PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kuran'a göre miras hukuku


Ali Rıza Borazan
15. March 2010, 09:56 AM
Son Günlerde Kuran’da miras hukuku ile ilgili Tutarsızlıklar olduğuna dair sözler iştim. Bu kuradaki miras hukuku ile ilgili ayetlerin düzgün anlaşılamamasından kaynaklanmaktadır. Mirasın Nasıl bölüşüldüğüne dair birkaç örnek göstererek tutarsız olmadığını anlatmaya çalıştım

KURAN’DA TANIMLANAN MİRAS HUKUKU

Yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan Allah, İnsanların nerde nasıl davranacağına dair yaşanan hayatın kılavuzu olan kuranı, Göndermiştir. İnsanlar öldükten sonra geride kalanlara mirasın nasıl bölüştürüleceğine dair hükmünü açıklamıştır.
Maalesef içi mucizelerle dolu olan Kuran terk edilmiş. Duvarlara asmak onu sarıp sarmalamak öperek alnına değdirmek onu sahiplenmek değildir. Asıl ona saygı, asıl onu sahiplenmek insanların kendi yararlarına olan öğütleri dinleyip onu hayata geçirmek ona sahip çıkmak ondanyararlanmaktır.

25/30- Ve elçi dedi ki: "Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kuran’ı terk edilmiş (bir Kitap) olarak bıraktılar."

Belki Yaşadıkları hayatı ilerdeki zamanlarda insanlar sorgular da, Allahtan bize hayatı düzgün yaşamamız için, bir kitap gelmişti derler. Okuyanlar sahiplenenler çoğalır da dinleyenler olur.

Allah’ın İnsanlara öğütlediği miras taksiminin nasıl yapılması konusunu izah etmeye çalışacağım.

Miras Ölen kişilerin Yakınlık derecesine göre geride bıraktığı malların adilane bir şekilde kuranın tanımladığı gibi dağıtmak ve o kuralara uymak her müslümanım diyenlere bir sorumluluktur.

Şimdi Kuranda Geçen mirasla ilgili ayetlerden ölen kişilerin yakınlarına mirasın nasıl pay edileceğine dair paylaşımı Kuranda Miras ile ilgili geçen ayetleri bir araya getirerek pay etmeye çalışalım.

4/11- Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder.
Eğer onlar ikiden çok kadın ise (ölünün) geride bıraktığının üçte ikisi onlarındır.
Kadın (veya kız) bir tek ise, bu durumda yarısı onundur.
(Ölenin) Bir çocuğu varsa, geriye bıraktığından anne ve babadan her biri için altıda bir,
Çocuğu olmayıp da anne ve baba ona mirasçı ise, bu durumda annesi için üçte bir vardır.
Onun kardeşleri varsa o zaman annesi için altıda bir'dir.
(Ancak bu hükümler, ölenin) Ettiği vasiyet veya (varsa) borcun düşülmesinden sonradır.
Babalarınız, oğullarınız, siz onların hangilerinin yarar bakımından size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. (Bunlar) Allah'tan bir farzdır. Şüphesiz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.

4/12- Eşlerinizin, eğer çocukları yoksa geride bıraktıklarının yarısı sizindir.
Şayet çocukları varsa, -onunla yapacakları vasiyetten ya da (ayıracakları) borçtan sonra- bu durumda bıraktıklarının dörtte biri sizindir.
Sizin çocuğunuz yoksa, geriye bıraktıklarınızdan dörtte biri onların (kadınlarınızın)dır.
Eğer sizin çocuğunuz varsa geriye bıraktıklarınızdan sekizde biri onların (kadınlarınızın)dır.
(Yine bu hükümler,) Edeceğiniz vasiyet veya (varsa) borcun düşülmesinden sonradır.
Mirası aranan erkek ya da kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olup erkek veya kız kardeşi bulunursa onlardan her biri için altıda bir vardır.
Eğer bundan fazla iseler, bu durumda -kendisiyle yapılan vasiyette ya da (varsa) borçtan sonra- üçte bir'de -zarara uğratılmaksızın onlara ortaktırlar.
(Bu size) Allah'tan bir vasiyettir, Allah, bilendir, (kullara) yumuşak olandır.

4/176- Senden fetva isterler. De ki:
"Allah, 'çocuksuz ve babasız olanın (kelle’nin)' mirasına ilişkin hükmü açıklar.
Ölen kişinin çocuğu yok da kız kardeşi varsa, geride bıraktıklarının yarısı kız kardeşinindir.
Ama (ölen) kız kardeşinin çocuğu yoksa, kendisi (erkek kardeşi) ona mirasçı olur.
Eğer kız kardeşi iki ise, geride bıraktıklarının üçte ikisi onlarındır.
Ama (mirasçılar) erkekler ve kız kardeşler ise, bu durumda erkek için dişinin iki payı vardır.
Allah, -şaşırıp sapmayasınız diye- açıklar. Allah, her şeyi bilendir
KURANA GÖRE MİRAS NASIL PAYLAŞTIRILIR?
1- Kocası ölüp de geride kalanlar için paylaştırma:” Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder.”
a)- ölen kocanın karısı iki ve ikiden çok ise, Vasiyet ve borcun düşülmesinden sonra, geriye bıraktığı malların 2/3 ünü alırlar.
“Eğer onlar ikiden çok kadın ise (ölünün) geride bıraktığının üçte ikisi onlarındır”

b)-Ölen kocanın, karısı bir tane ise, Vasiyet ve borçlarının düşülmesinden sonra, yarısını alırlar.
“Kadın (veya kız) bir tek ise, bu durumda yarısı onundur.”

c)-Ölen kocanın çocukları varsa, vasiyet ve borcun düşülmesinden sonra geriye bıraktıkları mirasın sekizde birini alırlar. Ve anne baba için de altıda bir vardır.
“Eğer sizin çocuğunuz varsa geriye bıraktıklarınızdan sekizde biri onların (kadınlarınızın)dır.”

d)-“Mirası aranan erkek ya da kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olup erkek veya kız kardeşi bulunursa onlardan her biri için altıda bir vardır.”
e)-“ Onun kardeşleri varsa o zaman annesi için altıda bir'dir.”
BUNLARIN HER BİRİNDEN BİR ÖRNEK YAPMAYA ÇALIŞALIM.
Soru 1- Koca öldü. Geriye bir karısı 3 tane kız çocuğunu ve bir de anne babasını bıraktı bu durumda vasiyet ve borçları ödendikten sonra geride 10.000.TL. parası kaldı bunu nasıl pey edersiniz?
Cevap-
Karısı=1/8= 1.250
Baba1/6-= 1.667
Ana1/6 = 1.667
Toplam = 4.584
Diğer kalan miktar 10.000–4584=5.416 üç kız olunca üç eşit parçaya bölünür 1805,34 her bir kız için düşen pay
Eğer 2iki erkek bir kız olmuş olsaydı bir erkek iki kız hissesi alacağından kalan miktar beşe bölünür. Beş kız hissesi ortaya çıkar.
Kız= 1.083.20 TL. Alır
Erkek=1083.20X2= 2.266.40
Erkek = 2.266.40
Toplam= 5.416.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Soru–2= Kadın öldü. Geriye koca , anne ve baba ve iki kız bir erkek evlat kaldı.
Cevap:
Koca ¼= 2.500
Anne1/6= 1.667
Baba1/6= 1.667
Toplam = 4.417
Kalan miktar çocukların= 4.166 çocuklara iki kız bir erkek olunca bu miktarı dörde böleceğiz 1.041 Kız +1.041+2.083 Tl erkek olanınToplam4.417
BABASIZ VE ÇOCUKSUZ OLANLARIN KURANDAKİ MİRAS HUKUKU

4/12- Eşlerinizin, eğer çocukları yoksa geride bıraktıklarının yarısı sizindir. Şayet çocukları varsa, -onunla yapacakları vasiyetten ya da (ayıracakları) borçtan sonra- bu durumda bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa, geriye bıraktıklarınızdan dörtte biri onların (kadınlarınızın)dır. Eğer sizin çocuğunuz varsa geriye bıraktıklarınızdan sekizde biri onların (kadınlarınızın)dır. (Yine bu hükümler,) Edeceğiniz vasiyet veya (varsa) borcun düşülmesinden sonradır. Mirası aranan erkek ya da kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olup erkek veya kız kardeşi bulunursa onlardan her biri için altıda bir vardır. Eğer bundan fazla iseler, bu durumda -kendisiyle yapılan vasiyette ya da (varsa) borçtan sonra- üçte bir'de -zarara uğratılmaksızın onlara ortaktırlar. (Bu size) Allah'tan bir vasiyettir, Allah, bilendir, (kullara) yumuşak olandır.
4/11- Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder. Eğer onlar ikiden çok kadın ise (ölünün) geride bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Kadın (veya kız) bir tek ise, bu durumda yarısı onundur. (Ölenin) Bir çocuğu varsa, geriye bıraktığından anne ve babadan her biri için altıda bir, çocuğu olmayıp da anne ve baba ona mirasçı ise, bu durumda annesi için üçte bir vardır. Onun kardeşleri varsa o zaman annesi için altıda bir'dir. (Ancak bu hükümler, ölenin) Ettiği vasiyet veya (varsa) borcun düşülmesinden sonradır. Babalarınız, oğullarınız, siz onların hangilerinin yarar bakımından size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. (Bunlar) Allah'tan bir farzdır. Şüphesiz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.

4/176- Senden fetva isterler. De ki: "Allah, 'çocuksuz ve babasız olanın (kelale’nin)' mirasına ilişkin hükmü açıklar. Ölen kişinin çocuğu yok da kız kardeşi varsa, geride bıraktıklarının yarısı kız kardeşinindir. Ama (ölen) kız kardeşinin çocuğu yoksa, kendisi (erkek kardeşi) ona mirasçı olur. Eğer kız kardeşi iki ise, geride bıraktıklarının üçte ikisi onlarındır. Ama (mirasçılar) erkekler ve kız kardeşler ise, bu durumda erkek için dişinin iki payı vardır. Allah, -şaşırıp sapmayasınız diye- açıklar. Allah, herşeyi bilendir.

Biraz netleştirdim
Mirası aranan erkek ya da kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olup erkek veya kız kardeşi bulunursa onlardan her biri için altıda bir vardır. Eğer bundan fazla iseler, bu durumda -kendisiyle yapılan vasiyette ya da (varsa) borçtan sonra- üçte bir'de -zarara uğratılmaksızın onlara ortaktırlar. (Bu size) Allah'tan bir vasiyettir, Allah, bilendir, (kullara) yumuşak olandır
Biraz daha netleştirelim
Ölen kişinin çocuğu yok da kız kardeşi varsa, geride bıraktıklarının yarısı kız kardeşinindir. Ama (ölen) kız kardeşinin çocuğu yoksa, kendisi (erkek kardeşi) ona mirasçı olur. Eğer kız kardeşi iki ise, geride bıraktıklarının üçte ikisi onlarındır. Ama (mirasçılar) erkekler ve kız kardeşler ise, bu durumda erkek için dişinin iki payı vardır. Allah, -şaşırıp sapmayasınız diye- açıklar. Allah, herşeyi bilendir.
Aradığımız çözmemiz gereken bu iki ayetin mukayase edilerek çözülmesi.
Mirası aranan erkek ya da kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olup erkek veya kız kardeşi bulunursa onlardan her biri için altıda bir vardır.
. Ama (mirasçılar) erkekler ve kız kardeşler ise, bu durumda erkek için dişinin iki payı vardır. Allah, -şaşırıp sapmayasınız diye- açıklar. Allah, herşeyi bilendir
Babasız ve çocuksun olanın mirası
Örnek; 10.000 TL. Borçlar vasiyet düşüldükten sonra kalan miktar
Ölenin bir tek erkek kardeşi bir tek de kız kardeşi olursa, her biri için altıda bir vardır.
Ölen kadın erkek mirasçı
Kız kardeş 1/6= 1667
Erkek kardeş=1/6=1667
Erkek= ½ =5.000
Toplam= = 8.334

Toplam Miktar= 3.333.34 İki Kardeşin Aldığı hisse
Ayette geçen babası ve çocuğu yoksa diyor. Mirasta Kimlerin pay aldığını daha önce Görmüştük. Burada Annesinin olmadığından söz etmiyor. O zaman gerde bıraktığı malların annesine kalması gerekir.
Annesi=10.000- 8334=Kalan miras.
Yine Anne Almış Olduğu miras hakkının 1/6 lık bölümünü koruyor.
¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬______________________ __________________________________________________ ____________________________________________
Babası Ve çocuğu olmayan Kişi ölürse Birkaç erkek ve ikiden çok kadınlar kardeşler ise 2/3 Kardeşlerindir
Ölen Kadın
Erkek mirasçı ½= 5.000.
Kardeşler Top.= 1/3= 3.333
Toplam = 8.333
Kalan miktar anneye 1.667
Kardeşlere düşen miktarda 2 kız 2 erkek olurs Toplam 6 Kız payı eder
3333 /6=her kız için 555.50 Her bir erkek için de 1111.tl olur

Erkek öldü geriye mirascı olarak 4 karısı +2 kız 2 erkek+anne ve baba mirasçı
Miktar 10.000
Kadınlar başka bu saydıklarımız mirasçılar olmadığı zaman mirasın üçte ikişsini alıyorlardı
Ayetler böyle çok kadın ve anne baba ve çocuk örneği vermemiş ama
Ama bir kadın olduğ zaman bir bölü ik alan miktar bir bölü sekize düşmüş Burada bir oran mantığı ve matematiği yapmak gerekiyor.
10.000 Tle Çocuklar ve baba anne olmadığında bir kadın 5.000 tl. alıyordu
Ama çocuklar ve anne baba olunca bu miktar bir bölü sekize düştü. O zaman
10.000 liranın 1/8 zi 1.250 Tl. Tuta
Yani beş binliranın bir bölü dördü kadar hisse alıyor.
O zaman Kdınları normalde aldıkları hisse 10.000=2/3=6667 Tl.
Bu oranı da bir bölü dört oranda kayba uğrarsa
Çocuğu babası anası olan ölenin kadınların toplamının aldığı Aldığı miktar 1/6 Olur o da 1.667= dört kadına düşen pay onu da dörde bölersek 416.67 Oran kadardır.
Kadınların tamamı 1/6=1667
Baba 1/6=1667
Ana 1/6=1667
Toplam =5.ooo
Geriye KALAN MİKTARİKİ KIZ HİSSEİ BİR ERKEK KADAR OLUNCA
5.000 Bölü altı 833,34 Her bir kızın aldıkları
1.667 de her bir erkeğin aldıkları miktardır
Kadın416.67
Kadın416.67
Kadın416.67
Kadın 416.67
Baba 1667.00
ANA 1667.00
Kız 833.34
Kız 833.34
Erkek1.667.00
Erkek 1667.00
T0p= 10.000

yusuffsahinnn
16. March 2015, 01:53 AM
ali hocam ölen erkek olursa; miras sahipleride.... annesi, eşi, ve bir tek kız olursa dağılım nasıl gerçkleşir.. acaba?

yolcu42
11. September 2017, 04:52 PM
Selamün aleyküm.

Nisa11,12,176 ayetlerine göre miras paylaşımını araştırmalarım neticesini(değerli bilgilerinize katkı sağlamak amacıyla) paylaşmak isterim.

1. Nisa 11, eşin olmadığı durumları ifade eder.(dikkat edin hiç eşten bahsetmez.
2. nisa 12 Eşin olduğu durumları ifade eder.
3.eşin olmadığı durumda annebaba varistir.(nisa 11 i dikkatli okursanız,"annebabası varis olunca" ifadesi geçer.ve eşten hiç bahsetmez."
4.eşin olduğu durumda annebabaya miras zorunluluğu yoktur.(bu zorunluluk ifademi açıklayacam inşallah)(nisa12de eşten bahseder fakat annebaba hiç geçmez)

5.çocuk yoksa kardeşler mirasçıdır.çocuk varsa kardeşlere miras bırakma zorunluluğu yoktur. (nisa 11 de dikkat edin çocuklara mirastan bahseder "çocuk yoksa" ifadesinden sonra kardeşlerden bahseder.)

6.kısaca dört ayrı kurum düşünün,çocuklar,eş,annebaba,kardeşler
Öncelik eş ve çocuklarındır.
Eş yoksa annebabanın miras hakkı vardır.
Çocuk yoksa kardeşlerin miras hakkı vardır.

Eş ve çocuklar varsa,zorunlu oranlar ödenince anne baba kardeşlere de pay verilebilir.(öncelik eş ve çocukların zorunlu paylarıdır)
(ayrıca nisa suresinde bir çok ayette hazır bulunanların,yetimlerin,yoksulların faydalandırılmaları söylenir)

7.verilen oranlar kesin çizgi değil,asgari sınırdır.(nisa13?)
Dikkat edin,kişilerin miras bırakmada çekindileri kişiler için sınırlar belirgindir.
İkiden fazla kız için veya bir kız için oran vardır fakat bir,iki veya daha fazla erkek için hüküm yoktur.
Yani bu hükümler ÖNCELİKLE hak iddia edemeyecek kişiler için(kız çocukları,eş,anne)haklarını korumak için miras paylarıdır. Zaten insan mirasını erkek çocuklarına bırakmaya meyillidir.

8.peki nisa 11 ile 176 arasında bir çelişki var mı?
"Kelale"nin kimleri kapsadığına az sonra bakalım,zaten buna gerek kalmayacak.

Nisa 11 "ölenin kardeşi varsa 1/6 hakkı var,"der
Nisa 176 da "kelalenin çocuğu yok,kardeşi varsa 1/2 hakkı var" der.
Peki zaten "kelale,çocuğu yok"demekti.
İki ayet neden farklı?

1. Nisa11 kişinin eşinin olduğu durumları kapsıyor demiştik.nisa176 ise eşinin olmadığı durumu kapsar.(eşi ve çocuğu yok.)(bu senin kuruntun diyebilirsiniz,okumaya devam edin lütfen)

2.nisa 11 de "erkek veya kadın, ölene VARİS KILINIRSA"
İfadesi burda eşin sağ olduğunu(kadın kocaya miras bıraktıysa veya koca kadına miras bıraktıysa) kanıtlıyor.
Meallerde"erkek veya kadın miras bıraktıysa" çevirisi yanlıştır kanaatindeyim. Çünkü aynı kelimenin geçtiği ayetlerden birisine bakalım.(7/128)(yûrisü)onu VARİS KILAR(arapça gramer bilenler hatalıysam düzeltebilir)
Yûrasü=varis kılınmak
yûrisü=varis kılmak
Yerisü= varis olmak
(19/63)nûrisü=varis kılarız
(19/40)nerisü=varis oluruz


Kısacası ayette geçen kadın veya erkek, mirası bırakan değil,miras bırakılandır.


3.diğer 3 ayette "miras bırakır" diye ifade yok.

Kişinin "terk etmesi" ifadesi geçiyor.

4.ayrıca nisa11 in devanında ölenin kardeşinden bahsederken "onun kardeşi" ifadesi var.
"ölen kişi kadın veya erkekse O İKİSİNİN KARDEŞİ varsa" demesi gerekirdi.

Yani"kadın veya erkek, ölen kişiye mirasçı kılınırsa ve ONUN (ölen kişinin)kardeşi olursa...."meali uygun olup buradan da ölenin çocuğunun olmayıp eşinin sağ olduğunu anlayabiliriz.
Nisa176 da ise kelale nin hem çocuğu hem de eşinin olmadığı,böylece kardeşlere yüksek oran kaldığı belli olur.

Demek istediğim,ayetin meali;

Kadın veya erkek,ölen birine mirasçı kılınırsa ,ve onun kardeşi varsa..
(doğru meal budur kanaatindeyim.
Ölen kişiye mirasçı olan kadın ise karısı
Erkek ise kocasıdır.

Nisa176 da Kelalenin tarifini vermiş kanaatindeyim(çocuk yok,kardeş var)

ASLINDA,nisa11,12 ışığında şu teori kabul edilince,
"eş ve çocuklar önceliklidir.
Annebaba ancak eş olmazsa (zorunlu) mirasçı olur.
Kardeşler ancak çocuklar olmayınca (zorunlu) mirasçı olur."

Bu taktirde nisa176 de KELALE nin anlamını bilmeye bile gerek kalmıyor.bakın kelale yerine kişi desek anlam ne oluyor.

Kişiye kadın veya erkek mirasçı kılınırsa
(eş mirasçı)
Kardeşi varsa(çocuksuz demekki çünkü kardeşi mirasçı oldu.)
Eş1/8. Kardeş1/6

Nisa176.
Kişinin kardeşi varsa(eşten bahsetmiyor,
eş yok,çocuk yok)
Kardeş 1/2

"

Son olarak, ayetlerdeki oranlar sınırdır.
Örneğin,bir kişinin eşi,3 kızı,annesi,kardeşi var
Eş ve çocuk olduğu için anne ve kardeş mirasçı değildir.(eş ve çocuklarına zorunlu payları verilince annababa kardeşlere de isteği ölçüsünde veya eşit olarak pay verilebilir kanaatideyim(nisa7 doğrultusunda)
Çocuklar 4/6 yı paylaşır. Eş 1/8 alır.
Bunlar zorunludur.kalan kısımları ister kızlarına fazla verir.ister eşine ister anne baba kardeşlere eşit paylaştırır)?

Kişinin 3 erkek çocuğu olsa burada yasal sınır(4/6) yoktur.çünkü zaten kişi mirasını erkek evlatlarına bırakmaya meyillidir.(tabi ki eşinin payını (1/8)verdikten sonra,erkek evlatlarına bütün mirasını bırakabilir.zaten de öyle yapar.)

Sadece erkek ve kız evlatların olduğu zaman kişi erkeğe ne veriyorsa kıza da yarısını vermek zorundadır.
Böylece kızların hakkı korunmuş olur.

Kombinasyonlar fazla,sizden soru gelirse bu kombinasyonları yazmaya çalışırım inşallah

Tek sorun şu kalıyor,

İki kız çocuk varsa oran yok.(nisa11)
İkiden fazla kız kardeş varsa oran yok(nisa176)

(nisa11 ve 176)yı dikkatli okursanız çocuklar ve kardeşler benzer konumda pay
edilmişler.
Bunun içindir ki iki kız çocuk,iki kız kardeşin gibi2/3,(nisa11)
İkiden fazla kız kardeş ise ikiden fazlakız çocuk gibi 2/3 pay edilir(nisa176). şeklinde ayetlerin birbirini tamamladığı kanaatindeyim)

En doğrusunu rabbimiz bilir.

dost1
11. September 2017, 07:32 PM
Selamun aleyküm, değerli kardeşlerim,
Arapça olan Kur'an'ın ayetlerinin daha iyi anlaşılabilmesi için ayetlerde geçen sözcüklerin daha iyi anlaşılmasına yönelik olarak KELALE ile ilgili bilgi paylaşmak istedim.

LÜGATTE KELÂLE:
كلالة - kelâle sözcüğü, "yürümekten yorgun düşme, aciz olma, yorgunluktan kuvvetin gitmesi" anlamlarındaki كلل - k-l-l fiilinin mastarı olup kesici yerleri işe yaramaz hâle gelmiş bıçak ve kılıca, kimsesiz-desteksiz kalmış yetime ve hâmile olduğu dönemde saldırganlığını yitirmiş yırtıcı hayvana da كلّ - kell denir ki bu, Türkçedeki "kelerme, kelleşme" sözcüğüyle aynı anlamdadır. [92–21] Lisânu'l-Arab, c. 7, s. 713–717; Tâcu'l-Arûs, c. 15, s. 659–663; Zemahşerî, c. 1, s. 510.
Kell sözcüğü, –dilimize Farsça'dan (aslında Farsça'ya Arapçadan geçmiştir), "saçı dökülmüş" anlamıyla girmiş olsa da– mecazen "zayıf düşmüş, cılız" anlamında da kullanılır. Her ne kadar TDK'da "kelerme" sözcüğü yoksa da, Anadolu'da, yıpranmış ve zayıf düşmüş şeylere kelermiş denir.
كلل - k-l-l kökünden türeme sözcükler Kur'ân'da üç yerde; Nisâ Sûresinin 12, 176, . kelâle ve Nahl Sûresinin 76'. Âyetlerinde kell [zayıf, güçsüz olduğundan yük hâline gelmiş] şeklinde yer alır.
Bu sözcük, "dıştan kuşatma" [yakın kimsesi olmadığından uzak olanların mirasçı olması] anlamıyla da açıklanabilirse de, buna lüzum yoktur. Sözcüğün vaz'ı yukarıda zikrettiğimiz gibidir.

MİRAS HUKUKUNDA KELÂLE:
Bu sözcük miras hukukunda mesnetsiz rivayetlerdeki nakillere göre ele alınmış, bunun sonucu olarak da işin içinden çıkılmaz bir durum ortaya çıkmıştır. Genellikle kelâle, "vâlidi ve veledi olmadan miras bırakan kişi" olarak tarif edilmiştir. Vâlid "baba", veled ise "erkek çocuk" olarak kabul edildiğinden, çevirilerde "babasız ve çocuksuz" şeklinde yer almıştır. Aslında vâlid, "ana-baba"yı, veled ise "erkek ve kız çocuğu" birlikte ifade eder. Kur'ân'da ana-baba için vâlideyn, erkek-kız çocuk için veled, evlâd sözcükleri kullanılır.
Kutrub, "Kelâle , ana-baba ve kardeşin dışındaki şeylerin adıdır" (yani, "anasızlık-babasızlık ve kardeşsizlik") der. [92–22] El-Müfredât, s. 437.
Görüldüğü üzere Kutrub, anayı sözcük anlamına katarken, çocukları dışarıda bırakmıştır.
Rivayet destekli yorumlardan yola çıkıldığında, hatalı bir sonuca varıldığı için sözcüklerin asıl anlamları dikkate alınmalıdır. Kelâle'nin asıl anlamı, "zayıf düşmüş, kimsesiz, desteksiz kalmış" demektir. İnsan bu duruma, ancak eşi, usul ve furûu [anası-babası, erkek ve kız çocukları] olmadığı zaman düşer. Bu bakımdan kişiler; eş, usul ve furûuna bakmakla, onları zayıf ve desteksiz bırakmamakla yükümlüdürler. Eşe, usule ve furûa işte bu nedenle zekât ve sadaka verilmez.
Nisâ Sûresinin 12. ve 176. Âyetlerinde konu edilen "kelâle" işte budur; yani, "eş, ana-baba ve erkek-kız çocuklardan mahrum kalma hâli"dir.
176. Âyetten anlaşıldığına göre birileri Rasûlullah'a kelâle'nin miras durumunu sormuş, Allah da o'na, Allah, size fetva verecektir demesini emretmiştir. Kelâle ile ilgili fetva da 12. Âyette verilmiştir. Bulunması gereken pasaj dışında tertip edilmesi sonucu, 176. Âyetin, Çocuğu olmayan, kız kardeşi bulunan bir kişi helâk olursa [ölürse], bıraktığı şeyin yarısı onundur [kız kardeşinindir] bölümü, "kelâle" hakkında verilen fetva zannedilip, miras Âyetleri anlaşılmaz sözler yumağı hâline getirilmiştir. Özellikle bu Sûrenin 12. Âyetinde kelâle hakkındaki fetva ile burada kelâle hakkında olduğu kabul edilen fetva arasındaki çelişki nedeniyle çıkmaza girilmiş, "üvey kardeş, öz kardeş" takdirleri yapılmaya mecbur kalınmıştır. Hâlbuki kelâle hakkındaki fetva, 176. Âyette değil, 12. Âyette bulunmaktadır.
Âyetteki, çocuğu yoksa ifadesinden, murisin eşinin bulunduğu anlaşılmaktadır. O nedenle buradaki taksimde, eş ve kardeşler vâris durumundadırlar.
Burada üzerinde durulması gereken bir husus da, 176. Âyetin yapısıdır. Âyetteki, Senden kelâle [birinci derecede mirasçısı olmayan kişiler] hakkında fetva isteyecekler. De ki: "Allah, size fetva verecektir" ifadesinden sonra gelen Çocuğu olmayan, kız kardeşi bulunan bir kişi helâk olursa [ölürse], bıraktığı şeyin yarısı onundur [kız kardeşinindir]… bölümü, birinci kısmın açılımı değildir. Zira Çocuğu olmayan, kız kardeşi bulunan bir kişi helâk olursa [ölürse] ifadesinden, söz konusu kişinin evli olduğu, ama çocuğunun bulunmadığı anlaşılmaktadır. Hanımı olduğuna göre ölen kişi "kelâle" değildir. Bu, mirastaki başka bir durumun izahıdır. Kelâle ise 12. Âyette açıklanmıştır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

galipyetkin
12. September 2017, 04:05 PM
Memur vazifeli demektir. Memur maaşla çalışan insan demektir. Memuriyet dinî bir nitelik taşıyan kavramdır (İbrahim makamından yer edinmektir). Hak dinde olağan olan bir şey olup "kamu görevi" yapmaktır. Yani kâr için değil, insanlık için, bir geçimlik karşılığı iş yapmaktır.
Kamu görevi ise “Allah” için maişet usulü toplum lehine iş görmektir. Bu ise karşılıksız iş yapmaktır. Karşılıksız iş yapmanın sınırı ise ''Maişet''tir. Yani maişet, karşılık sayılmamaktadır. İhtiyaçlarını karşılamaya yetecek miktar demektir.
Hele maişet, ücret hiç değildir. Çünkü insandan hizmet almaya devam etmek için onun temel ihtiyaçlarının karşılanması gerekir. Çünkü insan, tüketmek zorundadır. Tüketmeyi kestiği zaman ölür. Bunun için temel ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar olan maişet din açısından karşılık sayılmamıştır. Yani Allah için iş yapma(Sebilullah).
Bunun için de Allah için iş yapmak olgusu, hiçbir şey verilmemesi demek değildir. Çünkü insan hiçbir şeysiz yaşayamaz.
Maaşta ölçü ise, itidal üzere yaşamaya yetecek kadar olmasıdır. Bunun altındakini vermek çalışana zülümdür. Fazlasına müsaade etmek ise, hizmet ettiği farz olunan topluma karşı zulümdür. Karşılıktır. Rüşvettir.

Topluma hizmet karşılığı verilmesi hak din tarafından ön görülen maaş dışında ve bu görev vesilesi ile maişetin dışında bir maddi şey alınıp kabul edilmesi ise rüşvettir; ister maaş yüksekliği olsun, isterse hediye niteliğinde olsun rüşvettir. Çünkü hak din değerler manzumesine göre bu fazladan kâr ve kazanç, o kişinin eline kamu görevi vesilesi ile gelmektedir. Çünkü elbirliğiyle mülkiyette her iş kamu görevi şartlarına göre serbest girişime izin verilmesi, yani ihtiyaç fazlası iş tutmayı, kamu görevi olmaktan çıkarmaz.
Mesela, fırında ihtiyaç fazlası ekmek üretmek bir kamu görevidir. Bunu maişet dışı amaçlarla kâr için yapmak ise rüşvettir.
Bir ülkenin binit ihtiyacını karşılamak kamu görevidir. Bundan kazanılanın sadece maişet kadarı müstahsilin, diğeri kamunundur…

Satılık eşya pazarlayan ve üretenler de bu işi kamunun mal ihtiyacını karşılamak için yaparlar; din bunu bu şartla meşru görür. Arada ki fark, memur olarak tanınan kimse kamunun ihtiyaç duyduğu hizmeti üretirken, alış verişçi, üretici, sanatkâr, sanayici gibi kimseler de bu işi kural olarak topluma hizmet etmek için yaparlar.
Hak din bunu böyle değerlendirir.
Hak din sosyo ekonomi politiğinde maişet dışındaki fazla ise, elden çıkartılarak, maişet düzeyine inmeyi gerektirir.
Memur açısından bunu yerine getirmek sorun olmaz. Çünkü, memur malı kendine değil, Beyt'ül Mal nam ve hesabına üretir. Ve ürettiği mal Beyt'ül Mal'ındır. Beyt El Mal'e üretilen değerin sadece maişet miktarı görevli mümine iade edilir ve fazlası ki bu artı değerdir, Beyt El Mal'de kalır.
Ama girişimci için bu tersine işler. Yani, ürettiği değerin bedeli onun eline geçmiştir. Bu kez o, kavam (itidal) üzere yaşamak ve iffet kuralına uymak için kendisinin ve iyalinin ihtiyacı olanı elinde tutup, kalanın hepsini Beyt El Mal'a vermesi gerekir. İşte, sıcak para eline geçen girişimci çoğunlukla buna uymaz. Uymadığı için de, zaten zenginleşip aristokratlaşır. Yani, Mu'minun Suresi-4. ayetini açıkça ihlal etmiş ve kat kat riba yemiştir.. Bu ayetin içeriğinin reddi ve maişet dışında, Beyt'ül Mal'a kalması gereken kısmın da/fazlanın da kendisine bırakılmasını istemek ve toplumu buna zorlamak ise rüşvettir; irtikâptır; ihtilastır; hırsızlıktır, kat kat riba yemektir.

İslam'ın getirdiği kurallar bu yazdıklarım olduğuna göre, meallerle hem de kan bağına göre oranlar yaratarak mirasçı denilenlere avantadan mal mülk sağlamanın dolayısı ile bu aykırılıkların, fitne yaratma çabalarının sebebi, nedeni nedir?
Bir Müslüman'ın maişetinden fazla bir "şeyi" olamayacağına göre neyi miras olarak alacaktır ki?

Allah'ın adetinde ve sünnetinde ve de dolayısı ile Kur'an'da aykırılık yoktur.
Bu nedenle, ilk önce biri bunu bana anlatsın; yukarıdaki soruların cevabını versin.

Saygılarımla.
Galip Yetkin

yolcu42
13. September 2017, 01:37 AM
Göklerin ve yerin mirası allahındır.
Allah yerde olanları bizim tasarrufumuza vererek bizi imtihan eder.

Kişi vardır,Hırsla para yığar
, malıyla allah rızasını aramak yerine gösterişe kullanır ve karun kadar miras bırakır.hesabını allaha verir,biz bilemeyiz
(28/76)karun ,musanın kavmindendi.
(Kişi karunlaşmak isteyince musa peygamber onun tercihlerine karışmıyor.
Allahın emrine karşı gelince cezasını allah veriyor.)
Fakat bu kişi öldüğünde,malının bir şekilde paylaştırılması gerekir.(ayrıca,nisa suresinde birçok ayette mirastan, yetimlerin,yoksulların,hazır bulunanların faydalandırılmasını söyler.

Kişi vardır,mütevazi bir ev bırakır,


Kişi de vardır,1000 tl. miras bırakır, vb.

Bir önceki mesajımda,
"miras taksimi ile ilgili ayetlerin açıklamasıdır.
Evet,nisa11,12,176 bununla ilgilidir ve biz bunu bilmek zorundayız.

(Özellikle dikkatle okursanız,hiçbir şekilde matematik hatasnın olmadığını,avliye,reddiye ve 27/24 hesaplarının geçersiz olduğunu belirtmek ve allahın kitabında asla çelişkiye yer olmadığını belirtmek için yazdık.
En doğrusunu rabbimiz bilir.)
Özellikle yazma amacımız çelişki ifadesini çürütmekti.)

Şunu diyebilirler,"müslüman adam para yığmaz ki mirası olsun"
Herkesin kendi düşüncesidir,ne kadar birikim yaptığı. Buna karışamayız.

Olması gereken ölçüyü kuran okuyan herkes,vicdanı ve inancı doğrultusunda belirler.

Lakin 1000 tl bile bıraksa,kutsal yasa bunun nasıl taksim edileceğini boş bırakmamıştır.

Diğer bir konu ise,

Dine hizmet etmek karşılıksızdır.Her yaptığın hizmetin ücreti allah katındadır.
Dine hizmet etmek ile kamuya hizmet etmek farklı şey.


Dine hakkıyla(kurandaki emirler doğrultusunda) hizmet ettiğin zaman(adaletli,yardımsever,aklıyla hareket eden,mütevazi,kul hakkı yemeyen...) zaten toplumsal huzuru sağlamış olursun.

Amaç topluma hizmet olursa,
O zaman Peygamberler topluma,yaşam tarzlarına muhalefet ederek gelmişlerdir.
Mevcut sistemi desteklemek isteseler peygamberimizin mekkede hacılara su dağıtması daha mantıklı
olmaz mı?

Aslında şöyle diyebiliriz,

Amaç; dine(allaha) hizmet olursa,
(tabi ki sadece kuran doğrultusunda)

Sonuç;toplumsal huzur

Amaç; sadece topluma hizmet olursa
Sonuç; bazen çoğunluğa tabii olmak

(örneğin dünyada finansal sistem bankacılık üzerine kurulmuştur, kişi vadeli mevduata(faize) para yatırınca para arzının artmasıyla faizlerin düşmesine katkı sağlar aslında.(banka senden ucuz maliyetle para bulamadığı için diğer bankalardan veya merkez bankasından yüksek maliyetle borçlanır ve bu maliyeti de kredi çeken kişiye yansıtır)
O zaman ihtiyaç kredisi kullananların daha düşük faizle borçlanması ve mutlu olması için (toplum yararı için) paramızı faize yatırıp dine destek mi olmuş oluruz, yoksa allahın, faiz yiyenlere karşı yaptığı tehditlere mi maruz kalırız?)



Esenlikler.

galipyetkin
13. September 2017, 10:25 PM
Şunu diyebilirler,"müslüman adam para yığmaz ki mirası olsun"
Herkesin kendi düşüncesidir,ne kadar birikim yaptığı. Buna karışamayız.

Olması gereken ölçüyü kuran okuyan herkes,vicdanı ve inancı doğrultusunda belirler.

Bakalım öyle mi?

"Salat", karşındakine bir ücret istemeden, karşılıksız yardımdır. Toplu yaşadığımızdan, karşılıklı yardımlaşma olup, ekonomik ve sosyal yönden de kollektif bir toplumsal yaşamı anlatır, ve "salat'ı ikâme" emri de kollektivist bir yaşamı hayata geçirin emridir.

Bu yaşantının mâli kuralı olarak da:
a)-devlet kurulmamışsa vergiyi tahsil edecek "kurum" bulunmadığından kişi her günkü kazancından ihtiyaç/zaruri geçim/maişet fazlasını, zaman geçirmeden bizzat götürüp ihtiyaç sahibine teslim edecek;
b)-devlet kurulmuşsa bu yükümlülük devlete geçtiğinden, konulmuş"mizanda vezin" kuralına göre, bu fazlalığı vergi olarak devlete verecektir ki "zekat'ı ita" diye anılır
(yukarıdaki ilk yazımız dikkate alınmalıdır.)

Nimeti/Rızkı Allah verir. Bu gün rızkınızı verdiği gibi yarın da rızkınızı vereceğine yani Allah'a güvenmezseniz, zekat olarak vermeniz gerekeni vermez de başkasının hakkını yer yani biriktirirseniz harama düşer ve paraya tapan bir putperest ve cennete veda eden, emanete hıyanet eden bir hırsız olursunuz. (Kitaptan Adem'in cennetten cehenneme indirilmesi anlatısını hatırlayın)

Şimdi Allah'ın
Kitab'ında bu hırsızlık mallarının hırsızın mirasçılarının arasında nasıl bölüştürüleceğini düzenlediğini zannetmek kadar abes bir şey olabilir mi?
Hırsızlık kurallarının, "meallerde" miras adı altında düzenlendiğini söylemek ne kadar doğru olabilir?

Saygılarımla.
Galip Yetkin

yolcu42
14. September 2017, 11:16 AM
O zaman şu örneğin çözümü ne olabilir?

Ahmet bey köyde çiftçilik yapmakla geçimini sağlar.
Gözü gösterişte değildir.

Her yıl kazandığı paradan köyde ihtiyacı olan fakirlere hakkını verir.

Eski bir evi vardır.

Evde bir hanımı ve üç kızı yaşar.

Ahmet bey bir gün ölür.

Ve üç gün sonra bir yazı gelir;
"eviniz ve tarlanız hazineye devredilmiştir. Bir hafta içinde evi boşaltın"

Karısı ve kızları sokakta kalır.

Bu örnek mantıklı mı. Açıklar mısınız.

yolcu42
14. September 2017, 12:00 PM
Aksi takdir de sistem şöyle olur;

"Ahmet beyin babasından bir şey kalmadığı için hazineye ait tarlada çalışır.hazineye ait evde oturur.
Ahmet beyin aslında köyde tarımı geliştirecek bir fikri vardır. Fakat Sadece temel gıda ihtiyaçlarını karşıladığı ve fazlasını vergi olarak verdiği için tarla sahibi olamaz ve başkasının tarlasında bu fikrini hayata geçiremez.

Gün geçtikçe ahmet bey şöyle düşünmeye başlar;
"ben niye çalışıyorum ki,zaten çalışanların vergisiyle devlet bana bakar."
Ahmet bey gibi düşünen kişiler artınca, ülke üreten değil tüketen duruma geçer.

Yönetim bu durumu engellemek için (çok üreten az tüketen bir toplum için)
Halka zorunlu vergiler koyar,devlete şu kadar buğday vereceksiniz diye kota koyar ,insanların tohumluk için sakladıkları buğdaylara bile el koyulur.vermeyenler zifte batırılıp çıplak şekilde köy meydanında gezdirilir.
Sonuç,
Zülum ve gözyaşı

galipyetkin
14. September 2017, 12:27 PM
Sayın yolcu42.

Daha evvel okumanız ve öğrenmeniz gerekli olduğunu söylemiştim.
Ve şimdi de yine okumanız ve öğrenmeniz ve de öğrendiğiniz yönde kafanızı çalıştırmanız gerektiğini söylüyorum. Bilmeden, öğrenmeden ukalalık yapıyorsun.

Kapitalizme doğmuş, onun bilgilerini almış, o hayatı yaşayan ve o düzende hayat süren bir kişinin Müslümanlığı anlaması ve de tatbik edebilmesi, etrafındaki yaşamın da etkisiyle ve de Kitabı üç-beş kere okuyup biraz da Arapça öğrenme kibiriyle hemen hemen imkansız olduğundan, ukalalığı da normal .
Fakat bu durum kafa çalıştırmaya engel değil.

Dikkat etmiyor musunuz ki her tarafta "MÜLK ALLAH'INDIR" yazıyor.
Siz nasıl olur da başkasına ait olan bir malı sahiplenir de bir de başkalarına mülkiyetini geçirmek için vasiyet edebilir, malı devredebilirsiniz?

Şimdi Necm-39. ayetini bir okuyun,
"- Diyanet İşleri:- İnsan için ancak çalıştığı vardır"

Sonra da şurada : http://hanifler.com/showthread.php?t=2692deki "Adalet ve Rahmet" başlıklı 3 kısım halindeki yazıyı da bir okuyun.
Üzerinde biraz düşünün.

Sonra belki anlaşırız.
Çünkü aynı lisanı konuşmuyoruz.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

yolcu42
14. September 2017, 01:02 PM
Galip bey,
Ukalalık yapmadım ki,
Size,yapmış olduğunuz açıklama doğrultusunda bir soru sordum.
Lütfen! niye böyle farklı bir düşünceye karşı bu kadar şiddetlisiniz.
İkimizde savunduğumuz doğrunun eksik yönlerini böyle görebiliriz.
Siz teorinize karşı olan fikirlere cevap vererek teorinizi daha sağlam bir temele atabilirsiniz.
Ben,açıkcası, fikirlerimi eleştiren kişilerle konuşmayı çok severim.
Onlar sayesinde daha doğrusunu görme imkanım olur.

Uçurtmalar,rüzgar sayesinde değil,rüzgara karşı durdukları için yükselir.

yolcu42
14. September 2017, 01:10 PM
Evet,mülk yalnız allahındır.
Biz emanetçisiyiz.
Bu emaneti,
Ya yoksullara yardım için kullanırız.
Ya da gösteriş ve itibar için kullanırız.
Sonra allaha hesap veririz.

Bu sistemi devlet kurar ve ihtiyaç fazlasına el koyup fakirlere verirse insan nasıl sınanacak.
Herkesin günah işleme özgürlüğü var.

Diye düşünüyorum.ukalalık yapmıyorum.
İnanın benden farklı düşündüğünüz için sizinle cevaplaşmayı seviyorum.
Böylece eksikliklerimi görme imkanı buluyor ve düzeltme yoluna gidiyorum.

Esenlik sizinle olsun kardeşim

galipyetkin
14. September 2017, 01:37 PM
Hakikaten bir tuhafsın ya....

Gene yazdıklarımı okumadan yazdığımdan üç dakika sonra yazıyorsun.
Bre kardeşim nereden çıkartıyorsun "benim teorilerimi".
Çocuk okusana.....!!!!
O yazılar benim teorim değil!
AYETLER var o yazılarda.
O yazıların dayanağı ayetler.

Esas sen "öyle olsa....., şöyle olsa...., .... diye düşünüyorum....." diyerek, Ayetler orada dururken kalkmış durmadan fikir üretiyor, bize yüklüyorsun.
Bu nedenle senle selamı sabahı kestim.

İlk önce sana söylediklerimi oku, öğren, belirli seviyeye , öğrenebilme, diyalog kurabilme seviyesine gel; düşünürüz.
Ama çok bilmişin okuyup öğrenmeye ihtiyacı yoktur. İki ukalaca laf yeter, ağız kapatır.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

kuman
15. September 2017, 07:27 PM
Bir şey sorma isteği uyandı içimde; Acaba imtihanı için mutlaka bir mülk mü gerekiyor?
Yokluk yada zenginlik olması şart mı ?
Mülk yoksa imtihan olmaz mı ?
İmtihan sadece sahiplik ile mi ilgili ?

yolcu42
15. September 2017, 09:47 PM
Hadid23-24
Bakara155 ve daha nice ayet.

Para,insanın en büyük zaaflarından biridir.
Paraya kulluk etmekten kurtulmak, büyük başarıdır kanaatindeyim.
Benim anladığım,
Kutsal kitap,

İslam devletinde,insanların harcamalarını denetlemeyi devlete bırakmamıştır.(karunun karun olmasına musa peygamber ses çıkarmamıştır.(karun varken musa peygamber yönetici zannedersem)

Anladığım kadarıyla ayetlerde kınanan ve yasaklanan durumlarda ceza söz konusuysa bu devlete verilen görevdir. Örneğin,

Fuhuş cezası
Hırsızlık cezası
Kasten adam öldürme
Ayrıca karşı tarafın hakkını koruma durumları;
Taksirle adam öldürme
Miras payı vs.

(dikkat ederseniz kamu düzenini bozacak eylemler devlet tarafından cezalandırılıyor.)
Ve kişi haklarını koruma faaliyetleri,
Belki evleme ,boşanma, miras taksimi,yargı...

Oysa,
Para yığan,gösteriş yapan,yardım yapmayan kişi kınanmasına tehdit edilmesine rağmen,
Şu kadar ceza verin diye bir emir gelmiyor.



Devlet, gelir dağılımında çok yüksek uçurumun olmaması için ve sosyal yardım için gerekli bir takım tedbirler alabilir fakat bu,insanların tasarruflarını tamamen denetim altına almak olmamalı diye düşünüyorum.

Haşr7(...böylece sizden zenginlerin arasında bir düvel olmasın)
(Amaç, ağalık sistemini engellemek olabilir)

Oruç tutmayana ,namaz kılmayana devlet karışmıyor.çünkü bunlar toplumsal huzuru bozmaz.bunu denetlemek devletin görevi değil.
Kişi bunlarla sınanır

Ayrıca,sorunuza benim acizane cevabım,

Kuranın genelinden anladığım kadarıyla
Mülk,bu sınavda çok çok yüksek belirleyici
Kanatindeyim.
Doğrusunu rabbimiz bilir

galipyetkin
16. September 2017, 12:11 PM
Saygın Kuman


Bir şey sorma isteği uyandı içimde; Acaba imtihanı için mutlaka bir mülk mü gerekiyor?
diye sormuşsun.

Bakalım şu yazdıklarım seni tatmin edecek mi?

Her şeyden evvel "insan" Bakara 30 ve devamında (cesedin yaratılıp ruhun üfürülmesinin) anlatıldığı gibi Allah'ın projesidir.

Biz bu proje, insan hakkında şurada:
http://hanifler.com/showthread.php?t=2616
"Zıtlıklar arasındaki insan"
başlığı altında şöyle yazmıştık.

Hatırlatmak istedim. Belki faydası olur.

Şöyle ki:
"RUH VE BEDENİN ZIT TARAFLARA ÇEKİMİ ARASINDA SIKIŞIP KALAN İNSAN
Bölüm-1

Bir başka deyişle cesetler ve kavramlar dünyası arasındaki insan diyebiliriz. Cesedi ile dünyaya gelen insan, kavramlarla insanlaşır. Ruh denilen şey de bir kavramdır. Ceset gelip geçici şeylerden, yani oluşum ve bozuşuma tabi elemanlardan oluştuğu için, kendisi gibi olan maddi dünyaya muhtaçtır. Kendisinden eksileni oradan toplar. Hatta eksilme ve eksik kalma ve sonuçta cesedin tehlikeye girmesi endişesi onu yakın ihtiyacı olmadıklarını da toplayıp yığma yoluna iter. Zayıf ruhlara da bunu ihtiyaç gibi takdim edip amacına hizmet ettirir.

Oysa eksiklik duygusu cesedin ihtiyaç veya ihtiyaç üzeri doymazlığının gereksinimidir. Ruh bunun peşine yanılgısıyla sürüklenir. Kavramlar eksilip çoğalmazlar, bunun için eksilenleri yoktur ki, madde dünyasından tamamlasınlar; kavramlarla olgunlaşırlar veya dejenere olurlar. Kavramlar ancak kendi cinsleri ile adeta bir armoni oluşturmayı, mizanı severler, bunun için de, uyum oluşturmak için benzerlerini ararlar. Ahenkten zevk (Sevinç) alırlar. Tanımlanmaları da benzerleri ile açıklanır. Zıtları ise, ne olmadıklarını anlamak için adeta sınır belirleyicilik işlevini görürler.

Ruhlaşmış kavram, benzerleri ve zıtları ayırmada uzmandır. İnsana fıtraten ilham edilen de zaten budur. Parazit yapan sesleri iyi tanır. Bir anlamda paradokslar uzmanıdır. Bu kendisine yeti olarak sunulmuştur. Bu yeti körelebilir de, mükemmelleşebilir de. Körelip yozlaşması ceset tarafından hissedilen doymazlık ve açgözlülüğe kulak vermesi ile oluşur. Beden eksilme panik sinyalleri vermekte kendi fıtratı gereği haklıdır. Ama eksilme tükenme imkân ve ihtimali olmayan ruhlaşmış kavramın bedenle birlikde özdeşleşmesine hiç gerek yoktur. Onun kendi harmonisini oluşturması gerekir.

Kavramları, benzerlerini, zıtlarını, en iyi tanıyan ''Yaratıcı Ruh''tur. ''Yaratıcı Ruh'', insan ruhuna bu yetiyi aktardığı ve Resul’ler yolu ile de ikazda bulunduğu halde, bedenden gelen sinyallere haddinden fazla önem veren seçici ve ayırt edici ruh, paradokslarla dolu bir anlak oluşturmuştur.

İşte bu ruh, yönünü maddeye çevirmiş ruh olup, bedenin tatminini kendine görev edinmiştir. Bu gerçek bir “Madde bağımlılığıdır”. Rutin madde bağımlılığı(Uyuşturucu v.s) bunun yanında hafif kalır. Kavramları bozan, içlerini boşaltan, vahyiler üzerinde, gerek kalem oynatan, gerek anlamlarını bozan, gerek suya sabuna dokunmayan çok da ilgili olmayan en uzak anlamlarını verenler de bunlardır. Bunun için, sözlük anlamları da tam güvenilir değildir. Bunun mutlaka vahiy satırlarının teselsül(peşi sıra olan, birbirini takip) eden mantığı içinde denetlenmesi gerekir. Yani Kur'an’ı kavramlarla anlamaya çalışmak, ama kavramları da Kur'an’a denetletmek şeklindeki karşılıklı etkileşim bir güvencedir.

Bunda isabet, yine, bakış sahibinin “madde bağımlısı”(materyalist) olmaması, ruhlar arası armoniye önem vermesi gerekir. İşte böyle bir kemâle yönelmiş erdemli insanın ''hah işte bu mana tam oturdu” sözünü iç rahatlığı ile söyleyebildiği anlam, gerçeğe en yakın anlamdır. Zaten Resulullah rivayetlerinde, kalbin içine sindirerek kabul ettiği şeyin doğruya en yakın olduğunu bize bildirmiştir(Benden size gelen haberleri birde kalbinize sorun…). Çünkü madde bağımlılığından kendisini soyutlamış ruh, mükemmeli arar ve erdemin kendisi olan ''Yüce Ruh'‘a hayrandır. Ondan gelene kulağı kiriştedir. Maddi dünyadan olan cesedin doymazlığını bilir, evrensel uyum için, onun zırlamasına kulaklarını tıkamıştır. Bu asla bedeni ihmal etmek veya insanlık düşmanları karşısında maddi güç hazırlamamak anlamına gelmez(Enfal-60). Çok üretmek, ama bunu kendi cesedinin emrine değil, zorunlu ihtiyacı olan başka cesetlerin ihtiyaçlarını nazara alarak, kendine tahsis etmemektir. Bunun da en değerli yolu, Nuh nebiden bu yana hak olan yol ''Beyt-ül mal'' olarak ortaklık (Harim) adına tahsis etmektir.

Böylece, bedenin taleplerini ”ihtiyacı kadar” ile sınırlayıp, onun çığırtkanlığına kulak tıkayarak, evrensel armoni ve uyumu tercih etmek gereklidir. Yeryüzünde saadet içinde yaşamanın ilimsel formülü de budur. Buna hak din literatüründe ''Kavam veya itidâl'' denilir. Dinin gerçek ekonomi politiği budur. Bunu terk edip, hususi teşebbüse toplumun geleceğinin ihâle edilmesi, önceki kitap ehlinin, hem maddi tahrifatlarla, hem de anlam çarpıtmaları ile bozdukları din anlayışını din edinmektir. Yani milletleşmesi ideal olmayan bir toplum vardır ortada. Hak din dışına çıkmaktır.

Sonraki ümmetlerden büyük bir kısmı İsrail oğullarının yolunu izleyerek, eşitlik ve İnsanların amaç, araç birliğine dayanan dini anlayışını terk ederek, takva dininde havlu atarak, fetva ve ruhsat ve hile-i şer’iyye yoluna gitmişlerdir. Böylece cesedin doymazlığına kulakları tetikte hazır köleler olduklarından, evrensel uyum ritminden(melekûttan) uzak kalmışlardır. Hepsi olmasa da, kahır ekseriyeti öyle yapmıştır. Önceki kitap ehli gibi bunu kalem oynatarak ve kelimelere yer değiştirterek değil, ama bazen karışık kıraatle, bazen ulama yapılacak yerde tertil, tertil yapılacak yerde ulama ve ''valslerle'' bunu becermiş, bazen de kavramlara ahenge aykırı en uzak anlamları vererek, yorumlarla paradokslar oluşturup kafa karıştırarak bunu becermişlerdir.

Bu sapmaların orijininde hep kendinden bir şey eksilmesi mümkün olmayan ve madde ile eksileni tamamlama diye bir sorunu bulunmayan ruhun, cesedin doymazlığı çekimiyle kendini özdeşleştirme yanılgısından ileri gelmektedir. Maddeye hiç de ihtiyacı olmayan ruh, bedenle aynı frekansa girdiğinde, ''mülk şehveti''nin güdümüne girmiştir. İnsanın bedeninin bilincinde olması başka şey, bedensel taleplerin güdümüne girmesi başka şeydir. İnsanın kavramlar dünyası ile ilişki içinde olması bile, bilip yaşadığımız hayatta, bir beden (ceset) sahibi olmasına bağlıdır. Yani ruhun(kavramları kavrayan kavramın ve canlık belirtisinin-tam anlamıyla can'ın-) kendi benzerleri ile ilişkide olması için zaman denilen şeye ihtiyacı vardır. Zamanı ise, bedenin hayatiyeti ile kullanır. Öyle ise, bir bedeni olduğunun bilincinde ve yine, onun ihtiyaçlarına kulak vermek zorundadır. Şu kadar ki haddi kadar gerçeğini bilip sınırlamak şartıyla.

Nasıl beden ruhsal ilişkilerin tesisi için bir araçsa, bedenin ihtiyaçları da araç düzeyinde kalmalı, hayatın amacı ruhun yücelmesi tek ve öncelikli amacı olmamalıdır. Çünkü devamlı azalan ve üzerine konulması gereken bir şey olan ceset nedeni ile önceleri eksik tamamlamak, giderek devamlı zimmetinde bulundurmak ve giderek madde yığıp çoğaltmak öncelikli değer haline gelir ki, en güçlü olmak ve bunu artarak sürdürmek herkes için öncelikli amaç haline gelince, dünya yaşanmaz hale gelir.

Onun için, ruhun tatminini ki bu erdemdir, bunu önemsemeyen, bedenin tatminini ön plana alan materyalistler (Madde bağımlıları), cesedin egoizmini amaç yaptıklarından, daha çok şeyin zimmette bulundurmayı hayatın gayesi edindiklerinden, paylaşma ve eşitlik yerine, gücün tahakkümünü maksadın temeline yerleştirmişler, doğal mücadeleyi kutsamış teşvik etmişlerdir. Bunun için de, maddi terakkiyi sağlasalar da, medeniyeti yok etmiş, vahşeti yeryüzüne yaymışlardır. Önceleri mevzii ve bölgesel başarılarını, şimdilerde iki ucu birleştirip kenetleme anlamına gelecek şekilde globalleştirmek, yani iki ucu birbirine bağlayarak adeta kuyruğunu ısıran ve böylece halka olan yılan figürünü oluşturmuşlardır. İşte buna karşı koyacak ve zinciri kıracak olan tek şey, adaleti gücün karşısına çıkartan, kollektif dayanışma taraftarı evrensel adalet savunucusu olmaktır....

Ceset ve midesi için yaşayanların, çevrelerini kendi ihtiyaçlarını rahat ve kolayca sağlama pahasına baskı altında bulundurup, zulmü ve zülüm yapmaya mahsus gücün tahakkümünü ayakta tutup devam ettirirler. İdealizm taraftarları ise, mevcut zulüm düzenine baş kaldırmak ve değerlerin değişimi için çalışmak, zulmün ve kaba gücün tahakkümü yerine, evrensel değerleri adalet ve merhameti hâkim kılma mücadelelerinde ruhen benzer olanların birlikteliğini anlatan ve öneren kavramlara yönelirler......"

diye üç başlık altında devam eder ki Sitedeki "YARATILIŞ/MÜLK" Bölümünde yayımlanan yazı dizisinin bir bölümünü oluşturuyor.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

kuman
16. September 2017, 10:50 PM
sayın yolcu

Bu sayfa da 12 nolu cevaba bakarak 15 cevabı çok uzun yazmışsınız.
Evet Mülk belirler deseydiniz yeterli idi.

Mülksüz sınav olur mu ?
Sınav sadece Mülk ile mi olur ?

Sorumlarım da ise 15 de söylediğniz sözler yeterli gelmiyor.
Son sözünüz ile de '' Doğrusunu Rabbim bilir'' diyerek ne kastettiğiniz tam anlamadım
Anladığım kadarıyla siz doğru ya ulaşamazsınız ulaşsanız bile onun doğru olup olmadığı hakkında şüpheleriniz olur şüphe varsa doğru değildir.

İkinci bi soru
Doğruyu rabbimiz bilirse biz bu sınavı nasıl geçeriz ?

Not : Genelde bu şekilde sorular sorduğum için insanlar bana ateist yada deist demelerine alışığım o yüzden gereksiz yere bunları söylemeyin zaman kaybı olmasın.

kuman
16. September 2017, 11:03 PM
sayın yetkin,

Teşekürler güzel bir cevaptı tatmin olmadım ancak söylediğiniz diğer yerlere göz gezdirerek belki içimi tatmin edebilirim
ANcak şu an sınav dediğimiz olgu sadece Mülk ile ilgili gözüküyor hala benim açımdan

yolcu42
17. September 2017, 02:17 AM
Sayın kuman,

Tarih boyunca ve şimdi çok kişi kuranı yorumlar.
Bu yorumu yaparken,içinde yaşadığı büyüdüğü toplumun gerçekleri,kişinin önyargıları,tutkuları,korkuları yorumun ister istemez şeklini değiştirir.


Örneğin,emevi,abbasi devletinin çok güçlü olduğu ve toprağına toprak katmak istediği bir dönemde devletin bir makamına gelmiş bir islam aliminin savaş ayetlerini yorumlaması,devletin ideolojisiyle ters düşseydi,
Örneğin savaş ancak bizimle savaşanlara ve ülkede karışıklık çıkaranlara karşıdır.islam kılıçla değil,kuranla,ilimle yayılır" diyebilir miydi .veya mümtehine8-9 ve bakara190 nı tam olarak doğru yorumlayabilir miydi acaba.
(abbasi veya emevi devletini örnek olarak verdim,devletin amacının dini yaymak mı yoksa güçlü olmak mı veya arap milliyetçiliğini yaymak mı olduğunu tam olarak bilemem,tarih araştıranların yorumuna bırakırım.
Bilmediğim ve araştırmadığım bir devlete çamur atamam,sadece örnek olsun diye verdim)
(bakara141)"Onlar gelip geçti." Derim.

Kanaatimce "Kuran okuduğun zaman kovulmuş şeytandan allaha sığınmamızın bir nedeni de"bu etkenlerden olabildiğince etkilenmeyelim diyedir.

Kişi yorum yaptığı zaman,bunun sadece kendi zannı(kanaati,teorisi) olduğunu bilmelidir.çünkü önyargıları,korkuları,tutkuları,bilgi yetersizliği, allahın tam olarak kasdettiği gerçeği görmesini engelleyebilir.
Yani yaptığı açıklamanın gerçek değil kendi teorisi olduğunu bilirse ve söylerse;

1.kişilere"bu benim zannımdır,zannıma tabii olmayın, kuran ve akıl süzgecinden geçirin" mesajı verir.

2.fikirlerini tükenmez kalemle değil kurşun kalemle yazdığı için,fikirleri kafasında putlaşmaz,gerektiğinde silebilir.

3.kibre kapılıp"bu kuranı ben çözdüm,en doğrusu budur" demez.
En doğrusunu rabbim bilir der.

4.müteşabih ayetlerin te'vilinin peşine düşmez,herşey allah katındadır.der(ali imran7)

Zaten bilimin gelişmesini sağlayan olgu,
Bilim adamlarının bulduğu sonuçları,gerçk değil teori kabul etmeleridir.
(big bang teorisi,sicim teorisi,izafiyet teorisi) gibi.
Eğer yeni gelen bilim adamları tarafından bulunan sonuçlar teori değil gerçek kabul edilseydi;
Atomu üzümlü kek modeli olarak kabul eder yeni araştırmalar yapmazlardı.
Veya,"biz albert einstein'den daha mı iyi bilecez deyip izafiyet kuramı incelenmezdi.

galipyetkin
17. September 2017, 03:21 AM
Saygın Kuman.

Bir de şu "sınav" deyişine dokunmak istiyorum.

Bu "sınav" olgusunu Haluk Bey-Gümüştabak- pek sık kullanmakta.
Ahrette toplanma ve sonrasını anlatan ayetler okunduğunda, bu işlem eğitim alanların ders notunu belirleme gibi bir sınama olmadığı anlaşılıyor.

Allah yarattığının ne biçim bir şey olduğunu ve o yaratılanın kendisinin verdiği karar ve edimleri ile cennete veya cehenneme gideceğini bilmez olur mu?
Tabii ki bilir. Bundan normal bir şey olamaz.
Fakat İnsanoğlu bu hayatı yaşamadan diyelim ki Allah'ın bilgisi ile cehenneme kondu. Patavatsız insan Allah'a sebepsiz oraya gönderilmiş olduğundan bahisle karşı çıkar, itiraz ederdi.

Bu sebeple Allah insana bu yaşamı yaşatmaktadır ki yaşadıkları ile kendisi kendisine şahitlik yapsın, ve kendisi kendisinin ne biçim bir şey olduğunu anlasın.

Yoksa Allah ne olduklarını bildiği kullarını tek tek karşına alıp" söyle bakiiim" diye sormaz her halde.

Kitaptan anladığıma göre, ahrette kişi objektif ve yaşamında ilan edilmiş(mesela Tevrat) veya bilmesi gereken (doğuştan verilmiş) kriterlerin veya her ikisinin karşısına geçip hayatında yaptığı ve hafızasında depolanmış edimleri karşılaştırılıp uygun hareket edip etmediğine kendi şahit olacak ve gerek kendisinin, gerek başkasının hiç bir itiraz olanağı olmadan tıpış tıpış ya cehennemin ya da cennetin yolunu tutacak.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

yolcu42
17. September 2017, 03:51 PM
Katılıyorum,Demek istediğim zaten;

Kişinin ne yapacağını allah biliyor,bunu kişiye gösteriyor

Eğer,devlet kişinin tasarruflarını yönetirse,bu kişi aslında cimri,yardım yapmakistemeyen,gösteriş meraklısı olsa bile bu düşüncelerini hayata geçiremeyecek ve içinde sakladığı açığa çıkmayacaktır.

Ayrıca bir düzeltme yapmak istiyorum;

Karunlaşmak diye ifade ettiğim terim,tam olarak kişinin mal varlığının miktarı değil,bu mal varlığını kullanım yöntemidir.
Karun kıssasında karunu uyaran kişiler, " niye bu kadar malın var" diye değil
"sana verilenle allahın rızasını ara,dünyadan da nasibini unutma" diye uyarıyor.

Kişi elinde olan mal ile yetinmeli,elinde olmayana tamah edip hırsa kapılmamalı(karun olmaya çalışmamalı),kazandığından ihtiyacı olana vermeli,gösteriş,lüks,israf peşinde koşmamalı diye düşünüyorum.

Bunun dışında allahın,dilediği kulları için ayarladığı rızık farklıdır.(dilerse fazla verir,dilerse az verir)

karun da olsan harun da olsan elindekiyle allahın rızasını arayıp,dünyadan da nasibini unutmamak doğru olandır kanaatindeyim.

Kişiyi mutlu eden,
Elindekinin çokluğu değil,
Elde etmek istediklerinin azlığıdır
(alıntı)

bartsimpson
17. September 2017, 08:35 PM
Saygın Kuman.

Bir de şu "sınav" deyişine dokunmak istiyorum.

Bu "sınav" olgusunu Haluk Bey-Gümüştabak- pek sık kullanmakta.
Ahrette toplanma ve sonrasını anlatan ayetler okunduğunda, bu işlem eğitim alanların ders notunu belirleme gibi bir sınama olmadığı anlaşılıyor.

Allah yarattığının ne biçim bir şey olduğunu ve o yaratılanın kendisinin verdiği karar ve edimleri ile cennete veya cehenneme gideceğini bilmez olur mu?
Tabii ki bilir. Bundan normal bir şey olamaz.
Fakat İnsanoğlu bu hayatı yaşamadan diyelim ki Allah'ın bilgisi ile cehenneme kondu. Patavatsız insan Allah'a sebepsiz oraya gönderilmiş olduğundan bahisle karşı çıkar, itiraz ederdi.

Bu sebeple Allah insana bu yaşamı yaşatmaktadır ki yaşadıkları ile kendisi kendisine şahitlik yapsın, ve kendisi kendisinin ne biçim bir şey olduğunu anlasın.

Yoksa Allah ne olduklarını bildiği kullarını tek tek karşına alıp" söyle bakiiim" diye sormaz her halde.

Kitaptan anladığıma göre, ahrette kişi objektif ve yaşamında ilan edilmiş(mesela Tevrat) veya bilmesi gereken (doğuştan verilmiş) kriterlerin veya her ikisinin karşısına geçip hayatında yaptığı ve hafızasında depolanmış edimleri karşılaştırılıp uygun hareket edip etmediğine kendi şahit olacak ve gerek kendisinin, gerek başkasının hiç bir itiraz olanağı olmadan tıpış tıpış ya cehennemin ya da cennetin yolunu tutacak.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.
neden sınava tabi tutuluyoruz? sınav sonunda cennet yada cehenneme gidince ne olacak? yaşamaktaki tek amaç cennet yada cehenneme gitmek mi?

kuman
17. September 2017, 09:43 PM
sayın galip bey, sayın yolcu,

Anladığım kadarıyla sizin yazdıklarınızdan, hiç bir din evrensel değildir. (?)
Dinler zamana, olaylara, içinde bulunulan topluma, kişinin bilgisine, kişinin ruhsal durumuna, o anki sosyal politika ve hedeflere göre değişebilir.
Vahiy ile tanışmış olsa dahi imtihan da bunu tam olarak bilebilme imkanı olmadığından dolayı o vahiyden alabildiği kadarının uygulamasına mı bakılaacak ?
O zaman bu imtihan dünyası tamamen herkes için farklı sabit bir şey değil değişebilir ?

Yada bartsimpson un dediği gibi ' Neden yaşıyoruz cennet yada cehenneme gitmek için mi ? Aslında bir imtihan yok mu ? Bunu biz yanlış mı algılıyoruz ?
Aslında cennet cehennem yokta ayetleri biz bu şekilde yorumluyoruz sebebi de bizim bu topraklarda yetişmemiz mi ?

galipyetkin
17. September 2017, 10:50 PM
Dostum Bart.

Bak aşağıda bir yazı var.... Hatırlayacaksın. http://hanifler.com/showthread.php?p=21190#post21190
Yazı senin.
Bu yazıyı da dayanak olarak yazacağım "sınav" değil de "kazanımların açıklanması" diye niteleyeceğim "evrimleşme" yazısına bir başlangıç olsun istedim. Zannederim o yazıda Sevgili Kuman'a da bir şeyler yazacağım.
(Daha evvel burada 16/09/2017 günlü yazımda konuya değinmiştim.)
**************
İşte yazı:

Bakara Suresi

29 O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için oluşturandır. Sonra da O, semaya egemenlik kurdu, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi en iyi bilendir.

30 Ve bir zaman Rabbin, doğadaki güçlere, “Şüphesiz Ben, yeryüzünde bir halîfe getiren Zatım” demişti. Doğadaki güçler, “Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi yapacaksın?
Oysa biz, Senin övgünle birlikte tüm noksanlıklardan arındırıyoruz ve Senin tertemiz; her türlü kötülük ve eksiklikten uzak olduğunu haykırıyoruz” demişlerdi. Senin Rabbin, “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim” demişti.

31 Ve senin Rabbin, Âdem'e o isimlerin tümünü öğretti. Sonra hepsini doğadaki güçlere sundu ve “Hadi, haber verin Bana şunların isimlerini, eğer doğru kimseler iseniz” dedi.

32 Doğadaki güçler, dediler ki: “Sen her türlü noksanlıktan arınıksın! Senin, bize öğretmiş olduğunun dışında bizim için bilgi diye bir şey yoktur. Şüphesiz Sen, en iyi bilenin, en iyi yasa koyanın ta kendisisin.”

33 Senin Rabbin dedi ki: “Ey Âdem! Haber ver onlara, onların adlarını.” Sonra da Âdem onlara, onların adlarını haber verince, senin Rabbin, “Dememiş miydim Ben size! Şüphesiz Ben, göklerin ve yerin görülmeyenini, duyulmayanını, sezilmeyenini, geçmişi, geleceği bilirim. Ve Ben, sizin açığa vurduklarınızı ve sakladıklarınızı bilirim” dedi.

34 Ve hani Biz, doğadaki güçlere, “Âdem'e boyun eğip teslimiyet gösterin” demiştik de İblis/düşünce yetisi dışında doğadaki güçler hemen boyun eğip teslimiyet göstermişti. İblis yan çizdi, büyüklendi. Ve o, her şeyi bilerek reddedenlerden idi.

35 Ve Biz, “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette iskân ediniz/burayı yurt tutunuz, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol nasiplenin ve şu girift şeye yaklaşmayın; mal/altın-gümüş tutkunu olmayın, yoksa kendi benliğine haksızlık edenlerden olursunuz” dedik.

36 Bunun üzerine şeytân; İblis/düşünce yetisi onları oradan kaydırdı, içinde bulundukları ortamdan çıkardı. Ve Biz, “Birbirinize düşman olarak inin, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir yararlanma vardır” dedik.

Ben bu ayetlerden şunu anlıyorum.

29 Yeryüzünde bir insan uygarlığı daha önce vardı ve yaşıyordu. Bunlar sonra uzaya açıldılar ve orada yedili düzende bir yönetim yada egemenlik oluşturdular.

30 İlk yaratılan Adem değil. Yeryüzünde daha önce yaşayan ve Halife sıfatına sahip bir yaratılmış var. Bunlar muhtemelen bir önceki ayette bahsedilenler. Önceki nesil yada yaratılanlar verilen imkanları ve yaratılış amaçlarını doğru kullanamadılar. Buna şahitlik edenler var. Ama bunun altında yatan bilgiye ve sebebe vakıf değiller.

31 Bu nedenle Adem prototipi öncekilere benzemiyen bir şekilde full donanımlı olarak yeniden yaratıldı. O tekamülün en son basamağı idi. Hatta mükemmel idi. Rabbin yarattığı Adem ile ne kadar gurur duyduğunu burada görüyoruz.

32 Zamana ve olaylara şahitlik edenler. Adem prototipinin mükemmelliğini görüp tasdik ettiler.

33 Adem donanımı gereği Rabbinin yarattıklarını en mükemmel şekli ile müşahade edebilen idi. Bunları görebiliyor, yorumlayabiliyor ve sonuçlar çıkarabiliyordu. Bu kabiliyeti yapılan demo sonrasında Rabb tarafından da tasdik edilip onaylatıldı.

34 Zamana ve olaylara şahitlik edenlerde, Adem'e verilen bilginin üstünlüğünü kabul ettiler. Saf bilgiden ve bilinçten oluşan Adem yaratılışı gereği sorgulama yeteneğine de sahipti. Bunu bilen ve gören İblis, yaratılışı gereği bunu bir eksiklik ve kusur olarak algılayıp sorun yaratacağını görerek itiraz etti.

35 Adem çift kutuplu yaratılmıştı. Tüm özellikler ve bilgi tek bir forumda değil ikili bir forumda Adem'de mevcuttu. (tıpkı bilgisayarlardaki "binary" ikili kodlar gibi) Bu özellikeri kullanacağı ve verimli olacağı bir alana ihtiyacı vardı. Belki de evren fabrikasında Rabbi adına çok önemli bir rol üstlenmişti. Belirlenen alan içinde serbestçe hareket etme özgürlüğü vardı. Ama "girift" olan bir alanı (Birbirinin içine girip karışmış, girişik, çapraşık) yani onun yaratılış amacına uymayan bir bilginin ve bilincin olduğu alanı müşahade etmeye ve anlamlandırmaya çalışması engellenmişti. Yoksa tıpkı yazılımında "bug" (hata) olan bir program gibi istenen sonucu vermekte sıkıntı yaşayacak ve kendi içinde karmaşaya neden olacaktı. Bu bilgi ve alan da "Nefs" dediğimiz olgu idi. Adem bunun ismini bildiği halde müşahade etmemişti.

36 İblis, Adem'in yaratılış amacına müdahalede bulunandır. (Bir bilgisayar yazılımına virüs bulaştıran gibi) Ademdeki bu durum ve karmaşa bulunduğu ortamda çözülebilecek bir sorun değildi. Bu yüzden ana alandan/levfi mafuzdan (main frame) ayırılıp yeryüzüne indirildi (download). Bu hatayı belirli bir zamana kadar çözmesi ve eski haline dönmesi için Adem'e zaman tanındı.

Bizler de Adem olgusunun yansımaları olarak asıl varoluş/yaratılış amacımızı bulmaya ve bu hatayı gidermeye çalışıyoruz. Neticede Bakara 28'de dediği şekli ile verilen süre içinde bunu başarırsak "Ona döndürüleceğiz", yani geri gideceğiz. Ama bunu yaparken o grift alan olgusu da (Nefs) bizimle beraber (yazılımdaki bir hata gibi) geldi ve onun da düzeltilmesi gerekiyor. Adem olgusunun yansıması olan insanlık, "Nesf" kavramını hala anlamlandırabilmiş değildir. Öyleki yaratılış amacını zaman zaman unutup sadece bu kavrama odaklanıyor ve görevi bilinçsiz olarak sabote ediyor.

Bu sebeple zaman zaman yaratılış amacının farkında olan bilinçler ve akıllar gerçekleri görmemizi sağlamak için bizleri uyarıyor.

Bu uyarıdaki en önemli etken olan Salat (eğitim) ve Dua (bilinci ve bilgiyi download edebilme) insan için, nefs kavramına karşı bir kalkan (Antivirüs) olarak dizayn edilmiş silahlar.

Eğer bunları toplum olarak yapılabilir ve başarılabilirsek işte o zaman görev tamamlanmış olacak ve "O'na döndüğümüzde" yaratılış amacımızı gerçekleştirmiş olacağız.

"Sıratel müstakim" yani dosdoğru yolda budur.

Tahammül edip okuyanlara teşekkür ederim.

Saygılarımla.
__________________
"Hayat bugündür. Emin olduğun tek hayat. Onu en iyi şekilde yaşa."
*************

Evet.
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin
18. September 2017, 02:13 PM
Arkadaş bart.

Miras olan konu birden değişiverdi. İstersen başka bir yer bul, oraya taşıyalım bu yeni konuyu ve oraya yazayım.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin
19. September 2017, 01:16 PM
Suskun kalındığına göre buradan devam edelim.

Yukarıda demiştik ki insan Bakara-30 ve devamı ayetlerde anlatıldığı gibi Allah'ın bir projesi.
Fakat bu proje bir bütünün bir parçası olduğu anlaşılıyor. Çünkü ona bir vaad var: cennet.
İşte insanın cennete gidebilmesi için belirli bir seviyeye gelmesi, gelişmesi gerekiyor. Çünkü değersiz dünya nimetlerine bağlı ve maddeden oluşmuş vücut iradeyi de kendisine esir ediyor ve insan olması gerektiği seviyeye ulaşamıyor, aç gözlülük ve tamahından başkalarının haklarına tecavüz meydana geliyor.
İşte Allah insanların bu madde bağımlılığından kurtularak iradeye güç verilmesini ve tutarlı, güvenilir insanlar istiyor. Bunun için de insanlara doğuştan bazı melekeler verdiği gibi, peygamberler ve ayetler gönderiyor; madde bağımlılığından kurtulma inisyatifini de insanın kendi iradesine bağlıyor. Bunlara bağlı eylemler de cennete ulaşabilme için yapılan yükselme egzersizleridir.
Buradan da anlaşılıyor ki cennet madde bağımlıları alemi değil, fedakar insanların yurdu orası. Madde bağımlıları orada düzen bozarlar, o nedenle de onlar bozuk düzen cehennemde yaşayacaklardır.
Hırsız ademin torunları kendilerini beden ve irade olarak Allah'ın istediği insan seviyesine yükselip, edindikleri seviyede yeni hayatlarını yaşayacaklar.
Bu nedenle seçim sınav filan yok. Kişinin kendi eylemleri ile gelecek hayatta kendilerini konumlamaları, konumlarını kendi kendilerine tayin etmeleri var.

O nedenle bu dünyada mülk ve insanın tutkuları gelecek tayininde baş rol oynamaktadırlar.

Dinler zamana ve ortama göre değişir görüşüne gelirsek, Allah'ın adet ve sünnetinde dolayısı ile din diye insanlara yaptığı bildiride hiçbir değişiklik bulamazsın. Anlayışlara/kişinin kendi anlayışına göre dinine/yani menfaatlerine, kendi anlayışına göre yön verilir ki bunun için "senin dinin sana benim dinim bana"dır.
Ve "aklını çalıştıran" doğru yolu bulur. Tıpkı Musa Peygamber firavuna gittiğinde büyük vaadler alan vezirlerin bu vaadlere reğmen Allah'a inanıp cennete gitmeleri, Firavunun eşi "Asiye'nin Allah'a inanması gibi

Amazon'da balta girmemiş orman içlerinde yaşayıp kendi komşu kabilelerinden başka insan ve din ile peygamber görmemiş olan yerliler
bunlar cennete girmeyecekler mi?
Maoriler?
Eskimolar?
Kızılderililer?

Cennete veya cehenneme gitmek için illaki insanın din mi görmesi gerekiyor?
Fıtrat ve vicdan bazı yerlerde yeterli olabilir mi Sayın Kuman?
Ne dersin?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

yolcu42
19. September 2017, 06:26 PM
Galip bey fikirlerimizin ortak olduğu noktalar da varmış.
:)

Aslında şu soruya cevap pek verilmediği için insanın kafası karışıyor.
Allah dünya nimetini güzelliklerini yarattı ve bunlara hırsla bağlanmaman ve ahireri arzu etmen gerekiyor.(sana verilenle yetin,elinde olmayanı tamah edip hırslarının kölesi olma?)
Niye böyle bir sınav var.bizim bağımlılıktan kurtulmamız niçin önemli?
(ve dahası,insan ahirete inandığı,bu dünyanın geçici olduğunu bildiği halde niye daha çok parayı tamah eder?niye hırsla daha çok kazanmak ister?)

Veya, ayette diyor ki,"bazı insanlar allahı sever gibi başkalarını sever"
Allah kendi yarattığı Maddeyi veya kişiyi allahı sever gibi sevmemizi niye istemiyor.
İstese onu yok eder ve sorun da kalmaz.
Aracı koşmamız niye yasak?(ve daha önemlisi,aracı koşmak yasak olmasına rağmen,niye her dinde aracılık var)

Sadece allaha dua etmek dururken insan niye"yetiş ya muhammet" veya "yüce isa yardım et" deme gereği hisseder

Anladığım kadarıyla bir cevap yazayım.

Şöyle düşünün,
Bir demet para ve bir oda var.
Ve şu denilir.
Oda da hazine var. Odaya olan inancın yüksekse para senin için basit kalır.Odada hazine olduğuna şüphe ediyorsan o ölçüde paraya olan bağımlılığın artar.
Ve hırsla daha fazlasına sahip olup,dünyada cenneti yaşamaya çalışırsın.

İnsan gördüğüne inanır.görmediği(gayb)e ise ancak akılla inanabilir.
O odada hazinenin olduğuna olan ihtimali arttıkça parayı seçmekten o kadar vazgeçer.
Eğer birisi ona"odada hazine olduğuna inandım de yeter derse,inandım der ve paraya hırsla bağlanmaya devam eder.
(geleneksel görüşe göre kelime i şahadet getirdiğin zaman,kısa süreliğine yansan da cennettesin,inandım demen yeterli.)

İnsan gördüğüne inanır,görülmeyene sadece aklıyla,mantığıyla,(kalbiyle) inanır demiştik.
Türbeye dua eden insan tatmin olur.çünkü karşısında gözle görülen bir madde vardır.
Sadece allaha dua eden insan ise şu soruyu sormaya başlar.
Acaba sesim bir yere gidiyor mu.
Sonra aklıyla allahı arar.Ve tatmin olur.
Fark şudur, birisi allaha inanıyorum zaten der.ve allahı aramaz.
Birisi aklını kullanarak allaha inanır.
Sebe20,21

Aslında şu soru kaçınılmaz oluyor.
cennete gitmek için akıllı olmak lazımsa nasadaki bilim adamlarının hepsi cennetlik mi?)

Gerçek akıl,bu dünyanın bir yaratıcısı olduğunu,kitabın allah katından olduğu,
Dünyada hiçbir şeye hırsla bağlanmaya değmez olduğunu,saatin yakın olduğunu...vb görebilmektir bence.
Bunları görebilmek içinde allahın sevgisini kazanmak gerekli diye düşünüyorum. (allah kimi dilerse hidayet erdirir yazımda ayetleri vermiştim.acizane yazıma vaktinizi ayırırsınız umarım)

Bu benim zannımdır
Doğrusunu rabbim bilir.

yolcu42
19. September 2017, 07:19 PM
Galip bey aslında şöyle bir tez olabilir mi

İki seçenek sunulur
Dünya ve ahiret

Ahirete inandım diyen kişiye
" eğer inanıyorsan dünya hırslarından kurtul."
Çünkü dünyaya hırsla bağlanmak insanın ahiret hakkında şüphelerinin olduğunu gösteriyor olabilir mi."

Düşünün bir kere,
Sonsuz mutluluğa inanan birisi için kısa süreli bir menfaatin ne kadar önemi olabilir ki?

Yani hırslardan tutkulardan kırtulmak inancının ispatı için olabilir mi.

yolcu42
19. September 2017, 09:21 PM
Galip bey,"Kitapın olmadığı yerde fıtrat ve vicdan yetebilir mi" düşüncesi şu açıdan mantıklı gelemeyebilir.
Kuranda peygamberimizin "üstün ahlak üzere"olduğu yazılı
Başka bir yerde de "seni şaşırmış bulup doğru yola iletmedi mi" diyor.

Bence insanın fıtratı allahın dinine uygun yaratılmıştır,tamam.
Fakat rehber olmayınca insan içgüdülerinin sağlamasını yapamaz.
Üzerinde yaşadığı din ona itici gelir sadece.doğru dinin fıtratına uygun din olduğunu rehber kitabı okuyunca farkeder sanırım.

Rasul için müjdeci denmesinin nedeni,kişinin fıtratına uygun bir yolu bulup sağlamasını yapmasıdır sanırım.

En doğrusunu rabbimiz bilir

bartsimpson
23. September 2017, 03:42 PM
vay be ne yazı yazmışım zamanında. tez olur tez valla.

galip ağabey konular biraz birbirine bağlı gibi.

sonunda ortak bir fikir çıkacaksa bağlanacağı yere kadar gidilmesinde sakınca yoktur.

bartsimpson
23. September 2017, 03:48 PM
sevgili kuman sorularını ilgi ile takip ediyorum. devam lütfen.

kuman
30. September 2017, 02:18 AM
Dinler zamana ve ortama göre değişir görüşüne gelirsek, Allah'ın adet ve sünnetinde dolayısı ile din diye insanlara yaptığı bildiride hiçbir değişiklik bulamazsın. Anlayışlara/kişinin kendi anlayışına göre dinine/yani menfaatlerine, kendi anlayışına göre yön verilir ki bunun için "senin dinin sana benim dinim bana"dır.
Ve "aklını çalıştıran" doğru yolu bulur.

Amazon'da balta girmemiş orman içlerinde yaşayıp kendi komşu kabilelerinden başka insan ve din ile peygamber görmemiş olan yerliler
bunlar cennete girmeyecekler mi?
Maoriler?
Eskimolar?
Kızılderililer?

Cennete veya cehenneme gitmek için illaki insanın din mi görmesi gerekiyor?
Fıtrat ve vicdan bazı yerlerde yeterli olabilir mi Sayın Kuman?
Ne dersin?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

sayın yetkin,

dengemi alt üst ettiniz teşekkürler. çok zor sorular.

kuman
30. September 2017, 02:32 AM
....

kuman
8. October 2017, 08:58 PM
sayın yetkin,

Allah, dini gönderendir, din de bir değişiklik olmaz.

Akıl yolu ile doğru yola ulaşabilir miyiz.

Öncelikle İnsan akıl yolu ile ulaşabileceği, kendisinin algılayabildiği farkında olabildiği yada hissedebildiği olgulardır.
İnsan aklı neden sonuç ilişkisi ile kavrayabildiği/algılayabildiği ne göre Akıl yolu bir yola ulaşabilir bu yolun doğru olup olmadığına da o insanlar karar verir.
Bu yüzden doğru yol her zaman birden fazladır.

Doğru yola ulaşırken insanlar coğrafi konum, iklim, bilgi/tecrübe gibi etmenleri kullanırlar bu açıdan doğru yol kavramı da bu bilgilerin farklılık gösterdiği yerlerde doğru yol olarak kullanılamazlar.
Arap coğrafya sında yaşayan bir insanın doğru yolu ile Eskimo coğrafya sında yaşayan insanlar doğru yol farklıdır yada Anadolu da yaşayan insanlar için.

Her coğrafyanın doğru yolu farklı olsa da hepsi akıl yolu ile bulunmuştur. Peki bulunan bu doğru yollar Allah ın bize gönderdiği/gösterdiği doğru yol mu dur
Bana göre evet...

Kur an da bulunan ve hüküm cümleleri içeren pek çok konuda verilen hükümlerin eskiden beri Arapların uyguladığı uygulamalar ise, ki öyle olduğu söyleniyor, Allah insanların ulaştığı yola doğru yol diyor.

Yine bana göre Akıl yolu ile ulaşılan yol aynı zaman da Doğru yoldur ve herkes için farklılıklar gösterebilir.

Doğru yol olarak siz din dir derseniz evet dinler coğrafya ya, iklime, tecrübelere ve zamana bağlı olarak değişir. Değişmek zorundadır.

Eğer ki siz hayır doğru yol Kur an da gösterilen yoldur derseniz eğer Eskimolar, Kızıldereliler, Çinliler, Moğollar, Hintliler, Ruslar, Afrikalılar, Astekler, maalesef cennet e gidemiyeceklerdir.

Akıl yolu ile doğru yol bulunabilir dediğim içn de Fıtrat ve vidan yada diğer başka şeyler söylememe gerek yok sanırım.

galipyetkin
9. October 2017, 11:15 PM
Kur an da bulunan ve hüküm cümleleri içeren pek çok konuda verilen hükümlerin eskiden beri Arapların uyguladığı uygulamalar ise, ki öyle olduğu söyleniyor.....
Olur mu öyle şey:
Şura-13:-Süleyman Ateş: "O size, dinden Nûh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrâhim'e, Mûsâ'ya ve Îsâ'ya tavsiye ettiğimizi şeri'at (hukuk düzeni) yaptı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. Fakat kendilerini çağırdığın (bu) esas, Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allâh dilediğini kendisine seçer ve iyi niyyetle yöneleni kendisine iletir"

4.Nisa-163:-"Muhakkak ki Biz, Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve İbrâhîm'e, İsmail'e, İshak'a, Yâkub ve torunlarına, İsa'ya, Eyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Ve Davud'a Zebur'u verdik."

Saygın kuman.
Alıntıdaki gibi düşünenler, ne kadar Arap gibi hareket ederlerse o kadar Arap olacaklarını ve dolayısı ile din Araplar'a indiğinden onlara benzeyince daha Müslüman olacaklarını zanneden, Arap örfünü "din" diye kabul eden zavallılardır. Bilmiyorlar ki Allah ikaz etmeden, uyarmadan helak etmez ki bunlar da Muhammed Peygamber ile ikaz edilmiş, sapkın ve mimlenmiş olanlardır.

Bu nedenle gerek giyiniş, gerek hareket tarzı gerekse de başka diğer yönlerden "kendi" olmayıp kişiliksiz taklitçileri kınıyorum.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

kuman
10. October 2017, 10:32 PM
sayın yetkin abi,

Nuh tan öncesini ne olacak yada
Asya, Afrika, Amerika, Avustralya gibi yerlerde yaşayanlar ne olacak peki ?

O alıntı İhsan Eliaçık tan idi

yolcu42
11. October 2017, 07:31 AM
Burada cevap şu olabilir,
"siz sadece kendinize bakın"
(kişi önce allahın istediği bir kul olmalı ve çevresine bunu tavsiye etmelidir.
Başkalarının ne olacağı ,bizi alakadar etmemeli.)(taha51)

Bu düyada bazısı bazısının sınavıdır
Bakınız(furkan20-enam53-enfal28)

Şu sorunuza 2 cevabım olacak,
"eskimoların durumu ne olacak"
Cevap

1.dünyanın her yanında "tanrı" kavramı geçen her topluma kutsal kitap gelmiştir bence.
Örneğin,
"gök tanrı" inancı kökünde kutsal bir kitaptan besleniyor gibi.
Veya bir budist rahibinin ibadet şekli bize tanıdık gelir.

Fakat her dinde şeytan,bu inanca şirk bulaştırmıştır.

Burada yaşayan kişi,üzerinde bulunduğu dini akıl ve vicdan süzgecinden geçirdiği zaman şirki terkeder veya kendine doğru bir din bulur diye düşünüyoru


2. Bazı toplumlara (henüz) uyarıcı gelmemiştir.(yasin6)
Zannımca Bunlar sorumlu değildir.
(bu 2. cevap daha makul sanırım.)

Bu fikirler zannımdır.
En doğrusunu allah bilir.

galipyetkin
13. October 2017, 11:30 AM
Sayın Kuman.

Şimdi iki ayet yazıyorum:

Bakara Süresi, 35 – 39. Ayetler:
“Dedik ki: ‘Ey Adem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.’. Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, ‘Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır’ dedik. Derken, Adem (vahy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla amel edip Rabb’ine yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz o, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır. ‘İnin oradan (cennetten) hepiniz. Tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelir de kim ona uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir’ dedik. İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar cehennemliktir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.”

Ta – Ha Süresi, 115 – 123. Ayetler:
“Andolsun, bundan önce biz Adem’e (cennetteki ağacın meyvesinden yeme diye) emrettik. O ise bunu unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık. Hani meleklere, ‘Adem için saygı ile eğilin’ demiştik de, İblis’ten başka melekler hemen saygı ile eğilmişler; İblis bundan kaçınmıştı. Biz de şöyle dedik: ‘Ey Adem! Şüphesiz bu (İblis) sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun.’. ‘Şüphesiz senin için orada aç kalmak, çıplak kalmak yoktur.’. ‘Orada ne susuzluk çekersin, ne de güneş altında kalırsın.’. Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: ‘Ey Adem! Sana ebedilik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?’. Bunun üzerine onlar (Adem ve eşi) o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. Adem Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı. Sonra Rabbi onu seçti, tövbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi. Allah şöyle dedi: ‘Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Eğer tarafımdan size bir yol gösterici gelir de, kim benim yol göstericime uyarsa artık o, ne (dünyada) sapar ne de (ahirette) sıkıntı çeker.’.”

Ayetlerden de anlaşılıyor ki İnsanlara uyarıcı gelmeden de, dolayısı ile yaradılıştan gelen fıtrat ve akıllarının çalıştırılması, vicdan vs. gibi olumluya sevk edici hissiyat ve kurallar ile de mesela bir kabileyi idare eden örf ve adetleri ile de o kabilenin insanı cenneti yaşayabilmektedir.
Uyarıcıların gönderilmesi ve ayetlerin indirilmesi ise insanlar sapıttığında, onları ikaz ve doğru yola döndürmek için.......

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

bartsimpson
13. October 2017, 08:27 PM
Uyarıcıların gönderilmesi ve ayetlerin indirilmesi ise insanlar sapıttığında, onları ikaz ve doğru yola döndürmek için.......

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

o halde "la ilahe" demenin bu derece zorlaştığı günümüzde ya yeni bir uyarıcıya ihtiyaç var yada kıyamet yaklaştı...

kuman
15. October 2017, 08:29 PM
sayın yetkin,

İki ayette de herhangi bir şekilde akıl vicdan yada fıtrata atıf yapan bir kelime dahi geçmiyor ancak bir şekilde tevil yada yorum yada çıkarım yaparsınız bulursunuz ancak üzgünüm ben yapamıyorum.

Fıtrat veya vicdan insanların topluluk olarak yaşayıp daha doğrusu ekip biçmeyi öğrenip yerleşik hayat geçmesi ile başlayan bilgiler zinciridir

Örneğin ; İnsanoğlunun fıtratında yardımseverlik vardır.
Cümlesi tamamen yanlıştır yerleşik hayata geçmeden önce yapılan yardım sadece zayıflıktan kaynaklanıyordu ancak siz bu zayıflık zaten Allah ın öngördüğü ve insanların yardımlaşması için gerekli bir olgu idi zaten derseniz ben sadece
Eyvallah derim..
YErleşik hayat ise zaten tamamen birbirine yardım üstüne kurulu bir düzendir yardım yoksa toplum düzen yoktur
Asıl soru şu tüm bunlar bizim Fıtrat özelliğimiz mi yoksa zorunluluk mu ?

galipyetkin
16. October 2017, 09:02 AM
Saygın kuman.

Bakara:
30. ayette şöyle der:"...... (Melekler de): “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? ........"
31. ayet: "Ve (Allah), Âdem’e, (Allah’ın) isimlerinin hepsini (bu isimlerdeki hikmetleri) öğretti. ..........."
32. ayet: "(Melekler): “Seni tenzih ederiz.” dediler. “Senin bize öğrettiğinden başka (hiç) bir ilmimiz yoktur. ....."
33. ayet: "(Allah): “Ey Âdem! Bunları onlara, isimleriyle haber ver (bildir).” dedi. Âdem onları isimleriyle onlara bildirdiği zaman .........."
34. ayet: "Ve meleklere: “Âdem’e secde edin.” ..........
35. ayet: "Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin, cennette yerleşin. ......".

Bu pasajdan da anlaşılıyor ki anlatılanlar insanın ilk yaratılışı değil, yaratılıştan uzun, çok çok uzun bir zaman(dehr) geçmesinden ve insana bilgi üfürülmesinden sonra bilgi sahibi/medenileşmiş insana yapılan ikinci secdedir. İlk secde yaratılıştadır.
Cennette toplu olarak yaşamak da, adem ve eşinin/benzerlerinin bu bilgiye sahip olmalarından sonradır.
Bu bir yorum değil, kitabın anlatısı.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

kuman
16. October 2017, 10:08 PM
sayın yetkin,

Size bir sorum olacak.
Şimdi akıl,fıtrat ve vicdan ile doğru yolda olabiliyorsak neden Peygamberlik var yada peygamberliğe neden ihtiyaç var ?
Eğer peygamberlik var ise bu üçlü işe yaramıyor demek olmaz mı

Bu koşulda Kızılderili ve Eskimolar haydi cehenneme tekrar.

Sanırım peygamberlik yada bu üçlü kuvvet aynı yerde tanımlanamaz.

Yada bu üçlü kuvvet ve peygamberlik birbirini tamamlıyor biri olmadan diğeri olmuyor. Peygamber sadece bu üçlü kuvvetin çalışmasını sağlamak için mi geliyor?

galipyetkin
17. October 2017, 11:32 AM
Arkadaşım.

Daha evvel sana şurayı işaret etmiştim. http://hanifler.com/showthread.php?t=2616
İstersen bir daha göz at.
Orada bir insanın neden sapıttığı çok açık bir şekilde anlatılıyor.
Bizim normal hayatımızda da mesela bir tek sigaradan, veya bir kadehten bir şey olmaz dedikten sonra müptela olanımız az mı?
Tövbe ile eski hale dönülmez ise, bu sapıtma toplumsal düzeye ulaşınca da İkaz, dolayısı ile peygamber şart oluyor.

Saygılarımla.
Galip Yetkin

kuman
17. October 2017, 08:11 PM
Yok galip bey benden bu kadar siz sinirlenmeye başladınız.
Ben nerede duracağımı bilirim.
Benim sorularım gıcıklık olsun diye değil ama galip bey.
Saygılar

Ama bir sorum olacak size Peygamberden sonra hemen bir kaç sene sonrasında başlayan bozulma halen artarak devam etmekte türlü sapkınlıklar türlü bozulma devam ederken neden bir peygamber daha gelmiyor ?
Allah bizden ümidini mi kesti yoksa söz söylendi ve son peygamberin gönderildiği söylendiği için mi ?

kuman
22. October 2017, 12:20 AM
Burada cevap şu olabilir,
"siz sadece kendinize bakın"
(kişi önce allahın istediği bir kul olmalı ve çevresine bunu tavsiye etmelidir.
Başkalarının ne olacağı ,bizi alakadar etmemeli.)(taha51)

Bu düyada bazısı bazısının sınavıdır
Bakınız(furkan20-enam53-enfal28)

Şu sorunuza 2 cevabım olacak,
"eskimoların durumu ne olacak"
Cevap

1.dünyanın her yanında "tanrı" kavramı geçen her topluma kutsal kitap gelmiştir bence.
Örneğin,
"gök tanrı" inancı kökünde kutsal bir kitaptan besleniyor gibi.
Veya bir budist rahibinin ibadet şekli bize tanıdık gelir.

Fakat her dinde şeytan,bu inanca şirk bulaştırmıştır.

Burada yaşayan kişi,üzerinde bulunduğu dini akıl ve vicdan süzgecinden geçirdiği zaman şirki terkeder veya kendine doğru bir din bulur diye düşünüyoru


2. Bazı toplumlara (henüz) uyarıcı gelmemiştir.(yasin6)
Zannımca Bunlar sorumlu değildir.
(bu 2. cevap daha makul sanırım.)

Bu fikirler zannımdır.
En doğrusunu allah bilir.

sayın yolcu 42,

Ben kendime bakacaksam eğer İnsanoğlu tek yaşamalıdır topluluk içinde doğmamamlı ve yaşamamalıdır. Eğer topluluk içinde yaşıyorsanız kendinize bakamazsınız.
Sizden uzak bir topluma bakmayın diyorsan eğer Mushaf Evrensel dir diyorsanız yani tüm zamanları ve tüm coğrafya yı kapsamalı değil mi ?
Yani bakman gerekiyor.

Sizin cevabınıza cevabım,
Yok eskimolora gelmedi herhangi bir kutsal kitap. Kızılderililere de gelmedi. Ben ispatlarım da sen nasıl ispatlayacaksın ?

Diğer inanç sistemlerine Şeytan şirk bulaştırdı da sizin ki ni Es mi geçti ? Diğer inanç sistemlerini Şirk olarak tanımlayabilmek için çok fazla fırın ekmek yemek gerekir bence.

Şirk i akıl süzgeçinden geçirdik doğru dini nasıl bulacak kişi 1650 yılında yaşayan eskimo ?
ilk önce mushafı bir okumalı ki Allah ne diyor bilsin yoksa nasıl bilecek yaratanın ondan ne istediğini!
Din bir yaşam tarzı olarak kabul ederseniz Eskimo ile Çöl Bedevisini nasıl aynı konuma sokacağız ?

yolcu42
22. October 2017, 05:45 AM
Maide105.

Size iki ihtimal söyledim.

1.eskimolara rasul gelmediyse sorumlu değillerdir (isra15)
2.eskimolar üzerinde bulunduğu dini aklıyla ve vicdanıyla sorgularsa,
Atalarının dininin çelişkileriyle karşılaşacak,ve belki allahın kitabını arayış içine girecek,ve belki kuranı bulacak(allah onun karşısına kuranı çıkaracak) ve bunun allah kitabı olduğunu anlayacak,

Siz bunları mantıklı bulmuyorsanız sizin cevabınız nedir.

Eğer cevabınız yoksa,
1. Ya sadece allahın istediği bir kul olmak için çabalarız.
2.ya da
"ben önemli değilim,eskimolar cehenneme mi yoksa cennete mi gitcek? Önemli olan bu"
diyerek bütün dünya milletlerinin durumunu teker teker analiz etmeye çalışırız.(taha51)

En doğrusunu allah bilir.

galipyetkin
22. October 2017, 01:10 PM
Bir yanlış anlamayı belirtmem gerekir.

İsra-15. ayet dayanak yapılarak Eskimo'ların veya benzer toplumların sorumsuzluğuna karar verilemez. İsra-15'i İsra-16 ile birlikte ele almak zorunluluğu vardır.

Aynı:

Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi anakente göndermedikçe, memleketleri helâk edici değildir. Zaten Biz, halkı zalim olmayan memleketleri helâk edici değiliz. (Kasas/59)

Bu Rabbin, halkı habersiz iken ülkeleri zulüm ile helâk edici değildir. (En’am/131)

Ve Biz sadece kendileri için uyarıcılar olan ülkeleri helâk ettik.
Öğüt! Ve Biz, zulmedenler değiliz. (Şuara/208-209)

ayetleri gibi. Bu ayetlerle, bu dünyada oluşan toplumsal bir olgudan bahseder.

Eskimo ve benzeri toplumların fertlerini kişisel olarak sorumlu tutan ayetler ise Araf: 172-173. ayetlerdir:

"Hâlbuki senin Rabbin,kıyamet günü, “Biz, bunlardan gafildik” demeyesiniz, yahut “Bundan önce atalarımız şirk koşmuş, biz onlardan sonra gelen zürriyetiz / kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi helâk edeceksin?” demeyesiniz diye âdemoğullarının sulbünden onların soylarını çıkarır, ve onları kendi aleyhlerine tanık eder;
Ben sizin Rabbiniz değil miyim?
Derler ki: Elbette Rabbimizsin, tanıklık ediyoruz."

Bu kısmın etraflı olarak araştırılmasında, Sayın Hakkı Yılmaz'dan/İşte Kur'an'dan/Tebyin-ül-Kur'an'dan takip edilmesinde yarar var.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

kuman
23. October 2017, 10:28 AM
selam bu dünyada cezalandırma Kur an a ters değil mi
İster toplum helakı olsun ister kişisel helak yada yok edilme Kur an ın bütününe ters değil mi?
Örneğin tebbet suresi ?
Yada peygamber geldikten sonra toplumun helakı ?

Tebbet suresinde ki açıklama beni tatmin etmiyor bilgi verecek var mı ?

galipyetkin
23. October 2017, 12:30 PM
Sayın kuman.

Bir topluma Peygamber geldikten sonra o toplumun helaki için:
http://www.istekuran.com/index.php/52-hud-suresi

ve
bu verdiğim link'de Tebbet Suresinin açıklamalarını da bulabilirsin.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

yolcu42
4. November 2017, 07:46 AM
Galip bey isra15'i okurken furkan51 i de yunus47 yi de gözden kaçırmamak gerekir.

Nezir,rasul,nebi kelimelerine tümden peygamber demek çelişkiyi doğuruyor.

Nezir,uyarıcı demek.

Rasul,ise hem ayetleri beyan eden elçi olduğu gibi, ölüm melekleri,cebrail de rasul olarak anılıyor sanırım.(yanlış olabilir)

Bunun için her topluma peygamber,kitap gelir mi gelmez mi konusu,

Peşin hükmebağlanamayacak kadar araştırılmayı gerektiren bir konu sanırım.

Benim kanaatim,
Rasul: allahın verdiği görevi yerine getirendir.
Bazen "nezir" yani uyarıcı olarak

Bazen ölüm meleği olarak(enam61)(yunus47 de bu kasdediliyor veya başka bir elçilik görevi sanırım)

Bazen de farklı bir görevle karşımıza çıkabilir.(bilim adamı,yönetici?)
Bunu biz bilemeyiz tabi ki.

Nezir,her topluma gönderilmeyebilir?

Rasul, hem kitap getirdiği gibi(ben bunun nebi görevi olduğunu sanıyorum),hem de o an için toplumun elinde olan kitaba uymaları için uyarı yapıyor ve bu kitabın ilahi kitap olduğunu kanıtlamak için çalışıyor gibi.

Örneğin Bazı ayetler,
Toplumun bu kitabı bildiği ve ona uymadığı izlenimi veriyor sanki.

"onlara allahın indirdiğine gelin denince,atalarımızı üzerinde bulduğumuz bize yeter derler"

Burda cevap ilginçtir.
"bu allahın indirdipi değil ki" demiyorlar."

Bu günlerde ki cevaba benziyor.

Yani rasul, kitap getirenden çok, mevcut kitaba inanan fakat hükümlerine uymayan toplumu uyarıyor gibi.

Detay için Kitap ve kuran geçen ayetlerin farkını inceleyebilirsiniz.

Doğrusunu allah bilir.
(düzeltme yaptım.furkan51 ve yunus47 yi karıştırmışım)

galipyetkin
4. November 2017, 08:01 PM
Doğrusunu allah bilir.
O halde senin yalan/yanlışlarını niye kaale alıp, itibar edeyim?

Detay için Kitap ve kuran geçen ayetlerin farkını inceleyebilirsiniz.

Teşekkür ederim. Cehaletimi gidermek için yerine getiririm.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.