PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Ayet okumak


Barış
2. June 2010, 11:10 PM
Anadoluda ona Kuran okumak, sure okumak derler. Bizim Kuran’ı yani “okunan”ı okumayı unutuşumuz çok eskilere dayanır.

Kuran’ın ayet dizininin “oku” diyerek başladığına inanırız da, onu okumayız. Okuduğumuz şey; arap harflerinin bir araya gelmesinden ibaret bir söz yığınıdır. Anlamını bilmeden söyleriz, anlamını bilmeden dinleriz. Büyülü, tılsımlı, sihirli sözcüklerdir. Kayıp eşyaların bulunmasında, hastalıkların şifasında, kapanan kısmetin açılmasında, bozulan ekonominin –biz yapar olduklarımızı değiştirmediğimiz halde – düzelmesinde ve bilhassa ölmüşlerimizin ruhlarının ferahlamasında pek istifade ederiz ondan. İçimizde anlamını bilmeden okumaya ve anlamını bilmeden dinlemeye “ziyafet” diyenlerimiz de vardır.

Alemlerin Rabbinin muhataplarının öğüt alması için indirdiği ayetleri “namaz”da üstelik yine anlamını bilmeden O’na geri okumamızdan da herhangi bir kuşku duymayız.
Dirilerin uyarılması için indirilen Kuran’ı kendimizden uzaklaştırarak Kuran’daki tabiriyle “diri” olmadığımızı ikrar ederiz. Çünkü O eğer kulak verirlerse ancak dirilere fayda sağlar.

Her sene kadir gecesini kutlarız da, o Kuran bize bir kez olsun inmiş mi inmemiş mi, ilgilenmeyiz.

Birimiz birimize, anlamı bilinmeyen bir dilde öğütte bulunsa buna güler, dalga geçeriz ama Allah’ın “alemler için bir öğüt” olarak nitelediği Kuran’la ve bilmediğimiz bir dille bize “öğüt” verdiğine iman ederiz.

Tapınaklarımızda ayinlerimizin ve tozlu rafların en yüksek yerlerinin vazgeçilmezidir Kuran…

Onu anlamını bilmeden okumak, hatta ona dokunmak için elimizi ayağımızı yıkarız da, onu kavramak için hangi pisliklerden nasıl arınacağımızı hiç bilmeyiz. Allah’ın “Beyt ehlinden / müminlerden” giderdiği pisliğin, yıkanmakla keselenmekle geçebilecek bir şey olmadığını henüz öğrenememişizdir. Vücuduna dövme yaptırana kasıla kasıla “senin guslün kabul olmaz” deriz ama, aklını ve vicdanı gerçeğe kapatanların “idrak” ve “iman” kirinin nelerin kabulüne mani olacağından habersizizdir.

İşte bütün bunlar aslından devşirilmiş “İslam” adlı dinin bağlılarının modern görünümüdür. Onun için biz ona “İslam” demiyoruz. Kuran’da anlatılan “İslam” ile halkın bilip inandığı “İslam”ı keskin hatlarıyla birbirinden ayırıyoruz. Kavram kargaşasına düşmemek için halkın “İslam” dediğine biz “gelenek dini” veya “atalar dini” diyoruz.

Kuran’daki islamın öğrenilmesi, önce Kuran’a bakış açımızın düzeltilmesiyle başlamalıdır.

Kuran, tılsımlı, şifreli, sihirli sözlerin ardı ardına dizildiği bir şiir değildir. Kuran, ayetlerden / delillerden oluşan bir yaşama ve anlama biçimidir. Bir öğüttür. Doğruyu eğriden ayıran, bu bilgiyi öğreten bir Furkan’dır. Akletmede zaafa düşen sözde akıl sahiplerinin hastalıklarına bir şifadır. Muhataplarına öyle sorular sorar ve sordurur ki, onları büyük bir şaşkınlıkla düşünmeye sevk eder. Onlarda bir “Karia”ya bir “Şok”a sebebiyet verir.

Biz hanifler; gelenek dininin bağlılarına ve onların alimlerine “zor sorular” sormayı Kuran’dan öğrendik. Çünkü o bizim için bir ayettir, bir delildir.

Kuran okumak onun sözlerini tekrar etmek değil, ayetlerini yani getirdiği delilleri idrak etmektir.

Kuran’a göre, yerler ve gökler Allah’ın ayetleriyle / delilleriyle doludur. Peygamber’den mucize isteyenleri ayetlere yönlendirerek hakiki mucizeyi işaret eder. Hoş, Allah’ın Hz. Peygamber’e “indirmediği” mucizeyi kendisinden sonra yaşayanlar indirivermiştir ama hakiki mucizeye hiçbir zaman vakıf olamamışlardır.

Çünkü hakiki mucizeye şahit olmak için okumak gerekir. Kuran okumayı, bir sayfada yazılı metinleri okumak zannedenler, yerlerin ve göklerin ayetlerini de bu denli basit okurlar.

Şu kınadığımız “gavur” bile yerlerin ve göklerin ayetlerini bizden iyi okumuştur ve okumaktadır. İlimde, fende geldikleri muciz yani aciz bırakıcı nokta, hakiki mucizeye şahit olmak için okudukları kevni ayetlerden yani yaratış ayetlerinden gelmektedir.

Kurdu, kuşu, böceği, ağacı, dalı, çiçeği, toprağı, güneşi, ayı satır satır okuyor, idrak ediyorlar. Onların bu okuyuşları onları gerçeğe teslim olmaya zorluyor. Gerçekle haşır neşir oluyorlar. İçlerinden vicdan, ahlak ve akıl sahibi bulunanlar hakiki bir “iman” / “eminlik” ile yaşayıp, göçüp gidiyor. Gerçeği gördüğü halde “bilerek” inkar edenler, akıllarını, fikirlerini gerçek yerine kendilerinden hiçbir farkı bulunmayan beşerin yorumlarına, talimatlarına, uydurma söz ve inanışlara teslim edenler “akıl müsrifleri” olarak inkarcılar hanesine yazılıveriyor.

Kuran, ilmine çok güvenen sözde alim sıfatlı akılsızların durumunu “Yahudi alimlerini” betimlerken “kitap yüklü eşeğin durumuna” benzetir. Gerçekten onlar, sırtına kitap yüklenmiş eşekler o kitaplardan ne derece nasiplenmişse o derece nasiplenmişlerdir. Onların okuyuşları da, hurafeye ve dogmalara boğulmuştur.

Vahyi ve okumayı, iki kapağın arasına sıkıştıranlar, canlı cansız her şeyi konuşturan Allah’ı susturabileceklerini zannedenlerdir. Her an yeni bir yaratışta olan Rabb, her an yeni bir vahyediştedir. Gerek ki, hakkını vererek okuyan bulunsun.

ALİ AKSOY

Alıntıdır.

hiiic
3. June 2010, 04:49 AM
Rabbim dünyada ve ahirette hakikatleri gören kullarından eylesin.
Ahirette bile yani ölüp uyandıktan sonra dahi hakikatlere kör olacak olanlar var.
O ahirette kör olanlar, dünyadayken ayetleri göremeyen kimselerdi.

Barış
3. June 2010, 10:28 AM
Rabbim dünyada ve ahirette hakikatleri gören kullarından eylesin.


İnşallah Hiiç Kardeşim.