni evLERine davet edecek bir peygamberle muhatap olmam (ki zannederim Muhammed Peygamber'den bahsedilmektedir) olanaksız; yani o satırların benim hayatımda rolü yok.

Halbuki Kitab'ın her kelimesinin Müslümanın hayatının üzerinde bir mânâsı, bir etkinliği vardır. Ben de bir müslümanım, o halde bu satırların benim yaşamımda etkin olması gerekirken nasıl oluyor da benim dışımda kalıyor. Kalamıyacağına göre bu satırların tercümesi belki mot-a-mot doğru fakat anlamlandırma-meallendirme bakımından yalnış. Kitap bir Peygamber veya "eşleri" veya onların seviyesine koyduklarımız karşısında hareket tarzlarımızı öğreten bir adab'ı muaşeret kitabı değil ki. Kaldı ki Peygamber dışındaki insanları adamdan saymayacak mıyız?

"Peygamber'in evLERinin" bu günkü hayattaki mânâsı, yani bana, sana, hepimize hitabı acaba ne?..., ve nasıl olmalı?

Saygılarımla.
Galip Yetkin

khaos
15. February 2014, 11:20 PM
Galip abicim
Benimde işte kafamı meşgul eden konuların başında bu geliyor.Bana (müslümanlara veya tüm insanlığa) hitap etmeyen ''ayetler'' kur'anda neden yer alır.Geçen Hanifi bahadır arkadaşımızla tartışırken aslında bahsetmek istediğim konu (kur'anın orjinalliği) buydu.O her ne kadar Turan Dursun un bakkal kitabından alınma fikirler dese bile sonuçta aklın yolu bir.Kur'an da Ahzab 53 ayarında bir çok ayet var.Tahrim 5. ayet gibi.
Tanrı'nın tüm insanlığa gönderdiği evrensel olduğuna inandığımız kitabımızda peygamberin hanımlarına gözdağı veren! neredeyse bakın yaramazlık yapmayın o istese sizden daha iyisini bulur manasına gelecek ayetlerin ne işi var.
Hadi açık konuşayım abi
Benim fikrim (tabi herşeyin en doğrusunu Tanrı bilir) Peygamberin bazı durumlar için söylediği sözler daha sonra ayetler kitap haline getirilirken dönemin şartları yüzünden kur'ana girmiş olabileceği.
Hatırlarsanız büyüklerimden daha aydınlatıcı bilgiler gelmediği sürece bu konuda yorum yapmayacağım demiştim.Siz ve Halil abimizin bu konudaki değerlendirmelerini merak ediyorum doğrusu.
Tanrı herhangi bir şeye körü körüne inanmamızı isteseydi bu aklı vermezdi bize herhalde.

Not:söylediklerimden lütfen ''Kur'an Allah'ın kelamı değildir'' manası çıkarılmasın.

bartsimpson
16. February 2014, 04:11 AM
Bide bu açıdan bakalım

https://fbcdn-sphotos-a-a.akamaihd.net/hphotos-ak-ash3/t1/1622834_647308625306296_550915304_n.jpg

dost1
16. February 2014, 02:18 PM
Selamun Aleyküm, Değerli Kardeşlerim.

Allah Resulu/Nebisi aynıı zamanda kurulan devletin başıdır.
Kur'an okurken verilen mesajlar güncellenmelidir.
Kur'an inananlarını bilinçlendirerek öğüt verir ve Allah'a kulluğa davet eder. Elçilik misyonunu üstlenen kişilerin karşılaşıbileceği güçlükler ve insanların onlara karşı takınabilecekleri tutumlarla ve görgü kurallarını da içeren bilgilendirme yaparak uyarır. Ahzab suresinde Allah Resulune/Nebisine özgü, diğer mü’minleri ilgilendirmeyen kurallar ile ilgili olan ayetleri de bu türden bilinçlendirme olarak düşünmeliyiz.

Uygun olduğumda bunlarla ilgili güncelleme örneklerini sunacağım inşaAllah.

Orhan Veli Kardeşimizin alıntı yaptığı yerde yazılanlar ise söyleyebileceğim:
Lütfen yazılanları tefekkürle okumaya çalışınız. Size verilen ayetleri ve ayetler içerisindeki bölümleri incelemeden geçmeyiniz. Kendi çıkarımlarına “KUR’AN” deme cüretinde bulunan kişiler okurlarını; oluşturduğu YARGILARINA ulaşacak şekilde KURGULADIĞI varsayımlarına ulaştırmak için yarı Arapça yarı Türkçe bağlamından kopartılmış ayetlerle sorular sorup cevaplayarak önceden oluşturduğu yargılarına ulaştırmaya çalışmaktadırlar.

Orada yazılı olanlarla ilgili olarak oluşan istifhamlar varsa bunları gidermek için çabalayanlardan oluruz inşaAllah.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

dost1
16. February 2014, 02:35 PM
Selamun Aleyküm, Değerli barsimpson Kardeşim.

Bide bu açıdan bakalım

https://fbcdn-sphotos-a-a.akamaihd.net/hphotos-ak-ash3/t1/1622834_647308625306296_550915304_n.jpg

Kurallarını Allah`ın koyduğu Hakk Din ise Kur`an`da; “Allah`a ait din”, “Ed Din-ül Hanif”, “Ed Din-ü Kayyim”, “Muhlisine lehüddin”, “Ed Din-ül Halis” ve “İslâm” adlarıyla yer almıştır.
Kurallarını Allah'ın koyduğu dinin inananı insan başı kesmez.
Kediye ağlayan kişinin "dinsiz" ilan edilmesi insanların kabullerine göre dinsiz ilan etmektir. Allah'ın dininde "dinsiz" diye bir tanım yoktur. Kafir,müşrik ve münafık vardır.


Kişinin bilinçli olarak bir başkasına -kendisinden daha güçlü olduğunu kabul ederek- teslim olması, boyun eğmesi, onun otoritesi dışına çıkmaması” Arap dilinde "secde" olarak belirtilir.

Secde bir bilinçtir, imandır, teslimiyettir. Allah'a secde ancak Allah'ın bildirdiklerine göre olur ki bu da Kur'an'dadır.

Allah'a secdesi olmayanın adı kafir,müşrik ve münafiktır.
Tanımını ve inananların sergilediği davranışları Allah'ın Kur'an'ına uymayanın adı dindar olamayacağı gibi gireceği yer de cennet olamaz.

İnsanların davranışlarını düşünceleri oluşturur. Düşünceleri de inançlarından kaynaklanır. Adı ne olursa olsun. Her tür olumsuzlukları uzaklaştırarak kendini sağlama alanın adı Müslim inandığı dinin adı islamdır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

mustafabey
18. February 2014, 05:54 PM
Selamun Aleyküm; kardeşlerim.

Konuya yönelik tespitlerimi paylaşacağım.

Kuranı okurken biz ne sıfatla okuyoruz, bunu bir kendimize sormamız gerekir.

Kuranı kim okumuştur, Muhammed Resul

Kuran kime indirilmiştir, Muhammet Resule

Resul kendine indirilen kitabı okumuş ve yanındakilerle, kavmiyle paylaşmıştır.

Kuran, Tevrat veya İncil bunlar Resullerin bıraktıkları kitaplardır ve müttakilere hitap ederler.

Kuran okurken yaptığımız yanlışlardan en büyüğü bence, Kuran sanki bize, kendimize iniyor gibi okumaktan kaynaklanıyor. Biz resul değiliz, bunun farkında olarak okumalıyız.
Önümüzde okuduğumuz, şekillerini gördüğümüz, hadis ve hadiselerden zuhur etmiş Resullerin yazıtlarıdır.

Bu yazıtları okumaktaki amacımız nedir? İbret almak, öğüt almak, iyi ve kötü durumları görmek, hidayete ermeye çalışmak, kötü hasletlerden kurtulmak, Allahın yoluna adım atmak ve kendi nefsimizle mücadele ederek takvaya(akıl sahibi) ulaşmayı amaç edinmek…

Ama Kuran bize iniyor gibi okuyup, içindeki kelamları ibret, öğüt, hidayet kaynağı olarak değil de Allah bize direk emir veriyor modunda algılarsak, anlamaya çalışırsak işler karışır.

Nasıl anlamaya çalışıyoruz?

khaos
18. February 2014, 08:02 PM
mustafa bey kardeşim
anlayamadım...
kur'an Tanrı'nın insanlığa göndermiş olduğu evrensel bir mesajmıdır?
yoksa insanların arasından seçtiği bir kişiye gönderdiği özel hayat rehberimi?

kur'an resule indi derken herhalde sadece ona indi demek istemiyorsunuzdur.
diyorsunuz ki;
Resul kendine indirilen kitabı okumuş ve yanındakilerle, kavmiyle paylaşmıştır.

bu onun görevi.Ayrıca ona paylaşmakta denmez.O modemle pc arasındaki patch cord, O iki adayı birleştiren bir köprü, O Tanrı nın buyruğunu insanlara ileten bir postacı.


A'RÂF - 188
De ki: "Ben kendi nefsime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir yarar sağlayabilirim ne de bir zarar verebilirim. Eğer gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapardım. Ama bana kötülük dokunmamıştır bile. Ben, inanan bir topluluk için bir uyarıcı ve müjdeciden başkası değilim."

FÂTIR - 23
Sen sadece bir uyarıcısın!

SÂD - 65
De ki: "Ben, sadece bir uyarıcıyım. O Vâhid ve Kahhâr Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur."

NÛH - 2
O dedi ki: "Ey toplumum! Hiç kuşkunuz olmasın, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım."

yine diyorsunuz ki;
Kuran sanki bize, kendimize iniyor gibi okumaktan kaynaklanıyor. Biz resul değiliz, bunun farkında olarak okumalıyız.

Bana inmeyen bir kitaba ben neden inanayım?
Biz resul değiliz.. ama resul şimdi nerede... ve kur'anı okurken hangi farkındalıkla okuyacağız.Buna nasıl karar vereceğiz.
Eline kur'anın iskoçcası geçen bir iskoçyalı hangi farkındalıkla okumalı Kur'anı.Sizce en az iki tefsir, üç meal, hatmedip birde internetten imam bulup öylemi imana gelmeli.

Sizin dediğiniz gibi kur'an sadece peygambere veya peygamberin anlayacağı şekilde gönderilseydi kur'anın sadece onun yaşadığı dönemde hükmü geçerdi.Bunun yanında peygamberin en iyi kur'anı anlayabilecek kişi olduğu konusunda sizinle hemfikirim.

khaos
18. February 2014, 08:12 PM
Halil Ay abicim,
Müsait olduğunuzda Ahzab 53 ve Tahrim 5. ayeti güncelleyebilirmisiniz.

tşk.

bartsimpson
19. February 2014, 12:32 AM
Selamun Aleyküm; kardeşlerim.

Konuya yönelik tespitlerimi paylaşacağım.

Kuranı okurken biz ne sıfatla okuyoruz, bunu bir kendimize sormamız gerekir.

Kuranı kim okumuştur, Muhammed Resul

Kuran kime indirilmiştir, Muhammet Resule

Resul kendine indirilen kitabı okumuş ve yanındakilerle, kavmiyle paylaşmıştır.

Kuran, Tevrat veya İncil bunlar Resullerin bıraktıkları kitaplardır ve müttakilere hitap ederler.

Kuran okurken yaptığımız yanlışlardan en büyüğü bence, Kuran sanki bize, kendimize iniyor gibi okumaktan kaynaklanıyor. Biz resul değiliz, bunun farkında olarak okumalıyız.
Önümüzde okuduğumuz, şekillerini gördüğümüz, hadis ve hadiselerden zuhur etmiş Resullerin yazıtlarıdır.

Bu yazıtları okumaktaki amacımız nedir? İbret almak, öğüt almak, iyi ve kötü durumları görmek, hidayete ermeye çalışmak, kötü hasletlerden kurtulmak, Allahın yoluna adım atmak ve kendi nefsimizle mücadele ederek takvaya(akıl sahibi) ulaşmayı amaç edinmek…

Ama Kuran bize iniyor gibi okuyup, içindeki kelamları ibret, öğüt, hidayet kaynağı olarak değil de Allah bize direk emir veriyor modunda algılarsak, anlamaya çalışırsak işler karışır.

Nasıl anlamaya çalışıyoruz?

Bakara (66) Biz bunu, hem onu görenlere, hem de sonra geleceklere bir ibret ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara da bir öğüt kıldık.

Al-i İmran (13) Şüphesiz, karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu. Öteki ise kâfirdi. (Onları) göz bakışıyla kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah da dilediğini yardımıyla destekliyordu. Basireti olanlar için bunda elbette ibret vardır.

Al-i İmran (49) Allah onu İsrailoğullarına bir Peygamber olarak gönderecek (ve o da onlara şöyle diyecek): "Şüphesiz ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim. O da Allah'ın izniyle hemen kuş oluverir. Körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah'ın izniyle ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer mü'minler iseniz bunda sizin için elbette bir ibret vardır.

Al-i İmran (190) Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.

Hicr (75) Şüphesiz bunda düşünüp görebilen kimseler için ibretler vardır.

Kuran'da ibret alınması, akıl edilmesi, görülmesi, bilinmesi, düşünülmesi istenen pek çok örnek vardır. Kelime olarak aratılırsa bulunabilir.

bartsimpson
19. February 2014, 12:58 AM
mustafa bey kardeşim
anlayamadım...
kur'an Tanrı'nın insanlığa göndermiş olduğu evrensel bir mesajmıdır?
yoksa insanların arasından seçtiği bir kişiye gönderdiği özel hayat rehberimi?

kur'an resule indi derken herhalde sadece ona indi demek istemiyorsunuzdur.
diyorsunuz ki;
Resul kendine indirilen kitabı okumuş ve yanındakilerle, kavmiyle paylaşmıştır.

bu onun görevi.Ayrıca ona paylaşmakta denmez.O modemle pc arasındaki patch cord, O iki adayı birleştiren bir köprü, O Tanrı nın buyruğunu insanlara ileten bir postacı.


A'RÂF - 188
De ki: "Ben kendi nefsime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir yarar sağlayabilirim ne de bir zarar verebilirim. Eğer gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapardım. Ama bana kötülük dokunmamıştır bile. Ben, inanan bir topluluk için bir uyarıcı ve müjdeciden başkası değilim."

FÂTIR - 23
Sen sadece bir uyarıcısın!

SÂD - 65
De ki: "Ben, sadece bir uyarıcıyım. O Vâhid ve Kahhâr Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur."

NÛH - 2
O dedi ki: "Ey toplumum! Hiç kuşkunuz olmasın, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım."

yine diyorsunuz ki;
Kuran sanki bize, kendimize iniyor gibi okumaktan kaynaklanıyor. Biz resul değiliz, bunun farkında olarak okumalıyız.

Bana inmeyen bir kitaba ben neden inanayım?
Biz resul değiliz.. ama resul şimdi nerede... ve kur'anı okurken hangi farkındalıkla okuyacağız.Buna nasıl karar vereceğiz.
Eline kur'anın iskoçcası geçen bir iskoçyalı hangi farkındalıkla okumalı Kur'anı.Sizce en az iki tefsir, üç meal, hatmedip birde internetten imam bulup öylemi imana gelmeli.

Sizin dediğiniz gibi kur'an sadece peygambere veya peygamberin anlayacağı şekilde gönderilseydi kur'anın sadece onun yaşadığı dönemde hükmü geçerdi.Bunun yanında peygamberin en iyi kur'anı anlayabilecek kişi olduğu konusunda sizinle hemfikirim.

Evet sevgili Khaos sende rasul değilsin, ben de...

Cuma (10) Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.

Herkes kendi nasibini alır.

Tabiri caizse ben hıyar kelimesini okuduğumda argo anlamını anlarım, botanikçi bir bitkiden bahsedildiğini, oşinograf deniz canlısından söz edildiğini anlar...

Eeee peki Allah ne demek istedi?

Ben nereden bileceğim?

Ben bu konuyu hep şöyle düşünmüşümdür (Rasulerin işi gerçekten zor)

Enam (137) Yine bunun gibi, Allah'a ortak koşanların çoğuna, koştukları ortaklar, çocuklarını öldürmelerini güzel gösterdi ki; onları helake sürüklesinler ve dinlerini karıştırıp onları yanıltsınlar. Eğer rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. Artık sen onları uydurdukları ile baş başa bırak.

Enam (112) İşte böylece biz her Peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. O halde onları iftiralarıyla baş başa bırak.

Yunus (99) Eğer rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekün iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mü'min olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?

Hud (119) rabbin dileseydi insanları (aynı inanca bağlı) tek bir ümmet yapardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa devam edeceklerdir. Zaten onları bunun için yarattı. Rabbinin, "Andolsun ki cehennemi hem cinlerden, hem insanlardan (suçlularla) dolduracağım" sözü kesinleşti.

Eğer dileseydi????

Neden dilemedi???

Bu sorunun cevabı bence Kuran'ın inen ilk ayetindeki sözle hatta kelime ile birebir aynı paralellikte.

İKRA...

Özgür düşünceye ve iradeye saygı duyan ve seçimlerinde kişiyi özgür bırakan bir sistem daha olamaz. Fakat sonuçlarına katlanacaksan....

Nahl (82) Ey Muhammed! Eğer yüz çevirirlerse, artık sana düşen açık bir tebliğden ibarettir.

Yasin (17) "Bize düşen ancak apaçık bir tebliğdir."

Peygamber OKUDU ve tebliğ etti. TEBLİĞ senin görevin değil, sende tebliğ edenin söylediğini OKUyacaksın kapasiten kadarını anlayacaksın ve icra edeceksin.

Maide (67) Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kafirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.

Maide (99) Peygamberin üzerine düşen ancak tebliğdir. Allah sizin açıkladığınızı da, gizlediğinizi de bilir.

Araf (68) "Rabbimin vahyettiklerini size tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir nasihatçıyım."

Peki neden böyle?

Çünkü DNAlarımızın birbirimizden farklı olması kadar net bir sebepten.

Nasibimizi arıyoruz...

Çünkü sen, ben ve herkes gerçekte OKUnması gerekenin ne olduğunu net olarak bilmiyoruz. Bilseydin yada bilseydik yada bilselerdi herkese kitap inerdi.

Araf (62) "Ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum."

Sanırım anlatabilmişimdir.

dost1
19. February 2014, 01:50 AM
Selamun Aleyküm, Değerli Khaos Kardeşim.

Halil Ay abicim,
Müsait olduğunuzda Ahzab 53 ve Tahrim 5. ayeti güncelleyebilirmisiniz.

tşk.

Kur’an’da Allah’ın ifade ettiği üzere insan bir takım zaaflara ve tutkulara yani negatif özelliklere sahiptir. Bunlar:
Bencillik, zalimlik, nankörlük, ümitsizlik, sevinç delisi, kendini beğenmişlik, cimrilik, kafa tutuş, tahammülsüzlük, acelecilik, sabırsızlık, şehvetperestlik ve servet düşkünlüğüdür.


İslâm dini, bazılarının iddia ettiği gibi bir inançlar manzumesi değildir. Herkesin Dinin ne demek olduğunu iyi bilmesi gerekir. Hakk Dîn, “Yüce Allah'ın kullarını hakka ulaştırmak üzere peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara tebliğ ettiği, onları kendi iradeleriyle dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah'ın koyduğu hükümler”dir.

Allah, merhameti gereği insanların kişisel davranışlarından; yemelerinden içmelerinden, giyinmelerinden, kazanma şekillerinden harcamalarına, savaşmalarına, evlenmelerine, boşanmalarına, doğayla olan ilişkilerine, yönetim biçimlerine kadar her şeylerine müdahale edip, toplumdan zulüm ve fesattan kurtarıp adaletin sağlanması için bir takım ilkeleri kullarına elçileri aracılığı ile bir kitap ile göndermiştir. Kısacası Rabbimiz insanları ve evreni cahil ve zalim insanların eline bırakmamıştır. İnsanların dünya ve ahirette esenliğini, mutluluğunu sağlayacak ilkeleri göndermiş ve bunların tamamına uyulmasını istemiş, bazılarının kabulüne bazılarının reddine razı olmamıştır.

Rabbimiz, Kur’an’da yer alan ana ilkelerde de kullar içi herhangi bir serbestlik tanımaz.
Ve Allah ve Elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiçbir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendiişlerinde serbestlik yoktur. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır. (Ahzab/ 36)

Allah koyduğu ana ilkeleri tabulaştırmıştır; bunların uygulamalarını ve uygulama şekillerini insanların istişare ederek alacakları karara bırakmıştır.
De ki: “Geliniz, Rabbinizin size neleri tabulaştırdığını; dokunulmaz kıldığını okuyayım:

‘Kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamanızı,
ana babaya iyilik yapmanızı- güzel davranmanızı,
fakirlik endişesiyle / fakirleştiriliriz korkusuyla çocuklarınızı öldürmemenizi, - Sizi ve onları Biz rızklandırıyoruz.-
kötülüklerin açığına ve gizlisine yaklaşmamanızı,
haksız yere, Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmemenizi, -İşte bunlar, aklınızı kullanasınız diye O’nun size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.-
Yetimin malına da yaklaşmamanızı, -Yalnız erginlik çağına erişinceye kadar en güzel biçimde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz.-
ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapmanızı, -Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile; kapasitesi dışındaki bir şeyle yükümlü tutmayız.-
söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa adil olmanızı
ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutmanızı.’ -İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye Allah’ın size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.-”
Ve şüphesiz ki, bu, dosdoğru olarak Benim yolumdur. Hemen ona uyun. Ve başka yollara uymayın da sizi O’nun yolundan ayırmasın. İşte bunlar, Allah’ın koruması altına girersiniz diye Allah’ın size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır. (En’am/ 151- 153)

Yüce Allah, koyduğu kuralları uygulamayan sözde inanmış geçinenleri de tehdit eder.

Değerli Kardeşim,

Allah Resulu'nun/Nebisinin aynı zamanda “Ülülemr olduğunu da gözönünde bulundurmak gerekli diye düşünüyorum.

İslam asla sentez kabul etmez.

Kur’an’a baktığımızda Müslümanların devletinin Din ve halk; sivil oluşumdan; çift yapılı bir sistemden meydana geleceği anlaşılmaktadır; bu iki yapı, hâkimiyet olarak Hakk; Allah, uygulama olarak da halktır. Yönetim, yasallığını “Şura” prensibi gereği halktan, İslâm ilkelerine bağlılıktan dolayı da Hakk’tan alır.
Kur’an’da Rabbimiz Kendisine ve elçisine itaatten sonra “Ülülemr”e (emir/iş/plan program sahiplerine) itaat edilmesini emir buyurmuştur.


Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi'ye ve kendinizden olan emir (emir/iş/plan program) sahiplerine; kendi palementonuza itaat edin. Sonra, eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi'ye havale edin. Bu, daha iyidir ve en uygun çözümü bulmak bakımından daha güzeldir. (Nisa/ 59)

Burada konu edilen “Ülülemr” Müslümanların kendilerinden oluşturduğu “Şûra Meclisi”dir. Buna ister “Parlamento”, ister “Halk meclisi”, ister “Millet meclisi” ister “Konsey” denilsin, isminin hiç önemi yoktur. “Şûra “ ilkesi ile hem ehil olan herkesin yönetime katılımı sağlanır hem de diktatörlük engellenir. Meclis, Müslümanların tümünün meclisi durumundadır.

"İşte, verilen herhangi bir şey basit dünya hayatının kazanımıdır. Sadece dünya hayatının geçici bir menfaatidir. Allah katında bulunanlar [nimetler, ödüller] ise;
iman etmiş ve sadece Rablerine işin sonucunu havale eden kimseler için,
günahın büyüklerinden ve hayâsızlıktan kaçınan ve öfkelendikleri zaman bağışlayan kimseler için,Rablerinin çağrısına cevap veren, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı oluşturan-ayakta tutan], işleri de kendi aralarında görüşme, danışma olan, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden harcamada bulunan kimseler için ve kendilerine bir haksızlık ve saldırı isabet ettiği zaman birbirleriyle yardımlaşan/ intikam alan kimseler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır." (Şura/ 36- 39)

"İşte sen, sırf Allah'ın rahmeti sebebiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları bağışla, onlar için bağışlanma dile. İşlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a işin sonucunu havale et. Şüphesiz Allah, işin sonucunu Kendisine havale edenleri sever." (Ali-i Imran/ 159)

İslâm “Ülülemr”lik kurumunu hiçbir zaman bir kişiye uygun görmemiştir. Bunun kurumsallığını istemiştir.

"Ve içinizden hayra çağıran, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü-çirkinliği kabul edilen şeyleri engelleyen bir önderli toplum bulunsun. Ve işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." (Al-i Imran/ 104)

Şimdi dileğinize gelecek olursak,Tahrim Suresinin ilk 5 âyeti:

Tahrim;1-5:
"1Ey Peygamber! Eşlerinin rızalarını arayarak Allah'ın helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haramlaştırıyorsun? Ve Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
2Allah, kefaretini ödeyerek yeminlerinizi çözmeyi kesinlikle size meşrû kılmıştır. Ve Allah, sizin mevlanız; yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınınızdır. Ve O, en iyi bilen, en iyi yasa koyandır.
3Bir de hani Peygamber, eşlerinden bazılarına bir sözü/ olayı sırlaştırmıştı. Sonra eşlerinden biri bunu haber yapınca ve Allah, Peygamber'e bunu açığa vurunca, Peygamber bir olayın kısmını belirlemiş, bir kısmından mesafelenmişti/ vazgeçmişti. Sonunda o eşe, bunu kendisi haber verince o eş: “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. Peygamber, “Bana iyi bilen, iyi haber alan haber verdi” demişti.
4Ey Peygamber'in iki eşi, hatalarınızdan Allah'a dönerseniz sizin için iyi olur. –Çünkü kesinlikle ikinizin kalpleri kaydı; inançlarınız bozuldu, sapıklığa düştünüz.– Yok eğer Peygamber'e karşı dayanışmaya girerseniz hiç kuşkusuz bizzat Allah, o'na mevladır; yardımcıdır, destekçidir, koruyucudur, yol göstericidir. Cibrîl/Kur’ân ve iman edenlerin sâlihleri de. Ve bunlardan sonra inecek âyetler de o'na arka çıkarlar.
5Eğer o sizi boşarsa, Rabbinin, kendisine sizden daha hayırlı, müslime, mü’mine, sürekli saygı duyan, tevbe eden, oruç tutan/seyahat eden dul ve bakire eşler vermesi umulur."

şeklindedir.Burada sesleniş Allah'ın Nebisinedir. Allah'ın Nebisi aynı zamanda Ülülemr'dir. Allah'ın Nebisi fiziki olarak aramızda değildir ancak Allah'ın vahyettiklerinin tebliği olan Allah'ın talimatnamesi olan Kur'an elimizdedir.
Bunu güncelleyecek olursak hitap; günümüzdeki Elçilik/nebilik misyonunu yüklenen,Kur'an ile uyarı görevinde bulunanlar ve Ülülemr’ler olacaktır.

Ey elçilik/nebilik misyonunu yüklenerek Kur’an ile uyarı görevinde bulunanlar!/ey Ülülemr’! Eşlerinizin rızalarına uygun olacak diye de olsa keyiflerinize göre haram ve helal ortaya koyamazsınız. Ve Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
Allah, kefaretini ödeyerek yeminlerinizi çözmeyi kesinlikle size meşrû kılmıştır. Ve Allah, sizin mevlanız; yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınınızdır. Ve O, en iyi bilen, en iyi yasa koyandır.
Ey inananlar! Elçilik/nebilik misyonunu yüklenerek Kur’an ile uyarı görevinde bulunanların evlerinde/Ülülemr’in evlerinde yaşanan şu olaya dikkat edin!
Bir de hani elçilik/nebilik misyonunu yüklenerek Kur’an ile uyarı görevinde bulunanların/Ülülemr’ , eşlerinden bazılarına bir sözü/ olayı sırlaştırmıştı. Sonra eşlerinden biri bunu haber yapınca ve Allah, elçilik/nebilik misyonunu yüklenerek Kur’an ile uyarı görevinde bulunanlara/Ülülemr’'e bunu açığa vurunca, elçilik/nebilik misyonunu yüklenerek Kur’an ile uyarı görevinde bulunanların/Ülülemr’ olayın bir kısmını belirlemiş, bir kısmından mesafelenmişti/ vazgeçmişti. Sonunda o eşe, bunu kendisi haber verince o eş: “Bunu sana kim haber verdi?” dedi.Elçilik/nebilik misyonunu yüklenerek Kur’an ile uyarı yapanlar/ülülemr, “Bana iyi bilen, iyi haber alan haber verdi” demişti.
-Ey elçilik/nebilik misyonunu yüklenerek Kur’an ile uyarı yapanlara/ülülemr'e tuzak kurmaya çalışanların ihanet eden eşleri! Hatalarınızdan Allah'a dönerseniz sizin için iyi olur. –Çünkü kesinlikle ikinizin kalbi kaydı.– Yok eğer elçilik/nebilik misyonunu yüklenerek Kur’an ile uyarı yapanlara/ülülemre karşı dayanışmaya girerseniz hiç kuşkusuz bizzat Allah, o'na mevladır; yardımcıdır, destekçidir, koruyucudur, yol göstericidir. Cibrîl/Kur’ân ve iman edenlerin sâlihleri de. Ve bunlardan sonra inecek âyetler de o'na arka çıkarlar._
Eğer elçilik/nebilik misyonunu yüklenerek Kur’an ile uyarı yapanlar/ülülemr', tuzak kurmaya çalışanların ihanet eden eşlerini boşarsa, Rabbinin, kendilerine sizden daha hayırlı, müslime, mü’mine, sürekli saygı duyan, tevbe eden, oruç tutan/seyahat eden dul ve bakire eşler vermesi umulur.

Ahzab 53 de:
"Ey iman eden kimseler! Peygamber'in evlerine sadece –vaktine bakmaksızın–yemeğe izin verilince girin. Ama çağırıldığınız vakit hemen girin. Artık yemeği yediğinizde de hemen dağılın. Söz için de beklemeyin. Şüphesiz bu hâliniz, Peygamber'e eziyet veriyor sonra da O, sizden çekiniyor. Allah ise haktan/gerçekten çekinmez. Onun hanımlarından bir kazanım istediğiniz zaman da perde arkasından/odalarına girmeden isteyin. Böyle yapmanız, sizin kalpleriniz ve onların kalpleri için daha temizdir. Ve sizin Allah'ın Elçisi'ne eziyet etmeniz ve kendisinden sonra hanımlarını da, sonsuza dek nikâh etmeniz olacak bir şey değildir. Bu, Allah katında çok büyüktür."

şeklindedir. Aynı şekilde burada da bu mesajları güncelleyecek olursak hitap edilen Nebi yerine, günümüzdeki elçilik/nebilik misyonunu yüklenerek Kur'an ile uyarı görevinde bulunanlar ve Ülülemr’ler anlaşılmalıdır.

Ey iman eden kimseler!
Elçilik/nebilik misyonunu yüklenerek kur’an ile uyarı görevinde bulunanların evlerine/Ülülemr’in evlerine sadece –vaktine bakmaksızın–yemeğe izin verilince girin. Ama çağırıldığınız vakit hemen girin. Artık yemeği yediğinizde de hemen dağılın. Söz için de beklemeyin. Şüphesiz bu hâliniz, elçilik/nebilik misyonunu yüklenerek Kur’an ile uyarı görevinde bulunanlara/Ülülemr’e eziyet veriyor sonra da onlar, sizden çekiniyorlar. Allah ise haktan/gerçekten çekinmez. Elçilik/nebilik misyonunu yüklenerek kur’an ile uyarı görevinde bulunanların/Ülülemr’in/ hanımlarından bir kazanım istediğiniz zaman da perde arkasından/odalarına girmeden isteyiniz. Böyle yapmanız, sizin kalpleriniz ve onların kalpleri için daha temizdir. Ve sizin Allah'ın Elçilik/nebilik misyonunu yüklenerek kur’an ile uyarı görevinde bulunanların/Ülülemr’in eziyet etmeniz ve kendilerinden sonra hanımlarını da, sonsuza dek nikâh etmeniz olacak birşey değildir. Bu, Allah katında çok büyüktür.

İnşaAllah karşılıklı sohbet etme imkanımız olur da olayları derinlemesine müzakere ederiz.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

mustafabey
19. February 2014, 04:48 PM
mustafa bey kardeşim
anlayamadım...
kur'an Tanrı'nın insanlığa göndermiş olduğu evrensel bir mesajmıdır?
yoksa insanların arasından seçtiği bir kişiye gönderdiği özel hayat rehberimi?

kur'an resule indi derken herhalde sadece ona indi demek istemiyorsunuzdur.

Bana inmeyen bir kitaba ben neden inanayım?
Biz resul değiliz.. ama resul şimdi nerede... ve kur'anı okurken hangi farkındalıkla okuyacağız.Buna nasıl karar vereceğiz.


Selam khaos kardeşim;

Dediğinde şu yönden haklısın, herkes kuranı kendi kitabı zannediyor, bize öğretilen bu veya biz öyle zannediyoruz, o yüzden kendimize inmiş gibi okumaya çalışıyoruz. Bartsimson kardeşimizin dediği gibi resullerdeki donanım ve yaratılış bizde olsa kendi kitabımızı ve Alahın ayetlerini doğrudan (kelama gerek kalmadan) okurduk.



Çünkü DNAlarımızın birbirimizden farklı olması kadar net bir sebepten.

Nasibimizi arıyoruz...

Çünkü sen, ben ve herkes gerçekte OKUnması gerekenin ne olduğunu net olarak bilmiyoruz. Bilseydin yada bilseydik yada bilselerdi herkese kitap inerdi.

Araf (62) "Ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum."

Sanırım anlatabilmişimdir.


124. Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. "Soyumdan da dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu.

125. Biz, Beyt'i insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik.

126. İbrahim de demişti ki: Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap, halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle. Allah buyurdu ki: Kim inkâr ederse onu az bir süre faydalandırır, sonra onu cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak yerdir orası!

127. Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor (şöyle diyorlardı: ) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.

128. Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin.

129. Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir resul görevlendir. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.

130. İbrahim'in milletinden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu(ibrahimin milleti) dünyada seçtik, şüphesiz o ahirette de salihlerdendir.


Semavi din İbrahimle başlamış, İbrahim milletiyle devam etmiştir.

İnsanoğlunun zihinsel yapısındaki gelişim, ilerleme İbrahimle başlamıştır.

Kelimelerle sınanma, kelimelerin ifade ettikleri görevleri anlama, yerine getirme ve sonucunda düşünce dünyasındaki ilerleyiş, yapılaşma, insanın temel yapıtaşlarının oturtulması.

İbrahim ile başlayıp, İbrahim milletiyle devam eden süreçte oluşan değerler ve bu değerlerin etrafında insanların toplanması, beytin oluşturulması hanif dinin yapılaşması ve insanların bu oluşanlardan(meyvelerinden) beslenmesi, ilerlemesi..

Allah ibrahimin duasını kabul etmiş ve rahmetinin tecellisi olarak Rabbin(eğiten, öğreten) ayetlerini okuyan resuller gelmiş insanlığa kitabı ve hikmeti öğretmişlerdir, temizlenme ve arınma yolunu açmışlardır.

Resuller Rabbin ayetlerini okuyarak insanların anlayacağı seviyeye indirerek kelam halinde sunmuşlar kelimelere dökmüşlerdir. Allah kelamı dediğimiz şey aslında; resullerin yaratılışı, yaratıcının ayetlerini okuyarak yaratıcının varlığından ve birliğinden insanları haberdar etmesi, uyarması, öğüt vermesi şeklinde hadis ve hadiselerden zuhur etmiş şerefli elçilerin Allah adına söyledikleri sözleridir.

Allahın konuşması; yaratmasıdır, Allah bir şeye ol der ve oluşum başlar!

Bizim gibi herhangi bir insan Allahın ayetlerini doğru direk olarak okuyamıyor, bu yetenek veya görev Allahın seçtiği kulların, İbrahimin milleti, soyunun görevi olduğu bakara 129- 130 da açıkca yazıyor zaten.

Biz kendi kafamıza göre veya birilerin sözde din adamlarının demesine göre her şey, Allahın tüm ayetlerinin okunması, kelam edilmesi kuranın içindedir, yani tüm mesajları, ayetleri Muhammet Resul okumuştur diye kabul etmemiz ve sınırlandırmamız ne kadar doğrudur? (bakara 129 da geçen İbrahim milletinden yüz çevirmek ne anlamdadır?)

Resullerden bize kalan en büyük miras, bıraktıkları okudukları kelamlardır, bu sözleri de yanındakiler toplayabildikleri kadar toplamış musaf haline getirmişlerdir. Elimize aldığımız Kuran’da bu şekilde ortaya çıkmıştır.

Resulleri biz görmedik, onların devirlerinde de yaşamadık, elimizde kalan bıraktıkları okuduklarının toplandığı kitaplar ve devam ettirilen semboller ve şekillerdir.

Bu dünyadaki sınavımız da neyin ne olduğunu anlayıp, mücadele edip, doğru yolu bulmak ve o yolda ilerlemek üzerinedir.

Allaha iki yol gider birisi rahmani, biriside şeytanidir, her iki yoldakilerde şüphesiz Allaha döndürülecektir.

Bize resullerin bıraktıkları ise neyin ne olduğunu anlamak için rehberdir, bilgi kaynağıdır.

Kelamları anlayacak olan akıldır, belli bir akıl seviyesinde ve bilgi birikiminde ancak söylenenleri doğru bir şekilde anlamaya başlarız, evrensel olanın ne olduğunu da bu süreçte keşfederiz diye düşünüyorum.

Her şey hazır, tüm bilgiler ortaya serilmiş, tüm yollar gözükür vaziyette olsaydı ve kuranda tüm bunlar açıklanmış olsaydı, bizim bu kadar mücadele etmemize, neyin ne olduğunu anlamaya çalışmamıza gerek kalmazdı, islam alemide bu durumda cahil kalmazdı.

Herşeyin aslı yaşamın içindedir, kuranın içinde olanlar uyarıdır, rehberdir, hidayet kaynağıdır, asla ulaşmak için verilen ön bilgilerdir.

Apaçık kitap bizim burnumuzun dibinde, Allah bize şah damarımızdan daha yakın ama, bizim okumamız olmadığı ve yeterli bilgi birikimine sahip olamadığımız için çoğu şeyi şuan anlayamıyoruz, geniş bir çerçeveden durumu değerlendirebilmek gerekir diye düşünüyorum.

Kitabı abdest almayanlar(temizlenip arınmayanlar) okuyamaz, yani yetersiz bilgiyle, akıl seviyesiyle doğru bilgiye anlayışa ulaşamayız, noksanlıkları tamamlamak bir hayat boyu sürecek yolculuktur. Gece yolculuğu sonunda aydınlığa ulaşmak ta var, karanlıklar içinde kalmakta.

Hayatta yapılan bir çok yanlış, binlercesi bir doğruyu ortaya çıkarmak içindir. Biz farkında olmadan yanlışın içinde de olabiliriz. Yaptığımız tüm yanlışlar sonucu elde etttiğimiz tecrübeler bizi doğruya, doğru bilgiye ve olgunluğa ulaştırırsa, ne mutlu.

khaos
19. February 2014, 07:21 PM
Halil abicim aleyküm selam,
emeğinize yüreğinize sağlık

Güncelleme ile ne demek istediğinizi anladım.Kafamdaki bir çok soru işareti sayenizde uçup gitti.Bu konu forumun başka bir yerinde başka bir başlıkta daha önce açılmışmıydı bilmiyorum.Bunu bilmemek benim ayıbım.Ama o kadar önemliki yazdıklarınız bence herhangi bir konunun satır arasında kaybolacak türden değil.
Günümüz dünyasında zikr in anlaşılabilirliği açısından bir aydın olarak yazdıklarınız çok önemli.Bu mevzu önemine binaen yeni bir başlıkta daha çok müslümana ulaştırılmalı diye düşünüyorum.

khaos
19. February 2014, 07:25 PM
Sanırım anlatabilmişimdir.

böyle güzel anlatımla insan herşeyi anlar sevgili dostum

galipyetkin
22. February 2014, 02:49 PM
Tahrim Suresi 1-5 ayetlerinde yazılı "EŞLER sizler için ne ifade etmekte acaba?

Eğer "karı" derseniz Peygamberin çok eşli olduğunu kabul etmişsiniz demektir. Eğer Peygamber'i tek eşli kabul ediyorsanız, burada geçen "eşler", bilhassa 4. ayetteki "iki eş" kimlerdir?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin
6. March 2014, 02:40 PM
Birazcık olsun gazetelerin ekonomi sayfalarına bakan bir kişi iseniz şu ibareye muhakkak rastlamışsınızdır:

Şirket EVLİLİKLERİ, NİKAH tazelemeleri
veya,
bir oyunda tarafların "EŞ"leşimesi,
veya,
bir turnuvada takımların "EŞ"leşerek bir amaç, ortak bir gaye için birleşmeleri, bir araya gelmeleri halinde bizim şu anda anladığımız manâda evlilik birliği, karı koca münasebeti asla aklımıza gelmiyor.

Peygamberimizin Hatice ve Ayşe dışındaki eşleri ile münasebeti de belirttiğimiz mânâda karı-koca ilişkisi dışı bir amaca yönelik birliktelik ilişkisi gösteriyor olamaz mı?

Saygılarımla
Galip Yetkin.

galipyetkin
12. March 2014, 01:12 PM
Sayın Hasan Akçay'ın evelce yapmış olduğu Ahzab Suresi çeviri-yorumundan bir bölüm aktarayım.

11. bölümde -ki başlığı "kendisiyle cinsel ilişkide bulunmadığınız eşiniz"- 49. ayetin çeviri yorumunu yapmış. Akçay'ın çevirisi şöyle: "İnananlar! Evlendiğiniz kadınları cinsel ilişkide bulunmadan boşarsanız, sayacağınız bir bekleme süresi yoktur. Geçimliklerini verip güzelce bırakın"

Diyanet ise 33/49. ayeti şu şekilde çevirmiş: "Ey iman edenler! Mümin kadınları nikâhlayıp, sonra onlara dokunmadan (cinsel ilişkide bulunmadan) kendilerini boşadığınızda, onlar üzerinde sizin sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur. Bu durumda onlara mut'a verin ve kendilerini güzel bir şekilde bırakın".

İki çeviriye baktığıumızda Hasan Akçay direk olarak "cinsel ilişki"yi ayete yerleştirmiş, Diyanet ise öyle zannettiği için parantez içine almiş.

Biz ise buranın ".... planlanan şekilde kullanılmadan/görevlendirilmeden ..." diye çevrilmesinden yanayız.

Hasan Akçay'a devam edelim:
"Konu: Bir adamın cinsel ilişkide bulunmadan eşinden ayrılması. Yani nikah var; cinsel ilişki yok. Dolayısı ile ayet açıkça gösteriyor ki "NİKÂH BAŞKA, CİNSEL İLİŞKİ BAŞKADIR". Bundan iki sonuç çıkar:
l- MÜMİNLER CİNSEL İLİŞKİNİN DIŞINDA BİR AMAÇLA DA EVLENEBİLİRLER. Örneğin çaresiz birini eş alıp korumak için, eşin akrabalarından siyaseten yararlanmak için, ahir ömürde bir can yoldaşı edinmek için ..........vs. İslam buna izin veriyor. ............
2-.............

************************


Başka bir siteden bir arkadaşın görüşü de şöyle:

Nikâh: "Nikâh denilen şey, hayr ya da ihsan içerikli amel olmak kaydıyla bir şeyin sorumluluğunu kısmen ya da tamamen üzerimize alma ya da birinin üzerine vermedir. Bu nikâhın genel tanımıdır.

İki tür nikâh vardır:
a)Zevcelenme içerikli nikâh:33/37."Hani sen, Allah'ın üzerine in'amda bulunduğu ve senin de kendisine in'amda bulunduğun kimseye: "Eşini nikâhında tut ve Allah'tan korun" diyordun. Allah'ın açığa çıkaracağı şeyi düşüncende gizliyordun ve insanlardan endişeliydin Allah, kendisinden endişe etmene daha lâyıktır! Zeyt ondan boşanınca, onu seninle biz evlendirdik ki; evlatlıklarının eşlerinde, onlarla ilişkiyi bitirdiklerinde, iman edenler için bir zorluk-engel olmasın.... Allah'ın hükmü yerine gelmiştir".

Zevcelenme içerikli(33/37) nikâhta sorumluluğu üzerine alınan eşya, nesne ya da canlının (kadın-erkek dahil) giderlerini, ihtiyaçlarını karşılamak zorunludur.
Örnek: Şu anda iş yerine 4 kalifiye bayan elemen gerekli ve aldın. Bahçenin bakımı için bir bahçevana ihtiyaç var; onu da aldın. Ayrıca evinde yatılı bir bayan yardımcıya ihtiyacın var, onu da aldın. Bütün bunların sorumluluğu (maaş, sigorta,yemek vs...) senin üzerindedir.
Peygamber de 33/37'de Zeyd'in eşi ile zevcelenme şeklinde nikâhlanır; amaç bu kadınla "cinsel ilişki" kurmak değildir. Normal bir insan olarak, veya din başkanı peygamber olarak veyahut da devlet başkanı olarak ilişkili bazı işlerinde kullanmak içindir.

b)Hicec(hacc) içerikli nikâh:28/27."(Şuayb Musa'ya) dedi ki "Ben, sekiz (sene) hacc bana çalışman karşılığında şu iki kızımdan birini sana nikâhlamayı diliyorum... Eğer on (seneye) hacca tamamlarsan, senin derûnunun getirisidir. Sana zorluk vermek istemem... İnşallah beni salihlerden bulacaksın."

Eğer bir kadınla ya da kızla "cinsel amaçlı" nikâhlanmak istiyorsan bunun adı 28/27'de geçen "hicec içerikli" nikâhtır. Bu da "TEK EŞLİLİĞİN" göstergesidir.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

khaos
13. March 2014, 09:26 PM
her şey bir yana evlilik demirden leblebi...

galipyetkin
14. March 2014, 10:09 PM
Önce Yukarıda alıntıladığımız 28/27. ayette geçen "sene" ifadesini açıklamak gerekir. Sayın Hasan Akçay "yaz ve kış" olmak üzere senede iki kez ticari hac yapılmakta idi" diye doğru olarak bir açıklama yaparak meallerde, Kur'an'da geçen "hac" yerine yazılan sene ifadesinin yanıltıcı olduğunu bu nedenle de "sene" ifadesi kullanılacaksa "sekiz değil dört sene", "on sene değil beş sene" olarak kullanılması gerekir demektedir.


Sayın Akçay'ın eserinden 12/2. bölümü aktarıyorum.

"Çok eşliliğin zulüm olduğunu 4/23'te Allah söylüyor: "İki kız kardeşi bir arada eş almanız yasaktır". Kız kardeş Araf Suresi'nde "Yoldaş" anlamını verir; burada da kullanılabilir (ve şöyle yazılabilir): "İki yoldaş'ı bir arada eş almanız yasaktır."

Burada bir problem daha var. Burada anlatılmak istenen "aynı yolun yolcusu" yani "yoldaş" olmaları mı, yoksa iki kız kardeş arasında "kan bağı" olması mı? Yoksa her ikisi birden mi?

Zulüm olduğu için yasaklanan, kız kardeşlerin (yoldaşların) bir arada eş alınmasıdır; yani "çok eşlilik".

Çok eşliliğin adaletsizlik anlamında zulüm olduğunu istisnasız bütün müfessirler de söylüyor. Örneğin Elmalı'nın 4/3 yorumu şöyle: ".... ve eğer birden fazla kadınlar arasında adalet yapamayacağınızdan korkarsanız-ki korkmalısınız-....."(ki asla adil olamazsınız)

Buna rağmen Kalkıp 4/3'te Allah'ın çok eşli evliliği caiz kıldığını öne sürüyorlar. Bunda bir çarpıklık yok mu?

Peygamber'in (anlatılan) çok evliliğinde bir çarpıklık yok mu?

Yani Allah zulüm eder mi?

-HAYIR.

Allah insanlara zulmetmez, onlar kendi kendilerine zulmediyor(10/44)."

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Boynumun sağ tarafındaki damarına bir müddet evvel "sten" taktırmıştım. Şimdi de sol taraftaki damara acil müdahele gerektiğinden damardan ameliyat için yarın hastaneye yatacağım ve bu nedenle de bir müddet, belki de hiç yazamayacağım. Hiç yazmadığımı fark edip de beni hatırlayan olursa, bilmeden kırdıklarım oldu ise beni affetsin.
Saygı ve sevgi ile.
Galip Yetkin

khaos
14. March 2014, 11:33 PM
Galip abicim çok geçmiş olsun.Umarım çok başarılı bir operasyon olur ve sağlığına bir an önce kavuşursun. Yazılarınızı tekrardan sabırsızlıkla bekliyor olacağım.Senden öğreneceğimiz çok şey var.
dualarımız seninle
Allah yardımcın olsun.

mustafabey
15. March 2014, 01:14 AM
Geçmiş olsun saygıdeğer Galip YETKİN ağabeyimiz.

İnşallah en kısa zamanda sağlığınıza kavuşursunuz, khaos kardeşimizin dediği gibi sizden öğreneceğimiz, paylaşacağımız çok şey var.

Allah şifa versin.

galipyetkin
15. March 2014, 09:17 AM
(Gitmeden önce şu kısmı da yazmak şart.)

Sayın Hasan Akçay'dan aktarmaya devam: Bölüm 12/3: Çok eşlilikle malul uyduruk dini kimse ciddiye almaz.

Şu iki ayete bakın: (4/20 ve 33/52). (Evet Kitabı alın ,önünüze açın ve burayı okurken verilen ayetleri de okuyun) Biri "eşinizi bırakıp başka kadınlar alabilirsiniz" diyor; öteki "alamazsınız". Neden?

4/20: "EŞİNİZin yerine başka bir eş almak isterseniz"

33/52: "EŞLERİNİZİ başka kadınlarla değiştirmeniz de yasaktır"

Çünkü 4/20'de "eş" tekil. Bu ayet "tek eşli" adamlara sesleniyor. 33/52'de ise "eşler" çoğul ve ayet cahiliyeden gelen "çok eşli" kişilere sesleniyor.

Tek eşli biri eşini bırakırsa bekâr olur; (isterse tekrar) evlenmek onun elbette hakkıdır.

Oysa "çok eşli" biri, "bir eşini" bırakınca da evlidir; ve onun (tekrar) evlenmesi "eş üstüne eş almak"tır. Allah buna izin vermiyor! Bu kadar açık. Allah'ın dininde "eş üstüne eş almak" haramdır.

Ama İslam'ın sözde uleması "tercih-mercih" lafları geveleyip "haram"ı sulandırıyor. Mesela Muhammed Esed (Kur'an Mesajı adlı kitabı): -bir kadının yerine başka bir kadın alınması, Kur'an'ın tek eşli evliliğin daha "tercihe şayan" olduğu şeklindeki görüşüne açık bir işarettir.

Oysa çok iyi biliyorlar ki Allah'ın elçisi Rab'binin bu haram emrine hep uymuş, bir daha evlenip de " eş üstüne eş" almamıştır. Yoksa Rab'bine baş kaldırmış olacağı için peygamberlikten atılırdı. Kafir olarak ölürdü ve o büyük gündeki cezayı hak ederdi.

Hem yalnızca o değil, diğer çok eşliler de: "Bizimle buluşmayı beklemeyenlere apaçık ayetlerimiz okununca şöyle derler: Bize başka bir Kur'an getir ya da bunda değişiklik yap." De ki: "O'nu ben değiştiremem. Bana ne vahiy edilirse ona uyarım; yoksa Rab'bime baş kaldırırsam o büyük günün azabından korkarım".(10/15)

Ama bütün bu kesin gerçeğe rağmen ............. Güzelim İslâm (bazılarının) sayelerinde ciddiyetten uzak bir "Erkekler Klübü" olup çıkmış.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Hasan Akçay
15. March 2014, 12:47 PM
Galip kardesim, tamam önce saglik. Kendinize dikkat edin ve insallah en kisa zamanda sagliniza kavusun ama nolur gitmeyin. Insan tedavi esnasinda da yasiyor. Dogru olduguna inandiginiz görüslerinizi yazarak yasayin.

*

Bu vesileyle,
33:52'deki "isitisna ifadesi"ni
ilgilenenlere sorabilir miyim:

Bundan sonra kadinlar sana helal degil. Onlari güzel bulsan bile eslerinle degistirmen de. Ama "yeminin kimlere sahipse onlar" baska.

Muhammed nebinin
"yemini kimlere sahipse onlar"
geleneksel kabule göre
onun "cariyeler"i yani "disi köleleri"dir.

Bunun dogru olmasi mümkün mü?

Hasan Akçay
16. March 2014, 05:05 AM
Geleneksel kabul
örnekleri

Elmalili:

Ancak elinin altinda bulunan cariyeler hariç.
Çünkü onlar helal...

Mevdudi:

Bu ayet, nikahli hanimlarinin yanisira bir kimseye neden cariyeleriyle de cinsel iliski kurma izninin verildigini ve neden bunlarin sayisinda bir SINIRLAMA olmadigini açiklamaktadir.

Hakki Yilmaz:

Bundan sonra kadınlar ve bunları başka kadınlar ile değiştirmek –güzellikleri hoşuna gitse bile– sana helâl olmaz. Ancak yemininin mâlik olduğu [harp esiri olup da senin himâyene verilen] (kadin, HA) başka, (onu nikâhlayabilirsin. Allah, her şeyi gözetleyip denetleyendir.

Hasan Akcay:

Kusura bakmayin,
cariyelerinizle "nikahsiz iliski"de bulunarak zina etmenizi ve
himayeniz altindaki kadinlari "mevcut eslerinizin üzerine es" almanizi
caiz ilan eden bu zevat
nazik bir üslubu hak etmiyor:

En akillisi deli bekir,
onu da mazhar osmanda yatir.

Örnegin Hakki Yilmaz'in
altini çizdigim "himâyene verilen kadin" ifadesi
saçma.

Dogrusu:

Yeminin kime sahipse onlar yani
senin yemin nikahli eslerin.

Muhammed nebi onlarin "yemin (sözlü?) nikah"ini yazili hale getirebilir. Ona verilen izin bu.

Yoksa
Muhammed nebi dahil
hiç bir mümin

"Bundan sonra kadinlar sana helal degil; onlari güzel bulsan bile eslerinle degistirmen de helal degil!" diyerek
es üstüne es almayi yasaklayan Allah'a inat

himayesine verilen
esireleri
mevcut eslerinin üzerine
es alamaz.

Kanit:
Ahzâb 50, Mü'minûn 6, Me'âric 30.

Bu ayetlerde

"yeminleriniz kime sahipse onlar"in
nikahli esler oldugu belirtiliyor;

cariyeler degil,
himaye altina alinanlar degil.

Hasan Akçay
18. March 2014, 12:42 PM
Konumuz
Ahzâb 50-52'de sözü edilen
mâ meleket yemînuh;
nebinin yemini kimlere sahipse onlar.

Iki soru:

1:"Yemini kimlere sahipse onlar"la nebinin nikahsiz iliskide bulunmasi helal miydi? Dolaysiyla müminlerin "yeminleri kimlere shipse onlar"la nikahsiz iliskide bulunmalari helal midir?

2.Allah Ahzâb 52'de "Bundan sonra kadinlar sana helal degil; onlari güzel bulsan bile eslerinle degistirmen de helal degil!" diyerek es üstüne es almayi yasakliyor.

Bu yasagi getiren Allah'a inat
nebi
"yemini kimlere sahipse onlar"i
eslerinin üzerine es aldi mi?

Ahzâb 50

Ey nebi,
sana su kadinlari helal kildik:

1.kendilerine mehir vererek edindigin eslerin,
2.Allah'in sana savasta verdiklerinden senin yeminin kimlere sahipse onlar,
3.akrabalarinin seninle göç eden kizlari,
4.nebinin de nikahina almayi istemesi sartiyla kendisini nebiye hibe eden inanmis kadin...

a.efâallâh... Allah'in savasta verdikleri, "esireler"dir.
b.mimmâ... nebinin yemini kendisine verilen esirelerden yalnizca bir kismina sahiptir, hepsine degil.
c.ahlelna... "helal kidik" bu dört sinif kadinin hesini kapsiyor.

Yani nebinin mehir ödeyerek edindigi esleri elbet ona nikahli olduklari için ona helal idiler.

Tipki
bunun gibi

nebiyle göç eden akraba kizlari da ona nikahli olmalari sartiyla ona helal idiler,
ve nebinin yemini kimlere sahipse onlar nebiye nikahli olmalari sartiyla ona helal idiler.

Çünkü
"helal kildik" hepsini kapsiyor.

"Helal" kadin
nikah ile
edinilendir.

Nebi nikasiz iliskide bulunmadi.

Ahzâb 52'den sonra ise
asla
es üstüne es te almadi.

Hasan Akçay
20. March 2014, 05:24 PM
Hakki Yilmaz'a göre Ahzâb 52:

Bundan sonra kadınlar ve bunları başka kadınlar ile değiştirmek –güzellikleri hoşuna gitse bile– sana helâl olmaz. Ancak yemininin mâlik olduğu [harp esiri olup da senin himâyene verilen] başka, (onu nikâhlayabilirsin). Allah, her şeyi gözetleyip denetleyendir.

Bu çeviride kafa karistiran hususlar var:

1.
"yemininin malik oldugu"nun Arapça metindeki karsiligi olan
mâ meleket yemînuk
"harb esiri olup senin himayene verilen kadin"dir.

Yüce Allah
nebisine

"Iste onu nikahlayabilirsin!" diyormus.

Görüldügü üzere
çevirideki o, yalnizca 1 (bir) kadini temsil ediyor.

Oysa

"mâ meleket yemînuk"teki "mâ"da sayi kavrami yok. Sayi tek te olabilir çok ta. Yani sözü edilenin yalnizca 1 (bir) kadin oldugu, Allah'in hükmü degil Hakki Yilmaz'in görüsüdür.

Öte yandan
Kur'an'daki bütün "mâ meleket yemînuk/eymânukum..." istisnasiz çoguldur.

Örnegin
Nisâ 3:

Yetimlerin haklarini gözetemeyeceginizden korkuyorsaniz size temiz kilinan kadinlarin ikiserini ve üçerini ve dörderini nikahlayin ama adil olamayacaginizdan korkuyorsaniz yalnizca birini ya da "mâ meleket eymânukum"u (yeminleriniz kimlere sahipse onlari)...

2.
Harp esiri olup ta nebinin himayesine verilen kadinlar yalnizca fetih öncesine ait Bedir misillu 1 (bir) tek savasin degil, örnegin fetih sonrasina ait Huneyn dahil, her savasin konusudur.

Yani girisi sürekli açik o yolun. O yüzden harp esiri olarak nebiye verilen o kadin bir türlü tükenmeyecek ve eger Hakki Yalmaz'in öne sürdügü üzere nebi onu nikahlayabilir ise nikahlama her savasta yapilabilecek; Allah'in "bundan sonra kadinlar sana helal degildir" anlamindaki buyrugu hükümden düsecektir.

Allah'in o buyrugu hükümden düsmüs müdür sahiden?

Allah'in
Kur'an'daki buyruklari
hükümden düser mi?

Hasan Akçay
22. March 2014, 10:20 AM
Lâ yahıllu leken nisâu min ba’du ve lâ en tebeddele bihinne min ezvâcin ve lev a’cebeke husnuhunne illâ mâ meleket yemînuk…

Su andan itibaren
mevcut eslerinin disindaki kadinlar
sana helal degil.

Onlari
güzel bulsan bile
mevcut eslerinle degistirmen de
helal degil.

Ancak
yeminin kime malikse onlar
baska.

Ne anliyoruz?

"Yeminin kime malikse onlar"i
mevcut eslerinle degistirebilirsin.

Bu nasil olacak?

1.Güzellikleri hosuna giden baska kadinlari eslerinle degistirmen dahi haram olduguna göre mevcut eslerinin disindaki kadinlar sana kesinlikle haramdir. Bunun istisnasi olmaz. Yoksa o istisna, haram hükmünü geçersiz kilar.

Örnegin Hakki Yilmaz'in ürettigi istisna:

"savas esiri olup ta
senin himayene verilen"
kadin/kadinlar.

Savaslar oldugu sürece, sonu gelmez üretilen bu istisnanin.

Sonu gelmeyen istisna,
haram hükmünü
elbet geçersiz kilar.

2.Yeminin kime malikse onlar sana bundan önce helaldi (33:50), bundan sonra da helal (33:52). Çünkü onlar da senin ailen, nikahli eslerin. Ne var ki, nikahin türü açisindan, mehir ödeyerek edindigin eslerinden ayrilirlar.

Örnegin mehir ödeyerek aldigin eslerin senin ''YAZILI nikah''in altindadir, yeminin kime sahipse onlar ise yemin denen SÖZLÜ nikah'in altinda.

3.Bundan sonra "yeminin kime malikse onlar"i, ''yemin nikahi''ni YAZILI nikah haline getirerek, yazili nikahin altindaki eslerinle degistirebilirsin. O kadar. Baska kadinlari eslerinle degistirme yasaginin -lâ yahillu leke en tebeddele bihinn- istisnasi budur.

Bundan sonra ailenin disindan kadin alamazsin.

Hasan Akçay
23. March 2014, 08:57 AM
Aorskaya (http://www.hanifler.com/showthread.php?p=14692):

Halbuki kuranda geçen köle ve cariye! deyimleriyle kastedilen, müslümanlara karşı savaşan ve savaşta esir düşen erkek ve kadınları anlatmaktadır.

Kur’an öyle bir sey anlatmiyor, kardes. Lütfen!

Köleler (Nûr 32).: ibad-عباد, imâ-اما
Esirler (Enfâl 67): esra-اسري

Kuran köleye köle der, esire esir. Müslümanlara karsi savasan ve esir düsen erkekler ve kadinlar esirdir, köle degil.

Bakin
Kur’an bunu nasil dile getiriyor
(Muhammed 4):

Kafirlerle karsilastiginizda vurun o boyunlari, ta ki onlari dize getirinceye kadar. Iste o zaman baglari saglam atin. Sonra savas agirliklarini atincaya kadar ya iyilik ya fidye...

fe immâ mennen ba’du ve immâ fidâen hattâ tedaal harbu evzârehâ.

Bu kadar
açik ve net.

Size saldiran kafirler yenilip dize geldiklerinde atesi kesip onlari teslim alacaksiniz. Ve kaçmalarina engel olmak için SIKI muhafaza edeceksiniz. Yoksa kaçar, toparlanir, yine saldirirlar.

Iste onlar sizin
esirlerinizdir;
asla
köleleriniz degil.

Ateskes denen geçici baris anlasmasindan sonra
savas agirliklarini atincaya yani sürekli baris anlasmasi imzalanincaya kadar

esirlerinizi

ya karsiliksiz (fe immâ mennen)
ya da fidye ile (ve immâ fidâen)

salivereceksiniz.

Sa-li-ve-re-cek-si-niz.
Baska bir seçeneginiz yok.

Esirlerinizi alikoyup
köle yapamazsiniz.

Aslinda esirleriniz dedik ama sizin esirleriniz degil onlar; savasta aldiginiz esirleri devlete derhal teslim etmeniz hariç onlarin üzerinde hiçbir tasarruf yetkiniz yok. Yetki tamamen devlete aittir; yoksa devlet devlet olmaktan çikar.

Say ki bazi esirler devletin yetkililerine basvurdu, ''Benim artik siginacak bi evim, yanina gidecek bi kimsem yok; beni siginmaci kabul edin!'' dedi.

Kabul ederseniz bu kere de SIGINMACI olur onlar, köle degil (60:10).

Siz de devletin yetkililerine basvurup ''Ben su su su siginmacilari üstlenmek istiyorum; onlara vallahi iyi bakacagim!'' diye yemin edersiniz. Elbet yüküm senedi de imzalarsiniz.

Uygun görülürse
böylece
yemininiz malik olur onlara.

Siginmaci bir kadinin

ya
yemin nikahli esiniz olmasini saglarsiniz;
ve böylece
ona sizin yemininiz malik olur,
size de onun yemini
(33:50-52, 23:6, 70:30)

ya da
bir ya ya da daha çok siginmacinin bakimini üstlenirsiniz;
böylece
siz onlarin "hâmi"si olursunuz,
onlar sizin, bizdeki beslemeler gibi, bakimini üstlendikleriniz
(4:3, 4:24, 4:25, 24:33, 33:55...)

Yeminin kime malikse onlar -mâ meleket yemînuk iste bu. Dikkat. Özne sizin yemininizdir. Yemininiz sorumlu yapar sizi, sahip yapmaz. Ve onlar ''sahip çikilan''dir; sahip olunan degil, köle degil.

galipyetkin
23. March 2014, 01:03 PM
(Başartılı bir operasyon sonucu -şimdilik yırttık gibi gözüküyor- iyileşmeye yüz tuttuk, yine bazı ukalâlıklar yapacağım galiba)

Sayın Hasan Akçay'ı, daha evvel de defalarca okumuş olmama rağmen ibretle ve uslubunu çözmek için uğraşarak tekrar okuyorum ve bitirmesini bekliyorum. Ukalalık yapacağım ya!

Ama önce şu hususu belirtmek gerekiyor; "fidye" tanımı. Esirler asla fidye alınarak serbest bırakılmaz. Aksi insan/köle ticareti olur. Burada alınacak fidye mağlup edilen emperyalist ve kapitalist devletin haksız olarak insanların haklarına el koyarak oluşturduğu ve taraftarlarına dağıttığı servete el koyup insanları itidal seviyesine yükseltip-itidal seviyesine çekmek için alınan bir nevi, tam o manada olmasa bile, savaş tazminatı olup belirtilen "fidye" odur. Yenen devletin de zenginleşme aracı değildir. Bu hususta müteaddit kereler değindiğim şu yazıya tekrar dikkat çekmek isterim.

http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2603

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Hasan Akçay
23. March 2014, 05:28 PM
Fidye ile ilgili olarak
"http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2603"te
sunlar söyleniyor:

Esirlerden her ne nam altında olursa olsun salıverilmeleri için hiç bir şey alınamaz.

Evet. Zaten 47:4'deki "esirleri ya karsiliksiz (mennen) ya da fidye karsiligi (fidâen) saliverin!" buyrugundan anlasilan da bu. Yani esirler fidye ödemese de saliverilecek.

Esir ben olsam ödemem.

Çünkü beni esir olarak tutanlar içten mümin iseler
nasil olsa saliverecekler, fidyesiz de saliverecekler.
Allah'in buyrugu bu.

Yok, içten mümin degilseler fidyeyi alinca da salivermezler.

Bos yere
niçin
fidye vereyim!

Buna göre Allah'in 47:4'teki buyrugunu "Esirleri karsiliksiz ya da fidye karsiligi demeksizin saliverin!" diye okumak gerekiyor.

Ancak savaşa sebep olan devletten, devleti ve vatandaşlarını itidal seviyesine indirmek, itidal seviyesi üzerinde sahip oldukları fidyeyi geri almak için savaş tazminatı alınır.

Evet, dogru kavram: tazminat. Çünkü, savasi baslatip maddî manevî kayiplara neden olan devlete o kayiplari tazmin ettirmek haktir.

galipyetkin
26. March 2014, 01:49 PM
Sayın Hasan Akçay ara verdi herhalde. Ben de bu aradan faydalanıp ana konuyu aydınlatmaya yardım edecek herkese yönelik bir soru sorayım.

Sayın Hasan Akçay'ın açıklamalarına göre (diğer müfessirleri bu konuda kaale bile almıyorum), Peygamber'e şu kadınlar helâl kılınmıştır (yani iltimas mı geçilmiştir):

a)mehir ödeyerek edindiği,
b)O'na nikâhlı oldukları için,

1-Kendilerine mehir vererek edindiği eşlerin
2-Allah'ın sana savaşta verdiklerinden senin yeminin kimlere sahipse onlar (eğer evli ise ve çoluk çocuğuna dönmek istiyorsa ve esirlerin iade edilmesi kuralına rağmen mi?)
3-Akrabalarının seninle göç eden kızları.
4-nebinin de nikâhına almayı istemesi şartıyla kendisini nebiye hibe eden kadın.

Sayın Hasan Akçay benim anladığıma göre diyor ki:
"Helâl kadın(yani karı)
nikâh ile
edinilendir."



Nebiyle göç eden akraba kızları da diğer kadınlar gibi(itirazsız) O'na "mehirleri kaç kuruşsa verilmek şartıyla (beygamberin iradesiyle-metazori-) helâl idiler (yani karı idiler).

Yani "ana bir, bacı iki; gerisine ......... düüüüt; katar gibi peş peşe diz, bağla kervanın develeri gibi."

Ve "ahzab-52'den sonra ise asla eş üstüne eş (yani karı) almadı."


Hani Allah'ın adetinde ve sünnetinde bir değişiklik yoktu?......... Ahzab-52'yi indirene kadar mı?

Hani " çok eşlilik zulümdü ve Allah zulmetmezdi; Allah âdildi......... Ahzab-52'ye kadar zalim; ahzab-52'den sonra mı adil oldu?

Burada bir çarpıklık yok mu? Böyle çevirilerle biz Allah'a zulmetmiyor muyuz?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Hasan Akçay
27. March 2014, 05:24 AM
Hani çok eşlilik zulümdü ve Allah zulmetmezdi; Allah âdildi.
Ahzab-52'ye kadar zalim; ahzab-52'den sonra mı adil oldu?

Av hayvanlarinin
üreme dönemlerinde avlanmasi
zulümdür, degil mi?

Mâide 02: Size helalken avlanin.
Mâide 95: Size yasakken av hayvani öldürmeyin.

Lütfen bkz: http://www.bilgi-rehberi.com/kanunlar/kanun13167uc.html

Türkiye Cumhuriyetinin
05 Mayis 1937'de yaptigi KARA AVCILIGI KANUNU resmî gazetede
13 Mayis 1937'de yayinlandi ve yürürlüge o tarihte girdi (Madde 29).

Simdi birileri de
sizin gibi
sorsun mu:

Hani av hayvanlarinin üreme dönemlerinde avlanmasi zulümdü; hani Türkiye Cumhuriyeti zulmetmezdi? Türkiye Cumhuriyeti 1937'ye kadar zalimdi de 1937'den sonra mi adil oldu?

Bu örnegi niçin verdim?

Çünkü
laik yasalar gibi din yasalari da zulmü ortadan kaldirmak için yapilir
ama eskiye yürümezler; yürürlük "bundan sonra"dir.

O yüzden
Allah
es üstüne es almayi
Muhammed nebinin sahsinda bütün inananlara yasaklayan
Ahzâb 52'de "min ba'd-bundan sonra" der:

Bundan sonra kadinlar sana helal degil. Onlari güzel bulsan bile eslerinle degistirmen de. Ama yeminin kime sahipse onlar baska. Allah her seyi görendir.

Hasan Akçay
27. March 2014, 12:22 PM
Peygamber'e şu kadınlar helâl kılınmıştır (yani iltimas mı geçilmiştir)

Hayir, iltimas geçilmemis.

Çünkü yalnizca peygambere degil
Ahzâb 50'nin vahyedildigi anda
inanan her erkege
nikahlandigi ve kendilerine mehir verdigi kadinlar helaldir,
nikahlandigi ve yemininin malik oldugu kadinlar helaldir,
nikahlandigi kuzenleri helaldir.

Yalnizca peygambere helal kilinan tek kadin
nebinin de onu nikahina almayi istemesi sartiyla kendisini ona hibe eden kadindir.

Onun da kocalik edecek bir erkek degil hâmilik edecek bir yetkili aradigi açik ve net. Yoksa erkek arayan bir kadin zaten bir sürü esi olan ve o bir sürü esin ihtiyaçlarini karsilayamayan Muhammed'e (33:28-29) kendisini niye hibe etsin? Gider bekar bir erkege hibe eder; onunla evlenir.

O kadin yalnizca peygambere helaldir çünkü peygamber o anda devlettir. Islam devleti yeni yeni kuruluyor. Henüz peygamberden baska devleti temsil eden hiç bir kurum ya da kisi yok. O kadin, devlete siginiyor; kocaya varmiyor.

Allah'ın sana savaşta verdiklerinden senin yeminin kimlere sahipse onlar (eğer evli ise ve çoluk çocuğuna dönmek istiyorsa ve esirlerin iade edilmesi kuralına rağmen mi?)

Hayir, asla o kurala ragmen degil. Peygambere helal kilinan kadinlardan söz ediyoruz. Helal demek ona nikahlanmis demek. Nikah, evlenmekte olan kadinin taniklarin önünde "Muhammed'i kocaliga kabul ediyorum" demesi ile gerçek olur. Rizasiz nikah olmaz.

eğer evli ise ve çoluk çocuğuna dönmek istiyorsa...

Muhammed nebiye helal kilinan kadinlarin arasinda baskasiyla evli kadin yok.
Siz Ahzâb 50'yi Nisâ 24 ile karistiriyor olmayasiniz?

Isterseniz söyle yapabiliriz. Siz Nisâ 24'ten ne anladiginizi lütfen belirtin. Ayni seyi anliyorsak sorun yok ama farkli seyler anliyorsak müzakere edelim.

galipyetkin
28. March 2014, 03:11 PM
Sayın Hasan Akçay ve ben........, yani müzakere...., ben ve Hasan Akçay ......

Yok!
Olmaz!

Bir sitede Hasan Akçay ile Sayın Haktansapmaz salat üzerine bir müzakere yapmışlardı da netice alınamadan 1.000._(bin) sayfa sürmüştü.

Yok......., yok........ Müzakere filân......, ben ı-ııh.

Ben nikâh, evlilik, eş gibi terimlerin kullanıldığı her yerde, her zaman cinsel içerikli birlikteliğin varlığını değil de, genellikle, karşılıklı birbirlerinin eksikliklerini tamamlayıcı iş ortaklığı, karşılıklı olarak yüklerini-sorumluluklarını-ihtiyaçlarını sırtlamak, karşılıklı olarak birbirlerine yardım etmek, SALAT ETMEK olduğunu belirttim. Misal vermek gerekirse, diyelim ki bir yetimi himaye altına aldınız/iş verdiniz; yani nikâhladınız; annesini ne yapacaksınız? Sokağa mı terk edeceksiniz?

O yetimin kadınını da (yetimin kadını değil de yalnız başına bir kadın olsa da) yanınızda- evinizde/işinizde- görevlendirip, ecir/ücreti karşılığı anlaşacaksınız yani nikâh yapacaksınız. O size hizmet edecek siz de O'na evinizde ve ailenizde bir yer de verebilirsiniz) ücret vereceksiniz. O, o ücreti alır veya almaz, kendi bileceği iş. (Peygamber dahi olsanız Ahzab-52'ye kadar ücreti-ecri karşılığı yatağa atmayacaksınız ). Nikâh kelimesi aradaki ilişkinin cinsel içerikli bir eylem ilişkisi olmadığını gösterir; biri diğerinin eksiğini kapatacaktır; karşılıklı yardımlaşma ortaya koyacaklardır; salâtı ikâme edeceklerdir.

Benim derdim bu kadar. Gerisi okuyan arkadaşların değerlendirmelerine kalıyor.

Herifler, kadıncağızları Ahzab-52'ye kadar "işte lan paran yürü nikaha, sonra bir tane daha, sonra bir........" yatağa attılar, tıpkı Türkiye Cumhuriyeti'nin 05 Mayıs 1937'de yaptığı, 13 Mayıs 1937'de resmi gazetede yayımlattığı ve yürürlüğe soktuğu "kara avcılığı kanunu"na kadar uyanmadığı gibi Allah da mı sonradan uyandı da Ahzab-52'yi indirdi?

Eeee, o zamana kadarki kadıncağızlar neden eziyet çekti? Herifler neden o zevkten mahrum bırakıldı?

Allah'ın aklı başına sonradan gelip de hayatın bir safhasında yasa koymaz ki koyduğu yasa geçmişe etki etmez diyelim. Allah her şeyi "tetematıyla" taaaa en başından tasarlamış değil midir? Allah'ın adet ve sünnetinde bir değişiklik bulamamamız da bu nedenle değil midir?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

khaos
29. March 2014, 12:52 AM
Sayın Hasan Akçay ve ben........, yani müzakere ben ve Hasan Akçay ......

Yok!
Olmaz!

Bir sitede Hasan Akçay ile Sayın Haktansapmaz salat üzerine bir müzakere yapmışlardı da netice alınamadan 1.000._(bin) sayfa sürmüştü.

Yok......., yok........ Müzakere filân, ben ı-ııh.


Galip abi
Hasan Akçay Bey le çok iyi gidiyorsunuz.Çocukluğumda radyodaki arkası yarınları bekler gibi bekliyorum ikinizin yazacaklarınızı.Lütfen devam...şeker tadında

Hasan Akçay
29. March 2014, 04:33 PM
Bir sitede Hasan Akçay ile Sayın Haktansapmaz salat üzerine bir müzakere yapmışlardı da netice alınamadan 1.000._(bin) sayfa sürmüştü. Yok......., yok........ Müzakere filân, ben ı-ııh.

Anlasilan günahim büyük. Verilen 1 000 (bin) sayfalik müzakere örneginden de anlasildigi üzerer uzun, up uzun müzakerelere dalarak Galip kardesimizi korkutup caydiriyormusum.

Bu kadar büyük günaha batmis biri olarak
artik susmam gerekiyor.

Tabii merak ta ettim, sahiden 1 000 (bin) sayfa mi diye. Hayir toplam 50 (elli) sayfa. Haktansapmaz (Abdurrahman Özlük) hocam ise müzakereye sayfa 22'de katilmis. http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=1615&PN=1&TPN=22

50 - 22 = 28. Toplam 28 sayfa.

Abdurrahman hocam sonra yasakli duruma düsmüs;
onun için iletileri
Guests
tarafindan yazilmis görünüyor.

Bu hatirlatmayi
okumak isteyenler olabilir,
orda kimin kim oldugu bilinsin
diye yaptim.

Bu arada
ASIL konumuz ne idi?

Artik ben yokum. Hosça kalin.

galipyetkin
31. March 2014, 07:57 AM
Sayın Hasan Akçay.

O konu, verdiğiniz link ile sınırlı değil. Meselâ:

http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=4546&PN=9&TPN=1

Burada bazı silinmeler, çıkartmalar yapılmasına rağmen 426 sahife daha var ki bu konuda değişik başlıklar altında birkaç yazı daha yazılı. Siz tüm sayfalarda olmasanız bile konu bütünlük itibarı ile, biraz abartılmış olsa dahi, lafın gelişi l.000-(bin) sayfa. Her ne ise .....

Bu konular, hele sizin gibi oynak bir beyin ve bakış açısına sahip biri ile müzakere edilmeye kalkışılırsa.... bitmeyen senfoni.....

"khaos" arkadaşın isteği üzere ben konuya girişecektim ki; siz pırrrr.....

Eh... Benim de tadım kaçtı.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin
12. April 2014, 01:46 PM
Bu konuda Bakara 35. ayete de dikkati çekmek gerekir.

Dikkat etmişseniz konuşma hayatında ve diğer dinler literatüründe geçen "Havva" ifadesi Kur'an'da geçmez. Kur'an'da geçen "Adem ve eşi" ifadeleridir. Bu yönde gösterilecek ayet Bakara-35. ayettir. Maalesef ki parantez içerisinde diğer dinlerin etkisinde kalarak "havva"" eklenmiştir.

Bakara-35: "Biz, Ey Adem! Sen ve EŞİN (Havva) beraberce cennete yerleşin......."

Evet "havva" ifadesi "Yahudi dininden" esinlenerek ayete ve dolayısı ile müslüman beyinlere işlenmeye çalışılmıştır.

Ayette Adem tekil olarak ifade edilmiştir. "Sen ve eşin" kelimeleri:
1- "Sen ve eşin" ifadesi, Adem'in varlığının tamamiyetini ifade eder. Yani "sen= cesedin= vücudun" ve "eşin=ruhun=canın;
2- "Eşin" kelimesi Adem gibi başkalarının haklarını çalan, Adem ile aynı zamanda yaşayan, Adem gibi hırsız takımını anlatır

1-Burada da "eş" ifadesi "karı" anlamında değildir. Yaşam fonksiyonunu yerine getirmek için birleştirilmiş iki müstakil varlık, vücut ve can. http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2616
2-Diğer anlama göre ,Adem ile dişi-erkek meslekdaş(lar)ı vardır.

Burada bizi ilgilendiren ikinci mânâdır.


Saygılarımla.
Galip Yetkin

galipyetkin
21. April 2014, 11:30 AM
Araştırma yaparken bir de şurada: http://www.kuranincelemesi.org/kadin/ma-meleket-eymanukum-un-kapsami-uzerine/#more-52, şu yazıya rastladım.


“ma meleket eymanukum” un kapsamı üzerine…
Kur'an'incelemesi

Şu ana kadar ortaya çıkan sonuç; “ma meleket eymanukum” ifadesinin genellikle "cariye" olarak çevrildiği idi. Bu çevirilerin yanlış olabileceğini ilgili ayetlerle karşılaştırmalı olarak ilgili yazılarda tartışmaya çalıştım.

Fakat tabi akla şöyle bir soru da geliyor. “Savaş esiri kadın” olarak algılayabileceğimiz durum hiç olmamış mıdır veya hiç olmayacak mıdır, yani bizim bildiğimiz cariyelik müessesesi ile alakalı Kur’an hiç mi düzenleme yapmamıştır? İşte bence tam bu noktada Allah’ın neden belirli bir kelimeyi değil de “ma meleket eymanukum” gibi bir ifadeyi kullanmış olabileceğine dair bir fikir elde ediyoruz.

Şimdi daha önce de değindiğim aşağıdaki çeviriye dikkat:

NİSA 36. Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya,ellerinizin altında bulunanlar (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez. (Diyanet Vakfı Çevirisi)

NİSA 36. Yalnız Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şeyi şerik yapmayın. Anneye, babaya, akrabalara, yetimlere, fakirlere, yakın komşulara, uzak komşulara, yol arkadaşına, garip ve yolculara, ellerinizin altındaki (köle, cariye, hizmetçi, İŞÇİ) lere de güzel muamele edin. Bilin ki Allah kendini beğenen ve övünüp duran kimseleri sevmez. (Suat Yıldırım çevirisi)

Aşağıdaki çeviriye de lütfen dikkat ediniz:

RUM 28. Allah konuyu size kendinizden misal getirerek anlatıyor. Size rızık ve servet olarak verdiğimiz şeylerde, meşrû şekilde sahip olduğunuz, (ma meleket eyman”) üzerlerinde meşrû haklarınız ve otoriteniz, kendileriyle düzgün insanî münasebetleriniz olan köleleriniz, câriyeleriniz, işyerlerinizde çalışan sözleşmeli işçileriniz içinde hiç ortağınız var mı? Servetinizi tasarrufda siz, onlarla kendinizi eşit sayar mısınız? Birbirinizden çekindiğiniz gibi, onlardan da çekinir misiniz? İşte biz, ilimle ve tecrübeyle gelişmeye devam eden aklını faydalı kullanabilen toplumlar için, Allah’ın birliğini ispatlayan delilleri, birçok konunun çözümünün işaretlerini böyle ayrıntılı açıklıyoruz.(Ahmet Tekin çevirisi)


Yukarıdaki çevirilerde parantez içlerinde “ma meleket eymanukum” ifadesine sadece “cariye” diye anlam verilmemiş, köle hatta işçi, hizmetçi anlamları verilmiş. Yani “ma meleket eymanukum” çeşitli şekillerde çevrilebiliyormuş.

Peki, kimler olabilir ma meleket eymanukum; yeminlerinizin/anlaşmalarınızın hak sahibi oldukları? (veya sağ ellerinizin sahip oldukları )

Lütfen bunu düşünürken sadece Kur’an’ın ilk nazil olduğu zaman dilimindeki şartları değil, Allah’ın mesajının evrenselliğini göz önünde bulundurarak, gelmiş ve gelecek tüm zaman dilimlerinin şartlarını hesaba katın. Yoksa, cariye olarak ilgili ayetleri açıklarken “canım, şimdi cariyelik mi kaldı, o zamanmış, o şartlarda bile bakın Allah cariyelerin haklarını korumuş” gibi bir açıklama içerisinde bulunmak zorunda kalıyorsunuz ki, bu emin olun kimseyi tatmin etmiyor.

“ma meleket eymanukum” ifadesi ile BİR SÖZLEŞME İLE ( bu sözleşme yazılı olabilir, zımni olabilir) aramızda illiyet bağı bulunan herkes kastediliyor olabilir. Yani;

İnsanın nikahlı eşi (erkeğin değil, insanın)

Çocukları

Savaş esiri olup yanında barındırdığı insanlar (erkek de olur kadın da)

İşçileri

Hizmetçileri

Sayılanların hepsi ve daha fazlası “ma meleket eymanukum” kapsamında olabilir.


Demek ki, konu ile ilgili ayetleri çevirirken ön yargı sahibi olmadan ( doğru ya da yanlış cariye konusundaki bilinçaltısal/tarihsel erkek ön yargısından bahsediyorum), bir mantıksal bütünlük içerisinde, birbiriyle çelişmeyen bir yaklaşım sergilenmeli.......

Yani mutlak olarak “ma meleket eymanukum” = şudur derseniz, ilgili sözü her yerde aynı şekilde çevirmek gerektirmez mi? Neden işin içinde cinsellik varsa cariye oluyor da cinsellik dışı bir durum varsa duruma göre köle, işçi, hizmetli vs. oluyor?

Veyahut “ma meleket eymanukum” duruma göre ,önceki ve sonraki ayetlerle ve Kuran’ın bütünselliği içinde değerlendirilerek çevrilmesi gereken bir ifade olarak mı ele alınmalı?

Şimdi konunun başındaki soruya tekrar dönersek: . “Savaş esiri kadın” olarak algılayabileceğimiz durum hiç olmamış mıdır veya hiç olmayacak mıdır, yani bizim bildiğimiz cariyelik müessesesi ile alakalı Kur’an hiç mi düzenleme yapmamıştır?

Elbette ki yapılmıştır. Nisa Suresi 23,24,25 (İbn Kesir)

23.Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, karılarınızın anaları, gerdeğe girdiğiniz karılarınızdan evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, size haram kılındı. Eğer üvey kızlarınızın anaları ile gerdeğe girmemişseniz, onlarla evlenmenizde bir vebal yoktur. Öz oğullarınızın karıları ile evlenmeniz ve iki kızkardeşi birlikte nikahlamanız da haramdır. Geçmişte olanlar artık geçmiştir. Şüphesiz ki Allah, Gafur’dur, Rahim’dir.

24.Evli kadınlarla evlenmeniz de. Sağ ellerinizin sahib oldukları müstesna. Bunlar; Allah’ın size farz kıldığı hükümlerdir. Geriye kalanları ise; zinadan kaçınıp iffetli yaşamanız şartı ile mallarınızla istemeniz size helal kılındı. Onlardan yararlandığınızın karşılığı olarak kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Kararlaştırdıktan sonra, aranızda anlaştığınız hususta size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz ki Allah, Alim, Hakim olandır.

25.Sizden; hür, inanmış kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyen kimse, inanmış genç kızlarınızdan sağ ellerinizin sahib olduklarından (alsın). Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Birbirinizdensiniz. Onlarla zinadan kaçınmaları, iffetli yaşamış ve gizli dost tutmamış olmaları halinde, velilerinin izniyle evlenin. Ve ma’ruf şekilde mehirlerini verin. Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa; onlara hür kadınlara verilen cezanın yarısı verilir. Bu; içinizden, günaha girme korkusu olanlaradır. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah, Gafur’dur, Rahim’dir.

Görüldüğü üzere burada açık bir şekilde “ma meleket eymanukum” un kimler olduğu birbiri ardına gelen ayetlerin bütünselliği içinde açıklanıyor. (tabi burada başka bir mesele var 4/25′in ilk başının çevirisi şu şekilde olsa mantık bütünlüğü daha fazla sağlanmış oluyor “Aranızdan her kim, içinde bulunduğu şartlardan dolayı hür bir mümin kadın ile evlenecek durumda değilse, onu, meşru şekilde sahip olduğunuz mümin bakirelerden biri ile evlendirin ”-m.esed çevirisi- Çünkü ayetin devamında “velilerinin izniyle” diye bir ifade var ki, eğer malik olan ben isem hangi veliden izin alacağım? )"

...................

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin
23. April 2014, 01:01 PM
Aynı siteden devam.

".............önce bir ayet ile başlamak istiyorum:
Nisa (4) – Ayet 3:

Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır. (Diyanet Vakfı Meali)

NİSA 4/3. Eğer, velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz; şayet, aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsanız bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz ile yetinmelisiniz. Doğru yoldan sapmamanız için en uygunu budur. (Diyanet İşleri Meali)

Ayeti böyle mealinden hem de parantezleri ile birlikte okuyunca neler anlıyoruz neler?

-Erkekler velisi olduğu yetim kızlarla evlenebilir..
-Haksızlık yapmaktan korkuyorsa, dörde kadar başka kadınlarla evlenebilir.
-Yine mi haksızlık yapmaktan korkuyorsunuz? O halde cariyelerinizle YETİNİNİZ…


Şimdi hemen çeviriyi mantık süzgecinden bir geçiriverelim:

Diyelim ki benim 8 tane cariyem var, herbiri de dünyalar güzeli siz deyin Victoria Secret güzelleri gibi falan… Bir de evde yetim bir kız çocuğu var…Gün geliyor şu kız çocuğuyla ben bir evlensem diyorum… Sonra karar veremiyorum, haksızlık yapmayayım en iyisi 4 tane kadın alayım diyorsun… Yok bir türlü haksızlık yapmak vesvesesinden kurulamıyorsun, “eh diyorsun ne yapayım, benim Victoria Secret güzelleriyle YETİNEYİM bari…

Bu nasıl yetinmek? Yetinmek????? Burada hata kod kelimesi : YETİNMEK

Bence çevirilerde sistematik bir hata olduğu konusunda hemen sinyal veriyor mantık….

Eh o zaman araştırmamızı biraz derinleştirelim..Hemen bir önceki ayete bakalım:


Yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak (kendi malınızmış gibi) yemeyin; çünkü bu, büyük bir günahtır. (Diyanet Vakfı Meali)

Yetimlere mallarını verin, temizi verip murdarı almayın, onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü böyle yapmanız gerçekten büyük bir günahtır. (Suat Yıldırım çevirisi)

Evet.Önceki ayet yetimlerden bahsediyormuş… Yetim haklarından… O halde buradaki anahtar kelimemiz YETİM… Peki hemen dikkatimi çekti, neden 2. ayette yetim de sonraki ayette “yetim kızlar”?

İşte bu çeviriler beni oldukça huzursuz etti, kaldı ki 4/3. ayeti bu şekilde anlayıp uygulandığı tarihsel bir süreç de vardı…Bakın şu ana kadar herhangi bir Arapça gramer bilgisi gereksinimim olmadı…Yalnızca biraz muhakeme yaptım..

Şimdi biraz işin içine Arapça katalım.. Bakalım ayette geçen yetim = yetim kız mıymış?

“YETÂMÂ: “Nedîm ve nedâmâ” gibi yetîmin çoğuludur. Veya çoğulunun çoğuludur. “Yetîm” yalnız kalma mânâsına “yetem” den alınmıştır. Nitekim eşsiz inciye “dürr-i yetim” (sedefinde tek olan inci) denilir. İşte bu yalnız kalma mânâsı düşüncesi ile babası vefat etmiş olana yetim denilmiştir ki böyle yetim kalmağa da nın ötresi ile “yütm” denilir. Bundan dolayı, lugat bakımından bu ismin hakkı gerek küçüğe ve ge r ek büyüğe denilebilmesidir. Çünkü babadan yalnız kalma mânâsı kalıcıdır. Fakat örfe göre henüz kendini kurtaracak çağa ermemiş bulunanlara aittir. Bu yönden “yetim” kelimesi bir zayıflık ve özellikle akıl zayıflığı ve fikir noksanlığı mânâsı ile de ilgili d ir. Ve bundan dolayı erginlikten sonra bile rüşdünü bulamayanlar üzerinde yetim ismi, lügat ve örf açısından kalıcı olabileceği gibi, kocasından yalnız kalan kadınlara da yetim denilir” (Elmalılı)

Demek ki, ayeti “yetim kızlar” hatta “velisi olduğunuz yetim kızlar” diye çevirmek zorunda değillermiş…

Ve sizce Arapça’da neden dul kadınlara yetim denmiş olabilir? Acaba çocuklarından dolayı olmasın? Başka bir deyişle çocukları olmayan dul kadınlara da yetim denmiyor olmasın?

Şimdi söyler misiniz, hangi çeviri daha mantıklı? Yetim kızlar mı, yoksa kocası ölmüş dul kadınlar mı?

Bir de ayetin sonunda geçen cariye meselesine de girersek sonunda karşımıza bambaşka bir mesele çıkacak… Hazır olun… Muhtelif çevirilerde benim tespit edebildiğim şekilde tam 13 ila 15 kez kullanılan bu kelime orjinalinde hiç geçmiyor… Evet yanlış duymadınız böyle bir kelime yok…

Peki nereden çıktı bu cariye kelimesi çevirilerde? Genellikle “ma meleket eymanühüm” ifadesi çoğunlukla parantez içerisinde cariye olarak çevrilmiş. Türkçeye ”sağ ellerinizin sahip oldukları” şeklinde çevrilen bu ifade çoğu çevirilerde doğrudan Kur’an’da hiç kullanılmayan bir kelime olan “cariye kelimesi ile anlamlandırılmış…
Arapça bilmediğimi blogumda “neden böyle bir blog” kısmında ifade ettim. Sadece Kur’an’ı yüzünden okumasını biliyorum. Yani kelimeleri rahatlıkla tanıyabiliyorum ve elimin altında da internet ve bilgisayar gibi bir imkan var.. Hangi kelime ne anlama geliyormuş, kökeni neymiş, ne anlamlarda kullanılagelmiş, bazen zor olsa da şükür bulabiliyorum…Şimdi size bir çeviri daha vereceğim. İbn Kesir çevirisi.Sonuna dikkat buyurunuz:

Eğer yetim kızların haklarını gözetemeyeceğinizden korkarsanız; size helal olan diğer kadınlardan ikişer, üçer ve dörder olmak üzere nikahlayın.Şayet aralarında adalet yapamayacağınızdan endişe ederseniz; o zaman, bir tane. Veya sağ ellerinizin sahip oldukları. Bu adaletten sapmamanıza daha uygundur.


Bakın bu çeviride Türkçe bağlaçlarla anlamlar katılmamış. Ve cariye kelimesi de kullanılmadan olduğu gibi alınmış. Bu haliyle ve cariye kelimesini unutarak bir daha okuyunuz…


Kur’an için asla “bu ayet kesin olarak bunu söyler” demek doğru değildir. Çünkü Kur’an her zamana hitap eden çok katmanlı bir anlam yapısına sahiptir. Fakat alimler “bu ayetten kesinlikle böyle bir anlam çıkmaz, böyle anlamayın hata olur” demekle mükelleftirler.

Kuran incelemesi org sitesinden

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Hasan Akçay
24. April 2014, 07:26 AM
Yazarak düsünmek
istiyorum.

Nisâ 3 (Hakki Yilmaz):

Ve eğer ki yetimleriniz konusunda hakkaniyetsizlikten korktuysanız; o takdirde sizin için hoş olan, o kadınlardan (yetimlerin kadınlarından) ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlayın. Şâyet o takdirde de adaleti gözetemeyeceğinizden korktuysanız, bir tanesini ya da yeminlerinizin sahip olduğunu nikâhlayın. Bu, hakksızlığa sapmamanız için en uygunudur.


*

Sizin için hos olan ifadesi yanlis olsa gerek çünkü evlenmek burda, sanki yalnizca siz denen erkegi ilgilendirirmis gibi, kadini DISLIYOR.

Es almak sanki manavdan karpuz almaktir. Tik tik tik... "I-IH bu hosuma gitmedi, almiyorum." Pat pat pat... "HAH bu hosuma gitti, aliyorum."

Kadinlar karpuz degildir. Hoslanma duygusuna siz nasil sahipseniz onlar da sahiptir. "Ben sizden hoslanmadim" deyip sizi reddediverirler. Ne yapacaksiniz?

Dogrusu sizin için temiz kilinan olabilir. O kadinlar "Bir babalik daha yapip beni evlendir!" diyerek evlendirme yolunu size açiveriyor, temizliyor, kisacasi kendilerini evlendirme konusunda size yetki veriyorlar.

Ayet 4'te ayni kökten gelen TIBNE var, ki bütün meallerde mal bagislamak, mal birakmak, mal vermek diye tercüme edilmis.

Zaten ayet 3'te geçen "mâ tâbe lekum"daki tâbe ayet 2'de geçen "habîs"in zit anlamlisi olan "tayyib"den geliyor yani TÂBE temiz demek.

lâ tebbeddelûl habîse bittayyib - temizi pisle degistirmeyin.

Bu,
"fenkihû"daki harekesiz "nkh"yi dogru anlamak açisindan önemli. NKH nikahlayin demek.

Soru su:

(1)Onlari, eger hosunuza giderlerse, kendinize mi nikahlayacaksiniz ya da
... onlarin herbirini, hoslanip evet dedigi, talibine mi?
(2)O kadinlar kim?


*

yetimlerin kadınlarından ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder...

Keske bu da daha açik ifade edilseydi. Yani kimdir o kadinlar; yetimlerinizin analari mi ya da yetimelerinizin bedenen ve zihnen rüste erip (4:6) KADIN olanlari mi?


*

ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder...

Bunlar paylastirma sayilari olup o kadinlarin ikisini birden, üçünü birden, dördünü birden anlamindadir. Sayin Hakki Yilmaz da açikliyor bunu.

Ayrica bkz Dücane Cundioglu'nun burada dört kadina kadar denip SINIR mi getirildigi ya da SINIRSIZ tesvik mi ifade edildigine dair açiklamasi. http://yenisafak.com.tr/arsiv/2003/eylul/27/dcundioglu.html

"İkişer, üçer, dörder" (mesnâ ve sülâse ve rubaa) deyişi 'sınırlama' (dörde kadar) anlamı içermez; tahdid ve tahsis değil bilakis teşvik ifade eder. Arapça'da "dörde kadar" demenin daha sarih yolları vardır ve açıklık gerektiren hukuk alanında böylesine kapalı bir ifadenin kullanımının ma'kul bir gerekçesi gösterilemez.

Bir diğer kullanım Fâtır 1'de geçmektedir ki bütün yorumcular orada bu deyişin çokluk ifade ettiğinde birleşmişlerdir.

Bununla ilgili
sorular:

Hangi babayigit
örnegin üç kadinla birden, üç kadinla bir arada, üç kadinla ayni anda
evlenip gerdege girebilir?

Kaldi ki bir erkegin ÇOK kadinla ayni anda evlenip gerdege girmesi AHLAK DISIDIR. Allah ahlaksizligi onaylar mi ki o kadinlar yetimler degil YETIMLERIN ANALARI olsalar dahi "Onlarin örnegin üçünü birden, üçünü bir arada, üçünü ayni anda kendinize nikahlayin!" desin?

Ya da Allah evlendirme görevini hâmiler, veliler arasinda paylastirip "O kadinlari ikiser ikiser, üçer üçer, dörder dörder, beser beser, altisar altisar... evlendirin; her birini kendi sevdigi TALIBINE verin!" mi diyor?

Hasan Akçay
25. April 2014, 07:07 AM
Hakki Yilmaz:

Ey insanlar! (Sûrenin başındaki hitap sadece Müslümanlara değil, tüm insanlara; yani topluma, kamuya, kamu yönetiminedir) Toplumdaki yetimlere karşı adalet sağlanamamışsa, yetimler mağdur durumda ise; toplanacaksınız ve yetimlere bakmakla mükellef olan kadınları ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlamak üzere bir kampanya düzenleyeceksiniz.

Soru:

Yetimlere bakmakla mükellef olan kadinlari
kime nikahlayacaksiniz?

Hakki Yilmaz:

onlar sizin
eşleriniz olacak.

Sonra?

Sonra da
eşler arasında yeme-içme, barınma ve evlilik ilişkileri bakımından adaletli davranamayacaksanız, yetim kadınlardan bir tanesini nikâhlayın...

Soru:

Adaletli davranamayacaksaniz = zulm edecekseniz...
Tamam... da kim yapacak o muhtemel zulmü, siz degil mi. Yani insanlar.

Ve madem "kadinlar"in ikiserini ve üçerini ve dörderini es alip
çok esli oldugunuzda muhtemelen zulmedeceksiniz
Allah sizin zulmünüze bastan niye izin versin?

Allah
ayetleri
zulmü ortadan kaldirmak için indirir (24:32, 33:52),
zulme izin vermek için degil. (Gûya 4:3)

Çünkü
zulme izin veren de
zalimdir.

Hayir. "Insanlara Allah hiç bir sekilde zulmetmez; insanlara kendileri zulmeder -innallâhe lâ yazlimun nâse şey'en ve lâkinnen nâse enfusehum yazlimûn." (10:44)

Aci gerçek bu.

Çok esli zulme
Allah adina
biz insanlar izin veriyoruz.

Sonra da
çaldigimiz minareye KILIF uydurur gibi
abuk sabuk gerekçeler üretiyoruz.

galipyetkin
26. April 2014, 10:05 PM
Şimdi szlere daha evvelce bu sitede yazdiğim ve bir-iki kere de linkini verdiğim bir yazıyı tekrarlayacağım . link şu: http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2610

Yazı da şu:

Adak

Büyük Larousse'tan bakıyoruz:
ADAK :1- Kutsal bir güce, bir dileği yerine getirmesi için, belli bir inanç çerçevesinde yapılan vaad,......

Okumaya devamı hemen kesiyoruz. Çünkü bu tanım ve devamı Allah'la yapılan bir pazarlığı, sırf menfaat için bir alış-verişi, değiş-tokuşu, rüşveti anlatıyor. Bize uygun değil.

Bizim, Adalet ve Rahmet Sitesi'nden esinlendiğimiz ve alıntılar yaptığımız görüşümüz şöyle:

Bir isim-sıfat olan ''meryem'' Suryanca'da(Süryanice'de) ''hizmet ehli, hizmet eden, hademe", yani ''sebilullah''ı ilke edinmiş demek.

Erkeğe de kadına da isim olmuştur. Bu tür isimlendirmeler ''Sami dilleri''nde çok yapılır. Kur'an'da da bunun örneği ''ibn sebil-yol oğlu'' olarak verilen bu isim, ''insanların tümüne mülkün karşılıksız-sebil olarak sunulmasına taraftar olan, kollektivizmden-kamuculuktan yana olan'' insan'' olarak kullanılmıştır.

Araplar bir kişide bir nitelik çokça bulunursa, kişi o niteliği ile tanınır, tanıtılır ve anılır. Meryem de yetim kalmış ve Zekeriya evinde-manastırında büyümüştür. Bunun için ''meriye-eme''dir. ''Eme'' kadındır; yani topluma emanet edilmiş ''besleme'' kızdır.

Putperest olduklarından Arap toplumunda manastır ve havra gibi kurumlar oluşturulmamış-oluşturulamamış, bu nedenle de YETİMLER müslümanların evlerinde "ma meleket eymanikum" olarak aile ve dolayısı ile de toplum hayatına katılmışlardır. Bunların öz çocukların durumundan hiçbir farkları yoktur. Sadece ortak sülbden değillerdir. Evin öz kızından ayırt edebilmek için, köy kesiminde bu 'besleme-büyütme' kızlara,yani üvey kızlara, büyütüldüğü evin ikinci nesli 'eme', erkeklere de 'emmi' diye hitap eder.


İşte Meryem de beytullah denilen kollektif yaşanılan manastırda, manastırın diğer insanları gibi manastır insanlarına (birbirlerine) hizmet etmek için görev almış, birbirlerine yani manastır toplumuna ve manastıra ''hadame'' olmuş kişi-rahibe-dir ki Zekeriya Peygamber tarafından himayeye alınmış yani Yahya Peygamber'e ''eme''dir Meryem. Zekeriya Peygamber de manastırda O'na bu sebepten ''meryem-rahibe'' diye hitap etmiştir; yoksa öz adı değildir. Meryem ismi daha sonraları İsa Peygamber'in annesini tanıtmak için özel isim olarak kullanılmıştır.

Şu halde Suryanca bir kavram olan ''meriye-eme''=meryem, eskilerin deyişiyle ''Hıdemat-ı amme''ye, bu günkü ifadesiyle ammeye maişet-iaşe karşılığı, Allah rızası için, bu gün hor gördüğümüz 'boğaz tokluğuna' iş gören, fazlasını topluma terk edendir. Biz buna ''hizmet-vazife'' deriz ki bu ''İbrahim Makamı''ndan bir yer edinmektir. Bu hal Haşr Suresi'nde, özellikle 9. ayette izah edilmiştir. Adak adamak,yani kendini topluma-insanlığa adamak, nezr etmek budur.

Ensar-ensariyet; nasrani yani isar öyle bir dayanışmacilik-fedakârlıktır ki, eşitken dahi ''benim hakkım'' demez, bundan da başkaları lehine vazgeçerek, başkalarını kendisine tercih eder. İşte vazife, görev, adak anlayışı budur. (Kim bilir kaç kişi enayilik işte, diyordur. Ne dersiniz alacağına şahin-borcuna karga Liberal-kapitalizmin ''eme''leri, ''emmi''leri?). O kadar ileri bir KARŞILIKLI yardımlaşma ki, ihtiyaç içindeyken bile kendini ihmal ederek diğerlerini tercih etmektir ki ''kurban-nezr esasında budur; kendi yaşamını diğerinkine feda, adak etmektir.

Zina da, cinsel şehvet de liberalizmin ayrılmaz nitelikleridir.
Hacc'da meşar-il haramda, kadın erkek birlikte, harem-selamlık olmadan ''kurban kesilen'', yani birbirlerine kendisini feda edercesine yardımlaşarak provası yapılan kollektif yaşam, her türlü(mülk-cinsel) şehvet tutma alışkanliığını ön plana alır, ve kötülüğü işin başında önler. Her türlü tehlike ve yardımlaşma yerine rekâbet ile doğal mücadeleyi(ki her hayvan cinsi birbirini yemez) kutsayan, şehvetlerin tahriki ile üstünlük-galibiyet arayan sistemlerde cinsel şehvet-kösnüme vardır. Mülk şehveti bütün kötülüklerin başıdır. Bunun serbest bırakılması da beraberinde bütün cinsel şehvetleri-kösnümeyi de getirir.

Ama sırf mülk tutkusundan uzak yaşamayı seçen Havra-Manastır iştirak halinde mülkiyette insanlığa hizmet eden adanmış MERYEM dahi ''serbest yer''ci güruhun iftirasına uğramış, İsa peygamber'e ''piç'' demişlerdir. Mısri'de de Firavn, Yusuf ümmeti fityan ehline de zina iftirası atarak, kendini adamış kadınları sopayla kaba etlerinden sopalamış, ''piç'' dedikleri çocukları da öldürmüş, bu hengamede Musa da sepetle nehre bırakılmıştır. (Hâlâ daha aynı sebepten yapılmış Uhdud benzeri bu faciayı, yeni doğan bir köle erkek çocuğun sanki akıl kârı imiş gibi Firavn'ın yerini alacaği kehanet palavrasına bağlayanlar da var).

Manastır ehline atılan iftiranın yalan olduğu zaten İsa'nın annesi Meryem, kardeş bir toplulukta, manastırda, erkeklerle beraber iç içe çalışarak, yine de namuslu kalarak ispat etmiş, hatta Kur'an bize bırakın haramı, helâl ile bile nefsini tatmin yoluna gitmediğini, yani Zekeriya Peygamber'in evlen önerilerine karşı çıktığını hatırlatır. Demek ki kollektivizm şehvetlerin rastgele tatmin edildiği yer değil, bilakis bunun tatmin edildiği ve bütün fuhşiyatın geçerli olduğu yer, aristokrasi, oligarşi, liberalizm, kapitalizm ve benzeri sistemlerdir. Hak olan Havra-Manastır yaşam biçiminin, kendi sistemleri için tehlike olduğunun bilincinde olan geçmişin toplumları, bu yaşam biçimine iftira atarak karşı durmuşlardır. Arapça da ''Meryem''in bu niteliğine çok önem verdiği için, bu yönü ile kavramlaşmış, ''Reym'' kökünden kavramlaşan bu isim, bu iftiraya tepki olarak oluşmuştur: ''Namus ve haysiyeti üzerinde olarak erkeklerle konuşan kadın'' anlamı verilmiştir.

MERYEM:İffetli olarak erkek kısmı ile lakırdı eden kadın.

Demek ki iş hayatında erkek ve kadının ortaklığı meşru ve hak, onun eve kapatılması bahanesine sığınılarak rantla geçinmeye bahane edilmesi bâtıldır. Niçin kadın helâl olan elinin emeğini yemesin, ihtiyaç fazlasını topluma iade ederek Karz-ı Hasene yapmasın?
Niçin sosyal yaşamda kaç-göçle ve haremlik-selâmlıkla cinsel cazibe merkezi olmayı hep ayakta tutsun?
Niçin iktidarlardan iş isteyerek bir baskı gurubu oluşturarak iş yerleri açtırtıp da ekonomiye ve refaha faydalı olmasın?
Niçin bir Meryem olmasın?

Suryanca olduğu söylenen ve ''amme''ye kendini adayıp hizmet eden, üreten insan anlamı ile Arapça'daki Meryem anlamları çelişmez. Hem de ''Rami'' den türemiş ''Reymen bil mekanü''=bir yerde sabit olup ikamet etmek, yani ''İkâme'' kavramı ile özdeş bir kavramdır. Bu ise kâr için ülke ülke dolaşan çerçi-deccal zıttı bir karakterdir ki manastır ehli ve eri böyledir. Bu yer ise insanların kendilerini birbirlerine adadıkları, Yahudi'lerde Havra, Hristiyan'larda Manastır, Müslüman'larda ise Salât-Salâvat dayanışmalı sistem Mescid-El Haram-Harim (ortaklık)tır. İşte adak, bu kurumlarda, sistemlerde, kişilerin kendilerini diğerlerine adarcasına yardımıdır, salatıdır.

Bu yazıyı dikkatlice ve şu ana kadar yazılmış olanlarla, "nikah/eş" ifadeleri ve Nisa-3 ayeti ve Nisa-127 ayeti ile tartarak, irdeleyerek, mukayese ederek okuyun. Çok şeyi fark edeceksiniz.

Sayqılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin
27. April 2014, 11:03 AM
Adamlar öyle bir hale gelmişler ki, düşünce sistemleri kafalarından-beyinlerinden göç edip apışaralarına yerleşmiş, her şeyi cinselliğe bağlamışlar. Bu nedenle de Nisa-3. ayetine bu etki altında yorum getirmişler ve yetim kızlarla cinsel içerikli evlenme işlemine/karı-koca ilişkisine girişmişler ve 9 yaşına kadar kızlarla evlenilebilir diye islama bir kural yamamışlardır. Adama sormazlar mı bu yaştaki bir çocuğun "karı" olarak hali nice olur diye.

Bu yetimleri korumacılık değil , sübyancılıktır. Bu herifler, daha bir sene olmadı, ölülerle bile cinsel ilişkiye olur verdiler.

Şimdi soralım.

Bütün yetimler kız çocuğu muydu?.........

Sübyan kızları "karı olarak" nikâhlarlarken, erkek yetimleri ne yapacaksınız?........

9 yaşından küçük kızlar ne olacak; beşik kertiği mi yapacaksınız?......

Nikâh bir akit olduğuna göre küçücük çocuklarla bu akti nasıl yapacaksınız?.......

Yetim erkekleri de karılarınıza mı nikâhlayacaksınız?.......... Veya kıçlarına bir tekme vurup,sokağa mı terk edeceksiniz?......

Yoksa karılarınız mı onları nikâhlayacak, yani "koca" olarak, "koca üstüne koca" mı alacak...... Bunlardan(erkek yetmlerden) çevirilerde hiç bahsedilmediğine göre, bunları yok mu sayacaksınız?.......

Beraberlerindeki kızları "karı-eş" diye alıp-el koyup-nikâhlayıp- kadınlarını sokağa mı terk edeceksiniz......

Mealcilere göre de öyle yapmışlar; bu nedenle de Peygamber'den "yetimlerin kadınları" hakkında fetva istemişler:-"Bu fazlalıkları ne yapalım?" demişler de Nisa-127. ayet inzal olunmuş.

Mealcilerin 127. ayete verdikleri mânâ ile ilk 10 ayet karşısında şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Acaba nikâhlanma akdi çocuklarla değil de o yetimlerin kadınları olan (anneleri, annesiz olup da teyzeleri, annaneleri, babaneleri........ tarafından bakılabilirler) kadınlarla mı yapılmış olmalı, yapılmalı?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin
28. April 2014, 12:08 PM
Yukarıda "Adak" yazısının içeriğinde anlatıldığı gibi,Arap toplumunda Müslümanlık öncesi ve sonrası Yahudilerin havrası, Hristiyanların manastırı gibi kurumlar oluşturulamadığından, İslam dini, bakım ve gözetime muhtaç "kişilerin/yetimlerin" aileler içerisinde ve de uygun iş yerlerinde çalıştırılarak,meslek sahibi yapılarak Haşr-9'a göre sosyal bir güvenceye kavuşturulmalarını istemektedir. Bu yönde Nisa-3 ayetinde "temiz olan kadınlar" ifadesi dikkati çekmektedir.

Kim Bu kadınlar?

Burada şu hususa dikkat çekilmelidir: meallerde kullanılan ifadeler(temiz/lekesiz, helal, uygun ....gibi) kadınları lekeleyici, yerinde olmayan ifadelerdir. Burada kulanılan "temiz" ifadesi "çocuksuz" karşılığı" da olabilir; malı mülkü olmayan anlamına da gelebilir. Bu anlayışa bağlıdır. Daha doğrusu "temiz" kelimesine vereceğiniz mânâya ve de Nisa-3 ve Nisa-127. ayeti anlayışınıza bağlıdır.

Aksi taktirde o tanımları taşımayan kadınlar gene sokakta, aç-bilaç kalır ve yaşamını devam ettirebilmesi için böylece o ortama itilir, o ortamda yaşamasına sebep olunur. Özellikle bu kadınların gözetilmesi gerekir. Biliyoruz ki İsa Peygamber de zina yaptığı iddia edilen kadını himayesine almıştı.

Fakat burada esas olan, kadın karşılığı olarak kullanılan "nisa" kelimesine vereceğiniz mânâdır. Nisa "kadın" anlamında değil "iş" anlamındadır. Dolayısı ile Nisa 3'deki "temiz" nitelemesi yetime verilecek işin niteliğidir.
Nisa-127. ayete göre burada "yetimlerin işi" bakımından haklarına dair fetva istenmektedir. Ve:
"Yazılmış olan haklarını(Nisa ilk 10 ayet) vermek yerine onlara, nikahladığınız yetim kızlar ve zor durumda bırakılan çocuklara ve bunlar haricindeki yetimlere, adaletli davranmanız yüzlerinize okunuyor."
diye, soranlara ikaz yapılıyor. Demek ki yetiştirilmek yerine kız çocuklarla evlenilerek, diğer çocuk ve yetişkin kadın ve erkek yetimler de uygunsuz durumlar/hayat şartları nedeniyle zulüm altında tutuluyorlar

Ayette geçen "ikişer, üçer, dörder" ifadesi de olanaklara göre miktar yanında birer tane ister ikişer tane vs.. olarak bölüşülsün, "acele edilmesi"ni, "çabuk davranılması"nı da anlatır. Çünkü o insancıklar aç ve tehlikede. "Aç ve açıkta kalmazsınız" diyen Allah yarattıkları insancıkların dilenmesini, aç-bilaç kalmasını, kötü emellere alet edilmesini istemiyor: toplumun salatı-karşılıklı yardımlaşmayı- ikâme etmesini istiyor.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin
28. April 2014, 09:39 PM
Evvet.

"Hışşşt!
Bana bakın!
Haydi oğlum!
Zamanımız kalmadı!
Üçer-beşer ne bulursanız kapıp getirin!"

size ne ifade ediyorsa,

ayetteki "ikişer-üçer-dörder ifadesi de o. Yetimler hakkında duyulan kaygıdan dolayı ecelecilik.

Bu acelecilik, "evlenme, nikâhlama, eş alma" olarak geçen ifadeler erkekler kadar kadın müslümanlar için de geçerli oduğundan, aile hukukunu ilgilendiren değil, iş hukukunu ilgilendiren bir nevi "karşılıklı hizmet sözleşmesi"dir. Fakat bu sözleşme öyle bir sözleşmedir ki, "hizmetli" ailenin bir ferdi, kadın ise "eme, erkek ise "emmi"dir. Yani eskilerin ifadesiyle "nevi şahsına münhasır" bir sözleşme. Hani bazı Türk filmlerinde her bir şey kendisinden sorulan bir "arap bacı" vardır. İşte O. Veya "Kahya" dediğimiz kişinin görevleri ile yüklü erkek kişi. Bu kişilerin ve çocuklarının diğer fertler seviyesinde ihtiyaçlarının giderilmesi de vardır ki bu da "ecir"dir. Ya "aynen(yiyeceğini, giyeceğini mesela ayakkabısını alırak veya alması için parasını vererekl, vs'ini karşılayarak)", veya belirlenmiş ücret/ecir olarak, veya orantılı olarak ikisini birden verirsiniz

"Yahudilerdeki "drahoma"dan esinlenerek "kişisel menfaatlenme"yi gerekli kılan, islami prensiplere aykırı "başlık parası" diye yanlış nitelenen "Mehr", kadınları "karı" olarak değil de ticari bir mal gören bir zihniiyet hakimiyeti getirmiştir meallere ve dolayısı ile de islami hayata. Kim istenen başlık parasını verirse malı "karı" olarak götürür.

Daha fazla veren olursa?....

"Karı pazarı" açılır ve rekabet ve pazarlık başlar

Ondan sonra da karı dövülür de sövülür de hatta öldürülür bile. Çünkü parası verilip satın alınmıştır. "Karı" değil, "mal"dır o, aynen köylünün ineği gibi. Kadınlar da bunu kabullenmiş:"Kocam değıl mi? sever de, döver de" anlayışı hakim olmuş, o kadınların kişilikleri Bakara-104'e aykırı olarak yok edilmiş, İslama darbe vurulmuştur.

İslama aykırı bir uygulama olduğundan başlık parası/alım-satım bedeli diye yanlış anlamlandırılmış "mehr'i" zekattan düşemezsiniz Çünkü bireysel zenginleşme aracılığını ve amacını taşır ve zekattan çalınmış, kaçırılmış bir paradır; İslam'a da aykırıdır. Esirler bile bırakılırken para alınmazken sen damat denilen elin adamına kızını para karşılığı ......
Lütfen şuraya bakar mısınız: http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2935&page=4

"Mehir" maharet, beceri, yetenek mânâsındadır.
Mehir için şuraya bakınız:
http://www.hanifler.com/showthread.php?t=3334
http://www.hanifler.com/showthread.php?t=215&page=2

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin
30. April 2014, 01:35 PM
Yukarıda "ikişer-üçer-dörder" ifadesinin "acele etme" yönünü belirtirken şu kısmı ihmal etmemek gerekmektedir. Herkes olanaklarına göre bu kişilerin sorumluluğunu yüklenmeli. Yani birden fazlasının yükümlülüğünü üzerinize alarak yetimlere iyilik yapayım derken aleyhlerine bir durum yaratılmamalı.

Bakın şimdi size Ahmet Hulusı'den iki ayet vereceğim: Nisa-2 ve Nisa-3. Bu ayetleri bir tek ayetmiş gibi okuyalım.

Nisa-2+3:"Yetimlere mallarını verin; (hakkaniyetinizin) temizliğini (nefsaniyetin) pisliğine değiştirmeyin. Onların mallarını, mallarınıza karıştırarak yemeyin. Muhakkak ki o çok büyük suçtur. Eğer yetimler konusunda haklarını vermede korkunuz yoksa, o zaman sizin için temiz olan kadınlardan ikişer, üçer dörder nikâhlayın. Eğer adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir tane ile veya ellerinizin maliki ile. Zulmetmemeniz için bu en ehveni şerdir."
(Birleştirilmiş ayette geçen "temiz olan kadın" ve "nikah" ifadelerini yukarıda,diğer sayfada açıklamıştık)

Bu verilen birleştirilmiş ayette, ayetin ikinci kısmında geçen "kadınlar" ifadesinin ayet çevirisine yazılmasında diğer çevirilerin etkisinin bulunduğunu ve nikah kelimesinin "cinsel içerikli evlilik" olarak algılanmasından ve de ayetlerdeki ifadelerin "eril"/erkeklere hitap eder bir durum arz etmesinden dolayı olduğunu zannediyorum(ama ayetler kadınlara da hitap ediyor). Böyle düşünmemin nedeni de şu: Prof. Dr. Süleyman Ateş!in l995 basım tarihli Kur'an'ı Kerim Tefsiri. Bu tefsirde "yetim"in tanımı şöyle:

"el-Yetemâ, yetimin çoğuludur. Yetîm, tek kalma anlamındaki yetemden gelir. Babası ölmüş kimseye, babasından ayrı, tek kaldığı için yetîm dendiği gibi kocası ölmüş kadına da yetim denir.Bu, kelimenin dil anlamıdır. Bu anlamda kaç yaşında olursa olsun, (kadın erkek ayrımı olmadan) babası ölmüş İNSANA yetîm denebilir.

Bu tanıma göre karısı ölmüş ve zulümden(fetihten evvel Mekke'den) kaçarak (Medine'ye) islama sığınan çocuklu adama ne ad verirsiniz?

Ayette geçen "nikâhlayın" ifadesi de bana: 'yetimlerle "mehirleri karşılığında/yeteneklerine uygun(veya yetenek kazandıracak)" "karşılıklı yardımlaşma yükümlülüğü getiren" sözleşme yapın/iş verin' anlamındadır. Benzer anlaşmalara bu günkü hukuk dili "iki taraflı sözleşme=iş akdi", yani iki tarafa da yükümlülük yükleyin diyor

Fakat bu sözleşmelerin bir de manevi tarafı var. O da tarafların birbirlerine ve de özellikle ailenin diğer bireylerine karşı, cinsellik hariç karı-koca gibi saygın davranmaları, o kadar yakın ve candan, ailenin birer ferdi olarak karşılıklı vazifelerini yerine getirmeleri.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin
2. May 2014, 09:12 PM
Son olarak Peygamberimize "karı" olarak nitelenen, "cinsel içerikli" evlilik diye sunulan 13 adet "evliliğine" bakalım.

Ayşe adlı eşinin dişindakilerin hepsi "dul" yani "yetim" dir. Ya kocaları ölmüş ya da ayrılmışlardır. Hatice de dul yani yetimdir; fakat çok zengin, bakım ve korunmaya ihtiyacı yoktur. Peygamberle, peygamberlikten önce "karı-koca" hukukuna göre, yani "cinsel içerikli" nikâhlanmışlardır. Peygamberimiz bu evlilik için kervan sahibi Hatice'ye ne kadar vermiştir acaba?

Dolayısı ile bu iki evlilik "karı-koca" ilişkisini içeren "cinsel içerikli" evliliklerdir.

Diğerlerinin hayatını tetkik ettiğiniz zaman bu kişilerin bakım ve gözetime muhtaç dullar ve zulümden kaçan maharetli kişiler olduğu anlaşılır ve hem dinin hem de kurulmakta olan devletin başkanı olan Peygamberin de bu yetimleri "devlet ve din" adına koruma amaçlı bakım ve gözetime aldığı ve maharetlerinden faydalandığı anlaşılmaktadır. Evlatlığı Zeyd'in eşinin de din ve devlet yönünden fayda sağlatacak maharetleri olduğu ve Peygamber'ın de din ve devlet başkanı olarak, din ve devlete faydalı olacak bu maharete ve beceriye gıpta ettiği anlaşılıyor

Bu kişiler arasında "kendisini Peygamber'e hibe eden" kişinin kendisini Peygamber nezdinde "devlete ve dine" adadığı ve bu tür kişilerin dine ve devlet haricinde kişi ve kurumlara kendilerini adayamayacakları/kul-köle olamayacakları da "sana mahsus olmak üzere" ifadesinden anlaşılıyor(nezretmenin mânâsı /vermiş olduğumuz "Adak" linki ve Bakara-104.).

Burada yazılanlar kendi tahlil ve anlayışlarımdır. Kimse bu yazdıklarımın etkisi altında kalmadan kendi düşüncelerini türetmeli ve bu yazıya eleştiriler getirmelidir.

Netice olarak: Bazılarının "efendim olağanüstü zamanlarda" dediği gibi, aykırılıklar ve istisnalar kabul edilemez. İslamın çok eşliliğe, Peygamber'i de alet ederek, izin verdiği safsatası dine ve Peygamber'ine saplanan bir bıçaktır.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin
4. May 2014, 11:40 AM
Buraya kadar yapılan araştırmalarla Peygamberimizin bir tek "evi"nin olduğu anlaşılmiş ve bu ayetlerin indiği tarihte de bu evi Ayşe ile paylaşmaktadır.

Bu başlık altındaki yazının başında, "1." sahifede, benim de arka çıktığım, site arkadaşımız Sayın Orhan Veli şöyle yazmıştı.

PEYGAMBER EVLERİNİN HAYATIMDA Kİ YERİ

AHZAB 53;
Peygamberin Evlerine izin alınıp girilmesinden ya da girilmemesinden BANA NE? Ortada bir EN NEBİ mi var ki?
O halde nedir BUYUTENNEBİYİ ve hayatımda ki yeri?


Evet; ben de tekrar soruyorum:"Peygamber'in EVLERİ" ifadesi ile bana, sana, gelecek nesillere ne anlatılmak istenmektedir?

Bu gün ne Peygamber var,
ne de burada, orada, şurada evi, ne nikâh altına alınacak eşleri.

Ama ayette BUYUTENNEBİYİ/"Peygamber evleri" ve ayrıca evlenmeyin denilen "Peygamberin eşleri" ifadesi var.

Ne anlamalıyız ve nasıl anlamalıyız?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.