PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Meysir


dost1
28. February 2010, 05:27 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!

MEYSİR

الميسر [meysir] sözcüğü, “kolaylık”, “deve kesmek” anlamındaki يسر [y-s-r] kökünün türevlerindendir. Esas anlamı, “fal oklarıyla oynamak”tır. Genel olarak, “çocukların cevizle oynaması da dahil olmak üzere para üzerine oynanan her şans oyunu”nu kapsar.

Câhiliyye çağındaki kumar'ın nasıl olduğuna gelince, Keşşâf sahibi şöyle demiştir: “Arapların on tane fal oku bulunuyordu. Bunların isimleri ezlâm, aklâm, fezz, tev’em, rakîb, halisu ve hıls, nâfis, müsbil, mu‘allâ, menîh, sefih ve vağd... Menîh, sefîh ve vağd okları hariç (çünkü bunlar boş idi), bu oklardan her biri, kesilen ve 10 parçaya, yahut da 28 parçaya bölünmüş olan hayvanın, belli bir parçasına işaret etmekteydi. Şairin biri bu manada şu şiiri söylemiştir:” “Dünyada benim, kendilerinde hiçbir kâr olmayan oklarım var. Bunlann ismi vağd, sefih ve menîh'tir.”

Bu fal oklarından fezz için bir pay; tev’en için iki pay, rakîb için üç pay, halisu için dört pay, nâfis için beş pay, müsbil için altı pay, mu‘allâ için yedi pay verilirdi. Bu okların hepsi “rebâte” denilen bir torbaya konur; sonra torba âdil bir kimsenin eline verilirdi. Daha sonra o kimse torbayı sallayıp, elini içine sokar; ondan isim isim herkesin adına bir ok çekerdi. Hisse sahiplerinden adına ok çıkan kimse, bu ok üzerinde yazılı olan payını alırdı. Adına, üzerinde “boş” yazılı ok çıkan kimse de, hiçbir şey alamazdı... Kesilen bu hayvanın bütün parasını da bu kimse öderdi... Kendisine pay çıkan kimseler ise bu paylarını fakirlere dağıtırlar, ondan hiç yemezler ve bu yaptıklarıyla övünür, bu piyangolarına katılmayan kimseleri ayıplar, onlara “el-berem” adını verirlerdi.
Kumarda kullanılan oklar onbir tane idi. Bunlardan yedi tanesinin çizgileri ve çizgi sayısınca da payları vardı. Bu yedi tanenin ilkinin adı “el-fez” idi. Bunda tek bir çizgi vardı. Bu ok bir payı ifade ederdi. Kaybedildiği takdirde de onu kaybeden bir pay öderdi. İkincisinin adı “et-tev’em” idi ve bunun üzerinde iki işaret vardı. Sahibinin leh ve aleyhine olmasına göre iki payı ifade ederdi. Üçüncüsünün adı “er-rakib” idi. Bunda üç çizgi vardı. Bu da belirttiğimiz gibiydi. Dördüncüsünün adı “el-hils” olup bunun da alameti dört çizgi idi. Beşincisinin adı “en-nâfiz” veya “en-nâfis” idi, beş pay ifade ederdi. Altıncısı “el-müsbil” adında idi ve altı pay ifade ederdi. Yedincisi “el-mu‘alla” olup yedi payı ifade ederdi. Bu şekilde toplam 28 pay oluyordu. Deve de bu şekilde 28 paya ayrılırdı. el-Esmaî'nin görüşü böyledir.

Geriye dört tane ok kalırdı. Bunların ise herhangi bir payları yoktu. Bunların da adı; “el-Musaddar, el-mudaaf, el-menih ve es-sefih” idi. Son üçünün adının “es-sefih, el-menih ve el-veğd” şeklinde olduğu da söylenmiştir. Bu üç ok, torbadan okların çekilişini yapan kimsenin torbada okların sayısını artırmak içindir. Böylece herhangi bir kimseye iltimas yapma imkânı olmazdı. Bu şekilde çekilişi yapan kimseye “el-müfid, ed-dârîb” ve “ed-dârib” denilirdi ki çoğulu “ed-durabâ” şeklinde gelir.

Denildiğine göre çekilişi yapan kimsenin arkasında, kimseye iltimas göstermemesi için bir gözetleyici bulunurdu. Daha sonra bu çekilişi yapan [ed-darib] dizleri üstüne çöker, bir elbiseye bürünür, başını çıkartır, elini torbaya sokar ve okları çıkartırdı. Kışın vaktin darlığında ve fakirler aleyhine soğuğun oldukça arttığı zamanlarda bu şekilde deve payları üzerinde çekilişler yapmak, Arapların adeti idi. Bunun için deve satın alınır ve çekilişe katılanlar, devenin parasını üstlenir ve kendilerine çıkan paya razı olurları. Bu işlerle iftihar eder ve aralarından böyle bir çekilişe katılmayanları da yererlerdi. Cimriliği dolayısıyla bu çekilişe katılmayan kimseye “el-beram” adını veriyorlardı. Mütemmim b. Nuveyre der ki: “Ve deriden çadırlar, gürültülü kış soğuğundan dolayı sallandığında/Gerdeğine kadınların geldiği beram [cimri kişi] değildir.”
Bundan sonra develer kesilir ve on paya ayrılırdı. Kimi zaman da kendileri için kumar oynar, sonra da pay çıkmayan kimse parayı öderdi.

ŞANS OYUNLARININ YARARLARI

Kumarın menfaati, çalışıp yorulmaksızın bir şeyin insanın eline geçmesidir. Çünkü kumar, bir insanın elindeki malını yorulmadan ve çaba sarfetmeden, kolayca ve meşakkatsizce almaktır. Muhtaçların ihtiyaçlarının sağlanmasına vesile olması da, kumarın faydalarından biri olarak gösterilmiştir. Çünkü Araplar, üzerine kumar oynadıkları devenin etinden yemez ve onu ihtiyaç sahiplerine dağıtırlardı.

ŞANS OYUNLARININ ZARARLARI
Bu oyunlar, insanlar arasında münakaşaya, düşmanlığa, hatta cinâyete ve malların-kazançlarının hakksız yere el değiştirmesine sebep olur. Ayrıca, insanın sinir sistemini alt-üst eder, parayı boş yere elden çıkartır ve zamanı öldürür.
Allah Müslümanları; ferdî, ailevî ve ictimaî hayatı dinamitleyen bu illetlere karşı uyarmış ve bunlardan uzak durulmasını istemiştir:
Ey iman etmiş kişiler! Hamr [içki, uyuşturucu], kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytân işlerinden ricstirler [zarar veren şeylerdir]. Öyleyse felâha ermeniz için bunlardan kaçının. Gerçekten şeytân, içki ve kumarda sizin aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi, Allah'ın zikrinden ve salâttan [eğitim-öğretimden ve sosyal destekten] alıkoymak ister. Öyleyse sona erdirmişler [vazgeçmişler] misiniz? (Mâide/90-91)

Onlar ki, bazı küçük sürçmeler hariç, günahın büyüklerinden ve iğrençliklerden çekinip kaçınırlar. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin bağışlaması geniş olandır. Sizi, hem topraktan oluşturduğu zaman, hem de annelerinizin karnında ceninler hâlinde bulunduğunuz zaman, en iyi bilen O'dur. O hâlde nefislerinizi temize çıkarmayın. İttika eden kimseyi O daha iyi bilir. (Necm/32)

Eğer siz, yasaklandığınız şeylerin büyüklerinden sakınırsanız, kötülüklerinizi sizden örteriz. Ve sizi saygın giriş yerine girdiririz. (Nisâ/31)
Kaynak:İşte Kur'an (Hakkı Yılmaz)

kusursuzluk sdece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen AllaH'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

hiiic
18. June 2010, 03:16 AM
Zamansız ve orantısız pekiştieme çeşitleridir.
Bu tür koşullu ancak tesadüfü ödül veren pekiştirmeler daha kalıcı bağımlılıklara yol açar..

Koşullanma tamamen edimseldir. Skinnerin bu konuda güvercin deyei yapmıştır. Kırmızı bir noktaaya gagasıyla vurduğunda kendisine bir miktar yem veren bir kafes içinde hayatını kırmızı noktaya vurarak ve gelen yemi yiyerek geçiren güvercine bir süre sonra yem verilem olayı kesilmiştir. Güvercin tekrar tekrar yem alabilmek umuduyla sürekli olarak kırmızı noktaya vurmuştur. Bu kollo jetonlu kumar makineleri ve pokerde yemleme diye adlandırılan ilk oyunların kazançlı ve güzel geçmesi tekniğiyle aynıdır. hep aynı kazancı yakalayacığı umudya sürekli olarak gagasıyla tıklar durur. Ama asılnda yemle kırmızı noktanın, yani rızıkla kumarın hiçbir bağı yoktur. Bu tamamen aldatmacıdır, kumarda tek kazanan her zaman KASADIR.

Kumarın internetten bile kolaylıkla oynanabildiği bir devirde dahada kötüsü kumar alışkanlığı (bağımlılığı) kazanılması için reklam yapılan bir ülkede yaşıyoruz. Televizyonda geçen gün idda reklamını görünce tüylerim diken diken oldu. İnsanları imaj güdülerinden yakalamak için karizma teknikler çizilerek hazırlanmış reklamlar sigara reklamlarıyla aynı derecede zaralı ancak ne yazıkki ülkemizde o kadar cahil ve geri kalmış.

Kumarda 3. tehlike kaybedilenin peşine düşme arzusudur. Borsada paralarıyla manuplasyon yaparak diğer ufak yatırımcıların paralarını istedikleri gibi kendi ceplerine toplayan dev şirketlerin ağına düşenlerin psikoloji budur. Çok büyün bir meblağayı ufacık yada kazanabilmeye ramak kala kaçırdığını düşünme hissi kişiye cebindeki parayı kaybetme duygusu verir ve onu geri kazanabilmek için tekrar oynattırır. Bu özellikle borsada ve at yarışlarında (bunların hala gerçek olduklarını ve şansa dayandığını savunanlar var,,,, hayır kandırılıyorsunuz hepsi amerikan güreşi kadar gerçek dışı ve tamamen danışıklı,,,, jokeyler anlaşmalılar..) en çok kullanılan tekniktir. ilk 3 uygulamayal beraber bir insanın bütün kazanımını kumarmasasına oturtarak toplayablirsiniz.

Şans eseri kazanılan her kazanç kumardır. Allah insan için bağış, Allahın lutfu (zeka, beceri, kabiliyet, kanaat v.s. gibi) harcinde kişiye elinin yaptığından başka birşey olmadığını ayetle söylemiştir. Bu nedenle şans eseri yani nednele sonuç arasında mantıklı bir açıklama olmayan her türlü kazanç batıl inançların oluşumundan tutunda şans oyunlarına kadar her trlü batağa insanı sürükler. Bu nedenle Bilimsel veriler kuranın merkezine alınması gereken verilerdir.

Kanunun ve anlaşmaların yazılmasından, ülke yönetiminde seçim ve istişare yöntemine kadar herşey kuranda yazılmıştır. Bu gün insan oğlu amerikayı yeniden keşfediyor ama sanıyorum ki müslümanlar dışında herkes onu daha iyi okuyp değerlendiriyor. Yada bu işte ciddi ciddi büyük bir terslik var ama anlayamadım.

galipyetkin
18. October 2011, 02:21 AM
Bakara-219/1

Belagatı övülen ve alimlerin alimi olan Allah, infak ve iffetli olmaktan bahseden bir ayette, ayetle hiç ilgisi olmayan ve ''içki içmek'' anlamında ''hamr'' ile masada kumar oynamak anlamında ''meysere''den niye bahsetsin ki?

Bu ayetin geçtiği ayetler dizisinde, içki ve kumardan hiçbir emare yokken, Kur'an insicamına uymayan içki ve kumardan ''pat diye'' niye bahsetsin ki?

Zaten Maide-90,91. ayetleri içki, kumar ve necislik düzenlenmemiş miydi?

O halde niye ''şeytan işi pislik''ler için ''onlarda fayda vardır, ama zararı faydasından çoktur'' desin ki?

Bakara-219. ayetten evvelki 218. ayette çok açık olarak İslâm için hak yolun ''Fi sebilullah'' olduğu açıklanmıştır. Sebil bir hakkı-bir menfaati özel mülkiyetten çıkartarak kamunun menfaatine açmaktır. Yani özelleştirmenin tam tersi olarak devletleştirmektir. Bu yolun Alah Yolu olduğunu Allah, sebile Allah ismini ekleyerek göstermiştir.(Babalar gibi satanlara selam olsun)

Ve, ''Biz liberal- kapitalist yoldan kazanıp, kazanamayanlara, elverişli kazanma alanları olmayanları ve üretim aracı bulunmayanlara da bakar, infak ederiz'' diyecek olan liberal-kapitalistlere fırsat vermeden Allah bastırır Bakara-219/2 ayetini (ihtarını):''AFV''ve de ''Hayalı ve iffetli olup, ancak iyâlinin geçimliğini alıp gerisini olduğu gibi devlete, muhtaçlara verirsen''.

Niye der ki?
Çünkü Bakara-219/1'de geçen meysere'nin-kumarın anlamı ''kolay yoldan kazanç'' yani zekâtı vermeyip (iç edilip), sermayeye katarak (kapitalizm) insanların haklarının sahiplenip bununla menfaatlenerek servet artırma ve bunu yatırıma dönüştürerek insanları kendi parasıyla sömürme yoluyla kolay, zahmetsiz ve ''beleş'' kazançtır; paranın ''devlet'' olmasıdır. Bu bir yatırım olarak gelişme sağlar fakat yatırımın aracı zimmet, ihtilas ve irtikap yolu ile ele geçirilmiş ve hak sahipleri mağdur edilmiş, aç bırakılmış, göz yaşlarına sebep olmuştur.
''Hamr-içki'' de nasıl ki içeni mest edip, keyiflendirip neşelendiriyorsa, kolay kazanılan bu parayla yapılan yatırımlarla emek vermeden yeniden kazanç sağlanacağı için mest, mutlu ve şad olma anlatılıyor içki ile.

Sonuç olarak ''kumar-içki'', liberalizm-kapitalizm yoluyla emek vermeden elde ederek şad, mutlu olduğunuz ''kolay kazanç'' (kat kat riba, kümülitif aşırı kâr, ödenmeyen artık değer) hem adil değil hemde kan, gözyaşı ve mahrumiyet karşılığıdır. Necislik de kardeşliği terk edip, rekabet sistemi ile mülkte hırsızlık yapan ferdiyetçi ve ferdiyetçiliğin bencillik ve cimriliğidir.

Şimdi: Kapitalist üretim tarzı, kârın(başkalarının hakkı olanın) sermayeye eklenerek, sermaye artırılıp yatırımla tekrar kazanma döngüsüdür. Fakat Hak Din bunu, yani kârın sermayeye eklenip ticari hayata sürülmesini Bakara-219/2 yasaklamıştır. Bu durumda sermaye artırımınız-yatırımınız-büyümeniz yoksa diğerleri tarafından yutulur, yok edilir, iflas ettirilirsiniz. O halde sermaye artırımı yapmanız gereklidir; nasıl yaparsınız?
Eğer kapitalizmde kalmak isterseniz Hak Din'e nasıl uyacaksınız?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

dost1
19. October 2011, 01:20 AM
Selamun Aleykum! Değerli Galip Yetkin Kardeşim!

Gönderme yaptığınız ayeti paylaşmak istedim.

Bakara;219-220: Sana aklı karıştıran/örten şeylerden ve şans oyunlarından soruyorlar. De ki: “Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat dünya ve âhirette günahları, menfaatlerinden daha büyüktür.” Yine sana neyi Allah yolunda harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan fazlasını harcayın.” Allah, iyideniyiye düşünürsünüz diye âyetlerini işte böyle sizin için ortaya koyuyor. Sana yetimlerden de soruyorlar. De ki: Onlar için iyileştirme, en iyisidir. Eğer onlara karışırsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyla iyileştiriciyi birbirinden ayırd eder. Eğer Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Şüphesiz Allah en üstün,en güçlü,en şerefli,mağlup edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan,bozulmayı en iyi engelleyen/sağlam yapandır."

Kusursuzluk sdece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

galipyetkin
30. January 2012, 03:09 PM
.......... adlı bir siteden Sayın Yusuf MISATI adlı bir muhteremden bir alıntı.

Ne dersiniz?

''El hamr , “elif lam mim ra” dizilimine uygun yazılmıştır.
Dolayısıyla arapça lisani manadan TAMEMEN vazgeçilir (KURAL).
Bu deyime Allah kendinden bir ilme (ledün ilmi) dayanarak anlam yüklemiştir.
Bu deyimin lisani anlamı sarhoşluk verici içkidir.
Ancak bunu böyle anlarsak 4/43 ile çelişir.
Çünkü herhangi bir mümin için bu ayet içkiyi ve dolayısıyla sarhoş (sukera) olmayı yasaklamaz sadece sınırlama getirir.
Bir başka mümin ise 5/90`a göre içki haramdır diyebilir ama bunu diyen kişi ELHAMRa bindirilen anlamı göremezse bu iki ayet arasındaki hasımlaşmayıda çözemeyecektir.
İşte bu hasımlaşma bizim meleialanın hasımlaşması diye bildiğimiz konum için de verdiğimiz örneklerdende birini oluşturmaktadır.

ELHAMR ; bir konum yada mevkiye gelmek ve-veya eğer hali hazırda bir konum yada mevkide isek bunun menfaatlerinden istifade etmektir.
Kuranda HAMR tek başına haram kılınmaz , kılınamaz.
Çünkü hepimiz ve dahi çocuklarımız bir makama gelmek için çalışıyoruz çocuklarımıza ''oğlum oku doktor ol istikbalini kurtar'' diyoruz.Veya eğer bir makamda isek yani doktor , mühendis , işletmeci , dükkan sahibi vs.. olmuş isek bunun menfaatlerinden yararlanıyoruz.
İşte el hamr budur..! Ve kuranda HARAM değildir ve olmazda..

Peki bu hamr nasıl olduda 5/90`da kendisinden kaçınılacak şeytanın pis amellerine dönüşüyor ?
İşte bu sorunun cevabı hem 5/90`a ve hemde 2/219 , 5/91`e uygulanacak olan ''tamlamalardan sonra gelen velli ibarelerin tamlama içine dahil edilerek anlaşılması'' kuralının uygulanması ile elde edilecektir.

Şimdi bu VEL li ibareleri inceleyelim ;

VELMEYSİR ; bu deyim kumar olarak tercüme edilir ve lisani olarak doğrudur.
Ancak “elif lam mim ra” dizilimi burada da geçerli olduğu için bu anlamdan burada da TAMAMEN vazgeçilir.
DUBUR anlamı ; muhatabın olan kişiyi ezmek zarara uğratmaktır.
Anilhamrı velmeysir (2/219) deyiminden içki ve kumar anlaşılmaz.
Bir makama birilerine zarar vererek gelmek ve-veya o makamın menfaatlerinden birilerine zarar verecek şekilde istifade etmek anlaşılır.
KUMAR denilen şey de aslında elhamr velmeysir birleşkesidir.
Burada amaç makam ve parayı elde etmektir.Ama bunu karşındakine zarar vererek yada onu zarara uğratarak elde edersen bu birleşke devreye girer ve haramlaşır.
Eğer hamr deyiminden içki anlaşılsaydı Allah Kuranda hamrı tek başınada kullanabilirdi ve onu haram kılardı ama böyle yapmamış , hep tamlama şekline getirmiş ve devamı olan deyimleri de VELLİ ibare hükmüne sokmuştur....

VELENSAB ; seviye düşüklüğüdür..Nesebe deyimi 88/19`da dağların yere çakılışı yani bulunulan eğreltiden daha aşağıda olma konumunu verir.
Normalde el ensab-nasib-nesebe-nusub yani kendini bulunduğun seviyeden aşağıya çekme (YALAKALIK-DALKAVUKLUK) haram değildir..Hepimiz çocuklarımızla oynarken eşek oluruz onları üstümüze bindiririz onlaşırız.AMA bir makama (ELHAMR) birilerine yalakalık-dalkavukluk ederek geliyor yada gelmişsek yada bulunduğumuz makamın menfaatlerinden birilerine yalakalık-dalkavukluk ederek (VELENSAB) faydalanıyorsak , helal olan hamr bir anda haramlaşır.
DİKKAT EDİNİZ ; elhamr helaldir ancak 5/90 içine teker teker yada topluca girebilen VELLİ ibareler onu haramlaştırıyor.

VELEZLAM ; Mealler tarafından ''fal okları'' diye tercüme edilirsede arapça manası OK tur..
Karşı tarafın CANINA KASTEDER , türü hasar verme içeriklidir.Herhangi bir makama gelmek yada bu makamın menfaatlerinden istifade etmek için adam vurma yada yaralama yoluna gidilirse bu kez burada helal olan ELHAMR bir anda harama dönüşür..BİLEZLAM`la kısmet arama yada buna dayanarak mevcut kısmeti taksimatlandırma 5/3`tede ayrıca haram kılınmıştır..Bu şekilde 5/90`ı kısaca bitirmiş olduk.

BİLİYORSUNUZ , hamr ifadesinin çoğulu HUMUR`dur ve Kuranda tek yerde geçer.
Burası 24/31`dir ve maalesef ''örtü yada başörtüsü'' olarak tercüme edilir.
Oysa gerçek anlam ; Herhangi bir makama gelmek yada bu makamın menfaatlerinden istifade etmektir.
24/31`de bu makam ELMUMİNİYN yani Allaha hizmetkarlık makamıdır.
Bundan dolayı bu ayet 45/14`te olduğu gibi , tüm iman edenleri muhatab alacak şekilde bir ifade ile başlamaz.Direkt bir ünvanla başlatılır.İşte burada ''velyadribne bihumurihinne ala cuyubihinne'' denilirken ''bulunduğunuz bu EL MUMİNİYN makamından istifade edeceğiniz menfaatlerinizi (humurlarınızı) CEYB`inizin üstünde tutun YADA eğer bu makama gelmek istiyorsanız bu makamı CEYB`inizin üstünde tutun'' denilir..

CEYB-CUYUB ; İnsanın amellerini değiştirebilen cazibe içerikli unsurlar olarak 27/12`de karşımıza çıkar.Bu insanın göğsüde olabilir parasıda olabilir ünvanıda olabilir.
Din hizmetkarlığı esnasında bu hizmetkarlık yada bu hizmetkarlıktan elde edilecek menfaat ; ünvana , paraya , makama , mevkiye , kadın yada erkeğin cazibeli fiziksel kısımlarına vs. tercih edilmemelidir.Bunların üstünde tutulmalıdır..
Kuran`da ne ÖRTÜ ne de BAŞÖRTÜSÜ diye bir şey yoktur.

2/219`a dikkat ediniz..!
Orda mealen ''bunların her ikisinde'' diye bir ibare vardır..Buradan sakın yine tamlama şeklinde geçmiş olan “hamr vel meysir” ikilisini ayrı ayrı düşünmeyin. Bu tamlama TEK anlamdır.Peki o zaman Bunların her ikisinde menfaat de vardır zararlar da vardır deyiminde , bunların her ikisi neye tekabül ediyor ?
Bu sorunun cevabı HAMR deyiminin tanımında gizli..!
Dikkat edilirse yaptığımız tanım 2 ayaklı ;
a) bir makama gelmek
b) bu makamın menfaatlerinden yararlanmak.

İşte bunun her ikisi de helaldir.Ancak 2/219`da da elmeysir , elhamr`a müdahil olduğundan onu haramlaştırır.Yani burada kişi , ya makama gelme sürecinde muhatablarına zarar verir yada makamının menfaatlerinden istifade etmede muhatablarına zarar verir.

Peki hiç insanlığa faydası olamaz mı ? ELBETTE olabilir.
Bakınız bir diş hekimi düşünün ama diploması sahte yani bu işin eğitimini almamış.
Ama klinik açmış ve elide işe çok yatkın , harika iş çıkarıyor ve ucuza da yapıyor.
Tüm insanlar tarafından da seviliyor yani insanlara menfaati var.
Ama diploması sahte.
Bu kişi bu örneğimizde , makama gelinceye kadar dürüst değil ancak makamın menfaatlerinden istifade ederken dürüst ve insanlara faydası da var.
Allah işte burada bu durumu hoş görmüyor.
2.ci bir diş hekimi düşünün , diploması sahte değil yani kanunen bu işin eğitimini almış emek vermiş ve bu süreçte bu kişiden pek çok insan menfaatlenmiş.Buraya kadar sorun yok.
ANCAK bu kişi klinik açtıktan sonra azıtıyor , çok para kazanmak için insanların sağlığıyla oynuyor ve onlara zarar veriyor.
Allah işte burada bu durumu da hoş görmüyor.
Her iki örnekte de insanlara menfaat düşünülebilir ama tabii olarak zararları daha çok olacaktır.Allah bu diş hekiminin , hem diş hekimi olma sürecini ve hem de olduktan sonra menfaatlenme sürecini MEŞRU olarak görmek istiyor.
İşte bu yollarla kazanılan gayrimeşru para , böyle bir kişi tevbe edip müslüman olmak isteyince ELAVFE hükmüne giriyor ve kişinin müslümanlığının yada tevbesinin Allah tarafından kabul edilebilmesi için tamamının Allah yolunda harcanılması isteniliyor.
Ama ELAVFE deyimini mealler ''ihtiyaçtan artakalanı'' diye tercüme ediyorlar..Bu meal yanlıştır..Yani Allahın yoluna dönmek istiyorsan sadece gayrimeşru işini terketmeyecen , bu yolla kazandığın servetin de TÜMÜNÜ dağıtacaksın..!

4/43`ün ilk cümlelerini çözelim ;
''la takrebussalate ve entüm SUKERA '' deyiminde ; TA SİYN kuralı uygulandığında kişinin sukera yani sarhoş olması durumunda , hatta “talemu ma tekulune” yani söylediklerini bilinceye kadar Salata yaklaşmaması istenilir.
Sukara denilen şey kişide iki şekilde meydana gelir ;
A) ORGANİK yani bilinen anlamda sarhoşluk => 16/67..Böyle olunca İslam içkiyi yasaklamaz sadece sınırlama getirir.
B) KAFA KARIŞIKLIĞI yani basiretin sakir olması =>15/15..Bu durum da kendi arasında ikiye ayrılır ;
1) Kişinin bu ayette görüldüğü üzere işleri yada beklentileri istediği gibi gitmemiştir , kafası karışmıştır
2) Kişinin işleri çok iyi gitmiş , herif zengin olmuş , kafası karışmıştır =>16/67..
Semeratinnahıyl vel enabe ; tamlamadan sonra gelen velli ibare kuralını uygulanır..
NAHIYL yani hurma denilen şey bu anlamına ek olarak ; bir insanın asgari geçim düzeyini , ticarette sermayeyi kurtarmayı yani asgariyeyi verirken ,
EN'AB yani üzüm denilen şey ; bu anlamına ek olarak bolluğu verir =>18/32..

İşte 16/67`de darlık birdenbire bolluğa dönüştüğünde , kişi kafayı yiyecek derecede kendini kaybetmekte ve Allah bunada sakir olma demektedir.
Yani 16/67`den iki anlam çıkar ;
1) Hurma ve üzüm karışımlarını kullanarak bilinen anlamda SARHOŞ olma..
2) İşlerin iyi gitmesiyle düzelmesiyle yada rızkın artmasıyla birlikte , kişinin SARHOŞ olması.. Bunlarının her ikisi de helaldir.
Kuran`da içkiyi haram kılan herhangi bir ayet yoktur..

İçki gibi algılanan ve 5/90,91 - 2/219`da geçen elHAMR ve bunun çoğulu olan ve 24/31`de geçen HUMUR deyimleri içki anlamında kullanılmamışlardır.
Bunların hangi anlamda kullanıldıklarını geniş şekilde hazırlamakta olduğumuz çalışmamızda ileride aktaracağız..

İçkiyi haram kılıyormuş gibi görünen bu ayetler ayıklandığında Kuranda içkinin haram olduğuna dair deliller de ortadan kalkacak ve 4/43`ün bu konuda doğru anlaşılması ön plana çıkacaktır..

Ancak 4/43`te söz konusu Salat olduğunda buna sınırlama getirilir.
Şimdi bu sınırlamanın içeriğine deyineceğiz ;
Bu esnada yanlış anlamayın ben içki içmiyorum.Ancak bu olayı iyi analiz etmemiz ve şeriatı düzgün anlamamız gerekiyor.
Bu elhamr konusunu ve içkinin 4/43`e göre HELAL olma konusunu kabullenme noktasında , ya belki zorlanacaksınız veya belki tamam buraya kadar diyeceksiniz ve kabul etmeyeceksiniz , Sizin tercihiniz..Biz çıkarımlarımızı aktaracağız bu konuda..!
Şundan emin olunuz , bizim tespitlerimizin yanlış olduğu ispatlanamadıkça biz elimizdeki bilgiyi bırakamayız , terketmeyiz..!
Ama ispatlanırsa da derhal bırakırız.
Bizim şu anki inancımıza göre bir müslüman eğer içmek istiyorsa rahatlıkla içebilir..Ancak herhangi bir Salatı faal edeceği zaman içtiği içkinin dozu buna engel olmamalıdır , delil =>4/43`tür.

El hamr , Kuranda hiçbir yerde TEKBAŞINA haram kılınmıyor çok ilginç.
Yanına muhakkak bir tamlama almış.
ELhamr eğer İÇKİ diye anlaşılırsa 4/43`le çelişiyor.
Tabi bizim ulema hemen NESH formülüne sarılmış.
Neymiş Allah insanlara içkiyi yavaş yavaş bıraktırmak için önce 4/43`ü , arkasından 2/219`u , bunun arkasından da 5/90`ı indirmiş ve böylece 4/43`ü nesh etmiş yani hükmünü ortadan kaldırmış.

Biz de soruyoruz ; Mademki Allah bu ayetin hükmünü ortadan kaldırmış , kitaptanda kaldıraydı.Hükmü geçersiz olan bir ayetin Kuranda ne işi var ?

DÜŞÜNÜN ; takımın biri futbolda gol atıyor ama hakem ofsayt görüp golü saymıyor yani gol geçerli değil..! Ama skor tabelasında gol geçerli yani orada yerini almış..!
Varmı böyle bir şey ? Yok ama bizim ulemanın maşallahı var..!
Görüldüğü üzere ELHAMR ne İÇKİ ve nede ÖRTÜdür..

ZİYNETİN HÜNNE şeklinde bedaa edilmesi yani açığa vurulmasıyla (24/31) ZİYNETİN HİNNE şekilinde bedaa edilmesi yani açığa vurulması aynı şey değidir (24/31)..
Allah standart bir giyim kuşam şeklinden bahsetmez..
İsterse müslüman bir kadın sokakta bikini ile de gezebilir..
LAKİN şu 2 şarta haiz olursa ;
1) Hünneleşme-Hinneleş ; Yani sen öyle giyinmek istediğin için Bikiniyi giyin..Birileri sana bakıpta tahrik olsun yada seni sexi bulsun yada beğensinler diye değil..!
2) Hünneleştirtme-Hinneleştirt ; Yani bikiniyi giyindin sokağa çıktın , senin kalbinde niyetinde bir sorun yok..Ama baktın ki çok dikkat çekiyorsun bu durumda ya dikkat çektiğin yerlerden geçme yolunu değiştir yada üstüne extra bir şeyler al..! Milletin sana bakmasını ve tahrik olmasını engelle..!
Sende sorun yok ama sana bakanlarda sorun var bunu da engelleyeceksin..
Bu 24/31`de anlatılıyor bir ÖNBİLGİDİR..
Allah bir müslümanın giyim ve kuşamına müdahale etmez yani bir standardizasyon getirmez..!
Böyle olunca giyim ve kuşamımızı içinde doğup yetiştiğimiz toplumun değerleri belirler..
Yalnızca yukarıdaki 2 şarta dikkat edilecek..!
Böyle olunca içinde yaşadığın toplum senin kıyafetini şekillendirmiş olacak.

Düşünün ; Yeni Zelanda`da 10 ay sıcak var ; tüm gençler , anneleri , babaları şortla dolaşıyor..Yani onlara göre baldır , bacak , açık gezmek kimseyi tahrik etmiyor.
Bu ortamda büyümüş ve müslüman olmuş 18 yaşındaki bir kıza , din adına şort yasağı koymak abesle iştikaldir.
AMA diyelim ki bu kız Türkiye`ye gelecek bizi ziyaret edecek ; Onu uyarırız ''aman kızım burası böyle bir giysiyi kaldırmaz üstüne bir şey al'' deriz..''

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

dost1
30. January 2012, 10:37 PM
Selamun Aleykum! Değerli Galip Yetkin Kardeşim!

.......... adlı bir siteden Sayın Yusuf MISATI adlı bir muhteremden bir alıntı.

Ne dersiniz?

Allah razı olsun. Farklı bakış açılarını bizlerle paylaşıma açıyorsunuz.


''El hamr , “elif lam mim ra” dizilimine uygun yazılmıştır.
Dolayısıyla arapça lisani manadan TAMEMEN vazgeçilir (KURAL).

“Elif lam mim ra” dizilimi nedir? Belirtilmemiş? Lisani manadan tamamen vazgeçileceği nerede belirtilmiş? Bu kuralı kim koymuş?
Mushafta “Elif lam mim ra “ ile başlayan Ra’d suresi vardır. Bunun ilk ayeti de:

13 Rad; 1: Elif, Lâm, Mîm, Râ.
Elif lâm mim râ tilke âyâtul kitâb(kitâbi), vellezî unzile ileyke min rabbikel hakku ve lâkinne ekseren nâsi lâ yu’minûn
“Elif, Lâm, Mîm, Râ. O Kitap'ın ayetleridir bunlar. Ve sana Rabbinden indirilen, haktır. Ne var ki, insanların çokları iman etmezler.”
şeklindedir.


Bu deyime Allah kendinden bir ilme (ledün ilmi) dayanarak anlam yüklemiştir.

“Ledün” katından demektir. Mushafta bulunan tüm ayetler Allah’ın ledünündendir/katındandır. Allah, mushafın hangi ayetinde “ben şöyle şöyle bir kural koydum; Elif, Lâm, Mîm, Râ. dizilimini gördüğünüzde lisani manadan vazgeçin ve “…” manasını alın” demiştir?
Ledün sözcüğünün geçtiği ayetleri hep birlikte görelim.
(HÛD suresi 1. ayet) (Resmi: 11/İniş:52/Alfabetik:38)
الَر كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكٖيمٍ خَبٖيرٍ

Elif lam ra, kitabun uhkimet ayatuhu summe fussilet min ledun hakimin habîr.

Y.N. Öztürk
Elif, Lâm, Râ. Hakîm ve Habîr olandan bir kitaptır ki bu, ayetleri önce muhkem kılınmış, sonra ayrıntılı hale getirilmiştir.
(NEML suresi 6. ayet) (Resmi: 27/İniş:48/Alfabetik:81)
وَاِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْاٰنَ مِنْ لَدُنْ حَكٖيمٍ عَلٖيمٍ

Ve inneke le tulekkal kur'ane min ledun hakimin alîm.

Y.N. Öztürk
Emin ol ki, sen bu Kur'an'a Hakîm ve Alîm bir kudret tarafından muhatap kılınıyorsun.

(ÂLİ IMRÂN suresi 8. ayet) (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)
رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ

Rabbena la tuziğ kulubena ba'de iz hedeytena veheb lena min ledunke rahmeten, inneke entel vehhâb.

Y.N. Öztürk
Ey Rabbimiz! Bizi doğruya ve güzele yönelttikten sonra kalplerimizi bozup eğriltme ve bize katından bir rahmet bağışla. Sen, yalnız sen Vahhâb'sın, bol bol bağışta bulunansın.

(ÂLİ IMRÂN suresi 38. ayet) (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ قَالَ رَبِّ هَبْ لٖى مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً اِنَّكَ سَمٖيعُ الدُّعَاءِ

Hunalike dea zekeriyya rabbehu, kale rabbi heb li min ledunke zurriyyeten tayyibeten, inneke semiud duâ'.

Y.N. Öztürk
Zekeriyya orada Rabbine yakarmıştı: "Rabbim, demişti, katından bana tertemiz bir soy bağışla. Sen yakarışı en iyi duyansın."

(NİSA suresi 75. ayet) (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)
وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَفٖينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذٖينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰـذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَا وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّا وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَصٖيرًا

Ve ma lekum la tukatilune fi sebilillahi vel mustad'afine miner ricali ven nisai vel vildanillezine yekulune rabbena ahricna min hazihil garyetiz zalimi ehluha, vec'al lena min ledunke veliyya, vec'al lena min ledunke nesira.

Y.N. Öztürk
Size ne oluyor da Allah yolunda ve "Ey Rabbimiz bizi, halkı zulme sapmış şu kentten çıkar; katından bize bir dost gönder, katından bize bir yardımcı gönder!" diye yakaran mazlum ve çaresiz erkekler, kadınlar, yavrular için savaşmıyorsunuz!

(İSRÂ suresi 80. ayet) (Resmi: 17/İniş:50/Alfabetik:46)
وَقُلْ رَبِّ اَدْخِلْنٖى مُدْخَلَ صِدْقٍ وَاَخْرِجْنٖى مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَلْ لٖى مِنْ لَدُنْكَ سُلْطَانًا نَصٖيرًا

Ve kur rabbi edhilni mudhale sidkiv ve ahricni muhrace sidkiv vec'al li min ledunke sultanen nesira.

Y.N. Öztürk
Şöyle yakar: "Rabbim! Beni, gireceğim yere doğruluk dürüstlükle sok, çıkacağım yerden doğruluk dürüstlükle çıkar. Katından bana yardımcı bir güç / kanıt ver."

(KEHF suresi 10. ayet) (Resmi: 18/İniş:69/Alfabetik:54)
اِذْ اَوَى الْفِتْيَةُ اِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَا اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ اَمْرِنَا رَشَدًا

İz evel fityetu ilel kehfi fe kalu rabbena atina min ledunke rahmeten ve heyyi' lena min emrina raşeda.

Y.N. Öztürk
Hani, o yiğit gençler o mağaraya sığındılar da şöyle dediler: "Ey Rabbimiz, katından bir rahmet ver bize ve bizim için bir çıkış yolu lütfet işimize."
(MERYEM suresi 5. ayet) (Resmi: 19/İniş:44/Alfabetik:63)
وَاِنّٖى خِفْتُ الْمَوَالِىَ مِنْ وَرَائٖى وَكَانَتِ امْرَاَتٖى عَاقِرًا فَهَبْ لٖى مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّا

Ve inni hiftul mevaliye miv verai ve kanetimraeti akiran feheb li min ledunke veliyya.

Y.N. Öztürk
"Ben, arkamdan gelecek yakınlarımdan endişe ediyorum. Karımsa kısır. O halde, katından bana bir dost bağışla;

(NİSA suresi 67. ayet) (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)
وَاِذًا لَاٰتَيْنَاهُمْ مِنْ لَدُنَّـا اَجْرًا عَظٖيمًا

Ve izel le ateynahum min ledunna ecran azîma.

Y.N. Öztürk
O takdirde kendilerine katımızdan büyük bir ödül elbette verirdik.

(KEHF suresi 65. ayet) (Resmi: 18/İniş:69/Alfabetik:54)
فَوَجَدَا عَبْدًا مِنْ عِبَادِنَا اٰتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا

Fe veceda abdem min ibadina ateynahu rahmetem min indina ve allemnahu min ledunna ilma.

Y.N. Öztürk
Orada, kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan bir ilim öğretmiştik.

(MERYEM suresi 13. ayet) (Resmi: 19/İniş:44/Alfabetik:63)
وَحَنَانًا مِنْ لَدُنَّا وَزَكٰوةً وَكَانَ تَقِيًّا
ş
Ve hananem min ledunna ve zekah, ve kane tekiyya.

Y.N. Öztürk
Katımızdan bir kalp yumuşaklığı, bir temizlik verdik. Korunan biriydi o.
(TÂHÂ suresi 99. ayet) (Resmi: 20/İniş:45/Alfabetik:96)
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَاءِ مَا قَدْ سَبَقَ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْرًا

Kezalike nekussu aleyke min embai ma kad sebaka ve kad ateynake min ledunna zikra.
(ENBİYÂ suresi 17. ayet) (Resmi: 21/İniş:73/Alfabetik:21)
لَوْ اَرَدْنَا اَنْ نَتَّخِذَ لَهْوًا لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا اِنْ كُنَّا فَاعِلٖينَ

Lev eradna en nettehize lehvel lettehaznahu miln ledunna in kunna failîn.

Y.N. Öztürk
Eğer bir eğlence edinmek isteseydik onu kendi katımızdan edinirdik. Ama böyle yapanlar değildik/yapsaydık öyle yapardık.

(KASAS suresi 57. ayet) (Resmi: 28/İniş:49/Alfabetik:53)
وَقَالُوا اِنْ نَتَّبِعِ الْهُدٰى مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَا اَوَلَمْ نُمَكِّنْ لَهُمْ حَرَمًا اٰمِنًا يُجْبٰى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَیْءٍ رِزْقًا مِنْ لَدُنَّا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

Ve kalu in nettebiil huda meake nutehattaf min erdina, e ve lem numekkil lehum haramen aminey yucba ileyhi semeratu kulli şey'ir rizkam min ledunna ve lakinne ekserahum la ya'lemûn.

Y.N. Öztürk
Dediler ki: "Eğer seninle birlikte yol alırsak, yerimizden, yurdumuzdan oluruz." Biz onları, katımızdan rızık olarak gelen tüm ürünlerin derlenip toplandığı güvenli, saygıdeğer bir mekâna yerleştirmedik mi? Ama onların çokları bilmiyorlar.
(NİSA suresi 40. ayet) (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ وَاِنْ تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا وَيُؤْتِ مِنْ لَدُنْهُ اَجْرًا عَظٖيمًا

İnnellahe la yazlimu miskale zerrah, ve in teku hasenetey yudaifha ve yu'ti min ledunhu ecran azîma.

Y.N. Öztürk
Allah zerre kadar zulüm yapmaz. Küçücük bir iyilik olsa onu kat kat artırır ve kendi katından da büyük bir ödül verir.
(KEHF suresi 2. ayet) (Resmi: 18/İniş:69/Alfabetik:54)
قَيِّمًا لِيُنْذِرَ بَاْسًا شَدٖيدًا مِنْ لَدُنْهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِنٖينَ الَّذٖينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْرًا حَسَنًا

Kayyimel li yunzira be'sen şedidem min ledunhu ve yubeşşiral mu'mininellezine ya'melunes salihati enne lehum ecran hasena.

Y.N. Öztürk
Katından dosdoğru gelen açık bir söz olarak indirdi onu. Ki, zorlu bir iş ve oluş konusunda uyarsın ve barışa yönelik hayırlı ameller sergileyen müminlere, kendileri için güzel bir ödül öngörüldüğünü muştulasın...
(KEHF suresi 76. ayet) (Resmi: 18/İniş:69/Alfabetik:54)
قَالَ اِنْ سَاَلْتُكَ عَنْ شَیْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْنٖى قَدْ بَلَغْتَ مِنْ لَدُنّٖى عُذْرًا

Kale in seeltuke an şey'im ba'deha fe la tusahibni, kad belağte mil ledunni uzra.

Y.N. Öztürk
Mûsa dedi ki: "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme. Vallahi, öyle bir durumda benden ayrılmakta mazur sayılacaksın."

devam edecek inşaAllah.

dost1
31. January 2012, 12:49 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim! Kaldığımız yerden devam ediyorum.


''El hamr , “elif lam mim ra” dizilimine uygun yazılmıştır.
Dolayısıyla arapça lisani manadan TAMEMEN vazgeçilir (KURAL)
Bu deyimin lisani anlamı sarhoşluk verici içkidir.
Ancak bunu böyle anlarsak 4/43 ile çelişir.

“El hamr” lisani olarak anlamı sarhoşluk veren içki değildir.
الخمر [hamr] sözcüğü, “örtmek, karıştırmak” anlamındaki, خمر[h-m-r] kökünden gelmiş olup aklı örten, karıştıran her şeyin ismi olmuştur

“El hamr” sözcüğünün lisani anlamı “aklı karıştıran/örten” dir. Arapçada “içki,içecek vb” sözcükler; “içecek, içilecek vb” anlamındaki “ş-r-b” kökünden türemiş olan sözcüklerdir. Mushafta bu kökten türeyen sözcüklerin bulunduğu 34 ayet vardır ki, konu bütün boyutlarıyla görülsün diye bu kök harflerden türetilen sözcükleri ve geçtiği ayetleri de göstermek istiyorum. Çok yer kaplayacağı için ayetlerin meallerini yazmadım. Anlamlarına meallerden bakılabilir.

(BAKARA suresi 249. ayet) (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11: şeribe, fe şeribu,)
(MÜ'MİNÛN suresi 33. ayet) (Resmi: 23/İniş:74/Alfabetik:70: yeşrabu, teşrabûn)
(VÂKIA suresi 68. ayet) (Resmi: 56/İniş:46/Alfabetik:107: teşrebûn)
(İNSÂN suresi 6. ayet) (Resmi: 76/İniş:90/Alfabetik:43: yeşrebu)
(MUTAFFİFÎN suresi 28. ayet) (Resmi: 83/İniş:86/Alfabetik:65: yeşrabu)
(İNSÂN suresi 5. ayet) (Resmi: 76/İniş:90/Alfabetik:43: yeşrebune)
(BAKARA suresi 60. ayet) (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11: meşrabehum, veşrabu)
(BAKARA suresi 187. ayet) (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11: veşrabu)
(A'RAF suresi 31. ayet) (Resmi: 7/İniş:39/Alfabetik:9: veşrabu)
(TÛR suresi 19. ayet) (Resmi: 52/İniş:76/Alfabetik:106 :veşrabu)
(HÂKKA suresi 24. ayet) (Resmi: 69/İniş:78/Alfabetik:34: veşrebu)
(MÜRSELÂT suresi 43. ayet) (Resmi: 77/İniş:33/Alfabetik:73: veşrabu)
(MERYEM suresi 26. ayet) (Resmi: 19/İniş:44/Alfabetik:63: veşrabi)
(VÂKIA suresi 55. ayet) (Resmi: 56/İniş:46/Alfabetik:107: Feşaribune şurbe)
(VÂKIA suresi 54. ayet) (Resmi: 56/İniş:46/Alfabetik:107: Feşaribune)
(NAHL suresi 66. ayet) (Resmi: 16/İniş:70/Alfabetik:75: lişşaribîn)
(SÂFFÂT suresi 46. ayet) (Resmi: 37/İniş:56/Alfabetik:90: lişşaribîn)
(MUHAMMED suresi 15. ayet) (Resmi: 47/İniş:99/Alfabetik:64: lişşaribîn)
(ŞUARA suresi 155. ayet) (Resmi: 26/İniş:47/Alfabetik:94: şirbun, şirbu)
(KAMER suresi 28. ayet) (Resmi: 54/İniş:37/Alfabetik:52: şirbin)
(EN'ÂM suresi 70. ayet) (Resmi: 6/İniş:55/Alfabetik:20: şerabun)
(YÛNUS suresi 4. ayet) (Resmi: 10/İniş:51/Alfabetik:109: şerabun)
(NAHL suresi 10. ayet) (Resmi: 16/İniş:70/Alfabetik:75: şerabun)
(NAHL suresi 69. ayet) (Resmi: 16/İniş:70/Alfabetik:75: şerabun)
(SÂD suresi 42. ayet) (Resmi: 38/İniş:38/Alfabetik:88: şerâbun)
(SÂD suresi 51. ayet) (Resmi: 38/İniş:38/Alfabetik:88: şerâbi)
(KEHF suresi 29. ayet) (Resmi: 18/İniş:69/Alfabetik:54: şerâbu)
(İNSÂN suresi 21. ayet) (Resmi: 76/İniş:90/Alfabetik:43: şerâben)
(NEBE suresi 24. ayet) (Resmi: 78/İniş:80/Alfabetik:79: şerâben)
(BAKARA suresi 259. ayet) (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11: şerabike)
(FATIR suresi 12. ayet) (Resmi: 35/İniş:43/Alfabetik:24: şerabuhu)
(A'RAF suresi 160. ayet) (Resmi: 7/İniş:39/Alfabetik:9: meşrabehum)
(YÂSÎN suresi 73. ayet) (Resmi: 36/İniş:41/Alfabetik:108: meşarib)
(BAKARA suresi 93. ayet) (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11: uşribu)


''El hamr , “elif lam mim ra” dizilimine uygun yazılmıştır.
Dolayısıyla arapça lisani manadan TAMEMEN vazgeçilir (KURAL)
Bu deyimin lisani anlamı sarhoşluk verici içkidir.
Ancak bunu böyle anlarsak 4/43 ile çelişir.

Çelişip çelişmediğine birlikte bakalım.

Bakara;219: Yes'eluneke anil hamri vel meysir, kul fihima ismun kebirun ve menafiu lin nas, ve ismuhuma ekberu min nef'ihima, ve yes'eluneke maza yunfikun, kulil afv, kezalike yubeyyinullahu lekumul ayati leallekum tetefekkerûn.


Nisa;43: Ya eyyuhellezine amenu la takrabus salate ve entum sukara hatta ta'lemu ma tekulune ve la cunuben illa abiri sebilin hatta tağtesilu, ve in kuntum merda ev ala seferin


Görüldüğü gibi Bakara 219 da geçen “el hamr/“aklı karıştıran/örten”” kavramı ile Nisa 43 deki “sukera/ sarhoşluk,zihinsel bulanıklığı, kirliliği “ aynı şey değildir.

Bakara 219 da belirtilen: EL HAMR/ aklı karıştıran/örten’ in “İSMİ KEBAİR” olduğunu belirten HABER CÜMLESİdir.

Nisa 43 de belirtilen ise SALATA, “sukera/ sarhoşluk,zihinsel bulanıklığı, kirliliği “ halinde YAKLAŞILMAMASINI belirten EMİR CÜMLESİdir.

Daha iyi anlaşılması için “sükera” sözcüğünü birlikte inceleyelim ki konu daha net anlaşılsın.

Nisa 43.Âyette geçen سكارى [sükârâ] sözcüğü, سكر [sekr] sözcüğünün türevlerindendir ve sekr sözcüğü Lisânu'l-Arab'da sahv'ın karşıtı olarak gösterilmiştir. Bu durumda sekr sözcüğünü daha iyi anlamak için, sahv sözcüğünün de ne anlama geldiğini bilmek gerekmektedir.
Allâme İbn Manzur صحو [sahv] sözcüğünü şöyle açıklamıştır:
Sahv; “bulutun gitmesi, gökyüzünün berraklığı, sarhoşluğun gitmesi, bâtılın, kontrolsüzlüğün bırakılması” demektir.

Buradan anlaşıldığına göre, sözcüğün ilk vazı, doğadaki olaylar ile olmuş; günün aydınlığı, yani gökyüzünün buluttan, sisten, tozdan, dumandan arınıklığı sahv olarak, bunun tersi, yani gökyüzünün bulutlu, sisli, tozlu, dumanlı olması da sekr olarak isimlendirilmiştir.

Görüldüğü gibi, sükârâ sözcüğü, sadece alkol türü nesnelerin etkisiyle meydana gelen sarhoşluğu, kafanın dumanlı oluşunu kapsamaz. Sukr terimi geniş anlamıyla, insanın zihinsel melekelerini tam olarak kullanmasını engelleyen bütün zihinsel bulanıklığı, kirliliği ifade eder. Çünkü akıl bulanıklığı, herhangi bir uyuşturucu etkisiyle meydana gelebileceği gibi; uyku, şehvet, korku, acı, panik, stres gibi şeylerle de meydana gelebilir. Nitekim Kur’ân'da, alkol türü nesnelerin etkisi dışında oluşan sarhoşlukla ilgili birçok âyet mevcuttur:

Ölümün sarhoşluğu gerçekten hakk ile gelmiştir de, –“(Ey insan!) İşte bu, senin kaçıp durduğun şeydir.”– (Kaf/19)

Ve Biz onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak da onlar oradan yukarı yükselseler bile, mutlaka “Gözlerimiz döndürüldü/bulandırıldı. Aslında biz büyülenmiş bir topluluğuz” diyeceklerdir. (Hicr/14-15)

–Ömrüne kasem olsun ki, gerçekten onlar, sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı [Sen ömründe bunlar gibi şehvet çılgınlığı içinde bocalayıp duran rezilleri hiç görmedin].– (Hicr/72)

Ey insanlar! Rabbinizden sakının; şüphesiz o Saat'ın sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vazgeçer. Ve her hamile kadın taşıdığını düşürür. Ve sen insanları sarhoş olmadıkları halde hep sarhoş görürsün. Ama Allah'ın azabı çok şiddetlidir. (Hacc/1-2)

Sonuç olarak insanlar; uykudan,korkudan,acıdan,ağrıdan stresten kısaca zihinsel bulanıklık ve kirlilik halinde bu halleri geçinceye kadar salâta katılmamalıdırlar.

devam edecek inşaAllah.

dost1
31. January 2012, 02:22 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim! Kaldığım yerden devam ediyorum.



''El hamr , “elif lam mim ra” dizilimine uygun yazılmıştır.
Dolayısıyla arapça lisani manadan TAMEMEN vazgeçilir (KURAL).
Bu deyime Allah kendinden bir ilme (ledün ilmi) dayanarak anlam yüklemiştir.
Bu deyimin lisani anlamı sarhoşluk verici içkidir.
Ancak bunu böyle anlarsak 4/43 ile çelişir.
Çünkü herhangi bir mümin için bu ayet içkiyi ve dolayısıyla sarhoş (sukera) olmayı yasaklamaz sadece sınırlama getirir.
Bir başka mümin ise 5/90`a göre içki haramdır diyebilir ama bunu diyen kişi ELHAMRa bindirilen anlamı göremezse bu iki ayet arasındaki hasımlaşmayıda çözemeyecektir.
İşte bu hasımlaşma bizim meleialanın hasımlaşması diye bildiğimiz konum için de verdiğimiz örneklerdende birini oluşturmaktadır.

Evet . Rabbimiz “sukera” halini yasaklamıyor sadece bu durumda “salata yaklaşmamayı” emrediyor.

5/Maide 90 a göre içki haramdır denilebilir mi ? Birlikte bakalım.

Maide;90:Ya eyyuhellezine amenu innemel hamru vel meysiru vel ensabu vel ezlamu ricsum min ameliş şeytani fectenibuhu leallekum tuflihûn.


Ey iman etmiş kişiler! Hamr /aklı örten, karıştıran – ki bunlar;mevki,makam,şan,şöhret de olabilir, kumar/ kolayca çalışıp yorulmaksızın insanın eline geçenler , dikili taşlar/her türden şartlanmalar ve fal okları/tevekkülsüzlük ancak şeytân işinden ricstirler /zarar veren şeylerdir. Öyleyse felâha ermeniz için bundan [şeytân işinden]kaçının.

Görüldüğü gibi burada haramdır diye bir ifade geçmez. El hamrın şeytan işi bir rics/zarar veren şey olduğu belirtilir.


ELHAMR ; bir konum yada mevkiye gelmek ve-veya eğer hali hazırda bir konum yada mevkide isek bunun menfaatlerinden istifade etmektir. Çünkü hepimiz ve dahi çocuklarımız bir makama gelmek için çalışıyoruz çocuklarımıza ''oğlum oku doktor ol istikbalini kurtar'' diyoruz.Veya eğer bir makamda isek yani doktor , mühendis , işletmeci , dükkan sahibi vs.. olmuş isek bunun menfaatlerinden yararlanıyoruz.



El hamrin bu anlamına nereden ulaşılmıştır?

Rabbımız olan Yüce Allah; Kur’an’ın Arabiyyen olduğunu belirtir. Kur’an’ın Arabiyyen olması demek , Arap dilinin tüm özelliklerinin -gramer ve edebiyat- en ileri derecede kullanılması demektir.

Rabbımız vurgulamak istediklerinin en iyi şekilde anlaşılması için indirdiği toplumun dili ve o dilin bütün anlatım özelliklerini kullanmıştır. Bunlar:
Mecaz anlama dayalı sanatlar :Mecaz /Değişmece, Mecaz-ı Mürsel /Düzdeğişmece,Teşbih /Benzetme,İstiare /Eğretileme ,Kinaye /Değinmece ,Teşhis /Kişileştirme ,İntak/ Konuşturma ,Tariz /İğneleme ;

Gerçek anlama dayalı sanatlar : Tezat /Karşıtlık ,Tevriye /İki anlamlılık , Mübalağa /Abartma ,Hüsn-i talil /Güzel neden bulma,Tenasüp /Uygunluk,Tecahül-I arif /Bilmezlikten gelme, İstifham /Soru sorma,Terdit /Şaşırtma , Telmih /Anımsatma, Leff ü neşr /Sıralı açıklama,Tedriç /Dereceleme,Tekrir /Yineleme,Rücu /Geriye dönüş, Irsâl-i mesel /Atasözü söyleme, Kat /Kesme)

Sese dayalı sanatlar: .(Cinas /Sesteşlik, Seci /uyak, İştikak /Türetme, Akis /Çaprazlama/ ,Ses Yinelenmesi gibi sanatlardır.

Rabbımız olan Yüce Allah;
Âli İmran 7-9 da: O [Allah], sana bu kitabı indirendir. Ondan bir kısmı muhkem [yasa içeren] âyetlerdir ki, bunlar, kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşâbihlerdir [benzeşen anlamlılardır]. Amma, durum bu iken, kalplerinde kaypaklık olan kimseler, fitne çıkarmak ve onun te’vîline yeltenmek için hemen ondan müteşâbih olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vîlini ancak Allah ve –“Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır. Rabbimiz! Bize kılavuzluk ettikten sonra kalplerimizi çevirme! Bize Kendi nezdinden rahmet lütfet! Şüphesiz Sen, bol bol lütfedenin ta kendisisin. Rabbimiz! Şüphesiz Sen, insanları, kendisinde hiç bir şüphe olmayan gün için toplayansın. Şüphesiz Allah, vaadinden dönmez” diyen– ilimde uzman olanlar bilirler. Ve sadece kavrama yetenekleri olanlar öğüt alırlar.”

[B]Zümer; 23 de:
Allah sözün en güzelini, “Müteşabih” ve “ikililerli” bir kitap olarak indirdi. Rabblerine karşı içleri titreyerek korku duyanların, ondan derileri ürperir. Sonra da onların derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine yatışır. İşte bu, Allah’ın yol göstermesidir. Onunla dilediğini doğruya iletir. Allah, kimi sapıtırsa, artık onun için de bir yol gösteren yoktur.”

diye belirtmektedir.

Âyette belirtilen “muhkem” sözcüğü, “hüküm içeren” demektir. Muhkem âyetler de, “içerisinde, insanları kargaşa ve zulme düşmekten engelleyen ilkelerin bulunduğu âyetler” dir. Bu âyetler açıktır, nettir ve tek bir anlam ifade ederler. Bu âyetlerden, ifade ettikleri birincil anlamlardan başka anlamlar çıkarılmaz/çıkarılamaz.

Müteşâbih âyetler ise, “birden çok, birbirine benzer, birbirinden güzel anlamlar içeren ve her bir anlamı da açık olarak anlaşılan âyetler” demektir. Bu âyetler mecâz, kinâye ve diğer edebî sanatların da kullanıldığı ayetlerdir.

“ELHAMR ; bir konum yada mevkiye gelmek ve-veya eğer hali hazırda bir konum yada mevkide isek bunun menfaatlerinden istifade etmektir.” şeklindeki bir anlam; Arap dili edebiyatında ve anlatım sanatlarında hiçbir karşılığı olmayan bir anlamdır.


Kuranda HAMR tek başına haram kılınmaz , kılınamaz. Çünkü hepimiz ve dahi çocuklarımız bir makama gelmek için çalışıyoruz çocuklarımıza ''oğlum oku doktor ol istikbalini kurtar'' diyoruz.Veya eğer bir makamda isek yani doktor , mühendis , işletmeci , dükkan sahibi vs.. olmuş isek bunun menfaatlerinden yararlanıyoruz.
İşte el hamr budur..! Ve kuranda HARAM değildir ve olmazda..


Bu anlam; Arap dili edebiyatında ve anlatım sanatlarında hiçbir karşılığı olmayan bir anlamdır.

Kur’an’ın hiçbir ayetinde “el hamr” ın “haramlığını” belirten bir ifade yoktur. ;çerisinde “el hamr” geçen ayetlere birlikte bakalım.

(BAKARA suresi 219. ayet) (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)
Yes'eluneke anil hamri vel meysir, kul fihima ismun kebirun ve menafiu lin nas, ve ismuhuma ekberu min nef'ihima, ve yes'eluneke maza yunfikun, kulil afv, kezalike yubeyyinullahu lekumul ayati leallekum tetefekkerûn.

(MÂİDE suresi 90. ayet) (Resmi: 5/İniş:110/Alfabetik:60)
Ya eyyuhellezine amenu innemel hamru vel meysiru vel ensabu vel ezlamu ricsum min ameliş şeytani fectenibuhu leallekum tuflihûn.

(MÂİDE suresi 91. ayet) (Resmi: 5/İniş:110/Alfabetik:60)
İnnema yuriduş şeytanu ey yukia beynekumul adavete vel bağdae fil hamri vel meysiri ve yesuddekum an zikrillahi ve anis salah, fe hel entum muntehûn.

devam edecek inşaallah.

galipyetkin
5. February 2012, 09:21 PM
Sayın Dost1.

Bu kuraldan bahseden muhteremin şöyle bir yazısı da var bu kural üzerine.

''TA SİYN kuralı ; ''tamlamalardan sonra gelen VE' li ibareleri takip eden ibarelerin hem tamlama içinde düşünülmesi ve hemde tamlama dışında düşünülerek tevillendirilmesi'' kuralına TA SİYN denilir =>27/1.. Bu kural Kuranda yaklaşık 1200 yerde kullanılır..

Muhammed a.s Resullerin ve Nebilerin Sonuncusudur ;

33/40`ta => ''resulullahi ve hatenennebiyyine'' ibaresine dikkat edin , bu kural burada çalıştırılmazsa birileri çıkıp bize ''Muhammed nebilerin sonuncusu , resullerin değil ki '' der..!
Böylece günümüzde bir takım kişilerinde RESUL olabileceği hükmünü çıkarır..
Mantıklı gibi görünüyor değil mi ?

Oysa bu ayete bu kural uygulandığında mana değişir..!
Şöyleki ; Resulullah deyiminin içine hatemennebiyyi`nin dahil edilerek anlaşılması , ki böyle olunca , Muhammed sadece son Nebi değil aynı zamanda son Resul hükmünede geçecektir ve bu iddia geçersiz olacaktır..!
Aynı zamanda hatemennebiyyi ayrıda düşünülecektir.
Kısaca günümüzde RESULUM diye ortaya çıkanlar ne yazıkki KOCA BİR YALAN atmaktadırlar..!

---------------

Bu kurala bir kaç örnek daha vereceğiz , daha iyi anlaşılması açısından ;

*Tilke AYATILKURANU ve KİTABİN MUBİYN => 27/2 ;
Bu ayette tamlamamız ''ayatulkuranu'' deyimidir , bundan sonra gelen ''ve''li ibareyi takip eden ibare Kitabin Mubiyn`dir.. Şimdi yapılacak işlem Kitabın Mubiyn deyimini ayatulkuranü deyimi içindeymiş gibi düşünmek ; böyle olunca kişi Kitabı kullanarak Kuranı elde etmiş olur..Yani şu anda bizim yaptığımız iş gibi..Kitabı okuyoruz , anlamaya çalışıyoruz , anladığımız doğru mana ise ''Kuranı bulduk'' diyoruz..

Şimdi yapılacak ikinci işlem '”kitabin mubiyn” deyimini ayatulkurani deyiminden bağımsız düşünmektir..Böyle olunca ayatilkurani kitabın mubiynenden ayrılır..Yani kişi Kitap olmadanda doğru tevili manayı (ayatulkuranü) yakalayabilir.. Bu duruma ELMESCİDELAKSA 17/1 denilir..Yani elde hiç bir veri yokken doğru sonuca gidebilmedir..Büyücülerin 20/74-76 arasındaki söylemiş oldukları tevillerde bu duruma örnek teşkil ederler..Bu durum mucizevi bir durumdur ve Allahın ilmi olarak kişiye yaptığı yardımın enüst düzeyli ifadesidir..

*9/105 ; ''ameleküm ve resuluhu'' ibaresinde resulukum deyimi tamlama şeklinde olan ''ameleküm'' deyiminin içine girecek ve böylece AMELLER`in RESUL hükmüne girdiğini göreceğiz ki RESULLER ''Amel cinsindende olmaktadırlar” , 2.ci hamle resulehu`yu yalnız bırakmak olacaktır..

*3/7 ; ümülkitabi ve uharu ; diğer kitapların ana kitaba dahil olması..

*3/5 ; fıylardı vela fissemai ; semanın ard hükmünde olması..

*11/114 ; tarafeyninnehari ve zülefen minelleyli ; geceye yakın zamanın gündünüz taraflarına dahil olması..

*64/12 ; etıyullahe ve etıyurresule ; resule itaatin Allaha itaate dahil olması..

Örnekleri fazlası ile çoğaltabilirsiniz , dediğimiz gibi yaklaşık 1200 ayette bu kural işlemektedir ve aynen dediğimiz manada olmaktadırlar..!''

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

dost1
6. February 2012, 04:13 AM
Selamun Aleykum! Değerli Galip Yetkin Kardeşim!

Allah'ın vahyettiği ayetler üzerinde çalışan tüm kardeşlerimizden de Allah razı olsun. Rabbimiz, bu yolda samimi olanları doğruya ulaştıracaktır.

Bu çalışmaları yapan ve "TA SİYN kuralı ; ''tamlamalardan sonra gelen VE' li ibareleri takip eden ibarelerin hem tamlama içinde düşünülmesi ve hemde tamlama dışında düşünülerek tevillendirilmesi'' kuralına TA SİYN denilir =>27/1.. Bu kural Kuranda yaklaşık 1200 yerde kullanılır.." açıklamasını yapan kardeşimiz gönderme olarak yaptığı Neml suresinin ilk ayeti:"Ta sin, tilke ayatul kur'ani ve kitabin mubîn." şeklindedir.

Allah'ın mushafta toplanan ayetlerinin hiçbirisinde böyle bir kural açıklaması sözkonusu değildir.

Değerli Kardeşim! Arap dilinde "edatlar" oldukça geniş bir konudur. Kardeşimizin "ta sin" kuralı olarak belirttiği "ve" li ibare dediği "ve" Arapçada atıf edatı olarak kullanılan "ve" dir.
Arapçada ""ve";atıf edatının dışında; başlangıç edatı,İstinafiye edatı,itiraziye edatı, haliye edatı, beraberlik edatı, kasem edatı, zaman edatı,cemi edatı,cemi müzekker edatı işba edatı zaid edatı " olarak da kullanılır.
Kardeşimizin "ta sin kuralı" olarak uyguladığı şey dilin kuralı olarak -"atıf edatı"- uygulanmaktadır.

Değerli Kardeşim!
Bir kardeşimiz :"Ben; Mushaftaki ayetlerde tamlamalardan sonra gelen VE' li ibareleri takip eden ibareleri hem tamlama içinde hem de tamlama dışında düşünerek tevillendiririm'' derse buna söylenecek bir şey yoktur. Yapabilir ki genelde de yapılır. Ancak "Allah ;mushaftaki ayetlerde tamlamalardan sonra gelen "VE" li ibareleri takip eden ibareleri hem tamlama içinde hem de tamlama dışında düşünülerek tevillendirilir ve bu kuralın adı da "ta sin " kuralıdır." şeklinde bir söylemde bulunulursa bu söylem Allah'a uygun olmayan bir yakıştırma olur.
Değerli Kardeşim! Kardeşimizin "ta sin kuralı" olarak gönderme yaptığı ayetin:
"Ta sin, tilke ayatul kur'ani ve kitabin mubîn" bir benzeri sadece tamlamaların yer değiştirilmiş haliyle
-" Elif lam ra, tilke ayatul kitabi ve kur'anin mubîn. "- Hicr; 1 dedir. Aynı mantıkla bu "Elif lam ra kuralıdır" da denilebilir. Oysa her iki ayette de "ve" atıf edatı olarak kullanılmıştır.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

galipyetkin
6. February 2012, 05:28 PM
Değerli Dost1.

Ben Arapça bilmem. Bu nedenle devamlı araştırmaktayım.

Yukarıdaki aktarımımda anlatılan kurallar bana yabancı. Bilme veya bilememe imkanım yok. O nedenle o beyefendinin ifadelerini, ayrı düşünce tarzında olabilecek kişilerin bulunabileceği bu sitede araştırmaya açtım. Ve başlarken de sordum:''Ne dersiniz?''

Buna muhatap tek siz oldunuz; size teşekkür ederim. Halbuki katılım beklerdim. Nedense bu olmuyor.

O yazıda bir gramer kuralı ve bu kurala bağlı tercümeler var. Gramer kuralları o yönde olanlar için muhakkak ki çok faydalı. Size samimi bir şey söyliyeyim; Arapça bilmediğimden ve ilgilenme yaşım da geçtiğinden bu gramer kuralları beni pek ilgilendirmiyor. Tabii ki bu kuralları ihmâl edin demiyorum. Doğru veya yanlış hangi kurallara dayanılırsa dayanılsın, beni ilgilendiren tercüme sonucu varılan mukayeseli esaslar. Ben de mukayese edebilmeliyim, tefekkür edebilmeliyim ki kendi esasıma-dinime- erişeyim. Bu nedenle bu yöne biraz daha ağırlık verebilir misiniz?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

dost1
7. February 2012, 02:29 AM
Selamun Aleykum! Değerli GAlip Yetkin Kardeşim!

Değerli Dost1.

Ben Arapça bilmem. Bu nedenle devamlı araştırmaktayım.

Yukarıdaki aktarımımda anlatılan kurallar bana yabancı. Bilme veya bilememe imkanım yok. O nedenle o beyefendinin ifadelerini, ayrı düşünce tarzında olabilecek kişilerin bulunabileceği bu sitede araştırmaya açtım. Ve başlarken de sordum:''Ne dersiniz?''

Buna muhatap tek siz oldunuz; size teşekkür ederim. Halbuki katılım beklerdim. Nedense bu olmuyor.

O yazıda bir gramer kuralı ve bu kurala bağlı tercümeler var. Gramer kuralları o yönde olanlar için muhakkak ki çok faydalı. Size samimi bir şey söyliyeyim; Arapça bilmediğimden ve ilgilenme yaşım da geçtiğinden bu gramer kuralları beni pek ilgilendirmiyor. Tabii ki bu kuralları ihmâl edin demiyorum. Doğru veya yanlış hangi kurallara dayanılırsa dayanılsın, beni ilgilendiren tercüme sonucu varılan mukayeseli esaslar. Ben de mukayese edebilmeliyim, tefekkür edebilmeliyim ki kendi esasıma-dinime- erişeyim. Bu nedenle bu yöne biraz daha ağırlık verebilir misiniz?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Rabbim cümlemizi de araştırmacılardan kılsın.

"O yazıda bir gramer kuralı ve bu kurala bağlı tercümeler var. " diyorsunuz ya... O yazıda bahsedilenler Arapça gramer kuralları değiller. Araştırmayı yapan kardeşimizin kendi oluşturduğu kurallar. Neden Nahl 1 e gönderme yapılarak "Ta sin Kuralı" deniliyor da Hicr 1 e gönderme yapılıp "elif lam ra kuralı" denilmiyor?

Bir önceki yazımda edatlardan söz etmiştim. Bunlardan biri bizim "VE" dediğimiz atıf-İki kelimeyi birbirine bağlayan harf veya kelime.- edatıdır. Bu gramer kuralıdır. Örneğin: "Halil "ve" Galip yazıyı okudular." cümlesinde "VE" atıf edatıdır. Cümleye şu anlamları verir:Halil yazıyı okudu. Galip yazıyı okudu. Halil ile Galip birlikte yazıyı okudu.

Kardeşimizin: "Tamlamalardan sonra gelen "ve" li ibare kendisinden gelen tamlamaya dahil edilerek de edilmeyerek de okunur buna "ta sin kuralı" denilir. dediği olay bu. "ve" nin görevidir bu zaten.

Değerli Kardeşim! Kur'an;-ayetleri okuyarak öğrenme ve öğretmeler- kıyamete kadar devam edecektir. Bu okumalar asla dondurulamazlar. İnzal olunan ayetler dilin edebi tüm sanatlarını en iyi şekilde içlerinde barındırırlar. Edinilen bilgiler oranınca da ayetleri okumalar öğrenmeler öğretmeler devam eder. Bir dilin anlatım sanatlarında bulunmayan ve kullanılmamış olan anlamların o dilin kelimelerine yüklenmesi ve bunun da Allah'ın kuralı olarak vurgulanması doğru bir davranış değildir.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

dost1
7. February 2012, 05:40 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!

"Devam edecek inşaallah" dediğimiz yerden devam ediyorum.



Peki bu hamr nasıl olduda 5/90`da kendisinden kaçınılacak şeytanın pis amellerine dönüşüyor ?
İşte bu sorunun cevabı hem 5/90`a ve hemde 2/219 , 5/91`e uygulanacak olan ''tamlamalardan sonra gelen velli ibarelerin tamlama içine dahil edilerek anlaşılması'' kuralının uygulanması ile elde edilecektir.

Şimdi bu VEL li ibareleri inceleyelim ;

Birlikte inceleyelim inşaAllah.

Kardeşimiz ne diyordu: “ ''El hamr" , “elif lam mim ra” dizilimine uygun yazılmıştır.
Dolayısıyla arapça lisani manadan TAMEMEN vazgeçilir (KURAL).
Bu deyime Allah kendinden bir ilme (ledün ilmi) dayanarak anlam yüklemiştir.”

Allah’ın “ledününden/katından vahyettiği Mushaftaki ayetlerin hiçbirinde böyle bir “elif lam mim ra “kuralından sözedilmez. Kardeşimiz bunu kendisi yüklemiştir.

Şimdi Kardeşimizden yeni bir kural daha getiriliyor:''tamlamalardan sonra gelen velli ibarelerin tamlama içine dahil edilerek anlaşılması'' kuralının uygulanması ile elde edilecektir.” Ki bu kuralın da “ta sin” kuralı adını aldığını yazınızdan öğrendik.

Allah’ın “ledününden/katından vahyettiği Mushaftaki ayetlerin hiçbirinde böyle bir “ta sin” kuralından sözedilmez. Kardeşimiz bunu kendisi yüklemiştir.

Biz yine de kardeşimizin dediği “VE” li ibareler bakalım inşaAllah.

5/Maide;90: Ya eyyühelleziyne amenu innemel hamru VE l meysiru vel’ensabü VE l’ezlamü ricsün min amelişşeytani fectenibuhu lealleküm tüflihun

5/MAide;91: İnnema yüriydüş şeytanü en yukıa beynekümül adavete VE l bağdae fiyl hamri VE l meysiri ve yesuddeküm an zikrillahi VE anisSalati fehel entüm müntehun

2/Bakara;219: Yes'eluneke anil hamri VE l meysir* kul fiyhima ismün kebiyrun VE menafiu linNas* VE ismühüma ekberu min nef'ıhima* VE yes'eluneke ma zâ yunfikun* kulil afv* kezâlike yübeyyinullahu lekümül ayati lealleküm tetefekkerun


VELMEYSİR ; bu deyim kumar olarak tercüme edilir ve lisani olarak doğrudur.
Ancak “elif lam mim ra” dizilimi burada da geçerli olduğu için bu anlamdan burada da TAMAMEN vazgeçilir.

DUBUR anlamı ; muhatabın olan kişiyi ezmek zarara uğratmaktır.


Meysir sözcüğünün “kolaylık” anlamındaki “y-s-r” kökünden türediğini daha önce belirtmiştik. Bu kökten türetilen “meysir” de kolay yoldan kazanmak için gerçekleştirilen oyunlar demektir.

Kelimenin gerçek anlamından vazgeçilmez ancak gerektiğinde gerçek anlamı ile birlikte mecaz anlamları da düşünülür.

Bu kolay kazanma için gerçekleştirilen oyunun kazananı da kazanmayanı da, ezeni de ezemeyeni de,zarara uğratanı da zarara uğratamayanı da olacaktır…

Anilhamrı velmeysir (2/219) deyiminden içki ve kumar anlaşılmaz.

Bir makama birilerine zarar vererek gelmek ve-veya o makamın menfaatlerinden birilerine zarar verecek şekilde istifade etmek anlaşılır.
KUMAR denilen şey de aslında elhamr velmeysir birleşkesidir.
Burada amaç makam ve parayı elde etmektir.Ama bunu karşındakine zarar vererek yada onu zarara uğratarak elde edersen bu birleşke devreye girer ve haramlaşır.
Eğer hamr deyiminden içki anlaşılsaydı Allah Kuranda hamrı tek başınada kullanabilirdi ve onu haram kılardı ama böyle yapmamış , hep tamlama şekline getirmiş ve devamı olan deyimleri de VELLİ ibare hükmüne sokmuştur....

“El hamr” lisani olarak anlamı sarhoşluk veren içki değildir.

الخمر [hamr] sözcüğü, “örtmek, karıştırmak” anlamındaki, خمر[h-m-r] kökünden gelmiş olup aklı örten, karıştıran her şeyin ismi olmuştur.

“El hamr” sözcüğünün lisani anlamı “aklı karıştıran/örten” dir. Arapçada “içki,içecek vb” sözcükler; “içecek, içilecek vb” anlamındaki “ş-r-b” kökünden türemiş olan sözcüklerdir. Diyerek ayetlerle belirtmiştik.

“El Hamr”ın “aklı karıştıran ,örten” anlamı terkedilmez; Gerçek anlamıyla birlikte mecaz anlamları da düşünülür.

“Anilhamrı vel meysir” meysir ve hamr kelimelerinin anlamları yerine konularak bulunur.
“Kolay yoldan kazanç elde etme oyunları ve aklı karıştıran örten” ayetteki cümlede yerine konuldu mu anlama ulaşılır.


VELENSAB ; seviye düşüklüğüdür..Nesebe deyimi 88/19`da dağların yere çakılışı yani bulunulan eğreltiden daha aşağıda olma konumunu verir.
Normalde el ensab-nasib-nesebe-nusub yani kendini bulunduğun seviyeden aşağıya çekme (YALAKALIK-DALKAVUKLUK) haram değildir..Hepimiz çocuklarımızla oynarken eşek oluruz onları üstümüze bindiririz onlaşırız.AMA bir makama (ELHAMR) birilerine yalakalık-dalkavukluk ederek geliyor yada gelmişsek yada bulunduğumuz makamın menfaatlerinden birilerine yalakalık-dalkavukluk ederek (VELENSAB) faydalanıyorsak , helal olan hamr bir anda haramlaşır.
DİKKAT EDİNİZ ; elhamr helaldir ancak 5/90 içine teker teker yada topluca girebilen VELLİ ibareler onu haramlaştırıyor.

EL Ensab” sözcüğü; "dikmek, dik durmak,aslına dönmek, kurmak, doğrulmak, yorulmak hisse vb anlamlarındaki “nun-sad-be” kök harflerinden türetilmiştir.

Bu kök harflerden türeyen sözcüklerin geçtiği ayetleri birlikte görelim inşaAllah.

(ĞÂŞİYE suresi 19. ayet) (Resmi: 88/İniş:68/Alfabetik:31)
Ve ilelcibali keyfe nusibet.
Y.N. Öztürk
Ve dağlara ki, nasıl dikildi!

(İNŞİRAH suresi 7. ayet) (Resmi: 94/İniş:12/Alfabetik:45)
Feiza ferağte fensab.
Y.N. Öztürk
O halde, boşalır boşalmaz yeni bir işe koyulup yorul!

(TEVBE suresi 120. ayet) (Resmi: 9/İniş:113/Alfabetik:104)
Ma kane li ehlil medineti ve men havlehum minel a'rabi ey yetehallefu ar rasulillahi ve la yerğabu bi enfusihim an nefsih, zalike bi ennehum la yusibuhum zameuv ve la nesabun ve la mahmesatun fi sebilillahi ve la yetaune mevtiey yeğizul kuffara ve la yenalune min aduvvin neylen illa kutibe lehum bihi amelun salih, innellahe la yudi'u ecral muhsinîn.
Y.N. Öztürk
Medine halkına ve çevrelerindeki Bedevî Araplara, Allah resulünden geri kalmaları ve onu bırakıp da kendi canlarının derdine düşmeleri yakışmaz. Çünkü Allah yolunda uğrayacakları bir susuzluk, bir yorgunluk, bir açlık, kâfirleri öfkelendirmek üzere bir yere ayak basmaları, düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları durumunda kendileri için, barışa yönelik iyi bir amel mutlaka yazılacaktır. Allah, güzel düşünüp güzel davrananların ödülünü yitirmez.
(HİCR suresi 48. ayet) (Resmi: 15/İniş:54/Alfabetik:36)
La yemessuhum fiha nesabun ve ma hum minha bi muhracîn.
Y.N. Öztürk
Orada kendilerine zahmet/yorgunluk dokunmaz. Oradan çıkarılmazlar da.

(FATIR suresi 35. ayet) (Resmi: 35/İniş:43/Alfabetik:24)
Ellezi ehallena daral mukameti min fadlih, la yemessuna fiha nesabun ve la yemessuna fiha luğûb.
Y.N. Öztürk
Lütfuyla bizi durulacak yurda kondurdu. Orada bize hiçbir yorgunluk dokunmaz. Orada bize hiçbir usanç da dokunmaz."

(KEHF suresi 62. ayet) (Resmi: 18/İniş:69/Alfabetik:54)
Felemma caveza kale li fetahu atina ğadaena le kad lekîna min seferina haza nesaba.
Y.N. Öztürk
Orayı geçtiklerinde Mûsa, genç arkadaşına dedi ki: "Hadi, getir şu sabah yemeğimizi. Vallahi bu yolculuğumuz yüzünden epey çektik."

(ĞÂŞİYE suresi 3. ayet) (Resmi: 88/İniş:68/Alfabetik:31)
'Amiletun nasiben.
Y.N. Öztürk
Çalışmış, boşa yorulmuştur.

(SÂD suresi 41. ayet) (Resmi: 38/İniş:38/Alfabetik:88)
Vezkur abdena eyyub, iz nada rabbehu enni messeniyeş şeytanu bi nusbin ve azâb.
Y.N. Öztürk
Kulumuz Eyyûb'u da an! Hani, Rabbine şöyle seslenmişti: "Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu."

(MEÂRİC suresi 43. ayet) (Resmi: 70/İniş:79/Alfabetik:62)
Yevme yahrucune minel'ecdasi sira'an keennehum ila nusubin yufidûn.
Y.N. Öztürk
O gün, kabirlerden fırlayarak çıkarlar. Dikilmiş putlara doğru akın akın gider gibidirler.

(MÂİDE suresi 3. ayet) (Resmi: 5/İniş:110/Alfabetik:60)
Hurrimet aleykumul meytetu ved demu ve lahmul hinziri ve ma uhille li ğayrillahi bihi vel munhanikatu vel mevkuzetu vel muteraddiyetu ven nedihatu ve ma ekeles sebuu illa ma zekkeytum ve ma zubiha alen nusubi ve en testaksimu bil ezlam, zalikum fisk, elyevme yeisellezine keferu min dinikum fe la tahşevhum vahşevn, elyevme ekmeltu lekum dinekum ve etmentu aleykum ni'meti ve raditu lekumul islame dina, fe menidturra fi mahmesatin ğayra mutecanifil li ismin fe innellahe ğafurur rahîm.
Y.N. Öztürk
Şunlar size haram kılınmıştır: Boğazlanmayarak ölmüş hayvanın eti, kan, domuz eti, üzerine Allah'tan başkasının adı anılmış, boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, süsülmüş, canı üzerineyken yetişip kestikleriniz müstesna olmak üzere canavar tarafından yırtılmış ve dikili adak taşları üzerinde boğazlanmış hayvanlar ve bir de fal oklarıyla kısmet paylaşmanız... Bütün bunlar birer sapıştır. Küfre batmış olanlar bugün dininizden ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun! Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı/Allah'a teslim olmayı seçtim. Şu da var ki, her kim ciddi bir açlıkla yüz yüze gelir de günaha kaçmak maksadı olmaksızın onlardan yemek zorunda kalırsa, elbette Allah Gafûr ve Rahîm'dir.

(MÂİDE suresi 90. ayet) (Resmi: 5/İniş:110/Alfabetik:60)
Ya eyyuhellezine amenu innemel hamru vel meysiru vel ensabu vel ezlamu ricsum min ameliş şeytani fectenibuhu leallekum tuflihûn.
Y.N. Öztürk
Ey iman edenler! Uyuşturucu/şarap, kumar, tapılmak için dikilen taşlar, fal okları şeytan işi birer pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.

(BAKARA suresi 202. ayet) (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)
Ulaike lehum nasıbun mimma kesebu, vallahu seriul hisâb.
Y.N. Öztürk
İşte böyle diyenlere kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı çok çabuk görür.

(NİSA suresi 7. ayet) (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)
Lir ricali nasibum mimma terakel validani vel akrabune ve lin nisai nasibum mimma terakel validani vel akrabune mimma kalle minhu evkesur, nasiben mefruda.
Y.N. Öztürk
Ana-baba ve akrabanın geriye bıraktığından erkeklere bir pay vardır. Ana-baba ve akrabanın geriye bıraktığından -onun azından da çoğundan da- farz kılınmış bir nasip olarak kadınlara da bir pay vardır.

(NİSA suresi 32. ayet) (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)
Ve la tetemennev ma faddalelelahu bihi ba'dakum ala ba'd, lir ricali nasibun mimmektesebu ve lin nisai nasibun mimmektesebn, ves'elullahe min fadlih, innellahe kane bi kulli şey'in alima.
Y.N. Öztürk
Allah'ın, bir kısmınıza bir kısmınızdan farklı olarak lütfettiği şeyleri isteyip durmayın. Erkeklere kendi kazandıklarından bir pay var; kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay var. Allah'tan, O'nun lütfunu isteyin! Allah, herşeyi iyice bilmektedir.

(NİSA suresi 53. ayet) (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)
Em lehum nesıbun minel mulki fe izel la yu'tunen nase nekira.
Y.N. Öztürk
Yoksa mülk ve yönetimden bir nasipleri mi var? Eğer öyle olsa, insanlara bir çekirdek bile vermezler.

(NİSA suresi 85. ayet) (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)
Mey yeşfa'şefaaten haseneten yekul lehu nesıbun minha, ve mey yeşfa'şefaaten seyyietey yekun lehu kiflum minha, ve kanellahu ala kulli şey'in mukıta.
Y.N. Öztürk
Kim güzel bir işe aracı olursa ondan ona bir pay vardır. Kim kötü bir şeye aracı olursa ondan da ona bir pay vardır. Allah herşeye, herkese gıda ulaştırır, Mukît'tir.

(NİSA suresi 141. ayet) (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)
Ellezine yeterabbesune bikum, fe in kane lekum fethum minellahi kalu e lem nekum meakum, ve in kane lil kâfirine nasibun kalu elem nestahviz aleykum ve nemna'kum minel mu'minîn, fellahu yahkumu beynekum yevmen kiyameh, ve ley yec'alellahu lil kâfirine alel mu'minine sebila.
Y.N. Öztürk
Sizi gözetleyip duruyorlar. Allah'tan size fetih nasip olursa, "sizinle birlikte değil miydik" diyecekler. Kâfirlere bir nasip ulaşırsa şunu söyleyecekler: "Başarınıza destek vermedik mi, müminlere karşı size siper olmadık mı?" Artık kıyamet günü aranızda Allah hükmedecektir. Allah, müminler aleyhine kâfirlere bir yol asla nasip etmez.

(ŞÛRÂ suresi 20. ayet) (Resmi: 42/İniş:62/Alfabetik:95)
Men kane yuridu harsel ahirati nezid lehu fi harsih, ve men kane yuridu harsed dunya nu'tihi minha ve ma lehu fil ahirati min nasîb.
Y.N. Öztürk
Âhiret ekini isteyenin o ekinini artırırız; dünya ekini isteyene de ondan veririz. Ama böylesi için âhirette bir nasip yoktur.

(ÂLİ IMRÂN suresi 23. ayet) (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)
E lem tera ilellezine utu nasiben minel kitabi yud'avne ila kitabillahi li yahkume beynehum sümme yetevella ferikum minhum ve hum mu'ridûn.
Y.N. Öztürk
Şu kendilerine Kitap'tan bir pay verilmiş olanlara bak, aralarında hüküm vermesi için Allah'ın Kitabı'na çağırılıyorlar da içlerinden bir zümre yüz çevirerek dönüp gidiyor.

(NİSA suresi 44. ayet) (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)
E lem tera ilellezine utu nasiben minel kitabi yeşteruned dalalete ve yuridune en tedillus sebîl.
Y.N. Öztürk
Kendilerine Kitap'tan bir nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar da istiyorlar ki, siz de yolu şaşırasınız.

(NİSA suresi 51. ayet) (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)
E lem tera ilellezine utu nasiben minel kitabi yu'minune bil cibti vet tağuti ve yekulune lillezine keferu haulai ehda minellezine amenu sebila.
Y.N. Öztürk
Görmedin mi şu kendilerine Kitap'tan bir pay verilmiş olanları? Puta, tâğuta inanıyorlar; küfre batmışlar için, "Bunlar inananlardan daha doğru yoldadır!" diyorlar.

(NİSA suresi 118. ayet) (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)
Leanehullah, ve kale le ettehizenne min ibadike nasıben mefruda.
Y.N. Öztürk
Allah o şeytana lanet etmiştir. Demişti ki o: "Senin kullarından belirli bir pay elbette alacağım."

(EN'ÂM suresi 136. ayet) (Resmi: 6/İniş:55/Alfabetik:20)
Ve cealu lillahi mimma zerae minel harsi vel en'ami nesiben fe kalu haza lillahi bi za'mihim ve haza li şurakaina, fe ma kane li şurakaihim fe la yesilu ilellah, ve ma kane lillahi fe huve yesilu ila şurakaihim, sae ma yahkumûn.
Y.N. Öztürk
Kendi döllendirip yaydığı ekinden ve hayvanlardan Allah'a bir pay ayırdılar da kendi zanlarınca şöyle dediler: "Bu Allah için, bu da ortaklarımız için." ortakları için olan Allah'a ulaşmaz. Ama Allah için olan, ortaklarına ulaşıyor. Ne kötü hüküm veriyorlar!

(NAHL suresi 56. ayet) (Resmi: 16/İniş:70/Alfabetik:75)
Ve yec'alune li ma la ya'lemune nasiben mimma razaknahum, tellahi le tus'elunne amma kuntum tefterûn.
Y.N. Öztürk
Tutuyor, kendilerine verdiğimiz rızıklardan hiçbir şeyin farkında olmayanlara pay çıkarıyorlar. Allah'a yemin olsun ki, iftira edip durduğunuz şeylerden kesinlikle hesaba çekileceksiniz.

(MÜ'MİN suresi 47. ayet) (Resmi: 40/İniş:60/Alfabetik:69)
Ve iz yetehaccune fin nari fe yekulud duafau lillezinestekberu inna kunna lekum tebean fe hel entum muğnune anna nasiben minen nâr.
Y.N. Öztürk
O vakit onlar ateş içinde çekişir dururlar. Horlanan takım, böbürlenen takıma şöyle der: "Biz sizin uydularınız olmuştuk. Şimdi şu ateşin bir kısmını olsun bizden uzak tutabilir misiniz?"

(KASAS suresi 77. ayet) (Resmi: 28/İniş:49/Alfabetik:53)
Vebteği fima atakellahud daral ahirate ve la tense nesibeke mined dunya ve ahsin kema ahsenellahu ileyke ve la tebğil fesade fil ard, innellahe la yuhibbul mufsidîn.
Y.N. Öztürk
"Allah'ın sana verdikleri içinde âhiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma. Allah'ın sana güzel davrandığı gibi sen de güzel davran/Allah'ın sana lütufta bulunduğu gibi sen de lütufta bulun. Yeryüzünde fesat isteyip durma, çünkü Allah fesat peşinde koşanları sevmez."

(NİSA suresi 33. ayet) (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)
Ve li kullin cealna mevaliye mimma terakel validani vel akrabun, vellezine akadet eymanukum fe atuhum nasibehum, innellahe kane ala kulli şey'in şehida.
Y.N. Öztürk
Ana-babanın ve akrabanın geriye bıraktıkları malların hepsi için mirasçılar belirledik. Yeminlerinizin/anlaşmalarınızın akde bağladığı kimselere gelince, onların paylarını da kendilerine verin! Allah her şeyi dikkatli bir tanık olarak gözetlemektedir.

(A'RAF suresi 37. ayet) (Resmi: 7/İniş:39/Alfabetik:9)
Fe men azlemu mimmeniftera alellahi keziben ev kezzebe bi ayatih, ulaike yenaluhum nesibuhum minel kitab, hatta iza caethum rusuluna yeteveffevnehum kalu eyne ma kuntum ted'une min dunillah, kalu dallu anna ve şehidu ala enfusihim ennehum kanu kâfirîn.
Y.N. Öztürk
Yalan düzerek Allah'a iftira eden yahut O'nun ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kim vardır? İşte bunların Kitap'tan nasipleri kendilerine ulaşır, nihayet elçilerimiz onlara gelip canlarını alırken şöyle derler: "Allah dışındaki yakardıklarınız nerede?" Şu cevabı verirler: "Bizden uzaklaşıp kayboldular." Böylece, öz benlikleri aleyhine kendilerinin kafir olduğuna tanıklık ettiler.

(HÛD suresi 109. ayet) (Resmi: 11/İniş:52/Alfabetik:38)
Fe la teku fi miryetim mimma ya'budu haula', ma ya'budune illa kema ya'budu abauhum min kabl, ve inna le muveffuhum nesibehum ğayra menkûs.
Y.N. Öztürk
Şunların kulluk etmekte oldukları şeyler yüzünden bir kuşku içine girme. Daha önce atalarının kulluk ettikleri gibi kulluk ediyorlar, hepsi bu. Biz onların da nasiplerini hiç eksiltmeden elbette vereceğiz.

Devam edecek inşaallah.

galipyetkin
14. February 2012, 12:08 PM
Sayın dost; dost1

Bizi ihmal ediyorsunuz.