PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kuran'a göre hacc nasıl olmalıdır ?


aşık74
25. February 2010, 01:05 PM
Selamlar arkadaşlar :)

Dost1 abi hacc konusu ile ilgili hakkı yılmaz bey'in bir yazısını alıntılamışsınız,teşekkür ederiz.

Peki bu durumda hacc ımız kuran'a göre ne şekilde ve nasıl olmalıdır ?
Yardımcı olursanız sevinirim,çünkü rabbim nasip ederse,oğlumun sünnet'ini yaptıktan sonra bende gitmek arzuluyorum.

Sevgiler,selamlar....

dost1
26. February 2010, 01:57 AM
Selamun Aleykum! Değerli Aşık74 Kardeşim!

Selamlar arkadaşlar :)

Dost1 abi hacc konusu ile ilgili hakkı yılmaz bey'in bir yazısını alıntılamışsınız,teşekkür ederiz.

Peki bu durumda hacc ımız kuran'a göre ne şekilde ve nasıl olmalıdır ?
Yardımcı olursanız sevinirim,çünkü rabbim nasip ederse,oğlumun sünnet'ini yaptıktan sonra bende gitmek arzuluyorum.

Sevgiler,selamlar....

Sorunuzun cevabı buradadır. (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=1525)

mavera
26. February 2010, 08:50 PM
Selam.

Sağolsunlar, Hakkı Bey, görüşlerini paylaşıyor, Ömerfurkan ve dost1 de okumamıza vesile oluyorlar. Herkes, kendi hayatı için kararı zaten kendisi verecektir, buradan da öğreniyor, faydalanmış oluyoruz. aşık74 arkadaşın kastettiğini (kendi kafamdaki soru ile özdeşleştirip) şu şekilde anladım -yanlış anladıysam, kusura bakmayın- :

Hakkı Bey, çeşitli kavramlar ile ilgili ideal bir konumu tarif ediyor. Bu tarifleri bugünkü yaşantımızda çoğu zaman göremiyoruz. O zaman mevcut durum ve ideal durum arasındaki yolun nasıl doldurulacağı kısmı boşlukta kalıyor. Tek başına yazılanları okuyan bir kişi için, örneğin Hacc konusunda şöyle bir durum ortaya çıkıyor:

İdeal durumun nasıl olması gerektiği anlatılmış, okuduk, diyelim ki tamam.

Peki arkadaşın dediği gibi, diyelim Hacc'a gitmek istiyoruz.

Bu durumda, Arabistan görüşte belirtilen ideal koşulları sağlayana kadar, Hacc'ı mevcut koşullar ile gerçekleştirmek (ve Hakkı Bey'in görüşü ile "çöl turizmi" olarak adlandırılan durumu yaşamak) ya da gitmemek dışında bir alternatif var mı?

(Konuşmak, yazmak, anlatmak vb. konular da, karşı taraf durumu değiştirmedikçe, mevcut koşullarda gitmek ya da gitmemek alternatifini değiştiriyor mu?)

(Cuma "kongresi" için, salat için de kabaca benzer durum söz konusu.)

snobyx
27. February 2010, 09:53 PM
Selamlar değerli arkadaşlar,

Ben de benzer şeyler düşünüyorum.Bu konuda peygamberin sünnetini incelemek gerekir diye eklemek istiyorum.Yani peygamberimiz Mekke'nin müşriklerce yönetildiği dönemde Medine'de ne yaptı?Bekleyip oturdu mu yoksa çalıştı mı?

Bence her zaman bir alternatif vardır.Bu güzel çalışmaları paylaşan herkese teşekkür ederim.

Selametle...

mavera
29. September 2010, 09:39 PM
yok mu görüş bildirmek isteyen?

Barış
29. September 2010, 11:35 PM
Kurandaki toplantı günü/zamanı (cuma) dahi orada öylece duruyorken, kapsamı geniş ve uluslararası olan Haccı günümüzde nasıl yaşacağız/yaşayabiliriz ideal haliyle bilemiyorum.

Şu anki haliyle cuma namazına gitmediğim gibi hacca gitmeyi de düşünmüyorum. Elimden geldiğince salihata yönelik yaşamaya gayret ediyorum ve Kuranla ilgili kavramları hem anlayıp uygulamaya hem de yeri geldikçe gerçekte veya sanalda ilgilenenlerle paylaşmaya çalışıyorum. Zihni ve mali yönden kişisel olarak salatımı ve salihatımı yaşamaya çalışıyorum kısaca. Sanıyorum hepimizin de yapmaya çalıştığı budur.

Selam ve sevgi ile.

bob
1. October 2010, 03:36 PM
Merhabalar.
Mescid-i haram, beyt-i haram, beyt gibi kavramlar aynı ve soyut iseler, örneğin mescid-i haram Mekke ya da Kabe değil ise :), Mescid-i haram'ın yanında savaş, haram aylar çıkar çıkmaz öldürme gibi tanımlar ne anlama gelmektedir? Müşrikleri nerde bulursak öldürmeyecek miyiz, savaşmayacak mıyız? Beyt'i hac etmek yani soyut bir yere gitmek nasıl olur?

mavera
3. October 2010, 11:34 PM
Kurandaki toplantı günü/zamanı (cuma) dahi orada öylece duruyorken, kapsamı geniş ve uluslararası olan Haccı günümüzde nasıl yaşacağız/yaşayabiliriz ideal haliyle bilemiyorum.

Şu anki haliyle cuma namazına gitmediğim gibi hacca gitmeyi de düşünmüyorum. Elimden geldiğince salihata yönelik yaşamaya gayret ediyorum ve Kuranla ilgili kavramları hem anlayıp uygulamaya hem de yeri geldikçe gerçekte veya sanalda ilgilenenlerle paylaşmaya çalışıyorum. Zihni ve mali yönden kişisel olarak salatımı ve salihatımı yaşamaya çalışıyorum kısaca. Sanıyorum hepimizin de yapmaya çalıştığı budur.

Selam ve sevgi ile.

Selam.
Böyle bir durumda, etrafında paylaşacağın kimse yok ise, bütün gün sistem içinde yaşayıp, akşamları birkaç parça birşey okumak dışında birşey yapmıyor oluyorsun. Bu da kalabalıklar içindeki yalnızlık durumunu çözmediği gibi aylar ve yıllar geçerken, "ilerleme" hissini de köreltiyor.

hiiic
4. October 2010, 02:29 PM
Ben de gitmiyorum... Ne cuma namazına nede hacca gitmicem de.
Geçende 2 kişi elinde bi döküman sallaya sallaya geldi cami için yardım yapın dedi, milletin içinde diyor ki zorla çıkarıp veresin bişiler ayıp olmasın... Giya yanımda kimse yokken dese vermicem ya yok dicem ya,, kalabalıkta geliyorlar psikolojik baskı yapcak uyanık çakallar,,, Güya yüzümüz gülüyor ya direk bana geliyor biliyor adamını, bölelere acımıcaksın arkadaş.

Utanmadım çekinmedim dedim,,,,

hastanede birisi sosyal yardımı, işsizlikten sigortası olmadığı için tedavi olamıyor parası yok, şu üniversitede bir öğrencimiz var babası bak burda ufacık bir toprakda çiftçilik yapmaya çalışıyor hiç bunlara para toplayanınız yok, sizin caminizinde namazınızında,,, dedim.... adım koministe çıktı... zuhahah belki beklenmeyen bir hareketti belki insanlar kızdı ama Allah razı olsun yeterli.

Dİnle ilgilenen bütün kurumlar midelerini düşünüyor,, hala bu milenyumda dahi ihtiyaç sahibi yada madde bağımlısı yada evsiz, sevgisiz kalmış binlerce insan varken ben nası giderim hacca,,, o hacca harcadıklarımın hesabını vermeyecekmiyim? hacdan daha derğerlisi varken nasıl oluyorda hac islam şartı oluyor?

İnsanlar hacca gitmekle adam olsaydı o kabenin yanında hilton olmazdı. araplar dünyanın en medeni insanları olmuşlardı, bilim ve teknolojide ve insan haklarında sınırları aşmışlardı. Onlar Allahı anmayı unuttukları için onlara şeytan dadandı da kendilerini doğru yolda sanıyorlar. İnadına hiç de akletmiyorlar.

hiiic
28. October 2010, 01:30 AM
Bakara 196
(Medenî 87) Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer (bunlardan) alıkonursanız kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından bir rahatsızlığı varsa, oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir. (Hac yolculuğu için) emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir. Kurban kesmeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar ki, hepsi tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun. Biliniz ki Allah'ın vereceği ceza ağırdır.
Bakara 197
(Medenî 87) Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse (ihramını giyerse), hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. (Ey müminler! Ahiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının.
Bakara 198
(Medenî 87) (Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizden gelecek bir lütfu (kazancı) aramanızda size herhangi bir günah yoktur. Arafat'tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş'ar-i Haram'da Allah'ı zikredin ve O'nu size gösterdiği şekilde anın. Şüphesiz siz daha önce yanlış gidenlerden idiniz.
Bakara 199
Sonra insanların (sel gibi) aktığı yerden siz de akın. Allah'tan mağfiret isteyin. Çünkü Allah affedici ve esirgeyicidir.
Bakara 200
(Medenî 87) Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın. İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur.
-------------------------------------------------

??? biri bana burda bahseden şeyi açıklayabilir mi?
Ayrıca;

Bakara 158
(Medenî 87) Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın koyduğu nişanlardandır. Her kim Beytullah'ı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.

Bu safa ile meryem kimler?

murarslan
31. October 2010, 07:48 AM
Selam Dostlar,

Ali imran suresinde :
Şu bir gerçek ki, âlemlere bir bereket kaynağı ve yol gösterici halinde insanlar için kurulan ilk ev Mekke'dekidir. Açık-seçik deliller, İbrahim'in makamı vardır orada. Oraya giren, güvene ermiş olur. Yoluna gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır. Kim nankörlük ederse hiç kuşkusuz, Allah bütün âlemlere muhtaç olmayacak bir Ganî'dir.

Gücü yeten için hacca gitmemek diye bişi yok arkadaslar :) İnsanlara kızıp da cumaya gitmemek de dogru bir yaklaşım degil çunkü kuranda çok açık bir ayet var (Cuma suresi). Ibrahim peygamberimiz kabeyi inşa ettikten sonra neslinden bazı insanları kabenin yakınına yerleştirmiş ve onları rızıklandır diye dua etmistir. Insanın hacca gitmeyip fakire yardım etmesi kulaga hoş geliyor ama insan hacca gidecek kadar zengin olursa hacca gidip onceki veya sonraki seneler de gönül rahatlıgı içinde fakirlere yardım edebilir. Rızık olayı biraz karısık bişidir. Dunya uzerindeki para hic bir yere kaybolmaz ama insanlar arasinda dolasir durur.

İBRAHİM 37. "Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem’inin (Kâbe’nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler."

hiiic
31. October 2010, 12:57 PM
teşekkürler murarslan, güzel insan yorumların bizi zengin kıldı.

Ancak sıkıntı çok daha köklü, birilerinin Allahın dinini bilerek yada bilmeyerek değiştirmek istemesinden kaynaklanan bir sıkıntı. Mesleğiniz nedir bilmiyorum, zaten imamlarıda üzmek yada karalamak istemiyorum ama bir gerçek var, ben 5 vakit namaz kılarak yada Allaha ibadet ederek para kazanan maaş alanlardan değilim. bu ülkede namaz kıldırma memurları kendi mesleklerinin devamı için, din koyucu bazı kurumlar kendi çıkarlarını koruyabilmek için bazı gerçekleri kapatıp, ipe sapa sığmayan, ayette delili olmayan yada farklı manaya gelen şeylerin üzerini kapatıyorlar, ve samimi müslümanları dahi saptırıyorlar...

bu şuna benzer, dünyada hiçbir peygamber din satmadı,,, hiç bir peygamber Allahın yanında benimde adımı anın, benide aracı kılın demedi, tam aksine okuduğunuz Kuran gereği, rablerinize halis kullar olun dedi, paygabere itaatin farklı bir manası varki onun bile anlamını değiştirenler var neyse..
şimdi ne oluyor? bize din satıyorlar,,, ayetlerin manalarını değiştiriyorlar, yerine göre bizi Allahın astlarına dahi taptırtmanın hesabını güdüyorlar... Dİn olmuş vatikandakinin aynısı.

Üstelik işlerine gelmediği zaman, gerçekler suratlarına şamar gibi indiği zaman UtANmADAN, SIKILMADAN, Ahlaksızca gelip sizi tehdit dahi edebiliyorlar, sizi dinsiz kitapsız gibi isimlerle anabiliyorolar üstelik kendileri buna daha uygunken.
---------------------------------------------------------------------

hac olayında bahseden ayetlerin bu günkü hac olmadığından şüphem yok ama ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Cuma namazına gelince, peygamber zamanında CUMA günü dahi yokken (adı farklıydı) nasıl bir güne cuma namazı atfedilebiliyor? Toplanma günü namaza çağırıldığınızda deniyor ama biz toplanma günü diye gün ilan etmişiz, zaten oradaki namaz da namaz değil, geniş manasıyla salattır.

Bu konuların en doğrusunu Allah bilir, ben sadece vicdanımın sesini dinliyorum. ama ne yazıkki halka din SATAN bazı din memurları da keşke benim kadar dinleselerdi...

Cennetten arsa satan ecnebi tarihini bu gün biz yaşıyoruz, menzilliler ellerinde kağıtlarlarla cennetten imara açık arsa satıyorlar, şeyhimiz bunları garanti ediyor diyorlar,,, önceki devirlerden pek farklı değil,,

murarslan
31. October 2010, 03:28 PM
Sagolasın hiiic kardeşim Allah razı olsun..

Dinimizin zaman içinde değiştirildiği doğrudur ama bizim kaynağımız kuran sapasağlam duruyor ve yol gösteriyor ve Allah a şükür ki okuduklarımızı anlayabiliyoruz ve bunlar gerçekten büyük nimetler. Şu anki durumdan yakınmanı anlıyorum ama eskiden nasıl oluyorsa şimdide aynı şekilde oluyor sonuçta Allah ın taktiri böyle. İnananlar cok müşgül duruma düşmüşler ve kuranda Allah onların başına gelmeyen sizin başınıza da gelmeden cennete girivereceginizi mi sanıyorsunuz demiştir. Allah adildir.

Bu noktada insanları kurtarmaya çalışmak için varolan şeylere sinirlenmek de güzel ama önce kendimizi kurtarmalıyız. Bu kuran en büyük haberdir onda söylenenleri yapmak durumundayız. 5 değil önce bir 3 vakit namazımızı kılalım. isteyen cem yapar o ayrı .. :) namaz insanı kötülüklerden alıkoyar.

Cuma namazı,hutbesi konusunda çok farklı kişilerden benzer yakınmaları duyuyorum. Hutbenin cogunu düzgün dinleyemiyorum yalnış oldugunu biliyorum.Duaların çoguna katılamıyorum ama sonuçta orada bulunmak Allah korkusu ile camiye gelen kardeşlerimizi görmek bile yetiyor. Cuma suresine bir daha baktım direkt cuma günü diye soylemiş , gün konusunda şüpeci olmak da mantıklı olmasa gerek. Kurandaki kutsal ayları degistirenlere yapılan ihtarı da unutmamak lazım gerçi günümüzde varsa yoksa 3 aylar.. şaban ayı da sünnet marifeti ile kutsal ilan edildi :)

Ne diyim .. bizler biraz asi insanlarız sonuçta var olan inanca Allah rızası için karşı çıkıyoruz ve bu eskilerden beridir böyle görüşler de saygı görmemiştir mesela zahiri mezhebi (meshebin adı bile turkcede yapmacık olarak geçiyor )..
Ama O kadar şey yapıp bide Allah ın dediklerini yapmassak bunun bir anlamı kalmaz.

Günümüzde peygamberlik yok ama kuranda denildigi gibi Allah ın yardımcıları olabiliriz. Kuran da Hz Musa peygamberimiz bile Allah tarafından ilim verilen bir kulunu bulmus ondan birşeyler ögrenebilmek için peşinden gitmiştir. Sonuçta aslını bilmediğiniz şeylere bırak bizi, Musa peygamberimizin bile sabredemeyecegini anlıyoruz.

Ey inananlar, Allâh'ın yardımcıları olun! Nitekim Meryem oğlu Îsâ da havârilere: "Allâh yolunda benim yardımcılarım kimdir?" demişti. Havâriler: "Allâh (yolun)un yardımcıları biziz" dediler. İsrâil oğullarından bir zümre inandı, bir zümre inkâr etti. Biz de inananları, düşmanlarına karşı destekledik, onlar üstün geldiler. (SAFF - 14)

Musa o kula: -Sana öğretilen ilimden bana öğretmen için senin peşinden gelebilir miyim? dedi. (KEHF - 66)
O da: -Sen benimle olmaya sabredemezsin, dedi.Gerçek yönünü bilmediğin bir şeye nasıl sabredebilirsin?
-İnşallah, benim sabırlı olduğumu göreceksin ve senin emrine karşı gelmeyeceğim, dedi.
.....

hiiic
31. October 2010, 04:07 PM
Allah razı olsun bana şu ayeti hatırlattın.

Fâtır SURESİ 43.
Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanandan) başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın.

pramid
25. May 2011, 07:33 PM
kurandan çıkardığım bir ders

hac çeşitlidir ve bu hacların içinde büyük hacda vardır ve büyük hac çağrı ile toplanır.
hac haram aylardadır.
haram aylar bilinenlerdir ve ibrahim den buyana isimlendirilmiştir.
zilhıcce büyük hac ayıdır. bilinen diğer aylarda hac yapılır. (kameri aylarınisimlerinin anlamlarına dikkat ve hilale)...rabbim kuranı korurda bilinen dediği ayları korumaz mı?............
allah kitabında aylar 12 ve 4 ü haram
allah on geceye surede büyük yemin eder...bir cezada da 3 gün hacda 7 gün yurdunda orucu emreder.
zilhiccenin ilk 10 günü büyük haç yapılır. allah en iyisini bilir ki rasulde(s.ü) bu 10 günün son günlerini çok katılım için beklemiş olsun...

ali rıza ve haluk abime ayrı ayrı selam ve herkese

hiiic
14. June 2011, 08:32 PM
diyanetin hacı adayları için çektiği kura islami bir davranış mıdır?
yakında hacılara konken oynatmasalardı keşke...

hadis hazzır..

ebu antanyondan duydum; kim konkene ilk olarak gelirse 100000000000000000000000000 şehit 2. gelirse yüz bin milyon baloncuk sevabı verilir. Konken haacın direğidir. Kim konkenden vazgeçerse haccı yıkmış olur. konkende pek çok şehit ve cihat sevabı vardır.... eli full ass gelenin 500 bin milyon kere 80 milyar arası günahı silinir.... :) uydurun bakalım, diğer hadisleri uydurduğunuz gibi.

kısaca diyanet, insanlara HARAM işlettiriyor. hacılara haram yedirtiyor, üstelik paralarını ala ala.... ne güzel bir dolandırıcılık kurumu..
hemen her ilde 7-8 bayisi var. kura çekilişi, piango satışlarımız başlamıştır.... :) camilerde sevap karşılığı tombala oynatmadığına şaşıyorum...

Ben diyanetin dininden değilim, sadece onların değil, diğer "din bende ALlah bende gelin anlatıyım buldurayım size" diyenlerin dininden de değilim. Biz yüzümüzü hanif olarak sadece Allaha döndük.
ve benim kitabıma göre aşağıdaki bilgi bana verildi... İnşallah diyanetlilerde, hacılarda, imamlar ve diğerleride ibret alırda müslüman olurlar..

Mâide 90
Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.


Mâide 3
Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyle kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır. Bugün kafirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı beğendim. Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

SağBeyin
2. July 2011, 01:11 AM
Selamün aleyküm. ''Hanifler'' sitesinin ''Hanifdostlar'' sitesi ile ilişkisi nedir acaba? Onlar namaz yoktur diyor,siz var diyorsunuz diye okumuştum, ama dost1 isimli arkadaş bi yerde namaz olduğunu bildiren yazılar ifade ederken ''Kur'an' daki Hacc'' isimli kaynak gösterdiği linkte ''rüku'' için fiziksel değil zihinsel olduğunu ifade etmiş ve herhalde secdenin fiziksel ifade dildiği ayetlerden bahsetmiş? Eğer namaz varsa bu secde ile mi var size göre,''rüku'' ne? fiziksel değil miydi ? namaz var diyorsunuz? kıyam, rüku, secde? Selam ve dua ile.

hiiic
2. July 2011, 01:26 AM
a.s. sağbeyin.

BURADAN (http://www.hanifler.com/forumdisplay.php?f=236)
genel olarak namaz ile ilgili başlıklara ulaşabilirsin, ister soru sorabilir, ister bilgi paylaşır ister fikir verebilirsin...

Namaz vardır, Allahın emridir, ama Kurandaki her Salat sözcüğünü Namaz olarak çevirmek büyük bir günah ve hatadır. Eğer öyle olursa Allahın peygambere salatı (namaz kılması) nasıl açıklanabilir? Muhiddin arabi kendi çapında bir açıklama getirmiş ama o konuya hiç girmeyelim, hesabını Allaha verir

Allah kendisini hep anan, hiç unutmayanlardan ve vahyini en doğru anlayıp yaşayanlardan eylesin.

hiiic
14. September 2011, 09:54 PM
İşte HAC' cın orjini.
7 kere nasıl dönüyor neden kabe okşanıyor, neden taşlar öpülüp yalanıyor...
Çünkü daha ortada islamiyet yokken o bölgenin PUTPERESTleri bu ibadeti yapıyor ve HAC dan para kazanıyorlardı.

İslam böyle saçma şeyleri kaldırdı ama bu sefer Kuranda olmayan hatta yasaklanan şeyleri peygamberden 200 yıl sonra hadis toplayıp tekrar geri soktular.

http://www.youtube.com/watch?v=WlrKLvE3tuU

Ama put perestlerin islama kattıkları tek şey 7 kere bir put etrafında dönmek değil. Tespik çekmeyi (Kuranda tenkid edildiği halde (tevbe 80)) islama soktular..

http://www.youtube.com/watch?v=kwBBhhEIa6I&NR=1


http://www.youtube.com/watch?v=AEm8psufnMk&feature=related

Fazıl's
14. September 2011, 10:58 PM
Hac kavramı savm ile birliktelik arz eder.

Biz olaylara hep kendi açımızdan bakıyoruz. Gerek tarihi, gerekse yaşanmışlık üzerine düşünmüyoruz. Birde onların nazarından bakmaya çalışalım.

Elçi ve ona uyanların bir kısmı yurtlarından sürülmüşler, kimi medineye gitmiş kimi kabul eden diğer memleketlere. Halihazırda medine geçen 8 yılın sonunda, elçi yeter kuvveti kazanmış ve mekkenin fethine doğru yola çıkmıştır. Neden Mekke? Orada elçinin en azılı düşmanları yuvalanmışlar ve fesat üretimine devam etmektedirler.

Elçi mekkeyi fethettiği zaman onlardan bir kısmı kaçmış, bir kısmı inanmış görünmüş ve bir kısmı ise düşmanlığını gizlememiştir. Zaten mekke fethediliği zaman elçinin nazarında öldürülecekler listesi hazır bulunmaktaydı ve onlardan bulunanlar, yakalananlar öldürüldüler. Bu olayların sonucunda mekkede artık yeni bir düzen kurulmuş ve bu yeni düzene itaat istenmiştir. Sonradan, 'efendim, işte biz duymadıydık, bilmiyorduk' mazeretlerini ortaya kimse süremesin. Bilinen vakit, zaman dilimi insanlara haber verilmiş ve yeni düzenin anlaşılması ve itaati için Allah tarafından insanlara bir emir beyan edilmiştir. Gücü yeten her birey elçiye, dolayısıyla düzene gelecek, itaatini bildirecek ve sonradan cayamayacaktır. Cayanlar, bundan sonra bulundukları yerde öldürüleceklerdir. 10 günlük zaman dilimleri içinde gelenlere, toplananlara, hazır bulunanlara: düzen vaaz edilmiş ve bu vaaz için, şölen tarzı yeme içme yasak edilmiş, bu vaaz sırasında gezme, tozma ve haliyle eşlere gitme yasak edilmiştir. Benzer olarak, okulu düşünebilirsiniz. Okulda da ders saati yiyemez, içemez, wc ye gidemez, ciddiyetsizliğe bulaşamaz ve son ders harici mazeretsiz okuldan ayrılamazsınız. Pratik olarak orada yapılan budur ve zaten dikkat ettiyseyseniz, savmı geceye kadar tamamlayın denir yani sabah çok erkenden başlayacak ve geç saatlere kadar kalınacak. Şimdilerde bu bir nevi ritüele dönüşmüştür ve savm için çeşit çeşit hatalı görüşler ileri sürülmektedir. Mesela savm ile acın halinden anlarsınız denir oysa bu külli yalandır. Çünkü insan beyni, bir müddet sonra akşam yemek yenecek diyerek midenin salgısını durdurur ve açlık hissedilmez, sadece bağımlılık olan ne varsa o aranır. Ayrıca adına empati denen kavram tam anlamıyla bir iki yüzlülüktür. Empati acıyı hissetme şekli veya paylaşma değildir. Ayetleri sırasıyla verebilirim isterseniz bağlantı kurmanız açısından ama birde bu yönüyle düşünün.. Esenlikle

dost1
14. September 2011, 11:48 PM
Selamun Aleykum! Değerli Fazıl's Kardeşim!
Hacc kavramının savm ile başladığı tezi Kur'an'a uygun bir tez midir?


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Fazıl's
15. September 2011, 12:06 AM
Bakara 158
(Medenî 87) Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın koyduğu nişanlardandır. Her kim Beytullah'ı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.

Bu safa ile meryem kimler? HİİİC SORDU.

Ayetin sonunu kırmızı ile işaretledim, dikkat!

Elçi dönemi ve sonrası olarak bir ayrım yapmanız önemli. Elçiden evvel mekkede panayırlar kurulur ve insanlar savaşın yasak edildiği o aylarda dilediklerince gezebilirlerdi.

Elçi mekkeyi fethettiği zaman, tüm cahiliyye adetlerini kaldırdı ancak bazı uygulana gelenlere dokunmadı. Elçi, kurulan panayırlara yani bir nevi ithalat, ihracat sebeplerine dokunmadı. İşte panayırlar ve pazarların kurulumuna müsade ve gezme dolaşma amaçlı tüm gezilere serbesti tanıdı.

Bu çerçevede, mekkeye gelen kimselerin içinde her millet ve inançtan insanlar var. Kimi münafık kimi mümin.

Safen:ıhtıyaç karşılamak
Merve:cömertlık

Hatırlayın: tevbe 60 da kalpleri islama ısındırılmak istenen kimseleri.

O ayette deniyor ki, insanlardan her çeşidi gelmektedir ve öyleyse siz, onların içinden hiçbir ayrım yapmadan onların ihtiyaçlarını karşılayabilir, onlara karşı cömertlik gösterebilirsiniz..

O ayete bakalım ne denmiş: Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah’ın koyduğu nişanlardandır. Her kim Beytullah’ı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.

Fazıl's
15. September 2011, 12:11 AM
Aleyküm selam dost 1.

Hacc kavramını 'büyük hac' olarak anlarsak evet.

Fazıl's
15. September 2011, 02:40 AM
Ayetleri sırasıyla verelim.

birtakım beyinsiz insanlar: "Onları daha önceki kıblelerinden çeviren nedir?" diyecekler De ki: "Doğu da Allah'ındır, batı da O dilediğini doğru yola yöneltir" (2/142)

Bu ayete dikkat! Medine'de bulunan ehli kitap denilen Yahudiler ve onların velileri/dostları/işbirlikçileri münafıklar söylüyor bu sözleri. Kimler için? Elbette atalarının batıl yolunu bırakıp elçiye iman eden kimseler için. Tekrar edelim ne diyorlar: "Onları daha önceki kıblelerinden çeviren nedir?
Yani elçi Muhammed, ilk günkü gibi kıblesinden/yolundan sapmamış ve kıblesini asla değiştirmemiş. Ancak değiştirenler, ona iman eden kimseler. Elçi, o kimselerin batıl olan duruşlarını hak olan duruşa çeviriyor ve haliyle Yahudiler ve onların velileri/dostları/işbirlikçileri münafıklar, hemen tepkilerini ortaya koyuyorlar. Bunlar veya bizler daha evvelden böyle şey görmedik, bunlar eski köye yeni adet getiriyorlar' diyerek elçinin çevresinde toplanmış olan müminler hakkında konuşuyorlar.

Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun Senin üzerinde bulunduğun kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırdetmek içindir Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)türAllah, imanınızı boşa çıkaracak değildir Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir (2/143)

Biz, senin yüzünü çok defa göğe doğru çevirip- durduğunu görüyoruz Şimdi elbette seni hoşnud olacağın kıbleye çevireceğiz Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirinŞüphesiz, kendilerine kitap verilenler, tartışmasız bunun Rablerinden bir gerçek (hak) olduğunu elbette bilirler Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir (2/144)

Burada bir karardan bahsedilmektedir. Elçinin razı olduğu iş: Mekke'nin fethidir. Elçi Muhammed'in sıkıntısı budur, O sürekli olarak İslam'ın hakim olacağı anı beklemekte ve özlemektedir. Ona bir müjde iletilmiştir. O müjde, artık islamın hakim olacağı zamanın geldiği haberidir.

Andolsun, kendilerine kitap verilenlere her ayeti (delili) getirsen, yine onlar senin kıblene uymaz; sen de onların kıblelerine uyacak değilsin Onlardan bir kısmı, bir kısmının kıblesine (bile) uymaz Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olursan, o zaman gerçekten zalimlerden olursun (2/145)

Her nereden çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir (Siz de) Her nerede olursanız yüzünüzü onun yönüne çevirin Öyle ki, onlardan zulmedenlerin dışında insanların size karşı bir delilleri olmasın Onlardan korkmayın, Benden korkun üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım Umulur ki, hidayete erersiniz (2/150)

Bu ayetlerde hedef açıkça veriliyor ve dinin direği ancak Mekke'nin fethiyle sağlamlaşacak. Mekke'nin fethinin yakınlaştığı anlatılıyor.

Şimdi, Tevbe suresi 1-37 ve ardından Fetih suresini dikkatlice okuyun ve inceleyin. Ancak bu okumaları yaparken, Elçinin o zaman için kimlere HİTAP ettiğini düşünmezlik etmeyin. Bu önemli. Elçi o zamanlar kimlere hitap ediyordu? Muhataplar: o zamanki Mekke ve çevresindeki Arap ve Kureyş kavmi, sonra, Medine ve çevresindeki arap kabileler, bedeviler, orada bulunan yahudi kabileleri ve o topraklarda/çevresinde yaşayan hristiyanlardır. Esenlikle

Fazıl's
16. September 2011, 11:51 AM
Evet hac ve savmın hangi şartlarla oluştuğunu nedenlerini, niçinlerini belirttik. Ortada artık bir şartın bulunmadığı ve sebeplerin günümüze bakarak ortadan kalktığı hac ve savm kavramının doğru anlaşılması gerek ki, birileri, hiçte ihtiyacı olmayan bir devlete hac turizmi adı altında paralarını saçmasın. Çünkü Allah rızası için mazereti önümüze konuyor. Allah rızası için en yakınından başla da o parayı ihtiyacı olana ulaştır. Ama birileri samimi olarak der ki,efenim Allah rızası falan için değil turizm için gidiyorum' ona da sözümüz elbet olamaz.

İslam dini akıl, mantık ve vicdan dinidir. Bunu asla unutmamalı.

Hac yok, Savm yok, Namaz yok... Ama hayırda birleşmek var, hayrın ortaya çıkış süreci için sabretmek var, salat var.

hiiic
16. September 2011, 12:10 PM
Allah razı olsun Fazıl's çok güzel özetledin.
Bu günkü geleneksel islamı destekleyenler emperyalist güçlerdir. Vatanımızın milletimizin gelişip güçlenmesini istemezler ve tam aksine onu uyuşturmak isterler ki İbrahim'in mancınıkla ateşe atılırken nasıl oturup beklediğini hatırlarsınız, böyle uydurma rivayetlerle hem dini yok edip yeni bir din kurarlar, hem de bu uydurma batılı inkar edeni kafir ilan ederler.

daha dün "tıp ilmini Allahın işine karışmak" ilan edenler, hele ibni sina gibi değerleri şehirlerden kovup dağlarda yaşamaya mecbur bırakanlar bu gün laikliğe, demokrasiye laf atıyorlar. Yine cübbeli bilim adamlarına kızıyor, bilim adamlarını dinsiz ilan ediyor ama telfonuna kuş melodisini caiz kabul ediyor. Yazıktır günahtır. Bunlarda cahil cesareti var. Bunlar ateşli azabı kendilerine biçmeyen, yansakta bir süre sonra çıkacağız zanneden kimseler. Ateşli azap sonsuzdur oradan çıkmak yoktur. Bunların cahil cesaretine kanıp peşinden giden insanlara yazık.


Bu kafirliğe abdest aldıran münafıkların peşinden koşanlara üzülüyorum en çokda... Hırsızlar zemzem towerd kabe manzaralı keyf sürerken...
http://www.haberler.com/belso-dan-goturdu-k-be-ye-nazir-devremulk-aldi-haberi/

gerçek hanif
16. September 2011, 01:39 PM
kabe gökdelenlerin gölgesinde ayaklar altında.Demekki Bu kabenin Araplar açısından Turizm getirisinden ,ticaretten öteye bir önemi yokmuş.Olsa idi bugün bu çirkinliğe müsade etmemeleri gerekirdi.Zihniyetleri apaçık ortada iken bizim insanımız neden hala kendi etrafında aç ,açık ,hasta dururken paralarını çöle saçıyor.

hiiic
16. September 2011, 02:43 PM
Çünkü kandırılıyorlar :(
İnsanımız okumuyor araştırmıyor, kendi mevcut görüşüne muhalefet bir söz duyunca kulağını tıkıyor. Farklı görüş görünce uzak duruyor dinlemiyor ama kendi görüşünü destekleyen alakasız saçma birşey göre bile hemen sarılıyor. Yahudiler bu özelliği kullanarak hadis uydurarak dini bozmadılar mı? Dinler hepsi böyle kirletilmedi mi? Kuranda bunlara Allah perde çektik göremezler diyor. Kulaktan dolma ve sadece özetle duydukları üzerine tutum geliştiriyorlar.

oysa asıl kutsal emanet sokak çocuğudur. Bir sokak çocuğuna gelecek vaad edip onu kölelikten azad edebiliyor musunuz? Bir yetimin yiyeceğine özeniyor onun anne sevgisinden noksan hayatını renklendirebiliyor musunuz? Yararlı insanların hastannelerde kan verecek yok mu diye arananların, ağrım çok bana sıra yok mu bana muaene yok mu diye yakaranların inleyişlerini duyuyor musunuz? v.s.

Hac da budur kabe de budur din de budur cennet de budur. Bu amaca hizmet etmeyen herşey boş batıl felsefedir.

Çünkü Allahın emrettiği Haccın da amacı budur. İnsanların peygambere gelerek bu saydıklarımı öğrenmeleri ve geri döndüklerinde eğer varsa batıl şeyşere karşı KIYAM durarak gerçeği anlatmalarıdır.

Kapitalizme karşı çıkmayan, faizciliğe sessiz kalan, şans oyunlarından ve kumardan men etmeyen, çalışma ve sosyal hakların ihlaline şahitlik etmeyen müslümanım dese ne olur tespik çekse ne olur? Yaptığı SALİH YARARLI Amel bazına girer mi?

***

zemzem tower tam bir muamma...
adamlar kabe manzaralı lüx yaşıyor. Fakir müminler ise çadırlarda zanlarındaki Allahı memnun ettiklerini sanarak yaşıyorlar. Yani kapitalizm Kabe de bile çözülemedi. Artık uydura geldikleri şeylerin hesabını verecekleri günü beklesinler.

http://www.emlakpencerem.com/images//zemzem-tower-krizden-etkilenmedi.jpg

http://www.arastiralim.com/wp-content/uploads/2011/07/K%C4%B1rall%C4%B1k-Ku%C5%9Fatmas%C4%B1-Alt%C4%B1nda-Kabe-680x906.jpg

http://www.arastiralim.com/wp-content/uploads/2011/07/Kabe-Manzaral%C4%B1-Otel-Odas%C4%B1-680x378.jpg

Bu 2 farklı yorum gördüm...

Birileri "ay canım kurban olurum, bizede inşallah, Allahım aşkıma canımı veririm yoluna, bizde görsek uçun martılar resule selamımı söyleyin, bir odun kadar olamadık" gibi geleneksel gayri ciddi sadece gördüğü tutumu taklit yorumları.

Birde gerçekten düşünen sorgulayan Allahın emrettiği gibi muhakeme yapabilen azınlıkların "bu mu islam bu mu müslümanlık" dediği yorum.

Artık buda mahşeri bekleyen bir anlaşmazlıktır. Aslında durum apaçık ortadadır ama peygamber apaçık Kuranı getirdiğinde onu da Atalarının öğretilerine bile ile tercih etmemişlermiydi? bir güne kalmaz hepimiz ölür gider bu tuutmlarımız ve yol açtıklarından dolayı sorguya çekiliriz. İyiye sebep olana pay kötüye sebep olana da pay vardır.

gerçek hanif
16. September 2011, 05:09 PM
Şu yukarıdaki hazin tabloyu bizim şeyh efendilere sorsak mutlaka verecekleri cevapları vardır.Yoksa bizim gibi düşünse konuşsa şeyhliği çöpe gider.Muhtemelen şunu diyecekir: Bu binalar yapılırken Rüyada Peygamber efendimizle mutlaka istişare edilmiştir.Efendimizde yapılsın demiştir.Nasıl cevap ama....:confused:Müritler zaten efendilerinin ağzına bakıyor ..doğru demeyecekte itiraz mı edecek.Al işte kılıfına uydur gitsin.ol du bitti işte.

Fazıl's
16. September 2011, 05:38 PM
İslam akıl-mantık ve vicdan dinidir demiştik. Uzun zaman evvel oruç ve haccın benim nazarımda geçerliliğini yitirdiğini beyan etmiştim ancak bir farkla: bir açıklama getiremiyordum. Açıklama getiremediğim halde, bendeki bu isyanın nedeni, mevcut uygulamanın akıl-mantık dışı olduğunun tespiti idi. Ve şunu anladım. Sebebini bilmeseniz de, din adına öne sürülen tüm toplum tarafından desteklense de, eğer aklınız bunu kabullenmiyorsa, biliniz ki bir yerlerde hata var, çarpıtma var, yamukluk var. Gördüğüm bazı noktalar daha var ki bunu paylaşmayı şu an için uygun görmüyorum.

Fazıl's
16. September 2011, 05:50 PM
Zekat, infak ve bayramda açlara et dağıtmak (!) gibi doktrinlerimiz var ve gelir adaletsizliği gırtlakta. ??

Neden?

Çünkü efendim, bizler, açları, kurban bayramında ete doyurur ve haliyle yoksulluklarını unuttururuz. Onlar o günlerde zengin (!) olduklarını sana dururlar. Ve kurban kesenlerde sevinir çünkü yüce zeus onları af edecek.

Yani işin aslı şu: kurban bayramı adı altında, hayvan yetiştiriciliğinin neredeyse bittiği ve et ihtiyacı için, ne ile beslendiği belirsiz hayvan etlerine mecbur bırakılan bizler, kandırılıyoruz. 3 gün içinde yapılanın adı sadece katliam. Yeter sayı yok, katliam. Halk kandırılıyor katliam. Bir nokta daha var. Bir aile eğer kurban kesemezse mali düşkün sayılıyor ve haliyle bunun ezikliğini (ki bana göre asla öyle değil, insanın nasibi bellidir, kimi zaman gündelik yaşar, kimi zaman üç kuruşu kenara koyar) yaşıyor ve sırf ''el ne der'' düşüncesiyle, birikimi olmasa da borç harç, kredi kartı vs ile bir şekilde kurban (!) ı kesiyor..

Geçen bir haberde görmüştüm ama unutkan olduğum için kaynağını unuttum. Şöyle ki, ora memleketin çoğunluk halkı fakirmi fakir ve onlar sanki anoreksiya'ya yakalanmış gibi zayıflar ama gel gör ki, bunların tanrı ile olan sorunları bitmek bilmemiş ve suçu, o yoklukta, inek, dana, tosun... artık ne bulursa kesmeye götürmüş. Bir günde binlercesi kesiliyor, öyle bizdeki gibi de değil palalar ile... Ayranın yok içmeye, tencere dibin bende kara. Ya da her neyse işte. O toplumla bizim toplumun bir farkı yok.

hiiic
16. September 2011, 07:31 PM
Allah razı olsun Fazıl's

İslam akıl-mantık ve vicdan dinidir demiştik. Uzun zaman evvel oruç ve haccın benim nazarımda geçerliliğini yitirdiğini beyan etmiştim ancak bir farkla: bir açıklama getiremiyordum. Açıklama getiremediğim halde, bendeki bu isyanın nedeni, mevcut uygulamanın akıl-mantık dışı olduğunun tespiti idi. Ve şunu anladım. Sebebini bilmeseniz de, din adına öne sürülen tüm toplum tarafından desteklense de, eğer aklınız bunu kabullenmiyorsa, biliniz ki bir yerlerde hata var, çarpıtma var, yamukluk var. Gördüğüm bazı noktalar daha var ki bunu paylaşmayı şu an için uygun görmüyorum.

Hep paylaşıyorum yine paylaşma gereği duydum. Çünkü yorumunuzu okurken gözlerimin önünde Atanın sözleri canlandı.

Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslam'ın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı. M.Kemal Atatürk


Zekat, infak ve bayramda açlara et dağıtmak (!) gibi doktrinlerimiz var ve gelir adaletsizliği gırtlakta. ??

Neden?

Çünkü efendim, bizler, açları, kurban bayramında ete doyurur ve haliyle yoksulluklarını unuttururuz. Onlar o günlerde zengin (!) olduklarını sana dururlar. Ve kurban kesenlerde sevinir çünkü yüce zeus onları af edecek.

Yani işin aslı şu: kurban bayramı adı altında, hayvan yetiştiriciliğinin neredeyse bittiği ve et ihtiyacı için, ne ile beslendiği belirsiz hayvan etlerine mecbur bırakılan bizler, kandırılıyoruz. 3 gün içinde yapılanın adı sadece katliam. Yeter sayı yok, katliam. Halk kandırılıyor katliam. Bir nokta daha var. Bir aile eğer kurban kesemezse mali düşkün sayılıyor ve haliyle bunun ezikliğini (ki bana göre asla öyle değil, insanın nasibi bellidir, kimi zaman gündelik yaşar, kimi zaman üç kuruşu kenara koyar) yaşıyor ve sırf ''el ne der'' düşüncesiyle, birikimi olmasa da borç harç, kredi kartı vs ile bir şekilde kurban (!) ı kesiyor..

Geçen bir haberde görmüştüm ama unutkan olduğum için kaynağını unuttum. Şöyle ki, ora memleketin çoğunluk halkı fakirmi fakir ve onlar sanki anoreksiya'ya yakalanmış gibi zayıflar ama gel gör ki, bunların tanrı ile olan sorunları bitmek bilmemiş ve suçu, o yoklukta, inek, dana, tosun... artık ne bulursa kesmeye götürmüş. Bir günde binlercesi kesiliyor, öyle bizdeki gibi de değil palalar ile... Ayranın yok içmeye, tencere dibin bende kara. Ya da her neyse işte. O toplumla bizim toplumun bir farkı yok.

Vicdanlı bir gözlem yapmışsınız, sizlerle tamamen aynı düşünceleri paylaşıyorum.

dost1
16. September 2011, 10:55 PM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!
Ne yazık ki ortada din adına yaşananların birçoğunun Allah'ın Hakk Dini ile yakından uzaktan alakası yok. İnsanların yaşadıkları yanlışlıklar akleden insanlarca reddediliyor.
Dinin direği olan "Salat" içi boşaltılmış "namaza" dönüştürülmüş.
Bu günkü "Namaz" Kur'an'daki "Namaz" değildir.
Bu günkü "Hacc" Kur'an'daki "Hacc" değildir.
Bu günkü "Savm" Kur'an'daki "Savm" değildir.
Bu gün bunların Allah'ın istediği şekilde yapılmıyor olması Kur'an'da olmadığı anlamında değildir. Rabbımız tüm İslam alemine Kur'an'da olan salat,namaz,savm ve haccı gerçekleştirmeyi nasip eylesin.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

galipyetkin
25. October 2011, 10:42 PM
Konu pek çok soruyu içeriyor.
Şimdilik üç soru.

1-Hacc-31e göre Allah'tan başka hiçbir şeyin kutsallığı-dokunulmazlığı yok.
Hacc görevini yapanların dokunulmazlığının dayanağı nedir.


2-Diyanetin Maide-95. ayet mealine bakalım: "Ey iman edenler, ihramlı bulunurken av öldürmeyin.İçinizden kim onu bilerek öldürürse onu öldürdüğü hayvanın benzeri bir hayvan kurban etmek cezası vardır. Buna kabeye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder. Yahut........."

Bu ayet bütün değişik sünnetçi-hurafecilerin meallerinde hemen hemen aynıdır.Çünkü birbirlerinden kopya çekerler. Ayeti bu şekilde okuyan ne anlar?
-Hacc da avlanmanın yasak olduğunu anlar.
Mekke-ye gidenler anlatıyor.Orada her yer dağ, taş. Avlanacak yer ve hayvan mayvan yok!
Yasağın hacda uygulandığı nereden anlaşılıyor?.
-Ayette, İhramlı iken, ve kabeye ulaşacak, ifadelerinden. İhram hacda örtünülen örtü değil mi?

Şimdi ayeti tekrar okuyalım:...öldürdüğü hayvanın benzeri bir hayvan KURBAN etmek cezası.....
Evet hayvan öldürenin cezası ne imiş?
-............ benzeri bir hayvan kurban etmek
Yani öldürülen hayvan yerine birini daha öldürmek.
Suçlu kurban edilen hayvan mı ki?
Hayvan öldürme yasakken, sen kalk ikinci bir hayvanı öldür.
Olacak iş mi?


3-Ayette ihramlı bulunurken ifadesi, çevirisi yapılan kelimenin karşılığı mı dır? Çevirisi yapılan ifade ve entum hurumun. Yani -sizin, kendinizin yasakladığınız- değil mi? Bu ayetle bizim kendimizin getireceğimiz yasak, av yasağı kuralı değil mi? Bu yasak yaban ve evcil hayvanların hamile kalıp yavruladığı ve yavrularını büyüttüğü aylar değil mi?. İşte sizin yasak kıldığınız ifadesi hangi mevsimlerde veya aylarda ve yörelere göre, meselâ güney yarım kürede veya değişik mevsim kuşaklarında konacak av yasağını yasalaştırmak değil mi? İhram denilerek sanki hacc ile ilgisi varmış gibi gösterme ve kurban belasını devam ettirme değil mi?

Ne dersiniz?

Hürmetlerimle
Galip Yetkin.

hiiic
26. October 2011, 12:26 AM
sana aynen katılıyorum...

ben keza Kuranda HAC ayetlerinin bölgeselliğine inanıyorum. Onları merkezde toplamak, demokrasi meclisi yada eğitim merkezlerinde toplamak amacıyla yapıldığı açık.

Tıpkı salatın zamanları gibi bölgesel. Farklı bölgelerde salatın zamanları değişir, çalışma zamanları her bölgede farklıdır.
Hac da her bölgede farklıdır.
Oruç da her bölgede farklıdır.
Şu anda VAN da deprem oldu, işte Ramazan ayı girdi. şimdi bize az yemek, az kullanmak ve oruç tutarak tasarruf ettiklerimizle oradan fakirleri insanları doyurmak ihtiyaçlarını gidermek düşer.. Tabi bir mescit kanalıyla (KIZILAY, MEHMETÇİK VAKFI) kendi başına yapılan da sevaptır ama mescitte (kurumlarla) salatın (hizmetin) yanında falza birşey ifade etmez. Kaynaklar tek elde birleşirse daha kuvvetli olur ki buda Salatla imar etmenin tek başına Salat etmekten kat kat üstünlüğünü gösterir (cemaatle namaz kılma 27 kat üstündür diye çevirmişdir geleneksel yaklaşım)

Hac, Oruç, Salatın zaman ve vakitler, bölgeden bölgeye, dönemden döneme, toplumdan topluma değişir.

İnancındayım...

Farklı düşünen arkadaşlara saygı duyuyorum ve bir delile dayalı olarak aksini söyleyen olursa fikrimi değiştirip onun söylediğine iman ederim.

aşık74
26. October 2011, 11:08 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!
Ne yazık ki ortada din adına yaşananların birçoğunun Allah'ın Hakk Dini ile yakından uzaktan alakası yok. İnsanların yaşadıkları yanlışlıklar akleden insanlarca reddediliyor.
Dinin direği olan "Salat" içi boşaltılmış "namaza" dönüştürülmüş.
Bu günkü "Namaz" Kur'an'daki "Namaz" değildir.
Bu günkü "Hacc" Kur'an'daki "Hacc" değildir.
Bu günkü "Savm" Kur'an'daki "Savm" değildir.
Bu gün bunların Allah'ın istediği şekilde yapılmıyor olması Kur'an'da olmadığı anlamında değildir. Rabbımız tüm İslam alemine Kur'an'da olan salat,namaz,savm ve haccı gerçekleştirmeyi nasip eylesin.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Merhabalar halil abim.

Peki bir kaç cümle ile açmak gerekirse , sizce kurandaki namaz nedir ve nasıldır ?

sevgiler saygılar...

hiiic
26. October 2011, 06:15 PM
İbrahim 37
"Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin (Kabe'nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vadiye (?) yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden (?) bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler."


Hûd 87
Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız (?) hususunda dilediğimizi (?) yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın!




***
Salat malları keyfi harcamayı yasaklıyor, salat yapılan yerde tarım gelişiyor insanların hepsi (toplum) bu rızıklara açık halde meylettiriliyor ve bu amaca meyleden herkes, istisnasız herkes rızıklarla rızıklandırılıyor.

Bu ayetler ve daha birçoğu bu gerçeği apaçık açıklıyor... İşte size birkaç kelime Kurandan...

Dahası İçin bakınız; MAUN SURESİ

dost1
26. October 2011, 11:35 PM
Selamun aleykum! Değerli Galip Yetkin Kardeşim!


Konu pek çok soruyu içeriyor.
Şimdilik üç soru.

1-Hacc-31'e göre Allah'tan başka hiçbir şeyin kutsallığı-dokunulmazlığı yok.
Hacc görevini yapanların dokunulmazlığının dayanağı nedir.


2-Diyanetin Maide-95. ayetine bakalım: ''Ey iman edenler, ihramlı bulunurken av öldürmeyin.İçinizden kim onu bilerek öldürürse onu öldürdüğü hayvanın benzeri bir hayvan kurban etmek cezası vardır. Buna kabeye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder.Yahut.........''

Bu ayet bütün değişik sünnetçi-hurafecilerin meallerinde hemen hemen aynıdır.Çünkü birbirlerinden kopya çekerler. Ayeti bu şekilde okuyan ne anlar?
-Hacc'da avlanmanın yasak olduğunu anlar.
Mekke'ye gidenler anlatıyor.Orada her yer dağ, taş. Avlanacak yer ve hayvan mayvan yok!
Yasağın hacc'da uygulandığı nereden anlaşılıyor?.
-Ayette ''İhramlı iken'' ve ''kabeye ulaşacak'' ifadelerinden.İhram hacda örtünülen örtü değil mi?
Şimdi ayeti tekrar okuyalım:''...öldürdüğü hayvanın benzeri bir hayvan KURBAN etmek cezası....''. Evet hayvan öldürenin cezası ne imiş? ''Bir hayvan kurban etmek'' yani öldürülen hayvan yerine birini daha öldürmek. Suçlu kurban edilen hayvan mı ki?
Hayvan öldürme yasakken, sen kalk ikinci bir hayvanı öldür.Olacak iş mi?


3-Ayette ''ihramlı bulunurken'' ifadesi, çevirisi yapılan kelimenin karşılığı mı dır? Çevirisi yapılan ifade ''ve entum hurumun''. Yani ''sizin, kendinizin yasakladığınız'' değil mi? Bu ayetle bizim kendimizin getireceğimiz yasa ''av yasağı'' kuralı değil mi? Bu yasak yaban ve evcil hayvanların hamile kalıp yavruladığı ve yavrularını büyüttüğü aylar değil mi?. İşte ''sizin yasak kıldığınız'' ifadesi hangi mevsimlerde veya aylarda ve yörelere göre, meselâ güney yarım kürede veya değişik mevsim kuşaklarında konacak av yasağını yasalaştırmak değil mi? İhram denilerek sanki hacc ile ilgisi varmış gibi gösterme ve ''nesi'' belasını devam ettirme değil mi?

Ne dersiniz?

Hürmetlerimle
Galip Yetkin.

Buraya bakar mısınız? (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=1525)

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyibilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

dost1
27. October 2011, 12:02 AM
Selamun Aleykum! Değerli Aşık74 Kardeşim!

Merhabalar halil abim.

Peki bir kaç cümle ile açmak gerekirse , sizce kurandaki namaz nedir ve nasıldır ?

sevgiler saygılar...

Allah razı olsun. Namaz konusu ile ilgili forumumuzda oldukça çok yazı var ancak biz yine de sorunuza cevap olacak bilgileri paylaşalım.


ALLAH’A ZİLLET GÖSTEREREK YAPILAN DUA:
Rabbimizin biz kullara duayı emrettiği ayetlerden bir tanesi vardır ki, bu ayet duaya başka bir boyut getiriyor; hatta bu fakire göre tüm dua ayetlerini tefsir ediyor.
Araf; 55:
Rabbinize alçala alçala ve gizlice/açıkça göstererek dua edin; namaz kılın. Kesinlikle O, sınırı aşanları sevmez. Ve düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. O'na, ürpererek ve rahmetini umarak dua edin. Kesinlikle Allah'ın rahmeti, iyileştirenlere-güzelleştirenlere çok yakındır. (A‘râf/55, 56)
Bu ayette Rabbimiz, Kendisine yapacağımız niyazı dil, beden ve gönül üçlüsü ile yapmamızı emrediyor. Bu tarz yapılan dua; niyaz toplumda “NAMAZ” adıyla yerleşmiş bulunmaktadır.
“Namaz” sözcüğü Hintçeden Farsçaya, Farsçadan da Selçuklular döneminde Türkçeye geçmiştir. Farsçadaki ilk anlamı, “ateş önünde saygıyla eğilmek” demektir. Sanskritçe, “saygı sunmak” anlamına gelen namaste kelimesinin Farsçaya geçmiş şekli olması muhtemeldir. Bu kelime de, “selam vermek” anlamına gelen nam kelimesinden türemiş olmalıdır. Hem nam [selam] ve hem de namaste [saygı sunmak] günümüz Hint kültüründe de görülebileceği üzere “eğilerek” yapılan bir fiildir.
Namaz” sözcüğünün Farsçadaki bu “eğilerek saygı ile dua etmek” anlamı, Arapça ve Kur’ân'da بالتّضرّع الدّعاء [ed-du‘au bi't-tezarru‘=alçala alçala/sürekli alçalarak yakarma] şeklinde ifade edilir.
Âyetin orijinalindeki تضرّعاً[tezarru‘an] ifadesi, ض ر ع[d-r-a] kökünden türemiş “tefe‘ul” babından bir sözcüktür. Kök sözcüğün anlamı “zillet ve tevazu göstermektir.” Tazarru‘an sözcüğü, kalıp ve cümledeki “hal” ögeliği itibariyle “zillet üstüne zillet, zillet üstüne zillet” [alçala, alçala, alçala alçala] demektir.
Âyetin orijinalinde yine و[vav] bağlacıyla cümlede ikinci “hal” konumunda bulunan hufyeten sözcüğü, h-f-v kökünden türemedir ve ezdâd'dandır. Yani, iki zıt anlamı da içeren bir sözcük olup “açıkça göstererek, parıl parıl parlatarak” ve “gizleyerek” demektir.
Bu durumda âyetten her iki mana da anlaşılmalı ve her iki hal ile de bu görev yapılmalıdır.
Yukarıda da zikrettiğimiz, “Rabbinize alçala alçala ve gizlice/açıkça göstererek dua edin (A‘râf/55)” emri, namaz adıyla meşhurlaşan niyaz şeklini ifade etmektedir. Bir kere daha ifade edelim ki, Kur’ân'daki namaz, işte bu âyetle emredilmiştir yani farz kılınmıştır. Ritüelli duanın; namazın kaynağı işte bu ayettir. Daha önce de defalarca zikrettiğimiz üzere “salât” sözcüklerinin malum namaz ile alakası yoktur. Bu ayet bu fakire göre Kur’an’da geçen iki yüz civarındaki dua konu edilen ayetlerin tefsiri konumundadır. O nedenle Kur’an’da namaz, tek bir ayette geçiyor demek yerinde değildir. Kur’an’daki her dua ayeti namazdan bahsetmektedir. Her duamızı da tazarrulu olarak yapmalıyız.
Girişte de açıkladığımız üzere “namaz” sözcüğünün Farsçadaki “eğilerek saygı ile dua etmek” anlamı Arapçada ve Kur’ân'da بالتّضرّع الدّعاء [ed-du‘au bi't-tezarru‘=alçala alçala; sürekli alçalarak yakarma] şeklinde ifade edilir. Nitekim bu ritüelin ana hatları, Rasûlullah'tan bize intikal etmiştir. Ne var ki, bunların bazıları, anlam ve kavram olarak mecrasından çıkarılmıştır.
Âyetten anlaşıldığına göre tazarrulu duada; namazda [Rabbimizin huzurunda dua anında] sürekli bir alçalma sergilenmelidir.
Bu zillet sergilemesi aleni; göstere göstere olacağı gibi gizli de olabilir. Rabbimiz burada “hufyeten” ifadesini kullanmıştır. Bu sözcük Ezdat’tandır; iki zıt anlamı ifade eden sözcüklerdendir. İnfakı emreden ayetlerde (Bakara; 274, Ra’d; 22, İbrahim; 31, Nahl; 75, Fatır; 29) “sirren ve alaniyeten” ve “sirren ve cehren” şeklinde gelerek infakın da hem gizli hem de aşikar yapılabileceğini emir buyurmuştu. Bizim bu ifadelere göre kanaatimiz, farz olan ibadetlerin aşikar, tatavvuların (gönülden yapılan fazla ibadetlerin) ise gizli yapılmasının gerekli olduğudur. Zira farzın riyası olmaz, tatavvuda ise riya şaibesi olabilir.
Tazarru ile duanın nasıl yapılacağını insan düşünmelidir. Bunu Rabbimiz tarif etmemiştir. Namazın nasıl kılınacağını Cebrail Peygambere öğretti cinsinden söylentiler yalan ve yanlıştır. Onun için insan; Rabbine karşı zilleti dua ederken nasıl sergileyebilir? Bunu kendisi iyi düşünüp bulmalıdır. Zaten Rasülüllah da öyle yapmıştır. Bir de geçmişten gelme teamül söz konusu idi. Bizim bunu pratik hayattan algılamamız mümkündür.
İşsiz birinin, iş verecek olana, dertli birinin derdine derman olacak olana, suçlu birinin affedecek olana, borçlu birinin kredi sağlayacak olana karşı yaptığı hazırlıkları bir düşünün. Sonra da biz kiminle buluşacağız, kimin huzuruna çıkacağız bunu düşünelim:
Yer gök bütün evrenin sahibi, bizim, mülkünde yaşadığımız, hep muhtaç olduğumuz, bizi dünyaya gönderen sonra istemesek de Kendisine döndüren, teneffüs ettiğimiz hava, içtiğimiz su, rızık elde ettiğimiz toprak; hepsinin sahibi olan, dünya üzerinde canlı cansız hizmetimize verilmiş tüm varlıkların da asıl sahibi, bizi yaratan, bizi yaşatan, içimiz dahil her şeyimizi gören, bilen ve işiten; Her şeyin sahibi, her isteyene istediğini veren, cennet ve cehennemin sahibi, suçluları affeden, bize yardım edecek olan, bağışı sınırsız, bize merhamet eden, bizi terbiye eden, gerekirse kahreden ve istemesek de huzuruna götürüp hesap soracak olan ALLAH’IN huzuruna çıkacağız. (Burada Rabbimizi Esma-ü Hüsna’daki tüm niteliklerle düşünebilmeliyiz).
Bu düşünüşe İslam’da “ZİKİR; Allah’ın anılması, hatırlanması” denilir. Allah, klasik anlayıştaki “Allah, Allah, Allah, …..” denilerek değil Bakara; 220’deki yol gösterimine göre “Babaların zikredildiği; anıldığı gibi zikredilmelidir; anılmalıdır.” Yani Allah’tan istenen, babadan istermişçesine istenmeli, babaya karşılık ödermişçesine, saygı sunarmışçasına saygı duyulmalı, babanın evlatlar için ne anlama geldiği iyi düşünülmeli, bu baba evlat ilişkisinden hareketle, Allah-kul ilişkisi dikkate alınarak Allah’a niyazda bulunulmalıdır.
Allah’ı zikir, kulu Allah’a dua etmeye; yakarmaya sevk eder. Ve kul, gönlünü Rabbine açar:
Al-i Imran; 190- 195:
Göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, gecenin ve gündüzün art arda gelişinde, elbette, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anan; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde: “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen tüm noksanlıklardan arınıksın. Artık bizi Ateş'in azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen kimi o ateşe girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Şirk koşarak yanlış yapanlar için yardımcılardan da hiç kimse yoktur. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, “Rabbinize inanın!” diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi “iyi adamlar” ile birlikte, geçmişte yaptıklarımızı ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızı bir bir hatırlattır/öldür. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver, kıyâmet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen verdiğin sözden dönmezsin” diye iyiden iyiye düşünen kavrama yetenekleri olanlar için nice alâmetler/göstergeler vardır.
Bunun üzerine Rableri onlara karşılık verdi: “Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun –ki hepiniz aynısınızdır– çalışanın amelini kaybetmem. O nedenle, göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler; elbette onlardan kötülüklerini örteceğim ve Allah katından bir sevap olarak, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Ve Allah, sevabın güzeli Kendi katında olandır.”
Biz de öyle yaptık; Rabbimizi Esma-i Hüsna’da yer alan tüm nitelikleriyle hatırladık bir de kendi durumumuzu ve konumuzu göz önüne getirdik. Bu durumda Rabbimizin karşısında nasıl durulabilir?
Aslında bunu iyi bir psikolog, tiyatrocu, iyi bir dram yönetmeni çok iyi anlatır; koreografisini yapar. Yine de biz, aklımızın erdiği kadarıyla zihin yoralım.
• Saygılı bir şekilde ayakta durarak, boyun bükerek,
• Ta’zim ve tekbir ile [Allah'ı büyükleyerek, Allah'ın her şeyden daha yüce olduğunu
• ifade ederek, övgüler sunarak],
• Bel bükerek,
• Yere kapanarak,
• Huzurda diz çöküp boyun bükerek,
• Yüzü, gözü semaya dikerek. (Dua esnasında “Sema” öteler ötesini temsil eder.
• Bakara; 144, mülk; 16, 17) Kullar, Rabblerinden beklenti halinde iken yüzlerini
• Rabblerine döndürürler:

Kıyamet; 22, 23:
“Yüzler var ki o gün apaydınlıktır; Rablerine nazar edicidirler (göz bebeklerini Rabblerine odaklarlar).”
Ya da mahcubiyetten yere bakarak.
Bunların hepsi; sürekli zillet sergileme şekilleridir. Bunların hepsi bir arada yapılabileceği gibi, içinde bulunulan ortama göre birkaçı da yapılabilir. Nitekim günümüzde kılınan namazın ana unsurları bize Rasûlullah'tan intikal etmiş bulunmaktadır. Ne var ki geçen zaman zarfında, mezhepçiler ve meşrepçiler tarafından eklenen çıngıllar işi aslından uzaklaştırmıştır.
Zaman içerisinde birileri namazla ilgili birtakım şartlar ileri sürerek “Bunlardan biri dahi eksik olsa namaz bâtıl olur. Vâcibler ise, namazın ikinci derecede kuvvetli bölümleridir. Farzları tamam olan bir namazın vâcibleri bulunmasa da namaz sahih sayılır, ancak eksik bir namaz olur. Vâcibleri bilerek terk ederse günah işlemiş olur, ama namaz yine tamamdır” demişlerdir.
Önce bu şartları maddeler halinde sunup sonra da tahlillerini yapacağız:
NAMAZIN ŞARTLARI [BAŞLAMADAN ÖNCEKİ ŞARTLAR]:
• 1) Hadesten [hükmî pislikten] taharet/temizlik.
• 2) Necasetten [hakiki pislikten] taharet.
• 3) Avret sayılan bölgeleri örtmek.
• 4) Namazı kıbleye dönerek kılmak.
• 5) Her namazı kendi vaktinde kılmak.

NAMAZIN RÜKÜNLERİ [BAŞLADIKTAN SONRAKİ ŞARTLAR]:
• 1) Niyet [kılınan namazın hangi namaz olduğunu bilmek].
• 2) Başlangıç tekbiri.
• 3) Farz namazları ayakta kılmak.
• 4) Namazda Kur’ân'dan mutlaka bir parça okumak.
• 5) Rükû [ayakta iken belden eğilmek].
• 6) Secde [alnını yere koymak].
• 7) Son oturuşta “tahiyyât” okuyacak kadar durmak.
Evet, bilindiği, fıkıh ve ilm-i hal kitaplarında yazılı olduğu üzere birileri (bu kimseleri tespit imkanı yok maalesef) tarafından bunlar şart koşulmuş; “Bunların tümü farz olduğu için, bunlarsız farz namaz düşünülemez. Biri dahi eksik olsa namaz bâtıl olur” anlayışı hâkim kılınmıştır.

BU KOŞULLARIN TAHLİLİ

HÜKMÎ PİSLİKTEN [HADESTEN] TAHARET/TEMİZLİK

Bu madde, “hükmî [varsayılan ya da manevî] pislik” olarak açıklanmış ve cünüplük ve abdestsizlik, hayız ve nifas [lohusalık] bu kapsamda sayılmıştır. Birileri tarafından bu durumlarda namaz kılınamayacağı, kılınırsa kabul edilmeyeceği kuralı konulmuştur.

GERÇEK PİSLİKTEN [NECASETTEN] TAHARET/TEMİZLİK
Bu şart ile de, “Namaz kılanın hem vücudu ve elbisesinin, hem de namaz kılacağı yerin temiz olması” kuralı konulmuştur.
Hâlbuki namaz görevini bize yükleyen Allah, Kendisine yakarmak için böyle şartlar koşmamıştır. O, her durumda, pozisyonda bizden Kendisine yakarmamızı istemiştir. Allah’a dua etmek için, bu dua ister sadece gönülden olsun ister tazarrulu dua; zillet sergileyerek hem gönül hem beden ile yapılan dua için üst-başın, el ayağın, bulunulan mekanın temiz olması söz konusu değildir. Mü’min her konumda Rabbine dua edebilir. Bu şartlar Allah ile kulu arasına mesafe koymaktan başka bir işe yaramaz. Başka bir ifade ile kulun duasını sınırlar, her zaman yapamaz hale getirir. Kur’an için abdest şartı getirilerek Müslümanların Kur’an’dan uzaklaştırıldığı gibi.
Yukarıda da naklettiğimiz gibi, görünürdeki temizlik ve ziynet, salât için emredilmiştir. Yani, toplum içine çıkıldığı zaman temiz olunması ve süslenilmesi istenmiştir. Bireysel olarak kılınan namaz için herhangi bir şart yoktur; cemaate katılacak kişilerin ise bedenen ve elbiseleri temiz olmak zorundadır.

AVRET OLAN YERLERİNİ ÖRTMEK
Bu şart ile de, “Namazda kadının yüz, el ve ayakları dışındaki yerlerinden, erkeğin ise göbekle diz kapağı arasındaki bir yerinden, bir organın dörtte-biri kadar açık olması namaza engeldir. Tenin rengini gösteren elbise, hiç giyilmemiş gibidir” kuralı oluşturulmuştur.
Allah, Dua (İster salt dua ister tazarrulu dua olsun) için böyle bir şart da koymamıştır. Rabbimiz, tahrik, taciz ve tecavüz riskine karşı, Nûr; 30-31’de insanların toplum içine çıkacakları zaman, avretlerini örtmelerini, ziynetlerini dışa vurmamalarını; Ahzab; 59’da evlerinin dışında ev içi elbiseyle dolaşmamalarını; sokakta giyilen elbiselerini giymelerini emretmiştir.
O halde, evinde münferit niyazda bulunan kimse için böyle bir şart söz konusu değildir. Bu, yukarıda da değindiğimiz gibi salâtın şartlarındandır. Salât ikâme edilirken, salâtın ikâme edileceği yerlere [musallâ ve mescidlere] çıkılırken mutlaka temiz olunmalı ve ziynet takılmalıdır. Bireysel tazarrulu niyazda bulunurken, basit-sade bir giyim tercih edilmelidir. Zira gösterişli ve değerli elbiseler, kibre sebebiyet verebilir. Örtünme, Allah’a karşı değil, kullara karşıdır. Allah’tan bir şey saklanamaz.

KIBLEYE DÖNMEK
Bu şart ile, namaz kılarken “Ka‘be'ye dönmek zorunlu kılınmış ve Ka‘be'nin etrafında bulunanların kıblesi ise, bizzat Ka‘be'nin kendisi sayılmıştır. Ka‘be'den uzaklarda olup onu göremeyecek olanların kıblesi ise Ka‘be'nin bulunduğu yön kabul edilmiş; ancak Ka‘be'ye tam olarak isabet edememenin bir zarar vermeyeceği” söylenmiştir.
Bu şart da, İslâm'ı yozlaştırma çabasının bir ürünüdür. Yukarıda detaylıca açıkladığımız gibi, kıbleye yönelme, namazda Ka‘be'ye dönmek değildir. Müslümanların siyâsî, iktisadî ve askerî stratejileridir. Bu konu “Salât” bölümünde genişçe açıklanmıştı.
Allah her yönde bizimledir. Allah'a niyazı, belirli bir yöne bağlamak, Kur’ân ile çelişen bir düşünce olup İslâm'a da ihanettir:
Ve doğu-batı [her yön] yalnızca Allah'ındır. Öyleyse her nereye yönelirseniz, artık orası Allah'ın yüzüdür. Şüphesiz Allah, bilgisi ve rahmeti geniş ve sınırsız olandır, en iyi bilendir. (Bakara/ 115)
Kul hangi hal üzerinde ve hangi yön üzerinde ise Rabbine niyazda bulunur, belirli bir yön aramaz. Ne var ki topluca yapılacak tazarrulu duada; cemaatle kılınan namazda kargaşayı önlemek için bir istikamet belirleyerek durumu çözmeleri gerekir.

VAKİT

Bu şartla da namaz, birileri tarafından vakitlere bağlanmış, farz ve nafile diye kısımlara ayrılmış ve vaktinde kılınmayan namazın başka zaman kaza edileceği kuralı getirilmiştir. Klasik görüşe göre namaz vakitleri şöyledir:
“Sabah namazının vakti; ikinci fecir, yani şafağın doğuşundan güneşin doğuşuna kadar olan süredir. Öğlenin vakti; zevâlden, yani gölgenin en kısa olup uzamaya başladığı andan, her şeyin gölgesi, zevâl gölgesi dışında, kendisinin iki misline ulaştığı ana kadardır. İmam A‘zam dışındaki imamlara göre ise, her şeyin gölgesi, zevâl gölgesi dışında, kendisinin bir misli olmasına kadardır. İkindinin vakti; öğle vaktinin bitiminden güneşin batışına kadarki süredir. Akşamın vakti; güneşin batışından, batıdaki kızıllığın ve onun arkasından beliren beyaz şafağın kayboluşuna kadarki süredir. Yatsının ve vitrin vakti; akşam vaktinin bitişinden, ikinci fecire, yani şafağın doğuşuna kadarki süredir.
Vakitler hakkındaki diğer görüşler:

A) MÜSTEHAB VAKİTLER:
Bazı vakitlerde namazı geciktirmek, ya da acele etmek müstehabtır: Meselâ;
1.Sabah namazını, selâmdan sonra abdest alıp Fâtiha dışında 40 âyet okunacak kadar bir zaman kalacak şekilde geciktirmek.
2.Öğleyi, yaz sıcaklarında gün ortası harareti geçinceye kadar ertelemek.
3.İkindiyi, güneşin sararma zamanına kalmayacak kadar geciktirmek.
4.Yatsıyı, gecenin son üçte-birine kadar geciktirmek.
5.Uyanabileceğinden eminse, vitri gecenin sonuna kadar geciktirmek.
6.Kışın, öğleyi acele kılmak.
7.Akşamı, yıldız karışımından önce kılmak.
8.Bulutlu günlerde, ikindi ve yatsı namazlarını acele kılmak.
9.Bulutlu günlerde, ikindi ve yatsının dışındaki namazları geciktirmek müstehabdır. (Bu son iki madde zamanın takvimsiz hesaplanmasına göredir.)

B) MEKRUH YA DA HARAM VAKİTLER:
Namazın kılınmayacağı vakitler:
1.Güneşin doğmaya başlamasından, bir mızrak boyu yükselişine kadar. (Ülkemizde yaklaşık 45 dakika.)
2.Öğleyin güneş tam tepede bulunduğu zaman, (öğleden yaklaşık 15 dakika öncesinden öğle ezanına kadar.)
3.Güneş, sararmaya başladığı andan batıncaya kadar, (yaklaşık 45 dakika). O anda yalnız o günün ikindisinin farzı kılınabilir.
4.Sabah ve ikindi namazlarından sonra tavaf ve nafile namazı kılmak. (Kaza ve cenaze namazı kılınabilir, tilâvet secdesi yapılır.)
5.İkinci fecrin doğuşundan sabahın farzını kılıncaya kadar, sabahın sünnetinden başka nafile namaz kılmak.
6.Akşamın vaktinde, akşamı kılmadan önce nafile kılmak.
7.Hutbe okunurken nafile kılmak.
8.Bayram günü bayram namazından önce namaz kılmak.
9.Arefe ve Müzdelife'den başka bir yerde, bir özürle de olsa iki vakti birleştirerek kılmak.
Bunların ilk üçü haram, geri kalanları mekruhtur.”
Doğrusu, Allah, tazarrulu duayı; namazı bir vakte bağlamamıştır. Kul, dilediği anda ve dilediği sürece duada ve tazarrulu duada bulunabilir, yani namaz kılabilir. Namazların vakte bağlanması, salât ile namazın karıştırılması sebebiyledir. Kur’ân'a göre salâtın vakitleri vardır, namazın vakti yoktur. Rasûlullah, genellikle salâtı ve namazı mescid veya musallâda birlikte icra ediyordu. Sonraki dönemlerde salât uygulamadan kaldırılınca, salât vakitleri, namaz vakitleri olarak ortada kaldı.

NİYYET
Birileri tarafından namazlar; sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı ve vitir namazı; farz, vâcib, sünnet ve nafile namazlar diye kategorilere ayrılmış, ayrıca bir de niyet şartı eklenmiştir. Niyet şu şekilde izah edilmiştir:
“Namazın niyyeti, yapmakta olduğu hareketin namaz kılmak olduğunu ve hangi namazı kılacağını söylemektir. Meselâ, ikindi namazını kılmak için kıbleye dönen bir adam tekbir için ellerini kaldırırken ikindinin, meselâ, sünnetini düşünüp, kendisi için tekbir almakta olduğu bu kılacağı namazın, ikindinin sünneti olduğuna içinden veya diliyle karar vermesidir.”
Dîn, Allah'ın dini olmaktan çıkarılmış, her önüne gelen din ve ibadetlere kendince bir şeyler eklemiştir. Oysaki Allah, açığı ve gizliyi, zihinlerdeki düşünceleri bilir. Bu gibi şartlar, Allah'ı hakkıyla tanımamaktan ileri gelmektedir. Bu şartlar, kulları şekillere esir ederek gerçek duadan uzak tutmaktan başka bir işe yaramaz.

BAŞLANGIÇ [İFTİTAH] TEKBİRİ
Bu şart, İlmihal kitaplarında, “Namaza, Allah'ın yüceliğini bildiren bir kelime ile başlamak, namazın şartlarındandır” şeklinde tarif edilmiştir.
İşin aslı, niyazda bulunacak kişinin, zihinsel olarak tazarruya hazırlanması ve başlamasıdır. Kul, tazarruya, önce kendini psikolojik olarak hazırlamalıdır.
Günlük hayatta insanlar kılık-kıyafetlerini, görüşecekleri kimsenin kimliğine göre seçerler. Görüşülecek kişi sıradan birisiyse, görüntüye pek önem verilmez. Ama önemli biri ise, o zaman özene bezene hazırlık yapılır.
İşsizin işverene, hastanın hekime, suçlunun hâkime, borçlunun alacaklıya karşı tutumunu düşünün, sonra da kimin huzuruna çıkacağınızı düşünün:
O ki, yaratan; yaşatan; söz-fiil ve düşünceleri işiten, gören ve bilen; her isteyene istediğini veren, her şeyin, cennet ve cehennemin sahibi olan, suçluları affeden, yardım edecek olan, bağışı sınırsız olan, acıyan, terbiye eden, kahreden ve huzuruna çıkılacak ve hesap soracak olan Allah'tır.
Hakikatte Allah bize şah damarımızdan yakındır ve her an bizimle beraberdir. Ama lütuf buyurmuş, bizim Kendisine niyazda bulunmamızı istemiş. Öyleyse bu randevu çok önemlidir, çünkü Rabbimizle buluşacak, O'nun tüm sıfatlarıyla tecelli ederek bizi kuşattığını hissedecek, aklımızı-fikrimizi buna odaklayacak, azameti karşısında el pençe divan duracak ve “Allahu ekber (Allah her şeyden büyüktür)” diyeceğiz.

Konsantrasyon nasıl SAĞLANIR?
Burada, psikoloji biliminde de, “Bir ferdin, neyi gözleyeceğine dair bir seçme faaliyeti” olarak tanımlanan “dikkat” konusu ön plana çıkmaktadır. Öyleyse, samimiyet ve tazarru için namazda dikkati dağıtan iç ve dış faktörleri uzaklaştırmak, dikkati celbeden iç ve dış amilleri de oluşturmak gerekir. Şöyle ki:
Önce amaçladığımız şeyi belirlememiz ve onu diğer şeylerden ayırıp ilk sıraya koymamız gerekir. Duaya başlayacağımız zaman diğer iş ve ihtiyaçlarımız geri plana itilmelidir.
Fıtratı gereği insan, duyduğu, gördüğü, dokunduğu, kokladığı ve tattığı her şeye ilgi duyar ve akıl yürütür. Onlarla ilgili olumlu-olumsuz birçok düşünce üretir. Onun için, dua ederken, namaz kılarken, bir şey duymamalı, dikkat çekici bir şey görmemelidir. Namaz kıldığı yer sakin ve sade olmalıdır. Özellikle önünde ve namaz kıldığı yerin zemininde renkli, motifli, desenli halılar, seccadeler, duvarlarda yazılar, süslemeler, kilise çanı gibi dan dan vuran saatler bulunmamalıdır. Namaz kıldığı yer bir sanat galerisi niteliğinde olmamalıdır. Sakin bir yerde olup değişik seslerden, gürültü ve patırtıdan uzak durmalıdır.
Müslümanlar evlerinin bir noktasını namaz için tahsis etmeli, bu mekânda sık sık değişiklik yapmamalıdır. Zira insan her gördüğü yeni şey için de fikir yürütür, namaz kılarken zihni Allah'tan başka şeylere yönelir. Dolayısıyla dikkati dağılır, hudû ve tazarruu bozulur. Oysa alıştığı ve âşina olduğu eski şeyler dikkatini fazla dağıtmaz.
Toplu, cemaat halinde namaz kılmaya gayret etmelidir. Birlik ve beraberlik içindeki hazırlık da hudu’ ve huşu’ oluşmasına yardım edecektir. Safta durmak insanın psikolojisini etkiler. Zira namaz safında, insanlar arasındaki zenginlik-fakirlik, şahlık-gedalık, âlimlik-câhillik, gençlik-ihtiyarlık, dil, ırk, makam ve mevki farkları yok olur. Kral ile hizmetçi, beyaz ile zenci vs. omuz omuza durur. Bunlar da hudû ve tazarrua neden olur.
Namaz kılınacağı zaman zihinsel birçok düşünce altında kalınacağı, onların da hudû ve tazarruyu bozacağı dikkate alınmalıdır. Bu bilince sahip olanlar, hazırlıklı olduklarından kolay kolay dikkatleri dağılmaz.
Dikkatin dağılmamasını temin eden bir yol da şudur: Namazda okunan her kelimenin anlamı düşünülmeli, sözcükler yavaş okunmalı ve sözcük ile anlamı aynı anda düşünülmelidir. Bir kelimenin anlamı zihinde canlanmadan diğer sözcüğe geçilmemelidir.
Namaz kılarken Rasûlullah Efendimizin de önerdiği gibi göz yere kapanılan yere odaklanmalıdır. Çünkü duyular bir yere yoğunlaştığı zaman diğer duyular zayıflar dış âlemden etkilenmez.
“Kıraat” bahsinde açıkladığımız gibi namazda sadece dua yapılmalıdır. Mümkünse Kur’an’daki dua içerikli ayetler duaya uyarlanmalıdır. Dua ederken ayet okumak özellikle de kıssa âyetlerinde zihin târihin derinliklerine, ahkâm âyetlerinde de sosyolojik düşüncelere dalar; namaz, dua ve niyaz olma esprisini kaybeder, târih ve sosyoloji dersine dönüşür.
En önemlisi de, biz Allah'ı görmüyorsak da O şüphesiz bizi görüyor. Öyleyse O'nu görüyormuş ve önünde dururmuş uzcasına namaz kılmalı, dua etmeliyiz.
Gerektiğinde bir psikologdan destek almalıyız. Bu hususu ciddiye alıp sorun haline getirmeliyiz. Zira bu, basit takıntı ve saplantılardan daha önemlidir.
Bu içtenliğin temini şüphesiz zordur, ama mümkündür. Sadece devamlılık ve çaba ister. Allah yardımcımız olsun!
Zihnimizi gıllıgıştan arındırıp kendimizi hazırlayınca:
ALLAHU EKBER!
Allah her şeyden büyüktür!
Bu noktada bilinçli olmak gerekir. Allah nelerden, hangi şeylerden büyüktür?
Allah;
Sahte ilâhlardan, yapay tanrılardan,
Maldan, mülkten, çıkardan, tutkudan, paradan, puldan, kadından, kızdan, çocuktan, aşktan . . . daha büyüktür.
Namazın başlangıcında içtenlikle bu ilan yapılırken, hareketlerle de bu desteklenir. “Allahu ekber” derken eller baş hizasına kaldırılarak Allah'ın dışındaki her şey elin tersiyle arkaya atılır.
Kulun Rabbine niyaza bu şekilde başlaması, niyazının bilinçli, samimi olması ve Allah tarafından karşılık alınabilmesi için önemli bir adımdır.
Kul Allah'ı büyükle dikten sonra, Rabbine karşı bir nevi selâmlamaya geçer:
Sübhanekellahümme ve bihamdike ve tebarekesmüke ve teâlâ ceddüke ve lâ ilâhe gayrüke [Allahım! Seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. Ve Seni hamdinle tesbîh ederim. Ve Senin adın mübarektir. Ve Senin şanın çok yücedir. Ve Senden başka ilâh diye bir şey yoktur].
Bu metin, çok güzel bir metin olmasına rağmen olmazsa olmaz bir kural değildir. Bu, Rabbimizi ululamak açısından bu aciz kula ait bir görüştür. Herkes Rabbini kendi kavrayışına göre ta’zim ve tekbir edebilir ve aslında öyle de olmalıdır. Bunlar kurallaştırılamaz.

AYAKTA DURMAK
Bu şart İlmihal kitaplarına, “Bir özrü olmayan mükellefin farz ve vâcib olan namazları ayakta kılması da farzdır. Nafile namazları ise ayakta kılmak şart değildir, oturarak da kılabilir, ancak sevabı daha az olur” şeklinde girmiştir.
Tazarrulu duada; namazda kıyam [ayakta durmak], tazarru [Allah huzurunda sürekli alçalma] kapsamında ele alınmalıdır. Kul yüce huzurda kral huzurunda uşak gibi olmalı, emre hazır bir asker gibi “hazır ol” duruşuna geçmelidir.
Namazdaki bu kıyam, yalnızca bir şekil değildir. Kul, Allah'ın huzuruna tam bir teslimiyet, derin bir alçak gönüllülük, bir saygı anlayışıyla çıkar, çıkmalıdır. Yeryüzünde nice insanlar kibirle başlarını yukarı kaldırır, büyüklük taslarlar, namaz kılan kimse ise başını Allah'ın önünde eğer, sakin ve vakarlı bir şekilde O'nun önünde dikilir. Bu kıyam, Allah'ın dışında her şeyin bir tarafa atıldığı bir buluşmanın başlangıcıdır. Müslüman sadece ibadet için Allah'ın huzurunda ayakta dikilir.
Bunun bir diğer adı da “kunut”tur. Kunut, namazın önemli özelliklerindendir. Kunut, “itaat, saygı ve sakinlik” anlamlarını ifade eder. Bu anlamıyla kunut, “Allah'a karşı saygıdan dolayı alçak gönüllü olarak uzun süre ayakta durmak ve O'na yakarmak” tır.
Bu pozisyonda neler yapılmalıdır?

KUR’ÂN OKUMAK [KIRAAT]
İlmihal kitaplarında, “Farz namazların ilk iki rekâtlarında Kur’ân-ı Kerîm'den bir parça okumak da farzdır. Dolayısı ile bu farzın yerine gelmesine yetecek kadar Kur’ân âyetini ezbere bilmek de farz olmuş olur. Bu farz, Kur’ân'ın neresinden olursa olsun, üç kısa âyet okumakla yerine gelmiş olur” şeklinde yer alır.
Bu anlayışa, “…O hâlde Kur’ân'dan kolay geleni öğrenin-öğretin! Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın fazlından bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O hâlde ondan kolay geleni öğrenin-öğretin! … (Müzzemmil/20) âyeti kanıt olarak ileri sürülür.
Oysaki bu âyetin namaz ile alakası yoktur. Bu âyette, mü’minlerin Kur’ân çalışmaları, dinlerini Kur’ân'dan öğrenmeleri istenmektedir
Konumuz, din dersi olmadığından, namaz süresince Kur’ân âyetleri okunmayıp, gönülden niyazda bulunulmalıdır. Kur’ân'daki dua içerikli âyetler, dua formatına uyarlanarak namazda kendi niyazımız olarak Rabbimize arz edebiliriz. Örneğin;
Felâk ve Nas Sûreleri, başındaki “De ki” ifadeleri kaldırılarak; “Yarattığın şeylerin kötülüğünden ve çöktüğü zaman karanlığın kötülüğünden ve düğümlere tükürüp üfleyenlerin/sözleşmelere uymayanların kötülüğünden ve kıskandığı zaman kıskananın kötülüğünden çatlamaların Rabbine; sıkıntıları ortadan kaldıran Allah'a sığınırım. Gözükmeyen varlıklardan, bilinen varlıklardan; hepsinden, insanların akıllarında kötülük fısıldayan sinsi düşmanın kötü fısıltılarının kötülüğünden, insanların ilâhına, insanların hükümdarına ve insanların Rabbine sığınırım.” şeklinde söylenebilir.
Fıkıh bilginleri, Rasülüllah’ın her namaz kıldırışında “Fâtiha Suresi” diye adlandırılan yedi ayeti okumasından dolayı namazda Fâtiha Sûresi'nin okunmasının, farz ya da vâcib olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bununla birlikte, namazda Fâtiha'nın tek başına okunması yeterli görülmemiştir. Buna, kısa bir sûre daha ilave etmenin lüzumu ileri sürülmüştür.
Mushaf'ın son sûreleri olan Fil, Kureyş, Mâûn, Kevser, Kâfirûn, Nasr, Tebbet, İhlas ve Muavvezeteyn sûrelerine, “Namaz sûreleri” adını vermişlerdir. Müslümanlar mektep ve medreselerinde çoluk-çocuklarına bu adla öğretir, ezberletirler. Oysaki bu adlandırma yanlıştır; Kitap ve sünnette dayanağı yoktur.
Namazın dindeki hakiki anlam ve uygulamasını izaha çalıştığımız için kıraat konusunu da Kur’ân açısından ele almamız gerekir:

NAMAZDA NELER OKUNMALIDIR?
Bu sorunun cevabı, yapacağımız ibadetin adında, yani namaz/niyaz sözcüğünün içinde mevcuttur. Namaz'ın anlamı, “sürekli alçalarak Allah'a yakarış” olduğuna göre, namazda Rabbimize hitabımız, yakarışımız, kulluğumuzu arz edişimiz dua ve niyaz ölçüleri içerisinde olmak durumundadır.
Dua ve niyazda, tüm gönlümüz, dilimiz ve bedenimiz ile yakarıştayız. O zaman kıssa anlatan veya hukuki hükümlerden, savaştan, savaş hükümlerinden ya da hayız-nifas ve cinsel ilişkiden bahseden âyetler, bulunduğumuz konuma uygun düşmez. Bu durumda namaz, dua ve niyaz olma esprisini kaybeder, târih, hukuk ve sosyoloji dersine dönüşür, dikkat dağılır, samimiyet ve yoğunlaşma kalmaz.
Bu konulara ait ayetlerin okunacağı ortamlar ve zamanlar başkadır.
Rasûlullah'ın mescit ve musallalarda okuduğu Kur’ân âyetleri, namaz kapsamında olmayıp salât kapsamındadır ve toplumu eğitip aydınlatmaya yöneliktir. Salat, namazla karıştırıldığı için “Rasulullah’ın Kur’an ayetlerini namazda okuduğu” şeklindeki kabulleniş yaygınlaşmıştır.

EĞİLMEK
Geleneksel kabul de bu şart, “Rükû, eğilmek demektir. Namazların her rekâtında en az eller dizlere ulaşacak kadar eğilmek farzdır. Rükû, mükemmel şekliyle baş ile göğüs yere paralel oluncaya kadar eğilmekle olur. Yalnız bu, erkek içindir. Kadın ise sadece elleri dizlerine ulaşacak kadar eğilir” diye açıklanır.
Aslında Kur’ânda geçen “rükû”, sözcüğünün namazdaki eğilmek ile alakası yoktur. Namazdaki eğilme, normal duayı, namaz şekline sokan tazarru ifadesinin bir başka aşamasıdır. İnsanoğlu zaman zaman sapıtmış, putlara, ceberut yöneticilere, tağutlara ya da çıkar sağlamak için birilerine boyun eğmiş, bel bükmüştür. Kısacası Allah'ın astlarının önünde eğilmiştir. Hâlbuki akıllı insan, sadece Allah'ın karşısında bunu yapar ki bu, Allah'ı büyük tanımanın bir göstergesidir.
Namazda eğilmek, saygı ve alçak gönüllülüğü yansıtır. Mü’min kulun Rabbine hürmetinin, O'nun karşısında küçülüşünün bir ifadesi ve aşamasıdır. Saygısından dolayı Rabbinin önünde eğilerek iki büklüm olur, böylece O'nun büyüklüğünü kabul eder. Allah'tan başka hiç kimsenin, hiçbir makam ve çıkarın önünde eğilmek mü’mine yakışmaz. Çünkü böylesine bir hürmet, ancak Allah'a yapılır. İnsanın böylesine küçülmesi, acizleşmesi ancak Allah'a karşı olabilir. Allah’ın huzurunda böyle eğilmek, şüphesiz ki mü’minler için son derece önemli bir iman borcu olup mü’min olmanın nişanesidir.
Namaz kılan mü’min, kıyamda Allah'a hamd ettikten sonra, Allah'tan dilediği şeyleri ister, niyazda bulunur. Sonra, Allah sanki kendisine, “Hep istek olmaz. Biraz da içini-dışına vur. Bir evvelki namazından bu ana kadarki sürede yaptıklarını göz önüne getir hesap ver” der. Kul, olan-biteni, yaptıklarını bir bir düşünür. Bunca nimet ve lütfa karşı yaptığı nankörlükler gelir aklına. Mahcup olur, utanır. Huzurda durmaya bunca nimetleri verenin yüzüne bakmaya yüzü olmaz ve beli bükülür.
Hemen, tekbir: Allahu Ekber [Allahım! Sen her şeyden .. . büyüksün]
Beli bükükken de niyazını sürdürür. Terk edilmemeyi, yardım edilmeyi diler, Sübhane rabbiye'l-azîm [her türlü noksanlıktan münezzeh Rabbim Sen çok büyüksün] der.
Peygamberimizin bu konumda çeşitli dualar yaptığı nakledilir. Bunların hemen tamamı Allah'ı ululamak, O'nun azametini dile getirmeye yönelik ifadelerdir ki biz bunu bugün, Sübhane rabbiye'l-azîm [her türlü noksanlıktan münezzeh Rabbim Sen çok büyüksün] diyerek ifade ediyoruz. Bu tesbîhi kaç kez söyleyeceğimize gelince, içinde bulunduğumuz halet-i ruhiyeye göre bu değişebilir; 3, 5, 500, 5.000. . Bu, sevdiğimiz, hayran olduğumuz bir kimseyle ne kadar süreyle kalmak istediğimize bağlıdır.
Ayrıca bu konumda iken de Rabbimize her türlü duayı yapabiliriz; her ne isteyeceksek isteyebiliriz.
Kul belini bükmüş halde bu halet-i ruhiye içerisinde iken sanki Allah, “Kalk, başını kaldır, karşımda dik dur!” der.
Kul başını kaldırır ve şöyle der: Semiallahu limen hamideh [Allah, Kendine hamd eden kuluna kulak verir/dikkate alır/onun isteklerini kabul eder].
Fakat kul, Allah'ın istediği gibi yaşamadığından, öyle bir Rabb’e yaraşır bir kul olamadığından daha da çok utanır. Ayakta duramaz. Bu defa yüz üstü düşer, yere kapanır: Allahu Ekber!

YERE KAPANMA

Klasik anlayışta bu şart şöyle açıklanmıştır: “Namazın ana bölümlerinden biri de secdedir. Secde, Allah'ı ululayarak alnı yere koymaktır. Bu kadarı farzdır. Alınla beraber burnun da yere değmesi, ellerin de yere konması vâcibdir, yani secdenin tam ve mükemmel olması için gereklidir. Secde edilen yerin temiz ve katı olması gerekir; pamuk, kar, saman gibi yumuşak olup yerin sertliğini duyurmayan şeyler üzerine secde yapılmaz. Ayrıca secde yeri, ayakların basıldığı yerden yarım zira'dan [20- 30 cm.'den] yüksek olmamalıdır.”
Secde, “Kişinin bilinçli olarak bir başkasına –kendisinden daha güçlü olduğunu kabul ederek– teslim olması, boyun eğmesi, onun otoritesi dışına çıkmaması” demektir. Kur’an’da geçen “secde” ifadelerinin namazdaki yere kapanma ile ilgisi yoktur.
Namazda yere kapanılması, tazarrunun; Allah’a karşı zillet gösteriminin bir başka aşamasıdır. Allah'ı tazim ve O'na itaat etmenin en iyi göstergesidir. Bu durum aslında bir sürüngen gibi yere yamanarak ve baş semaya dikilerek yapılır. Bu günkü secde adıyla yapılan bir takım özellikler ile yapılan davranış, Allah’a karşı tazarru sunuşu tam olarak ifade etmemektedir.
Allah'tan başkasının önünde kesinlikle yere kapanılmaz. Allah'tan başkasının huzurunda yere kapananlar, önünde yere kapandıkları varlığı tanrı edinmiş olurlar. Birinin karşısında yere kapanan kişi, ona karşı sınırsız bir saygı duyuyor, onu en yüce olarak tanıyor ve ona derin sevgi duyuyor demektir. Çünkü yere kapanma, insanın kendisini en aşağı, en küçük, en güçsüz gördüğü bir hiçlik halidir.
Tarihte birçok zorba, insanları kendilerine ya da makamlarına karşı yere kapanmaya zorlamış; onların kendilerine teslimiyetlerinden ve boyun büküşlerinden zevk almışlardır.
Allah'a samimiyetle inananlar, Allah'ın dışında hiçbir varlığın, makamın, çıkarın, gücün önünde boyun eğmez ve yere kapanmazlar. Başlarını dik tutarlar, haysiyet ve şereflerini koruyup, zorbalar karşısında onurlarını rencide etmezler. Allah'ın karşısında yere kapanmayanlar ise kibirli, burnu havada olan kimselerdir. Onlar Allah'a karşı yere kapanmayı gururlarına yediremezler, ama çıkarın, makamın ve zorba yönetimin önünde eğilirler; küçücük bir menfeat için süklüm-püklüm olurlar.
Yere kapanma ameliyesinin toprağa yapılması daha anlamlıdır. Çünkü toprakla insanın birleşmesi tazarru ve tevazuun, hiçliğin en güzel göstergesidir. İnsan, toprak misali kendini Rabbinin karşısında küçültürse, en büyük makama: Allah'a yakınlaşır.
Yere kapanmış halde iken kul, Sübhane Rabbiye'l-a‘lâ [Ey, her türlü noksanlıktan münezzeh Rabbim! Sen yüceler yücesisin, Sen, en yüce olansın] der.
Secdenin süresi ve bu konumda iken yapılacak niyazların miktarı kişinin takdirine kalmıştır.

SON OTURUŞ
Bu şart da İlmihal kitaplarında, “Kıldığı namaza göre son rekâtın bitiminde tahiyyât okuyacak kadar oturmak da farzdır. Tahiyyâtı okumak ise vâcibdir” şeklinde zikredilir.
Hâlbuki Kur’ân'da, namazda oturmayı ve tahiyyât okumayı emreden bir âyet yoktur.
Kul yere kapanıştan sonra oturur, bir müddet de oturarak, boynunu bükerek bu pozisyonda da Rabbine niyazda bulunur. Bu da Allah'ın huzurunda sürekli alçalmanın bir başka şeklidir. Bu niyazında da arzu ettiği yakarışı yapar, Allah'tan dilediğini ister.
Son oturuş ile ilgili olarak klasik kabullerde konulan kuralların tahlili:

TEŞEHHÜD/TAHİYYAT

Teşehhüd, sözlükte “şehadet getirmek” demektir. Bundan maksat, Kelime-i Şehadet denilen, Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasûluhu cümlesini söylemektir.
Terim olarak ise, namaz kılarken ‘ka’de’ denilen oturmada, içerisinde Kelime-i Şehadet'in de bulunduğu et-Tahıyyatu lillahi ve's-salâvâtu ve't-tayyibatu. . cümlelerini okumaktır.
Biz, klasik kabullerdeki içerisinde Kelime-i Şehâdet bulunan, et-Tahiyyâtu lillahi ve's-salâvâtu. . diye devam eden sözcüklerin tahlili üzerinde duracağız.
Önce tahiyyât'ın metnini aktaralım:
et-Tahıyyâtu lillahi ve's-salevâtu ve't-tayyibâtu es-selâmu aleyke eyyühe'n-nebiyyü ve rahmetullâhi ve berakâtuhu es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasuluh.
Türkçesi:
Tahiyyât [dil ile yapılan karşılama övgüleri], salâvât [yapılan maddî ve manevî destekler] ve tayyibât [temiz mallar ile yapılan kulluklar] Allah içindir. Ey Peygamber! Selâm, Allah'ın rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun. Selâm, bizim ve Allah'ın sâlih kulları üzerine olsun. Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilâh/tanrı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın rasûlüdür.
Yukarıda, genel olarak dua'nın ne olup ne olmadığını, Allah'tan başkasına dua edilemeyeceğini, namazın da Allah'ın huzurunda sürekli alçalarak niyazda bulunmak olduğunu ve namazda iken muhatabın sadece Allah olduğunu ve olması gerektiğini açıklamıştık.
İşin gerçeği ve olması lazım geleni bu olmasına rağmen, tahiyyât metninde de görüldüğü üzere Müslümanlar, es-selâmü aleyke eyyühe'n-nebiyyi [sana selâm olsun ey Peygamber] diye namazda Peygamber'i de muhatap almakta ve ona da seslenmektedirler.
Arapça bilenimiz de bilmeyenimiz de namaz kılarken ağzından çıkanı kulağı duymuyor; ne dediğini ne okuduğunu bilmiyor.
Bugünkü kitaplarda yer alan Tahiyyât metni, İbn Mes‘ûd kanalıyla rivâyet edilenidir. Daha başka rivâyetler de vardır. Ama hepsinde de es-Selâmü aleyke. . [Selâm sana ey peygamber. .] ibaresi mevcuttur.
Bu ravilerin, konuya tevhid ve namazın esprisi açısından bakmadıkları anlaşılıyor.
Bir de ‘et-Tahiyyatü’ metnine daha bir kutsallık verenler var. Onların yazdığı senaryoya göre güya bu, Mirac'ta Allah ile Muhammed arasında geçen diyalogmuş. Şöyle ki:
Hz. Muhammed Allah'ın karşısına varınca selâm verir:
-- et-Tahıyyâtü lillahi vesalâvâtü ve't-tayyibâtü.
Allah da Hz. Muhammed'e karşılık verir:
-- es-Selâmü aleyke eyyühe'n-nebiyyü ve rahmetüllahi ve berekâtuhu.
Hz. Muhammed sadece kendisinin esenlikte olmasına pek râzı olmayarak şöyle der:
-- es-Selâmü aleynâ ve alâ ibâdillahi's-sâlihîn.
Bu manzarayı izleyen Cebrâîl ve melekler de şöyle derler:
Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasûluhu.
İlk dönemde hiçbir kaynakta ciddi bir nakil olmamasına rağmen daha sonraları, –başta tarikatlar tarafından olmak üzere– malumat adı altında dilden dile dolaşan yakıştırmalar üretilmiş, bu yakıştırmalar son dönemdeki belirli eserlerde de yer almıştır. Örneğin: Said Nûrsî, Şualar, 6. Şua; Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi; İsmâîl Hakkı Bursevî, Ruhu'l-Beyan, c. 5, s. 121.
Yapılan hatalar, sadece namazdaki tahiyyâtla sınırlı değildir. Cum‘a günleri öğleyin, kandil gecelerinde yatsı vakitleri ve cenazelerde minarelerden okunan salâda da aynı hatalar yapılmakta; es-Salâtü ve's-selâmü aleyke yâ rasûlallah [salât ve selâm senin üzerine olun ey Allah'ın Elçisi] diye seslenilmektedir. Asırlar evvel dünyadan irtihal etmiş olan Peygamber'e, sağmış ve yanımızda hazırmış gibi seslenilmektedir. Böylece Peygamberimize, beşer üstü bir sıfat yakıştırılmaktadır ki bu da şirke sürükler. Salâda da salât ve selâmı, tahiyyâttaki gibi gaybî olarak ifade etmek gerekir. Meselâ, es-Salâtü ves-selâmü alâ rasûlillah veya Allahümme salli ve sellim alâ muhahammed veya Eyyühe'l-mü’minûn sallû ve sellimû alâ Muhammed gibi.
Gelelim asıl konuya:
Kulun Rabbine karşı gösterdiği zillet halinin son aşaması, Oturarak da niyazda bulunmasıdır. Bu konumda iken de kul istediği gibi, gönlünden geçenleri Rabbine arz edebilir.
Geçmişte Müslümanlar bu konumda Salli ve Barik duaları diye meşhurlaşan ifadeler ile niyazda bulunmuşlardı.
Bu dualar, genellikle salavâtı şerife adıyla bilinir. Salavât kavramı da maalesef yozlaştırılmış, dini mecrasından çıkarılmış bir kavramdır. “Salavât”, “destek olmak, yardım etmek”, “Teslim” de “güvenlik sağlamak” demektir. Salli, barik dualarında da:
“Allahümme salli ve sellim alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed. Kemâ salleyte ve sellemte alâ İbrahim ve alâ âl-i İbrahim. İnneke hamidün mecidün.”
“Ey Allahım!
Muhammed’e ve çevresindekilere yardım et, destek ol. Onların güvenliklerini sağla! Tıpkı İbrahim ve yakınlarına destek olduğun, yardım ettiğin ve güvenliklerini sağladığın gibi. Şüphesiz sen, Hamîd ve Mecîd’sin.”
Görüldüğü üzere, Yüce Rabbimizden namazlardaki son istek, kendileri için bir istek değil, dini yayan peygambere ve onun yardımcılarına destek, yardım ve onların güvenliklerinin sağlanması. Dinin yücelmesi ve yayılması.
Rasulullah ve yakınları bugün aramızda yoklar ve muvazzaf değiller. Onlar için yardım, destek istemenin bir anlamı yok. Öyleyse onların görevini yürütenler için edelim son duamızı.
Mesela:
“Allahümme salli ve sellim alâ evliyâke ve ensârik. ve alellezîne yücâhidüne fî sebîlik. Kemâ salleyte ve sellemte alâ muhammedin ve alâ âl-i muhammed.Ve kemâ salleyte ve sellemte alâ ibrâhîm ve alâ âl-i ibrâhîm. İnneke hamîdün mecîd.”
“Ey Allahım!
Yakınlarına, yardımcılarına (Dinin yayılması için gayret eden muttakilere) ve senin yolunda çırpınanlara/çaba harcayanlara yardım et, destek ol, onların güvenliğini sağla. Tıpkı Muhammed ve yakınlarına, İbrahim ve yakınlarına yardım ettiğin, destek olduğun ve güvenliklerini sağladığın gibi. Şüphesiz sen Hamid’sin, Mecid’sin.”

İsterseniz kişisel isteklerimizi de dile getirelim: Dertliysek deva, hastaysak şifa, borçluysak eda dileyelim.
İsterseniz Kur’ân uyumlu olarak:
“Rabbena âtina fiddünya haseneten ve fi-l âhireti haseneten. Ve gınâ azâbennâr. Rabbenağfirli ve livâlideyye ve lilmüminine yevme yegûmül hısâb! Bi rahmetike yâ erhamerrahımîn.”
“Ey yüce Rabbimiz!
Bize dünyada iyilik - güzellik ver. Ahirette de iyilik - güzellik ver! Ve bizi ateş azabından koru!
Ey Rabbimiz! Beni, anamı-babamı ve tüm müminleri, hesaba kalkılan gün bağışla! Sonsuz rahmetinle ey Merhametliler Merhametlisi!”
İsterseniz de başka isteklerde bulunalım. Sınır, sınırlama kesinlikle yok.
Rabbimiz yardımcı olsun.
Ayrılış, veda anındaki niyazımız:
Artık ayrılacağız. Başlarken, Rabbimize karşı, tespih ve tahmid etmiştik. Yani “Sübhanekellehümme ... ve Elhamdülillahi rabbil Alemin...” demiştik. Şimdi de ayrılış hitabı yapıyoruz:

“Ettehıyyatü lillahi,
Vessalavâtü,
Vettayyibat.

“Dil ile yapılan kulluklar,
Beden ile yapılan kulluklar,
Mal ile yapılan kulluklar Allah içindir.”

Not: Bilinen “Ettehıyyatü ....” veda sözcüklerini bu kadarla; yukarıda verdiğimiz kadarıyla bitirilmelidir. Ve Arapçasının anlamını bilmeyenler, Türkçe olarak bilinçli ve samimi olarak söylemelidir.
Tazarrulu duamızı bir kez daha yapalım. Buluşma şimdilik burada bitti. Artık işimize gücümüze bakalım, rabbimizin lütfettiği nimetlerin peşine düşelim. Ve aşkla, şevkle diğer başka niyaza hazır olalım.
Kul, tüm zillet aşamalarında yüzünü, gözünü semaya yöneltmelidir. Büyüklerin huzurunda, gözün büyüğün dışında bir yerlere yönelmesi, ciddiyetsizliğin, samimiyetsizliğin, lakaytlığın göstergesidir.

NAMAZ KAÇ REKÂT OLMALIDIR?

Kur’ân'da namazın kaç rekât olduğu yer almaz. Bunu, niyazda bulunan kişiler, psikolojik durumlarına göre yaparlar. Namaz; zillet göstererek yapılacak yakarışlar, tekbirden oturuşa uzun süreli olabileceği gibi, şekilciliğe düşmemek şartıyla kısa süreli de olabilir. Burada önemli olan yoğunlaşmanın bozulmadan yapılacağı süredir.
Ayrıca bu niyazda, konu ettiğimiz aşamaların hepsini yapmak da gerekmez. İmkân ölçüsünde ortama göre birkaçı yapıldığı zaman da tazarru yerine gelmiş olur.
Kur’an’ın mesanilik (ikişerlilik, katmerlilik) özelliği ve Rasülüllah’tan tevatüren bize ulaşan uygulamalar dikkate alındığında Rabbimize karşı tazarrulu duayı ikilemek en iyi yoldur. Eğer bunu rekat adıyla ifade edeceksek her tazarrulu duanın; namazın en az iki rekat olması çok makul olur. Bundan sonrası Tatavvu; gönülden, zorunlu olmadan yapılanlardır. Nitekim Rasülüllah toplu kıldırdığı namazların iki rekat göstere göstere, açık açık sesle yapmış ikiden sonrasını (akşamın bir rekat, yatsının iki rekatı)ise gizlice yapmıştır. Zira farzın riyası olmaz, nafilede ise riya söz konusudur. Buradan Rasülüllah’ın da namazları ikişer rekat kıldığı ve kıldırdığı açıkça anlaşılır. Öğle ikindi ise Kur’an’a göre salat vakti olmadığından bu vakitler yapılan ve sabah, akşam ve yatsıda sünnet adıyla yapılan tazarrulu dua; kılınan namaz tatavvu olduğundan sessiz uygulanır.
Rasülüllah toplu namazı genellikle salat vakitlerinde ve salatın icrasından önce yapmıştır.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere dua; hudû [eğilmek, bükülmek, küçülmek ve tam teslim olup itaat etmek, sözü yumuşatmak, kibar, tatlı söylemek; tevazu göstermek] ile namaz da tazarru [sürekli alçalma] ile yapılmalıdır. Bunlar, en önemli özelliklerdir. Hûdû ve tazarru, şekilciliğin bilince ermesidir.
Namazın mahiyeti ve nasıl kılınacağı, hudû ve tazarru yönünden bilinmediğinden, namaz kılanların sayısı azalmıştır. Profesyonel namaz kılanlar ve imamlar türemiştir. Ruhsuz kılınması sebebiyle namaz anlamsız hareketlere dönüşmüş, kılanların da namazı niçin kıldıkları tartışılır ve merak edilir olmuştur.

NAMAZIN CEMAATLE KILINMASI:

Yukarıda “cemaat” kavramını ve İslâm'daki yerini açıklamıştık. Müslümanların cemaat olmalarının en güzel örneklerinden biri topluca namaz kılmalarıdır. Cemaatle namaz, İslâm cemaati olmanın temeli olup cemaat olma bilincini kazandırır. Toplu uygulamalarda, insanlar, düşüncelerini Allah'a doğru yükselterek adale ve uzuvlarını dinlendirme, zihinlerinin gerginliğini giderme, fikirlerini billurlaştırma ve medeniyetin ezici bir yük haline getirdiği çetin hayata tahammül kuvvetini kazanma imkânını bulabilmektedir.
Cemaat düzeni, bir eşitlik ve kardeşlik düzenidir. İslâm toplumunda soylular, seçkinler sınıfı yoktur; hiç kimse diğerinden üstün değildir.
Mescidde toplanan Müslümanlar, Kur’ân'ı en iyi okuma, dini en iyi şekilde yaşama, takva, yaş gibi özellikleri göz önüne alarak aralarında, en uygun olan kişiyi “namaz imamı” olarak seçer ve onun arkasında saf tutarlar. İmamın işaretleriyle (bir nevi komut ki tekbir ile yapılır) tazarru aşamalarını gerçekleştirirler.
Cemaatle namazdaki imaj, Müslümanların oluşturması gereken toplum düzenine bir işarettir. Seçtikleri imam bile onlardan biridir. Sadece görevi gereği diğerlerinden bir adım önde durmaktadır.

NAMAZIN BOZULMASI

İlmihal kitaplarında, “Namazı bozan şeyler” başlığı altında yüze yakın davranışın namazı bozduğu yer alır. Bunların tümü, özünden uzaklaştırılıp sırf şekle hasredilen namaza ait şeylerdir. İlmihalciler, namaz kılanları, sürekli düşme korkusu taşıyan ip üstündeki cambaza dönüştürmüşlerdir. Namaza duran kişi, “namazım ha bozuldu ha bozulacak” derken aklında ne Allah kalır, ne niyaz kalır ne de yoğunlaşma kalır.
Kur’ân'daki namaz ise ya icra edilir, ya icra edilmez; icra edildiği zaman da kesinlikle bozulmaz. Çünkü İslâm'daki namazın bozulacak bir yapısı yoktur.

KAZA NAMAZI
Kazanın tarifi
Kaza, “herhangi bir mazeret dolayısıyla vaktinde yapılamayan ibadetin, vakti çıktıktan sonra başka bir vakitte yapılması”dır.
Peki, vaktinde kılınmayan namazın kazası olur mu? Diğer bir ifadeyle; geçmişte kılınmamış namazlar kaza edilir mi? İşte bu konuda Müslümanlar, İslâm'ın tasvip etmediği yanlış inanç ve uygulamalar içindedirler. Toplumdaki bu yanlışın dinimizdeki doğru şeklini, ana kaynağımız Kur’ân ve onu en iyi anlayıp uygulayan Rasûlullah'ı dikkate alarak açıklayacağız.
Geçmişte kılınmamış namazların kazasına dair Kur’ân'da bir âyet olmadığı gibi, buna bir işaret de söz konusu değildir.
Kanaatimiz odur ki, bizim bu konuda sunacağımız görüş, hem din bilginlerince ortaya konulmuş görüşlerin bir hâsılası, hem de en doğrusudur.
Konuyla ilgili teknik açıklamalara geçmeden önce, kaza namazı kılacak bir Müslüman portresi çizmekte fayda vardır: Anadan doğma Müslüman, ekserisi hacı-hoca çocuğu, sağlıklı, genç, dinamik, aklı başında, vakti bol, ama kırkına kadar namaz kılmamış, belki bayramdan bayrama veya Cum‘adan Cum‘aya kılmış. Şimdi geçmişte kılmadıklarını kılıyor.
Yukarıda verdiğimiz kaza tarifinde, “bir mazeret nedeniyle” ifadesi yer almaktaydı. Ne var ki, Kur’ân'daki âyetlere ve Peygamber'in bu âyetleri uygulamasına dikkat edilirse, akıl nimetinden yoksun olma hali; delilik, bunaklık, uyku dışında namaz kılmamaya herhangi bir mazeret veya ruhsat olmadığını görürüz. Aklı başında olan, kulluk bilinci bulunan mü’min, her zaman, her yer ve ortamda duasını ve tazarrulu duasını yapabilir. Netice itibariyle, hiçbir şey duaya ve namazı kılmaya engel değildir. Diğer bir deyişle, namaz kılmama hususunda; iş-güç, alış-veriş, işçilik-patronluk, yolculuk, esirlik, askerlik, savaş, hastalık, hayız, nifas, dermansızlık, ihtiyarlık, mal-mülk, çoluk-çocuk, yersizlik-yurtsuzluk, kirlilik vs. mazeret sayılamaz; mükellefiyeti düşüren sebepler [uyku, unutmak, bayılmak, bunamak, delirmek] olmadan, hiç kimse namazı terk edemez.
Zikri geçen bilinçsizlik halleri ortadan kalktığında kişi, namaz kılmakla mükellef olur. Yapılmamış, yapılamamış görevlerin akıbeti Allah'a bırakılır. Kula düşen kusurları için Allah’tan bağışlanma dilemektir.
Kılınmamış namazları, Allah'a ödenmemiş bir borç kabul edip sonra da topluca kılıverip, ‘ben namazlarımı kaza ettim, namaz borcum yok’ gibi ödeşme mantığı, namazın farz oluş gayesine ve esprisine de aykırıdır.
Bu açıklamalarımız yanlış anlaşılmamalı ve başka mecralara çekilmemelidir. İnsan çetele tutmadan, Allah'ın rızasını kazanmak ve O'nu memnun etmek için (borç alış-verişi, ödeşme düşünmeden) bol bol dua etmeli, namaz kılmalıdır. Namazsız geçen dönemleri için de Allah'a çokça istiğfarda bulunmalıdır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyibilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

galipyetkin
27. October 2011, 02:01 PM
Sayın Dostum, dost1.

Size bu şekilde hitap ile başlamam, burada yazacaklarımı bir dostun lafları olarak algılamanız içindir.

Hani bir firmayı telefonla ararsınız da karşınıza monoton veya güzel bir ton ile bir bayan sesi çıkar da; ''falan için 1'e....,filan için 2'ye......,fişmekan için 3'e......basın'' der ya, işte tıpkı onun gibi gibisiniz:
''...............şuraya bakar mısınız.'' (tıklayın)
''...............sorunuzun cevabı şurada'' (tıklayın)

Sayın Halil Ay.
Hangi sene idi hatırlayamıyorum. İsteğim üzerine Sayın Hakkı Yılmaz ancak o güne kadar basılabilmiş olan ilki yeşil ikincisi mavi renkli İşte Kur'an adlı eserinin ilk iki cildini bana göndermişti. Bilgisayarda yer aldığından ve devamını da kendisi bana göndermediğinden yüzsüzlük edip gerisini istemedim.
Bilgisayarımdaki pencerelerden başta geleni de ''İşte Kur'an Sitesi''. Dabbet-ül arz'ı, Mele-i Âla'yı, Sultan'ı, Cinn'i, Kadir gecesini ....v.s.'yi oradan öğrendik.
Bu site bize el kitabı görevi görmekte. Bu site olmasaydı ''eskilerin orucu'' İşaya Peygamberin orucunu öğrenemezdik, oruçla Bakara-177. ayeti birleştiremezdik.
Bir şeye takıldığımızda oraya da baş vurmaktayız. Çünkü Arapça'ya vakıf değiliz.
*******************

''Üç soru'' yazımda gene ''buraya bakar mısınız''la beni gene üç sayfa evvel bir arkadaşı gönderdiğiniz yere ışınladınız.

Birinci sorum Maide-95'te sizin verdiğiniz mealde ''siz dokunulmaz iken(hac görevini sürdürürken)'' ifedesindeki ''dokunulmaz''lık nedir?; dayanağı nedir? Acaba sırf haccı kastetmek dahi insanları dokunulmaz-kutsal mı yapıyor? Bir paye mi veriyor? idi.
Araştırma yapmamı istediğiniz yerde dayanağı bulamadım. Denen şu idi: ''Literatüre göre...''

Orada birbirini tamamlayan 2 ve 3. sorularıma da cevap olacak bir şeye rastlamadım.

Bunun için bir zamanlar sizin de yazdığınız bir siteden bir alıntı yapayım (İstenirse alıntının kaynağını açıklayabilirim) belki -Yanlış; veya -Doğru; dersiniz.
**************

İşte alıntı:

''Herşeyin hakkını tastamam bildiren rabbimiz acaba hayvanların hakkının gözetilmesini unutmuş olabilir mi ? Haşa

Maide 95- Ey iman edenler, ihramlı iken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, yaptığı işin vebalini tatması için, öldürdüğü hayvanın dengi ona cezadır ki, Kâbe'ye ulaşacak bir kurban olmak üzere buna yine içinizden iki adaletli kişi hükmeder; yahut (ceza olmak üzere) bir keffarettir ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim de bu suçu tekrarlarsa, Allah ondan intikamını alır. Allah daima gâliptir, intikam sahibidir.

Bu ayetin tercümesi aşağı yukarı bütün meallerde böyledir.Ayeti bu şekilde okuyan ne anlar.Hacda avlanmak yasak olduğunu deği mi?

Bir önceki ayete bakalım

94- Ey iman edenler! Allah sizi ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avla dener ki, gizlide kendisinden korkanları meydana çıkarsın. Kim bundan sonra saldırıda bulunursa onun için acı bir azab vardır.

Mekke'de ne elinizle ne de mızrağınızla ele geçirecek bir hayvan bulamazsınız. Konunun hacla bir ilgisi yok. Konu tamamen av hayvanlarına getirilen kısıtlamalardan yani belli zamanlarda av yasağından bahsediyor.

Çünkü bir sonraki ayette yine avla ilgili

96 - Size ve yolculara yiyecek olmak üzere, deniz avı ve onu yemek helal kılındı. Kara avı ise, ihramlı olduğunuz müddetçe size haram edilmiştir. Huzurunda toplanacağınız Allah'tan korkun

Bu ayette yine çarpıtma yapılmış ve dikkatler sanki hac esnasında avlanılamıyacağına/av yasağına çekilmiş. Çünkü ihram kelimesini okuyanlar o bildiğimiz hacda giyinilen peştemal zannetsin diye kullanmışlar.

Aslında doğrusu şu şekilde olmalıdır:

96 - Size ve yolculara yiyecek olmak üzere, deniz avı ve onu yemek helal kılındı. Kara avı ise, yasaklandığı müddetçe size haram edilmiştir. Huzurunda toplanacağınız Allah'tan korkun

Maide 95 de geçen ''kabe'' bildiğimiz Mekke'deki bina mı? Alakası yok. Allah kalkacak da iki tane putperest müşrikin kendi putları için inşaa ettikleri kara yapıya mı muhtaç olacak da kendi dinine dayanak yapacak. Yok öyle bir şey . Kur'an'da ya ''mescidi haram'' ya da ''beyti harem'' diye geçen de hiç bir zaman o putu ifade etmez.

İbrahim 37- "Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bir kısmını namazı(salatı) dosdoğru kılmaları için(İkâme etmeleri için), senin Beyt-i Haram'ının (beytikel muharrem) yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmını onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerle rızıklandır ki şükretsinler.

Bakara 144- Doğrusu, biz, yüzünün semaya yöneldiğini, orada şekilden şekile geçerek, aranıp durduğunu görüyorduk. Artık seni hoşnut olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Haydi bakalım, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olanlar da kesinlikle bilirler ki, Rabb'lerinden gelen o emir haktır. Ve Allah, onların yaptıklarından ve yapmakta olduklarından gafil değildir.

Peki öyleyse maide 95 teki kabe nedir ?

Maide 6 - Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve, iki bileğe (ka'beyn)kadar da ayaklarınızı mesh edin. Eğer cünup iseniz temizlenin. Hasta iseniz, yahut yolculukta iseniz, yahut biriniz abdest bozmaktan gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız, su da bulamamışsanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin. Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla mesh edin. Allah size bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye de üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor.

Peki öyleyse maide 95 de verilmek istenen mesaj nedir.

Bu ayette en dikkat çekici nokta ise şu cümledir.

''Ve entum hurumun''; sizin yasak kıldığınız.

Allah Teala burada insanlara verilen haram kılma yetkisinden bahsediyor.

Haydaa! Peygamberin bile haram kılma yetkisi yok, insanların nasıl olur şeklinde itiraz edeceğinizi duyar gibi oluyorum. Durun durun acele etmeyin

Kardeşler, teşri anlamda yani evrensel asla değiştirilemez haramları ne peygamberin nede hiç bir kimsenin koyma yetkisi yoktur. Ancak idari anlamda, velayet sahibi olan herkesin, Allahın haram kıldıklarına ters olmamak şartıyla haram kılma (yasaklama) yetkisi verdır.

Eğer bu anlamda bir yasaklama yetkisini insanların elinden alırsak, dünyada ne düzen kalır ne de intizam.Düşünsenize bir kere sizler çocuklarınızın menfaati için yavrucuğum şu saatten sonra dışarıda kalma şu şu işleri yapma diye yasaklamalar getirmiyor musunuz? Dolayısıyla çocuklara bu şeklide düzenlemeler getirirken müşrik mi oluyoruz?

Herkes kafasının estiği gibi davranmaya kalkarsa bu işin sonu nereye varır.Trafik kurallarını ( yasaklarını) nereye koyacağız. Onlar da insanların koyduğu haramlar değil mi? Allah'tan başka kimse yasak koyamaz mantığıyla hareket edersek, ve herkes canı istediği gibi araba kullanmaya kalkarsa üstelik, bir de sarhoş sarhoş, ortalık kan gölüne dönmez mi.?

Trafik kuralları olduğu halde, her gün onlarca kaza oluyor, insanların canı ve malı heder olup gidiyor. Yaptıkları suçları Allah'a fatura etmeye çalışan sapık kaderciler gibi ''ne yapalım kader böyleymiş'' mi diyeceğiz? Hele bir de hiç olmadığını düşünün.

Bu forumun bile kendine göre kuralları var. Olması da gerekli ve gayet normal.

Dolayısıyla peygamberin de bu anlamda haram kıldığı bazı şeyler olmuştur. Çünkü o aynı zamanda müminlerin hem devlet başkanı hem de savaş komutanı idi.

Mesela Hayber savaşında peygamberimizin eşek etlerini haram kıldığı rivayet edilir Düşünsenize bir kere.Ortam savaş durumu. O dönemde ise eşekler taşımacılıkta kullanılıyor Eğer ordu eşekleri yemeye kalksa o kadar yükü kim taşıyacak. Bundan dolayı da peygamber sırf savaş şartlarının gereği olarak geçici bir dönem için eşeklerin yenilmesini yasaklamış olabilir. Gayet de mantıklı. Yoksa peygamberimiz eşek etlerini ilelebet haram kılmış değildir.

Buraya kadar hiç bir sorun yok. Sorun peygamberin o dönem için yaptığı bu geçici yasaklamayı evrensel kılıp günümüze taşımak. Sapıklık bundan sonra başlıyor.

Dönelim konumuza

Geçenlerde bir arkadaş söyledi av hayvanlardan anlayan uzmanlar hayvanların yaşını ayak bileklerinden (kabeyn) tesbit ederlermiş.

Maide 94- Ey iman edenler! Allah sizi ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avla dener ki, gizlide kendisinden korkanları meydana çıkarsın. Kim bundan sonra saldırıda bulunursa onun için acı bir azab vardır.

Öyle av yapacağım diye rastgele hayvanlara saldırmak yok

Maide 95- Ey iman edenler, haram kıldığınız (dönemlerde) iken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, içinizden adaletli iki kişi hükmederek (bilir kişi raporu)bileği (ka'beti) ölçü alınarak öldürdüğü hayvanın dengi ona cezadır ; yahut bir keffarettir ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim de bu suçu tekrarlarsa, Allah ondan intikamını alır. Allah damia gâliptir, intikam sahibidir.

Maide 96 - Size ve yolculara yiyecek olmak üzere, deniz avı ve onu yemek helal kılındı. Kara avı ise, haram kıldığınız müddetçe (av yasağı süresince) yasaktır. Huzurunda toplanacağınız Allah'tan korkun.

İster istemez değinmek istiyorum. Şu Almanlar farkında olmadan tam kuranı yaşayan insanlar yaw. Burda değil kara hayvanını, balığı bile avcı kursundan aldığınız ehliyetiniz olmadan tutamıyorsunuz. Nesli tükenmeye giden hayvanların avlanması ise temelli yasak.
Hatta balık avlama ruhsatınız olsa bile öyle her cins balığı da avlayamıyorsunuz.

Geçende av ruhsatı olan bir Alman arkadaş anlattı.
Bir gün yine Rhein nehrine balığa gitmiş, oltasını atmış bir müddet sonra bir kaç tane balık gelmiş. Aksilik bu değilmi bir tanesi de avlanması yasak olan cinsten. Hemen oradaki bir sivil polis bunu yanına gelerek ''bu cins için ruhsatın varmı?'' deyince, O da yok demiş.

Polis de ''Ee, peki bu oltadaki balık ne?'' diye sorunca.

O da; ''istemeyerek oldu'' demiş

Polis; ''Derhal dikkatlice oltadan al ve yine derhal nehre bırak yoksa cezai işlem yapacağım'' deyince bizim Almanın dediğine göre eli ayağı korkudan birbirine karışmış, balığı oltadan kurtarıp tekrar nehre atıncaya kadar''.
***************

Sayın Halil Ay-dost1.
Cevap alamadığım sorularımı tekrarlasam ne dersiniz?

Site Arkadaşlarım.
Sizler ne dersiniz.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

ates demir
27. October 2011, 03:55 PM
Sayın Yetkin
Öncelikle Maide 95 deki
"Maide 95- Ey iman edenler, haram kıldığınız (dönemlerde) iken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, içinizden adaletli iki kişi hükmederek (bilir kişi raporu)bileği (kabeyn) ölçü alınarak öldürdüğü hayvanın dengi ona cezadır ; yahut bir keffarettir ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim de bu suçu tekrarlarsa, Allah ondan intikamını alır. Allah damia gâliptir, intikam sahibidir."
çeviriye aynen katılıyorum. Yalnız düşündürücü birşeyler söylemek istiyorum:

Şûra 40: Bir kötülüğün cezası ona benzeyen bir kötülüktür.
Nahl 126: Ceza verecekseniz size yapılana benzer bir ceza verin. hükümleri gereğince diyelimki yasakken hayvan öldürdünüz. Cezalarınız neler?
1. bileği ölçü alınarak öldürdüğü hayvanın dengi: Öldürdüğü hayvanın yaşına kilosuna uygun bir hayvanı satın alıp otoriteye vereceksiniz. Kabul
2.ya o nisbette fakirleri doyurmak: Bu satın alacağınız hayvanın parasını hayvanı satın almadan fakire fukaraya vereceksiniz. Sorun yok.
3.yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ama bir dakika ben aç ve susuz kalarak otoriteye veya miskine nasıl bir ödeme yapabilirim ki?
Şûra 40: Bir kötülüğün cezası ona benzeyen bir kötülüktür.
Nahl 126: Ceza verecekseniz size yapılana benzer bir ceza verin.
Benim aç ve susuz kalmamın fakiri doyurmakla ilgisi ne?
İlgi şurada
Bakara 184 : Eyyâmen ma’dûdât(ma’dûdâtin), fe men kâne minkum marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar(uhara) ve alellezîne yutîkûnehu fidyetun taâmu miskîn(miskînin), fe men tatavvaa hayran fe huve hayrun leh(lehu), ve en tesûmû hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
Diyanet Vakfı çeviri: Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakiri doyuracak fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

Yutikunehu yu güç yetiremeyenler olarak çevirmişler. Oysa başında olumsuzluk edatı da yoktur. Aslında tam tersi güç yetirenler demektir. Yani oruçta sizden istenen şeylerden biri belki de en önemlisi gücü yetenin miskine doyumluk fidyesidir.
İşte bu yönüyle oruç ancak Şûra 40: Bir kötülüğün cezası ona benzeyen bir kötülüktür. ve Nahl 126: Ceza verecekseniz size yapılana benzer bir ceza verin. ya uyacak bir ceza yani karşılık olur.

"Hacc görevini yapanların dokunulmazlığının dayanağı nedir." diye sormuştunuz. Kısaca yazmak gerekirse bence hac tartışmak demek sistemi ve dini ve bu amaçla bir yerden bir yere yolculuk, ve yolculuğunuz olduğu yerin özelliği bir konferans, bir toplantı, bir buluşma noktası olmasından. Örneğin ben de iş gereği çeşitli konferanslara katılıyorum. Yılda belli zamanlarda oluyor. Ve işimle ilgili bir tartışma ve yeni verileri ortaya koyma çabası içinde oluyorum. Ancak böyle düşünüldüğünde hac Allah ın sistemini insana ulaştırma gayesi olur. İnsanlar dinleri hakkında bilinçlenir. Bir eğitimden geçerler. Tıpkı bu yazıları okuyanların geçtiği gibi. Kimi kabul eder kimi etmez. Beni ilgilendiren ise bu değildir. Hal böyleyken sistem ve din hakkında fikrini açıklayan biri ateist bile olsa dokunulmazdır. Örn: bir ateist geldi ve sizinle ciddi ciddi münakaşa ediyor. Aslında o da haccediyor ve o da sizin gibi dokunulmaz. Yani fikirlerinden dolayı ona zarar veremezsiniz. Yani düşünceye ceza olmaz. İşte buda kanıtı. Yani bir dokunulmazlık yani bir fikre saygıdır bu. Bu yüzden haccedenler dokunulmaz.

Ve ihram bence asla ve asla hacda giyilen 2 parça donsuz kıyafet değildir.

Sevgiyle

galipyetkin
27. October 2011, 06:40 PM
Sayın Demir.

Teşekkürler. Sizinle aynı fikir ve düşüncede olmayanın kafasını kopartmanın olmadığını, bilakis delillere dayanarak Musa nın firavunla yaptığı gibi bir ikna faaliyeti gerektiğini, Bakara-256 yı gayet güzel anlatmışsınız. Gücü yetme meselesini de.

Ben de özellikle yukarıdaki yazımda Diyanat'in öldürülen hayvan cezası Kurban kesme, öldürülen hayvandan sonra bir hayvan daha ödürme içeren Maide-95. ayetine dikkat çekmek istemiştim.

Her iki yazımı da okursanız esas ağırlık merkezinin "Av yasağı" konusu olduğunu sonraki yani sizin cevapladığınız yazıda da buna ağırlık verildiğini de fark edeceksiniz. Ki esas konu bu. Çünkü altında yatan -kurban- meselesidir.

Bu yönde cevabi yazınızda bir açıklama yok. Bu yönde de de bizi aydınlatın lütfen.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

dost1
27. October 2011, 10:15 PM
Selamun Aleykum! Değerli Galip Yetkin Kardeşim!

Konu pek çok soruyu içeriyor.
Şimdilik üç soru.

1-Hacc-31'e göre Allah'tan başka hiçbir şeyin kutsallığı-dokunulmazlığı yok.
Hacc görevini yapanların dokunulmazlığının dayanağı nedir.

Gönderme yaptığınız ayet Hacc 25- 31 pasajının bir ayetidir. İsterseniz öncelikle bu ayet grubuna bakalım:
Ey insanlar!
Şüphesiz Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten, Allah’ın yolundan, insanlar –orada ibâdete kapanan veya dışarıdan gelen eşit olmak üzere– için kılınan Mescid-i Haram’dan [dokunulmazlığı olan ilâhiyat okulundan] alıkoyan kimseler ve orada haksızlıkla yanlış yola sapmak isteyen kimse; Biz ona pek acıklı bir azaptan tattırırız.
Ve hani Biz bir zamanlar, “Sakın Bana hiçbir şeyi ortak koşma; dolaşanlar, orada haksızlığa baş kaldıranlar, Allah’ı birleyenler, boyun eğip teslimiyet gösterenler için evimi tertemiz et, kendilerine ait birtakım menfaatlere tanık olmaları ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerinde, belli günlerde O’nun adını anmaları için insanlar arasında ilâhiyat eğitim-öğretimi verileceğini duyur. Yürüyerek veya yorgun düşmüş binekler üstünde her derin vadiyi aşarak sana gelsinler! Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını yerine getirsinler. Eski evde/özgür evde/Ka‘be’de dolaşsınlar” diye, o evin/Ka‘be’nin yerini, İbrâhîm için hazırlamıştık. –Siz de onlardan yiyin ve zorluk çeken fakiri doyurun.–
İşte böyle! Ve kim Allah’ın dokunulmaz kıldıklarına saygı gösterirse, artık bu, kendisi için Rabbinin katında hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlar size helal kılınmıştır. O hâlde Allah’a yönelmişler olarak, O’na ortak kabul edenler olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Allah’a kim ortak koşarsa artık o kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir.
(103/22, Hac/25-31)
Kur’an’da Allah’ın inananlarına dokunulmaz kıldıkları vardır. Hacc görevi yapanlara da dokunulmaz kılınanlar vardır. Kur’an’da “h-r-m” kök harflerinden türemiş olan değişik kalıblarda olan sözcüklerin geçtiği 68 tane ayet vardır.




2-Diyanetin Maide-95. ayetine bakalım: ''Ey iman edenler, ihramlı bulunurken av öldürmeyin.İçinizden kim onu bilerek öldürürse onu öldürdüğü hayvanın benzeri bir hayvan kurban etmek cezası vardır. Buna kabeye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder.Yahut.........''

Bu ayet bütün değişik sünnetçi-hurafecilerin meallerinde hemen hemen aynıdır.Çünkü birbirlerinden kopya çekerler. Ayeti bu şekilde okuyan ne anlar?
-Hacc'da avlanmanın yasak olduğunu anlar.
Mekke'ye gidenler anlatıyor.Orada her yer dağ, taş. Avlanacak yer ve hayvan mayvan yok!
Yasağın hacc'da uygulandığı nereden anlaşılıyor?.
-Ayette ''İhramlı iken'' ve ''kabeye ulaşacak'' ifadelerinden.İhram hacda örtünülen örtü değil mi?
Şimdi ayeti tekrar okuyalım:''...öldürdüğü hayvanın benzeri bir hayvan KURBAN etmek cezası....''. Evet hayvan öldürenin cezası ne imiş? ''Bir hayvan kurban etmek'' yani öldürülen hayvan yerine birini daha öldürmek. Suçlu kurban edilen hayvan mı ki?
Hayvan öldürme yasakken, sen kalk ikinci bir hayvanı öldür.Olacak iş mi?.

Değerli Kardeşim! Haccı bütün olarak değerlendirmek gerekir. Rabbımız Haccın unsurları belirtmiştir.

1: Bakara; 196-203:

"Ve hac/programlı ilâhiyat eğitimi ve umre'yi/seminer, sempozyum gibi kısa süreli eğitimleri Allah için tamamlayın. Buna rağmen, eğer siz alıkonursanız/ engellenirseniz, o zaman ilâhiyat eğitimi görenlere kolayınıza gelen şeylerle destek olun! Bununla beraber bu ilâhiyat eğitimi görenlere hediye/vereceğiniz destek, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Artık içinizden hasta olana veya başından tıraşa bir rahatsızlığı bulunana oruç veya sadaka yahut da ibadetten bir fidye/karşılık! Artık emin olduğunuz zaman da her kim umrede/kısa süreli eğitimde hacca/programlı ilâhiyat eğitimine kadar kazanç sağladıysa, artık hediyeden/eğitime destekten kolayına geleni! Fakat kim bulamazsa artık üç gün hacda/programlı ilâhiyat eğitimi süresi içinde, yedi de döndüğünüzde oruç tutması! Bu, tam ondur. Bu hüküm, ailesi Mescid-i Harâm'da/dokunulmaz ilâhiyat eğitim merkezinde hazır olmayanlar içindir. Allah'ın koruması altına girin ve şüphesiz Allah'ın cezasının çok şiddetli olduğunu bilin.
Hac/programlı ilâhiyat eğitimi, bilinen aylardır. Artık her kim o aylarda haccı/programlı ilâhiyat eğitimini, başlayıp kendisine farz ederse/mutlaka yapacağım derse, artık hac/programlı ilâhiyat eğitimi süresince kadına yaklaşmak, çirkin söz söylemek, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne işlerseniz de Allah onu bilir. Ve azık edinin. Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı Allah'ın koruması altına girmedir. Ve ey kavrama yetenekleri olanlar! Benim korumam altına girin!
Rabbinizden bir armağan istemenizde hiçbir sakınca yoktur. Artık Arafat'tan/ eğitim birimlerinden ayrılıp akın ettiğinizde, Meş’ar-i Harâm'da/ dokunulmaz bilinçlenme merkezinde hemen Allah'ı anın. Ve O'nu, O'nun size gösterdiği gibi anın. Ve siz bundan önce gerçekten sapıklardan idiniz.
Sonra da Allah'a karşı görevlerinizi gerçekleştirdiğinizde, tıpkı babalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. Ve Allah'ı sayılı günlerde anın. Artık kim iki gün içinde acele ederse ona günah yoktur. Kim de ertelerse ona da günah yoktur. Bu, Allah'ın koruması altına girmiş kimseler içindir. Allah'ın koruması altına girin ve şüphesiz kendinizin O'na toplanacağınızı bilin. Sonra da insanların akıp geldiği yerden siz de akıp gelin ve Allah'tan bağışlanma isteyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. İşte insanlardan bazısı, “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver!” diyen kimselerdir. Onun için de âhirette hak edilmiş bir pay yoktur.
Yine onlardan, “Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik-iyilik ve âhirette de bir güzellik-iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru!” diyenler vardır.
İşte onlar, kendileri için kazandıklarından hak edilmiş bir pay olanlardır. Ve Allah, hesabı çok çabuk görendir.
İnsanlardan kimi de vardır ki, onun basit dünya yaşamı hakkındaki sözü senin hoşuna gider ve o, kalbindekine Allah'ı şâhit tutar. Ve o, düşmanlığı en yaman olanıdır.
O, dönüp gitti mi/yetkilendi mi de yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini/kültürü/kadınları ve nesli değişime/yıkıma uğratmak için çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez.
Ona, “Allah'ın koruması altına gir!” dendiği zaman da büyüklük, güç, kendisini günah işlemeye sürükler. İşte öylesine cehennem yeter. O, ne kötü bir döşektir!
İnsanlardan kimi de vardır ki, Allah'ın rızasına ermek için kendini satar [Allah yolunda malını-mülkünü harcar, canını ortaya koyar]. Ve Allah, kullarına çok şefkatlidir."
(87/2, Bakara/196-198, 200-203, 199, 201-202, 204-207)

Bu ayetlerde haccın, kıble rüknünden sonraki unsurları açıklanmaktadır. 203. ayet, 200. ayetteki Allah’ın zikri konusunun açılımı olduğu için, 203. ayet ile 200. ayetin meali bir bütün olarak, tek paragraf halinde verilmiştir.
Bu ayetlerde haccın ikinci aşaması anlatılmaktadır. Ayetlerden anlaşılacağı üzere hac ve umre görevi sadece Mescid-i Haram’da yapılıp bitirilmemektedir. Bu ibadetin bir de ordugâh safhası söz konusudur. Rabbimizin “Ve Hac ve umreyi Allah için tamamlayın” ifadesi, ikinci aşamanın da yapılmasını emretmektedir.

Umre

Umre, sözcüğü herkesin bildiği “ömür; hayat” sözcüğünün türevlerindendir. Ki bu sözcüğün imar, mimar, tamir, tamirat gibi birçok türevi Türkçeye de geçmiştir. Bu sözcük kalıbı itibariyle “bir kere; kısa süreli ömürleşmek” anlamındadır. İsimleştiği zaman da; “bir kere; kısa süreli ömürleşme” anlamına gelir. Bu isim hali Kur’an’da Bakara/ 196’da iki kez yer almıştır.
Umre sözcüğünü “Kabe”, “Beytullah”, “hac” kavramlarıyla tamlama yaptığımızda, “Kabe’den (Yüksek İlahiyat Okulundan) kısa süreli yararlanma” demek olur ki bu da bir bakıma bir nevi, kurs, konferans, kongre, sempozyum niteliğindeki bir etkinlikle kısa süreli yararlanma, inanç ve amel açısından tekrar gözden geçirilme demektir.

Mealini aşağıda verdiğimiz Bakara/ 158 ayetinin orijinalindeki -bizim “Umre yaptırılırsa” diye çevirdiğimiz- “ أو اعتمرEv i’tamera” sözcüğü kalıp olarak mutavaat (uyum) anlamı içermektedir. Burada konu edilen hac kastıyla değil de bilvesile; biri tarafından “kısa süreli ömürleştirilirse” demektir ki bu da, hac yapanların, yardımcıları, hizmetçileri veya davet ettiği misafirleri gibi kişileri kapsamaktadır.

Hac, bilinen aylarda yapılacaktır.

Hac, bilinen aylardır” buyurarak; haccın ne zaman, hangi aylarda yapılması lazım geldiğinin belirlenmesini ve bunun İslam âlemine duyurulmasını, Müslümanların da bilinen ve bildirilen bu aylarda, tertip tertip askere gider gibi hacca gitmesini istemektedir. Ayette kullanılan “eşhür” sözcüğü çoğul olduğundan hacdaki bir dönem (tertip; eğitim süreci), en az üç ay olmalıdır. Ayetteki “eşhürün malumat” ifadesi nekre bir ifadedir. İslam öncesi kabul tasvip görseydi bu ifade nekre gelmeyip marife gelirdi. Bu demektir ki, Müslümanlar bir “Hac organize komitesi veya Hac Emiri” oluşturacaklar, bu kurum Hacc dönemlerini belirleyerek herkese bildirecek, herkes de ilan edilen dönemlerde gidip Komite’ye veya Emir’e teslim olacaktır. Hac, 26-29’da altını çizip büyük harfle yazdığımız “SANA GELSİNLER!” ifadesi dikkatlerden kaçmamalıdır. Orada kesinlikle başıboş, plansız, programsız dolanılmayacak, komite tarafından belirlenen, planlanan eğitim ve öğretim programı uygulanacaktır.

Hac; 25-31:
Şüphesiz Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örten, Allah'ın yolundan, insanlar –orada ibâdete kapanan veya dışarıdan gelen eşit olmak üzere– için kılınan Mescid-i Haram'dan [dokunulmazlığı olan ilâhiyat okulundan] alıkoyan kimseler ve orada haksızlıkla yanlış yola sapmak isteyen kimse; Biz ona pek acıklı bir azaptan tattırırız.
Ve hani Biz bir zamanlar, “Sakın Bana hiçbir şeyi ortak koşma; dolaşanlar, orada haksızlığa başkaldıranlar, Allah'ı birleyenler, boyun eğip teslimiyet gösterenler için evimi tertemiz et, kendilerine ait birtakım menfaatlere tanık olmaları ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerinde, belli günlerde O'nun adını anmaları için insanlar arasında haccı; ilâhiyat eğitim-öğretimi verileceğini duyur. Yürüyerek veya yorgun düşmüş binekler üstünde her derin vadiyi aşarak sana gelsinler! Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını yerine getirsinler. Eski evde/özgür evde/Kabe'de dolaşsınlar” diye, o evin/Kabe'nin yerini, İbrâhim için hazırlamıştık. –Siz de onlardan yiyin ve zorluk çeken fakiri doyurun.–
İşte böyle! Ve kim Allah'ın dokunulmaz kıldıklarına saygı gösterirse, artık bu, kendisi için Rabbinin katında hayırdır. Size bildirile gelenden başka bütün hayvanlar size helal kılınmıştır. O hâlde Allah'a yönelmişler olarak, O'na ortak kabul edenler olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Allah'a kim ortak koşarsa artık o kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir.

Bakara/ 196. ayetin ikinci kısmında (ayetin ilk ve son cümleleri arasında) detaylı olarak verilen; “Buna rağmen, eğer alıkonursanız, o zaman hediyeden kolayınıza gelen şey! Bununla beraber bu hediye, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Artık içinizden hasta olana veya başından ona (tıraşa) bir rahatsızlığı bulunana oruç veya sadaka yahut da ibadetten bir fidye! Artık emin olduğunuz zaman da her kim umrede hacca kadar kazanç sağladıysa, artık hediyeden kolayına geleni! Fakat kim bulamazsa artık üç gün hacda, yedi de döndüğünüzde oruç tutması! Bu, tam ondur. Bu (hüküm), ailesi Mescid-i Haram’da hazır olmayanlar içindir.” ifadeleri ile, haccın ikinci aşamasını gerçekleştiremeyecek olanların ne yapması gerektiği açıklanmıştır.

Bu ifadelere göre onlar, yani haccın ikinci aşamasına katılmayanlardan ailesi Mescid-i Haram’da bulunmayanlar, yani taşradan gelenler; kendileri oraya gidemeseler de, haccın ikinci kısmına Hedy yollamak ve sivilleşmemek durumundadırlar. Hedy yollamak zorunda olan bir diğer kesim de, haccın ilk aşaması sırasında Mekke’de iken kazanç sağlamış olanlardır.

Hedy, “hac yapanların yiyeceğini karşılamak için Kabe’ye sevk edilen (hediye olarak gönderilen) canlı hayvan” demektir. Genelde deve ve sığır cinsinden büyükbaş hayvanı içerir. Hedy konusunun ayrıntıları, Hac suresinde yer almaktadır:

Hac; 30-38:
İşte böyle! Ve kim Allah'ın dokunulmaz kıldıklarına saygı gösterirse, artık bu, kendisi için Rabbinin katında hayırdır. Size bildirile gelenden başka bütün hayvanlar size helal kılınmıştır. O hâlde Allah'a yönelmişler olarak, O'na ortak kabul edenler olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Allah'a kim ortak koşarsa artık o kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir.
Büyükbaş hayvanları da; Biz onları sizin için Allah'ın varlığının işaretlerinden yaptık. Sizin için onlarda hayır vardır. O nedenle ön ayaklarının biri bağlı hâlde keserken/ saf hâlinde iken üzerlerine Allah'ın adını anın. Sonra yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, ihtiyacını gizleyene ve isteyene de yedirin. Böylece Biz onları kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödeyesiniz diye size boyun eğdirdik.
İşte böyle! Her kim Allah'ın varlığına işaret olan şeylere saygı gösterirse, –ki şüphesiz bu saygı gösterme, kalplerin Allah'ın koruması altına girmesindendir– sizin için onlarda belli bir süreye kadar birtakım yararlar vardır. Sonra, bunların varış yeri; Beyt-i Atik'e/eski eve/özgür eve/Ka‘be'yedir.
Ve Biz, her önderli toplum için, Allah'ın kendilerine hayvanların kusursuzlarından rızık olarak verdikleri üzerine O'nun adını ansınlar diye bir kulluk gösteri yeri/ kulluk biçimi yaptık. İşte, sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır. O nedenle, yalnız O'nun için Müslüman olun. Allah anıldığı vakit kalpleri titreyen, kendilerine isabet edene sabreden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan] ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcayan, Allah'a içtenlikle boyun eğen o kimselere müjdele.
Onların etleri ve kanları kesinlikle Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak, O'na, sizden “Allah'ın koruması altına girme” ulaşır. Size kılavuzluk ettiği üzere Allah'ı büyükleyesiniz diye, o büyükbaş hayvanları, size işte böyle boyun eğdirdi [hiç değişmeden, gelişmeden size boyun eğecek özelliklerde yarattı]. Ve iyilik, güzellik üretenleri müjdele.
Şüphesiz Allah, inanan kimseleri savunur. Şüphesiz Allah, aşırı hâin ve son derece nankörlerin hiçbirini sevmez."

Saçları tıraş etmeme

Hem Bakara/ 196. ayetinin ifadelerinden, hem de Maide suresinin aşağıdaki ayetlerinden anlaşıldığına göre; hacc yapan kimse, başını tıraş etmeyecek, refesten (kötü, çirkin söz, cinsel ilişki), küçük suç-büyük suç işlemek, kavga-düşmanlık gibi davranışlardan uzak duracak ve de avlanmayacaktır.

Maide; 1, 2:
Ey iman etmiş kimseler! Sözleşmeleri yerine getirin. Siz dokunulmaz iken [hac/yüksek ilâhîyat eğitimini sürdürürken] avlanmayı helal görmeksizin, size okunacaklar hariç, dört bacaklı, iki tırnaklı, geviş getiren ve ot yiyen hayvanların kusursuzları/gerdanlıksızları size helal kılındı. Şüphesiz Allah dilediğini hükmeder; dilediği yasayı koyar.
Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın alâmetlerine, haram aya, hedye/hac yapanlara yiyecek yollamaya, hediye etmeye, gerdanlıklarına [hac yapanların/orada yüksek ilâhîyat eğitimi için bulunanların yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretlerine] ve Rablerinden lütuf ve rıza bekleyerek Beytü'l-Haram'a/hac görevi yapmak isteyenlere saygısızlık etmeyin. Dokunulmazlığınız kalktığında/hac göreviniz bittiğinde de avlanın. Sizi Mescid-i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya da sevk etmesin. Ve “iyi adam”lık ve Allah'ın koruması altına girme üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Ve Allah'ın koruması altına girin. Hiç şüphesiz Allah azabı/kovuşturması çok çetin olandır.


Maide; 95, 96:
Ey iman etmiş kimseler! Siz dokunulmaz iken/ hac görevini sürdürürken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, yaptığı işin vebalini tatması için, Ka‘be'ye ulaşacak bir hedy/ yiyecek olarak hediye edilen hayvan olmak üzere öldürdüğü hayvanın benzeri ona ceza olacak, –buna içinizden iki adaletli kişi hükmeder– yahut kefaret olarak miskinleri doyurmak yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim de tekrarlarsa, Allah yakalayıp cezalandırarak adaleti sağlar. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, suçluyu yakalayıp cezalandırarak adaleti sağlama ilkesi sahibidir.
Su avı ve onun yenilmesi, size ve yolculara yarar olmak üzere size helal kılındı. Kara avı ise, siz hac görevi sürdürür olduğunuz müddetçe size haram edilmiştir. Ve Kendisine toplanacağınız Allah'ın koruması altına girin."

İşte bu hükümler literatüre “ihram (yasaklama)” adıyla girmiştir. Ama “ihram” aynı zamanda şekilsel olarak da bir anlam kazanmış, dikişsiz, kefen benzeri bir giysinin de adı olmuştur. Bunun sebebi; hacca niyet etmiş, gelip hacc emirine teslim olmuş, İbrahimî eğitim alan kişilerin; iş, mevki, sosyal sınıf, ırk, cinsiyet, mal, mülk, çoluk çocuk gibi varlıklarını, kısaca bundan önceki hayatlarını geride bırakıp İbrahim peygamberin “Ben Rabbime gidiyorum” dediği gibi, dünyada iken ölümü göze alıp sanki mezara girer gibi buraya gelen kişiler olmaları gerektiğinden ve bu gerekliliği sembolize ettiği düşüncesi ile hacc süresince kefenvari bir giysi giymelerinden dolayıdır.

Ancak, böyle bir giysi Allah tarafından emredilmiş veya önerilmiş değildir. Bu, kulun samimiyetinden doğan duygusal bir davranıştır. Dolayısıyla, Hacc görevi yapanların belirli bir üniforma veya karma giysi giymelerinde bir sakınca yoktur.
Diğer taraftan, kişilerin tıraş olmaları, kendilerine değer vermelerinin bir simgesidir. Oysa, hacc süresince kimliklerin arka plana atılması ve sadece Allah’a kulluk ve hizmet düşünülmesi gerekmektedir. Bu sebeple de kişiler bu süreçte kişisel değerlerini ön plana çıkaramazlar.
Konumuz ihram ayetleri dikkate alındığında kesin hükümler ve ihtiyat hareketleri ile şu ilkeler söz konusu edilebilir:
“Eski kişiliğin hatırlanmaması için; koku sürmeme; makyaj yapmama; süslenmeme; krem kullanmama; lüks, değerli, kişiye gurur veren giysiler giymeme; saç sakal kesmeme; kimseye emir vermeme; hayvanları ve böcekleri bile öldürmeme ve incitmeme; kan akıtmama; bitkileri koparmama; kırmama; doğaya zarar vermeme; avlanmama; silah taşımama; evlenmeme; cinsel ilişkide bulunmama; iffetsiz, tartışmacı, kavgacı olmama.”



3-Ayette ''ihramlı bulunurken'' ifadesi, çevirisi yapılan kelimenin karşılığı mı dır? Çevirisi yapılan ifade ''ve entum hurumun''. Yani ''sizin, kendinizin yasakladığınız'' değil mi? Bu ayetle bizim kendimizin getireceğimiz yasa ''av yasağı'' kuralı değil mi? Bu yasak yaban ve evcil hayvanların hamile kalıp yavruladığı ve yavrularını büyüttüğü aylar değil mi?. İşte ''sizin yasak kıldığınız'' ifadesi hangi mevsimlerde veya aylarda ve yörelere göre, meselâ güney yarım kürede veya değişik mevsim kuşaklarında konacak av yasağını yasalaştırmak değil mi? İhram denilerek sanki hacc ile ilgisi varmış gibi gösterme ve ''nesi'' belasını devam ettirme değil mi?

Ne dersiniz?

Hürmetlerimle
Galip Yetkin.

Değerli Kardeşim! Hürmet bizden de size olsun derken bile aslında kullandığımız hürmet sözcüğü bile sorunuza dayanak olan "haram/dokunulmaz" sözcüğünün farklı bir kalıbıdır. "ihramlı bulunurken" diye yapılan çevirinin bir kelimesi arapça olarak bırakılmıştır. Doğrusu "dokunulmaz iken"(Hacc yüksek ilâhîyat eğitimini sürdürürken)dir. Biz kendimize av yasağı getirmiyoruz. Maide 1,2 de verilen buyrukları hatırlıyoruz. Nesi belası olarak ileri sürdüğünüz konu dokunulmaz kılınan aylarda saldırmak için yapılan bir aldatmaca olayıdır.



Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ates demir
27. October 2011, 10:55 PM
Neshetmek kısaca yok saymak anlamına gelir ki bu açıdan bakıldığında dine zararları çoktur:

Önce hadislerle Kuran ayetleri neshedilir: Zina nın cezası 100 celde iken zinanın cazasının taşlayarak öldürmek yapılması gibi.

Sonra sürekli dönüp duran ve güneş takvimine göre sürekli her yıl 10 gün geri kalan bir takvimle yasaklandığınız ayları haram ayları neshederler, Oysa olay çokta aşikar olan hayvanların üreme mevsimi ile alakalı iken. Koskoca ayetler hayvan haklarından bahsederken onu allayıp pullayıp başka anlamlar yüklemek (örn kabe) güzel bir nesh etme örneği.

Salata Ahzab 43 ve 56 ya rağmen namaz demekte bir nesh örneği. Salatın neshedilmesi bu işte.

Ziynete emrinizdekilere/iş verdiklerinize/tebaa nıza gösterebilirsiniz demesine rağmen ona göğüs veya saç demekte nesh değil mi?

Sayın Yetkin nesh in hangi birinden söz edeyim ki? Amacımız arı duru anlaşılır çelişkisiz Kuran. Amaç yürüyen Kuran olmak.

Bakara 106: Mâ nensah min âyetin ev nunsihâ ne’ti bi hayrin minhâ ev mislihâ e lem ta’lem ennallâhe alâ kulli şey’in kadîrun.
Neshe yetkili olan insan değildir.

Sevgiyle

dost1
27. October 2011, 11:27 PM
Sayın Dostum, dost1.

Size bu şekilde hitap ile başlamam, burada yazacaklarımı bir dostun lafları olarak algılamanız içindir..

Değerli Galip Kardeşim! Allah razı olsun. Bizi dost olarak görerek “dostum” hitabıyla seslenmenizden çok mutluluk duydum. Şahsıma hitaben yazılan tüm yazıları -yazılanları tefekkürle okumadan direk kişiliğe hakarete yönelik yazılar dışında - Hakkın dost dilinden yazıya dökülen dost sözleri olarak algılarım.


Hani bir firmayı telefonla ararsınız da karşınıza monoton veya güzel bir ton ile bir bayan sesi çıkar da; ''falan için 1'e....,filan için 2'ye......,fişmekan için 3'e......basın'' der ya, işte tıpkı onun gibi gibisiniz:
''...............şuraya bakar mısınız.'' (tıklayın)
''...............sorunuzun cevabı şurada'' (tıklayın).



Değerli Galip Kardeşim!
Yazılarımızda az da olsa zaman zaman kullandığımız “Buraya bakar mısınız?” türünden göndermeler konuların ilgili alt başlıklardan okunarak tefekkür ,tezekkür ve tedebbür edilmesi içindir. Lütfen bu tür göndermeleri ilgisizlik ya da duyarsızlık olarak algılamayınız. Sizde bu tür bir algı uyandırmanın hüznünü yaşadığıma inanınız.



Sayın Halil Ay.
Hangi sene idi hatırlayamıyorum. İsteğim üzerine Sayın Hakkı Yılmaz ancak o güne kadar basılabilmiş olan ilki yeşil ikincisi mavi renkli İşte Kur'an adlı eserinin ilk iki cildini bana göndermişti. Bilgisayarda yer aldığından ve devamını da kendisi bana göndermediğinden yüzsüzlük edip gerisini istemedim.
Bilgisayarımdaki pencerelerden başta geleni de ''İşte Kur'an Sitesi''. Dabbet-ül arz'ı, Mele-i Âla'yı, Sultan'ı, Cinn'i, Kadir gecesini ....v.s.'yi oradan öğrendik.
Bu site bize el kitabı görevi görmekte. Bu site olmasaydı ''eskilerin orucu'' İşaya Peygamberin orucunu öğrenemezdik, oruçla Bakara-177. ayeti birleştiremezdik.
Bir şeye takıldığımızda oraya da baş vurmaktayız. Çünkü Arapça'ya vakıf değiliz.


Değerli Galip Kardeşim!
Hakkı Yılmaz Kardeşimin “İŞTE KUR’AN” adı ile yeşil ve mavi olarak baskıları yapılan çalışmalar ortaya çıkan gelişmeler ile yeniden aynı isimle 11 cilt olarak bastırılmıştır. Önceden kayıtlı adreslere ücretsiz olarak gönderilmiştir. Zaman zaman adreslerde çıkan karışıklık nedeniyle bazı kardeşlerimize gönderilme işlemi gerçekleştirilememiştir. Adresinizi ilgili siteye belirtirseniz elde bulunan ciltlerden adresinize gönderilir.




''Üç soru'' yazımda gene ''buraya bakar mısınız''la beni gene üç sayfa evvel bir arkadaşı gönderdiğiniz yere ışınladınız.

Değerli Galip Kardeşim! Daha önce belirttiğim gibi bu durum sadece ilgili konuların ilgili başlıklardan okunarak tefekkür tezekkür ve tedebbüre yönelik olması içindir. Lütfen bunu ilgisizlik ve duyarsızlık olarak algılamayınız.




Birinci sorum Maide-95'te sizin verdiğiniz mealde ''siz dokunulmaz iken(hac görevini sürdürürken)'' ifedesindeki ''dokunulmaz''lık nedir?; dayanağı nedir? Acaba sırf haccı kastetmek dahi insanları dokunulmaz-kutsal mı yapıyor? Bir paye mi veriyor? idi.
Araştırma yapmamı istediğiniz yerde dayanağı bulamadım. Denen şu idi: ''Literatüre göre...''

Orada birbirini tamamlayan 2 ve 3. sorularıma da cevap olacak bir şeye rastlamadım.

Bunun için bir zamanlar sizin de yazdığınız bir siteden bir alıntı yapayım (İstenirse alıntının kaynağını açıklayabilirim) belki -Yanlış; veya -Doğru; dersiniz.
**************

''Herşeyin hakkını tastamam bildiren rabbimiz acaba hayvanların hakkının gözetilmesini unutmuş olabilri mi ? Haşa

Maide 95- Ey iman edenler, ihramlı iken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, yaptığı işin vebalini tatması için, öldürdüğü hayvanın dengi ona cezadır ki, Kâbe'ye ulaşacak bir kurban olmak üzere buna yine içinizden iki adaletli kişi hükmeder; yahut (ceza olmak üzere) bir keffarettir ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim de bu suçu tekrarlarsa, Allah ondan intikamını alır. Allah daima gâliptir, intikam sahibidir.

Bu ayetin tercümesi aşağı yukarı bütün meallerde böyledir.Ayeti bu şekilde okuyan ne anlar.Hacda avlanmak yasak olduğunu deği mi?

Bir önceki ayete bakalım

94- Ey iman edenler! Allah sizi ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avla dener ki, gizlide kendisinden korkanları meydana çıkarsın. Kim bundan sonra saldırıda bulunursa onun için acı bir azab vardır.

Mekke'de ne elinizle ne de mızrağınızla ele geçirecek bir hayvan bulamazsınız. Konunun hacla bir ilgisi yok. Konu tamamen av hayvanlarına getirilen kısıtlamalardan yani belli zamanlarda av yasağından bahsediyor.

Çünkü bir sonraki ayette yine avla ilgili

96 - Size ve yolculara yiyecek olmak üzere, deniz avı ve onu yemek helal kılındı. Kara avı ise, ihramlı olduğunuz müddetçe size haram edilmiştir. Huzurunda toplanacağınız Allah'tan korkun

Bu ayette yine çarpıtma yapılmış ve dikkatler sanki hac esnasında av yasağına çekilmiş. Çünkü ihram kelimesini okuyanlar o bildiğimiz hacda giyinilen peştemal zannetsin diye

Değerli Galip Kardeşim!
Aslında sorduğunuz soruların nedeni:Yüce Allah’ın, insanların kendi iradeleriyle, dünyada mutlu ve barış içinde müreffeh yaşamaları için, İslam dini kapsamında insanlara verdiği görevlerin en önemlilerinden birisi olan Hacc görevinin “salat” görevi gibi yozlaştırılmasından, içinin boşaltılmasından -ki, turizmcilerin ve tüketim ekonomisine yatırım yapanların dışında kimseye yarar sağlamaz bir duruma getirilmiştir.- kaynaklanmaktadır. Ne yazık ki,Müslüman geçinen toplumların bilgi, teknoloji, ekonomi, siyaset açısından ibretlik durumlarının ana nedeni de bu görevlerin yozlaştırılmış olmasıdır.
Hacc konusu aslında bir bütün olarak ele alınmalı ve tüm unsurlarıyla birlikte değerlendirilmelidir. Sorunuza gönderme yaptığınız ayetler Maide 87-102 pasajının/ayet grubunun /necminin ayetleridirler. İsterseniz bu ayet grubunu bütün olarak okuduktan sonra sizin gönderme yaptığınız ayetlere bakalım.

"Ey iman eden kimseler!
Allah’ın size helal kıldığı temiz-nefis-güzel şeyleri haram saymayın. Ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri sevmez.
Ve Allah’ın size verdiği rızıklardan helal ve temiz olarak yiyin ve siz inandığınız Allah’ın koruması altına girin.
Allah sizi, kasıtsız olarak yaptığınız/ağız alışkanlığı yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Fakat kasıtlı yaptığınız/sözleşmeler oluşturduğunuz yeminlerinizden sizi sorumlu tutar; onun kefareti, ehlinize yedirdiğinizin en hayırlısından/en iyisinden on miskini yedirmek veya giydirmektir. Veyahut da bir köleyi özgürleştirmektir. Verecek bir şey bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır. Bu, bozduğunuz zaman yeminlerinizin kefaretidir. Ve yeminlerinizi koruyun. İşte Allah, karşılığını ödersiniz diye âyetlerini sizin için böyle açığa koyar.
Ey iman etmiş kişiler!
Hamr [içki/herhangi bir yolla aklı örtmek], kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytan işinden zarar veren şeylerdir. Öyleyse durumunuzu korumanız, kurtulmanız için bu şeytan işinden kaçının.
Gerçekten şeytan, hamr ve kumarda sizin aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi, Allah’ın anılmasından, öğüdünden ve salâttan [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmakdan] alıkoymak ister. Öyleyse sona erdirmiş kişiler/vazgeçmiş kişiler misiniz?
Ve Allah’a itaat edin, Elçi’ye itaat edin ve sakınıp tedbirli olun. Artık eğer uzak durursanız, biliniz ki, Elçimize düşen sadece apaçık tebliğdir.
İnanan ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere, Allah’ın koruması altına girdikleri, inandıkları, düzeltmeye yönelik işler yaptıkları, sonra Allah’ın koruması altına girdikleri, inandıkları ve sonra Allah’ın koruması altına girdikleri ve iyilik-güzellik ürettikleri zaman, tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur. Ve Allah, iyilik-güzellik üretenleri sever.
Ey iman etmiş kimseler!
Kesinlikle Allah, ıssız yerlerde kimin Kendisinden korktuğunu bildirmek için sizi bir şeyle; ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avla sınar. Öyleyse kim bundan sonra sınırı aşarsa artık acıklı azap onun içindir.
“Ey iman etmiş kimseler!
Siz dokunulmaz iken/ hac görevini sürdürürken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, yaptığı işin vebalini tatması için, Ka‘be’ye ulaşacak bir hedy/ yiyecek olarak hediye edilen hayvan olmak üzere öldürdüğü hayvanın benzeri ona ceza olacak, –buna içinizden iki adaletli kişi hükmeder– yahut kefaret olarak miskinleri doyurmak yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim de tekrarlarsa, Allah yakalayıp cezalandırarak adaleti sağlar. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, suçluyu yakalayıp cezalandırarak adaleti sağlama ilkesi sahibidir.
Su avı ve onun yenilmesi, size ve yolculara yarar olmak üzere size helal kılındı. Kara avı ise, siz hac görevi sürdürür olduğunuz müddetçe size haram edilmiştir. Ve Kendisine toplanacağınız Allah’ın koruması altına girin.
Allah, Ka‘be’yi; o Beyt-i Haram’ı, haram ayı, hac yapanlara yiyecek olarak hayvan hediye etmeyi ve gerdanlıkları/hac yapanların yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretleri insanlar için bir ayağa kalkış; silkiniş, kendilerini kurtarış yaptı. Bu, Allah’ın göklerde ve yerde olan her şeyi bildiğini ve Allah’ın her şeyi hakkıyla bilici olduğunu sizin de bilmeniz içindir.
Şüphesiz Allah’ın cezasının çok şiddetli olduğunu ve şüphesiz Allah’ın çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğunu bilin.
Elçi’ye düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, açığa vurduğunuz şeyleri ve gizlediğiniz şeyleri bilir.
Ey elçi/ Kur’an ile uyarı görevinde bulunanlar!

Deyin ki: “Her ne kadar pisliğin [kötünün, kötülüğün, kötü şeylerin] çokluğu hoşunuza gitse de, pis olan şeyle temiz olan şey bir olmaz.” Öyleyse, ey kavrama yetenekleri olanlar! Kurtulmanız için Allah’ın koruması altına girin.
Ey iman etmiş kimseler! Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek olan şeylerden sormayın/ istemeyin. Eğer onlardan Kur’ân indirilirken sorarsanız/ isterseniz de size açıklanır. Allah, onlardan geçmiştir, onları bağışlamıştır. Ve Allah, çok bağışlayan ve çok yumuşak davranandır.
Şüphesiz sizden önce gelen bir toplum bunları sormuştu/istemişti, sonra da onlar Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini kabul etmeyen kimseler oldular.” (112/5, Mâide/87-102)


Şimdi sizin verdiğiniz iki ayete bakalım. Bu iki ayet İslam literatürüne sizin de belirttiğiniz gibi “ihram” adı ile girmiştir.

Maide; 95, 96:
“Ey iman etmiş kimseler! Siz dokunulmaz iken/ hac görevini sürdürürken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, yaptığı işin vebalini tatması için, Ka‘be'ye ulaşacak bir hedy/ yiyecek olarak hediye edilen hayvan olmak üzere öldürdüğü hayvanın benzeri ona ceza olacak, –buna içinizden iki adaletli kişi hükmeder– yahut kefaret olarak miskinleri doyurmak yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim de tekrarlarsa, Allah yakalayıp cezalandırarak adaleti sağlar. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, suçluyu yakalayıp cezalandırarak adaleti sağlama ilkesi sahibidir.
Su avı ve onun yenilmesi, size ve yolculara yarar olmak üzere size helal kılındı. Kara avı ise, siz hac görevi sürdürür olduğunuz müddetçe size haram edilmiştir. Ve Kendisine toplanacağınız Allah'ın koruması altına girin.”

İşte bu hükümler literatüre “ihram (yasaklama)” adıyla girmiştir. Ama “ihram” aynı zamanda sizin de belirttiğiniz gibi şekilsel olarak da bir anlam kazanmış, dikişsiz, kefen benzeri bir giysinin de adı olmuştur. Bunun sebebi; hacca niyet etmiş, gelip hacc emirine teslim olmuş, İbrahimî eğitim alan kişilerin; iş, mevki, sosyal sınıf, ırk, cinsiyet, mal, mülk, çoluk çocuk gibi varlıklarını, kısaca bundan önceki hayatlarını geride bırakıp İbrahim peygamberin “Ben Rabbime gidiyorum” dediği gibi, dünyada iken ölümü göze alıp sanki mezara girer gibi buraya gelen kişiler olmaları gerektiğinden ve bu gerekliliği sembolize ettiği düşüncesi ile hacc süresince kefenvari bir giysi giymelerinden dolayıdır.
Ancak, böyle bir giysi Allah tarafından emredilmiş veya önerilmiş değildir. Bu, kulun samimiyetinden doğan duygusal bir davranıştır. Dolayısıyla, Hacc görevi yapanların belirli bir üniforma veya karma giysi giymelerinde bir sakınca yoktur.
Diğer taraftan, kişilerin tıraş olmaları, kendilerine değer vermelerinin bir simgesidir. Oysa, hacc süresince kimliklerin arka plana atılması ve sadece Allah’a kulluk ve hizmet düşünülmesi gerekmektedir. Bu sebeple de kişiler bu süreçte kişisel değerlerini ön plana çıkaramazlar.

Konumuz olan ihram ayetleri dikkate alındığında kesin hükümler ve ihtiyat hareketleri ile şu ilkeler söz konusu edilebilir:

“Eski kişiliğin hatırlanmaması için; koku sürmeme; makyaj yapmama; süslenmeme; krem kullanmama; lüks, değerli, kişiye gurur veren giysiler giymeme; saç sakal kesmeme; kimseye emir vermeme; hayvanları ve böcekleri bile öldürmeme ve incitmeme; kan akıtmama; bitkileri koparmama; kırmama; doğaya zarar vermeme; avlanmama; silah taşımama; evlenmeme; cinsel ilişkide bulunmama; iffetsiz, tartışmacı, kavgacı olmama.”




Aslında doğrusu şu şekilde olmalıdır:

96 - Size ve yolculara yiyecek olmak üzere, deniz avı ve onu yemek helal kılındı. Kara avı ise, yasak kıldığınız müddetçe size haram edilmiştir. Huzurunda toplanacağınız Allah'tan korkun

Değerli Kardeşim! Bu ayetin orijinali
“Uhılle leküm saydül bahri ve taamühu metaan leküm ve lisseyyareti, ve hurrime aleyküm saydül berri ma dümtüm huruma* vettekullahelleziy ileyHi tuhşerun” şeklindedir. “yasak kıldığınız” şeklinde bir ifade sözkonusu değildir. Dokunulmaz ve yasak anlamlarındaki “h-r-m kökünden türeyen “hurrime” kalıbı 3/50 ve 24/3 de de geçer ve ”yasaklanmış/dokunulmazlaşmış “ anlamındadır.




Maide 95 de geçen ''kabe'' bildiğimiz Mekke'deki bina mı? Alakası yok. Kur'an'da ya ''mescidi haram'' ya da ''beyti harem'' diye geçer.
İbrahim 37- "Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bir kısmını namazı dosdoğru kılmaları için, senin Beyt-i Haram'ının (beytikel muharrem) yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmını onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerle rızıklandır ki şükretsinler.

Bakara 144- Doğrusu, biz, yüzünün semaya yöneldiğini, orada şekilden şekile geçerek, aranıp durduğunu görüyorduk. Artık seni hoşnud olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Haydi bakalım, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olanlar da kesinlikle bilirler ki, Rabblerinden gelen o emir haktır. Ve Allah, onların yaptıklarından ve yapmakta olduklarından gafil değildir.





Bunun ne olduğuna hep birlikte bakalım. Değerli Kardeşim! Kur’an’da emredilen Haccı anlamak için bütün olarak değerlendirmek gerekir.

“Hacc” sözcüğü; “kastetmek” demektir. Meselâ, “ حجّ الينا فلانhacce ileyna fülanün (Filan kişi bizi kastederek bize ayak bastı; geldi)” denilir. (Lisanü’l Arab, c. 2, s. 326, 327, hcc mad)
Zebidi ise bu anlama ilâve olarak; “ حجّhac, ayak basmaktır, kanıtla galip gelmektir, bir yere defalarca gitmektir” gibi açıklamalarda bulunmuştur. (Tacü’l Arus; c.3 , s. 324 “hcc” mad)
Bu açıklamalar netleştirilirse, “hacc” sözcüğü, fiil olarak; “Bir şeyi kafaya koymak ve onu yapmaktır” denilebilir. Sözcüğün, ayetlerdeki gibi Beyt; Kabe ile birlikte tamlama olarak kullanılması hâlinde anlamı; “Kabe’yi kafaya koyup oraya gitmek” manasına gelmektedir. Rabbımız olan Yüce Allah;

Bakara; 148-152de :

Ve herkes için bir yön vardır; o, ona yönelendir. O nedenle hep hayırlara koşun, yarışın. Her nerede olsanız Allah, tümünüzü bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeye en iyi güç yetirendir.
Ve her nereden çıkarsan hemen yüzünü Mescid-i Harâm/ dokunulmaz eğitim-öğretim kurumu tarafına çevir. Şüphesiz bu, Rabbinden gelen bir haktır. Ve Allah, yaptıklarınıza ilgisiz, bilgisiz değildir.
Ve her nereden çıkarsan hemen yüzünü Mescid-i Haram/ dokunulmaz eğitim-öğretim kurumu tarafına çevir. Ve siz, her nerede olsanız, insanlardan, –onlardan şirk koşarak yanlış iş yapan kimseler hariç– sizin aleyhinizde bir delil olmaması için, Benim size, içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size kitabı ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğreten ve size bilmediğiniz şeyleri öğreten bir elçi göndermem gibi, size olan nimetimi tamamlamam için ve doğru yolu bulabilmeniz için hemen yüzünüzü onun tarafına çevirin. Artık onlara saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymayın, Bana saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyun.
Öyleyse Beni anın ki, Ben de sizi anayım. Ve Bana, verdiğim nimetlerin karşılığını ödeyin, Bana iyilikbilmezlik etmeyin/ verdiğim nimetleri görmemezlikten gelmeyin."

diyerek “Mescid-i Haram tarafının” kıble edinilmesi emretmiş ve “Mescid-i Haram tarafının” “kıble (hedef, strateji)” yapılmasının gerekçelerini de belirtmiştir. Bu gerekçeler şunlardır:

1.“...insanlardan, -onlardan zulmeden kimseler hariç- sizin aleyhinizde bir delil olmaması için”, yani; herkesten güçlü olmanız, kimsenin sizi ezmemesi için.
2. “Benim size, içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size kitabı ve hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) öğreten ve size bilmediğiniz şeyleri öğreten bir elçi göndermemiz gibi, size olan nimetimi tamamlamam için”, yani; Allah’ın dininin yayılması nedeniyle tüm insanların kitaptan, hikmetten yararlanmaları ve bilgisizlikten kurtulmaları için.
3. “Doğru yolu bulabilmeniz için”, yani; kurtuluşa erebilmeniz için.

Yüce Allah’ın, Mescid-i Haram tarafının kıble, hedef edinilmesi için gerekçe olarak gösterdiği hususların gerçekleşebilmesi için , “Mescid-i Haram tarafı” ifadesini Kur’an’dan öğrenmek gerekir. Rabbımız bunu Kur’an’da şöyle açıklamıştır:

Bakara; 125:
Ve Biz bir zaman bu Beyt'i/ilk yapılan okulu, insanlar için bir sevap kazanma/ dönüş yeri ve bir güven yeri yapmıştık. –Siz de İbrâhîm'in görev yaptığı yerden bir salât yeri [mâli yönden ve zihinsel açıdan desteğin gerçekleştirileceği bir yer] edinin.– Ve Biz İbrâhîm ile İsmâîl'e, “Beytimi, dolaşanlar, ibâdete kapananlar ve boyun eğip teslimiyet gösterenler, Allah'ı birleyenler için tertemiz tutun” diye ahit almıştık.


Âl-i Imran; 96, 97:
Şüphesiz, insanlar için bereketli ve âlemlere yol gösterme olarak konulan ilk ev, Mekke'dekidir. Onda apaçık alâmetler/göstergeler; İbrâhîm'in görev yaptığı yer [eğitilip, yetiştirilip ortak koşmaya karşı ayaklandığı yer] vardır. Ve oraya kim girerse güvende olmuştur. Ve yoluna gücü yeten herkesin Beyt'i/ilâhiyat eğitim merkezini kastetmesi, ilâhiyat eğitimi için gitmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim de gerçeği örtbas ederse, bilsin ki, şüphesiz Allah bütün âlemlerden zengindir.

Maide; 97:
Allah, Kabe'yi; o Beyt-i Haram'ı, haram ayı, hac yapanlara yiyecek olarak hayvan hediye etmeyi ve gerdanlıkları/hac yapanların yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretleri insanlar için bir ayağa kalkış; silkiniş, kendilerini kurtarış yaptı. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olan her şeyi bildiğini ve Allah'ın her şeyi hakkıyla bilici olduğunu sizin de bilmeniz içindir.

Bu ayetlerde yer alan vurgular dikkate alındığında, “Mescid-i Haram”ın özellikleri hakkında şu tespitler yapılabilmektedir:
Mescid-i Haram veya Beytüllah veya Kabe (üçü de aynı şeyi ifade ediyor), insanlar için (bir tek insan için değil), yeryüzünde hazırlanan evdir (okuldur).
Orada İbrahim peygamberin makamı (ayaklandığı, zalimlere karşı kıyam ettiği, mücadele ettiği yer) vardır. (Yoksa, Kabe’yi yaparken ayağını bastığı taş değil.)
Orada herkes güvende, dokunulmaz, hür olmalıdır, orada baskı ve zulüm olmamalıdır.
Orada hikmetler (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler) yürürlüğe sokulmalı, herkes bilmediğini öğrenmelidir.
Orası, orada dolaşanlara, akiflere, kaimlere, rükû edenlere, secde edenlere tertemiz tutulmalıdır.
Müslümanlar “İbrahim’in makamından bir musalla (salâtın ikame edildiği yer, alan)” edinmelidir.
Gidip gelmeye imkan bulanlar da oraya gidip gelmelidir.

“Mescid-i Haram”ın Kur’an’da bildirilen bu özelliklerine bakıldığında, Rabbimizin yaptığı vurguların Mescid-i Haram, Beytüllah veya Kabe’nin fizikî yapısı ile ilgili değil, işlevleriyle ilgili olduğu görülmektedir. İbrahim peygamberin Kabe inşa etmesi de, tevhit okulunu açması ve bu okula işlerlik kazandırmasıdır.

Buna göre, “Mescid-i Haram tarafı” ifadesinden ne anlaşılması ve “Mescid-i Haram tarafına yönelmek” için nelerin yapılması gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır:
Özerk ilâhiyat okulları (“Tabii Bilimlerin” tümü doğal olarak ilahiyat okuludur) açılmalı ve bu okullardaki ilahiyatı, tevhidi öğreten öğretmenler (rüku edenler) ile öğrenciler (ilâhiyat eğitimi alarak ikna olanlar) gözetilmelidir.
Salâtın ikamesi için, sosyal destek kurumları kurulmalıdır.
Gerekli askerî güç ve organizasyon kurularak düşmanlardan üstün olunmalıdır. Bu alanda da iyi eğitimciler, askerî subaylar yetiştirilmelidir.

Bu tespitlere göre, Kabe’nin bir “yüksek ilahiyat okulu” olduğundan hareketle; “hacc” sözcüğün isim olarak anlamı; “KABE’DE YÜKSEK İLAHİYAT ÖĞRETİM VE EĞİTİMİNİ KAFAYA KOYUP ORAYA GİTME, ORADA İBRAHİMÎ EĞİTİM VE ÖĞRETİMLE İBRAHİMLEŞME; BİR KURMAY TEVHİD ERİ OLMAYA GİTME” demektir.

Değerli Kardeşim!
“HAC” sözcüğünün anlamına ve Kabe’nin Kur’an ile belirlenmiş işlevlerine dayanarak yapılan bu tespitler, Kur’an ayetleriyle birebir örtüşmektedir ve Kabe’nin, işlevleri dolayısıyla hac görevinin yerine getirilmesinde büyük öneme sahip olduğu, ayetlerde açıkça vurgulanmaktadır.


İbrahim 37- "Rabbimiz! ŞÜphesiz ben çocuklarımdan bir bölümünü salatı ikame etmeleri için Senin dokunulmazlaşmış Evinin yanında ,ekinsiz bir vadiye yerleştirdim.Rabbımız verdiğin nimetlerin karşılığını ödemeleri için artık Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini meylettir. Artık sen de insanlardan bir kısmını onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerden rızıklandır.

Bakara 144- Biz, senin Bizden ne beklemekte olduğunu kesinlikle görüyoruz. Artık seni hoşnut olacağın bir hedefe/stratejiye çevireceğiz. Haydi, yüzünü Mescid-i Harâm'a/dokunulmaz eğitim-öğretim kurumuna çevir; aklın fikrin hep eğitim-öğretimde olsun. Siz de, nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin! Kendilerine Kitap verilmiş olan kimseler de kesinlikle, şüphesiz onun, Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Ve Allah, onların yapıp durduklarından habersiz, bilgisiz değildir.



Peki öyleyse maide 95 teki kabe nedir ?.

Ka’be Allah’ın evidir
Ayetlerde Allah, Ka’be’yi “Evim” diye kendi zatına izafe etmek suretiyle, bu Ev’in şerefine, değerine ve önemine işaret etmiştir. Bilindiği gibi, bizzat Allah’a izafe edilen şeyler üzerinde kimsenin hak sahibi olması söz konusu değildir. Dolayısıyla Ka’be Allah’ındır, orada Allah’tan başka hiç kimsenin hükümdarlığı, hükümranlığı kabul edilemez. Aslında tüm mescitler de Allah’ındır. Ayetlerde özellikle Ka’be'nin söz konusu edilmesi, o sırada başka bir mescit olmamasından veya Ka’be’nin saygınlığının daha büyük olmasından dolayıdır.
Cinn; 18:
18- Ve şüphesiz ki mescitler kuşkusuz Allah içindir. O nedenle Allah ile birlikte herhangi kimseye yalvarmayın.
Nur; 36-38:
36–38- Allah’ın, içersinde Kendi isminin yücelmesine ve zikredilmesine izin verdiği evlerde, sabah-akşam (sürekli) Kendisini tesbih eden öyle er kişiler vardır ki, ticaret ve alış veriş, Allah'ı anmaktan, salâtı ikame etmekten ve zekât vermekten onları alıkoymaz. Onlar, Allah, kendilerine işledikleri amellerin en güzeli ile karşılık versin ve kendilerine lütfundan artırsın diye kalplerin ve gözlerin ters döndüğü bir günden korkarlar. Ve Allah, dilediği kişileri hesapsız rızklandırır.
Ka’be’nin, yani Beytullah’ın diğer bir ismi de Mescid-i Haram’dır (Dokunulmaz Mescit’tir).
Bakara 191:
191– Ve onları nerede yakalarsanız öldürün, çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Ve fitne, öldürmeden daha şiddetlidir. Mescid-i Haram yanında onlar, orada sizinle savaşmadıkça da onlarla savaşmayın. Buna rağmen onlar, sizinle savaşırlarsa, hemen onları öldürün. Kâfirlerin cezası işte böyledir.
Ka’be’nin inşa görevi İbrahim ve İsmail peygamberlere verilmiştir
Bakara; 125-129:
125- Ve Biz bir zaman bu Beyt’i, insanlar için bir sevap kazanma/dönüş yeri ve bir güven yeri kılmıştık. -Siz de İbrahim’in makamından bir musalla (salât gerçekleştirilecek yer) edinin.- Ve Biz İbrahim ile İsmail’e: “Beytimi, dolaşanlar, ibadete kapananlar ve secde edenler, rükû edenler için tertemiz tutunuz” diye ahit almıştık.
126- Ve bir zaman İbrahim “Rabbim, burasını güvenli bir belde kıl, halkını; onlardan Allah’a ve son güne inananları meyvalarla rızıklandır” demişti. O (Allah) dedi ki: “küfreden kimseyi dahi çok az kazançlandırırım, sonra da onu ateşin azabına sürüklerim. Ve ne kötü varılacak yerdir!”
127- 129- Ve hani İbrahim, Beyt'ten temelleri yükseltirler: Rabbimiz, bizden kabul buyur, şüphesiz Sen en iyi işitenin, en iyi bilenin ta Kendisisin. Rabbimiz! Bizim ikimizi Senin için İslamlaştıran kıl. Soyumuzdan da senin için İslamlaştıran bir ümmet kıl (getir). Ve bize kulluk yöntemlerini göster, tövbemizi de kabul et. Şüphesiz Sen tövbeleri çokça kabul edenin ve çok merhametli olanın ta Kendisisin. Rabbimiz, bir de onlara içlerinden bir peygamber gönder ki, onlara senin ayetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) öğretsin, onları arındırsın. Hiç şüphesiz Sen, Aziyz’in, Hakiym’in ta kendisisin.
Tıpkı yukarıdakiler gibi, İbrahim peygamberin Ka’be ile ilgili görevini bildiren ve Ka’be’nin işlevini açıklayan bir başka ayetten, hacc görevinin de ilk olarak İbrahim peygamber ile başlatıldığı anlaşılmaktadır:
Hacc; 26-29:
26-29- Ve hani Biz, bir zamanlar, “Sakın Bana hiçbir şeyi ortak koşma; dolaşanlar, orada kıyam edenler (zulme baş kaldıranlar), rükû edenler, secde edenler için evimi tertemiz et, kendilerine ait bir takım menfaatlere tanık olmaları ve Allah’ın kendilerine rızk olarak verdiği hayvanlar üzerinde belli günlerde O’nun adını anmaları için insanlar arasında haccı duyur. Yürüyerek veya incelmiş (yorgun düşmüş) binekler üstünde her derin vadiyi aşarak sana gelsinler! Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını yerine getirsinler. Eski evde/ özgür evde (Ka’be’de) dolaşsınlar.” diye, o evin (Ka’be’nin) yerini, İbrahim için hazırlamıştık. -Siz de onlardan yiyin ve zorluk çeken fakiri doyurun-
Görüldüğü gibi yukarıdaki ayetlerde Ka’be’nin kimlere ve hangi işlevleri görsün diye yaptırtıldığı bildirilmekte; İbrahim ve İsmail peygamberlere Beyt’in inşası görevi yanında, insanlar için bir mesabe (sevap kazanma yeri/ sık gidilip gelinen yer) ve güven yeri” kılınan Ka’be’nin, orada dolaşanlar, orada kulluğa kapananlar, orada rükû ve secde edenler için tertemiz tutulması görevinin de verildiği açıklanmaktadır.
Belirtilen işlevler için İbrahim ve İsmail peygamberlere inşa ettirilen Beyt, ilâhî programda da insanların sık gidip gelme gereği gördükleri ve geliş gidişte veya orada kalışta gayet güvende oldukları bir yer olarak hazırlanmıştır:
Ka’be’nin güvenlik yeri kılınması
Ka’be’nin güvenlik yeri olması konusu, daha önce Kureyş suresinde; Ev’in Rabbinin, Kureyşlileri açlıktan kurtarıp doyurduğu ve korkudan emin kıldığı bildirilerek, sırf emniyet içinde nimetlenmeleri sebebiyle bile olsa, Kureyşlilerin yalnızca Allah’a kulluk etmelerinin gerektiğini anlatmak üzere gündeme getirilmiştir.
Kureyş; 4:
4- O ki, kendilerini açlıktan kurtararak beslemiştir ve her korkudan onları güvene kavuşturmuştur.
Kureyş’e verilen bu nimetlere, başka ayetlerde de dikkat çekilmiştir:
Ankebut; 67:
67- Yoksa kıyılarında, insanların zorla kapılıp götürülmesine rağmen, orayı (Mekke’yi), güvenli, harem (dokunulmaz) yaptığımızı da görmediler mi? Hâlâ batıla mı inanıyorlar ve Allah’ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?
Kasas, 57:
57- Ve onlar; “Biz seninle beraber hidayete uyarsak, yurdumuzdan atılırız” dediler. Biz onları, kendi katımızdan bir rızk olarak, her şeyin semerelerinin toplanıp kendisine getirildiği, güvenli, haram (dokunulmaz) bir yere (Mekke’ye) yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler.
Yukarıdaki ayetler tamamen tarihî gerçekleri yansıtmaktadırlar. Çünkü Kureyşliler bu Ev’e sığınmadan önce dağınık durumdaydılar ve hiçbir saygınlıkları yoktu. Ne zaman ki Mekke’de bir araya gelip Ka’be hizmetini üstlendiler, o zaman bütün Arabistan’da saygın bir duruma geldiler. O dönemde insanlar Arabistan’ın hiçbir yerinde kendi kabile sınırları dışına çıkamazlar, her an bir saldırıya uğrama tehlikesi altında yataklarında bile huzursuz ve tedirgin olarak uyurlardı. Çünkü muhtemel saldırıların sonucu ya ölüm ya da kölelikti. Kervanlar da ancak yolları üzerindeki kabilelerin ileri gelenlerine rüşvet vererek sağ salim ilerleyebilirlerdi.
İşte, cahiliye döneminde hiçbir kabilenin güvende olmadığı bir ortamda, Mekke’deki Kureyşliler bütün bu tehlikelerden tamamen emindiler. Çünkü Mekke’ye bir düşman saldırısı olması söz konusu değildi. Kureyşliler “Ka’be’nin hizmetçileri” sıfatıyla ülkenin her tarafında serbestçe dolaşırlar, büyük veya küçük kafilelerle gittikleri herhangi bir bölgede hiçbir tacizle karşılaşmazlardı. Hatta tek başına seyahat eden bir Kureyşlinin “Ben Haremliyim” ya da “Ben Allah’ın haremindenim” demesi bile, saldırılardan kurtulması için ona yeterli bir güvence sağlardı.
Ka’be’nin güvenlik yeri kılınmasının, Kureyşlilere sadece maddî çıkarlar sağladığı sanılmamalıdır. Allah’ın vahyinin bu güvenlikli bölgede inmeye başlaması, önce Kureyşlileri sonra da tüm insanları cehaletten kurtarmış; hidayetin açıklanması ile insanlar sapıklıktan, küfürden, dolayısıyla da cehennemden uzak tutulmuştur.
Bakara/ 125. ayetteki parantez cümlesinde bulunan; “-Siz de İbrahim’in makamından bir musalla (salât gerçekleştirilecek yer) edinin.-” talimatı ile insanlara, “bir zaman öyle yapıldığı gibi, siz de şimdi orada bir musalla edinin” denilmekte, yani orada tevhidin öğretileceği, yaşatılacağı bir okulun açılması emredilmiş olmaktadır. Bu ise, ayrıntıları ilerideki ayetlerde gelecek olan hacc görevinin verilmesidir.





Maide 6 - Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve, iki bileğe (kabeyn)kadar da ayaklarınızı meshedin. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Hasta iseniz, yahut yolculukta iseniz, yahut biriniz abdest bozmaktan gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız, su da bulamamışsanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin. Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla meshedin. Allah size bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye de üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor..

“ Ka’beyn” sözcüğü “dört köşeli veya küp anlamındaki” “Kef-ayın,be” kök harflerinden türemiş olan sözcüğün ikili kalıbıdır. İki topuğa anlamındadır. Kur’an’da Nebe suresinin 33 ayetinde bu kök harften türeyen “ka’ib” kalıbının çoğul hali olan “keva’ibe” /tomurcuklar anlamındadır



Peki öyleyse maide 95 te verilmek istenen mesaj nedir..


Bunun ile ilgili mesaj:İlahiyat eğitim almak için Mescidil Harama gitmiş olan kimselerin sadece eğitimleri ile ilgilenmeleri başka şeylerle ilgilenmemeleridir.


Bu ayette en dikkat çekici nokta ise şu cümledir.

''Ve entum hurumun''; sizin yasak kıldığınız.

Allah Teala burda insanlara verilen haram kılma yetkisinden bahsediyor...
Allah Teala burada “sizin yasakladığınız” demiyor. Dokunulmazken/yasaklanmışken anlamındadır.


Haydaa! Peygamberin bile haram kılma yetkisi yok, insanların nasıl olur şeklinde itiraz edeceğinizi duyar gibi oluyorum. Durun durun acele etmeyin .

Değerli Kardeşim! Kur’an’ın Arabiyyen özelliğine dikkat edilmediğinde bu türden şaşma ifadeleri sıkça kullanılır. Ayetlerde “harreme” olarak geçen sözcüğün geçtiği ayetlerden en ilginç olanını - Haram sözcüğünün iyice pekişmesine vesile olacağı için - dikkatinize sunmak istiyorum.
En’am;151: Kul tealev etlü ma harrame Rabbüküm aleyküm ella tüşrikü bihi şey'en, ve bil valideyni ıhsana* ve la taktülu evladeküm min imlak* nahnü nerzukuküm ve iyyahüm* ve la takrebül fevahışe ma zahere minha ve ma betan* ve la taktülün nefselletiy harramAllahu illâ bil hakk* zâliküm vassaküm bihi lealleküm ta'kılun”
Bu ayatte geçen “harreme/tabulaştırma/dokunulmaz kılma” sözcüğü 2/173,275; 3/93 ; 5/72; 6/119,143,144,150,151; 7/32,33; 9/29,37; 16/115; 17/33; 25/68 ayetlerinde de geçer. Özellikle incelenmesini öneririm.



Kardeşler, teşri anlamda yani evrensel asla değiştirilemez haramları ne peygamberin nede hiç bir kimsenin koyma yetkisi yoktur. Ancak idari anlamda, velayet sahibi olan herkesin, Allahın haram kıldıklarına ters olmamak şartıyla haram kılma (yasaklama) yetkisi verdır.

Allah razı olsun. Doğru bir tesbit.


Eğer bu anlamda bir yasaklama yetkisini insanların elinden alırsak, dünyada ne düzen kalır ne de intizam.Düşünsenize bir kere sizler çocuklarınızın menfaati için yavrucuğum şu saatten sonra dışarıda kalma şu şu işleri yapma diye yasaklamalar getirmiyormusunuz? Dolayısıyla çocuklara bu şeklide düzenlemeler getiriken müşrik mi oluyoruz?

Evet. Aynen belirttiğiniz gibi insanlar yönetir ve yönetilirken Allah’ın vahyine aykırı olmayan yasaklamaları getirebilirler . Bunu yapanlar müşrik olmadıkları gibi Allah’ın “Emri bil Maruf nehyi anil münker” vb ayetlerinin denetiminde akıllarını işlettikleri için övülenlerden olurlar.


Herkes kafasının estiği gibi davranmaya kalkarsa bu işin sonu nereye varır.Trafik kurallarını ( yasaklarını) nereye koyacağız. Onlar da insanların koyduğu haramlar değilmi. Allahtan başka kimse yasak koyamaz mantığıyla hareket edersek, ve herkes canı istediği gibi araba kullanmaya kalkarsa üstelik, bir de sarhoş sarhoş, ortalık kan gölüne dönmez mi.?

Trafik kuralları olduğu halde, her gün onlarca kaza oluyor, insanların canı ve malı heder olup gidiyor. Yaptıkları suçları Allah'a fatura etmeye çalışan sapık kaderciler gibi ''ne yapalım kader böyleymiş'' mi diyecez? Hele bir de hiç olmadığını düşünün.

Bu forumun bile kendine göre kuralları var. Olmasıda gerekli ve gayet normal.

Dolayısıyla peygamberin de bu anlamda haram kıldığı bazı şeyler olmuştur. Çünkü o aynı zamanda müminlerin hem devlet başkanı hem de savaş komutanı idi.

Mesela Hayber savaşında peygamberimizin eşek etlerini haram kıldığı rivayet edilir Düşünsenize bir kere.Ortam savaş durumu. O dönemde ise eşekler taşımacılıkta kulllanılıyor Eğer ordu eşekleri yemeye kalksa o kadar yükü kim taşıyacak. Bundan dolayı da peygamber sırf savaş şartlarının gereği olarak geçici bir dönem için eşeklerin yenilmesini yasaklamış olabilir. Gayet te mantıklı. Yoksa peygamberimiz eşek etlerini ilelebet haram kılmış değildir.

Buraya kadar hiç bir sorun yok. Sorun peygamberin o dönem için yaptığı bu geçici yasaklamayı evrensel kılıp günümüze taşımak. Sapıklık burdan sonra başlıyor. ?

Aynen dediğiniz gibidir.


Dönelim konumuza

Geçenlerde bir arkadaş söyledi av hayvanlardan anlayan uzamanlar hayvanların yaşını ayak bileklerinden (kabeyn) tesbit ederlermiş.

“Ka’beyn” iki topuk ya da iki aşık/ayak bileğindeki çıkıntılar anlamındadır. Hayvanların yaşlarını bulmak uzmanlık gerektiren bir iştir.


Maide 94- Ey iman edenler! Allah sizi ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avla dener ki, gizlide kendisinden korkanları meydana çıkarsın. Kim bundan sonra saldırıda bulunursa onun için acı bir azab vardır.

Öyle av yapacağım diye rastgele hayvanlara saldırmak yok

Maide 95- Ey iman edenler, haram kıldığınız (dönemlerde) iken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, içinizden adaletli iki kişi hükmederek (bilir kişi raporu)bileği (kabeyn) ölçü alınarak öldürdüğü hayvanın dengi ona cezadır ; yahut bir keffarettir ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim de bu suçu tekrarlarsa, Allah ondan intikamını alır. Allah damia gâliptir, intikam sahibidir.

Maide 96 - Size ve yolculara yiyecek olmak üzere, deniz avı ve onu yemek helal kılındı. Kara avı ise, haram kıldığınız müddetçe (av yasağı süresince) yasaktır. Huzurunda toplanacağınız Allah'tan korkun.

İster istemez değinmek istiyorum. Şu Almanlar farkında olmadan tam kuranı yaşayan insanlar yaw. Burda değil kara hayvanını, balığı bile avcı kursundan aldığınız ehliyetiniz olmadan tutamıyorsunuz. Nesli tükenmeye giden hayvanların avlanması ise temelli yasak.
Hatta balık avlama ruhsatınız olsa bile öyle her cins balığı da avlayamıyorsunuz.

Geçende av ruhsatı olan bir Alman arkadaş anlattı.
Bir gün yine Rhein nehrine balığa gitmiş, oltasını atmış bir müddet sonra bir kaç tane balık gelmiş. Aksilik bu değilmi bir tanesi de avlanması yasak olan cinsten. Hemen ordaki bir sivil polis bunu yanına gelerek ''bu cins için ruhsatın varmı?'' deyince, O da yok demiş.

Polis de ''Ee, peki bu oltadaki balık ne?'' diye sorunca.

O da; ''istemeyerek oldu'' demiş

Polis; ''Derhal dikkatlice oltadan al ve yine derhal nehre bırak yoksa cezai işlem yapacam'' deyince bizim Almanın dediğine göre eli ayağı korkudan birbirine karışmış, balığı oltadan kurtarıp tekrar nehre atıncaya kadar''.
***************

Sayın Halil Ay-dost1.
Cevap alamadığım sorularımı tekrarlasam ne dersiniz?

Site Arkadaşlarım.
Sizler ne dersiniz.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Değerli Kardeşim! Bunlarla ilgili detaylı açıklamalar yukarıdaki açıklamaların içerisinde var. Sorduğunuz üç soruyu bundan önceki yazımda açıklamaya çalıştım.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

galipyetkin
28. October 2011, 10:43 PM
Sayın dost1.

Ben Diyanetin mealini vermiştim. Orada ''ihramlı iken''; sizin mealinizde ''siz dokunulmaz/(yani) hac görevini sürdürürken'' av hayvanı öldürmeyin.

Şimdi siz ve Diyanet, hac üç (veya iki) gün sürdüğüne göre, ondan evvel veya ondan sonra, yaz veya kış demeden bütün bir sene; yavrulu veya yavrusuz; hamile veya değil; istediğiniz zaman, ''dokunulmaz-ihramlı'' olmadığınız için av hayvanı öldürebilirsiniz mi diyorsunuz?

Sagılarımla.
Galip Yetkin.

dost1
28. October 2011, 11:33 PM
Selamun Aleykum! Değerli Galip Yetkin Kardeşim!

Sayın dost1.

Ben Diyanetin mealini vermiştim. Orada ''ihramlı iken''; sizin mealinizde ''siz dokunulmaz/(yani) hac görevini sürdürürken'' av hayvanı öldürmeyin.

Şimdi siz ve Diyanet, hac üç (veya iki) gün sürdüğüne göre, ondan evvel veya ondan sonra, yaz veya kış demeden bütün bir sene; yavrulu veya yavrusuz; hamile veya değil; istediğiniz zaman, ''dokunulmaz-ihramlı'' olmadığınız için av hayvanı öldürebilirsiniz mi diyorsunuz?

Sagılarımla.
Galip Yetkin.



Sizin yazdıklarınıza vermiş olduğum cevaplarda: "Hac üç gündür. Hac süresinin /dokunulmaz ikenki sürelerin dışında yavrulu yavrusuz hamile veya değil av hayvanlarını öldürebilirsiniz" diye bir açıklama mı vardır ki," hac üç (veya iki) gün sürdüğüne göre, ondan evvel veya ondan sonra, yaz veya kış demeden bütün bir sene; yavrulu veya yavrusuz; hamile veya değil; istediğiniz zaman, ''dokunulmaz-ihramlı'' olmadığınız için av hayvanı öldürebilirsiniz mi diyorsunuz?"
sorunuzun muhatabı oluyorum?

Değerli Kardeşim!

Günümüzdeki hacc dediğiniz gibi üçgün sürmektedir ancak, Allah'ın Kur'an'da belirttiği Haccın Süresi üçgün değildir. Hac, bilinen aylarda yapılacaktır.

Geleneksel açıklamalarda, ayetteki “bilinen aylar” ifadesi hakkında; “Şevval, Zülkade ve Zülhicce” aylarıdır, “Şevval, Zülkade ve Zülhicce'nin ilk on günüdür.” tarzında farklı anlayışlar ortaya konmuştur. Bu anlayışlar, bir bakıma Kur’an inmeden önceki anlayışın devamıdır. Uzun yıllardan beri de hac, maalesef sadece “zilhicce” ayında uygulanmaktadır.
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da; Rabbimizin, Bakara/ 197. ayetten açık olarak anlaşıldığı gibi, hac için ayları kapsayan bir süreç öngörmüş olmasına karşılık, Umre için herhangi bir süreden söz etmemiş olmasıdır.


Ayette Rabbimiz “Hac, bilinen aylardır” buyurarak; haccın ne zaman, hangi aylarda yapılması lazım geldiğinin belirlenmesini ve bunun İslam âlemine duyurulmasını, Müslümanların da bilinen ve bildirilen bu aylarda, tertip tertip askere gider gibi hacca gitmesini istemektedir. Ayette kullanılan “eşhür” sözcüğü çoğul olduğundan hacdaki bir dönem (tertip; eğitim süreci), en az üç ay olmalıdır. Ayetteki “eşhürün malumat” ifadesi nekre bir ifadedir. İslam öncesi kabul tasvip görseydi bu ifade nekre gelmeyip marife gelirdi. Bu demektir ki, Müslümanlar bir “Hac organize komitesi veya Hac Emiri” oluşturacaklar, bu kurum Hacc dönemlerini belirleyerek herkese bildirecek, herkes de ilan edilen dönemlerde gidip Komite’ye veya Emir’e teslim olacaktır. Hac, 26-29’da “SANA GELSİNLER!” ifadesi dikkatlerden kaçmamalıdır. Orada kesinlikle başıboş, plansız, programsız dolanılmayacak, komite tarafından belirlenen, planlanan eğitim ve öğretim programı uygulanacaktır.


İlahiyat eğitimi almak için belli bir proğram dahilinde Hacca gidildiğinde hayvan avlama vb işler ile uğraşılmayacak sadece eğitim işi ile ilgilenilecektir.

Hayvanların avlanması ve kesim zamanları her ülkenin coğrafik durumuna göre ehil olanlarca belirlenerek duyurulacak süreler ve yaşlarda olacaktır. Bu konuda maruf asla gözardı edilmeyecektir.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

yeşil
5. November 2011, 03:06 PM
Evet arkadaşlar, hacc kısaca bir okuldur.. Hakkı Yılmaz kardeşimizin yorumuyla ''YÜKSEK İLAHİYAT OKULU''dur ama bugünkü pozitif bilimlerden ayrı ilahiyat okulu değil tüm bilimlerle iç içe olan ilahiyat okuludur.. Yerde ve gökte ne varsa Allah'ın ayetlerinden(işaret/alamet) değil midir? Her birini detaylı inceleyerek Rabbimizin en ufak zerreyi bile nasıl bir ölçüyle ve nasıl ihtişamla yarattığına gözlerimizle şahit olmak ve O'nu bu yarattıklarının vesilesiyle daha iyi tanımak ve ona bağlanmak değil mi amaç? Yook biz başka vesileler(şeyhler, dervişler, hacı hocalar) buluruz onu tanımak için diyenler yüzünden asıl haccı aslında müslümanlar değil gayrimüslimler yapmakta ve inanmadıkları halde bilimde geldikleri son noktada ''en katı ateisti bile'' bir yaratıcının var olduğuna kanaat getirdi.. İşte gelinen son nokta arkadaşlar.. Üzülmemek elde mi?... :s

hiiic
31. March 2012, 10:21 PM
http://hac.diyanet.gov.tr/PDF_DOSYALARI/hac_konaklama_turleri_2012.pdf

linkteki bilgilere göre, 10-20 günlük hac için fiyatlar (TL hesabı bile değil Auro olarak hesaplanmış) 5 bin tl den başlıyor, 10 bin tl ye kadar normal. Ama lüks hac için 20 bine kadar hizmet var...

18 gün...

Paraya bak paraya... Böyle bir putun yalan olduğunu, sapıklık olduğunu çıkıpta kim söyleyebilir artık?
Kura çektiriyorlar, önce fal oklarıyla nasip aratırıp sonra taşa taptırıyorlar.

ne diyelim ki... Ülkemizden araplara (bizi daha iyi sırtımızdan vursunlar diye) aktarılan bu kaynağı bir gün oturupta arama ihtiyacına düşersek, neden daha iyi kullanamadık diye kafamıza vurmaya başlarsak... işte o gün Allah bize yardım etmeyecek.
Çünkü insanlar Allahın emri olan: yoksulu yolda kalmışı doyurma, ihtiyaç sahibinin ihtiyacına yardımcı olma emrini değiştirip, yerine taşa tapmaya gitti. Hem de cennet umarak.

Yazıklar olsun bu işi organize edenlere. GERÇEĞİ BİLE BİLE GİZLEYENLERE!..

Fazıl's
2. April 2012, 04:00 PM
Merhabalar.
Mescid-i haram, beyt-i haram, beyt gibi kavramlar aynı ve soyut iseler, örneğin mescid-i haram Mekke ya da Kabe değil ise :), Mescid-i haram'ın yanında savaş, haram aylar çıkar çıkmaz öldürme gibi tanımlar ne anlama gelmektedir? Müşrikleri nerde bulursak öldürmeyecek miyiz, savaşmayacak mıyız? Beyt'i hac etmek yani soyut bir yere gitmek nasıl olur?

Sevgili bob kavramlar hem soyut hem somut... hani küffarı nerede bulursanız öldürün emrini üzerimize alırsak bunu bu zamana çekip düşünmemiz lazım...

pramid
3. April 2012, 01:49 PM
''Ve entum hurumun''; sizin yasak kıldığınız.

tercüme yanlışı var. Siz yasaklı iken, ihramlı iken

galipyetkin
13. March 2015, 03:29 PM
Sayın pramid.

Uzunca bir zamandır yazmıyorsunuz?... Bizi terk mi ettiniz?.....
Çok yararlı bilgiler veriyordunuz. Sizi arıyoruz.

Yukarıdaki yazınızda şöyle demişsiniz:
pramid'den Alıntı:
''Ve entum hurumun''; sizin yasak kıldığınız.
tercüme yanlışı var. Siz yasaklı iken, ihramlı iken

Doğru herhalde.

Fakat benim söylediğimi tekzip etmiyor. Yasak Allah tarafından konmuş, insanlar da bu yasağı uygulanır hale getirmişlerdir. Çünkü hayvanların hamilelik ve doğurma zamanları genellikle kuzey ve güney yarım kürede hüküm süren mevsimlere göre değişiklik gösterdiğinden bu yasaklar her yarım kürede mevsimlere göre insanlar tarafından düzenlenmektedirler. Allah genel yasağı, insanlar ise bölgesel yasağı koymuşlardır. Genel yasağa bölgesel olarak uymak mecburiyeti olduğundan bu bölgesel yasağa "sizin yasak kıldığınız, yani sizin kendi kendinizi yasakladığınız " yasak denmiştir.

Saygılarımla.
Galip Yetkin