PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Temiz Toplum,Temizlenmesini Bilenlerin Toplumudur.


Barış
26. March 2010, 02:22 AM
TEMİZ TOPLUM,TEMİZLENMESİNİ BİLENLERİN TOPLUMUDUR.


Allah, temizlenmenin haram üzere boyun eğmede olduğunu Tevbe–108. ayette bildirir. Bunun dışındaki yaşam biçimi ve sosyo ekonomi politiğine de “Dırar” sosyo ekonomi politiği der(Tevbe–107) Kavramsal ve kurumsal İslam’ı din edinenlere kıble(Yaşamda yönelinilecek doğru yol) olarak bildirmiştir. İşleri Kollektif olmayan(İhsan) toplumlar da Leyl–4 ayette kınanırlar. Kuran Kâbe ve civarına Ümmü’l karye der. Bu manastırların havraların ilki ve anası demektir. Manastırların sosyo ekonomi politiğinin mülkte iştirak olduğunu ilimden haberli herkes bilir. Zaten ortak olma kavramlarından birisi “HARİM” olup, haram(Kâbe yaşam biçimi) kavramıyla aynı kökten türetilmiştir. Öyle ise liberalizmin kavramsal ve kurumsal İslamda yeri var mıdır sorusunu sorup düşünelim. Ama şu iki şeyi ayıralım. Liberal ile Liberalizm farklı şeylerdir. İnsanın fikri hür ve vicdanı hür birey olduğunu savunmak anlamına gelen felsefi ve sosyolojik akım başka, kapitalizmi meşrulaştırmayı savunan liberalizm ekonomiye yönelik ideolojisi başka şeydir. Bunu hem bireyleşme ve milletleşme(Özgün görüş sahibi olmak) konularını incelerken, hem de hümanizmi izah ettik.

Bireyin özgürlüğünü hiçe sayan hiyerarşinin kâbus gibi çökmesi karşısında, Allah halifesini köleleştirme çabalarına siyasi açıdan özgür olmasını savunmak elbette ki meşru ve herkesin görevidir. Hem siyasi ve hem de ekonomik özgürlüğünü melelerden kurtararak bireye sahip çıkmak Kuran emridir(Araf–157). Örnekler vererek bu alanı iyi izah eldim ki, liberalizmden niçin çok ayrı şey olduğu anlaşılsın. Yani hakların yarışmasında neyin tercih edileceği meselesinde liberalizm söz konusu olur. Yani bireyin menfaatine kamunun(bütün toplumun) gözden çıkartılması safhasında liberalizm ideolojisi devrede demektir. Şimdi bireyin özgür olmadığı halleri görelim ki, bireyin bu özgürlüğün sınırını aşarak, diğer insanların ve toplumun âli menfaatlerini tehdit etmesine göz yumulup teşvik edilerek, güçlü insanın ezip sömürmesine izin verilmesi ile farkı anlaşılsın.

Mesela monarşi insanlara çok az hak tanımış ve bunu lütuf kabul etmiş olduğu için birey özgür değildir. Yani siyasi yetkenin müstebit başı kendi haklarını çok genişleterek ferdi boğmuştur. Mesela buna Osmanlıdan bir misal verelim. Devlet mülk devlet ve vatan sultanın malı ve insanlarda onun kulları ve sürüleridir.Kendiside Rai(Çoban)dır. Bunu hiç çekinmeden de dillendirir. Sözde dini örgütlenmeden de tipik misal müridin konumudur. Piramitsel(Tarikat) yapılanması ve hiyerarşik yapılanma türündeki siteme bakalım. O ne fikrinde hür ve ne de vicdanında hürdür. Yani düşünüp, seçip milletleşmemiş(Din sahibi, mezhep sahibi) olmamıştır. Buna liberal literatürde kişilik ve kimlik kazanmamışlık denilir. Onun için bütün bu hallerde insanın ceberrut otoriteler karşısında insanlaşmayı kasteden Mustafa Kemal’in o veciz sözünü hatırlayalım. Tüm baskı ve insanlık dışı muamelelerden kurtulmuş ve bilgi sahibi olarak(İlmi mürşit yaparak) insanlaşmaya “fikri hür, vicdanı hür” sözüyle özetlemiştir. İnsanın, insanlığın özgür birey olma olgusunu kim kınayabilir. Hele âlemlerin Rabbi Allah ona,”sen halifesin” derken, sen hür insansın diye milyonlarca yıl önce onu onurlandırmıştır.

Sorun olan şey ve hakdinin kerih gördüğü şey, bundan sonraki safhada başlamaktadır.”Toplum fert ve fert toplum içindir” ilkesinin ötesine geçerek, gerektiğinde birey için toplumun âli menfaatinden fedakârlık yapılabilir iddiası ve ideolojisi dalalet ve adaletsizliktir. Liberalizm siyasi özgürlük ve eşitlikle ilişiğin kesilip, sosyo ekonomi politik sahada, iştirak halinde ve toplumca kaderlerin birleştirildiği dini minhac (Sebil)dan ayrılıp, tarik(Piramitsel yapılanmaya) girmektir. Bireye, yüksek kar etme ve bundan çok az vergi alınırsa, o da geliri artırır, buda sonuçta herkesin çıkarına olur görüşüdür. Bu modernizmle gelmiş bir şey değil Firavunun uyguladığı feodalizmin ve ondan çok eski zamandan gelen Firavuni bir tercihtir. Buna biz, hami-Mahmi genel İsmini vermiştik. Her köyde bir ağa, her mahallede bir milyoner yaratalım, onlar beceriksizleri daha iyi yönetir ve infak eder yanılgısıdır. Kuran bu yalanın açıklanması ile ilgili bilgilerle doludur. Hem de hami-mahmi sisteminden kurtulmak için Allah’tan yardım istemeyi bile bize öğütler(Bakara–286)


ÜMMİ ÜMMET VE GAFİL MİLLETLERE TAVSİLERİMİZ.


Bana kızma, çünkü at sineği atı uyanık tutar. Derisi kalınlaşmış olanlara da çuvaldızla dürterler. Zulmü getirende söz ve fikirlerdir. Ondan kurtaranda söz ve fikirlerdir. Bu bilimsel değerlendirme sana çok lazım olacaktır. Çünkü zalim senin zincirine paslı kilidi ha geçirdi ha geçirecek. Ama önce cehalet zincirini kırman gerekir. Elle yazılmışı değil hakka uygunu din edin. Bakara–79 ayet, kitabı elle yazanlara yazıklar olsun der ya, ben ona körü körüne uyan ve dostu düşmanı bilemeyen Bakara–78’dekilere de yazıklar olsun diyorum. Fikir sahibi olmadan, bireyleşmesen ikiyüzlülerin yolunu terk edecek kadar bilinçli iman sahibi olmadıkları için. Bireyleşerek din edinmek varken hala ilim dışında mürşit aradığın için. Bakara–104 ayetle ALLAH’IN sana, beni güt deme, çoban yaptığın Resul bile olsa bunu deme dediği halde, sen buna uymadın. Siyasette sultanlar sana “sürüm” dedi sen bunu onursuzluk saymadın. Ekonomik Krallar iliğini kemiğini sömürdü yine onurunu korumadır. Hadis de okursun, Resulullah onurlu olmayı övmez mi? İslam asla monarşiyle bağdaşmaz. O din sulh ve barış dinidir. Hukukun üstünlüğü ve sosyal hukuk devletinden başka sistemlerle kan uyuşmazlığı vardır.


HATA NERDE VE NE ZAMAN YAPILDI?

I. SAFHA

Gerek sahih hadisler ve gerekse Daniel kitabında belirtildiği gibi Kuran islamı en mükemmel şekliyle ancak yarım yüzyıl uygulandı. Sahih hadis buna kırk sene der. Daniel de, “ahdin yarısından dönülüp kutsalın üzerime mekruhun dikildiğini” haber verir. Bir insan ömrü yetmiş sene alırsanız 35 yıl, seksen yıl alırsanız kırk yıldır.

İnsanlar rahip-Kral (halife) aldatmacasıyla monarşiyi kutsayıp, mülk devlete alıştırıldı. Bu, hakdinden siyasi sapmadır. İsrail oğullarının Kral Süleyman ve kral Davut örneklerini İslama adapte ettiler. Oysa Ne Selam ona Samuel peygamber buna razıydı. Nede Allah insanlar için monarşiyi ön görmüştü. Selam onlara Allah tarafından kendilerine hikmetle hidayet edilen bu iki yönetici güzel yönettilerse de, sonrakiler, Musa şeraitine değil “kitabı elle yazanların” şeraitini “dayattılar”. Oysa hakk şeriat temiz akıllıların içinin aktığı zorlamaya gerek olmayan adalet ve rahmetin kendisidir.

Pek çok İsrail oğlu müslüman olup, Talmud(Elle yazılmış ve kutsanmış bir yorumun asıl kitabın yerine ikame edilmesi) olması gereken şeraitin yerine geçirince müslüman ümmet hak dinin olması gereken şeraitinin yerine çoğunlukla bunu düstur edindiler…

II. SAFHA

Bireyleşme döneminde, bireyciliği(Liberalizmi) bireyleşme ile karıştırma safhası.

İslam kültürü bireyciliğe(Ferdi teşebbüse iltimas imtiyaz verilmesi) Sosyal siyasette ilk kırılmadan itibaren hızla yükselmişti. Sosyal devlet ihmal edildiği için boşluk özel girişimin vakıflarıyla kapatılmaya çalışıldı. Sosyal devlete son veren Yahudilerde bununla göz boyamışlardı. Ama asla hakdinin sistemi olan sosyal devlete dönmeyi istemediler(Halife Ömer bin Abdülaziz’in üç yıl bile sürmeyen kısa hayatı kamulaştırmaları hariç).Böylece batıda aydınlanma dönemi denilen zamana gelinceye kadar plutokrasi(Zenginler yönetimi) ilkel bir sitem olan feodalizmle(Derebeylik) devam edildi. Yani sadece soyluların ve zenginlerin birey sayıldığı sosyal siyaset anlayışı. Rönesans’la birlikte gelen fikir akımı, sadece bu sınıfın(Krallar, baronlar v.b) özgürleşmiş bire idi. Ama ne özgürleşme. Bütün bir toplumun birey değil sürü yerine konulduğu din karşıtı bir geleneksel anlayış…

Rönesans sonrası gelişen akım ise sadece sultanların, derebeylerin ve köy ağalarının değil, her bir insanın birleşerek özgür olmasını haklı olarak savundular. Bu fikre hangi kesimler karşı çıktı tutucular buna taraftar odlumu olmadı mı meselesi burada işlenmeyecektir. Çünkü daha önemli olan bireyin özgürlüğünü istemek hem İslami, hem ahlaki ve hem de insanidir. İşte yine elle kitap yazan eski İsrail oğullarının ve dini bu kaynaktan öğrenen müslüman ve hıristiyan ahalinin kafasına, liberalizmi soktular. Bununla hürriyeti mason teşkilatlarından öğrenen kesimi kastediyorum. Zaten Masonizm, ırkken Yahudilikle alakası yoktur. Asıl anlamı Mülkperest(Liberalist-Kapitalist) olmaktır. Yani Hak dinin her açıdan EŞİTLİK şeriat anlayışı “Ettevarü” anlayışını yok etmek için ona hiç alakasız olarak “Tur dağı” deyip, sora da Icl ittihaz ederek (Maddi terakki için rekabeti meşrulaştırmak) elle yazılmış kitabı yol edindiler.

Bir taraftan Bakara–104 ayetini hiçe sayarak bizi güt demeye alıştırılmış ve kanıksanması için gömlek giyer gibi üzerine dini bir izafilik yüklenen sultanı savunanlar, bireyleşmeyip, bireyciliği(sınıflı toplun ve onun yeni versiyonu liberalizmi) savunan bir yol tutuldu. Bu tuhaflıkları Paris ve Londra da teşkilatlanıp insanlara hürriyeti öğreten Mason locaları(Kapitalizmin stratejik merkezi) bu konuda hocalık yapıyor. Bireyleşmekten ziyade, bireyciliği(Ferdiyetçi ekonomi politiği) aşılıyordu. Oysa o, bütün insanlara değil, sadece elverişli vasıtaları olanlar hayat hakkı tanıyan ve onları özgürleştirme vaadine dâhil etmekti ama istibdattan canı yanan ve özgürleşmek isteyen birey bunun hesabını yapacak durumda değildi. Kırk katırla, kırk satır arasında sıkışmıştı. Avrupa da Liberalist-Kapitalist yoldan kalkınmıştı ya, ona devam edilmeli, bireyleşmekle yetinmeyip bireyciliği savunmak gerekirdi…

Saltanatı savunanlara da, kaldırılmasını isteyenlere de aşılanan fikir Liberalizm, benimsetmekti. Paris okulunda, saltanata devam ama liberalizme geçerek devam diyenler, yine liberalizme devam ve derebeyliğin kuvvetlendirilerek eyalet sistemini savunanlar da vardı. Zaten genlerinde sınıflı toplumu kanıksadıkları için liberalizmin adaletsizliği onlar açısından adaletsizlik sayılmazdı. Çünkü adalet anlayışları “âdil” kavramında var olan yükün iki tarafının denk olması değil, Firavun tarafından savunulan ve zeamet toprak beyliğin adaletini onaylamaktan kavramlaşmış “Za’ven” adalet anlayışını elle yazılan kitaptan ona kanıksattırmışlardı. Bu kesim halen liberalizmi ve federasyonu savunan malum kesimdir.1910’lu yıllarda prens Sabahattin tarafından savunuyordu.

Jöntürkler ve İttihatçı cephe de teferruata girmeden belirtirsek, liberal olmak(kimlin ve kişilik sahibi) olmak sınırını aşarak yine eski kültürde var olan “gedik edindirerek” imtiyaz ve muafiyetlerle destek verilen özel girişimcilin teşvikini de içine alacak şekilde anladı bireyleşmeyi. Oysa siyasi istibdattan kurtarmaya çalıştıkları insanın, bu kez servet ve sermaye sahiplerinin esaretine verip, bireyleşmesine mani olacaklarını hesaba katmadılar. Çünkü Avrupa’nın öyle kalkındığını söylediler. Onlar da söze inanma iyice tetkik etme alışkanlıkları olmadığı için söze inandılar. Hâlbuki Avrupa iyice palazlanmadan önce “merkantilist” (korumacı) ekonomik modelle kalkınmıştı. Çok miktarda ürettiği mallara pazarları sonuna kadar açıp onları kalkınamaz hale getirmek için serbest piyasa ve gümrük duvarlarının indirilmesini zayıf ekonomilere teklif etmekteydi.

Bu aymazlık Osmanlıyı yıktığı gibi 1980 sonrasının maceraperest ve Mülkperest siyasetçileri emperyalistler bu iyiliği müslüman halkımıza da masonlara inanarak bu harabiyet yolunu açtılar. Bunun için Allah sebilini Liberalizm karşıtı ve toplumculuk üzerine tesis etmekle ne de güzel yapmıştır. Benim sözlerim tesir etmese bile, parça parça olmaya başladıkları zaman mecbur kalacak ve bireyleşmekte kalıp, bireycilikten dönmek zorunda kalacaklardır. Bu hem hak dine ve hem de onu en iyi anlayarak, liberal olmaya(Kişilik ve kimlik sahibi olmaya) evet, liberalizme hayır diyen Mustafa Kemalin sahte şeriatçı değil, devletçilik halkçılık ilkesiyle hak dini ihya etmiş ve onu hak olan sosyo ekonomi politiğine oturtmuş olduğunu anlayan halkımız, münafıklara lanet okuyacaktır. Onun liberalizmi değil, bireyleşmeyi kastettiğinin anlaması şu sözde veciz olarak vardır. Cumhuriyet, fikri hür, vicdanı hür nesiller ister. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir diyerek Resulullah hadislerinde ilim öğrenmenin farziyeti hakkında birçok hadisi din istimrarı yapmadan ne de güzel ortaya koyuştur. Kitabı elle yazanların “şeriat budur” diyenlerine uymaktan, laiklik adına hak dinin unutturulmuş “Ettevarü” üzere yeniden ihya eden Mustafa Kemalin lüzumlu ve luzumu kadar laikliğine uymak daha hayırlıdır.


ALLAH, TA BAŞTAN SINIFSIZ TOPLUMU VE EŞİTLİKÇİ ADALETİ ŞERİAT VE MİNHAÇ YAPMIŞTIR.


Bunu daha önce Bakara–92 ve 93 ayetlerini açıklarken söyledik. İsrail oğullarından “Tur dağını üzerlerine kaldırarak” misak almamıştır. Ayet bize “dinledik ve inkar ettik” dediğine göre dağı elinden salar onları ezerdi. Kim olsa böyle yapardı. Çünkü kabul etmiyoruz, isyan ediyoruz diyene, hazır dağ tepelerine kaldırılmışken bırakmaktan daha adil ne olabilir. Ama ortada ne dağ, nede dağı havaya kaldırıp tehdit var. Ettevarü toplumsal eşitlik üzere sosyal mukavele yapmaya davettir. Şimdi doğruyu biliyoruz, elle yazılan kitaptan, vahi ile bize teklif edilen, herkesin kişilik ve kimlik kazandığı sistem hangisidir araştıralım. Hangisi “Dırar” üzere, Hangisi Birru takva sahibi eskilerin, hayırda yarışan vera sahiplerinin manastır kollektivizmi üzerinedir?


HERKESİN ÖZGÜRLEŞMESİNİN DOĞRU ADRESİ NERESİDİR.


Mademki insan Allah’ın özgür(Halife) olarak yaratılmış kuludur. Onun kişilik ve kimlik sahibi olup uyduluktan kurtulmasına liberalleşme dedik. Bunun, liberalimden farklı bir şey olduğunu ortaya koyduk. Liberalizmin çamura yatıp özgürlüğün sosyal mücadele ile kıran kırana savaşa donanımlı olanları kasderek yalan söylediği, sultanın köleliğinden servet ve sermayenin köleliğine geçmekten başka bir şey getirmediği gördük. Kimsenin bir sınıfa feda edilmeyip gerçekten özgürlüğünü muhafaza edeceği sistemi toplumculukta aramamız gerekir. Çünkü özgür kalmanın yolu, fazla özgür ve ellerinde elverişli vasıtaları bulunanlar engellendiğinde, özgür insanı köleleştirenler zaptedildiği için özgür insan özgür kalır. Hem de “herkese” şartı yerine gelir.

Her bireyi esas alır ve her bireyin saadetinin yolu liberalizm de değil kollektivizm de olduğu için onu vasıta kullanır. Bireyciyim değip de, bireyin, birey için genişlemeden doğan boğma tehlikesinin yok edilmesini programlarına almamış olanların(Liberalistlerin), bireylerin hepsini kast ettikleri yoktur. Bireyin ve bireylerin tümünün özgür olabilmesinin yolu toplumculuktur. Bu alanda Rabb’imiz doğruyu önermekte ve ona ulaşacak yolu da, doğru takdim etmektedir(Sebil. Yani imkânları kamunun kullanımına sunmak).Çünkü O, tavşanla kaplumbağanın yarışını özgürlük saymaz. Bunu da, bireyi hesaba katma kabul etmez… Tavşanın koşudaki imkân üstünlüğünün, kaplumbağa seviyesine indirilmesini yol yapmıştır. Gerçek “bireyselcilik” de budur. Her insan aynı değerdedir. İnsanın, insana eşit değerini inkâr eden her şakiyi bu ilkeye sadık kalmak için zorlamaktır adil olan(Bakara–256/2). Bu tür zorlamanın insani bilimler de ki ismi toplumculuktur. Yani her bireyin eşit özgürlüğe fiilen sahip olmasının yöntemi sosyologların toplumculuk dedikleri yöntemle sağlar Allah. İşte bunun için şeriatı suya giden yolunu tanımlamıştır. Bunun da eşitlik anlamına gelen türevi olduğunu biliriz. Yani misak ilkesinin dayanağı sadece Bakara-93 ayete bahsi geçen eşitlik ve sınıfsızlık kavramından ibaret değildir. Bunu şeriat kavramını türevleri arasında da tekrarlamıştır.

Liberalist, yarattıkları adaletsizliği tamir etmeleri teklifi karşısında, çamura yatar; “Devlet baba değildir” derler. Oysa rekabet sisteminde “nimete gücü yeten ulaşır”, gerisi beni ilgilendirmez demek; gücün hürriyeti için, gizemli bir tuzak kurulduğunu bize gösterir. Allah yoluna “Sebil demiştir”. O şey; imkânların Allah için insanlarla paylaşılması, parasız sunulmasıdır. Değerler ilkelerdir. İlkeler değişmez. Adalet ve merhamet her devir de geçerli değerdir. Değerler izafileştirilmez. Sebil, tarik gibi değildir. O özgün bir yoldur. Olanakların herkesin istifadesine sunulmasıdır. Suyun başında hiçbir dev mevzilenmemiştir.

Ormanda bütün ağaçların özgür olması için ne yapmak gerekirse, şeriatın, herkesin özgür olması için yaptığı odur.Özgürlükleri gölgeleyen( Zülal ve Zülüm) ağaçların dalını değil tepesini kesip bir hizaya indirmek.Köklerini de seyreltip topraktan hak tecavüzü yapması önlenir.Bu açıdan bakarsanız sistem,sanki insanların toplumcu dedikleri biçim gibidir.Çünkü kesimi kaynak da yapar.Ormandaki ağaçlardan hiç birinin, yükseltiyi bozup uzamasına izin vermez. Çünkü insanların kardeş olmalarını istemektedir. Kendinle aynı seviyede olmasına razı olmayıp, onu geçmeye ve fark atmaya çalıştığın diğer insana, nasıl kardeş gibi davrandım diyebilirsin sorusunu sorar?

İsar gereği; başkasını kendi nefsine tercih etmen erdemin, bilgeliğinden olmasına rağmen, eşitliğe dahi itiraz edenler, erdemden hangi kırıntının kendilerinde olduğu söylenebilir? Bunu yapmayan ve yapmak isteyenlere de baskı yapan, Liberalist-kapitalist sistemin, kendisine “Bireyci” demesi mümkün müdür? Bireyden yana olmak her insana yatırım yapmaktır. Oysa yüzyıllardır; İnsana değil, İnşaata ve binaya yatırım yapılmaktadır.(Neşe-i inşaiyye)

Öyle ise Din, sözde liberalleri yalancılar diye ilan ederken, yine onları Antichrist(Deccal) ilan ederken, yerden göğe kadar haklıdır. Çünkü onlar deve kuşu gibidirler. Yük taşı dersiniz, “biz kuşuz” derlerler. Uç dersiniz, “biz deveyiz” derler. Allah’ın, insanlığın kurtuluşu için sunduğu hak dinin sosyo ekonomi politiği olan evrensel hukuk normları getiren şeriatı, kerih göstermek için ellerinden geleni yaparlar. İnsanları uyutup, dikkatleri başka tarafa çekmek ve esir etmek için erotizmi hürriyet diye takdim edip, bu kültürü yaşatmak için önlemler alırlar da, bunu din özgürlüğü diye takdim ederler. Eros dinine ayrıcalık tanırlar. Oysa sömürünün engelsiz yürüyüp globalleşmesi için, uyutma ve avutma politikalarının gereği olarak bunu yaparlar. İnsanların Allah’tan korunmaya ihtiyaçları yoktur. Korunacak bir tehlike varsa kendileridir. Doğru İş, Allah’ı veli edinerek ve onun kurtuluş Sistemine sarılarak zulümle mücadele etmektir. Allah bu yola İbadet ve bunu benimseyene de Âbid demiştir. Bu da ancak basiret sahiplerinin başaracağı iştir. Azim ister, kararlı olmayı, başkalarına zarar vermemek için kendini tutmasını bilmeyi gerektirir. Liberalisttin amacı bellidir. Adalet ve rahmeti unutturup, zulmü hâkim kılmaktır. Onun için sermaye imparatorlukları tâğut ve deccal olarak isimlendirilmiştir.

Hedef Anti Christ in (Ensar ve İsar karşıtı) dize getirilmesi ise, tüketimi teşvik eden bütün unsurlara karşı çelik bir irade ile direnmek gerekir. Buna cinsel tüketim de dâhildir. Baş Antichrist’i İslam coğrafyasın da değil, Hıristiyan coğrafyasın da aramak, bilinçlenmenin ilk koşuludur. Din Ekonomi politiği İsa öğretisi olan kollektivizme halen sadık ve Antichrist politikaları belirleyip, uygulamayan, hatta bundan rahatsızlık duyan halk kesimini de bundan ayrık tutmak gerekir. Bunun failleri sanayi devrimi sonrası kollektivist (İsa şeriatı) karşıtı başlayan yıkıcı Liberalist-Epikürosçu akımı ideoloji yapan vahşi kapitalizmin mimarlarıdır. Yalnız Dünyevi çıkarlarını düşünen tek tip insan ve toplum yaratma projesidir. Üret ve ihraç et zengin ol programıdır.

İyi bir matahmış gibi İslam coğrafyasına ihraç edilen ve yine iyi bir matahmış gibi bu bölgelerde de bazı kesimler tarafından değerli bir mal gibi ithal edilen yıkıcı kültür mimarlarıdır Antichrist muhataplar. Bir nitelemesi de Kuran da, “Tâğuttur”. Kendi kriterlerini halen ihraç etmek için bastıran ve bunlara, iyi bir matahmış gibi uymaya çalışan yönetimler vardır. Öncelikle bu odaklara karşı durmaktır basiretli olmak. Müjde yi yaymak; ezilenlerin kurtuluşunu haber vermek ve Kollektif sistemin kurulup, kapitalist sitemin çökertilmesi iken, müjde selam ona İsa’nın takva ve veraya dayalı Kollektif yaşantısından ibaret olduğu halde bunun için çalışmak ve bu sistemi kendi ülkelerin de kapitalizmi çökertip müjdeyi gerçekleştirmek asıl görevleri olduğu halde, İsa patenti ile mazlum ülkelerde dolaşan, Antichrist’in misyonerliğini yüklenenlerin yalancı olduklarını bilmektir Deccal’a karşı çıkmak. Hak dinlerin doğru ekonomi politiği gerçek şeriatı olan mülkün üç anlamının da ortak kullanımı isteyenlere destek olmaktır basiret sahibi olmak.



Din ve Ahlakın ilgi alanındaki temizlik, daha ziyade iç temizliğidir. İç temizliğinin gerçekleşip gerçekleşmediği ise, dışa yansıyan fikir ve davranışla anlaşılır. Fikrin kirden ayıklanmış olması bilgelik, davranışın kirden ayrılmış olması da erdemliliktir. Temizlenmeye, temiz kalmaya dikkat edenler, bunu önemseyenler, din sosyo ekonomi politiğin de, Takva sahipleri ve vera sahipleri diye isimlendirilirler. İnsanlar bunları daha ziyade davranışları ile tanırlar. İştir kişinin aynası lafa bakılmaz diye de atasözü ile bu durum vurgulanmıştır. Onun için Resulullah(s.as) “ Ben güzel ahlakı tamamlamak için geldim” demiştir. Dışa yansıyan tertemiz ruhun teşhisi için de Selam ona İslam dininin yüce resulü Muhammed(s.a.s); “ sizin en hayırlınız insanlara faydalı olanınızdır” demiştir. Bu da Mülk şehvetini terk etmektir. Çünkü bu şehveti taşıyanlar hizmet etmek için değil, kendilerine insanları hizmet ettirmek için yaşarlar. Onları köleleştirmek pahasına şehvetlerini tatmin ederler. İşte bunlar kirli olanlardır. Dinler tarihin de bir takım İsrail oğullarından bol bol örnekler verilmiştir. Bu bir kavmi günah keçisi yapmak için değildir. Hak dinlerin nasıl, kimler ve hangi sınıflar tarafından sulandırılıp bozulduğu ve bozucuların saiklerinin ne olduğu göstermek içindir. Yine bozukluk bilinince, düzgünlük ve tamlık da iyi algılanır.

Dinlerdeki bozulmanın teşhisi ise, doğru öğretiyi öğrenme titizliğinin terk edilmesi, eğreti bilgilerle noksan fikir ve iman sahibi olmak, sonrada bunu hayatına yansıtmakla anlaşılır. Yani fikren bilgelik yoksa yaşamın da erdem bulunmazsa, bozuk bir akideye inanmış olduğu anlaşılır. Hak din doğru öğretilerini fikrin den çıkarttığı için, İbadeti de dört duvar arasında ki duaya indirgemişlerdir. Hayatlarından doğru şeriatı çıkartanlar ve Paganist sosyo ekonomi politiğin peşine takılanlar bu türdendirler. Sadece dua etmeyi temizlenmek için kâfi görenler ve sadece buna müsaade edenlerin anlayışı temizlenme dışı oyalanmaktır. En azından yetersizdir. Hatta bu duayı, Allah dışındakilere yöneltip ondan isteyenler yollarını iyiden iyiye şaşırmışlardır. Çünkü o dua edilenler ne onları duyar, nede isteklerini yerine getirmeye güç yetirenlerdir.

Hatta daha da vahimi Allah’ın inhisarında olan af yetkisini kullanma cehaletine bile kalkışan sözde din adamları çıkmıştır. Allah bu hak ve yetki yalnız kendisinde olduğunu Ahdi Yakin de. Ali İmran 135. ayette “…Günahları Allah’tan başka kim affedebilir ki?” demektedir. Buna rağmen Resulleri şefaat terazisi başına oturtturanlar, onları günah affedici ilan edenler, hatta kendilerinde bu yetkiyi bularak ilahlığa soyunup günah bağışlama belgesi dağıtan haddini bilmezler çıkmıştır. Hak dinlerini hafife alanlar bu guruptandırlar. Bütün Resul ve nebiler doğru temizlenmenin, doğru bilgisini getirmişler. Dinin amelle kaim olduğu açıklamayı da, ihmal etmemişlerdir. Çünkü temizlenmeyi sağlayacak olan şey, doğru bir Sosyo ekonomik siyaset içinde yaşamakla mümkündür. Bu resullere tabi olmak, onların yaptığı gibi temizlenmek ve temiz kalmanın yoludur. Din anlayışı şefaatle kurtulmaya bağlanınca, Kânit vasıflı din anlayışı yok olur. Günah affı mahalle papazlarına kadar yayılır. Sonra da kavramların içini gönüllerince doldururlar. Mesela “İsa şehadeti” de çarpıtılan kavramlardan birisidir. Onu da gelecek bölüme bırakalım.

Av.İlhami Çetin

canneylesin
26. March 2010, 03:37 PM
İlhami Çetin Beyefendiyi bu yazısından dolayı kutluyorum. Mükemmel bir yazı olmuş. Günümüzün kapitalist-emperyalist terminolisiyle, Kur'an terminojisini harmanlayarak yazılan bu yazı gerçekten okunmaya değer. Dinin toplumcu ekonomik boyutu çok güzel anlatılmış. Burada bir açılım yapmak istiyorum. Atalar dini mensupları bilgimiz üzere Atatürk'e ve tüm devrimlerine saldırdıkları gibi Atatürk milliyetçiliğine de saldırırlar. Atatürk milliyetçiliğini İslam'ın önündeki bir engel olarak görürler. Bu anlamda şu ayetleri hatırlamamızda fayda olacaktır.

Maide 48: "... Sizden her biri için bir yol/şerîat ve bir yöntem belirledik. Allah dileseydi sizi elbette bir tek ümmet yapardı. Ama size vermiş olduklarıyla sizi imtihana çeksin diye öyle yapmamıştır".

Hucurat 13: "Ey insanlar! Biz sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve örfler yoluyla tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletlere, boylara ayırdık. Hiç kuşkusuz, Allah katında en seçkininiz, sakınılması gereken şeylerden en çok sakınanınızdır. Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır".

Anlaşılacağı üzere insanların farklı milletlerden oluşları Rabbimizin bir ayetidir. Ve bu sınav içindir. Farklı milletlerden oluşmak için öncelikle sınırları belirli bir toprak parçası gerekir. Daha sonra da bu toprak parçasında aynı ülkü etrafında toplanmış bir millet gerektirir. Buradaki milliyetçilik kafatasçılık ya da ırkçılık değildir. Bu milliyetçilik, ekmeğini yediği suyunu içitiği ülkesine hizmet edenlerin milliyetçiliğidir. Toplumcu bir ekonomik görüşle, hakça paylaşan insanların oluşturduğu bir toplum milliyetçiliğidir. Bu anlamda Atatürk milliyetçiliği ile Rabbimizin ayeti olan milletlerin farklı oluşları birebir örtüşmektedir. Ama biz biliyoruz ki kirli topraktan temiz ürün alınmaz. Atalar dini mensupları ekonomik görüşlerindeki sakatlıklarını vatan ve milletlerine saldırarak da göstermektedir. Yani bindikleri dalı kesmektedirler. Vatan olmazsa din de olmaz. Bunu dahi düşünmekte acizlik gösteriyorlar. Atatürk şu sözü herşeyi özetliyor:

"Mevzu bahis vatansa gerisi teferruattır".

dost1
27. March 2010, 04:19 AM
Selamun Aleykum! Değerli Barış Kardeşim!

TEMİZ TOPLUM,TEMİZLENMESİNİ BİLENLERİN TOPLUMUDUR.


Allah, temizlenmenin haram üzere boyun eğmede olduğunu Tevbe–108. ayette bildirir. Bunun dışındaki yaşam biçimi ve sosyo ekonomi politiğine de “Dırar” sosyo ekonomi politiği der(Tevbe–107) Kavramsal ve kurumsal İslam’ı din edinenlere kıble(Yaşamda yönelinilecek doğru yol) olarak bildirmiştir. İşleri Kollektif olmayan(İhsan) toplumlar da Leyl–4 ayette kınanırlar. Kuran Kâbe ve civarına Ümmü’l karye der. Bu manastırların havraların ilki ve anası demektir. Manastırların sosyo ekonomi politiğinin mülkte iştirak olduğunu ilimden haberli herkes bilir. Zaten ortak olma kavramlarından birisi “HARİM” olup, haram(Kâbe yaşam biçimi) kavramıyla aynı kökten türetilmiştir. Öyle ise liberalizmin kavramsal ve kurumsal İslamda yeri var mıdır sorusunu sorup düşünelim. Ama şu iki şeyi ayıralım. Liberal ile Liberalizm farklı şeylerdir. İnsanın fikri hür ve vicdanı hür birey olduğunu savunmak anlamına gelen felsefi ve sosyolojik akım başka, kapitalizmi meşrulaştırmayı savunan liberalizm ekonomiye yönelik ideolojisi başka şeydir. Bunu hem bireyleşme ve milletleşme(Özgün görüş sahibi olmak) konularını incelerken, hem de hümanizmi izah ettik.

Bireyin özgürlüğünü hiçe sayan hiyerarşinin kâbus gibi çökmesi karşısında, Allah halifesini köleleştirme çabalarına siyasi açıdan özgür olmasını savunmak elbette ki meşru ve herkesin görevidir. Hem siyasi ve hem de ekonomik özgürlüğünü melelerden kurtararak bireye sahip çıkmak Kuran emridir(Araf–157). Örnekler vererek bu alanı iyi izah eldim ki, liberalizmden niçin çok ayrı şey olduğu anlaşılsın. Yani hakların yarışmasında neyin tercih edileceği meselesinde liberalizm söz konusu olur. Yani bireyin menfaatine kamunun(bütün toplumun) gözden çıkartılması safhasında liberalizm ideolojisi devrede demektir. Şimdi bireyin özgür olmadığı halleri görelim ki, bireyin bu özgürlüğün sınırını aşarak, diğer insanların ve toplumun âli menfaatlerini tehdit etmesine göz yumulup teşvik edilerek, güçlü insanın ezip sömürmesine izin verilmesi ile farkı anlaşılsın.

Mesela monarşi insanlara çok az hak tanımış ve bunu lütuf kabul etmiş olduğu için birey özgür değildir. Yani siyasi yetkenin müstebit başı kendi haklarını çok genişleterek ferdi boğmuştur. Mesela buna Osmanlıdan bir misal verelim. Devlet mülk devlet ve vatan sultanın malı ve insanlarda onun kulları ve sürüleridir.Kendiside Rai(Çoban)dır. Bunu hiç çekinmeden de dillendirir. Sözde dini örgütlenmeden de tipik misal müridin konumudur. Piramitsel(Tarikat) yapılanması ve hiyerarşik yapılanma türündeki siteme bakalım. O ne fikrinde hür ve ne de vicdanında hürdür. Yani düşünüp, seçip milletleşmemiş(Din sahibi, mezhep sahibi) olmamıştır. Buna liberal literatürde kişilik ve kimlik kazanmamışlık denilir. Onun için bütün bu hallerde insanın ceberrut otoriteler karşısında insanlaşmayı kasteden Mustafa Kemal’in o veciz sözünü hatırlayalım. Tüm baskı ve insanlık dışı muamelelerden kurtulmuş ve bilgi sahibi olarak(İlmi mürşit yaparak) insanlaşmaya “fikri hür, vicdanı hür” sözüyle özetlemiştir. İnsanın, insanlığın özgür birey olma olgusunu kim kınayabilir. Hele âlemlerin Rabbi Allah ona,”sen halifesin” derken, sen hür insansın diye milyonlarca yıl önce onu onurlandırmıştır.

Sorun olan şey ve hakdinin kerih gördüğü şey, bundan sonraki safhada başlamaktadır.”Toplum fert ve fert toplum içindir” ilkesinin ötesine geçerek, gerektiğinde birey için toplumun âli menfaatinden fedakârlık yapılabilir iddiası ve ideolojisi dalalet ve adaletsizliktir. Liberalizm siyasi özgürlük ve eşitlikle ilişiğin kesilip, sosyo ekonomi politik sahada, iştirak halinde ve toplumca kaderlerin birleştirildiği dini minhac (Sebil)dan ayrılıp, tarik(Piramitsel yapılanmaya) girmektir. Bireye, yüksek kar etme ve bundan çok az vergi alınırsa, o da geliri artırır, buda sonuçta herkesin çıkarına olur görüşüdür. Bu modernizmle gelmiş bir şey değil Firavunun uyguladığı feodalizmin ve ondan çok eski zamandan gelen Firavuni bir tercihtir. Buna biz, hami-Mahmi genel İsmini vermiştik. Her köyde bir ağa, her mahallede bir milyoner yaratalım, onlar beceriksizleri daha iyi yönetir ve infak eder yanılgısıdır. Kuran bu yalanın açıklanması ile ilgili bilgilerle doludur. Hem de hami-mahmi sisteminden kurtulmak için Allah’tan yardım istemeyi bile bize öğütler(Bakara–286)


ÜMMİ ÜMMET VE GAFİL MİLLETLERE TAVSİLERİMİZ.


Bana kızma, çünkü at sineği atı uyanık tutar. Derisi kalınlaşmış olanlara da çuvaldızla dürterler. Zulmü getirende söz ve fikirlerdir. Ondan kurtaranda söz ve fikirlerdir. Bu bilimsel değerlendirme sana çok lazım olacaktır. Çünkü zalim senin zincirine paslı kilidi ha geçirdi ha geçirecek. Ama önce cehalet zincirini kırman gerekir. Elle yazılmışı değil hakka uygunu din edin. Bakara–79 ayet, kitabı elle yazanlara yazıklar olsun der ya, ben ona körü körüne uyan ve dostu düşmanı bilemeyen Bakara–78’dekilere de yazıklar olsun diyorum. Fikir sahibi olmadan, bireyleşmesen ikiyüzlülerin yolunu terk edecek kadar bilinçli iman sahibi olmadıkları için. Bireyleşerek din edinmek varken hala ilim dışında mürşit aradığın için. Bakara–104 ayetle ALLAH’IN sana, beni güt deme, çoban yaptığın Resul bile olsa bunu deme dediği halde, sen buna uymadın. Siyasette sultanlar sana “sürüm” dedi sen bunu onursuzluk saymadın. Ekonomik Krallar iliğini kemiğini sömürdü yine onurunu korumadır. Hadis de okursun, Resulullah onurlu olmayı övmez mi? İslam asla monarşiyle bağdaşmaz. O din sulh ve barış dinidir. Hukukun üstünlüğü ve sosyal hukuk devletinden başka sistemlerle kan uyuşmazlığı vardır.


HATA NERDE VE NE ZAMAN YAPILDI?

I. SAFHA

Gerek sahih hadisler ve gerekse Daniel kitabında belirtildiği gibi Kuran islamı en mükemmel şekliyle ancak yarım yüzyıl uygulandı. Sahih hadis buna kırk sene der. Daniel de, “ahdin yarısından dönülüp kutsalın üzerime mekruhun dikildiğini” haber verir. Bir insan ömrü yetmiş sene alırsanız 35 yıl, seksen yıl alırsanız kırk yıldır.

İnsanlar rahip-Kral (halife) aldatmacasıyla monarşiyi kutsayıp, mülk devlete alıştırıldı. Bu, hakdinden siyasi sapmadır. İsrail oğullarının Kral Süleyman ve kral Davut örneklerini İslama adapte ettiler. Oysa Ne Selam ona Samuel peygamber buna razıydı. Nede Allah insanlar için monarşiyi ön görmüştü. Selam onlara Allah tarafından kendilerine hikmetle hidayet edilen bu iki yönetici güzel yönettilerse de, sonrakiler, Musa şeraitine değil “kitabı elle yazanların” şeraitini “dayattılar”. Oysa hakk şeriat temiz akıllıların içinin aktığı zorlamaya gerek olmayan adalet ve rahmetin kendisidir.

Pek çok İsrail oğlu müslüman olup, Talmud(Elle yazılmış ve kutsanmış bir yorumun asıl kitabın yerine ikame edilmesi) olması gereken şeraitin yerine geçirince müslüman ümmet hak dinin olması gereken şeraitinin yerine çoğunlukla bunu düstur edindiler…

II. SAFHA

Bireyleşme döneminde, bireyciliği(Liberalizmi) bireyleşme ile karıştırma safhası.

İslam kültürü bireyciliğe(Ferdi teşebbüse iltimas imtiyaz verilmesi) Sosyal siyasette ilk kırılmadan itibaren hızla yükselmişti. Sosyal devlet ihmal edildiği için boşluk özel girişimin vakıflarıyla kapatılmaya çalışıldı. Sosyal devlete son veren Yahudilerde bununla göz boyamışlardı. Ama asla hakdinin sistemi olan sosyal devlete dönmeyi istemediler(Halife Ömer bin Abdülaziz’in üç yıl bile sürmeyen kısa hayatı kamulaştırmaları hariç).Böylece batıda aydınlanma dönemi denilen zamana gelinceye kadar plutokrasi(Zenginler yönetimi) ilkel bir sitem olan feodalizmle(Derebeylik) devam edildi. Yani sadece soyluların ve zenginlerin birey sayıldığı sosyal siyaset anlayışı. Rönesans’la birlikte gelen fikir akımı, sadece bu sınıfın(Krallar, baronlar v.b) özgürleşmiş bire idi. Ama ne özgürleşme. Bütün bir toplumun birey değil sürü yerine konulduğu din karşıtı bir geleneksel anlayış…

Rönesans sonrası gelişen akım ise sadece sultanların, derebeylerin ve köy ağalarının değil, her bir insanın birleşerek özgür olmasını haklı olarak savundular. Bu fikre hangi kesimler karşı çıktı tutucular buna taraftar odlumu olmadı mı meselesi burada işlenmeyecektir. Çünkü daha önemli olan bireyin özgürlüğünü istemek hem İslami, hem ahlaki ve hem de insanidir. İşte yine elle kitap yazan eski İsrail oğullarının ve dini bu kaynaktan öğrenen müslüman ve hıristiyan ahalinin kafasına, liberalizmi soktular. Bununla hürriyeti mason teşkilatlarından öğrenen kesimi kastediyorum. Zaten Masonizm, ırkken Yahudilikle alakası yoktur. Asıl anlamı Mülkperest(Liberalist-Kapitalist) olmaktır. Yani Hak dinin her açıdan EŞİTLİK şeriat anlayışı “Ettevarü” anlayışını yok etmek için ona hiç alakasız olarak “Tur dağı” deyip, sora da Icl ittihaz ederek (Maddi terakki için rekabeti meşrulaştırmak) elle yazılmış kitabı yol edindiler.

Bir taraftan Bakara–104 ayetini hiçe sayarak bizi güt demeye alıştırılmış ve kanıksanması için gömlek giyer gibi üzerine dini bir izafilik yüklenen sultanı savunanlar, bireyleşmeyip, bireyciliği(sınıflı toplun ve onun yeni versiyonu liberalizmi) savunan bir yol tutuldu. Bu tuhaflıkları Paris ve Londra da teşkilatlanıp insanlara hürriyeti öğreten Mason locaları(Kapitalizmin stratejik merkezi) bu konuda hocalık yapıyor. Bireyleşmekten ziyade, bireyciliği(Ferdiyetçi ekonomi politiği) aşılıyordu. Oysa o, bütün insanlara değil, sadece elverişli vasıtaları olanlar hayat hakkı tanıyan ve onları özgürleştirme vaadine dâhil etmekti ama istibdattan canı yanan ve özgürleşmek isteyen birey bunun hesabını yapacak durumda değildi. Kırk katırla, kırk satır arasında sıkışmıştı. Avrupa da Liberalist-Kapitalist yoldan kalkınmıştı ya, ona devam edilmeli, bireyleşmekle yetinmeyip bireyciliği savunmak gerekirdi…

Saltanatı savunanlara da, kaldırılmasını isteyenlere de aşılanan fikir Liberalizm, benimsetmekti. Paris okulunda, saltanata devam ama liberalizme geçerek devam diyenler, yine liberalizme devam ve derebeyliğin kuvvetlendirilerek eyalet sistemini savunanlar da vardı. Zaten genlerinde sınıflı toplumu kanıksadıkları için liberalizmin adaletsizliği onlar açısından adaletsizlik sayılmazdı. Çünkü adalet anlayışları “âdil” kavramında var olan yükün iki tarafının denk olması değil, Firavun tarafından savunulan ve zeamet toprak beyliğin adaletini onaylamaktan kavramlaşmış “Za’ven” adalet anlayışını elle yazılan kitaptan ona kanıksattırmışlardı. Bu kesim halen liberalizmi ve federasyonu savunan malum kesimdir.1910’lu yıllarda prens Sabahattin tarafından savunuyordu.

Jöntürkler ve İttihatçı cephe de teferruata girmeden belirtirsek, liberal olmak(kimlin ve kişilik sahibi) olmak sınırını aşarak yine eski kültürde var olan “gedik edindirerek” imtiyaz ve muafiyetlerle destek verilen özel girişimcilin teşvikini de içine alacak şekilde anladı bireyleşmeyi. Oysa siyasi istibdattan kurtarmaya çalıştıkları insanın, bu kez servet ve sermaye sahiplerinin esaretine verip, bireyleşmesine mani olacaklarını hesaba katmadılar. Çünkü Avrupa’nın öyle kalkındığını söylediler. Onlar da söze inanma iyice tetkik etme alışkanlıkları olmadığı için söze inandılar. Hâlbuki Avrupa iyice palazlanmadan önce “merkantilist” (korumacı) ekonomik modelle kalkınmıştı. Çok miktarda ürettiği mallara pazarları sonuna kadar açıp onları kalkınamaz hale getirmek için serbest piyasa ve gümrük duvarlarının indirilmesini zayıf ekonomilere teklif etmekteydi.

Bu aymazlık Osmanlıyı yıktığı gibi 1980 sonrasının maceraperest ve Mülkperest siyasetçileri emperyalistler bu iyiliği müslüman halkımıza da masonlara inanarak bu harabiyet yolunu açtılar. Bunun için Allah sebilini Liberalizm karşıtı ve toplumculuk üzerine tesis etmekle ne de güzel yapmıştır. Benim sözlerim tesir etmese bile, parça parça olmaya başladıkları zaman mecbur kalacak ve bireyleşmekte kalıp, bireycilikten dönmek zorunda kalacaklardır. Bu hem hak dine ve hem de onu en iyi anlayarak, liberal olmaya(Kişilik ve kimlik sahibi olmaya) evet, liberalizme hayır diyen Mustafa Kemalin sahte şeriatçı değil, devletçilik halkçılık ilkesiyle hak dini ihya etmiş ve onu hak olan sosyo ekonomi politiğine oturtmuş olduğunu anlayan halkımız, münafıklara lanet okuyacaktır. Onun liberalizmi değil, bireyleşmeyi kastettiğinin anlaması şu sözde veciz olarak vardır. Cumhuriyet, fikri hür, vicdanı hür nesiller ister. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir diyerek Resulullah hadislerinde ilim öğrenmenin farziyeti hakkında birçok hadisi din istimrarı yapmadan ne de güzel ortaya koyuştur. Kitabı elle yazanların “şeriat budur” diyenlerine uymaktan, laiklik adına hak dinin unutturulmuş “Ettevarü” üzere yeniden ihya eden Mustafa Kemalin lüzumlu ve luzumu kadar laikliğine uymak daha hayırlıdır.


ALLAH, TA BAŞTAN SINIFSIZ TOPLUMU VE EŞİTLİKÇİ ADALETİ ŞERİAT VE MİNHAÇ YAPMIŞTIR.


Bunu daha önce Bakara–92 ve 93 ayetlerini açıklarken söyledik. İsrail oğullarından “Tur dağını üzerlerine kaldırarak” misak almamıştır. Ayet bize “dinledik ve inkar ettik” dediğine göre dağı elinden salar onları ezerdi. Kim olsa böyle yapardı. Çünkü kabul etmiyoruz, isyan ediyoruz diyene, hazır dağ tepelerine kaldırılmışken bırakmaktan daha adil ne olabilir. Ama ortada ne dağ, nede dağı havaya kaldırıp tehdit var. Ettevarü toplumsal eşitlik üzere sosyal mukavele yapmaya davettir. Şimdi doğruyu biliyoruz, elle yazılan kitaptan, vahi ile bize teklif edilen, herkesin kişilik ve kimlik kazandığı sistem hangisidir araştıralım. Hangisi “Dırar” üzere, Hangisi Birru takva sahibi eskilerin, hayırda yarışan vera sahiplerinin manastır kollektivizmi üzerinedir?


HERKESİN ÖZGÜRLEŞMESİNİN DOĞRU ADRESİ NERESİDİR.


Mademki insan Allah’ın özgür(Halife) olarak yaratılmış kuludur. Onun kişilik ve kimlik sahibi olup uyduluktan kurtulmasına liberalleşme dedik. Bunun, liberalimden farklı bir şey olduğunu ortaya koyduk. Liberalizmin çamura yatıp özgürlüğün sosyal mücadele ile kıran kırana savaşa donanımlı olanları kasderek yalan söylediği, sultanın köleliğinden servet ve sermayenin köleliğine geçmekten başka bir şey getirmediği gördük. Kimsenin bir sınıfa feda edilmeyip gerçekten özgürlüğünü muhafaza edeceği sistemi toplumculukta aramamız gerekir. Çünkü özgür kalmanın yolu, fazla özgür ve ellerinde elverişli vasıtaları bulunanlar engellendiğinde, özgür insanı köleleştirenler zaptedildiği için özgür insan özgür kalır. Hem de “herkese” şartı yerine gelir.

Her bireyi esas alır ve her bireyin saadetinin yolu liberalizm de değil kollektivizm de olduğu için onu vasıta kullanır. Bireyciyim değip de, bireyin, birey için genişlemeden doğan boğma tehlikesinin yok edilmesini programlarına almamış olanların(Liberalistlerin), bireylerin hepsini kast ettikleri yoktur. Bireyin ve bireylerin tümünün özgür olabilmesinin yolu toplumculuktur. Bu alanda Rabb’imiz doğruyu önermekte ve ona ulaşacak yolu da, doğru takdim etmektedir(Sebil. Yani imkânları kamunun kullanımına sunmak).Çünkü O, tavşanla kaplumbağanın yarışını özgürlük saymaz. Bunu da, bireyi hesaba katma kabul etmez… Tavşanın koşudaki imkân üstünlüğünün, kaplumbağa seviyesine indirilmesini yol yapmıştır. Gerçek “bireyselcilik” de budur. Her insan aynı değerdedir. İnsanın, insana eşit değerini inkâr eden her şakiyi bu ilkeye sadık kalmak için zorlamaktır adil olan(Bakara–256/2). Bu tür zorlamanın insani bilimler de ki ismi toplumculuktur. Yani her bireyin eşit özgürlüğe fiilen sahip olmasının yöntemi sosyologların toplumculuk dedikleri yöntemle sağlar Allah. İşte bunun için şeriatı suya giden yolunu tanımlamıştır. Bunun da eşitlik anlamına gelen türevi olduğunu biliriz. Yani misak ilkesinin dayanağı sadece Bakara-93 ayete bahsi geçen eşitlik ve sınıfsızlık kavramından ibaret değildir. Bunu şeriat kavramını türevleri arasında da tekrarlamıştır.

Liberalist, yarattıkları adaletsizliği tamir etmeleri teklifi karşısında, çamura yatar; “Devlet baba değildir” derler. Oysa rekabet sisteminde “nimete gücü yeten ulaşır”, gerisi beni ilgilendirmez demek; gücün hürriyeti için, gizemli bir tuzak kurulduğunu bize gösterir. Allah yoluna “Sebil demiştir”. O şey; imkânların Allah için insanlarla paylaşılması, parasız sunulmasıdır. Değerler ilkelerdir. İlkeler değişmez. Adalet ve merhamet her devir de geçerli değerdir. Değerler izafileştirilmez. Sebil, tarik gibi değildir. O özgün bir yoldur. Olanakların herkesin istifadesine sunulmasıdır. Suyun başında hiçbir dev mevzilenmemiştir.

Ormanda bütün ağaçların özgür olması için ne yapmak gerekirse, şeriatın, herkesin özgür olması için yaptığı odur.Özgürlükleri gölgeleyen( Zülal ve Zülüm) ağaçların dalını değil tepesini kesip bir hizaya indirmek.Köklerini de seyreltip topraktan hak tecavüzü yapması önlenir.Bu açıdan bakarsanız sistem,sanki insanların toplumcu dedikleri biçim gibidir.Çünkü kesimi kaynak da yapar.Ormandaki ağaçlardan hiç birinin, yükseltiyi bozup uzamasına izin vermez. Çünkü insanların kardeş olmalarını istemektedir. Kendinle aynı seviyede olmasına razı olmayıp, onu geçmeye ve fark atmaya çalıştığın diğer insana, nasıl kardeş gibi davrandım diyebilirsin sorusunu sorar?

İsar gereği; başkasını kendi nefsine tercih etmen erdemin, bilgeliğinden olmasına rağmen, eşitliğe dahi itiraz edenler, erdemden hangi kırıntının kendilerinde olduğu söylenebilir? Bunu yapmayan ve yapmak isteyenlere de baskı yapan, Liberalist-kapitalist sistemin, kendisine “Bireyci” demesi mümkün müdür? Bireyden yana olmak her insana yatırım yapmaktır. Oysa yüzyıllardır; İnsana değil, İnşaata ve binaya yatırım yapılmaktadır.(Neşe-i inşaiyye)

Öyle ise Din, sözde liberalleri yalancılar diye ilan ederken, yine onları Antichrist(Deccal) ilan ederken, yerden göğe kadar haklıdır. Çünkü onlar deve kuşu gibidirler. Yük taşı dersiniz, “biz kuşuz” derlerler. Uç dersiniz, “biz deveyiz” derler. Allah’ın, insanlığın kurtuluşu için sunduğu hak dinin sosyo ekonomi politiği olan evrensel hukuk normları getiren şeriatı, kerih göstermek için ellerinden geleni yaparlar. İnsanları uyutup, dikkatleri başka tarafa çekmek ve esir etmek için erotizmi hürriyet diye takdim edip, bu kültürü yaşatmak için önlemler alırlar da, bunu din özgürlüğü diye takdim ederler. Eros dinine ayrıcalık tanırlar. Oysa sömürünün engelsiz yürüyüp globalleşmesi için, uyutma ve avutma politikalarının gereği olarak bunu yaparlar. İnsanların Allah’tan korunmaya ihtiyaçları yoktur. Korunacak bir tehlike varsa kendileridir. Doğru İş, Allah’ı veli edinerek ve onun kurtuluş Sistemine sarılarak zulümle mücadele etmektir. Allah bu yola İbadet ve bunu benimseyene de Âbid demiştir. Bu da ancak basiret sahiplerinin başaracağı iştir. Azim ister, kararlı olmayı, başkalarına zarar vermemek için kendini tutmasını bilmeyi gerektirir. Liberalisttin amacı bellidir. Adalet ve rahmeti unutturup, zulmü hâkim kılmaktır. Onun için sermaye imparatorlukları tâğut ve deccal olarak isimlendirilmiştir.

Hedef Anti Christ in (Ensar ve İsar karşıtı) dize getirilmesi ise, tüketimi teşvik eden bütün unsurlara karşı çelik bir irade ile direnmek gerekir. Buna cinsel tüketim de dâhildir. Baş Antichrist’i İslam coğrafyasın da değil, Hıristiyan coğrafyasın da aramak, bilinçlenmenin ilk koşuludur. Din Ekonomi politiği İsa öğretisi olan kollektivizme halen sadık ve Antichrist politikaları belirleyip, uygulamayan, hatta bundan rahatsızlık duyan halk kesimini de bundan ayrık tutmak gerekir. Bunun failleri sanayi devrimi sonrası kollektivist (İsa şeriatı) karşıtı başlayan yıkıcı Liberalist-Epikürosçu akımı ideoloji yapan vahşi kapitalizmin mimarlarıdır. Yalnız Dünyevi çıkarlarını düşünen tek tip insan ve toplum yaratma projesidir. Üret ve ihraç et zengin ol programıdır.

İyi bir matahmış gibi İslam coğrafyasına ihraç edilen ve yine iyi bir matahmış gibi bu bölgelerde de bazı kesimler tarafından değerli bir mal gibi ithal edilen yıkıcı kültür mimarlarıdır Antichrist muhataplar. Bir nitelemesi de Kuran da, “Tâğuttur”. Kendi kriterlerini halen ihraç etmek için bastıran ve bunlara, iyi bir matahmış gibi uymaya çalışan yönetimler vardır. Öncelikle bu odaklara karşı durmaktır basiretli olmak. Müjde yi yaymak; ezilenlerin kurtuluşunu haber vermek ve Kollektif sistemin kurulup, kapitalist sitemin çökertilmesi iken, müjde selam ona İsa’nın takva ve veraya dayalı Kollektif yaşantısından ibaret olduğu halde bunun için çalışmak ve bu sistemi kendi ülkelerin de kapitalizmi çökertip müjdeyi gerçekleştirmek asıl görevleri olduğu halde, İsa patenti ile mazlum ülkelerde dolaşan, Antichrist’in misyonerliğini yüklenenlerin yalancı olduklarını bilmektir Deccal’a karşı çıkmak. Hak dinlerin doğru ekonomi politiği gerçek şeriatı olan mülkün üç anlamının da ortak kullanımı isteyenlere destek olmaktır basiret sahibi olmak.



Din ve Ahlakın ilgi alanındaki temizlik, daha ziyade iç temizliğidir. İç temizliğinin gerçekleşip gerçekleşmediği ise, dışa yansıyan fikir ve davranışla anlaşılır. Fikrin kirden ayıklanmış olması bilgelik, davranışın kirden ayrılmış olması da erdemliliktir. Temizlenmeye, temiz kalmaya dikkat edenler, bunu önemseyenler, din sosyo ekonomi politiğin de, Takva sahipleri ve vera sahipleri diye isimlendirilirler. İnsanlar bunları daha ziyade davranışları ile tanırlar. İştir kişinin aynası lafa bakılmaz diye de atasözü ile bu durum vurgulanmıştır. Onun için Resulullah(s.as) “ Ben güzel ahlakı tamamlamak için geldim” demiştir. Dışa yansıyan tertemiz ruhun teşhisi için de Selam ona İslam dininin yüce resulü Muhammed(s.a.s); “ sizin en hayırlınız insanlara faydalı olanınızdır” demiştir. Bu da Mülk şehvetini terk etmektir. Çünkü bu şehveti taşıyanlar hizmet etmek için değil, kendilerine insanları hizmet ettirmek için yaşarlar. Onları köleleştirmek pahasına şehvetlerini tatmin ederler. İşte bunlar kirli olanlardır. Dinler tarihin de bir takım İsrail oğullarından bol bol örnekler verilmiştir. Bu bir kavmi günah keçisi yapmak için değildir. Hak dinlerin nasıl, kimler ve hangi sınıflar tarafından sulandırılıp bozulduğu ve bozucuların saiklerinin ne olduğu göstermek içindir. Yine bozukluk bilinince, düzgünlük ve tamlık da iyi algılanır.

Dinlerdeki bozulmanın teşhisi ise, doğru öğretiyi öğrenme titizliğinin terk edilmesi, eğreti bilgilerle noksan fikir ve iman sahibi olmak, sonrada bunu hayatına yansıtmakla anlaşılır. Yani fikren bilgelik yoksa yaşamın da erdem bulunmazsa, bozuk bir akideye inanmış olduğu anlaşılır. Hak din doğru öğretilerini fikrin den çıkarttığı için, İbadeti de dört duvar arasında ki duaya indirgemişlerdir. Hayatlarından doğru şeriatı çıkartanlar ve Paganist sosyo ekonomi politiğin peşine takılanlar bu türdendirler. Sadece dua etmeyi temizlenmek için kâfi görenler ve sadece buna müsaade edenlerin anlayışı temizlenme dışı oyalanmaktır. En azından yetersizdir. Hatta bu duayı, Allah dışındakilere yöneltip ondan isteyenler yollarını iyiden iyiye şaşırmışlardır. Çünkü o dua edilenler ne onları duyar, nede isteklerini yerine getirmeye güç yetirenlerdir.

Hatta daha da vahimi Allah’ın inhisarında olan af yetkisini kullanma cehaletine bile kalkışan sözde din adamları çıkmıştır. Allah bu hak ve yetki yalnız kendisinde olduğunu Ahdi Yakin de. Ali İmran 135. ayette “…Günahları Allah’tan başka kim affedebilir ki?” demektedir. Buna rağmen Resulleri şefaat terazisi başına oturtturanlar, onları günah affedici ilan edenler, hatta kendilerinde bu yetkiyi bularak ilahlığa soyunup günah bağışlama belgesi dağıtan haddini bilmezler çıkmıştır. Hak dinlerini hafife alanlar bu guruptandırlar. Bütün Resul ve nebiler doğru temizlenmenin, doğru bilgisini getirmişler. Dinin amelle kaim olduğu açıklamayı da, ihmal etmemişlerdir. Çünkü temizlenmeyi sağlayacak olan şey, doğru bir Sosyo ekonomik siyaset içinde yaşamakla mümkündür. Bu resullere tabi olmak, onların yaptığı gibi temizlenmek ve temiz kalmanın yoludur. Din anlayışı şefaatle kurtulmaya bağlanınca, Kânit vasıflı din anlayışı yok olur. Günah affı mahalle papazlarına kadar yayılır. Sonra da kavramların içini gönüllerince doldururlar. Mesela “İsa şehadeti” de çarpıtılan kavramlardan birisidir. Onu da gelecek bölüme bırakalım.
Av.İlhami Çetin

Yazıyı yazan kardeşimizden de sizden de Allah razı olsun.

Kur'an'ın mü'mini olan her kardeşimizin bıkmadan usanmadan okunması gereken bir yazı. Elimde yetki olsa İmam Hatip Okulları, İlahiyat fakülteleri, İşletme ve Ekonomi fakültelerinde zorunlu ders olarak okunmasını sağlarım.


Müslüman ...Müslüman... Müslüman...
Müslüman: Uyanık olandır. Allahla kandıralamayacak kadar bilinçli olandır.
Müslüman birilerinin sürüsü olmayandır. Müslüman Allah'tan başkasına kul olmayandır.

Müslüman KUR'AN'ın MÜRŞİDLİĞİNDE SAF TUTARAK RÜŞDE ERENDİR...
ALDATMAYAN VE ALDANMAYANDIR... ALLAHIN YAP DEDİĞİNİ YAPIP YAPMA DEDİĞİNDEN KAÇINARAK ÖZGÜR OLUP BENLİĞİNİ SATMAYANDIR...


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

dost1
27. March 2010, 04:40 AM
Selamun Aleykum! Değerli Canneylesin Kardeşim!

İlhami Çetin Beyefendiyi bu yazısından dolayı kutluyorum. Mükemmel bir yazı olmuş. Günümüzün kapitalist-emperyalist terminolisiyle, Kur'an terminojisini harmanlayarak yazılan bu yazı gerçekten okunmaya değer. Dinin toplumcu ekonomik boyutu çok güzel anlatılmış. Burada bir açılım yapmak istiyorum. Atalar dini mensupları bilgimiz üzere Atatürk'e ve tüm devrimlerine saldırdıkları gibi Atatürk milliyetçiliğine de saldırırlar. Atatürk milliyetçiliğini İslam'ın önündeki bir engel olarak görürler. Bu anlamda şu ayetleri hatırlamamızda fayda olacaktır.

Maide 48: "... Sizden her biri için bir yol/şerîat ve bir yöntem belirledik. Allah dileseydi sizi elbette bir tek ümmet yapardı. Ama size vermiş olduklarıyla sizi imtihana çeksin diye öyle yapmamıştır".

Hucurat 13: "Ey insanlar! Biz sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve örfler yoluyla tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletlere, boylara ayırdık. Hiç kuşkusuz, Allah katında en seçkininiz, sakınılması gereken şeylerden en çok sakınanınızdır. Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır".

Anlaşılacağı üzere insanların farklı milletlerden oluşları Rabbimizin bir ayetidir. Ve bu sınav içindir. Farklı milletlerden oluşmak için öncelikle sınırları belirli bir toprak parçası gerekir. Daha sonra da bu toprak parçasında aynı ülkü etrafında toplanmış bir millet gerektirir. Buradaki milliyetçilik kafatasçılık ya da ırkçılık değildir. Bu milliyetçilik, ekmeğini yediği suyunu içitiği ülkesine hizmet edenlerin milliyetçiliğidir. Toplumcu bir ekonomik görüşle, hakça paylaşan insanların oluşturduğu bir toplum milliyetçiliğidir. Bu anlamda Atatürk milliyetçiliği ile Rabbimizin ayeti olan milletlerin farklı oluşları birebir örtüşmektedir. Ama biz biliyoruz ki kirli topraktan temiz ürün alınmaz. Atalar dini mensupları ekonomik görüşlerindeki sakatlıklarını vatan ve milletlerine saldırarak da göstermektedir. Yani bindikleri dalı kesmektedirler. Vatan olmazsa din de olmaz. Bunu dahi düşünmekte acizlik gösteriyorlar. Atatürk şu sözü herşeyi özetliyor:

"Mevzu bahis vatansa gerisi teferruattır".

Millet ile ilgili yaptığınız açıklamanın daha net anlaşılması amacıyla "ümmet" ve "millet" kavramı ile ilgili bir çalışmayı sizlerle paylaşmak istedim.


Çoğulu “umem” olan “ümmet” sözcüğü; “ümm”, “ümmî”, “emam”, “imam”, “ammin”, “teyemmüm” sözcükleri gibi, “emm” sözcüğünden türemiştir. “Emm” sözcüğü; “kastetmek, amaçlamak” demek olduğu için, bu sözcüğün bütün türevlerinde ve doğal olarak “ümmet” sözcüğünde, Türkçedeki kullanımına uymasa da “kasdetmek” anlamı mevcuttur.
“Ümmet” sözcüğünün Kur’an’da, türediği kök sözcüğün anlamıyla (kastetmek, amaçlamak) kullanılışını Maide suresinde görmek mümkündür:

Maide; 2: Ey iman edenler! Allah’ın alâmetlerine, haram aya, kurbanlık hediyelere, gerdanlıklarına ve Rablerinden lütuf ve rıza bekleyerek Beyt-ül haramı (Kâbe’yi) kastedenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman da avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram’dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya da sevk etmesin. Ve iyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah’a takvalı davranın. Hiç şüphesiz Allah azabı çok çetin olandır.

“Ümmet” (“immet” de olabilir) sözcüğünün ilk anlamı; “yol” demektir. Ama bu “yol”, hakikî manadaki, karada, denizde, havada gidilen yol değil, mecazî manadaki, amaçlanmış, hedef olarak belirlenmiş yoldur. Zaman içerisinde; “ana, yol, din, cemaat, familya, nesil, boy, zaman” kavramları da bu sözcükle ifade edilir olmuştur. Araplar, askerlerin arkasından yürüdükleri bir çeşit bayrak olan flâmaya da “el emm” derler.

“Ümmet” sözcüğü terim olarak ise; “kendi iradeleriyle veya bir zorunluluk neticesinde aynı zamanda aynı yerde bulunan; iyi ya da kötü aynı inanca sahip olan; aynı amacı gütme neticesinde bir arada yaşayan insan topluluğu” demektir.

“Ümmet” sözcüğü, çoğulu olan “umem” sözcüğü ile birlikte Kur’an’da altmış dört yerde geçmektedir. Ayrıca Kur’an’da değişik kalıplarda olan ama aynı kökten (“emm” kökünden) gelen yüzlerce sözcük mevcuttur ve bu sözcüklerin hepsi de “kastetmek, amaçlamak” anlamı eksenindedir.
Rabbimiz Kur’an’da “ümmet” hakkında açıklamalarda bulunmuştur:

Âl-i Imran; 104: Ve içinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir ümmet bulunsun. Ve işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

Âl-i Imran; 110: Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah’a inanırsınız. Kitap ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mümindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimselerdir.

Âl-i Imran; 113: (Hepsi) Bir değildirler. Kitap ehli içinde gecenin saatlerinde secdeye kapanarak Allah’ın ayetlerini okuyan dosdoğru bir ümmet (topluluk) vardır.
A’râf; 181:Yine Bizim yarattıklarımızdan hakka kılavuzluk eden ve onunla adaleti uygulayan bir ümmet vardır.

Diğer taraftan Rabbimiz, insanların önceleri tek bir ümmet olduğunu bildirmiştir:

Bakara; 213:İnsanlar tek bir ümmet idi. Allah, peygamberleri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi. Anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetsin diye o peygamberle beraber, gerçekleri içinde taşıyan kitap indirdi. Oysa kendilerine kitap verilmiş olanlar, kendilerine açık deliller geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlıktan ötürü, o kitap hakkında anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, kendi izniyle inananları, onların üzerinde ihtilâf ettikleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir.



“ ملّةMillet” sözcüğü aslında “yol, sünnet” demektir. Sonradan “din” anlamında kullanılır olmuştur. (Lisan’ül-Arab; c. 8, s. 368) Ancak sözcük tek başına değil de ayetlerde görüldüğü üzere izafetli olarak “onun milleti [onun dini]”, “İbrahim’in milleti [İbrahim’in dini]” şeklinde kullanılır. Dolayısıyla konumuz olan ayetteki “İbrahim milleti” ifadesi, bundan önceki Sad/7, A’raf/89 ve Yusuf/37’deki gibi “İbrahim’in dini” demektir. Bu ifadenin Kur’an’da birçok kez kullanılmış olması, Araplar içinde İbrahim peygambere uyduğunu söyleyen kişilerin varlığını göstermektedir. Zaten o günün Arabistan çevresinde yaşayıp Yahudi veya Hıristiyan olmayan kimselere de “İbrahim milletine mensup” kişiler denilmektedir.
Rabbimiz Kur’an’da “tevhit” ve “sağlam din” konularını tanıtırken pek çok defa İbrahim peygamberin adını zikretmiştir:

Ve Allah uğrunda gerektiği gibi cihat edin. O, sizi o seçti ve dinde; babanız İbrahim`in milletinde sizin için bir zorluk kılmadı. O, daha önce ve işte bunda [Kur’an’da], elçinin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, sizi “Müslümanlar” olarak isimledi. Öyleyse, salatı ikame edin, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O, sizin Mevlanızdır [yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınınızdır]. O, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır! (Hacc/78)

Ve İbrahim’in milletinden, kendini bilmezden başka kim yüz çevirir? Ve Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık. Hiç şüphesiz o, ahirette de iyilerden biridir. (Bakara/130)

De ki: "Allah doğru söylemiştir. Öyle ise hanif olarak İbrahim`in dinine uyun. Ve o, müşriklerden değildi." (Âl-i Imran/95)

Ve din bakımından, iyilik-güzellik üreten biri olarak, yüzünü [kendisini] Allah’a teslim eden ve hanifçe, İbrahim`in dinine tâbi olan kimseden daha iyi-güzel kim olabilir? Ve Allah, İbrahim`i “halil [izdaş]” kabul etti. (Nisa/125)
Yüce Allah'ın kitaplarında ve peygamberlerinin aracılığı ile kulları için koyduğu şeriatın adı olan millet ile şeriat arasında fark yoktur. Din ile millet ve şeriat arasında ise fark vardır. Çünkü millet ve şeriat, Allah'ın kullarını yerine getirmeye çağırdığı şeyin adıdır. Din ise, kulların Allah'ın emrine uygun olarak yaptıkları şeyir.Kaynak: İşte Kur'an

Değerli Kardeşim!
Örnek olarak verdiğiniz Hucurat suresindeki "millet" diye meallendirilen kelimenin aslı "kabile" dir.
Ya eyyühenNasu inna halaknaküm min zekerin ve ünsa ve cealnaküm şüuben ve kabaile litearefu* inne ekremeküm ındAllahi etkaküm* innAllahe Aliymun Habiyr.

Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir. Ne mutlu Türk'üm diyene! diyerek. Sizin de belirttiğiniz gibi "millet" kavramının ırk anlamında değil belli değerler ülküler çetrafında toplanmış gönül birlikteliği etmiş kabilerden oluşan toplum olarak belirtmiştir. Kur'an'ın "millet" tanımı da böyledir ki yukarıda belirtilmiştir.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Barış
29. March 2010, 02:35 PM
Müslüman ...Müslüman... Müslüman...
Müslüman: Uyanık olandır. Allahla kandıralamayacak kadar bilinçli olandır.
Müslüman birilerinin sürüsü olmayandır. Müslüman Allah'tan başkasına kul olmayandır.

Müslüman KUR'AN'ın MÜRŞİDLİĞİNDE SAF TUTARAK RÜŞDE ERENDİR...
ALDATMAYAN VE ALDANMAYANDIR... ALLAHIN YAP DEDİĞİNİ YAPIP YAPMA DEDİĞİNDEN KAÇINARAK ÖZGÜR OLUP BENLİĞİNİ SATMAYANDIR...



Allah razı olsun, ne güzel tanımlamışsınız.

Sadece Allah'a kul olmanın ne güzel bir özgürlük olduğunun farkına varılmasını ve herkesce yaşanmasını dilerim.

Selam ile.