PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : İslam’ı Ilımlılaştırmanın Seyir Defteri


müslümanlardan
1. February 2010, 07:56 PM
İslam’ı Ilımlılaştırmanın Seyir Defteri

Mehmed Durmuş

Giriş
Dünya ve onun bir parçası olarak Türkiye kamuoyu çok çeşitli ve çok hızlı olaylara tanıklık ediyor. Fakat hemen belirtelim ki bu hızlı gelişen gündemde Müslümanların payı neredeyse, ağustos sıcağında bir gölgeye oturmuş, elindeki bir yaprakla yüzüne konan sinekleri ancak savabilen bir 'acûze'nin durumundan öte gitmiyor.

Hızlı gelişen bu gündemde neler var? Aslında gündemde, alavere-dalavere misali, en nihayet, İslam'ın değiştirilmesi, dönüştürülmesi, ılımlılaş-tırılması, her türlü putperestlik için 'tehdit' olmaktan çıkartılması projeleri var. Takdir edersiniz ki, 'İslam'sız bir dünya, haydutlar tarafından daha kolay yönetilmektedir.

Ben bu yazıda, iki yazı ve bir girişim çerçevesinde, sözünü ettiğim, İslam'ın değiştirilmesi, dönüştü-rülmesi ve ılımlılaştırılması projesiyle ilgili seyir defterine dikkatlerinizi çekmeye çalışacağım.

Selman Rüşdi, Cihadcı İslam ve İslam'da Reform ya da, Selman Rüşdi İslam'ın Nesi Gelir?!

Gündemimizin birinci maddesi, Hint asıllı İngiliz vatandaşı Selman Rüşdi'nin İslam'da reform yapılmasını talep ve tavzif edici yazısı. Yukarıda değin-diğim, gündemin çok hızlı geliştiği görüşüme belki bir katkısı olur: şu anki genç kuşak için Selman Rüşdi adı hemen hemen hiçbir anlam ifade etmemektedir. Selman Rüşdi, Peygamber efendi-mize sövgüler ve küfürler yağdıran bir kitap yaz-dıktan sonra, İmam Humeynî'nin, onu öldüreni ödüllendireceği fetvasını vermesiyle yıllarca, adeta yaşayan bir ölü haline gelmiş, imi-timi kalma-mıştı. Tabi o zamanlar henüz 'Üsame' adı gündemde yoktu ve zannediyorum o günlerde de biz-deki bazı postmodern mollalar, "en iyi Humeynî ölü Humeyni'dir", ya da "Humeynî'den nefret ediyorum" diyorlardı fakat bunu şimdi Üsame için söyledikleri kadar aleni söyleyemiyorlardı.

Neyse…
Şimdi gel zaman, git zaman, aradan geçti epey bir zaman, köprülerin altından epeyce sular aktı ve dendiğine göre Selman Rüşdi, yeni yazdığı 'Soytarı Shalimar' (Shalimar The Clown) adlı romanını Eylül ayında piyasaya sürecek. (1) Rüş-di'nin, 'aşırılığı', 'İslamcı terörizmi' işlediği bu kitabıyla eski mesleğine yeniden dönmüş olduğunu görü-yor ve Müslümanlara, ağzı aldığı kadar sövgüler düzdüğünü tahmin ediyoruz. Tabi, Rüşdi'nin küfürlerine karşı fetva verecek bir Humeyni yoksa [ki Mahmud Ahmedi Necat'ın, Selman Rüşdi adını -yaş haddinden değil ama, stratejik olarak- unutanlardan olduğu endişesini taşıyorum…], bazı yaratıkların çıkardığı seslere karşılık, kervanın yine de yürüyeceğini hatırlatan ünlü özdeyişi anımsar, yolumuza devam edebiliriz; bu çok dert değil. Ama önemli olan, Selman Rüşdi'nin, "İslam'da reform olsun!" arzusu ve bu arzuya 'içerden' eşlik eden tanıdık seslerin varlığı…

Amerikan The Times dergisine yaptığı açıklamalarda Selman Rüşdi, "İslam'ın, yaşadığımız modern çağa göre yeniden yorumlanması, reformasyona gidilmesi" ve "cihat ideolojisiyle mücadele edilmesi gerektiğini" savunmuş. Diyecek-siniz ki, 'cihad ideolojisinden' çok çekmiş biri olarak, Rüşdi'nin böyle bir talepte bulunmaya hakkı yok mu? Elhak var… Tabi ki, bu onun görevi… Benim esas dikkat çekmek istediğim şey, onun bu talepleriyle, bizden gibi görünen, Müslüman olduğunu iddia edenlerin söylem ve taleplerindeki inanılmaz benzerlik… Müslüman olduklarını iddia edenlerin Rüşdi'yle bu ahbap-çavuş ilişkilerinin nereden kaynaklandığı…

Selman Rüşdi, "cihadcı ideolojiyle mücadele" kabilinden, "Kur'an'ın mutlak doğru bir metin olarak değil, tarihi bir belge olarak okunabileceğini" dile getiriyormuş.(2) İşin doğrusu bu 'dile getirmeler' bize hiç de yabancı gelmiyor. Biz bu tınıları yeni duymuyoruz. Türkiye'de, Selman Rüşdi'yi, yokluğunda birileri aratmadı ve aynen onun söylediklerini söylediler yıllarca. İşin esasına bakılırsa, İslam'ın reforme edilmesi projesi yeni, sekiz-on yıllık bir proje değildir. Bu, Cumhuriyet'le yaşıt bir projedir ve bu proje "ivmez, ihmal gelmez" düsturunca işletilmeye devam etmektedir. Bu proje, sahiplerinin istediği gibi gitmeyebilir (ve de kesinlikle gitmeyecektir, Allah'ın izni ile), bu aksaklıkları da zaman olur, Selman Rüşdi gibi, 'Şeytan Ayetleri'nin yazarı dile getirir, zaman olur, bir 'İlahiyatçı din uzmanı' dile getirir, zaman olur, diyalogcu bir cemaat lideri dile getirir. Tabi ki, bu cemaat lideri, kitlelere hükmeden 'büyük' bir din baronu ise, ona da, intihar eden koyunlar misali, sessizliği ve kafalarını yere eğmeleriyle ünlü kuzuları ürkütmemek için, doğrudan doğruya "Dinde reform lazım!" dedirtilmez de, mesela, cihadcı islam'ın, radikal İslam'ın v.b. İslam'ın 'drahşan yüzünü'(?) kirlettiği gibi spotlar söyletilir. İslam'ın ne şekilde olursa olsun (hiçbir şekilde) adam öldürmeyi tasvip etmediği söyletilir.

Muharref İncil'de, -başka bir bağlamda da olsa- "Zaten balta da ağaçların kökü dibinde duruyor" diye bir söz bulunmaktadır.(3) Ağaçlar herhalde en çok, sapı kendisinden olan bir aletin kendilerini kesmesine içerliyorlardır değil mi?!

Selman Rüşdi, The Washington Post'ta yayınlanan, oradan da ZAMAN'ın iktibas ettiği, "İslam'da Reform Lazım" başlıklı yazısında, bu yukarıda değindiğimiz, son on yılda gına getirildiğimiz, birçok din baronunun tellallığını yaptığı fikirleri dile getirmekte ve yazının başlığından da kolayca anlaşılacağı üzere, İslam'ın reforme edilmesi ge-rektiğini ileri sürmektedir.(4) Rüşdi'nin dediklerini özetlemeye çalışalım.

Rüşdi, Geleneksel İslam'ın çok geniş bir alanı kapsadığını; "bünyesinde milyonlarca hoşgörülü, uygar erkek ve kadını barındırdığı gibi, kadın haklarını kabul etmeyen, eşcinselliğin günah oldu-ğunu savunan, gerçek ifade özgürlüğüne hayat hakkı tanımayan, sürekli anti-Semitik fikirler öne süren ve içinde yaşadığı Hıristiyan, Hindu, inançsız veya Yahudi kültürleriyle birçok bakımdan sürtüşen unsurları da içerdiğini" ileri sürmektedir. Fakat diyor Rüşdi, geleneğin ötesine geçmeli, "yani İslam'ın temel bağlamlarını modern çağa uyduracak bir reform hareketi; sadece cihatçı ideolojilere değil, gelenekçilerin köhne, boğucu öğretilerine de karşı koyacak, içeriye taze hava dolması için pencereleri açacak bir Müslüman reformu başlatma"lı!(5) Nasıl? ABD'nin işgal politikalarına ve İslam'ı dönüştürme projelerine koşulsuz destek veren 'geleneksel' cemaat önderleri, işleri bittiği anda batılılar tarafından, kendi, çok güvendikleri din anlayışlarının bir çırpıda "köhne, boğucu" gibi sıfatlarla çöpe atılacağını görmekte midirler? Tabi ki şu an görmüyorlar, ama bir gün belki…

Dikkat edilecek husus nedir? Rüşdi'nin reform önerisi, "İslam'ın temel bağlamlarını modern çağa uyduracak bir reform hareketi"ni oluşturmaktır. İşte 'ılımlı İslam' ya ada 'Amerikancı İslam' denilen proje budur.
Rüşdi, 'Müslüman dünyanın' hükümetlerinden ve cemaat önderlerinden oldukça memnun:

"Hükümetlerin ve Müslüman dünyadaki cemaat liderlerinin ağırlıklarını bu fikirden yana koyduklarını görmek hayırlı bir gelişme olacaktır; zira bu tür bir reform hareketinin yaratılması ve sürdürülmesi, her şeyden önce, sonuçları bir nesil sonra hissedilebilecek yeni bir eğitimsel devinim gerektirecek; yanı sıra bugünün Müslüman düşüncesine musallat olan mutlak söylemleri ve dar dogmaları yerinden eden yeni bir bilimsel yaklaşımı kaçınılmaz kılacak." Rüşdi'nin bu cümlesindeki 'hükümetler'den biri, şu anda Türkiye'de iş başındadır ve ılımlı İslam projesine gerek fikrî planda ve gerekse siyasi alanda kusursuz hizmet vermektedir. Cemaat önderlerini ise aslında herkes çok iyi bilmektedir. Bir adres göstermek gerekirse, son yıllarda adı bilhassa diyalog ve hoşgörü kelimeleri ile özdeşleşen bir cemaat önderi, Selman Rüşdi'nin kastettiği hedefe en iyi hizmeti sunmaktadır. Bu açıdan, aralarında büyük bir hedef birliği gözlenmektedir.

Rüşdi'nin tespitleri çok yerinde. Son on yıllardır yürütülen ılımlı İslam projesi şu anda büyük oranda netice vermiş durumda. Dediği gibi, bir nesil sonra bu neticenin daha da şeytanî boyutlara ulaşacağını, sağlam bütün idrakler görmektedir. Müslümanların, Selman Rüşdi ve içeriden yoldaş-ları tarafından mıncıklanmamış kutsalları kalmadı. Fakat tabi ki, şeytanın hilelerinin zayıf olduğunu, mü'minlerin mevlasının Allah olduğunu bilerek ve kendi uğrunda mücadele edenlere Allah'ın yardımının çok muazzam olacağının farkında olarak ve buna iman ederek söylüyorum. Bu demektir ki, Selman Rüşdi'lerin projeleri ürün vermeye başlamışsa da, Allah'ı velî edinmiş mü'minlerden gayret beklenmektedir. Onların başarı-larının garantörü Allah'dır.

Selman Rüşdi'nin ılımlı İslam projesinde Müslü-manlara yönelik en Şeytanî işlem, onları, yer-yüzünün yegane sahih Kitabı Kur'an hakkında kuşkuya düşürmektir. Diyor ki Rüşdi, "Kur’an metninin Tanrı'nın mutlak sözü olduğu konusundaki ısrar, analitik, akademik söylemi imkânsız-laştırdı. Tanrı yedinci asır Arabistanı'nın sosyo-ekonomik koşullarından hiç etkilenmiş olamaz mıydı? Peygamber'in kişisel koşullarının Mesaj'ın üzerinde hiçbir etkisi olamaz mıydı?" Yani demek istiyor ki, Kur'an Allah'ın mutlak sözü olarak ka-bul edilmemeli, Allah'ın, 7. asır Arabistanı'nın koşullarından etkilendiği, dolayısıyla konjonktürel hükümler indirdiği kabul edilmeli. Böylece, İslam'ın reforme edilmesi kolaylaşır! Bir örnek vermek gerekirse, kadının örtünmesi, 7. asır Arabis-tanı'nda bir vesileyle gerekiyormuş demek ki, Tanrı bu vesileden etkilenmiş ve kadınlara "örtünün!" demiş. Ama artık 21. yüzyılda böyle bir örtüye gerek yok! (tanrı bugün o vesilelerden etki-lenmiyor, etkileniyorsa da bizim haberimiz yok!).
İşte şu sözlerinde Rüşdi bu yorumunu daha açık yapıyor: "Yedinci asırda yapılan yasalar, nihayetinde 21. yüzyılın ihtiyaçlarına göre yorumlanabilirdi. İslam reformu işte bu noktadan başlamalı; bütün fikirlerin, kutsal olanların bile, değişen gerçekliklere uyarlanması gerektiği kabul edilmeli."

Rüşdi, İslam'ın Hıristiyanlığa dönüştürülmesini arzu etmektedir. Onun bildiği tanrı, Kur'an'ı inzal eden âlemlerin Rabbi Allah değildir. Fakat Rüşdi gibi düşünenler, onun kafasındaki tanrı ile, Kur'an'ın Allahı'nı nasıl telif ediyorlar?

Son söz olarak Rüşdi, "Açık fikirli" ve "hoşgörülü" olmamız gerektiğini, "bombacıların 'esaslı meydan okumasıyla' ancak böyle başa çıkılabileceğini" salıklıyor.

Gördüğümüz gibi, bu 'hoşgörü' her türlü nâ-mertliğe deva.

Tony Blair'ın yazısı

İngiltere başbakanı Tony Blair, Londra'da Arapça yayınlanan eş-Şarkul Evsat gazetesine verdiği ve oradan Zaman gazetesinin iktibas ettiği yazısında(6) özet olarak şöyle diyor: Londra'daki bombalama eylemlerini 'köktendinci'lerin yaptığı kesindir! (Elbette bu köktendinciler 'Müslüman' kökten-dincilerdir, kafamız karışmasın!). İngil-tere'de, bir milyon kadar Müslüman yaşamaktadır. Bunların çoğunluğu terbiyeli, yasalara itaat eden, terörden uzak, demokratik yaşam tarzına uyum sağlamış, ılımlı insanlardır. Lakin çok az bir kesim vardır ki bunlar işte 'köktendinci' olarak adlandırdığımız insanlardır. Bunlar, çoğulculuğu ve hoşgörüyü esas alan Britanya toplumu içinde dinî iğrentiyi körüklemektedirler. [Selman Rüşdi'nin sözlerine benzerlik dikkat çekmiyor mu?]

İngiltere'de her hükümet, bir yasa çıkartacağı zaman özgürlükleri ve hoşgörüyü korumak için, toplumun bütün kesimleriyle istişarede bulunur idi. Ama artık böyle olmayacak! Oyunun kuralları değişti ve bizim buna hakkımız var! Bizi buna mecbur ettiler! İngiliz (Tony Blair) hükümetini kim buna mecbur etti? Elbette 'köktendinci' Müslümanlar! Zira bunlar, genç beyinleri, kendilerini bomba ile havaya uçuracak ve masum insanları öldürecek kadar etkilemektedirler! Blair, tedbir olarak adlandırdığı ama, fiili yansıması, belki de kara listeye alınan insanların bir sabah kafasına sıkılmış tek kurşunla ölü bulunmasına varıncaya kadar, bir dizi etkin önlemin sadece köktencilere karşı olacağını belirtmektedir. Bu köktencilerin "şekli ve iddia ettikleri din ne olursa olsun" fark etmediğini söylemekte fakat bunun ne kadar politik ve manipülatif bir dil olduğu çok açıktır. Çünkü ortada, başka bir dinden 'köktendinci' yoktur! Özellikle 11 Eylül 2001 tarihinden beri bu böyle anlatılmaktadır, dünya kamuoyuna.

Blair, tedbirler cümlesinden olarak, dinî iğrentiyi teşvik eden, şiddete davetiye çıkartan kimseleri ülkeden çıkartacaklarını, din adamlarının da bu kapsama dahil olduklarını, bu tür din adamlarına hutbe vermeyi yasaklayacaklarını ve bu tür din adamlarının listesini çıkartacaklarını sözlerine eklemektedir.
Blair, Müslümanlar arasında ikilik doğurucu, Müslümanları birbirine düşman edici formülü nasıl da iyi tespit etmiş durumda. Diyor ki, (ılımlı) Müslümanlar, köktendincileri sevmediklerini, eylemlerinden (dolayısıyla onlardan) iğrenti duyduklarını, onların söz ve fiilleriyle Müslüman kuşakların saygınlığının nasıl da zedelendiğini ortaya koymalıdırlar! Yani İngiliz hükümetinin bu yeni siyasi ve sosyal baskı politikalarına maruz kalan Müslümanlar, "ya bizdensiniz ya da terörden yana!" ikilemi ile karşı karşıya kalacaklar ve bir tercih yapmak zorunluluğu duyacaklar.

Tony Blair bir başbakan olarak, tabi ki ülkesinin güvenliğini düşünecek, bu uğurda bir dizi değil, dizilerce önlemler de alacaktır. Buna bizim ha-riçten gazel okumamız söz konusu değildir. Ancak İngiliz başbakanının yazısında çok açık biçimde işlenen, kağıt üzerindeki demokrasi, hukuk dev-leti, özgürlükler, objektiflik gibi bütün parlak söylemleri bir anda yok eden bir bilinç yanıltması var. Başbakanın işlediği bilinç yanıltması şudur: Bir iyi Müslüman var, bir de kötü. İyi Müslüman, işte herkesin bildiği, birtakım günlük veya yıllık ibadetlerini yerine getiren veya getirmeyen ama inanan, adı sanı Müslüman, fakat demokratik, çağdaş yaşam biçimi denilen yaşam tarzına tamamen ayak uydurmuş, belirgin bir siyasi bilinci ve talebi olmayan kimselerdir. Kötü Müslüman ise, adını 'köktendinci' koyduğumuz, harcı âlem kalıplara sığmayan, İslam'ı, sıradan insanlar gibi anlamayan, siyasi talepleri olan, çağdaşlığa, batı medeniyetine itiraz eden, İslam'ın tevhid akidesini önceleyen kimselerdir. (Kuşkusuz batının 'köktendinci' tiplemesi homojen bir yapı değildir. Çok farklı 'köktendinci' eğilimler vardır, fakat onlar şimdilik bunun tefriki derdinde değiller). Sadece Tony Blair değil, bütün batılı siyasiler, batı medeniye-tine alternatif olan yegane güç, yegane sahih din olan İslam'ın yeniden dirilişini, hayata yeniden dönüşünü, yeniden bütün dünyaya müdahale etme tehdidi(!)ne soyunmuş olmasını asla hazme-dememektedirler. Daha doğrusu korkuları bundan, endişeleri bundandır. Müslümanları 'köktendinci', 'daldan dinci', 'uçtan dinci' filan gibi ka-tegorilere ayırmaları bu temel kaygıdan kaynaklanmaktadır.

Şimdi burada, Tony Blair'ın yazısıyla ilgili -bence- en can alıcı soruya gelmiş bulunuyoruz. Soru şudur: Blair ve onun gibiler, neden her türlü bombalama eylemini 'köktendinci' Müslümanlara fatura etmektedirler? 'Köktendinci' bütün Müslü-manlar gerçekten terör mü yapmaktadırlar? Şimdi bu sorunun cevabı kanaatimce şudur: Hayır, bir defa bütün 'köktendinci' Müslümanlar terörist değiller, terör yapmamaktadırlar, hatta birçok 'köktendinci' Müslüman grubun terörle hiçbir ilgisi olmadığı gibi, teröre de ilkesel olarak karşıdırlar. Fakat burada işte, 'terör' kavramının içine nasıl bir anlam yüklendiği çok önemlidir. Türkiye'de, 'terörle mücadele yasası'nı da hatırda tutarak söyleyecek olursak, son yıllarda ABD ve Avrupalı siyasilerin ve stratejistlerin söylemlerinden edindiğimiz fikre göre, putperest batı medeniyetini beğenmeyen, hele de alternatif olarak İslam'ı öne süren herkes teröristtir! Buna, şu anda karşılarına çıkmaları mümkün olsa, İsa Peygamber de, Muhammed Peygamber de dahil olacaktır! Onların da başına gelecek olan, derhal terörle mücadele yasası kapsamında yargılanmaktır!

Kısacası Blair'ın, "savaşım, kökten[din]cilere karşı"[dır] beyanını, "savaşım, İslam'ı İslam olarak anlayan herkesedir" şeklinde anlamak sağlıklı bir anlayıştır. Fakat bunu böyle anlamayan, Blair'dan çok Blair'cılar, Blair'ın kendilerini 'iyi Müslüman' kapsamında gördüğünü düşünmekte ve batılılar tarafından aklanmış olmanın verdiği kıvançla, 'köktendinci' Müslümanlara Blair'ca düşmanlık etmektedirler. Olsun, önemli değil. Bir Müslü-man eğer 'köktendinci' ise, düşman hanesine Blair'ın yanısıra birkaç da, adı Ahmed Mehmed olan birileri eklenmiş ne fark eder?…

Sonuç itibariyle Blair, 'terör' sorununun Müslü-man zihinlerdeki temel düşünce yapısıyla ilgili olduğunu düşünmekte ve köktendincileri bir şe-kilde susturmayı hedeflemektedir. Köktendinci Müslümanların susturulması, illa da onların bomba koydukları iddiasıyla bağlantılı değildir. Değil mi ki bu Müslümanlar Kur'an'ı, yeniden ferdin ve toplumun hayatına müdahale edecek bir biçimde okuyorlar? Değil mi ki bu Müslümanlar, İslam'ın bir dünya nizamı olduğunu çevrelerine yayıyorlar? İşte, mücadele edilmesi gereken esas 'terör' budur. Bu esnada Blair, geleneksel İslam'ı da olabildiğince destekleyecekleri sinyalini vermektedir. Hatırlanacağı üzere, Amerikan Rand şirketinin raporu da bu doğrultudaydı. Ilımlı İslam in, Kur'an İslam'ı out.

ABD: Diyanet Bize İmam Yetiştirsin!

Üçüncü örneğimiz, ABD'nin, kendilerine imam yetiştirme konusunda Diyanet'ten yardım istemiş olmasıdır.

Zaman gazetesi(7) ve Yeni Şafak'ta(8) rastladığım ha-bere göre, ABD Dışişleri bakanlığı müsteşar yar-dımcısı, Matt Bryza nâm bir bürokrat Ankara'da, Diyanet'ten, başkan yardımcısı Doç. Dr. Mehmet Görmez'le görüşmüş. Gazetelerin haberine göre görüşmenin özü şu: ABD, 'Genişletilmiş Ortadoğu Projesi' (GOP) dahi-linde, Amerika ve Avrupa'da ılımlı İslam hedefine hizmet edecek 'Müslüman din adamları' ye-tiştirmek istiyor ve bu konuda Diyanet'i göreve davet ediyor. Bu işin ehlinin hakkını teslim ediyor ve mealen, "biz bu işi bilmeyiz", "sizin kadar tecrübeli değiliz, dolayısıyla sizin kadar başarılı olamayız" diyor. Aynen şöyle demiş, müsteşar yardımcısı:

"Biz ABD'liler nasıl imam yetiştirileceğini bilmi-yoruz; ama Diyanet İşleri Başkanlığı biliyor. Diyanet, bize ve Avrupa'ya yardımcı olabilir." ABD'li yetkili son derece mütevazi değil mi?! Nasıl da haddini bilen, kibar insanlar bunlar! Onu dinleyen bir Diyanet yetkilisinin, sırtının sıvazlandığını, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi'ne, tere yağından kıl çekmek misali angaje edildiğini fark etmesi kolay mı sanıyorsunuz?...

ABD'li yetkili, "harika bir kurum" olarak nitelediği Diyanet'ten Mehmet Görmez'le görüşmesinde, 'dinlerarası diyalog', 'dini çoğulculuk' ve 'aşırılığa karşı mücadele' gibi konular üzerinde durmuş ve Türkiye'nin, Müslüman ülkeler arasında laik-demokratik ülkelerin en başarılısı olduğuna dikkat çekmiş.(9) Müsteşar yardımcısı Matt Bryza, İn-giltere başbakanı'nın sözlerine atfen, sorunun, sadece 'terörist eylemler' olmadığını, "insanların kafa yapısı, aşırılık ve hoşgörüsüzlük olduğunu" dile getirmiş. Yukarıda 'terör' kavramını değerlendirirken demiştim, işte bakın, ABD'li yetkili, İngiliz başbakanı da referans göstererek tam da benim anlatmaya çalıştığım şeyi söylüyor. Yani diyor, bu tartışmaları biz her ne kadar Londra bombalamaları bağlamında gündeme getiriyorsak da, esas sorun bu değil. Esas sorun "insanların [yani Müslümanların] kafa yapısında"dır. Bu kafayı değiştirmek gerekiyor; gerek nûs ile, gerek tekdir ile ve gerekse kötekle!

İşte ABD'lilerin Diyanet yetkililerinden istediği şey, işin 'nûs' kısmıyla alakalıdır. Yani siz bize öyle imamlar yetiştirin, beraber yetiştirelim ki, bu imamlar halka, İslam'ın bir devlet talebinde bulunmadığı nasihatini versin. Bu imamlar şeytandan olduğu gibi siyasetten de Allah'a sığınsınlar! Bu imamlar sadece namaz kıldırsınlar, kandil gecelerini kutlasınlar, mehdiyi halkla birlikte beklesinler, abdestin ve teyemmümün faziletini anlatsınlar, seferîlikte namazın nasıl kılınacağını öğret-sinler, ama asla dini siyasete alet etmesinler!

Matt Bryza, "Türk hükümetinin ve toplumunun birçok başka özelliği gibi, aynı zamanda laik, demokrat ve Müslüman nüfusu var"(10) sözleriyle şunu demek istemiyor mu: Gerçekten siz bir hari-kasınız! Neden mi? halkınız 'Müslüman!' Devle-tiniz laik ve demokrat. Ve siz Diyanet olarak, laik-demokratik sistemle 'müslüman' halkın inanç-larını, değerlerini öyle bir uzlaştırıyorsunuz ki, buna şaşmamak elde değil! İşte amacımız, sizin bu tecrübenizden istifade etmek.

ABD Dışişleri yetkilisi ile görüşmeleri basında yer aldıktan sonra, yeniden bir açıklama yapma gereği duymuş olan Diyanet İşleri Başkan yardımcısı Mehmet Görmez, adı geçen yetkili ile bir saat görüştüklerini teyid ediyor, ancak bu görüşmenin ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde ele aldığı Ortadoğu politikaları ile ilgisi olmadığını belirtiyor. Diyanet'in başka devletlerin uluslar arası politikaları ile bir ilgisi olmadığını kaydeden Görmez, Diyanet olarak hem Türkiye'de, hem de yurt dışında nitelikli din hizmetleri götürdüklerini söylüyor.(11) Görüldüğü gibi, başkan yardımcısı, haberin basına yansıyış şeklinden rahatsız olmuşa benzemektedir. Halbuki, ortada bir yanlış anlama yoktur. Tabi ki ABD'li yetkili, Diyanet temsilcisinin karşısına oturduğunda, "sizinle şu anda BOP çerçevesinde bir mesele konuşuyoruz; BOP'ta var mısınız, yok musunuz?" diyecek değildir. George Bush Ankara'ya, acemi bir diplomatı mı gönderdi sanıyorsunuz? M. Görmez, ABD'li yetkilinin, "Türkiye'nin yurt dışına gönderdiği din görevlilerinin çok iyi çalıştığını ifade edip, imamlarımızı nasıl yetiştirdiğimiz hakkında bilgi istediler. Biz de imamların eğitimleri konusunda nasıl bir yol izlendiğini izah ettik" demektedir. Zaten herkes de bunu böyle anlamaktadır…

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) (yeni adıyla Genişletilmiş Ortadoğu projesi), 'İslam ülkeleri' olarak adlandırılan bölgede, köklü sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel değişim ve dönüşümü amaçlayan, ABD başkanı Bush'un 2004 yılında ilan ettiği bir projedir.(12) Bu projenin işlerlik kazanmasında demektir ki imamlara da çok iş düşmektedir. İbrahim Karagül'ün şu cümlesi, Diyanet'in BOP'daki misyonu ile ilgili hem bir gerçeği ifade ediyor, hem de yakın geçmişi hatırlamamızı sağlıyor: "26 Şubat 2004 tarihinde Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu'nun ABD'de yaptığı görüşmeler, sivil toplum örgütlerinin yanı sıra Diyanet İşleri'nin de aslında projenin hiç de dışında olmadığını ortaya koyuyor."(13)

Yukarıda yer verildiği gibi, terör işin bahanesidir ve zaten gerek 11 Eylül olaylarının ve gerekse 7 Temmuz Londra patlamalarının sırf İslam'ı, mücadele edilmesi gereken yegane terör kaynağı olarak göstermek amacıyla yaptırılmış özel ope-rasyonlar olduğu, vicdanının sesini dinleyen herkesçe kabul edilebilir bir tespittir. Esas mesele İslam'ın dönüştürülmesidir. Amaç, oryantalist bakış açısıyla didiklenmiş, kendinden, kendi İslam anlayışından nefret eden, batılıların İslam yorumunu beğenen laik-demokratik bir İslam anlayışı oluşturmaktır.

ABD'li yetkili [tıpkı Tony Blair gibi, Selman Rüşdi gibi], ortada "yüzleşilmesi gereken ideolojik bir sorun bulunduğunu" söylüyor ve imamların eğitilmesini bu sorunun bir parçası olarak ortaya koyuyor. Peki bu "yüzleşilmesi gereken ideolojik" sorun nedir sizce? Bunu bilmemek için dünyadan tamamen bîhaber olmak gerekir. Bu sorun, İslam'ın dünya hayatına nizam veren, ahlaki, sosyal, siyasi hayatı düzenleyen bir din olduğu 'sorunu'dur. Evet bu, batılılar için ciddi bir sorundur. Sadece New York'un, Londra'nın, Bağdat'ın ya da Kabil'in değil, gerekirse uğruna bütün dünyanın yakılabileceği bir sorun…

Sonuç
Selman Rüşdi ve Tony Blair'ın yazısı ve ABD'nin Diyanet'ten yaptığı talep, belki ilk bakışta birbiriyle alaka kurulamaz üç ayrı 'şey' olarak dursa da, esasında birbiriyle hem de çok önemli bağlara sahiptir. Aslında şu anda dünya siyasetinde ve Türkiye'de (mesela PKK olayı da dahil), birbi- rinden tamamen bağımsız ve alakasız hemen he-men hiçbir gündem konusu yoktur.

İslam'a alternatif, mistik temaları yüksek, hurafelerin yeniden ambalajlanarak öne çıkartıldığı ve en önemlisi siyasi hiçbir talebi olmayan yeni bir din oluşturulması projesi elbette sürecektir. Bu yazının kapsam alanına giren konuda bir 'son dakika' haberini daha vererek bu yazıyı bitirelim: İslam Konferansı Örgütü 9-11 Eylül tarihlerinde Mek-ke'de 100 kadar aydın ve bilim adamını bir araya getirerek bir toplantı düzenleyecekmiş. (Belki de siz bu satırları okurken toplantı yapılıyor olacaktır). Toplantının gündem maddelerinden birinin de, "Ilımlı İslam öğretisinin bütün İslam toplumlarına yayılması" olduğunu sadece hatırlatmakla yetinelim…

Allah "Hak geldi, bâtıl zail oldu" buyurmaktadır. Fakat unutmamak gerekir ki, o 'hak' ancak bizim gelmemizle gelecektir. Hak'kın şahitleri, münte-sipleri, mensupları, bağlıları, bendeleri, hâdimleri biz olacağız. Yoksa 'hak' potansiyel olarak ve durduğu yerde zaten hak'tır ve güçlüdür, azizdir. Önemli olan, İslam reforme edilirken bizim 'hak'kın neresinde durduğumuzdur.



Dipnotlar
(1) Rüşdi Kavgaya Devam Ediyor, Radikal, 12.08.2005.
(2) Radikal, aynı yer.
(3) Matta İncili, 3.
(4) Selman Rüşdi, İslam'da Reform Lazım, Zaman, 09.08.2005.
(5) Rüşdi, Zaman, aynı yer.
(6) Tony Blaır, Savaşım Köktencilere Karşı, Zaman, 25.08.2005.
(7) ABD Diyanet'ten İmam Yetiştirmeyi Öğreniyor, Zaman, 26.08.2005.
(8) ABD Diyanet'in İmamlarına Talip, Yeni Şafak, 26.08.2005.
(9) Zaman, aynı yer.
(10) Yeni Şafak, aynı yer.
(11) Diyanet: BOP'ta Yokuz, Yeni Şafak, 29.08.2005.
(12) Yeni Şafak, 29.08.2005.
(13) İbrahim Karagül, Diyanet'in ABD Güvenlik Konseyi İle Ne İşi Olabilir?, Yeni Şafak,
30.08.2005

dost1
1. February 2010, 11:12 PM
Selamun Aleykum! Değerli Müslümanlardan Kardeşim!

İslam’ı Ilımlılaştırmanın Seyir Defteri

...
Selman Rüşdi, "cihadcı ideolojiyle mücadele" kabilinden, "Kur'an'ın mutlak doğru bir metin olarak değil, tarihi bir belge olarak okunabileceğini" dile getiriyormuş.(2) İşin doğrusu bu 'dile getirmeler' bize hiç de yabancı gelmiyor. Biz bu tınıları yeni duymuyoruz. Türkiye'de, Selman Rüşdi'yi, yokluğunda birileri aratmadı ve aynen onun söylediklerini söylediler yıllarca. İşin esasına bakılırsa, İslam'ın reforme edilmesi projesi yeni, sekiz-on yıllık bir proje değildir. Bu, Cumhuriyet'le yaşıt bir projedir ve bu proje "ivmez, ihmal gelmez" düsturunca işletilmeye devam etmektedir. Bu proje, sahiplerinin istediği gibi gitmeyebilir (ve de kesinlikle gitmeyecektir, Allah'ın izni ile), bu aksaklıkları da zaman olur, Selman Rüşdi gibi, 'Şeytan Ayetleri'nin yazarı dile getirir, zaman olur, bir 'İlahiyatçı din uzmanı' dile getirir, zaman olur, diyalogcu bir cemaat lideri dile getirir. Tabi ki, bu cemaat lideri, kitlelere hükmeden 'büyük' bir din baronu ise, ona da, intihar eden koyunlar misali, sessizliği ve kafalarını yere eğmeleriyle ünlü kuzuları ürkütmemek için, doğrudan doğruya "Dinde reform lazım!" dedirtilmez de, mesela, cihadcı islam'ın, radikal İslam'ın v.b. İslam'ın 'drahşan yüzünü'(?) kirlettiği gibi spotlar söyletilir. İslam'ın ne şekilde olursa olsun (hiçbir şekilde) adam öldürmeyi tasvip etmediği söyletilir.

...
Selman Rüşdi'nin ılımlı İslam projesinde Müslü-manlara yönelik en Şeytanî işlem, onları, yer-yüzünün yegane sahih Kitabı Kur'an hakkında kuşkuya düşürmektir. Diyor ki Rüşdi, "Kur’an metninin Tanrı'nın mutlak sözü olduğu konusundaki ısrar, analitik, akademik söylemi imkânsız-laştırdı. Tanrı yedinci asır Arabistanı'nın sosyo-ekonomik koşullarından hiç etkilenmiş olamaz mıydı? Peygamber'in kişisel koşullarının Mesaj'ın üzerinde hiçbir etkisi olamaz mıydı?" Yani demek istiyor ki, Kur'an Allah'ın mutlak sözü olarak ka-bul edilmemeli, Allah'ın, 7. asır Arabistanı'nın koşullarından etkilendiği, dolayısıyla konjonktürel hükümler indirdiği kabul edilmeli. Böylece, İslam'ın reforme edilmesi kolaylaşır! Bir örnek vermek gerekirse, kadının örtünmesi, 7. asır Arabis-tanı'nda bir vesileyle gerekiyormuş demek ki, Tanrı bu vesileden etkilenmiş ve kadınlara "örtünün!" demiş. Ama artık 21. yüzyılda böyle bir örtüye gerek yok! (tanrı bugün o vesilelerden etki-lenmiyor, etkileniyorsa da bizim haberimiz yok!).
İşte şu sözlerinde Rüşdi bu yorumunu daha açık yapıyor: "Yedinci asırda yapılan yasalar, nihayetinde 21. yüzyılın ihtiyaçlarına göre yorumlanabilirdi. İslam reformu işte bu noktadan başlamalı; bütün fikirlerin, kutsal olanların bile, değişen gerçekliklere uyarlanması gerektiği kabul edilmeli."
...

Sonuç itibariyle Blair, 'terör' sorununun Müslü-man zihinlerdeki temel düşünce yapısıyla ilgili olduğunu düşünmekte ve köktendincileri bir şe-kilde susturmayı hedeflemektedir. Köktendinci Müslümanların susturulması, illa da onların bomba koydukları iddiasıyla bağlantılı değildir. Değil mi ki bu Müslümanlar Kur'an'ı, yeniden ferdin ve toplumun hayatına müdahale edecek bir biçimde okuyorlar? Değil mi ki bu Müslümanlar, İslam'ın bir dünya nizamı olduğunu çevrelerine yayıyorlar? İşte, mücadele edilmesi gereken esas 'terör' budur. Bu esnada Blair, geleneksel İslam'ı da olabildiğince destekleyecekleri sinyalini vermektedir. Hatırlanacağı üzere, Amerikan Rand şirketinin raporu da bu doğrultudaydı. Ilımlı İslam in, Kur'an İslam'ı out.
...
İşte ABD'lilerin Diyanet yetkililerinden istediği şey, işin 'nûs' kısmıyla alakalıdır. Yani siz bize öyle imamlar yetiştirin, beraber yetiştirelim ki, bu imamlar halka, İslam'ın bir devlet talebinde bulunmadığı nasihatini versin. Bu imamlar şeytandan olduğu gibi siyasetten de Allah'a sığınsınlar! Bu imamlar sadece namaz kıldırsınlar, kandil gecelerini kutlasınlar, mehdiyi halkla birlikte beklesinler, abdestin ve teyemmümün faziletini anlatsınlar, seferîlikte namazın nasıl kılınacağını öğret-sinler, ama asla dini siyasete alet etmesinler!
Matt Bryza, "Türk hükümetinin ve toplumunun birçok başka özelliği gibi, aynı zamanda laik, demokrat ve Müslüman nüfusu var"(10) sözleriyle şunu demek istemiyor mu: Gerçekten siz bir hari-kasınız! Neden mi? halkınız 'Müslüman!' Devle-tiniz laik ve demokrat. Ve siz Diyanet olarak, laik-demokratik sistemle 'müslüman' halkın inanç-larını, değerlerini öyle bir uzlaştırıyorsunuz ki, buna şaşmamak elde değil! İşte amacımız, sizin bu tecrübenizden istifade etmek.
...
Allah "Hak geldi, bâtıl zail oldu" buyurmaktadır. Fakat unutmamak gerekir ki, o 'hak' ancak bizim gelmemizle gelecektir. Hak'kın şahitleri, münte-sipleri, mensupları, bağlıları, bendeleri, hâdimleri biz olacağız. Yoksa 'hak' potansiyel olarak ve durduğu yerde zaten hak'tır ve güçlüdür, azizdir. Önemli olan, İslam reforme edilirken bizim 'hak'kın neresinde durduğumuzdur.




Yazısını astığınız Mehmed Durmuş Kardeşimiz kafasını -kendince en büyük düşman olarak gördüğü- “cumhuriyetle”, “lâiklikle” doldurmuş. Bu kardeşimizin Müslümanlık inancı taklidi değil de tahkiki olsaydı bu satırları bu kadar rahat yazarak cumhuriyet ve lâikliğe dil uzatamazdı.

Tahkike dayalı olsaydı Cumhuriyet ve lâiklik ilkesi olmayan sözde “Müslüman devletlerde” bu satırları yazmanın kendisini nereye götüreceğini bilirdi.

Bizler; Kur’an’da “namaz” diye çevrilenler “salat”tır. Namaz , salatın Allah adına yapılacağının ilanıdır… “Kandil geceleri” yoktur. Salat İslam aleminin hayatından çıkarılmıştır. İslam dini Allah Resulundan sonraki devirlerde “saltanatın aracı” haline getirilerek uydurma hadislerle yeniden biçimlendirilmiş… Allah Resulundan bu güne zamlandırılmış “namazdan” ve İçi boşaltılmış Ramazan orucundan başka bir şey kalmamıştır… Zekat, verginin adıdır… Cumua Salatı ve Hacc olması gerekenden farklı olarak yapılmaktadır… dedikçe.
KUR’ANCILAR, MEALCİLER,SÜNNET VE HADİSİ REDDEDENLER,SAHABE VE TABİUNA UYMAYANLAR ,MEZHEPSİZLER… vb sözlerle etiketlendik.

Alemlerin Rabbi olan Allahım özlerde olanı bilendir. Allahıma andolsun ki, adını kendisinin seçtiği İSLAMI, Resulune gönderdiği vahyinden, KUR’AN’dan öğreneceğim. Resulunu KUR’AN’dan tanıyacağım. Yap dediklerini yapıp , yapma dediklerinden kaçınacağım. Allah Resulunun tebliğ ettiği KUR’AN’I öğreneceğim ve TEBYİN etmek için elimden geleni yapacağım. Bu çalışmalarımı yapmama olanak veren CUMHURİYET YÖNETİMİ ve tanımını 1924 Anayasasında bulan LAİKLİK ilkesinin ortadan kalkmaması için de çalışacağım.

Kusursuzluk sadece Allah’a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah’a emanet olunuz.

müslümanlardan
5. February 2010, 01:00 PM
değerli kardeşim,dost1,

İslamın,yönetimide kanunuda yasasıda,kurandır ve hiç bir insanın tekelinde değildir.

Ayrıca islamın,ismide islamdır.Devletin dinden ayrılması olmadığı gibi,islamdini devletlerin egemenliğinde olmayıp hiç bir beşeri yönetimin sultasınıda kabul etmez.Ayrıca islamda din devletin değil, devlet bütün hükümlerini ,yönetimini islamın yani kuranın şeriatinden alır.
o nun için islamda LAİZM YOKTUR.Bunuda tartışmayıp tek temennim ALLAH BÜTÜN SAMİMİ OLANLARI SIRATIL MUSTAKİME ULAŞTIRSIN VE ALLAH BANADA SİZEDE RAHMET ETSİN.

Ali Rıza Borazan
5. February 2010, 02:39 PM
Müslümanlardan kardeşime katılıyorum. İnsanları ve kainatı yaratan Allah insanların toplu halde oldukları zaman bir emir tarafından yönetilmesi ile kanun koyamamışmıdır. peygamberler bir memleketi ne ile yönetmişler Haramları ve helalleri kendilerimi koymuşlar. selam ve sevgilerimi sunarım. Yakında inşallah bu konu ile ilgili çalışmalarımı sunacağım.

Apollonius
5. February 2010, 05:14 PM
Laiklik konusunda bilinen en eski sözü Hz. İsa söylemiş diye duymuştum.
İlk olmasa bile isabetli bir söz olduğu kesindir.


Markos İncili:
12: 13 Daha sonra İsa'yı söyleyeceği sözlerle tuzağa düşürmek amacıyla Ferisiler'den ve Hirodes yanlılarından bazılarını O'na gönderdiler.

12: 14 Bunlar gelip İsa'ya, "Öğretmenimiz" dediler, "Senin dürüst biri olduğunu, kimseyi kayırmadan, insanlar arasında ayrım yapmadan Tanrı yolunu dürüstçe öğrettiğini biliyoruz. Sezar'a* vergi vermek Kutsal Yasa'ya uygun mu, değil mi? Verelim mi, vermeyelim mi?"

12: 15 Onların ikiyüzlülüğünü bilen İsa şöyle dedi: "Beni neden deniyorsunuz? Bana bir dinar getirin bakayım."

12: 16 Parayı getirdiler. İsa, "Bu resim, bu yazı kimin?" diye sordu. "Sezar'ın" dediler.

12: 17 İsa da, "Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya verin" dedi. İsa'nın sözlerine şaşakaldılar.

dost1
6. February 2010, 03:40 AM
Selamun Aleykum! Değerli Müslümanlardan Kardeşim!

değerli kardeşim,dost1,

İslamın,yönetimide kanunuda yasasıda,kurandır ve hiç bir insanın tekelinde değildir.

Ayrıca islamın,ismide islamdır.Devletin dinden ayrılması olmadığı gibi,islamdini devletlerin egemenliğinde olmayıp hiç bir beşeri yönetimin sultasınıda kabul etmez.Ayrıca islamda din devletin değil, devlet bütün hükümlerini ,yönetimini islamın yani kuranın şeriatinden alır.
o nun için islamda LAİZM YOKTUR.Bunuda tartışmayıp tek temennim ALLAH BÜTÜN SAMİMİ OLANLARI SIRATIL MUSTAKİME ULAŞTIRSIN VE ALLAH BANADA SİZEDE RAHMET ETSİN.

İslam Dinine mensup olanların oluşturduğu devletlerde yönetim ve bu yönetimin oluşturacağı yasalar elbette inandıkları İslam Dininin ilkelerine göre olacaktır.Devletlerinin ismi ne olursa olsun bu değişmez ve değişmemelidir.
Allah’ın vahyinin insanlığa duyurulması ve inananlarınca oluşturulan devletin oluşması 23 yılda tamamlanmıştır. Adını Allahın koyduğu İSLAM, bir devletin adı değil DİNİN adıdır.
Allah’ın Resulu 23 yılda tebliğ ettiği İSLAM DİNİNE inananlarca oluşan toplulukla oluşturduğu devleti bırakıp bu alemden ayrılmasından günümüze kadar yaklaşık 1388 yıl geçmiştir.
1. Halife Ebubekr: Nasıl seçilmiştir? Verdiği kararlar Allah’ın Dini İSLAM ve yaşam kurallarını belirleyen KUR’AN’a göre midir?
2. Halife Ömer: Nasıl seçilmiştir? Verdiği kararlar Allah’ın dini İSLAM ve yaşam Kurallarını belirleyen KUR’AN’a göre midir?
3. Halife Osman:Nasıl seçilmiştir? Verdiği kararlar ALLAH’ın dini İSLAM ve yaşam kurallarını belirleyen KUR’AN’a göre midir.
4. Halife Ali: Nasıl seçilmiştir? Verdiği kararlar ALLAH’ın dini İSLAM ve yaşam kurallarını belirleyen KUR’AN’a göre midir.
5. Muaviye: Nasıl seçilmiştir? Verdiği kararlar ALLAH’ın dini İSLAM ve yaşam kurallarını belirleyen KUR’AN’a göre midir.
6. Yezid: Nasıl seçilmiştir? Verdiği kararlar ALLAH’ın dini İSLAM ve yaşam kurallarını belirleyen KUR’AN’a göre midir.

Değerli kardeşim bu soruları 1925 hilafetin son bulmasıyla görevinden uzaklaştırılan son halifeye kadar uzatalabiliriz. Yapılması gereken bu soruların cevabını bulmak için samimi olarak her tür önyargıdan uzak olarak –Hiçbir isme takılı kalmadan- konuları araştırmak ve incelemektir.

Halkı İSLAM dini inananlarından oluşan hiçbir devlette YÖNETİCİLER ne yazık ki,KUR’AN’IN ilkelerine göre değil kendi istek ve ihtiyaçlarına göre -KENDİ deyimlerince KULLARINI;TEBALARINI - yönetmişler yaptıklarının uygunluğu ile ilgili FETVA almaktan da geri kalmamışlar ve SALTANATLARINI sürdürmüşlerdir. KUR’AN’ın açık hükümlerine rağmen saltanatına karşı engel oluşturacağını hissettiği en yakınlarının (baba,kardeş,amca vb) bile hayatlarını ortadan kaldırmaktan çekinmemişlerdir.

İnsanlar binkusur yıldan beri ilk defa TÜRKİYE CUMHURİYETİ’n de YÖNETİCİLERİN KULU ve TEBASI olmaktan çıkarılarak İnandığı ALLAH’ın KULU ve içinde yaşadığı devletin kanunları önünde eşit yurttaşları olmuşlardır. (KUR’AN’a göre olması gereken de bu değil midir? Üstünlük sadece TAKVAda değil midir?)

TÜRKİYE CUMHURİYET’inin kurucuları ki, DİNDEN aldığını ileri sürerek KUTSALA bürünüp kendi heva ve hevasını İLAH edinenlerden oluşacak YÖNETİMİN oluşmasını engellemek için LAİKLİK denilen bir ilkeyi ANAYASASINA koyarak bu yolu tıkamışlardır.

BAKARA;256: La ikrahe fid Diyni kad tebeyyenerrüşdü minel ğayy* femen yekfür bittağuti ve yu'min billahi fekadistemseke bil urvetil vüska, lenfisame leha* vAllahu Semi’un ‘Aliym;
Dinde zorlama yoktur. Gerçekten rüşd ğayy’dan apaçık ayrılmıştır . Artık her kim Tağut’u inkar edip Allah’a iman ederse muhakkak o kopması/ayrılması olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah Semi’dir, Aliym’dir.

Yunus;41:Ve in kezzebuke fe kul liy ameliy ve leküm amelüküm* entüm beriyune mimma a'melü ve ene beriy’ün mimma ta'melun;
Eğer seni yalanladılar ise de ki: “Benim amelim bana, sizin ameliniz size aittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız ben de sizin yaptığınızdan beriyim”.

SEBE;25:Kul la tüs'elune amma ecramna ve la nüs'elü amma ta'melun;
De ki: “İşlediğimiz suçlardan siz sorumlu olmazsınız. Sizin yaptıklarınızdan da biz sorumlu olmayız ”.

KEHF;29: Ve kulil Hakku min Rabbiküm femen şae felyu'min ve men şae felyekfür* inna a'tedna lizzalimiyne naren, ehata bihim süradikuha* ve in yesteğıysu yüğasu bi main kelmühli yeşvil vucuh* bi'seşşerab* ve saet murtefeka;
De ki: “Hak Rabbinizdendir. İsteyen iman etsin/güvensin isteyen inkar edip gerçeği örtsün”. Doğrusu biz, zalimler için öyle bir ateş hazırlamışız ki duvarı/çadırı onları çepe çevre kuşatmıştır. Eğer yardıma çağırsalar, erimiş maden gibi yüzleri pişiren bir su ile yardımlarına koşulur. O ne kötü içecek, o ne kötü dayanma yeri.

NAHL;106: Men kefera billahi min ba'di imanihi illâ men ükrihe ve kalbuhu mutmeinnun bil iymani ve lâkin men şereha bil küfri sadren fealeyhim ğadabün minAllah* ve lehüm azâbün azîym;
Kalbi imanla mutmain olduğu halde, zorlanan müstesna, kim imanından sonra Allah’a kafir oldu ve küfre sadr açtı ise, işte onlar üzerine Allah’dan bir gadab. Ve kendilerine aziym azab vardır.

ŞURA;48: Fein a'redu fema erselnake aleyhim hafiyza* in aleyke illel belağ* ve inna iza ezâknel İnsane minNa rahmeten feriha biha* ve in tusıbhüm seyyietün bima kaddemet eydiyhim feinnel İnsane kefur;
Eğer yüz çevirirlerse, seni onlar üzerine bir hafiyz /koruyup kollayan, irsal etmedik. Sana düşen ancak tebliğdir. Doğrusu biz insana bizden bir rahmet tattırdığımızda, onunla ferahlar. Eğer ellerinin takdim ettiği dolayısıyla kendilerine bir kötülük isabet ederse, muhakkak ki insan kefurdur.

MAİDE;99:Ma aler Rasûli illel belağ* vAllahu ya’lemü ma tübdune ve ma tektümun;
Rasûl’e düşen ancak tebliğ etmektir. Allah, açığa vurduklarınızı da sakladıklarınızı da bilir.

KAF;45: Nahnu a'lemu bi ma yekulune ve ma ente aleyhim bi cebbarin fe zekkir bil Kur’âni men yehafu veıyd;
Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onlar üzerinde bir cebbar değilsin. Veiydimden/tehdidimden korkanı Kur’an ile tezkir et !.Değerli Müslümanlardan Kardeşim!

Değerli Müslümanlardan Kardeşim!
Cemel Vakası, Sıffın vakası...

Yezid'in yönetiminde İslam Tarihinin yüzkarası olan olayları Hüseyin,Kerbela... Harre ve Medine ,Mescidi Nebevi ... Zübeyr-Mekke-Kabe...

Yaşar Nuri Öztürk Kardeşimizin HArre ile ilgili bir çalışmasını sizlerle paylaşmak istiyorum. İlgi duyarsanız Araştırma Görevlisi Bahauddin Varol Kardeşimizin Harre Vakası çalışmasından da yararlanabilirsiniz.

27 Ağustos Sahabi katliamı: Harre
[email protected]
Pazartesi, 31.08.2009 - 10:32
HİCRİ 63 (27 Zilhicce), Miladi 683 yılında, 27 Ağus-tos'ta meydana gelen ve İslam tarihinin en kanlı olaylarından biri olan "Harre Vakası", Arap-Emevi saltanat dinciliğinin işlediği bir
sahabi katliamıdır. Haçlı engizisyonundan birkaç asır önce meydana gelen bu katliam, kilise engizisyonuna ilham veren dinci cinayetlerin en büyüğüdür.
Emevi Arapçılığına karşı çıktıkları için, Peygamber kenti Medine'de, 80 küsuru sahabi olmak üzere, yaklaşık on bin kişi katledildi. Ödül olarak, "Peygamber kenti, üç gün boyunca Emevi katillerine mubah kılındı". Yani canilere, istedikleri her şey serbest ilan edildi. Bu serbestlik üzerine, yaklaşık 900 kadının ırzına geçildi. Bu tecavüzden doğan babası belirsiz çocuklara, İslam kaynaklan, "Harre Evladı" demektedir.
Bazı sahabiler, öldürülmedi ama ağır işkencelerden geçirildi. Bunlardan biri olan Ebu Said el-Hudrî sakalları tel tel yolunarak acılar içinde feryat ettirildi (İbn Ku-teybe; el-İmâme ve's-Siyase, 1/180-190).
Tüm bunlar, "Müminlerin halifesinin buyruklarına karşı çıkılıp din umuru fesada uğratılıyor; fesadı çıkaran asilerin din adına hizaya getirilmesi vaciptir!" gerekçesiyle yapıldı. Gerekçeyi belirleyen ve buyruğu çıkaran ise, "Allah'ın yeryüzündeki gölgesi ve müminlerin emiri" unvan-l larıyla anılması yine bir "din buyruğu" haline getirilen Yezit (ölm. 64/683) idi. Hz. Hüseyin'in başını kestiren Yezit...
Harre olayının ayrıntılarına bakalım.
Medine civarında harre (volkanik arazi) diye anılan arazilerden biri olan Harre-tü Vâkım'da vuku bulan büyük çarpışma, Emevi kralı Yezit kuvvetleriyle "Peygamber kenti" Medine halkı arasında olmuştur.
Medine halkı, yönetimin zulüm ve ahlaksızlıklarına karşı çıkarak Yezit'in halifelik, yani devlet başkanlığı ' makamından inmesini istedi. Bunu hilafete isyan sayan Yezit, Emevilere bağlılığı ve Peygamber evladına kiniyle öne çıkmış olan Müslim bin Ukbe (ölm. 63/683) komutasında büyük bir ordu oluşturarak Medine üstüne saldı.
Yezit ordusundaki asker sayısı on bin ila yirmi dokuz bin arası rakamlarla ifade ediliyor. Sahabi katili komutan Müslim'in yanında yer alan beş yüz kişilik kurmaylar kadrosu ise Rumlardan seçilmişti.
Onlara karşı çıkan Medine halk kitlesinin sadece imanları, iradeleri ve bir de şehit olma arzuları vardı. Teçhizatları, silahları son derece basit kılıç, pala ve sopalardı.
Katliam, yağmalama ve ırza tecavüzlerin ardından, halife Yezit için biat (halifeye bağlılık bildirme) tazelemeye geçildi. Katil komutan Müslim şu emri verdi:
"Biat şu şekilde olacaktır: Yezit'in kulu ve kölesi olarak biat ettim." Bazıları buna karşı çıkarak, "Allah'ın kitabı ve Peygamberin sünneti üzere biat ederim"
diye ısrar etti. Bu şekilde biat isteyenlerin tümü katledildi.
Müslim, kestiği sahabe başları ile esir sahabileri Yezit'e gönderdi. Yezit bunların karşısına geçip Uhud günü intikam şarkıları söyleyen İbnü's-Sib'arî'nin, Bedir'de öldürülen müşriklerin intikamının alındığını ifade eden bir şiirini okudu.
Müslim, Medine başarısının ardından hemen Mekke üzerine yürüdü. İbnüz Zü-beyr'in Kabe'ye sığındığını bahane ederek Beytullah'ı mancınıkla tahrip etti, daha sonra da ateşe verdi.
Yezit, en büyük ödülleri, ünlü sahabileri öldüren askerlere verdi. Tarihçi İbn Sa'd (ölm. 230/844), bu askerlerin bir süre sonra aynı Yezit'in emriyle öldürüldüğünü yazıyor. Bu tam bir Emevi-emperyalist taktiğidir:
Önce, özendirme olsun diye ödül, sonra, konuşmasınlar diye ölüm...
Bugün aynı taktiği; kendisine uşaklık eden "müttefikler"ine(!) ABD uygulamaktadır.

Ali İmran;31: Kul in küntüm tuhıbbunAllahe fettebiuniy yuhbibkümullahu ve yağfir leküm zünubeküm* vAllahu Ğafur’un Rahîym;
De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun; ki Allah da sizi sevsin ve zenblerinizi mağfiret etsin. Allah Ğafur’dur, Rahıym’dir”.
Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'ım Vahyine uyan KUR'AN'ı yaşam biçimi edinen kullarından eylesin.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

dost1
6. February 2010, 06:14 AM
Selamun Aleykum! Değerli Ali Rıza Borazan Kardeşim!

Müslümanlardan kardeşime katılıyorum. İnsanları ve kainatı yaratan Allah insanların toplu halde oldukları zaman bir emir tarafından yönetilmesi ile kanun koyamamışmıdır. peygamberler bir memleketi ne ile yönetmişler Haramları ve helalleri kendilerimi koymuşlar. selam ve sevgilerimi sunarım. Yakında inşallah bu konu ile ilgili çalışmalarımı sunacağım.

Allah razı olsun. Müslümanlardan Kardeşimizin astığı yazıyı ve ona cevaben asılı yazıyı okuduktan sonra Müslümanlardan Kardeşimizin verdiği
“ İslamın,yönetimide kanunuda yasasıda,kurandır ve hiç bir insanın tekelinde değildir.

Ayrıca islamın,ismide islamdır.Devletin dinden ayrılması olmadığı gibi,islamdini devletlerin egemenliğinde olmayıp hiç bir beşeri yönetimin sultasınıda kabul etmez.Ayrıca islamda din devletin değil, devlet bütün hükümlerini ,yönetimini islamın yani kuranın şeriatinden alır.”
cevap için midir bu yazınız?

“İslamın,yönetimi de kanunuda yasasıda,kurandır ve hiç bir insanın tekelinde değildir. “
Allah Resulunun dışındaki dönemlerde gerçekten böyle mi olmuştur? Bizler ;başkalarının tekelinde olan dinin ALLAH’A has kılınması için uğraşmıyor muyuz?

İslamın ismi İslamdır demeyen mi var? DİNİN adını koyan ALLAH’tır. LA ilahe İLLA ALLAH diyen birisi olarak ALLAH’ın dinine başka bir isim mi koymuşuz?

Değerli Kardeşim!
Kur’an bir yaşam kitabıdır. Müslümanlar, inandıkları İSLAM DİNİ’nin YAŞAM KILAVUZU olan KUR’AN’a İnananlarının katılımı ile oluşan ve inançları doğrultusunda adil olarak yöneteceğine inandığı kişilerden seçilen yöneticiler tarafından yönetilir. Peygamberler eğer devlet kurabildilerse kurduğu devleti Allah’tan aldıkları ve tebliğ ettikleri vahye uygun olarak yönetmişlerdir.

Allah için söyleyin. Peygamberin bizzat yaşadığı dönemler dışında haram ve helalleri kim koymuştur? TÜRKİYE CUMHURİYETİ Hangi kanunla hangi helali haram, hangi haramı helal yapmıştır?
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ve kurucularının getirdiği LAİKLİK ilkesi olmasa kendi siteniz ve bu sitede yazdığınız yazıları yazabilme olanağınız olur muydu?

Değerli Ali Rıza Borazan Kardeşim!
Derdimiz, Kardeşlerimize ALLAH’IN vahyini KUR’AN’ı anlatabilmek. KUR’AN’ okuyan kardeşlerimiz KUR’AN’ın YAŞAM KILAVUZU olduğunu görecekler yaşamlarını buna göre düzenleyecekler. KUR’AN Mü’mini olmuş insanlardan oluşan topluluk SALİHAT İŞLEYENLERDEN olmadığında hüsranda olduğunu bilecektir. Yönetime gerçekten katılacaktır. Kendini ALLAH ile ALDATMAK isteyenlere kanmayacaktır. Hangi partiden olursa olsun HAKKA uygun davranmayan genel başkanların,yöneticilerin değil ALLAH’IN kulu olacaktır.

Ali İmran;31: Kul in küntüm tuhıbbunAllahe fettebiuniy yuhbibkümullahu ve yağfir leküm zünubeküm* vAllahu Ğafur’un Rahîym;
De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun; ki Allah da sizi sevsin ve zenblerinizi mağfiret etsin. Allah Ğafur’dur, Rahıym’dir”.

Allah’tan aldığı vahyi yaşayan ve tebliğ eden Allah Resulu onun en büyük örneği olacaktır.

Ahzab;21: Lekad kâne leküm fiy Rasûlillahi üsvetün hasenetün limen kâne yercullahe vel yevmel ahıre ve zekerAllahe kesiyra;
Andolsun ki, Rasûlullah’da sizin için, Allah’ı ve Ahir Günü umanlar ve Allah’ı çok zikreden için üsve-i hasene/güzel bir örnek; vardır .

Kendisini yönetecek olanları seçerken bu seçiminin şarta bağlı olduğunu seçtiklerine hissettirebilecektir. Kendisi görev alırsa Devlet kurumunda almazsa günlük yaşamındaki her çalışmasında kılavuzu Allah’ın vahyi olacaktır.

Mümtehine;1: Ya eyyuhelleziyne amenu la tettehızu 'aduvviy ve 'aduvveküm evliyae tulkune ileyhim bilmeveddeti ve kad keferu bima caeküm minelHakkı yuhricunerRasûle ve iyyaküm en tu'minu billahi Rabbiküm* in küntüm harectum cihaden fiy sebiyliy vebtiğae merdatiy tusirrune ileyhim bilmeveddeti, ve ene a'lemu bima ahfeytum ve ma a'lentum* ve men yef'alhu minküm fekad dalle sevaessebiyl;
Ey iman edenler/güvenenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Onlar, Hakk’dan size gelmiş olanı küfr ettikleri, Rabbiniz olan Allah’a iman ettiğiniz/güvendiğiniz için Rasûl’ü ve sizi çıkardıkları halde, siz onlara mevedde/sevgi ilka ediyorsunuz. Eğer yolumda cihad etmek ve rızamı taleb etmek/kazanmak için çıkmış iseniz halbu ki onlara mevedde gizliyorsunuz. ben gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, yolun denge noktasından gerçekten sapmıştır.

Mümtehine;2: İn yeskafuküm yekûnu leküm a'daen ve yebsutu ileyküm eydiyehüm ve elsinetehüm Bissui ve veddu lev tekfurun;
Eğer onlar sizi yakalar/ele geçirirlerse, sizin için düşmanlar olurlar. Ellerini ve dillerini size kötülükle bast ederler ve kafir olmanızı şiddetle arzu ederler.

Mümtehine;3: Len tenfe'aküm erhamuküm ve la evladuküm yevmelkıyameti yafsılu beyneküm* vAllahu bima ta'melune Basıyr;
Ne Erhamınız /akrabalarınız ne de evladınız size asla fayda sağlamaz. Kıyamet günü (Allah) aranızı ayırır... Allah yaptıklarınızı Basıyr’dir.

Mümtehine;4: Kad kânet leküm usvetun hasenetun fiy İbrahiyme velleziyne me'ahu, iz kalu likavmihim inna bureau minküm ve mimma ta'budune min dunillahi keferna biküm ve beda beynena ve beynekümül'adavetü velbağdau ebeden hatta tu’minu billahi vahdeHu illâ kavle İbrahiyme liebiyhi leestağfirenne leke ve ma emlikü leke minAllahi min şey'* Rabbena 'aleyke tevekkelna ve ileyke enebna veileykelmasıyr;

İbrahiym’de ve Onunla beraber olan kimselerde sizin için gerçekten üsve-i hasene/güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine dediler ki: “Muhakkak ki biz sizden de, Allah’ın gayrından kulluk yaptıklarınızdan da uzağız. Sizi) küfr ettik.. Bizimle sizin aramızda, siz Allah’a O’nun tekliği ile iman edinceye kadar, ebediyyen düşmanlık ve buğz başlamıştır”. Ancak İbrahiym’in babasına: “Mutlaka senin için mağfiret dileyeceğim; ama senin için Allah’dan bir şeye malik değilim” sözü hariç: “Rabbimiz, sana tevekkül ettik, sana yöneldik ve dönüş sanadır”.

Mümtehine;5: Rabbena lâ tec'alna fitneten lilleziyne keferu vağfir lena Rabbena* inneKe ENTEl'Aziyzül Hakiym;
“Rabbimiz!... Kafir olanlar için bizi bir fitne kılma... Bizi mağfiret et Rabbimiz!.Muhakkak ki sen Aziyz’sin, Hakiym’sin”.

Mümtehine;6: Lekad kâne leküm fiyhim üsvetun hasenetün limen kâne yercullahe velyevmel'ahır* ve men yetevelle feinnAllahe HuvelĞaniyyulHamiyd;
Andolsun ki onlarda (İbrahiym ve ashabında) sizin için, Allah’ı ve Ahir Günü umanlar için üsve-i hasene vardır. Kim (Allah’dan) yüz çevirirse, muhakkak ki Allah Ğaniyy’dir, Hamiyd’dır.

Mümtehine;7: 'AsAllahu en yec'ale beyneküm ve beynelleziyne 'adeytum minhüm meveddeten, vAllahu Kadiyr* vAllahu Ğafurun Rahıym;
Umulur ki Allah sizinle, onlardan düşman olduklarınız arasında bir mevedde/sevgi oluşturur . Allah Kadiyr’dir... Allah Ğafur’dur, Rahıym’dir.

Mümtehine;8: La yenhakümullahu 'anilleziyne lem yukatiluküm fiyddiyni ve lem yuhricuküm min diyariküm en teberruhüm ve tuksitu ileyhim* innAllahe yuhıbbulmuksitıyn;
Din’de sizinle savaşmamış ve sizi yurtlarınızdan çıkarmamış kimselere iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan Allah sizi nehyetmez... Muhakkak ki Allah muksitleri sever.

Mümtehine;9: İnnema yenhakümullahu 'anilleziyne katelukum fiyddiyni ve ahrecuküm min diyariküm ve zaheru 'alâ ıhraciküm en tevellevhüm* ve men yetevellehüm feülaike hümüzzalimun;



Mümtehine;10: Ya eyyuhelleziyne amenu iza caekümül mu’minatu muhaciratin femtehınuhünne, Allahu a'lemu Bi iymanihinn* fein 'alimtumuhünne mu’minatin fela terci'uhünne ilelküffari la hünne hıllun lehüm ve la hüm yehıllune lehunn* ve atuhüm ma enfeku* ve la cunaha 'aleyküm en tenkıhuhünne iza ateytümuhünne ucurehunn* ve la tumsikû Bi'ısamilkevafiri ves'elu ma enfaktum velyes elu ma enfeku* zâliküm hukmullahi yahkumu beyneküm* vAllahu Aliymun Hakiym;

Ey iman edenler!... Mü’min kadınlar hicret ediciler olarak size geldiklerinde, onları imtihan edin Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer onları mü’min kadınlar bilirseniz, onları küffara geri döndürmeyin. Ne bunlar onlara helaldir, ne de onlar bunlara helal olurlar. Onlara infak ettiklerini verin. Onların ecirlerini kendilerine verdiğiniz vakit onları nikahlamanızda sizin üzerinize bir cünah yoktur... Kafir kadınların ismetlerini tutmayın Siz harcadıklarınızı isteyin, onlar da harcadıklarını istesinler.Bu size Allah’ın hükmüdür. aranızda hükmediyor.Allah Aliym’dir, Hakiym’dir.

Mümtehine;11: Ve in fateküm şey'ün min ezvaciküm ilelküffari fe'akabtum featulleziyne zehebet ezvacuhüm misle ma enfeku* vettekullahelleziy entüm bihi mu’minun;
Eğer eşlerinizden küffara bir şey fevt eder de muakıb olursanız, eşleri gitmiş olanlara harcadıklarının mislini veriniz. O Allah’dan ittika edin ki siz O’na mü’minlersiniz.

Mümtehin;12: Ya eyyühenNebîyyu iza caekelmu’minatu yubayı'neke alâ en la yüşrikne billahi şey'en ve la yesrıkne ve la yezniyne ve la yaktulne evladehünne ve la ye'tiyne bibuhtanin yefteriynehu beyne eydiyhinne ve erculihinne ve la ya'sıyneke fiy ma'rufin febayı'hünne vestağfir lehunnAllah* innAllahe Ğafurun Rahıym;
Ey O Nebî ! Mü’min kadınlar: “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, çocuklarını katletmemeleri, elleri ve ayakları arasında bir buhtan uydurup getirmemeleri ve hiçbir MA’RUFda sana ısyan etmemeleri” üzerine sana bey’atlaşmaya geldiklerinde, onlarla bey’atlaş ve onlar için Allah’dan mağfiret dile... Muhakkak ki Allah Ğafur’dur, Rahıym’dir.

Tevbe;24: Kul in kâne abaüküm ve ebnaüküm ve ıhvanüküm ve ezvacüküm ve aşiyretüküm ve emvalü nıktereftümuha ve ticaratün tahşevne kesadeha ve mesakinü terdavneha ehabbe ileyküm minAllahi ve RasûliHi ve cihadin fiy sebiyliHİ feterabbesu hatta ye'tiyAllahu bi emriHi, vAllahu la yehdil kavmel fasikıyn;
De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, elde ettiğiniz mallar, kesad gitmesinden korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız meskenler, size Allah’dan, O’nun Rasûlü’nden ve O’nun yolunda cihad’dan daha sevimli ise, artık Allah’ın Biemrihi gelmesini bekleyin... Allah fasıklar kavmine hidayet etmez”.

Tevbe;71: Vel mu'minune vel mu'minatu ba'duhüm evliyau ba'd* ye'murune bil ma'rufi ve yenhevne anilmünkeri ve yukıymunes Salate ve yü'tunez Zekate ve yutıy'unAllahe ve RasûleHu, ülaike seyerhamühumullah* innAllahe Azîyzun Hakiym;
Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin evliyasıdırlar... Ma’ruf’u emrederler, münker’den nehyederler, salat’ı ikame ederler, zekat’ı verirler, Allah’a ve O’nun Rasûlü’ne itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet edecektir. Muhakkak ki Allah Aziyz’dir, Hakiym’dir.

KUR’AN’ın Mü’mini Allah’a kul olarak ALLAH’ın vahyini yaşayabileceği her DEVLET de yaşar örnek birer insan olarak çevresindeki insanlara da KUR’AN’In TEBYİNİNİ yapar. Allah’a kul olarak ALLAH’ın vahyini yaşayamadığı bir devletten de başka devletlere hicret eder.

Bakara;218: İnnelleziyne amenu velleziyne haceru ve cahedu fiy sebiylillâhi ülaike yercune rahmetAllah* vAllahu Ğafur’un Rahîym;
Şüphesiz ki iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mücahade edenler;işte onlar Allah Rahmeti’ni umarlar. Allah Ğafur’dur, Rahıym’dir.

Ali İmran;195: Festecabe lehüm Rabbühüm enniy la udıy'u amele amilin minküm min zekerin ev ünsa* ba'duküm min ba'd* felleziyne haceru ve uhricu min diyarihim ve uzu fiy sebiyliy ve katelu ve kutilu leükeffirenne anhüm seyyiatihim ve leüdhılennehüm cennatin tecriy min tahtihel enhar* sevaben min ındillah* vAllahu ındeHu husnüs sevab;
Rableri onlara karşılık verdi: “Sizden erkek olsun dişi olsun amel edenin amelini zayi etmem. hep birbirinizdensiniz . Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyete uğratılanlar, savaşanlar ve öldürülenlere gelince elbette onların kötülüklerini keffaretleyeceğim/sileceğim ve elbette onları altlarından nehirler akan cennetlere dahil edeceğim, Allah indinden bir sevab olarak”. Allah; sevab’ın güzeli O’nun indindedir.

Nisa;97: İnnelleziyne teveffahümül Melaiketü zalimiy enfüsihim kalu fiyme küntüm* kalu künna müstad'afiyne fiyl Ard* kalu elem tekün Ardullahi vasiaten fe tühaciru fiyha* feülaike me'vahüm cehennem* ve saet mesıyra;
Muhakkak ki Melaike, nefslerine zulmedici oldukları halde vefat ettirdiği kimselere, “Ne işte idiniz? ” derler. (Onlar da) dediler ki: “Biz Arz’da mustaz’afiyn /zayıflardan, ezilen … idik”... (Melaike de) dedi ki: “Allah Arz’ı geniş olmadı mı, orada hicret etseydiniz?”. İşte bunların varacağı yer cehennemdir. Ne kötü dönüş yeridir!.

Değerli Ali Rıza Borazan Kardeşim!
Müslümanım dediği halde DİNİNİ sadece tesettür/türban , kandil geceleri,bayram namazı, Ramazan orucu zanneden ve bağlısı olduğu vahiyden KUR’AN’dan habersiz insanların çoğunlukta olduğu bir devlette yaşıyoruz. Devletleri kurmak kolay değildir. Özellikle de yöneticilerin seçimle işbaşına gelip seçimle işbaşından gittiği türden devletleri kurmak daha da zordur. Allah kuranlardan Razı olsun. Devletimiz insanlarımızın inançları doğrultusunda yaşayarak hertürlü gelişim ve değişime olanak sağlayacak şekilde yapılanmış kadınlarımıza bile seçme seçilme hakkı getirmiştir. Aksayan yönler yok mudur? Düzeltilmesi gereken hataları yok mudur? Elbette vardır. Elimizde Allah’ın vahyine uygun şekilde yaşayıp zaman ve bilgili insanlarla doğru orantılı olarak geliştirebilecek bir devletimiz ve bu devletimize sürekli çatanlar küfredenler…

Allah için Dünyamızda bulunan ve insanları Müslüman olan devletlere bakalım. Devletimize sahip çıkalım. Devletimizi daha da geliştirmek için HAKÇA çalışalım . Bunun için de öncelikle kendimiz KUR’AN’a uygun yaşayanlardan olalım. Devletimizin daha iyi daha güzel olması için elbirliğiyle çalışanlardan olalım. Allah Resulunu aklımızdan çıkarmayalım . Devletimize , devletimizin kurumlarına söğmeyelim. O kurumları iyi ya da kötü yapacak olanın o kurumda çalışan insanlar olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Eğitime ağırlık varalım. İnsanlarımızı Allah’ın dini ile karşı karşıya getirelim. Kula Kul olma bilincini Allah’a kul olma bilincine dönüştürelim.

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah Ali İmran; 139 da “Ve la tehinu ve la tahzenu ve entümül a'levne in küntüm mu’miniyn”
Gevşemeyin, mahzun olmayın; eğer mü’min iseniz siz en üstünlersiniz.

Rad;11: LeHu muakkıbatün min beyni yedeyhi ve min halfihı yahfezunehu min emrillah* innAllahe la yuğayyiru ma bi kavmin hatta yuğayyiru ma bi enfüsihim* ve iza eradAllahu bi kavmin suen fela meradde leh* ve ma lehüm min dunihi min val;
Onun önünden de, arkasından da kendisini Allah Emri’nden muhafaza eden muakkıbat/ izleyenler vardır. Muhakkak ki Allah, bir kavmin halini , onlar kendi nefslerini değiştirmedikçe değiştirmez. Allah bir kavme kötülük irade etti mi, artık onun geri çevrilmesi yoktur. Onlar için O’ndan başka yardım edici dost yoktur.
Demiyor mu?

Kusursuzluk sadece Allah’a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah’a emanet olunuz.

müslümanlardan
8. February 2010, 01:30 PM
Halkı İSLAM dini inananlarından oluşan hiçbir devlette YÖNETİCİLER ne yazık ki,KUR’AN’IN ilkelerine göre değil kendi istek ve ihtiyaçlarına göre -KENDİ deyimlerince KULLARINI;TEBALARINI - yönetmişler yaptıklarının uygunluğu ile ilgili FETVA almaktan da geri kalmamışlar ve SALTANATLARINI sürdürmüşlerdir. KUR’AN’ın açık hükümlerine rağmen saltanatına karşı engel oluşturacağını hissettiği en yakınlarının (baba,kardeş,amca vb) bile hayatlarını ortadan kaldırmaktan çekinmemişlerdir.

İnsanlar binkusur yıldan beri ilk defa TÜRKİYE CUMHURİYETİ’n de YÖNETİCİLERİN KULU ve TEBASI olmaktan çıkarılarak İnandığı ALLAH’ın KULU ve içinde yaşadığı devletin kanunları önünde eşit yurttaşları olmuşlardır. (KUR’AN’a göre olması gereken de bu değil midir? Üstünlük sadece TAKVAda değil midir?)

TÜRKİYE CUMHURİYET’inin kurucuları ki, DİNDEN aldığını ileri sürerek KUTSALA bürünüp kendi heva ve hevasını İLAH edinenlerden oluşacak YÖNETİMİN oluşmasını engellemek için LAİKLİK denilen bir ilkeyi ANAYASASINA koyarak bu yolu tıkamışlardır. [DOST1 ALINTI.]
DOST1 KARDEŞE SAYGILAR,

Halkı İSLAM dini inananlarından oluşan hiçbir devlette YÖNETİCİLER ne yazık ki,KUR’AN’IN ilkelerine göre değil kendi istek ve ihtiyaçlarına göre -KENDİ deyimlerince KULLARINI;TEBALARINI - yönetmişler.

Burda gerçektekten sizinle hemen hemen hemfikirim,ebubekr,ömer,osman,ali,
dönemi hariç.Evet bunlarda hatalı veya eksiklikleri olmuştur ve bundan dolayıda hesaplarını[cevaplarını] kendileri verecektir.

İnsanlar binkusur yıldan beri ilk defa TÜRKİYE CUMHURİYETİ’n de YÖNETİCİLERİN KULU ve TEBASI olmaktan çıkarılarak İnandığı ALLAH’ın KULU ve içinde yaşadığı devletin kanunları önünde eşit yurttaşları olmuşlardır. (KUR’AN’a göre olması gereken de bu değil midir? Üstünlük sadece TAKVAda değil midir?)[dost1 alıntı].gerçekten buna siz inanıyormusunuz yani kurulan türkiye cumhuriyetinin kanunları önünde insanlar eşitmiydiler.türkiye cumhuriyetinin kurucusuda insanları osmanlı tağutundan kurtarıp KENDİ TAĞUTLUĞUNA HİLE VE CEBREN TÜRLÜ OyUNLARLA VE KURANIN BAZI KAVRAMLARINI TEVİL VE TAKİYYE EDEREK insanları kendine kul etmiş.Karşı gelenleride hapsedip astırmıştır.MEHMET AKİF ERSOYUN[KİTAPLARINA BAKIN VE ATATÜRKÜN NUTUK KİTAPLARINDA BUNU NET GÖRE BİLİRSİNİZ]

TÜRKİYE CUMHURİYET’inin kurucuları ki, DİNDEN aldığını ileri sürerek KUTSALA bürünüp kendi heva ve hevasını İLAH edinenlerden oluşacak YÖNETİMİN oluşmasını engellemek için LAİKLİK denilen bir ilkeyi ANAYASASINA koyarak bu yolu tıkamışlardır. [DOST1 ALINTI.]

Kardeş İSLAM DİNİNDE DEVLETLE DİN AYRILMAZ,VE EN ÖNEMLİSİDE,DİN DEVLETİN EGEMENLİĞİNDE DEĞİL,DEVLET DİNİN EGEMENLİĞİNİ KABUL ETMESİ İSLAMIN OLMASSA OLMAZIDIR.

Bari sizin gibi kuranla içiçe olan biri laikliğin İSLAMDA OLDUĞUNU SÖYLEMEMESİ LAZIM.

Birde islamda islamı kabul etmeyene evet zorlama yoktur,ama FİTNE ÇIKARMAMAK ŞARTI İLE.
İSLAMI KABUL EDENDE İSLAMIN BÜTÜN HÜKÜMLERİNİ,GÜCÜ NİSBETİNCE AYETİNİN İSTİKAMETİNDE HEPSİNİ YEPMAK ZORUNDADIR.

NOT.Konu uzun ama kılavyeden bu kadar yazıla biliniyor.SAYGILAR.
VE ZATEN YENİ YENİ ÇIKAN KAVRAMLARA YÜKLENEN MANALAR YÜZÜNDEN AYRIŞMALAR GURUPLAR ,HİZİPLER OLUŞUR,VE OLUŞMUŞTUR.

VE BU AYRIŞMALARA GURUPLARA KARŞIDA ŞU ŞEKİLDE DAVRANMAK LAZIM KANAATİNDEYİM,
ENAM.159. Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.

dost1
10. February 2010, 03:00 AM
Selamun Aleykum! Değerli Müslümanlardan KArdeşim!



...
DOST1 KARDEŞE SAYGILAR,

Halkı İSLAM dini inananlarından oluşan hiçbir devlette YÖNETİCİLER ne yazık ki,KUR’AN’IN ilkelerine göre değil kendi istek ve ihtiyaçlarına göre -KENDİ deyimlerince KULLARINI;TEBALARINI - yönetmişler.

Burda gerçektekten sizinle hemen hemen hemfikirim,ebubekr,ömer,osman,ali,
dönemi hariç.Evet bunlarda hatalı veya eksiklikleri olmuştur ve bundan dolayıda hesaplarını[cevaplarını] kendileri verecektir.

İnsanlar binkusur yıldan beri ilk defa TÜRKİYE CUMHURİYETİ’n de YÖNETİCİLERİN KULU ve TEBASI olmaktan çıkarılarak İnandığı ALLAH’ın KULU ve içinde yaşadığı devletin kanunları önünde eşit yurttaşları olmuşlardır. (KUR’AN’a göre olması gereken de bu değil midir? Üstünlük sadece TAKVAda değil midir?)[dost1 alıntı].gerçekten buna siz inanıyormusunuz yani kurulan türkiye cumhuriyetinin kanunları önünde insanlar eşitmiydiler.türkiye cumhuriyetinin kurucusuda insanları osmanlı tağutundan kurtarıp KENDİ TAĞUTLUĞUNA HİLE VE CEBREN TÜRLÜ OyUNLARLA VE KURANIN BAZI KAVRAMLARINI TEVİL VE TAKİYYE EDEREK insanları kendine kul etmiş.Karşı gelenleride hapsedip astırmıştır.MEHMET AKİF ERSOYUN[KİTAPLARINA BAKIN VE ATATÜRKÜN NUTUK KİTAPLARINDA BUNU NET GÖRE BİLİRSİNİZ].


Türkiye Cumhuriyetinin Kanunları önünde eşit sayılmayan sınıf,zümre ve kişi var mıdır?
Anayasa ve yasa maddesi ile belirtirsiniz sevinirim.
Türkiye Cumhuriyeti Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilerek ilan edilmiştir. Anayasa ve yasaların kabul edilmesi ile ilgili Meclis Tutanaklarını okumanızı öneririm.
Türkiye Cumhuriyetini kuranları ki, O zamanın Büyük Millet Meclisi Başkan ve üyeleri dahil “tağut” olmakla suçladığınızın farkında mısınız?

طاغوت Tağut, azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthane, kâhin, sihirbaz, Allah`ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluşların tümü, anlamlarına gelir.
Şimdi Türkiye Cumhuriyetini kuran Büyük Millet Meclisi tümüyle “tağut”tur öyle mi? Üstelik milleti de kendine “kul “ etmiş ve “kul” olmak istemeyenleri de astırmıştır öyle mi? El İnsaf…

Allah hepsine de Rahmet eylesin.Mehmet Akif Ersoy’un kitaplarını da, mektuplarını da, O dönemde yaşamış olan kişilerin anılarını da Mustafa Kemal’in “Nutuk” adlı kitabını da okudum. Türkiye Cumhuriyetini kuran Büyük Millet Meclisinin Başkan ve üyelerine yaptığınız “tağut” ve “insanları kendilerine kul etme” suçlamanızı reddediyorum ve sizi nefsinizle vicdanınızla baş başa bırakıyorum.



TÜRKİYE CUMHURİYET’inin kurucuları ki, DİNDEN aldığını ileri sürerek KUTSALA bürünüp kendi heva ve hevasını İLAH edinenlerden oluşacak YÖNETİMİN oluşmasını engellemek için LAİKLİK denilen bir ilkeyi ANAYASASINA koyarak bu yolu tıkamışlardır. [DOST1 ALINTI.]

Kardeş İSLAM DİNİNDE DEVLETLE DİN AYRILMAZ,VE EN ÖNEMLİSİDE,DİN DEVLETİN EGEMENLİĞİNDE DEĞİL,DEVLET DİNİN EGEMENLİĞİNİ KABUL ETMESİ İSLAMIN OLMASSA OLMAZIDIR..

Değerli Kardeşim!
Bu söylediklerinizin cevabı “Tavuk mu yumurtadan çıkar , yumurta mı tavuktan çıkar” sözünün cevabı gibidir. Devlet nedir? Sorusuna cevap aradığımızda karşımıza bir çok “devlet” tanımı çıkmaktadır.Tarih boyunca da çokça tanımı yapılmış olan bir kavramdır. Ancak tüm “devlet” tanımlarında genel olarak dört ana unsur vardır ki, bunlar:
1- Kamu binaları
2- Kamu görevlileri
3- Anayasa ve yasalar da denilen normlar/davranış kuralları
4- Her türlü kamu araçlarıdır.
Bu unsurlara dikkat ettiğimizde Önemli olan ana unsurun kamu görevlileri ile Anayasa ve yasalar olduğu görülmektedir. Anayasa ve yasalar da “MİLLETİN MECLİSİNDE “ olmaktadır. Milletin Meclisine seçilecek olanları da bu millet seçmektedir. Seçim sistemler ile ilgili adaletsizlik yok mudur? Şüphesiz vardır. Düzeltecek olan da yine Milletin kendisidir.
İlk astığınız yazıdan beri konumuz Türkiye Cumhuriyeti Devletidir.
Allahın selamı üzerine olsun Allah Resulundan sonraki kurulan hangi devlette “devleti kuran millet” söz sahibi olabilmiştir? Devletin başında olanların hangisi “devleti oluşturan millet”çe seçilmiştir?

Tarihte İlk kez Türkiye Cumhuriyeti ile “devleti oluşturan millet” “kendini yönetecek olanları seçebilme ve yasalar çıkarabilme” hakkını edinmiştir. Aksayan yönleri yok mudur? Elbette vardır.Daha iyiye ulaşılamaz mı? Elbette ulaşılabilir.Ancak bunun yolu Devlete ve devleti kuranlara söğmek olmamalı. Sahip olduğu bu devleti daha iyiye daha güzele götürmek için çabalamak olmalıdır.
İnanıyorum ki, “devleti oluşturan millet” inandım dediği “dini” “Kur’an’dan” öğrendikçe KUR’AN’ı kendisine yaşam kitabı edinecektir ve ALLAH’LA ALDATILANLARDAN olmayacaktır.

İnanıyorum ki, “aklını vahyin denetiminde” işleten insanlar, milletin emeğini sömürerek yoksullaştıran “Riba”yı ve Aileri perişan eden “zina”yı “kumar” ı yasaklayan yasalar çıkararak inandığı yaşam kitabına uygun “ekonomi modellerini” oluşturacaktır.
Bunlar vb lerinin “millet egemenliğinin “ olmadığı bir devlet modelinde olabilmesi mümkün değildir.
Devletimize tüm kurumlarıyla sahip çıkmalıyız. O kurumların işleyişindeki ana unsur olan insanın “kur’an ahlakı” ile ahlaklanması için elimizden gelen çabayı göstermeliyiz.

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah;
Ali İmran;31: Kul in küntüm tuhıbbunAllahe fettebiuniy yuhbibkümullahu ve yağfir leküm zünubeküm* vAllahu Ğafur’un Rahîym;
De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun; ki Allah da sizi sevsin ve zenblerinizi mağfiret etsin. Allah Ğafur’dur, Rahıym’dir”.
Ahzab;21: Lekad kâne leküm fiy Rasûlillahi üsvetün hasenetün limen kâne yercullahe vel yevmel ahıre ve zekerAllahe kesiyra;
Andolsun ki, Rasûlullah’da sizin için, Allah’ı ve Ahir Günü umanlar ve Allah’ı çok zikreden için üsve-i hasene/güzel bir örnek; vardır .Ali İmran;139: “Ve la tehinu ve la tahzenu ve entümül a'levne in küntüm mu’miniyn”
Gevşemeyin, mahzun olmayın; eğer mü’min iseniz siz en üstünlersiniz.

Rad;11: LeHu muakkıbatün min beyni yedeyhi ve min halfihı yahfezunehu min emrillah* innAllahe la yuğayyiru ma bi kavmin hatta yuğayyiru ma bi enfüsihim* ve iza eradAllahu bi kavmin suen fela meradde leh* ve ma lehüm min dunihi min val;
Onun önünden de, arkasından da kendisini Allah Emri’nden muhafaza eden muakkıbat/ izleyenler vardır. Muhakkak ki Allah, bir kavmin halini , onlar kendi nefslerini değiştirmedikçe değiştirmez. Allah bir kavme kötülük irade etti mi, artık onun geri çevrilmesi yoktur. Onlar için O’ndan başka yardım edici dost yoktur.

Mümtehin;12: Ya eyyühenNebîyyu iza caekelmu’minatu yubayı'neke alâ en la yüşrikne billahi şey'en ve la yesrıkne ve la yezniyne ve la yaktulne evladehünne ve la ye'tiyne bibuhtanin yefteriynehu beyne eydiyhinne ve erculihinne ve la ya'sıyneke fiy ma'rufin febayı'hünne vestağfir lehunnAllah* innAllahe Ğafurun Rahıym;
Ey O Nebî ! Mü’min kadınlar: “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, çocuklarını katletmemeleri, elleri ve ayakları arasında bir buhtan uydurup getirmemeleri ve hiçbir MA’RUFda sana ısyan etmemeleri” üzerine sana bey’atlaşmaya geldiklerinde, onlarla bey’atlaş ve onlar için Allah’dan mağfiret dile... Muhakkak ki Allah Ğafur’dur, Rahıym’dir.

Tevbe;24: Kul in kâne abaüküm ve ebnaüküm ve ıhvanüküm ve ezvacüküm ve aşiyretüküm ve emvalü nıktereftümuha ve ticaratün tahşevne kesadeha ve mesakinü terdavneha ehabbe ileyküm minAllahi ve RasûliHi ve cihadin fiy sebiyliHİ feterabbesu hatta ye'tiyAllahu bi emriHi, vAllahu la yehdil kavmel fasikıyn;
De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, elde ettiğiniz mallar, kesad gitmesinden korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız meskenler, size Allah’dan, O’nun Rasûlü’nden ve O’nun yolunda cihad’dan daha sevimli ise, artık Allah’ın Biemrihi gelmesini bekleyin... Allah fasıklar kavmine hidayet etmez”.

Tevbe;71: Vel mu'minune vel mu'minatu ba'duhüm evliyau ba'd* ye'murune bil ma'rufi ve yenhevne anilmünkeri ve yukıymunes Salate ve yü'tunez Zekate ve yutıy'unAllahe ve RasûleHu, ülaike seyerhamühumullah* innAllahe Azîyzun Hakiym;
Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin evliyasıdırlar... Ma’ruf’u emrederler, münker’den nehyederler, salat’ı ikame ederler, zekat’ı verirler, Allah’a ve O’nun Rasûlü’ne itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet edecektir. Muhakkak ki Allah Aziyz’dir, Hakiym’dir.Demiyor mu?





Bari sizin gibi kuranla içiçe olan biri laikliğin İSLAMDA OLDUĞUNU SÖYLEMEMESİ LAZIM.
İsimlere takılmadan ön yargısız olarak aşağıdaki ayetleri tefekkür edince ne anlıyorsunuz?
BAKARA;256: La ikrahe fid Diyni kad tebeyyenerrüşdü minel ğayy* femen yekfür bittağuti ve yu'min billahi fekadistemseke bil urvetil vüska, lenfisame leha* vAllahu Semi’un ‘Aliym;
Dinde zorlama yoktur. Gerçekten rüşd ğayy’dan apaçık ayrılmıştır . Artık her kim Tağut’u inkar edip Allah’a iman ederse muhakkak o kopması/ayrılması olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah Semi’dir, Aliym’dir.
Yunus;41:Ve in kezzebuke fe kul liy ameliy ve leküm amelüküm* entüm beriyune mimma a'melü ve ene beriy’ün mimma ta'melun;
Eğer seni yalanladılar ise de ki: “Benim amelim bana, sizin ameliniz size aittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız ben de sizin yaptığınızdan beriyim”.

SEBE;25:Kul la tüs'elune amma ecramna ve la nüs'elü amma ta'melun;
De ki: “İşlediğimiz suçlardan siz sorumlu olmazsınız. Sizin yaptıklarınızdan da biz sorumlu olmayız ”.

KEHF;29: Ve kulil Hakku min Rabbiküm femen şae felyu'min ve men şae felyekfür* inna a'tedna lizzalimiyne naren, ehata bihim süradikuha* ve in yesteğıysu yüğasu bi main kelmühli yeşvil vucuh* bi'seşşerab* ve saet murtefeka;
De ki: “Hak Rabbinizdendir. İsteyen iman etsin/güvensin isteyen inkar edip gerçeği örtsün”. Doğrusu biz, zalimler için öyle bir ateş hazırlamışız ki duvarı/çadırı onları çepe çevre kuşatmıştır. Eğer yardıma çağırsalar, erimiş maden gibi yüzleri pişiren bir su ile yardımlarına koşulur. O ne kötü içecek, o ne kötü dayanma yeri.

NAHL;106: Men kefera billahi min ba'di imanihi illâ men ükrihe ve kalbuhu mutmeinnun bil iymani ve lâkin men şereha bil küfri sadren fealeyhim ğadabün minAllah* ve lehüm azâbün azîym;
Kalbi imanla mutmain olduğu halde, zorlanan müstesna, kim imanından sonra Allah’a kafir oldu ve küfre sadr açtı ise, işte onlar üzerine Allah’dan bir gadab. Ve kendilerine aziym azab vardır.

ŞURA;48: Fein a'redu fema erselnake aleyhim hafiyza* in aleyke illel belağ* ve inna iza ezâknel İnsane minNa rahmeten feriha biha* ve in tusıbhüm seyyietün bima kaddemet eydiyhim feinnel İnsane kefur;
Eğer yüz çevirirlerse, seni onlar üzerine bir hafiyz /koruyup kollayan, irsal etmedik. Sana düşen ancak tebliğdir. Doğrusu biz insana bizden bir rahmet tattırdığımızda, onunla ferahlar. Eğer ellerinin takdim ettiği dolayısıyla kendilerine bir kötülük isabet ederse, muhakkak ki insan kefurdur.

MAİDE;99:Ma aler Rasûli illel belağ* vAllahu ya’lemü ma tübdune ve ma tektümun;
Rasûl’e düşen ancak tebliğ etmektir. Allah, açığa vurduklarınızı da sakladıklarınızı da bilir.

KAF;45: Nahnu a'lemu bi ma yekulune ve ma ente aleyhim bi cebbarin fe zekkir bil Kur’âni men yehafu veıyd;
Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onlar üzerinde bir cebbar değilsin. Veiydimden/tehdidimden korkanı Kur’an ile tezkir et !.

Değerli Müslümanlardan Kardeşim!



Birde islamda islamı kabul etmeyene evet zorlama yoktur,ama FİTNE ÇIKARMAMAK ŞARTI İLE.
İSLAMI KABUL EDENDE İSLAMIN BÜTÜN HÜKÜMLERİNİ,GÜCÜ NİSBETİNCE AYETİNİN İSTİKAMETİNDE HEPSİNİ YEPMAK ZORUNDADIR..

Amenna saddakna.


NOT.Konu uzun ama kılavyeden bu kadar yazıla biliniyor.SAYGILAR.
VE ZATEN YENİ YENİ ÇIKAN KAVRAMLARA YÜKLENEN MANALAR YÜZÜNDEN AYRIŞMALAR GURUPLAR ,HİZİPLER OLUŞUR,VE OLUŞMUŞTUR.

VE BU AYRIŞMALARA GURUPLARA KARŞIDA ŞU ŞEKİLDE DAVRANMAK LAZIM KANAATİNDEYİM,
ENAM.159. Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.

Allah razı olsun. Aynen katılıyorum.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

müslümanlardan
10. February 2010, 12:47 PM
Türkiye Cumhuriyetinin Kanunları önünde eşit sayılmayan sınıf,zümre ve kişi var mıdır?DEMİŞSİNİZ KARDEŞ,

MİLLET VEKİLLERİ VE HALK EŞİT DEĞİL.

BİRDE TCK KANUNLARINA GÖRE HZ MUHAMMED BU GÜN YAŞAMIŞ OLASAYDI
ANAYASAYI BOZMAK ,ŞERİAT PROPAAGANDASI YAPMAK VE DEVLET DÜZENİNİ YIKMAYA ÇALIŞMAKTAN DOLAYI TERORİST İLAN EDİLİR VE ASILIRDI....Birde şu yazıyı okursanız belki daha iyi anlaşılır.

SONUÇ


Yirminci yüzyıl deniien bir çağda yaşıyoruz.

Saadet dönemini ondört asır geride bırakmışız. Aydınlık ve aydınlık kaynağı dönem İle aramızda ondört asırlık bir tarih oluşmuş.

Ondört asır, bindörtyüz yıl!..

Neler olmamış ki bu ondört asırlık dönemde? Üzülünecek, sevinilecek, şaşırılacak, kızılacak neler olmamış ki?

Bölünmeler, parçalanmalar, iç savaşlar..

Hz. İbrahim (a.s.)'ın “Ya Rabbi zürriyetimden imamlar ve önderler kıl” duası üzerine Rabbimizin: “Zalimler Benim ahdime erişemez” buyruğu ile red*dedilen saltanat sisteminin, bu İlahi buyruğa rağmen teşekkülü ve sultanoğlu zalimlerin başa geçmesi..

Hz. Musa (a.s.) Rabbani görevi için kardeşi Ha*run (a.s.)'ı yardımcı olması için isterken, kardeşlerini katleden ve ellerindeki kardeş kanını değişik fetva*larla yıkamaya çalışan sultanlar..

Yaşamak için, sultanların zulmünü de yaşatan ve bu zulmü din adına onaylayan, meşru gösteren çanak yalayıcıları..

ResululLah (s.a.v.)'e ümmet ve halef olduklarını iddia eden sultanların, Resulullah (s.a.v.)'in sade ya*şantısına karşılık saraylarda ve yüksek tahtlarda hi*lafet görevini yürütmeye çalışmaları..

Kültür ve eğitim faaliyetleriyle insanları ve top*lumları değil, toprakları fethetmeyi amaçlayan sa*vaşlar. .

Batıda kral-papaz, doğuda sultan-şeyhülislam ilişkileri..

Müsbet ilme karşı takınılan menfi tavırlar..

Saraya ve ihtişamlı yaşantıya haklı bîr kızgınlık*la bakan binlerce göz..

Son dönemlerinde 'Hasta adam' olarak adlan*dırılan Osmanlının tabi bir ecel ile ölmesi..

Saltanat sisteminin kaldırılması..

Dinin istismarına şahit olan gözlerin, istismarcı*lara değil dine düşman edilmesi..

Cumhuriyetin kurulması..

Dinin istismarını önlemek için, dîn ile devlet iş*lerinin ayrılması ve laikliğin teşekkülü..

Dinin istismarını önlemek için Kur'an'ı Kerim'de beyan edilen kanunların yürürlükten kaldırıl*ması ve hayat şeklini belirleyecek olan kanunların meclislerden çıkarılması..

Dinin istismarını önlemek için yapılan bu çalış*malara karşı çıkan veya engel olan kimselerin, dinin istismarını önlemek için katledilmesi..

Dinin istismarını önlemek için, imam-hatip ve ilahiyat fakültelerinin kurulması ve din görevlilerinin devlet kof tölünde yetiştirilmesi..

Dinin istismarını önlemek için, cami ve benze*ri yerlerde dinin devlet tarafından öğretilmesi..

Dinin istismarını önlemek için, devletin belirle*diği müfredatın dışına çıkarak Kur'an'ı Kerim'deki bazı hükümleri gündeme getiren din görevlilerinin görevden alınması ve cezalandırılması..

Dinin istismarını önlemek için, devleti meşru gören zararsız gruplara müsamaha edilmesi ve dini asabiyete sahip olan kimselerin bu gibi gruplarda deşara edilmesi..

Ve istismar edilmesinden endişe duyulan dinin, bilinen sebeblerle ortadan kalkması..

İşte böyle geldik günümüze veya böyle getiril*dik.

Dünyanın birçok bölgesinde de durum bundan per farklı değil. Batı dünyasındaki toplumlar ise meydana getirdikleri Madeni dünyanın ağırlığı ve soğukluğu altmda ezilmektedirler. Uluslararası şir*ketler vasıtasıyla dünyaya tahakküm eden emperya*lizm, sömürdükleri ülke yönetimleri üzerinde mües*sir olabilmekte ve gerekirse bu yönetimleri bazı mü*dahaleler ile azledebilmektedirler. Halkın iradesi ile iş başına geldiklerini söyleyen ülke yöneticileri, hal*kın iradesinden, ziyade emperyalizmin iradesi ile iş başına gelmektedirler.

Müstekbir mantığı, aynı rengin değişik tonlarını sergileyerek dün*yanın birçok ülkesinde kendisini göstermektedir. Al*lah'ın hakimiyetini İnkar eden bu müstekbirler, “Hal*kın hakimiyeti' sloganı altında kendi hakimiyetlerini sürdürmek istemektedirler. Sömürdükleri insanları aldatmak için, “Biz de Allah'a inanıyoruz” diyen bu müstekbirler, gerekirse Kur'an'ı Kerim'in okunmasına ve okutulmasına izin vermektedirler.

Tabi ki sadece okunmasına ve okutulmasına!..

Kur'an'ı Kerim'in belli kıraatlere göre okunma*sından bu müstekbirler rahatsız olmamaktadırlar. Çünkü Allah'ın buyruğunu içeren Kitap okunmakta, bu müstekbirlerin buyruğunu içeren kitap ise yaşan*maktadır. Mesela Libya Lideri Kaddafi, ülkesindeki insanlar tarafından Kur'an'ı Kerim'in belli kıraatlerle okunmasından rahatsız olmamaktadır. Çünkü Lib*ya'da Kur'an'ı Kerim kıraatle okunmakta, Kaddafi'nin hazırladığı Yeşil Kitap ise yaşanmaktadır. Kaddafi'ye “Senin hazırladığın Yeşil kitabı kıraatle oku*yup, Kur'an'ı Kerim'i yaşayalım mı?” şeklinde bir tek*lif götürülse, Kaddafi'nin gerçek çehresi meydana çıkacaktır. Müslüman olduğunu iddia eden bu kim*senin, kendi kitabına reva görmediği bir durumu, Kur'an'ı Kerim'e reva gördüğü anlaşılacaktır.

“Kişi ile Allah arasına hiç kimse giremez” diyen bu müstekbirler, bu ifade ile beî'amları değil salih mü'minleri kastetmektedirler. Çünkü tağutu meşru gösteren bel'amlar, tağutun izniyie insanlar ile Allah arasına girmeye çalışmakta ve sapık fikirlerle insan*ları Allah'tan uzaklaştırmaktadırlar. Oysa ki şanı yü*ce Rabbimiz bunun aksini emretmektedir. İlahi emirlere göre söz konusu bel'amlann susturulması ve insanların salih kimseler vasıtasıyla Allah'a davet edilmesi gerekmektedir. Seçkin insanlar olan pey*gamberlerin ve bu peygamberlerin yolunu izleyen mü'minlerin yaptığı da bu değil midir?

Dünya emperyalizmine yön veren ve yürüten müstekbirler, bilerek veya bilmeyerek ilahlaşmaya çalışmaktadırlar. Allah'ın hukukunu iptal etmeye ça*lışarak insanlara ilahlık taslayan bu müstekbirler, dünya insanlarını kendilerine kul etmek istemektedirler. Allah'ın yarattığı ve Allah'ın yaşattığı mülk üzerinde, Allah'ın hükmüne zıd hükümlerle tasarruf sahibi olmak istemektedirler. Kendi nefisleri için is*temediklerini, alemlerin yaratıcısı olan Allah için is*temektedirler. Mesela herhagi bir devlet başkanı*na.

“Sen yine devlet başkanı ol, fakat!.. Ülkendeki insanların nasıl idare edileceğine, nasıl yaşayacağı*na karışmayacaksın. Üikendeki insanların nasıl ya*şayacaklarını belirleyen kanunları çıkarma, bu ka*nunları onaylama ve benimsemediğin kanunları ip*tal etme yetkin olmayacak. Savaşa ve barışa sen ka*rar vermeyeceksin. Hoşlandığın ve hoşlanmadığın şeylere müdahale etmeyeceksin. Sen sadece devlet başkanı olacak, ismin duvarlara yazılacak ve bayram törenlerinde halkın arasında gözükeceksin..” şeklin*de bir teklif götürsek.

“Bu ne biçim devlet başkanlığı” diyerek teklifi reddedeceklerdir. Oysa ki bu yaratıklar böyle bir devlet başkanlığına razı olmazlarken, alemlerin ye*gane yaratıcısı olan Allah (c.c.)'ı bu şekilde bir Rab olmaya razı etmek istemektedirler. Allah (c.c.) yega*ne yaratıcı ve alemlerin Rabbi olarak bilinecek, du*varlara ismi yazılacak, dini gün ve dini bayram tö*renlerinde insanların gündemine girecek, fakat!.. Yarattığı insanların yaşantısına müdahale etmeye*cek. İnsanların nasıl ve ne şekilde yaşamaları gerek*tiğine dair son peygamberi Resulullah (s.a.v.) tara*fından beyan ettiği hükümler dikkate alınmayacak ve iptal edilecek. Kendisine tabi olan mü'minîer ce*zalandırılırken, kendisine isyan eden kafirler müka*fatlandırılacak ve Allah (c.c.) buna da müdahale etmeyecek!

Allah (c.c.)'a inanan bütün dünya insanlarının kulaklarına, gözlerine, akıllarına, vicdanlarına ses*lenmek istiyoruz.

“Allah (c.c.) böyle bir Rab mıdır veya böyle bir Rab olmaya razı mıdır?”

“Razıdır veya bizim çıkarlarımız için razı olma*lıdır.” diyen dünya müstekbirlerine hiç hoşlanmaya*cakları bir haberimiz vardır.

Allah (c.c.) böyle bir Rab olmaya hiçbir zaman razı olmamış ve hiçbir zaman razı olmayacaktır. Yer, gök ve her ikisi arasındakiler Onundur. O Allah ki, bütün insanları ve cinleri sadece kendisine kulluk yapmaları için yaratmıştır. Siz ise şeytana kulluk yapmakta ve sadece Allah'a kulluk yapmaları gere*ken insanları aldatarak kendi çıkar ve menfaatlerini*ze kul yapmaktasınız.

Bu durumunuzu gören, bu durumunuzu bilen ve gerçek sabır sahibi olan Allah (c.c), Iutfu ile şuurlandırdığı mü'minler vasıtasıyla sizlere hitap etmekte ve sapık yollarınızın sonuna geldiğinizi beyan etmektedir. Şimdiye kadar suskunluğa mahkum etmeye çalıştığınız İlahi hitap, bundan sonra kulaklarınızda ve dünyanın dört bir tarafında yankılanacaktır.

“Bunu susturabilir misiniz?”

“Elbetteki hayır..”

Allah kelamını gündeme getiren mü'minleri katlederek bu İlahi kelamı susturabileceklerini zan*nedenler, bu İlahi kelamın sahibini tanımamaktadır*lar. Oysa ki bu İlahi kelamın sahibi Allah (c.c.)'dır. İlahi kelamı susturmaya çalışanlar, Allah (c.c.)'ı sus*turmaya çalışanlardır. Elbetteki ve elbetteki buna güçleri yetmeyecektir. Allah (c.c.) dilediği mesajı, di*lediği kulları ile dünya insanlarına ulaştıracaktır. İlahi mesajı gündeme getiren bir mümini katleden müstekbirler, aynı mesajın yüz mü'minden yükseldi*ğine şahit olabileceklerdir. İlahi takdir gerçekleşecek ve İlahi mesaj kıyametten önce bütün dünya insan*larına ulaşacaktır.

Ve siz, siz ey dünya müstekbirleri ve bu müstekbirlerin zulmünü destekleyen dünya mustazaflan..

Artık durun!

Şeytani yollardan, şeytani hükümlerden, şeyta*ni yaşantılardan vazgeçin.

Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) bu sapıklıktan vazgeçmenizi, tevbe etmenizi ve Kur'an'ı Kerim'deki İlahi buyruklara teslim olmanızı emretmektedir. Şu*nu idrak edelim ki bizleri yaratan Allah'ın arzında bulunuyor, Allah'ın nimetlerinden faydalanıyor ve Allah'ın lutfu ile yaşıyoruz. İnsanları yaratan ve ya*şatan Rabbimiz, biz insanları başıboş bırakmamış ve Resuluîlah (s.a.v.) ile bizlere nasıl ve ne şekilde yaşa*mamız gerektiğini bildiren İlahi mesajını ulaştırmış*tır. Bu İlahi mesajı ilk günkü tazeliği ile bizlere sunan Kur'an'ı Kerim'de nasıl yaşayacağımız ve kimlere karşı nasıl davranacağımız açıklanmaktadır.

Allah'a inanan insanlar, inandıkları Allah'ın emir ve nehiylerine teslim olarak “Müslüman” sıfatına sahip olabilirler. Müslü*man, Allah'ın emirlerine gönülden itaat ederek sa*dece Allah'a kulluk yapan insandır. Ahirette zarar görmemek İçin Allah'a, dünyada zarar görmemek için firavunlara kulluk yapanlar müşrik durumunda*dırlar. Firavunların şeytani hükümlerine isteyerek itaat eden bu kimseler namaz da kılsa, hacca da git*se, cami de yaptırsa müşriktirler. Yaptıkları bu işler, kendilerinden kabul edilmeyecektir. Çünkü Allah'a kulluk, firavunların isteklerine göre şekillenecek ve sınırlandırılacak bir kulluk değildir. Cennet umudu ile Allah'a, hapis ve ölüm korkusu ile firavunlara kul*luk yapanlar, Allah'a değil firavunlara kulluk yap*maktadırlar. Bunlar hem dünyada ve hem de ahirette zelil olacaklardır.

Dünya hayatında içine düştüğünüz zillet ortada*dır fakat bunu görecek gözünüz var mı?

Göremiyorsunuz ve göremezsiniz de!..

Çünkü siz dünyayı, dünya emperyalizmine uşaklık eden gazetelerden görmeye ve bu gazeteler*den tanımaya çalışıyorsunuz. Hiç görebilir misiniz ve hiç gösterirler mi size dünyanın gerçek çehresi*ni!.. Hiç anlatırlar mı, hiç gösterirler mi size dünya*da hüküm süren emperyalizmin gerçek çehresini?

Göstermezler, çünkü kendileri aynı emperyalizmin birer uşağı*dırlar. Vazifeleri batıl görüşleri ve batıl yorumlan ağız birliği yaparak dünya insanlarına sunmaktır.

Ağız birliği yapmak!..

Bu gerekli mi?

Elbetteki gerekli!. Resulullah (s.a.v.) döneminde Velid b. Muğire'ye yol gösteren şeytan aleyhillane, aynı şeytani yolu zamanımızdaki müstekbirlere de göstermektedir. Bilindiği gibi Velid bin Muğire hac mevsimi yaklaştığı zaman Mekke müşriklerini topla*mış ve onlara şöyle demiştir:

“Ey Kureyş topluluğu; Hac mevsiminin vakti gelmiştir. Birçok arap heyet*leri size geleceklerdir. Onlar bu arkadaşınızın (Muhammed'in) durumunu da iş itmişlerdir. İşte bunun için onun hakkında bir görüşte toplanınız. İhtilafa düşüp de birbirinizi yalanlamayınız ve birbirinizin sözünü red etmeyiniz.”

Buna neden gerek duydular?

Çünkü Resulullah (s.a.v.)'e isnad edecekleri va*sıfların birer yalan olacağını kendileri de biliyordu. Herkes kendisine göre bir yalan uydursa, çevre ka*bilelerden gelen araplar birbirini tutmayan değişik isnatlarla karşılacaklar ve dolayısıyle söylenenlere inanmayacaklardı. Söylenen yalanın etkili olabilme*si ve doğru kabul edilmesi için birçok ağızdan aynı yalanın tekrarlanması gerekmektedir. Nitekim deği*şik tekliflerden sonra Velid b. Muğire'nin teklifi ka*bul edilir ve çevre kabilelerden Mekke'ye gelen araplara, Efendimiz (s.a.v.) hakkında ağız birliği ya*pılarak şu ifadeler kullanılır:

“O, sihir olan bir söz getirdi. Bu sözle kişi İle babasının arasını, kişi ile kardeşinin arasını, kişi ile karısının arasını, kişi ile kabilesinin arasını ayırıyor. Bundan dolayı ondan uzaklasın”

Dikkat edilirse kullandıkları ifadede bazı doğru*lar vardır. İlahi daveti kabul ettikten sonra kendileri*ni ısrarla küfre davet eden babasını, kardeşini, karı*sını ve kabilesini terkeden, onlardan ayrılan müslümanlar vardır. Mekke'li müşrikler yaşanan olayın sa*dece bu görüntüsünü almaktalar ve maksatlarına uy*gun olan bu görüntüyü şeytani bir yorumla empoze etmektedirler.

Tıpkı, evet tıpkı, zamanımızdaki uluslararası haber merkezleri*nin yaptığı gibi!.

Ne yapar bu haber merkezleri?

Dünyanın her tarafındaki adamları vasıtasıyla bütün haberleri toplarlar. Sonra ne yaparlar, bu haberleri olduğu gibi dünya kamuoyuna bildirirler mi?

Elbetteki değil..

Toplanan bu haberler merkezde değerlendirilir. Dünya insanlarının uyanışına vesile olabüecek ha*berler, tehlikeli haberlerdir. Bu tehlikeli haberler ba*sına yansıtılmadan gerekli görülen istihbarat mer*kezlerine ulaştırılır. Bu tehlikeli haberlerden değişik vesilelerle haberdar olan bazı toplumlardan bu ha*berler saklanamayacağı için, bu haberlerden maksa*da uygun görüntüler alınarak ve dünya emperyaliz*minin menfaatine göre yorumlanarak bu toplumla*ra sunulur.

Netice ise malumdur!.

Bu toplumlarda yaşayan insanlar değişik gaze-lerde aynı haberi ve aynı yorumu okudukları zaman, . ağız birliği yapan basın organlarının tesirinde kala*bilmekte ve meydana gelen olay hakkında dünya emperyalizminin istediği şekilde düşünmektedir.

İşte bunun için göremezsiniz ve göremiyorsu*nuz içinde bulunduğunuz zilleti. Mesela bir haber okuyorsunuz.

“Yaşadıkları ülkede bulunan devleti yıkmaya ça*lışan aşırı dinciler idama mahkum oldu.”

'Müslümanız' demenize rağmen, bu müslümanların idam kararına hiçbir tepkiniz yok değil mi?

Hem neden tepkiniz olsun ki? Size verilen ha*berlere göre bu kimseler devleti yıkmaya çalışan aşı*rı dincilermiş!

Halbuki sizler, Allah'a savaş açan bu küfür dev*letlerini destekleyen mülayim dincilersiniz. Şeytani propagandalar ile öyle mülayimleşmiş, öyle sulandı*rılmışsınız ki, Allah'ın düşmanlarını dost, dostlarını düşman görebiliyorsunuz.

Oysa ki kendilerine aşırı dinci denilen bu kim*seler, tevhîd ve şirkin farkına varan birer müslüman. İdamı gerektiren gerçek suçları ise Allah'a kul olmak ve içinde bulundukları toplumu sadece Allah'a kullu*ğa davet etmek. İşte cahili sistemlerin affetmediği ve cezalandırmak istediği suç bu!”

Size bu haber “Allah'a kulluk yapan ve içinde bulundukları toplumu Allah'a kulluğa davet eden ba*zı müslümanlar, hükümet tarafından idama mah*kum oldu' şeklinde verilseydi, biraz uyanırdınız değil mi?

Fakat beklemeyin!..

Bu gibi basın organlarından, bu gibi haberler hiç beklemeyin. Çünkü görevleri uyandırmak değil uyutmaktır. Firavunları Musa, Musaları Firavun gibi tanıtmaktır. Dolayısıyle bunları dinlediğiniz sürece uyanmayacak ve uyandırılmayacaksınız.

Ve siz bilmeyeceksiniz, ve siz görmeyeceksiniz içinde bulunduğunuz zil*leti.

“Ekmek pahalılandı” diyerek yine fırıncılara kıza*caksınız. Bankadan kredi alarak depolarını buğday*la dolduran un fabrikatörünü, sanayici ve iş adamı*nı görmeyeceksiniz.

Bilmeyeceksiniz, banka kredisi ile meydana ge*tirilen mamuilerin maliyeti tesbit edilirken, maliyete banka faizinin de ilave edileceğini. Anlamayacaksı*nız, o mamulü alırken, bankaya verilen faizin sizin cebinizden çıktığını..

Siz sadece pahalılıktan şikayet edeceksiniz.

Değişik partileri ve bu partileri destekleyen in*sanları suçlayacaksınız. Televizyon banka reklamla*rını izlerken spikerin: “Sizin güveninizle bu güce eriştik” şeklindeki dosdoğru ifadesini esneyerek din*leyeceksiniz.

Lütfen uyanın, uyanın ey dünya mustazafları..

Müstekb iri erin sömürüsü, sizin desteğiniz ile yürümektedir. Allah (c.c.) dünya müstekbirlerini ve siz dünya mustazaflarım kendisine itaate, kendisine kulluğa davet etmektedir. Bu İlahi davete icabet edenler elbetteki ve elbetteki kurtuluş bulacaklardır. İlahi davete icabet edenler ebedi cennet hayatı ile müjdelenmektedir.

Allah'ın ayetleriyle Allah'a davet edilmelerine rağmen Allah'ın ayetlerini yalanlayanlar ve inkar edenler ise Rabbimizin sünneti olan dünyevi helak ve ebedi cehennem azabı ile tehdit edilmektedirler.

Bu konuda muhayyersiniz, istediğiniz gibi karar verebilirsiniz. Sizleri yara*tan ve sizlere akıl veren Allah (c.c), sizleri iki yol ve iki tercihle karşı karşıya getirmektedir, “Allah'a inan*dık” diyerek kurtulamayacaksınız. İnandığınız Allah sizleri İlahi buyruğuna davet etmektedir. Müslüman ancak ve ancak bu İlahi davete teslim olan ve bu da*vetin gereğini yaşayan insandır. Sizleri gerçek müslümanlığa, Allah'a kulluğa davet etmekteyiz. Sizlere karşı elimizde silah değil, Kur'an'ı Kerim bulunmak*tadır. Sizleri biz değil Allah (c.c.) tehdit etmektedir. Çünkü sizleri kendi kişisel görüşlerimize değil, Al*lah'ın ayetleri ile Allah'a kulluğa davet etmekteyiz.

Sizlerden önce birçok ülke halklan bu İlahi buy*ruklara davet edilmişler ve davete icabet edenler fe*lah bulurken, daveti reddeden ülkeler topluca helak edilmişlerdir. Şimdi sizler de aynı davet ve benzer akibetlerle karşı karşıyasınız.

Allah'ın ayetlerini alaya alır, yalanlar veya inkar edersiniz şunu biliniz, iyi biliniz, kesinlikle biliniz ki sizler de helak olacaksınız.

Çünkü şanı yüce Rabbimiz Kur'an'ı Kerim'de, Allah'ın ayetlerini inkar eden kavimleri, toplumları, ülkeleri helak edeceğini buyurmakta ve o ülke aley*hine tecelli eden bu hükmün, kesin ve değişmeyen sünneti olduğunu beyan etmektedir.,

“Artık onlar, öncekilere uygulanan sünnetten başka bir şey mi bekliyorlar? Sen, Allah'ın sünne*tinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve Al*lah'ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bu*lamazsın.” [fatır.43]

Nitekim İlahi tebliğe muhatap olan her kavim veya her toplum bu Sünnetullah ile uyarılmış ve bu Sünnetullah ile tehdit edilmiştir. Yüce kitabımız Kur'an'ı Kerim'de bu Sünnetullah açıklanmakta ve bu Sünnetullah'in tecellisine ilişkin birçok Örnekler verilmektedir. Bu İlahi hükümlerle uyarılan toplum*lara: “Size bildirilen Allah'ın hükmüdür ve siz bu hükme karşı çıkıyor ve bu hükmü yalanlıyorsunuz. Oysa ki size bu konudaki Sünnetullah bildirilmiş ve Sünnetullah'ın değişmeyeceği beyan edilmiştir. Şimdi siz bu Sünnetullah'ın değişeceğini veya sizin başınıza gelmeyeceğini mî sanıyorsunuz?” denil*mektedir.

Tahrif edilmemiş tarihe ibretle bakıldığı zaman bu Sünnetullah'ın tecellisine ait birçok Örnekler gö*rülecektir. Bugünkü Lut gölü, Lut kavminin dehşetli akibetini hatırlatmaktadır. Firavun, Allah'ın ayetleri*ni yalanladığı ve Allah'ın hükümlerine karşı çıktığı için Sünnetullah gereği Kızıldeniz'de helak edilmiş*tir. Günümüzdeki dünya müstekbirleri ve bu müstekbirlerin zulmünü destekleyen dünya mustazafları da aynı davet ve aynı tehdit ile karşı karşıyadır.,

Andolsun ki Firavun hanedanına da uyanlar geldi. Onlar bizim ayetlerimizin hepsini yalanla*dılar. Biz de onları kuvvetli ve kudretli bir yakalayışla yakaladık.

“Sizin kafirleriniz onlardan daha hayırlı mı*dır? Yoksa sizin için kitaplarda bir beraat mi var? Yoksa onlar:”Biz birbirleriyle yardımlaşıp öcünü alan bir toplumuz” mu diyorlar?” [kamer.41,44]

Şanı yüce Rabbimiz bu soruyu çok açık bir şekîlde sormaktadır. İlahi hükümleri yalanlayarak, bu hükümlere karşı çıkarak Firavun'un yolunu izleyen günümüz müstekbirleri, Firavun'dan ve helak edilen o kafirlerden daha mı hayırlıdır? Ne fark vardır aralarında?

Hama celladı Hafız Esad ve yandaşları, mü'minleri ateşe atarak kendileri ateş ehli olan ashab-ı uhdud değil midir?

Kabe'ye tahakküm eden Suud hanedanının, dar'ün nedve eşrafından ne farkı vardır?

,beşeri sistem ve yasa kurucu olan gnk başkanları,başbakanlar,cumhurbaşkanları,buş, Gorbaçov, Saddam, Mübarek ve bun*ların halefleri birer Firavun değil midir?

Firavunların küfrü, firavunların isyanı, firavunların azgınlığı, firavunların zulmü bunlarda yok mudur?

Yoksa bu kafirler için kitaplarda bir beraat mi var?

Allah'ın arzında Allah'a isyan edecekler. Al*lah in kulu olan insanları kendi çıkar ve menfaatleri doğrultusunda kendilerine kul yapacaklar; şeytani hüküm ve görüşlerle, yeryüzünde fitne ve fesadı yaygınlaştıracaklar; ezdikleri ve sömürdükleri insanları açlığa ve yoksulluğa mahkum edecekler; İçki, kumar, zina ve her türlü rezaleti meşrulaştıracaklar; “Rabbimiz Allah” diyerek insanları Allah'a kulluk ya*pan ve “Rabbiniz Allah1 diyerek İnsanları Allah'a kulluğu davet eden mü'minleri cezalandıracaklar; Alah'ın ayetleri ile Allah'a kulluğa davet ediirnelerine rağmen dünyevi çıkar ve menfaatleri için bu İlahi daveti inkar edecekler; Resulullah (s.a.v.)'in sünneti*ne tabi olan dünya müslümanları tarafından Sünne*tullah ile uyarılıp-tehdit edilmelerine karşılık: “Bu eskilerin masallarıdır” diyecekler ve aynı küfürlerinde ısrar edecekler..

Ve bunlara, bütün bunlara rağmen bu isyankarlar beraat mi edecek?

Bu kafirler için kitaplarda bir beraat mi var?

Bahçelerinde besledikleri din görevlilerine, pa*pazlara, hahamlara sorsunlar; Allah'ın emirlerine is*yan eden kafirler için İlahi kitaplarda bir beraat var mı?

Yoksa onlar: “Biz birbiriyle yardımlaşıp öcünü alan bir toplumuz” mu diyorlar?

Allah'ın emrine, Allah'ın azabına ve Sünnetullah'a karşı birbirlerine mi güveniyorlar?

Hemen birleşsinler..

Nato ve Varşova paktının gizli ilişkisini açığa vursunlar. Uluslararası şirketlerden maddi destek, al*dattıkları ve sömürdükleri ülkelerden asker toplasınlar. Füzelerini, tanklarını, savaş uçaklarını, savaş ge*milerini, atom bombalarını sıra sıra, bölük bölük ha*zırlasınlar.

Sonra, sonra da Kremlin veya Beyaz Saray'ın.ve faizin,içkinin,fuhuşun kumarın serbest bırakılıp bundan vergilenen millet meclislerinin balkonu*na çıkarak yıldızlara ve muhteşem kainata baksınlar. Kime karşı savaş açtıklarını anlamaya çalışsınlar ve ona göre bir savaş stratejisi düşünsünler!..

Böyle bir isyana, komik ve trajedik bir savaşa kalkıştıkları zaman basit insanlar olarak gördükleri biz gariplerin fikrini ve görüşünü soracak olurlarsa, bu sapık ve şaşkınlara: “Açık küfrünüz ve bu isyan*karlığınız ile sizleri helak olmuş görüyoruz” deriz. Nitekim geçmiş müstekbirler ve bu müstekbirleri destekleyen mustazaflar, Allah'ın ayetleriyle Allah'a kulluğa davet edilmelerine rağmen Allah'ın ayetleri*ni yalanladıkları için değişmeyen Sünnetullah ile he*lak edilmişler ve ebedi azap ile karşı karşıya gelmiş*lerdir.

Küfürlerinde ısrar eden dünya müstekbirleri ve bu müstekbirler in zulmünü destekleyen dünya muztazafları bütün güçlerini biraraya getirseler, bu akibetten kurtulamayacaklardır. Çünkü tehdit edildikle*ri sünnet, her şeye gücü yeten Allah (c.c.)'ın sünne*tidir. Bu sünneti ne iptal etmeye, ne değiştirmeye ve ne de ertelemeye güçleri yetecektir.

Dünya müslümanları idrak ve iman etmelidir ki,

bu Sünnetullah kıyamete kadar yürürlükte ola*cak ve kıyamet bu Sünnetullah'ın bir tecellisi olarak kopacaktır. Dünya müslümanlarına düşen görev, ne oturup kıyameti beklemek ve ne de gayri İslami yol*lar ile içinde bulundukları devleti ele geçirmeye ça*lışmaktır. Durmak bilmeden İlerleyen zaman, dünya insanlarını korkunç bir akibete yaklaştırmaktadır. Bu akıbet mücerret olan devletleri değil, müşahhas olan insanları tehdit etmektedir. Ebedi azaba kurumlar veya makamlar değil, bu makamlarda oturan insan*lar duçar olacaklardır. Bu nedenle öncelikle insanla*rın kurtarılması ve kurtuluşa çağrılması gerekmekte*dir.

Dünyanın süper ve gayrisüper devletlerinde ya*şayan tüm insanlar için, İlahi bir uyarı ile yeni bir dönem başlayacaktır.

Uzun yıllardır böyle gelmekte olan sömürü, böyle gelmekte olan zulüm, böyle devam etmeye*cektir.

Saat yaklaşmıştır.

Bu İlahi davet ve Sünnetullah ile uyarı dünya gündemine geldiği zaman, bütün dünya insanları bu Sünnetullah'ın hükmü çerçevesine gireceklerdir. Bu İlahi buyruğun mübelliğleri Allah'a kul olmuş ve sa*dece Allah'tan korkan dünya müslümanlarıdır. Bu kutlu müslümanların elinde, dilinde, kalbinde ve ya*şantılarında yüce bir Kitap, Kuranı Kerim bulun*maktadır.

Bu hak Kitap, bu İlahi mesaj dünya insanlarının ya kurtuluşla*rına veya helaklarına sebep olacaktır. Çeşitli cezai müeyyideler ile bu müslümanları korkutmaya çalı*şan dünya müstekbirlerinin bilmesi gerekir ki, dün*yadaki Hizbullahi müslümanlar kendileri gibi bir mahluk olan insanlardan ve onların şeytani hüküm*lerinden değil, yegane yaratıcı olan Allah (c.c.)'dan korkamaktadırlar. Allah'a inanan, Allah'ı severek ve Allah'a kul olmaya sevinerek sadece O'na yönelen ve O'na teslim olan bu kutlu müsİümaniar, yaklnen inandıkları Allah'ın rızasına erişebilmek İçin tağutu ve tağuti görüşleri inkar et*mektedirler. Bu izzetli tavırları ile inandığımız Al*lah'a ve Allah'ın Kitab'ına göre suçlu değildirler. Şey*tana, şeytanın dostlarına ve şeytani hükümlere göre suçlu kabul edilmeleri ise bu müslümanların Rabba*ni tavırlarını değiştirmemiş ve Allah'ın lutfuyla hiçbir zaman değiştirmeyecektir.

Böylesi kardeşlerimiz olduğu ve bizleri de böy*lesi müsİümaniar kardeş yaptığı için şanı yüce Rab-bimize hamdediyoruz. Elbetteki yaşamaya ve yansıt*maya çalıştığımız hak mesaj bu kitap çerçevesinde kalmayacak ve belki de her hücremizle talip olduğu*muz şehadet ile belirginleşerek kendilerine gıpta et*tiğimiz Hizbullahî kardeşlerimizin gür sedaları ile dünya müstekbirlerine ve müstezaflarına ulaşacaktır.

Bu bilinç, bu umud ve bu arzu ile ayağa kalkarak, dünya müstekbirlerini ve bu müstekbirlerin zulmüne iştirak eden dünya müstezatlarını Allah'a kulluğa ve ebedi kurtuluşa davet ediyoruz.

Dünya insanlarından istediklerimiz mal, ma*kam, para veya herhangi bir menfaat değil, sadece Allah'a kul olmaları ve bu şerefli kulluk ile kurtuluş bulmalarıdır.

Sadece bunu istiyor ve bu istek ile yürekten dua ediyoruz.

Selam, hidayete tabi olanlar üzerinedir.

said hakim[katkılarla]

dost1
11. February 2010, 03:35 AM
Selamun Aleykum! Değerli Müslümanlardan Kardeşim!

Yazı size ait değilse lütfen kaynak belirtin.

Türkiye Cumhuriyetinin Kanunları önünde eşit sayılmayan sınıf,zümre ve kişi var mıdır?DEMİŞSİNİZ KARDEŞ,

MİLLET VEKİLLERİ VE HALK EŞİT DEĞİL.

BİRDE TCK KANUNLARINA GÖRE HZ MUHAMMED BU GÜN YAŞAMIŞ OLASAYDI
ANAYASAYI BOZMAK ,ŞERİAT PROPAAGANDASI YAPMAK VE DEVLET DÜZENİNİ YIKMAYA ÇALIŞMAKTAN DOLAYI TERORİST İLAN EDİLİR VE ASILIRDI....Birde şu yazıyı okursanız belki daha iyi anlaşılır.

SONUÇ



Anayasaya bakınız. Yasalar önünde herkes eşittir. Milletvekilleri, bakanlar vb görevliler sahip oldukları sorumluluklar ve haklar yönünden eşit değildir. Eşit olması da düşünülemez.

قسطKIST VE عدلADALET

“ قسطkıst” sözcüğü genellikle “ عدلadalet” diye açıklanmıştır. Böyle açıklanmış olmakla beraber, “kıst” sözcüğü tam olarak “adalet” demek değildir. Çünkü “adalet”, “bire bir karşılık, denge, denklik, eşitlik” (Lisanü’l-Arab; c.7, s. 359-360) demek iken, “kıst” sözcüğü “nasip, pay, hak edilmiş olan pay” (Lisanü’l-Arab, c.6, s. 123-128) demektir.

“Kıst” söz konusu olduğunda, mutlaka hak edilen ve söz verilen kadar karşılık ödenir. Bir nevi eşitlik olan “adalet” ise işlenene bire bir karşılık vermeyi gerektirir. Hâlbuki eşitlik her zaman hakkın karşılığı değildir, hatta bazen de zulümdür. Nitekim çalışma hayatında eşitlik esası değil, elemanların kalifiye oluşu, kıdemi gibi hususlar hesaba katılarak kıst esası uygulanır; böylece ücretler kişilerin niteliklerine göre belirlenir. Bir aile reisi de evlâtları arasında eşitlik ilkesiyle değil, kıst ile muamele yapar. Çünkü her çocuğun yaşına ve gördüğü eğitime göre ihtiyaçları değişiktir ve çocuklar aile bütçesinden bu ihtiyaçlara göre pay alırlar. Meselâ, biri ilk öğretimde diğeri üniversitede okuyan iki çocuklu bir aile, çocukların harçlıklarını hiçbir zaman eşit miktarlarda tespit etmez.
Türevleriyle birlikte Kur’an’da 27 kez yer alan “kıst” sözcüğünün, “ اقتساط iktisat [zulme yol açmadan, aşırıya kaçmadan, hayırlı, yararlı yolu izlemek”, “ تقسيط taksit [hakkı olan bir şeyi belli zamanlara pay pay bölmek]” ve “ قسطاسkıstas” formları Arapça anlamlarının aynısıyla Türkçede de kullanılmaktadır.

Rabbimiz hem “ عادلAdil”, hem de “ قاسطKasit”tir. Yani, hem adaletle hem de kıst ile muamele eder:

Ve Allah rızk konusunda kiminizi kiminize fazlalıklı kılmıştır. Kendilerine fazlalık verilenler, kendi rızklarını sağ ellerinin malik olduklarına, hepsi onda eşit olmak üzere vermezler. O hâlde bunlar Allah’ın nimetini bilerek inkâr mı ediyorlar? (Nahl/71)

Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit hayatta [dünya hayatında] onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. (Zühruf/32)

Mirasın dağıtımında evlâtlar arasındaki pay farklılığı ve miras taksiminde başkasına ait yetim bulunması hâlinde o yetime de pay verilmesi, Rabbimizin “kıst” ile muamelesinin örneklerindendir.
Rabbimiz insanlara da kıst ile muamele etmelerini emretmiş ve bu davranışta bulunanları övmüş ve sevdiğini bildirmiştir.

Yalana çok kulak verenler, haram çok yiyenler! Artık onlar, eğer sana gelirlerse, aralarında hükmet ya da onlardan yüz çevir. Ve eğer onlardan yüz çevirirsen, artık sana hiçbir zaman zarar veremezler. Ve eğer hükmedersen o zaman aralarında hakkaniyetle hükmet. Şüphesiz Allah, hakkaniyetle davrananları sever. (Maide/42)

Ve eğer müminlerden iki grup birbirleriyle savaşırlarsa hemen onların arasını düzeltin. Şayet biri ötekinin üzerine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Sonra da eğer dönerse aralarında adaletle barış yapın ve hakkaniyetle davranın. Şüphesiz ki Allah, hakkaniyetle davrananları sever. (Hucurat/9)

Ant olsun ki Biz, elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların hakkaniyeti ayakta tutmaları ve Allah`ın dinine ve elçilerine görmeden yardım edenleri belirlemesi için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz, demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak üstündür. (Hadid/25)

Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara hakkaniyetle davranmaktan men etmez. Şüphesiz ki Allah adalet yapanları sever. (Mümtehine/8)

Ve eğer ki yetimleriniz konusunda hakkaniyeti koruyamayacağınızdan korktuysanız; o takdirde sizin için hoş [helâl, uygun] olan, yetimlerin kadınlarından ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlayın. Şayet o takdirde de adaleti gözetemeyeceğinizden korktuysanız, bir tanesini nikâhlayın. Ya da yeminlerinizin malik olduğunu nikâhlayın. Bu haksızlığa sapmamanız için en uygunudur. (Nisa/3)

Bu konuda ayrıca Bakara/282, Ahzab/5, Âl-i Imran/18, 21, Nisa/127, 135, En’am/152, A’raf/29, Yunus/4, 47, 54, Hud/85, Enbiya/47 ve Rahman/9’a bakılabilir.

“Kıst” sözcüğü, “adl” sözcüğü gibi “ezdat”tandır. “Hak edilmiş pay” anlamında kullanılan sözcük, aynı zamanda bu anlamın zıddı olan “zulüm, hakkı gasp etme” anlamında da kullanılır:

Ve gerçekten biz ; Müslümanlar bizdendir, zalimler de bizdendir. Ama kimler teslim olduysa [Müslüman olduysa], işte onlar rüşdü [doğruyu, güzeli, iyiyi, gerçeği] arayanlardır. Ama zalimlere gelince, onlar da cehennem için odun olmuşlardır.” (Cinn/14, 15)


BİRDE TCK KANUNLARINA GÖRE HZ MUHAMMED BU GÜN YAŞAMIŞ OLASAYDI
ANAYASAYI BOZMAK ,ŞERİAT PROPAAGANDASI YAPMAK VE DEVLET DÜZENİNİ YIKMAYA ÇALIŞMAKTAN DOLAYI TERORİST İLAN EDİLİR VE ASILIRDI....Birde şu yazıyı okursanız belki daha iyi anlaşılır..

Siz gerçekten böyle bir örnek vermeyi uygun görüyor musunuz?
Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah, Mekkeli Abdullah oğlu Muhammedi Resulu ve Nebisi ilan ederek vahyetmiş Resulü de aldığı vahyi tebliğ ederek tabi olan insanlardan oluşan bir devlet kurmuştur.

Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan insanların büyük çoğunluğu kendilerini " MÜSLÜMAN" olarak adlandırmaktadır. Bu "müslümanlık" Allahın vahyine uyan bir "müslümanlık" mıdır değil midir? Tartışılır.

Yine aynı şeyi yapıyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti mi ? Vur abalıya!
Allah Resulunun hayatını bilseniz ve tebliğ ettiği vahyi tanısanız... !!!





Yirminci yüzyıl deniien bir çağda yaşıyoruz.

Saadet dönemini ondört asır geride bırakmışız. Aydınlık ve aydınlık kaynağı dönem İle aramızda ondört asırlık bir tarih oluşmuş.

Ondört asır, bindörtyüz yıl!..

Neler olmamış ki bu ondört asırlık dönemde? Üzülünecek, sevinilecek, şaşırılacak, kızılacak neler olmamış ki?

Bölünmeler, parçalanmalar, iç savaşlar..

Hz. İbrahim (a.s.)'ın “Ya Rabbi zürriyetimden imamlar ve önderler kıl” duası üzerine Rabbimizin: “Zalimler Benim ahdime erişemez” buyruğu ile red*dedilen saltanat sisteminin, bu İlahi buyruğa rağmen teşekkülü ve sultanoğlu zalimlerin başa geçmesi..

Hz. Musa (a.s.) Rabbani görevi için kardeşi Ha*run (a.s.)'ı yardımcı olması için isterken, kardeşlerini katleden ve ellerindeki kardeş kanını değişik fetva*larla yıkamaya çalışan sultanlar..

Yaşamak için, sultanların zulmünü de yaşatan ve bu zulmü din adına onaylayan, meşru gösteren çanak yalayıcıları..

ResululLah (s.a.v.)'e ümmet ve halef olduklarını iddia eden sultanların, Resulullah (s.a.v.)'in sade ya*şantısına karşılık saraylarda ve yüksek tahtlarda hi*lafet görevini yürütmeye çalışmaları..

Kültür ve eğitim faaliyetleriyle insanları ve top*lumları değil, toprakları fethetmeyi amaçlayan sa*vaşlar. .

Batıda kral-papaz, doğuda sultan-şeyhülislam ilişkileri..

Müsbet ilme karşı takınılan menfi tavırlar..

Saraya ve ihtişamlı yaşantıya haklı bîr kızgınlık*la bakan binlerce göz..

Son dönemlerinde 'Hasta adam' olarak adlan*dırılan Osmanlının tabi bir ecel ile ölmesi..

Saltanat sisteminin kaldırılması..

Dinin istismarına şahit olan gözlerin, istismarcı*lara değil dine düşman edilmesi..

Cumhuriyetin kurulması..

Dinin istismarını önlemek için, dîn ile devlet iş*lerinin ayrılması ve laikliğin teşekkülü..

Dinin istismarını önlemek için Kur'an'ı Kerim'de beyan edilen kanunların yürürlükten kaldırıl*ması ve hayat şeklini belirleyecek olan kanunların meclislerden çıkarılması..

Dinin istismarını önlemek için yapılan bu çalış*malara karşı çıkan veya engel olan kimselerin, dinin istismarını önlemek için katledilmesi..

Dinin istismarını önlemek için, imam-hatip ve ilahiyat fakültelerinin kurulması ve din görevlilerinin devlet kof tölünde yetiştirilmesi..

Dinin istismarını önlemek için, cami ve benze*ri yerlerde dinin devlet tarafından öğretilmesi..

Dinin istismarını önlemek için, devletin belirle*diği müfredatın dışına çıkarak Kur'an'ı Kerim'deki bazı hükümleri gündeme getiren din görevlilerinin görevden alınması ve cezalandırılması..

Dinin istismarını önlemek için, devleti meşru gören zararsız gruplara müsamaha edilmesi ve dini asabiyete sahip olan kimselerin bu gibi gruplarda deşara edilmesi..

Ve istismar edilmesinden endişe duyulan dinin, bilinen sebeblerle ortadan kalkması..

İşte böyle geldik günümüze veya böyle getiril*dik..

Aynı uslup aynı suçlamalar. Suçlamalar... İftiralar...Allah'ın koyduğu din ile Mezhepler ve Tarikatlar dininin mensupları arasında olanların dışavurumu...





Dünya müslümanları idrak ve iman etmelidir ki,

bu Sünnetullah kıyamete kadar yürürlükte ola*cak ve kıyamet bu Sünnetullah'ın bir tecellisi olarak kopacaktır. Dünya müslümanlarına düşen görev, ne oturup kıyameti beklemek ve ne de gayri İslami yol*lar ile içinde bulundukları devleti ele geçirmeye ça*lışmaktır. Durmak bilmeden İlerleyen zaman, dünya insanlarını korkunç bir akibete yaklaştırmaktadır. Bu akıbet mücerret olan devletleri değil, müşahhas olan insanları tehdit etmektedir. Ebedi azaba kurumlar veya makamlar değil, bu makamlarda oturan insan*lar duçar olacaklardır. Bu nedenle öncelikle insanla*rın kurtarılması ve kurtuluşa çağrılması gerekmekte*dir.

Dünyanın süper ve gayrisüper devletlerinde ya*şayan tüm insanlar için, İlahi bir uyarı ile yeni bir dönem başlayacaktır.

Uzun yıllardır böyle gelmekte olan sömürü, böyle gelmekte olan zulüm, böyle devam etmeye*cektir.

Saat yaklaşmıştır.

Bu İlahi davet ve Sünnetullah ile uyarı dünya gündemine geldiği zaman, bütün dünya insanları bu Sünnetullah'ın hükmü çerçevesine gireceklerdir. Bu İlahi buyruğun mübelliğleri Allah'a kul olmuş ve sa*dece Allah'tan korkan dünya müslümanlarıdır. Bu kutlu müslümanların elinde, dilinde, kalbinde ve ya*şantılarında yüce bir Kitap, Kuranı Kerim bulun*maktadır..

Değerli Kardeşim! Asıl sorun bu. Bunun yolu eğitimden geçer.
Bedir'de,Hendek'te, Uhud'da savaşanlar, inandıkları için inandıklarını ikame etmek için "salat" edenlerdir.
Allah Resulu ne zaman "salat" için çağırdıysa çağrıya uyan ve gereğini yapanlardır.

Furkan;30:[B]Elçi de: “Ey Rabbim, hiç şüphesiz benim kavmim şu Kur’an’ı mehcur (terk edilmiş bir şey) edindiler.” dedi.



Dünya insanlarından istediklerimiz mal, ma*kam, para veya herhangi bir menfaat değil, sadece Allah'a kul olmaları ve bu şerefli kulluk ile kurtuluş bulmalarıdır.

Sadece bunu istiyor ve bu istek ile yürekten dua ediyoruz.

Selam, hidayete tabi olanlar üzerinedir.

Bu duaya yürekten katılıyorum. Bunun gerçekleşmesi "vur abalıya" misali devlete söğmekten değil "LA İLAHE İLLA ALLAH" sözünü taklidi değil de tahkiki söyleyenlerden oluşmuş insanların çoğalmasından geçer.
Unutmayalım ! Toplumu oluşturan bireylerdir. KUR'AN'A inanmış ve KUR'AN'ı yaşam biçimi edinmiş bireylerin oluşturduğu "TOPLUM" "MÜSTEKBİR;MÜTREF,TAĞUT" u en iyi şekilde bilecek,bu tiplerin yönetime geçmesine izin vermeyecek soyut bir kavram olan "DEVLETİ"n de "HAK" üzere en iyi şekilde yönetilmesini sağlayanlardan olacaktır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

müslümanlardan
11. February 2010, 12:06 PM
Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan insanların büyük çoğunluğu kendilerini " MÜSLÜMAN" olarak adlandırmaktadır. Bu "müslümanlık" Allahın vahyine uyan bir "müslümanlık" mıdır değil midir? Tartışılır.[dast1 den ALINTI].

DEĞERLİ KARDEŞİM[ABİM] DOST1,E SAYGILAR.

İşte tamda konumuz bu Türkiyedekiler kendilerini neden müslüman saymaktalar bize göre,ve neden bunların müslümanlıkları bizce tartışılr.

Kendim kanaatimce ve yürekten inandığım sebeb bunu yapanlar,ilk başta insanları harf inkılabı ile bir gecede yeni getirdikleri harflere göre İNSANLARI cahil bıraktılar.Daha sonrada kuranı hayatlarından çıkarıp anlaşılmaz bir PUT haline getirip DUVARLARA ASTIRDILAR.

TABİKİ BUNU DIŞINDADA BİR ÇOK SEBEBLERDE VAR...

Buda yetmedi dini kendilerinin kontrolune almak için DİNADAMI DENİLEN BİR KAVRAM çıkartıp,DİYANET adı altında kendilerine bağlı olarakk kuklalar[namaz kıldırma memurları]
yetiştirip bunlarada bazı çanakları yalattılar ve istedikleri AYETLERİ GÜNDEME GETİRİP,
İNSANLARDAN İSLAMI SAKLAYIP UYUTTULAR.

Sonuç olarak kendilerini dinlemeyip TEVHİDİ[DİNİ YALNIZ ALLAH A HAS KILMAYI] ANLATIP,

halkı uyandırmaya çalışanlarıda ANAYASANIN 1995 LERE KADAR HALENYÜRÜRLÜKTE OLAN ANAYASANIN 163 MADDESİ GEREĞİNCE 2 yıl hapse attırdılar ve bunlarla DİĞER MEMURLARA VE DİNİ ANLATMAYA ÇALIŞANLARA GÖZDAĞI VERDİLER.Ne oldu halkta kendini aldatan ALLAH ADINA ÇIKIP AMA BU MÜSTEKBİRLERİ KUTSAYAN BELAMLARI hoca,müftü ve dnin diyanet işleri başkanı diye İSLAMIN OLMASSA OLMAZI gördüler.
Dolayısıyla TÜRKİYEDE İNSANLARDAN İSLAMI BU yolla sakladılar.Ve halk ta bunların anlattığı,islam şekline göre ,

BAYRAM NAMAZINA GİDMEKLE MÜSLÜMAN,

CUMAYA GİTMEKLE MÜMİN,

BEŞ VAKİT NAMAZ KILMAKLA MÜTTAKİ OLDUĞUNA İNANMIŞ VE İNANDIRILMIŞ OLDU.

VE TEKRAR ETMEK İSTİYORUM VE HEPDE EDECEM,

TÜRKİYEDE İNSANLARDAN SAKLADIKLARI İSLAM VAR............

Yalnız rabbim rahman bir kısım ilim verdiklerimiz onu insanlardan sakladılar,onlardan daha zalim kim var ve Biz onları çetin bir azapla azaplandıracaz ayetiyle TEHDİD EDİYOR .

İŞTE BUNUN İÇİN GÜNÜMÜZ SİSTEMİNE KARŞYIM...
SAYGILAR....

dost1
12. February 2010, 12:03 AM
Selamun Aleykum! Değerli Müslümanlardan Kardeşim!

Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan insanların büyük çoğunluğu kendilerini " MÜSLÜMAN" olarak adlandırmaktadır. Bu "müslümanlık" Allahın vahyine uyan bir "müslümanlık" mıdır değil midir? Tartışılır.[dast1 den ALINTI].

DEĞERLİ KARDEŞİM[ABİM] DOST1,E SAYGILAR.

İşte tamda konumuz bu Türkiyedekiler kendilerini neden müslüman saymaktalar bize göre,ve neden bunların müslümanlıkları bizce tartışılr.

Kendim kanaatimce ve yürekten inandığım sebeb bunu yapanlar,ilk başta insanları harf inkılabı ile bir gecede yeni getirdikleri harflere göre İNSANLARI cahil bıraktılar.Daha sonrada kuranı hayatlarından çıkarıp anlaşılmaz bir PUT haline getirip DUVARLARA ASTIRDILAR.

Bazı insanlar vardır bilirler. Bazı insanlar vardır bilmezler. Bazı insanlar vardır bilmediğini de bilmezler. Bazı insanlar vardır bilmediğini bilmeyenlerden aldıkları bilgileri doğru sanırlar.

Değerli Müslümanalrdan Kardeşim!
Bir gecede insanları cahil bıraktılar dediğiniz tarihte okuma yazma bilenlerin oranı kaçtır biliyor musunuz?

İsterseniz bu konu ile ilgili bilgilerimizi tazeleyelim.

Harf Devrimi
Vikipedi, özgür ansiklopedi

1924'de Türkiye'de Okuma-Yazma oranı
Harf Devrimi, Türkiye'de 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı "Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında Kanun"un kabul edilmesi ve yeni alfabenin yerleştirilmesi sürecine genel olarak verilen isimdir. Bu yasayla o güne kadar kullanılan Osmanlı Alfabesi'nin yerine, Latin Alfabesi'nin Türkçe'ye uyarlanmış bir biçimi kabul edildi.

Konu başlıkları
• 1 Tarihçe
• 2 Yazı Reformu Gerekçeleri
o 2.1 Latin Harflerini Benimseme Gerekçeleri
o 2.2 İlk reform önerileri
o 2.3 Atatürk ve Harf Reformu
• 3 Okuma
• 4 Kaynakça

Tarihçe
Türkler 10. yüzyıldan itibaren İslam dini ile birlikte (eskiden İslam kültürünün vazgeçilmez ögesi sayılan) Arap alfabesini de Türkçe ses sistemine uyarlıyarak benimsemişlerdi. Bunu izleyen 900 yıl boyunca Türkçe'nin gerek Batı (Osmanlı) gerek Doğu (Çağatay) lehçeleri, Arap alfabesinin Türkçe'ye uyarlanmış bir biçimi ile yazıldı.


Sene Okur yazar oranı

1923'ler %2,5[1]

19271 %10.5[2] (1927 resmî sayımlar)

19352 % 20.4[3] (1935 sayımları)

1 Harf devrimi yapılmadan 1 yıl önce yapılan nüfus sayımları 2 Yeni Latin harfleri ile 7 eğitim dönemi sonrası
Türkiye'de alfabe reformu önerileri 19. yüzyıl ortalarından itibaren duyulmaya başladı. Öneriler ikiye ayrılıyordu:
• Osmanlıca yazısının düzeltilmesini isteyenler,
• Latin alfabesinin kabulünü isteyenler.

Yazı Reformu Gerekçeleri
1. Osmanlıca yazısının tashihini (düzeltilmesini) isteyenlerin başlıca gerekçesi, bu yazının Türkçe'nin ünlü seslerini ifade etmekte yetersiz kalmasıyldı. Bu problemden doğan imla kargaşası, yazılı basının ve resmi okul kitaplarının yaygınlaşması ile daha çok hissedildi. 1870'lerden itibaren Türkçe'nin standart bir sözlüğünü oluşturma çalışmaları da imla konusunu gündeme getirdi.

Latin Harflerini Benimseme Gerekçeleri
1. Batı kültürüne duyulan hayranlık veya Avrupa'nın üstünlüğüne olan inanç, Latin alfabesinin kazandığı prestijin temeliydi. 1850-60'lardan itibaren Türk aydın sınıfının tümü Fransızca biliyor ve bazen kendi aralarındaki yazışmalarda Fransızca kullanacak kadar bu dili benimsiyordu. Telgrafın yaygınlaşmasıyla birlikte, Türkçenin Latin alfabesiyle ve Fransız imlasına göre yazılan bir biçimi de günlük yaşamın bir parçası haline geldi. Beyoğlu, Selanik, İzmir gibi kozmopolit çevrelerde dükkân tabelaları ve ticari reklamlarda çoğu zaman bu yazı kullanılıyordu.
2. İkinci Meşrutiyet döneminde, Türk ulusal kimliğini İslamiyetten bağımsız olarak tanımlama çabaları, özellikle İttihat ve Terakki'ye yakın aydınlar arasında ağırlık kazandı. Arap yazısı İslam kültürünün ayrılmaz bir parçası sayıldığı için, bu yazının terkedilmesi aynı zamanda Türk ulusal kimliğinin laikleşmesi ve kendi özbenliğini ortaya çıkarması anlamına gelecekti.
3. 19. yüzyılın son çeyreğinde İstanbul ve Anadolu'da Rum ve Ermeni harfleriyle basılan gazete ve kitaplar önemli bir sayı tutmaya başlamıştı. Bu yayınların kazandığı popülerlik, Türkçe'nin Arap yazısından başka yazıyla da yazılabileceği fikrinin benimsenmesine yardımcı oldu. 1908-1911'de Latin esaslı Arnavut Alfabesi'nin kabulü ve 1922'de Azerbaycan'ın Latin alfabesini kabulü Türkiye'de büyük yankı uyandırdı.


İlk reform önerileri
Latin alfabesinin Türkçe'ye uyarlanması görüşü ilk kez 1860'lı yıllarda Azerbaycan'lı Feth Ali Ahundzade tarafından ortaya atıldı. Ahundzade ayrıca Kiril alfabesi kökenli bir de alfabe de hazırlamıştı.[4]
1908-1911 döneminde Latin esaslı yeni Arnavut alfabesinin benimsenmesi, Türk aydınları arasında da yoğun tartışmalara neden oldu. 1911'de Elbasan'da hocaların Latin harflerinin şeriat'a aykırı olduğuna dair fetvasına karşı sert bir polemiğe giren Hüseyin Cahit, Latin esaslı Arnavut alfabesini savunmakla yetinmeyip Türklerin de aynısını uygulamalarını önerdi. [5] 1911'de İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Arnavut kolu Latin esaslı alfabeyi kabul etti.
1914 yılında Kılıçzade Hakkı'nın yayınladığı Hürriyet-i Fikriye adlı dergide çıkan beş imzasız makale, Latin harflerinin yavaş yavaş kullanılmalarını öneriyor ve bu değişikliğin kaçınılmaz olduğunu ileri sürüyordu. Ancak dergi bu makaleler nedeniyle İttihat ve Terakki iktidarı tarafından yasaklandı. [6]
1911 yılında Manastır-Bitola'da Latin harfleriyle basılan ilk Türkçe gazete yayınlandı. Zekeriya Sami Efendi'nin neşrettiği adı Eças (Fransızca imlâ ile çıkan 'esas' diye okunan ve Cumartesi günleri yayınlanan bu gazetenin ancak birkaç sayısı günümüze ulaşmıştır..
Atatürk ve Harf Reformu [değiştir]
Mustafa Kemal de bu konuyla 1905-1907 tarihleri arasında Suriye'deyken ilgilenmeye başladı.[7] 1922 yılında Atatürk Halide Edip Adıvar'la yine bu konu hakkında konuşmuş ve böylesi bir değişikliğin sert önlemler gerektireceğini söylemişti.[8]
Eylül 1922'de Hüseyin Cahit'in İstanbul basın yayın üyelerinin katıldığı bir toplantıda Atatürk'e sorduğu "neden Latin harflerini kabul etmiyoruz?" sorusuna, Atatürk "henüz zamanı değil" yanıtını vermişti. 1923'teki İzmir İktisat Kongresi'nde de aynı yolda bir öneri sunulmuş, ancak öneri kongre başkanı Kâzım Karabekir tarafından "İslam'ın bütünlüğüne zarar vereceği" gerekçesiyle reddedilmişti. Ancak tartışma basında geniş yer bulmuştu.[9]

28 Mayıs 1928'de TBMM, 1 Haziran'dan itibaren resmi daire ve kuruluşlarda uluslararası rakamların kullanılmasına yönelik bir yasa çıkarttı. Yasaya önemli bir tepki gelmedi. Yaklaşık olarak bu yasayla aynı zamanda da harf reformu için bir komisyon kuruldu.
Komisyonun tartıştığı konulardan biri eski yazıdaki kaf ve kef harflerinin yeni Türkçe alfabede q ve k harfleriyle karşılanması önerisiydi. Ancak bu öneri Atatürk tarafından reddedildi ve q harfi alfabeden çıkartıldı. Yeni alfabenin hayata geçirilmesi için 5 ila 15 senelik geçiş süreçleri öngören komisyonda bulunan Falih Rıfkı Atay'ın aktardığına göre Atatürk "bu ya üç ayda olur, ya da hiç olmaz" diyerek zaman kaybedilmemesini istedi. [10] Alfabe tamamlandıktan sonra 9 Ağustos 1928'de Atatürk alfabeyi Cumhuriyet Halk Partisi'nin Gülhane'deki galasına katılanlara tanıttı.[11] 11 Ağustos'ta Cumhurbaşkanlığı hizmetlileri ve milletvekillerine, 15 Ağustos'ta da üniversite öğretim üyeleri ve edebiyatçılara yeni alfabe tanıtıldı. Ağustos ve Eylül aylarında da Atatürk farklı illerde yeni alfabeyi halka tanıttı. Bu sürecin sonunda komisyonun önerilerinde, kimi ekleri ana sözcüğe birleştirme amaçlı kullanılan tirenin atılması ve şapka işaretinin eklenmesi gibi düzeltmeler yapıldı.

8-25 Ekim tarihleri arasında resmi görevlilerin hepsi yeni harfleri kullanımla ilgili bir sınavdan geçirildi.
Sevan Nişanyan'ın Yanlış Cumhuriyet isimli kitabında Harf Devrimi üzerine düşüncelerini istatistikî olarak anlatılmıştır.
Milli bir seferberlik olarak benimsenen ve olağanüstü bir ısrarla sürdürülen okuryazarlık kampanyasına rağmen, 1927-35 arasında yeni okuma-yazma öğrenenler resmi rakamlara göre Türkiye nüfusunun sadece % 10.3'ünü (1927'de okuryazar olmayan nüfusun % 11.2'sini) bulmuştur. Oysa, örneğin 1960-70 yılları arasında okuryazar sayısındaki artış, toplam nüfusun %27.2'si ve 1960'ta okuryazar olmayan nüfusun %40.1'idir. Bu rakamlar, okuryazarlık artışında belirleyici olan faktörün harf devrimi olmadığını düşündürmektedir.Harf devrimini izleyen yıllarda gazete satışlarında görülen ve yaklaşık yirmi yıl boyunca telafi edilemeyen düşüş ise, harf devriminin, okuryazarlık oranını artırmak şöyle dursun, azaltmış olabileceği ihtimalini akla getirmektedir.[12]
Okuma [değiştir]
• Mehmet Ali Ağakay (der.) (1962). Dil Devriminin 30 Yılı. Ankara: TDK.
• Agop Dilaçar (1962). Devlet Dili Olarak Türkçe. Ankara: AÜ.
• İsmail Doğan (der.) (1999). Atatürk’ün Harf Devrimi ve Türk Dünyasına Yansımaları Sempozyumu, 27 Ekim 1998: Bildiriler. Trabzon: KTÜ.
• M. German (1938). 1928 9 Ağustos Harf İnkilabı. İstanbul: Beşiktaş Halkevi
• İsmet Giritli (1989). Harf İnkılâbı ve Atatürk. Ankara.
• Nurettin Gülmez (2006). Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Harfler Üzerine Tartışmalar. Bursa: Aktüel Yayınları.
• Harf devriminin 50. yılı sempozyumu (1981). Ankara: TTK.
• Agah Sırrı Levend (1949). Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Safhaları. Ankara: TDK.
• Sevan Nişanyan, Yanlış Cumhuriyet: Atatürk ve Kemalizm Üzerine 51 Soru, Kırmızı Y.
• İsa Öztürk (1998). Harf devrimi ve sonuçları. Ankara: Kültür Bakanlığı.
• İhsan Sungu (1941). Harf İnkılabı ve Millî Şef İsmet İnönü. Ankara: Maarif.
• Mehmet Tekin (1988). Harf İnkılabı: Türk Ocaklarının Çalışmaları ve Hatay’da Yeni Yazı. Antakya.
• Neriman Tongul (1990). Türk Harf İnkılabı. HÜ. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
• Mehmet Şakir Ülkütaşır (2000). Atatürk ve Harf Devrimi. Ankara: TDK.
• Ruşen Eşref Ünaydın (1943). Hatıralar: Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin Kuruluşundan İlk Kurultaya Kadar. Ankara: Recep Ulusoğlu Basımevi.
• Türkiye'de Latin Harfleri Meselesi (1908-1928) makalesi, Arş.Gör. Selami Kılıç, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 1991, Cilt:2 Sayı:7, ISSN:1303-5290. (Kâzım Karabekir Paşa ve Prof. Avram Galanti’nin görüşlerini de içermektedir.)
Kaynakça [değiştir]
1. ^ Turgut Özakman daha düşük olduğunu kadınlarda %0,7 ye kadar düşdüğünü söylüyor
2. ^ http://www.so.gen.tr/tarih-inkilap-tarihi/79704-cumhuriyetten-sonra-kadinlarin-okur-yazarlik-orani-nedir.html
3. ^ http://www.ogretmenlersitesi.com/haber/5382
4. ^ Agah Sırrı Levend (1972) 'Türk Dili'nde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri. Ankara. s. 156.
5. ^ G. L. Lewis (1999). Türk Cumhuriyeti'nde Bir Uygarlık Ögesi Olarak Atatürk'ün Dil Devrimi. Jacob M. Landau (Yay. Haz.) (1999). Atatürk ve Türkiye'nin Modernleşmesi, İstanbul: Sarmal, ISBN 975-8304-18-6 (s. 251-272) içinde. s.254.
6. ^ G. L. Lewis, a.g.e., s.254.
7. ^ Ruşen Eşref Ünaydın (1956). Hatıralar. Ankara. s. 29
8. ^ Halide Edip Adıvar (1962). Türk'ün Ateşle İmtihanı. İstanbul. s. 294.
9. ^ G. L. Lewis, a.g.e., s.255.
10. ^ Falih Rıfkı Atay (1969). Çankaya. İstanbul. s. 440
11. ^ G. L. Lewis, a.g.e., s.257.
12. ^ Sevan Nişanyan, Yanlış Cumhuriyet: Atatürk ve Kemalizm Üzerine 51 Soru, Kırmızı Y., 23. soru
"http://tr.wikipedia.org/wiki/Harf_Devrimi" adresinden alındı.

HARF İNKILÂBI*
Prof. Dr. Zeynep KORKMAZ

Sayın Bakanlar, Sayın Milletvekilleri, Sayın davetliler, değerli meslektaşlarım.
Türkiye Cumhuriyetinin 75'inci, dil inkılâbının 66'ncı, harf inkılâbının da 70'inci yıl dönümü dolayısıyla, kültür inkılâbının ilk yapı taşı niteliğinde olan, hazırlık ve uygulama safhalarındaki çalışmaların bir kısmı bu sarayın muhteşem tarihî tablosunda gerçekleştirilen harf inkılâbı üzerinde durmak ve sizlere bu salondan yine o günlerin heyecan duyguları ile seslenmek istiyorum.
Bildiğiniz üzere "harf inkılâbı" veya "yazı inkılâbı" diye adlandırdığımız bu inkılâp, Arap alfabesi yerine Lâtin alfabesi temelindeki millî bir Türk alfabesini geçerli kılan bir değişimin ifadesidir. Bu inkılâp 1928 yılının 8-9 Ağustos gecesinde, ulu Atatürk'ün Sarayburnu Parkı'ndan halka yaptığı bir konuşma ile müjdelenmiş ve bir iki ay içinde gerekli ön çalışmalar tamamlanarak 1 Kasım 1928 tarihinde, 1353 sayılı kanunla TBMM'nin onayından geçmiş ve yürürlüğe girmiştir.

Harf inkılâbı, niteliği bakımından basit bir yazı değişiminden ibaret değildir. Bu inkılâbın sosyal yaşamımızda, dil ve kültür tarihimizde önemli bir yeri vardır.

Bilindiği üzere Atatürk inkılâplarının dayandığı temel ilke, Türkiye Cumhuriyetini siyasî yapısı bakımından olduğu gibi, sosyal yapısını şekillendiren kültür değerleri bakımından da çağdaş bir devlet hâline getirmekti. Dolayısıyla harf inkılâbı da millî değerlere bağlı bir çağdaşlaşmanın ifadesidir. Ayrıca, sosyal ve kültürel alandaki öteki yeniliklere de temel oluşturan bir özellik taşımaktadır. Türk toplumunun kendi diline, kendi tarihine sahip çıkabilmesi, eğitim birliğine ve millî bir eğitim sistemine kavuşabilmesi, okuyup yazma öğrenmenin kolaylaştırılması ve kültür alanındaki gelişmelerde gerekli hamlelerin yapılabilmesi, her şeyden önce Türk ulusunun kendi dilinin özelliklerine uygun, kolay öğrenilir bir alfabe sistemine sahip olması ile gerçekleştirilebilirdi.

Türkiye Cumhuriyetinin temel ilkeleri ve devlet felsefesi ile bağlantılı olarak, Atatürk'ün yazı inkılâbı konusunda dayandığı gerekçe, Arap dilinin ihtiyaçlarından doğmuş olan Arap yazısının Türk dilinin özelliklerine aykırı düşmesidir. Bu gerçek, ülkede okuyup yazma güçlüğü doğuruyor ve kültür alanındaki gelişmelerin önünü tıkıyordu.

Alfabe temeline dayanan gelişmiş yazılarda alfabeyi oluşturan işaretler veya harfler, dildeki seslerin yazıya yansımış sembolleridir (karşılıklarıdır). Bu nedenle bir alfabenin mükemmelliği, o alfabedeki işaretlerin dildeki sesleri ve dilin ses yapısını karışıklığa meydan vermeyecek biçimde karşılamasına bağlıdır. Oysa, Türkçeye uygulanan Arap harfleri, böyle bir imkânı sağlamaktan çok uzak durumdadır. Çünkü yine hepimizce bilindiği gibi, Arap dili Hamî-Samî diller ailesine giren bükümlü bir dildir. Bu dilde yeni türetmeler ve fıil çekimleri sabit harflere bağlı kök durumundaki kelimelerin iç bünyelerinde meydana gelen ünlü kırılmaları ve bunların "vezin" denilen belli gramer kalıplarına göre genişletilmesi ile yapılır. Klâsik bir örnek olarak, ketebe "yazdı", kâtib "yazan", mekteb "okuyup yazma yeri", mektûb "yazılmış şey" gibi şekiller gösterilebilir. Türkçe ise Altay dil ailesine bağlı, eklemeli (agglutinant, iltisaklı) bir dildir. Bu dilde kelime kökleri sabittir. Yeni türetmeler ve çekimler bu köke eklenen ekler ile karşılanır.

Ayrıca, Türkçe, kendi ses sisteminde ünlülere ağırlık veren bir dildir. Standart Türkçede 9 ünlü vardır. Arap yazısı ise, ünsüz iskeletine dayanan bir yazıdır. Ünlülerinin sayısı üçü geçmemekte ve bunlar da yalnız uzun okunan ünlüler için kullanılmaktadır. Yani yazıda kısa ünlüler yazılmamaktadır. Oysa, Türkçe aynı zamanda kısa ünlülere dayanan bir dildir. Arapçadaki bu ünlü eksikliği dolayısıyla ünsüzlere ağırlık verilmiş ve ünsüzlerinde Türkçenin ünsüz sistemi, ses yapısı ve ses kuralları ile bağdaşmayan bir çeşitlilik ortaya çıkmıştır. Bu durum, dilimize girmiş Arapça ve Farsça kelimelerin doğru okunup yazılması bir yana, Türkçe kelimeler için bile büyük bir sıkıntı doğurmuştur. Söz gelişi q½ yazılışındaki bir sözün gel mi kel mi, kil mi gil mi, gül mü yoksa göl mü okunacağı yalnızca karineye yani sözün gelişine bağlı kalıyordu. Dolayısıyla bu imlâ, ünlülere değer vermeyen, kelimelerin kalıp hâlinde yazıldığı klişeleşmiş bir imlâ idi ve yine ünsüzlerinde Türkçe ile bağdaşmayan uyumsuzluk dolayısıyla, Türkçenin tek bir k ünsüzüne karşı Arap imlâsının kef ( " ) ve kaf ( , ) diye ayrılan iki ünsüzü, Türkçenin tek h sesine karşı ha ( Õ ), hı ( O ) ve he ( ^ ) diye adlandırılan üç h'si, Türkçenin tek s ünsüzüne karşı sat ( ' ), sin ( " ) ve peltek s ( À ) denen üç türü, z ünsüzünün z ( " ), zel ( < ), zı ( ´ ) ve dat ( ÷ ) olarak adlandırılan dört türü, t'nin te ( ® ) ve tı (¹ ) denilen iki türü vardır. Yazıda ünlülerin kalın mı ince mi okunması gerekeceği bu ünsüz türlerine göre ayarlanıyordu. Oysa, Türkçede bu çeşitli ünsüzlere hiç gerek yoktu. Çünkü bir ünsüzün ön sıradan (palatal) mı arka sıradan (guttural) mı olduğu ünlü uyumu kuralı sayesinde kolayca ayarlanabiliyordu. Söz gelişi, bakmak sözündeki k'yi kaf ( , ) ile yazmak, ekmek sözündeki k'yi de kef ( " ) ile yazmak gerekmiyordu.

Türkçede boğumlanma (atikulation) noktalarındaki ayrılık sebebiyle ayrı ses değerleri taşıyan g, ğ, v, ñ, y gibi ünsüzler Osmanlı imlâsında tek bir harf ile kef ( " ) ile karşılanıyordu Bunun okuyup yazmada ortaya koyduğu güçlük çok büyüktü. Söz gelişi, değirmen sözündeki ğ ünsüzü kef ( " = s¦d½o ) ile karşılanırken, bağır sözündeki ğ, gayın ( �= dG� ) ile karşılanıyordu. kovmak sözündeki v, gayın ile yazılırken ( oLG¬ ), övmek sözündeki v kef ile (pL½" ) yazılıyordu. Bu güçlükler için daha nice nice örnekler sıralanabilir. Durum yukarıda belirtilen bütün ünsüz türleri için de aynı idi.

Türkçede birer hançere sesi olan ayın ( Y ) ve hemze ( ¡ ) ünsüzleri bulunmadığı için bunların yazılıp okunması da ayrı bir sorun oluşturmuştur. Bu sesleri taşıyan alıntı sözler, Türkçedeki okunuşlarında söz başlarında hep, söz sonlarında çok kez atılarak a, ı, o, u, ö, ü gibi ünlülere çevrilmiş, kelime içinde de ya atılmış ya da kesme biçiminde okunmuştur: âciz, acaba, ömür, malûm, maruf, memur, mimar gibi. Ancak, bunların imlâda ne zaman elif, ne zaman ayın ve ne zaman hemze ile yazılacağı, her sözün yazılışını teker teker bellemeden öteye bir çözüm getirememişti.

Bu güçlüklere, imlâda yazılıp da okunmayan, Arap dilinde p, ç bulunmadığı için sonradan imlâya eklenmesine rağmen, yazıda karışıklığa yol açan p, ç ünsüzlerinin durumu ile daha başka karışıklıkları da ekleyebiliriz. Bu konu ile ilgili ayrıntılar ve Arap yazısının Türkçenin imlâ sisteminde yarattığı sıkıntılar, birkaç yazımızda ayrıca ele alındığından,1 burada konuşmanın özünden ayrılarak daha fazla ayrıntıya inmek istemiyoruz. Ancak, belirtilmesi gereken önemli husus şudur ki, Arap dilinin ses yapısı ve gramer kuralları ile Türk dilinin ses yapısı ve gramer kural ları arasındaki zıtlık ve uyuşmazlıklara rağmen, Türk yazı sisteminin Arap yazısının kalıplarına sokulması, Türkçede imlâyı klişeleştirmiş; her kelimeyi şekil ve anlam olarak teker teker tanıma ve öğrenme mecburiyeti doğurmuştur. Dilde Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin de fazlasıyla yer almış olması, bu güçlüğü daha da artırmıştır.

Arap yazısının Türk dili açısından getirdiği bu yetersizlik, Tanzimat döneminden başlayarak sık sık Osmanlı imlâsını gündeme getirmiş ve çeşitli tartışmalara yol açmıştır. Bu tartışmalar sonunda, zamanla iki farklı görüş su yüzüne çıkmıştır. Bunlardan biri Arap yazısı temelindeki Osmanlı imlâsının ıslahı görüşüdür. Ancak, bu görüşle ilgili denemeler olumlu bir sonuç vermemiştir. O hâlde, geriye kalan ikinci görüş, alfabe değişikliğidir.

Bütün bu olumsuz gelişmeleri yakından izleyen ve bilen Atatürk, artık bir yazı inkılâbı yapmanın gereğine inanmış bulunuyordu. Üstelik böyle bir inkılâp dil tarihimizde bir dönüm noktası oluşturacak, sosyal ve kültürel alandaki öteki inkılâplara da temel vazifesi görerek öncülük edecekti. Ne var ki, böyle bir inkılâbı gerçekleştirmek kolay değildi. Bunun için önce Arap alfabesi ile okuyup yazma güçlüğünün getirdiği olumsuzlukların halka açıklanması, sosyal yapının böyle bir değişimi kabule hazır duruma getirilmesi, uygulama için zaman ve zemin şartlarının kollanması, uygulamanın sistemli ve plânlı bir programa bağlanması gibi önemli süreçlerden geçmesi gerekiyordu. Bunda, inkılâbı uygulayacak önderin kimlik ve kişilik yapısının toplumca benimsenmesinin de önemli bir payı vardı.
Biraz önce yazı inkılâbının dil ve kültür tarihimizde bir dönüm noktası oluşturduğuna işaret etmiştik. Öyle ya, Run ve Uygur yazılarından başlayarak -Benden sonra konuşacak olan değerli meslektaşım Prof. Dr. Sayın Osman Sertkaya'nın da üzerinde duracağı üzere- Türk toplumları tarih boyunca çeşitli alfabe sistemlerini benimsemiş ve kullanmışlardır. Türklerin, Anadolu bölgesinde yurt tutan kolu, XI. yüzyıldan başlayarak XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar uzanan 900 yıllık bir dönemde Arap yazısını benimsemiş bulunuyordu. Bu yazı ile binlerce kültür ürünü ortaya konmuştu. Üstelik Arap yazısı İslâm din ve kültürünün bir sembolü gibi de algılanıyordu. Türk toplumunun böyle gelenekleşmiş bir yazı kültüründen koparılıp da Lâtin yazısı temelinde yeni bir alfabeyi benimsemesi elbette kolay değildi. Ama inkılâpların dayandığı temel ilkeler ve Türk milletinin geleceğini ilgilendiren gelişmeler de böyle bir değişikliği kaçınılmaz kılıyordu. Esasen Arap yazısının Türkçe için ne kadar yetersiz kaldığı Tanzimat, Servetifünûn ve Millî Edebiyat döneminde yapılan bilimsel tartışmalarda da ortaya konmuştu. Arap yazısını ıslah yolundaki denemeler de başarısız olduğu için çıkar yol Türkçenin dil yapısına uygun bir alfabe sisteminin kabulünde idi.

Atatürk'ün Türk toplumunda bir yazı inkılâbı yapılması gereğini benimseyen görüşü oldukça eskidir ve Cumhuriyetten önceki yıllara kadar uzanır.2 Türk toplumunun kendi gelişmesini engelleyen bağlardan kurtularak, geleneksel kültürden çağdaş kültüre geçmesinin inkılâpçı atılımlar ile gerçekleştirilebileceği görüşünde idi. Ancak, yukarıda belirtilen sıkıntıların giderilmesi için önce toplumun böyle bir geçişe hazır duruma getirilmesi gereğine de inanıyordu. Onun büyük Nutuk'unda dile getirdiği "Ben milletin vicdanında ve istikbalinde ihtisas ettiğim büyük tekâmül istidadını, bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak peyderpey, bütün heyet-i içtimaiyemize tatbik ettirmek mecburiyetinde idim." sözleri,3 bu görüşün ve inkılâplardaki zamanlama sırasının önemine işaret etmektedir.

Cumhuriyet döneminde, Lâtin alfabesinin kabulü konusundaki ilk teşebbüsler 1923 yılında başlamıştır. Bu tarihte İzmir'de düzenlenen İktisat Kongresi'nde Ali Nazmi ile bir arkadaşı Lâtin harflerinin kabulü konusunda bir öneri vermişlerdi. Ancak, bu öneri tepki ile karşılanmış, hatta en büyük tepki de "Lâtin Harflerini Kabul Edemeyiz" başlıklı yazısı ile4 Kongre Başkanı Kâzım Paşa (Karabekir)'dan gelmiştir. Hüseyin Cahit Yalçın da 1923'te İzmir'de İstanbul gazetecileri ile yapılan bir toplantıda yine böyle bir öneri ileri sürdüğünde bu öneriyi Atatürk bile olumlu karşılamamıştır. Çünkü, memlekette o gün esen hava böyle bir yenilik için daha zamanın gelmemiş olduğunu gösteriyordu. Nitekim Atatürk, bu isteksizliğinin sebebini daha sonraki yıllarda Falih Rıfkı Atay'a "Hüseyin Cahit bana vakitsiz bir iş yaptırmak istiyordu. Yazı inkılâbının daha zamanı gelmemişti." diye açıklamıştır.5 Aynı durum, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki müzakerelerde de göze çarpıyordu. 25 Şubat 1924 tarihinde İzmir Milletvekili ve Millî Eğitim Bakanı Şükrü Saracoğlu, millî eğitim bütçesi dolayısıyla yaptığı konuşmada, yapılan bunca fedakârlıklara rağmen, halkın hâlâ okuyup yazma bilmemesinin Arap harflerinin yetersizliğinden kaynaklandığını dile getirdiği zaman karşılaştığı büyük tepki, Atatürk'ün zamanlama konusundaki duyarlığının ne kadar yerinde olduğunu ortaya koyan bir örnektir. Bu durum bir süre basındaki yazı ve tartışmalarda da devam etmiştir. Atatürk, yenilikleri topluma bir oldubitti biçiminde kabul ettirme yerine, toplumu, duygu ve düşünceleri ile bu yeniliğe hazırlama yöntemini benimsemişti. Bu nedenle 1924-1928 yılları arasındaki süre, yazı ve dil inkılâbına öncülük eden bazı yeniliklerin yapılması (3 Mart 1924'te öğretim birliği ile ilgili, Tevhid-i Tedrisat kanununun, 26 Aralık 1925'te İslâm takvimi yerine uluslar arası takvimin ve saat ölçülerinin kabulü, 24 Mayıs 1928'de çıkarılan bir kanunla Arap harfli rakamlar yerine Lâtin esaslı uluslar arası rakamların alınmış olması gibi) ve yeni Türk alfabesinin kabulü için bir ortam hazırlama süresidir.

Bu geçiş döneminden sonra, artık harf inkılâbına el atma zamanı da gelmiş olduğundan, Atatürk'ün direktifı ve Bakanlar Kurulunun kararı ile daha önce kurulmuş olan Dil Encümeni 26 Haziran 1928 tarihinde resmen çalışmaya başlamıştır. Falih Rıfkı (Atay), Yakup Kadri (Karaos-manoğlu), Ruşen Eşref (Ünaydın), Ahmet Cevat (Emre), Ragıp Hulûsi (Özdem), Fazıl Ahmet (Aykaç), Mehmet Emin (Erişirgil) ve İhsan (Sungu)'dan oluşan bu encümen, Lâtin alfabesi temelinde, ancak, her yönü ile Türkçenin ses yapısına uygun millî bir Türk alfabesi hazırlama görevini yüklenmiş bulunuyordu. Encümen çok dikkatli ve titiz çalışmalar yaparak, bir tasarı hazırlamıştır. Encümen tarafından hazırlanan bu tasarıda ne Arap alfabesindeki harfler yer almış ne de Avrupa milletlerinin yazılarında görülen ch, sch, tsch gibi ikili, üçlü ve dörtlü harflere yer verilmiştir. ç, c, s, j, ğ gibi harfler de başka dillerin alfabesinden alındığı hâlde, ses değerleri bakımından kendi dilimize göre ayarlanmıştır.6 Çalışmalar sırasında komisyon güçlükle karşılaştıkça, Atatürk devreye girmiş ve bu güçlükleri keskin görüşü ile aydınlığa kavuşturmuştur.7

Komisyonun üzerinde durduğu önemli bir nokta da kabul edilecek yeni alfabenin uygulama süresi idi. Üyeler bu yeni alfabenin 5-15 yıl arasında değişen bir süre içinde uygulanabileceği görüşünde idiler. Komisyon üyesi Falih Rıfkı Atay, Komisyon tasarısını Atatürk'e sunduğu zaman, Atatürk'ten aldığı cevap, devlet başkanının bu konudaki derin seziş gücünü bir daha ortaya koyar niteliktedir. Falih Rıfkı Atatürk'le aralarında geçen bu konuşmayı şöyle aktarmıştır:
"Atatürk bana sordu:
-Yeni yazıyı tatbik etmek için ne düşündünüz?
-Bir on beş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa mühletli iki teklif var, dedim. Gazeteler yarım sütundan başlayarak yeni yazılı kısmı artıracaklardır. Daireler ve yüksek mektepler için de tedricî bazı usuller düşünülmüştür.
Yüzüme baktı:
-Bu ya üç ayda olur, ya da hiç olmaz, dedi. Hayli radikal bir inkılâpçı iken ben bile yüzüne bakakalmıştım.
-Çocuğum dedi, gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldığı zaman dahi, herkes bu eski yazılı parçayı okuyacaktır. Arada bir harp, bir iç buhran, bir terslik oldu mu, bizim yazı da Enver'in yazısına döner. Hemen terk olunuverir. "8

Bu konuşmada geçen ve Enver yazısı denilen yazı, Enver Paşanın Osmanlı imlâsına bir çare bulmak üzere, imlâya, ünlülerin ilâvesi ve her harfin ayrı yazılması ile oluşturduğu bir imlâ biçimidir. Ne yazık ki, hatt-ı munfasıl, hatt-ı cedîd, Enverî yazı veya Enver yazısı denilen bu yazı türü de uygulamada benimsenmemiş ve fıyasko ile sonuçlanmıştır.
15 Ağustos 1928 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yazdığı bir makalede Yunus Nadi de yeni harf uygulamasının aceleye getirilmemesi gerektiği görüşünü savunuyor ve kesin uygulama için kendisince on yıldan fazla bir süreye ihtiyaç olduğunu ileri sürüyordu9. Ancak Atatürk, Yunus Nadi'nin görüşünü de mantıklı bir cevapla geçersiz kılmıştır10.

Esasen Atatürk'ün; 1928 yılının 8-9 Ağustos gecesinde Sarayburnu Parkı'nda yaptığı tarihî konuşmasında, Arap yazısından gelen güçlüğü, halkın bütün emeklerini kısırlaştıran çorak bir yolda yürümeye benzetmesi ve "Bir milletin, bir heyet-i içtimaiyenin yüzde onu okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmez, bundan insan olanlar utanmak lâzımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir; iftihar etmek için yaratılmış, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir. Fakat milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hatâ bizde değildir. Türkün seviyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin (geçmişin) hatâlarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hatâları tashih edeceğiz (düzelteceğiz)."11 sözleri, hem tarihî bir zaruretin, hem kendisine güvenilir bir önder olarak millet üzerindeki yapıcı etkisinin, hem de bu işteki düzenli ivediliğinin ifadesidir.

Nitekim bundan sonra 11 Âğustos-29 Ağustos 1928 tarihleri arasında yine bu sarayda, Atatürk'ün başkanlığında milletvekillerinin, yazarların ve dilcilerin katıldığı alfabe uygulaması ile ilgili toplantılar ve dersler başlamıştır. Bu toplantılarda Alfabe Encümeni'nin hazırladığı taslak doğrultusunda kabul edilen ilkeler de Başbakan İsmet Paşa (İnönü) tarafından 3 madde hâlinde basına açıklanmıştır12.
Bundan sonraki günler ve haftalar (23 Ağustos-21 Eylül 1928) Atatürk'ün yeni Türk alfabesini öğretmek için bizzat önderlik ettiği yurt gezilerine ayrılmış ve bir eğitim seferberliği başlatılmıştır13.
Görülüyor ki, gerçekleştirilen dil inkılâbı ile dil ve kültür tarihimizin çetin bir dönüm noktası başarı ile aşılmıştır. Plânlı ve düzenli sosyal değişimin mükemmel bir örneği ortaya konmuştur. Tasarlanan daha sonraki inkılâpların hedeflerine ulaşabilmesi için de sağlam bir temel hazırlanmıştır. Getirdiği sonuçlar bakımından da eğitim ve kültür hayatımızda verimli gelişmeler sağlanmıştır.
Harf inkılâbının 70. yıl dönümünü kutlarken, aziz Atatürk'ün ve bu alanda emeği geçmiş değerli düşünce adamlarının manevî huzurlarında şükran ve saygı duyguları ile eğiliyor, sizleri de saygılarımla selâmlayarak konuşmama son veriyorum.
* "Harf İnkılâbının 70. Yıl Dönümü" dolayısıyla, 26 Eylül 1998 tarihinde Dolmabahçe (İstanbul) Sarayı'ında yapılan konuşma metnidir.
Kaynak: http://www.dilimiz.gen.tr/makaleler/harf_inkilabi.html




TABİKİ BUNU DIŞINDADA BİR ÇOK SEBEBLERDE VAR...

Buda yetmedi dini kendilerinin kontrolune almak için DİNADAMI DENİLEN BİR KAVRAM çıkartıp,DİYANET adı altında kendilerine bağlı olarakk kuklalar[namaz kıldırma memurları]
yetiştirip bunlarada bazı çanakları yalattılar ve istedikleri AYETLERİ GÜNDEME GETİRİP,
İNSANLARDAN İSLAMI SAKLAYIP UYUTTULAR.

Sonuç olarak kendilerini dinlemeyip TEVHİDİ[DİNİ YALNIZ ALLAH A HAS KILMAYI] ANLATIP,

halkı uyandırmaya çalışanlarıda ANAYASANIN 1995 LERE KADAR HALENYÜRÜRLÜKTE OLAN ANAYASANIN 163 MADDESİ GEREĞİNCE 2 yıl hapse attırdılar ve bunlarla DİĞER MEMURLARA VE DİNİ ANLATMAYA ÇALIŞANLARA GÖZDAĞI VERDİLER.Ne oldu halkta kendini aldatan ALLAH ADINA ÇIKIP AMA BU MÜSTEKBİRLERİ KUTSAYAN BELAMLARI hoca,müftü ve dnin diyanet işleri başkanı diye İSLAMIN OLMASSA OLMAZI gördüler.
Dolayısıyla TÜRKİYEDE İNSANLARDAN İSLAMI BU yolla sakladılar.Ve halk ta bunların anlattığı,islam şekline göre ,

BAYRAM NAMAZINA GİDMEKLE MÜSLÜMAN,

CUMAYA GİTMEKLE MÜMİN,

BEŞ VAKİT NAMAZ KILMAKLA MÜTTAKİ OLDUĞUNA İNANMIŞ VE İNANDIRILMIŞ OLDU.

VE TEKRAR ETMEK İSTİYORUM VE HEPDE EDECEM,

TÜRKİYEDE İNSANLARDAN SAKLADIKLARI İSLAM VAR............

Yalnız rabbim rahman bir kısım ilim verdiklerimiz onu insanlardan sakladılar,onlardan daha zalim kim var ve Biz onları çetin bir azapla azaplandıracaz ayetiyle TEHDİD EDİYOR .

İŞTE BUNUN İÇİN GÜNÜMÜZ SİSTEMİNE KARŞYIM...
SAYGILAR....

Değerli Kardeşim!
Uzun olduğu için asmadım aşağıdaki linke tıklarsanız kronolojik olarak olayların gelişimini görebilirsiniz.
http://kutuphane.uludag.edu.tr/PDF/ilh/1998-7(7)/M34.pdf

Sözünü ettiğiniz 163. Madde Anayasa maddesi değil Türk Ceza Yasasının maddesidir.
(765 S.lı (Eski) Türk Ceza Kanunu - Mülga MADDE 163
(MÜLGA MADDE RGT: 12.04.1991 RG NO: 20843 KANUN NO: 3713/23))

Değerli kardeşim! Yazdığınız ve alıntı yaptığınız bütün yazıları dikkatle okuyorum.
Sistem, sistemin oluşumundaki kronojik yapı bilinmeden sağlıklı bir değerlendirmeye tutulamaz.Sistemi eleştirmek farklıdır ki , Dünyanın hiç bir yerinde sistemi eleştirmeyen bir kişi bile yoktur. İçinde yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Bunu Kuran Büyük Millet Meclisine ve kurumlarına küfr etmek farklıdır.

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’ım ilmimizi artırsın ve aklını vahyinin denetiminde işleten kullarından eylesin.

Kusursuzluk sadece Allah’a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah’a emanet olunuz.

müslümanlardan
12. February 2010, 11:41 AM
değerli [abim]kardeşim,
Şimdi diye bilirmisiniz türkiye cumhuriyeti,KURAN HÜKÜMLERİ devletidir.

kamer
12. February 2010, 12:33 PM
Kendim kanaatimce ve yürekten inandığım sebeb bunu yapanlar,ilk başta insanları harf inkılabı ile bir gecede yeni getirdikleri harflere göre İNSANLARI cahil bıraktılar.Daha sonrada kuranı hayatlarından çıkarıp anlaşılmaz bir PUT haline getirip DUVARLARA ASTIRDILAR.

İŞTE BUNUN İÇİN GÜNÜMÜZ SİSTEMİNE KARŞYIM...
SAYGILAR....

Selamun Aleykum! Değerli Müslümanlardan Kardeşim!

Bazı insanlar vardır bilirler. Bazı insanlar vardır bilmezler. Bazı insanlar vardır bilmediğini de bilmezler. Bazı insanlar vardır bilmediğini bilmeyenlerden aldıkları bilgileri doğru sanırlar.

Değerli Müslümanlardan Kardeşim!

Bir gecede insanları cahil bıraktılar dediğiniz tarihte okuma yazma bilenlerin oranı kaçtır biliyor musunuz?

Sene Okur yazar oranı

1923'ler %2,5[1]

1927 1 %10.5[2] (1927 resmî sayımlar)

1935 2 % 20.4[3] (1935 sayımları)

(1) Harf devrimi yapılmadan 1 yıl önce yapılan nüfus sayımları,

(2) Yeni Latin harfleri ile 7 eğitim dönemi sonrası.



Teşekkürler.

değerli [abim]kardeşim,
Şimdi diye bilirmisiniz türkiye cumhuriyeti,KURAN HÜKÜMLERİ devletidir.

Değerli kardeşim! Yazdığınız ve alıntı yaptığınız bütün yazıları dikkatle okuyorum.

Sistem, sistemin oluşumundaki kronojik yapı bilinmeden sağlıklı bir değerlendirmeye tutulamaz.Sistemi eleştirmek farklıdır ki , Dünyanın hiç bir yerinde sistemi eleştirmeyen bir kişi bile yoktur. İçinde yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Bunu Kuran Büyük Millet Meclisine ve kurumlarına küfr etmek farklıdır.

müslümanlardan
14. February 2010, 02:17 PM
Teşekkürler.

söyler misiniz ,o dönemde,DİNİNİ BİLENLER Mİ,ÇOĞUNLUKTA İDİ,YOK ŞİMDİ OKUR YAZAR ORANI YÜKSEK OLAN BU DÖNEMDEKİLER Mİ..........

snobyx
14. February 2010, 05:34 PM
söyler misiniz ,o dönemde,DİNİNİ BİLENLER Mİ,ÇOĞUNLUKTA İDİ,YOK ŞİMDİ OKUR YAZAR ORANI YÜKSEK OLAN BU DÖNEMDEKİLER Mİ..........

Selamun Aleykum,

Çok güzel paylaşımlar oluyor ve biz de faydalanıyoruz.Rabbim katkı sağlayanlardan razı olsun.

Bu sorunuzun cevabını ben Kuran'da şu şekilde buldum.

İsra 84.'' Kul küllüy ya'melü ala şakiletih fe rabbüküm a'lemü bi men hüve ehda sebila ''

De ki: "Herkes bulunduğu hal üzere amel eder. Şu halde kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir."

Necm 32.''...fe la tuzekku enfusekum huve a'lemu bi menitteka''

...Öyleyse kendinizi temize çıkarmayın; O, muttakiyi(sakınanı,takva sahibini) daha iyi bilendir.

Yani sorduğunuz bu sorunun en doğru cevabını ancak Alemlerin Rabbi bilir.Biz en fazla yorumda bulunabiliriz.Şahsım adına bugün için daha umutluyum.Kuran dilimize çevrili,bilginin her türüne teknolojinin sunduğu imkanlar ile çok hızlı ulaşabiliyoruz.Ama şu bir gerçek ki,ne kadar ilme yakınlaşırsak yakınlaşalım geçmişte olduğu gibi bugünde ve gelecektede hidayet üzere olanlar azınlıkta olacaktır.

Enam 116.''Ve in tüti'eksera men fil erdi yüdilluke an sebilillah iy yettebiune illez zanne ve in hüm illa yahrusun''

''Yeryüzünde olanların çoğunluğuna itaat edersen, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak saçmalarlar.''

Selametle...

Ali Rıza Borazan
15. February 2010, 09:55 AM
Selamün Aleyküm Dost Kardeşim. Bir İnsanın kendisinde Allahın sözünün geçerli olmayan kişi nasıl müslümanlar üzerinde söz sahibi olabilir. Senin Demokrasi dediğin çoğunluğun kabul ettiği azınlığın söylediklerinin reddedildiği değilmidir. Galila Dünya dönüyor dediğinde. bütün hıristiyan dünyası dünya düz dönmüyor diyordu. Galila tek başına olunca onun söylediği yalan mı çıktı. İslam Allaha teslim olnların yaşam biçimidir. elbette Bunların söz sahibi olması için Kuranda belirlenen miktarı bulması gerekir. zorla insanların dinleri elinden alınamaz. kişiler kendi dinlerini başkalarına zulmetmeden istediği şekilde yaşama hakkı kuranın emridir. Problem kendi dinlerini başkalarına dayatma yolu ile zulmedenlerle Allah yanlısı olanlar arasındaki problemdir. Bu Konuda çalışıyorum yakın bir zamanda bu çalışmalarımı sizlerle paylaşacağım inş.

müslümanlardan
15. February 2010, 12:03 PM
Selamun Aleykum,

Çok güzel paylaşımlar oluyor ve biz de faydalanıyoruz.Rabbim katkı sağlayanlardan razı olsun.

Bu sorunuzun cevabını ben Kuran'da şu şekilde buldum.

İsra 84.'' Kul küllüy ya'melü ala şakiletih fe rabbüküm a'lemü bi men hüve ehda sebila ''

De ki: "Herkes bulunduğu hal üzere amel eder. Şu halde kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir."

Necm 32.''...fe la tuzekku enfusekum huve a'lemu bi menitteka''

...Öyleyse kendinizi temize çıkarmayın; O, muttakiyi(sakınanı,takva sahibini) daha iyi bilendir.

Yani sorduğunuz bu sorunun en doğru cevabını ancak Alemlerin Rabbi bilir.Biz en fazla yorumda bulunabiliriz.Şahsım adına bugün için daha umutluyum.Kuran dilimize çevrili,bilginin her türüne teknolojinin sunduğu imkanlar ile çok hızlı ulaşabiliyoruz.Ama şu bir gerçek ki,ne kadar ilme yakınlaşırsak yakınlaşalım geçmişte olduğu gibi bugünde ve gelecektede hidayet üzere olanlar azınlıkta olacaktır.

Enam 116.''Ve in tüti'eksera men fil erdi yüdilluke an sebilillah iy yettebiune illez zanne ve in hüm illa yahrusun''

''Yeryüzünde olanların çoğunluğuna itaat edersen, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak saçmalarlar.''

Selametle...
.müslümanlar,zahire bakarak hükmederler ,tabiki batını ALLAH bilir.ortada zahiren olan tarihi bir süreç vardır.ben insanlar iman etmiş mi etmemiş mi bunu değil ki zaten bunu Allah bilir.O okur yazar oranı[latin alfabesine göre] bu gün daha çok olmasına rağmen,YÜRÜRLÜKTE islamın değil,tağutun hükümlerine karşı bu okumuş kesimin üç maymun oynaması ve direniş yapmayıp dinlenmeye geçmesi düşündürücü bir durum ve hal böyleyken BUNDAN ÖNCE OKUR YAZAAR KESİMİN AZ OLMASINA RAĞMEN DİNİNİ BİLEN VE ÇOK,Çünkü anlatılan,{tebliğ edilen insanın konuştuğu dile yakın olunca ister istemez insan duyarsız kalamıyor]. Bunuda TAĞUTU SİSTEMLERE KARŞI DURUP VE CANLARI MALLARI İLE MÜCADELE EDİP ALLAHU ALEM ŞEHİD EDİLEN,İSKİLİPLİ ATIF,PALOLU ŞEYSAYİDİ KURDİ,VE YANINNDAKİLER GİBİ,BİR ÇOK örnek verilebilinir ken .günümüzde bu okumuş ama sinmiş sindirilmiş,korkutulmuş ve TAĞUTA KUL OLMUŞ AYDIN DENİLEN KESİM [OKUMUŞ]NERDE. Yoksa bu okumuş kesim halen okuduklararının etkisiyle MAYMUNDAN GELDİĞİNİ VE MAYMUNOĞLU MAYMUNMU OLDUĞUNU SAVUNUYOR.....HEPİNİZE SAYGILAR...

snobyx
15. February 2010, 08:16 PM
Selamün Aleyküm Dost Kardeşim. Bir İnsanın kendisinde Allahın sözünün geçerli olmayan kişi nasıl müslümanlar üzerinde söz sahibi olabilir. Senin Demokrasi dediğin çoğunluğun kabul ettiği azınlığın söylediklerinin reddedildiği değilmidir. Galila Dünya dönüyor dediğinde. bütün hıristiyan dünyası dünya düz dönmüyor diyordu. Galila tek başına olunca onun söylediği yalan mı çıktı. İslam Allaha teslim olnların yaşam biçimidir. elbette Bunların söz sahibi olması için Kuranda belirlenen miktarı bulması gerekir. zorla insanların dinleri elinden alınamaz. kişiler kendi dinlerini başkalarına zulmetmeden istediği şekilde yaşama hakkı kuranın emridir. Problem kendi dinlerini başkalarına dayatma yolu ile zulmedenlerle Allah yanlısı olanlar arasındaki problemdir. Bu Konuda çalışıyorum yakın bir zamanda bu çalışmalarımı sizlerle paylaşacağım inş.

Selamun aleykum,

''Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu;azınlık haklarını güvenceye almayı hedefleyen,sosyal eşitsizliği yok etmeye çabalayan;fırsat eşitliği sağlamaya çalışan yönetim biçimidir.''

Değerli abim,hedeflenen ideal demokrasi bu tanımda olandır.Demokrasinin evrensel tanımıda hemen hemen bu şekildedir.Biz Demokrasi diyince genellikle Çoğunluğun Yönetimi şeklinde algılıyoruz.Ama Demokrasinin hedefi esasında azınlıkları korumaktır.Ne yazık ki toplumumuz da Demokrasi kültürü henüz kökleşmediği için bu farkı çoğumuz bilmiyoruz.

Çoğunluğun azınlığa tahakkümü,baskısı Demokrasi değil,Faşizm'dir.Tabi birde Demokrasi adı altında baskıcı yönetimlerini topluma dikte eden Demokrasi Havarileri var ki evlere şenliktir durumları.Demokrasi onlar için hedefe götüren bir trenden başka birşey değildir.Hedefe ulaşınca hep beraber inerler trenden.(Örnek Alman Nasyonel Sosyalistler)

Selametle...

snobyx
15. February 2010, 08:28 PM
... ve hal böyleyken BUNDAN ÖNCE OKUR YAZAAR KESİMİN AZ OLMASINA RAĞMEN DİNİNİ BİLEN VE ÇOK,Çünkü anlatılan,{tebliğ edilen insanın konuştuğu dile yakın olunca ister istemez insan duyarsız kalamıyor]. ...


Selamun Aleykum,

Değerli kardeşim yukarıdaki cümlenizden anladığım kadarı ile Cumhuriyetten evvelki dönemde yaşayan insanlar Kuran'ı rahatça anlayabiliyorlar çünkü kendi aralarında konuştukları dil bugünkü Türkçe'den farklı ve Tebliğnin orjinal dili olan Arapça'ya yakın.Yani Selçuklu ve Osmanlı döneminde yaşayanlar bizden daha farklı bir Türkçe konuşuyorlar.Yanlış anladıysam lütfen düzeltin.

Eğer doğru anladıysam bir soru sormak isterim.Mesela 13.14.veya 19.yüzyılda Anadolu'da yaşayan bir insanla,günümüzde yaşayan herhangi bir Türk vatandaşını bir araya getirsek anlaşabilirler mi?Birbirlerinin konuşmasını anlayabilirler mi?

Eğer anlayamazlar diyorsanız,şimdi fark ettim ki bu korkunç bir şeydir.Çünkü tüm bir milletin geçmişle olan bağları koparılmış,Torun dedesini anlayamaz hale getirilmiş demektir.

Cevabınızı merakla bekliyorum...

Selametle...

kamer
16. February 2010, 01:53 AM
söyler misiniz ,o dönemde,DİNİNİ BİLENLER Mİ,ÇOĞUNLUKTA İDİ,YOK ŞİMDİ OKUR YAZAR ORANI YÜKSEK OLAN BU DÖNEMDEKİLER Mİ..........

Selam,

“DİN” kelimesiyle ne kast ettiğinizi belirtseydiniz daha kolay anlaşırdık.

Bizim için önemli olan “Kur’an’da ki din’dir”. Okur-yazar oranını kenara koysak bile, o günkü ortamda insanların Kur’an’ı okuyup anlamaları zorunda ötesinde. İnsanlar padişahın “KULU”.Şeyhülislam’ların verdiği fetvalar hâlâ kayıtlarda.

Osmanlının dili Arapça değil ama insanların anlayacakları dile çevrilmiş kaç tane Kur’an meali var 7 asırlık Osmanlıda?

Kur’an’da ki din öyle bir şey ki Allah Resul'ü birkaç kişiyle çıktığı yolda 23 yılda koca bir devlet oldu.Osmanlı 300 yıl gerilerken bu devletin yönetiminde olanların aklına gelmedi mi hiç Allah’ın vahyi?Dillerinden düşürmedikleri Resul'ün sünneti? Kaç kuşak geçmiş aradan.Kaç tane Rabbimizin salihat dediği davranış var kayıtlarda?

Değerli kardeşim, bizler Allah’ın vahyine hizmet edebiliyorsak, öğrenip,yaşayıp, çevremize de anlatabiliyorsak bu imkanları bizlere bırakanlara çok şey borçluyuz.Bunun kıymetini bilmek ve gereğini yapmak bizlere ata mirasıdır.

Mutlu ve esen kalın

kamer
16. February 2010, 02:04 AM
Selamun Aleykum,

Değerli kardeşim yukarıdaki cümlenizden anladığım kadarı ile Cumhuriyetten evvelki dönemde yaşayan insanlar Kuran'ı rahatça anlayabiliyorlar çünkü kendi aralarında konuştukları dil bugünkü Türkçe'den farklı ve Tebliğnin orjinal dili olan Arapça'ya yakın.Yani Selçuklu ve Osmanlı döneminde yaşayanlar bizden daha farklı bir Türkçe konuşuyorlar.Yanlış anladıysam lütfen düzeltin.

Eğer doğru anladıysam bir soru sormak isterim.Mesela 13.14.veya 19.yüzyılda Anadolu'da yaşayan bir insanla,günümüzde yaşayan herhangi bir Türk vatandaşını bir araya getirsek anlaşabilirler mi?Birbirlerinin konuşmasını anlayabilirler mi?

Eğer anlayamazlar diyorsanız,şimdi fark ettim ki bu korkunç bir şeydir.Çünkü tüm bir milletin geçmişle olan bağları koparılmış,Torun dedesini anlayamaz hale getirilmiş demektir.

Cevabınızı merakla bekliyorum...

Selametle...

Aleyküm Selam kardeşim,

Osmanlıda saraylının kullandığı dil ile sokaktaki insanların kullandığı dil arasındaki farka bir örnek olsun diye alıntıyı paylaşıyorum.

Şeyhülislam Esad Efendi'nin 1725-32 yılları arasında yazılan Lehcet-ül Lugat isimli sözlüğünün önsözü, 18. yüzyıl Osmanlıcası'nın özellikle rafine bir örneği olarak alıntılanmaya değer:

"Amed-i medid ve ahd-i ba'iddir ki daniş-gâh-ı istifadede nihade-i zanu-yı taleb etmekle arzu-yı kesb-i edeb kılıp gerçi irre-i ahen-i berd-i gûşiş-i bî-müzd zerre-i fulad-ı fu'ad-ı infihamı hıred edemeyip şecere bî-semere-i isti'daddan yek-bar-ı imkân intişar-ı nüşare-i asar-ı hayr-ül me'ad as'ab-ı min-hart-ül katad olup ancak piş-nigâh-ı ihvan ve hullanda hem-ayar-ı nühas-ı hassas olan hey'et-i danişveriyi zaharif-i tafazzul ile temviye ve tezyin edip bezm-gâh-ı sühan-gûyanda iksar-ı sersere ile ser-halka-i ihvab-ı hava-ayin olmuş idim." [4]

1790 dolayında yazılan bir yemek kitabından alınan aşağıdaki bölüm, Osmanlıca'nın nisbeten sade bir örneğidir:

"Türkîde turunc dediğimiz mîveye Farisî'de narenc denir. Portakal derler, İstanbul'da şekerden leziz zuhur etmeye başladı. Hatta nev-zuhur Frenk hekimleri 'Asitane sahil-i bahr ve ahalisi et'ime-i mütenevvia ile aluf ve fesad-ı dem hasebiyle iskorpit illetine mübtelalardır. Elbet beher yevm bir dane portakal ekli lazımdır ve vacibdir.' Maa-haza kendüleri illet-i müstekreh-i frengîden muallel olup bahusus oldukları arzda portakalı ancak kibarı görebildiğinden Asitane'de kesreti kendülerini hayran eylediğinden hezeyan-ı gûna-gûn ederler. Maa-haza alil-ül mizac olan ihvana muzır olmak melhuzdur." [5]

Dönemin konuşma Türkçesinin sesini, klasik Osmanlı eğitimi almış yazarların metinlerinde tanımak çok güçtür. Buna karşılık Osmanlı eğitimi almamış bir İstanbullu Ermeniye ait olan aşağıdaki metinde, günümüz Türkçesinden hemen hemen farksız bir sokak diliyle karşılaşırız. 1736 yılında İran sefaret heyetine müzisyen olarak katılan Tamburi Artin Efendi'nin seyahatnamesi, Ermeni harfleriyle Türkçe olarak kaleme alınmıştır.

"Yezd ile Kerman arasında kum deryası dedikleri vardır ki inceliği ve beyazlığı saat kumu gibidir ve bir köyleri vardır ki yolcular konar. Damlara ve sokaklara bir adam nazar etse gûya kar yağmış sanır. Yol üzerinde bir buçuk, iki saat çekecek kadar yerde kule gibi miller yapılıdır ki karşına tutar da öyle gidersin. Eğer o milleri sağına veya soluna alır isen, yolu şaşırırsın ve birer ikişer minare derinliğinde kum ile dolmuş hendekler vardır ki hiç belli değil. Atın ayağı eğer oralara basacak olursa kurtulmak muhaldır. Çabalandıkça batar gider." [6]

Kaynak:http://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl%C4%B1_T%C3%BCrk%C3%A7esi

Mutlu ve esen kalın.

kamer
16. February 2010, 02:10 AM
''Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu;azınlık haklarını güvenceye almayı hedefleyen,sosyal eşitsizliği yok etmeye çabalayan;fırsat eşitliği sağlamaya çalışan yönetim biçimidir.''



Sevgili snobyx,

Bu kelimeyi okudukça aklıma "KERBELA" geliyor...

dost1
16. February 2010, 03:58 AM
Aleykum Selam ! Değerli Ali Rıza Borazan Kardeşim!



Müslümanlardan kardeşime katılıyorum. İnsanları ve kainatı yaratan Allah insanların toplu halde oldukları zaman bir emir tarafından yönetilmesi ile kanun koyamamışmıdır. peygamberler bir memleketi ne ile yönetmişler Haramları ve helalleri kendilerimi koymuşlar. selam ve sevgilerimi sunarım. Yakında inşallah bu konu ile ilgili çalışmalarımı sunacağım..

Bu yazınıza aşağıdaki cevabı vermiştim..



Allah razı olsun. Müslümanlardan Kardeşimizin astığı yazıyı ve ona cevaben asılı yazıyı okuduktan sonra Müslümanlardan Kardeşimizin verdiği
“ İslamın,yönetimide kanunuda yasasıda,kurandır ve hiç bir insanın tekelinde değildir.

Ayrıca islamın,ismide islamdır.Devletin dinden ayrılması olmadığı gibi,islamdini devletlerin egemenliğinde olmayıp hiç bir beşeri yönetimin sultasınıda kabul etmez.Ayrıca islamda din devletin değil, devlet bütün hükümlerini ,yönetimini islamın yani kuranın şeriatinden alır.”

cevap için midir bu yazınız?

“İslamın,yönetimi de kanunuda yasasıda,kurandır ve hiç bir insanın tekelinde değildir. “

Allah Resulunun dışındaki dönemlerde gerçekten böyle mi olmuştur? Bizler ;başkalarının tekelinde olan dinin ALLAH’A has kılınması için uğraşmıyor muyuz?

İslamın ismi İslamdır demeyen mi var? DİNİN adını koyan ALLAH’tır. LA ilahe İLLA ALLAH diyen birisi olarak ALLAH’ın dinine başka bir isim mi koymuşuz?

Değerli Kardeşim!
Kur’an bir yaşam kitabıdır. Müslümanlar, inandıkları İSLAM DİNİ’nin YAŞAM KILAVUZU olan KUR’AN’a İnananlarının katılımı ile oluşan ve inançları doğrultusunda adil olarak yöneteceğine inandığı kişilerden seçilen yöneticiler tarafından yönetilir. Peygamberler eğer devlet kurabildilerse kurduğu devleti Allah’tan aldıkları ve tebliğ ettikleri vahye uygun olarak yönetmişlerdir.

Allah için söyleyin. Peygamberin bizzat yaşadığı dönemler dışında haram ve helalleri kim koymuştur? TÜRKİYE CUMHURİYETİ Hangi kanunla hangi helali haram, hangi haramı helal yapmıştır?
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ve kurucularının getirdiği LAİKLİK ilkesi olmasa kendi siteniz ve bu sitede yazdığınız yazıları yazabilme olanağınız olur muydu?

Değerli Ali Rıza Borazan Kardeşim!
Derdimiz, Kardeşlerimize ALLAH’IN vahyini KUR’AN’ı anlatabilmek. KUR’AN’ okuyan kardeşlerimiz KUR’AN’ın YAŞAM KILAVUZU olduğunu görecekler yaşamlarını buna göre düzenleyecekler. KUR’AN Mü’mini olmuş insanlardan oluşan topluluk SALİHAT İŞLEYENLERDEN olmadığında hüsranda olduğunu bilecektir. Yönetime gerçekten katılacaktır. Kendini ALLAH ile ALDATMAK isteyenlere kanmayacaktır. Hangi partiden olursa olsun HAKKA uygun davranmayan genel başkanların,yöneticilerin değil ALLAH’IN kulu olacaktır.

Ali İmran;31: Kul in küntüm tuhıbbunAllahe fettebiuniy yuhbibkümullahu ve yağfir leküm zünubeküm* vAllahu Ğafur’un Rahîym;
De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun; ki Allah da sizi sevsin ve zenblerinizi mağfiret etsin. Allah Ğafur’dur, Rahıym’dir”.

Allah’tan aldığı vahyi yaşayan ve tebliğ eden Allah Resulu onun en büyük örneği olacaktır.

Ahzab;21: Lekad kâne leküm fiy Rasûlillahi üsvetün hasenetün limen kâne yercullahe vel yevmel ahıre ve zekerAllahe kesiyra;
Andolsun ki, Rasûlullah’da sizin için, Allah’ı ve Ahir Günü umanlar ve Allah’ı çok zikreden için üsve-i hasene/güzel bir örnek; vardır .

Kendisini yönetecek olanları seçerken bu seçiminin şarta bağlı olduğunu seçtiklerine hissettirebilecektir. Kendisi görev alırsa Devlet kurumunda almazsa günlük yaşamındaki her çalışmasında kılavuzu Allah’ın vahyi olacaktır.

Mümtehine;1: Ya eyyuhelleziyne amenu la tettehızu 'aduvviy ve 'aduvveküm evliyae tulkune ileyhim bilmeveddeti ve kad keferu bima caeküm minelHakkı yuhricunerRasûle ve iyyaküm en tu'minu billahi Rabbiküm* in küntüm harectum cihaden fiy sebiyliy vebtiğae merdatiy tusirrune ileyhim bilmeveddeti, ve ene a'lemu bima ahfeytum ve ma a'lentum* ve men yef'alhu minküm fekad dalle sevaessebiyl;
Ey iman edenler/güvenenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Onlar, Hakk’dan size gelmiş olanı küfr ettikleri, Rabbiniz olan Allah’a iman ettiğiniz/güvendiğiniz için Rasûl’ü ve sizi çıkardıkları halde, siz onlara mevedde/sevgi ilka ediyorsunuz. Eğer yolumda cihad etmek ve rızamı taleb etmek/kazanmak için çıkmış iseniz halbu ki onlara mevedde gizliyorsunuz. ben gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, yolun denge noktasından gerçekten sapmıştır.

Mümtehine;2: İn yeskafuküm yekûnu leküm a'daen ve yebsutu ileyküm eydiyehüm ve elsinetehüm Bissui ve veddu lev tekfurun;
Eğer onlar sizi yakalar/ele geçirirlerse, sizin için düşmanlar olurlar. Ellerini ve dillerini size kötülükle bast ederler ve kafir olmanızı şiddetle arzu ederler.

Mümtehine;3: Len tenfe'aküm erhamuküm ve la evladuküm yevmelkıyameti yafsılu beyneküm* vAllahu bima ta'melune Basıyr;
Ne Erhamınız /akrabalarınız ne de evladınız size asla fayda sağlamaz. Kıyamet günü (Allah) aranızı ayırır... Allah yaptıklarınızı Basıyr’dir.

Mümtehine;4: Kad kânet leküm usvetun hasenetun fiy İbrahiyme velleziyne me'ahu, iz kalu likavmihim inna bureau minküm ve mimma ta'budune min dunillahi keferna biküm ve beda beynena ve beynekümül'adavetü velbağdau ebeden hatta tu’minu billahi vahdeHu illâ kavle İbrahiyme liebiyhi leestağfirenne leke ve ma emlikü leke minAllahi min şey'* Rabbena 'aleyke tevekkelna ve ileyke enebna veileykelmasıyr;

İbrahiym’de ve Onunla beraber olan kimselerde sizin için gerçekten üsve-i hasene/güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine dediler ki: “Muhakkak ki biz sizden de, Allah’ın gayrından kulluk yaptıklarınızdan da uzağız. Sizi) küfr ettik.. Bizimle sizin aramızda, siz Allah’a O’nun tekliği ile iman edinceye kadar, ebediyyen düşmanlık ve buğz başlamıştır”. Ancak İbrahiym’in babasına: “Mutlaka senin için mağfiret dileyeceğim; ama senin için Allah’dan bir şeye malik değilim” sözü hariç: “Rabbimiz, sana tevekkül ettik, sana yöneldik ve dönüş sanadır”.

Mümtehine;5: Rabbena lâ tec'alna fitneten lilleziyne keferu vağfir lena Rabbena* inneKe ENTEl'Aziyzül Hakiym;
“Rabbimiz!... Kafir olanlar için bizi bir fitne kılma... Bizi mağfiret et Rabbimiz!.Muhakkak ki sen Aziyz’sin, Hakiym’sin”.

Mümtehine;6: Lekad kâne leküm fiyhim üsvetun hasenetün limen kâne yercullahe velyevmel'ahır* ve men yetevelle feinnAllahe HuvelĞaniyyulHamiyd;
Andolsun ki onlarda (İbrahiym ve ashabında) sizin için, Allah’ı ve Ahir Günü umanlar için üsve-i hasene vardır. Kim (Allah’dan) yüz çevirirse, muhakkak ki Allah Ğaniyy’dir, Hamiyd’dır.

Mümtehine;7: 'AsAllahu en yec'ale beyneküm ve beynelleziyne 'adeytum minhüm meveddeten, vAllahu Kadiyr* vAllahu Ğafurun Rahıym;
Umulur ki Allah sizinle, onlardan düşman olduklarınız arasında bir mevedde/sevgi oluşturur . Allah Kadiyr’dir... Allah Ğafur’dur, Rahıym’dir.

Mümtehine;8: La yenhakümullahu 'anilleziyne lem yukatiluküm fiyddiyni ve lem yuhricuküm min diyariküm en teberruhüm ve tuksitu ileyhim* innAllahe yuhıbbulmuksitıyn;
Din’de sizinle savaşmamış ve sizi yurtlarınızdan çıkarmamış kimselere iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan Allah sizi nehyetmez... Muhakkak ki Allah muksitleri sever.

Mümtehine;9: İnnema yenhakümullahu 'anilleziyne katelukum fiyddiyni ve ahrecuküm min diyariküm ve zaheru 'alâ ıhraciküm en tevellevhüm* ve men yetevellehüm feülaike hümüzzalimun;



Mümtehine;10: Ya eyyuhelleziyne amenu iza caekümül mu’minatu muhaciratin femtehınuhünne, Allahu a'lemu Bi iymanihinn* fein 'alimtumuhünne mu’minatin fela terci'uhünne ilelküffari la hünne hıllun lehüm ve la hüm yehıllune lehunn* ve atuhüm ma enfeku* ve la cunaha 'aleyküm en tenkıhuhünne iza ateytümuhünne ucurehunn* ve la tumsikû Bi'ısamilkevafiri ves'elu ma enfaktum velyes elu ma enfeku* zâliküm hukmullahi yahkumu beyneküm* vAllahu Aliymun Hakiym;

Ey iman edenler!... Mü’min kadınlar hicret ediciler olarak size geldiklerinde, onları imtihan edin Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer onları mü’min kadınlar bilirseniz, onları küffara geri döndürmeyin. Ne bunlar onlara helaldir, ne de onlar bunlara helal olurlar. Onlara infak ettiklerini verin. Onların ecirlerini kendilerine verdiğiniz vakit onları nikahlamanızda sizin üzerinize bir cünah yoktur... Kafir kadınların ismetlerini tutmayın Siz harcadıklarınızı isteyin, onlar da harcadıklarını istesinler.Bu size Allah’ın hükmüdür. aranızda hükmediyor.Allah Aliym’dir, Hakiym’dir.

Mümtehine;11: Ve in fateküm şey'ün min ezvaciküm ilelküffari fe'akabtum featulleziyne zehebet ezvacuhüm misle ma enfeku* vettekullahelleziy entüm bihi mu’minun;
Eğer eşlerinizden küffara bir şey fevt eder de muakıb olursanız, eşleri gitmiş olanlara harcadıklarının mislini veriniz. O Allah’dan ittika edin ki siz O’na mü’minlersiniz.

Mümtehin;12: Ya eyyühenNebîyyu iza caekelmu’minatu yubayı'neke alâ en la yüşrikne billahi şey'en ve la yesrıkne ve la yezniyne ve la yaktulne evladehünne ve la ye'tiyne bibuhtanin yefteriynehu beyne eydiyhinne ve erculihinne ve la ya'sıyneke fiy ma'rufin febayı'hünne vestağfir lehunnAllah* innAllahe Ğafurun Rahıym;
Ey O Nebî ! Mü’min kadınlar: “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, çocuklarını katletmemeleri, elleri ve ayakları arasında bir buhtan uydurup getirmemeleri ve hiçbir MA’RUFda sana ısyan etmemeleri” üzerine sana bey’atlaşmaya geldiklerinde, onlarla bey’atlaş ve onlar için Allah’dan mağfiret dile... Muhakkak ki Allah Ğafur’dur, Rahıym’dir.

Tevbe;24: Kul in kâne abaüküm ve ebnaüküm ve ıhvanüküm ve ezvacüküm ve aşiyretüküm ve emvalü nıktereftümuha ve ticaratün tahşevne kesadeha ve mesakinü terdavneha ehabbe ileyküm minAllahi ve RasûliHi ve cihadin fiy sebiyliHİ feterabbesu hatta ye'tiyAllahu bi emriHi, vAllahu la yehdil kavmel fasikıyn;
De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, elde ettiğiniz mallar, kesad gitmesinden korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız meskenler, size Allah’dan, O’nun Rasûlü’nden ve O’nun yolunda cihad’dan daha sevimli ise, artık Allah’ın Biemrihi gelmesini bekleyin... Allah fasıklar kavmine hidayet etmez”.

Tevbe;71: Vel mu'minune vel mu'minatu ba'duhüm evliyau ba'd* ye'murune bil ma'rufi ve yenhevne anilmünkeri ve yukıymunes Salate ve yü'tunez Zekate ve yutıy'unAllahe ve RasûleHu, ülaike seyerhamühumullah* innAllahe Azîyzun Hakiym;
Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin evliyasıdırlar... Ma’ruf’u emrederler, münker’den nehyederler, salat’ı ikame ederler, zekat’ı verirler, Allah’a ve O’nun Rasûlü’ne itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet edecektir. Muhakkak ki Allah Aziyz’dir, Hakiym’dir.

KUR’AN’ın Mü’mini Allah’a kul olarak ALLAH’ın vahyini yaşayabileceği her DEVLET de yaşar örnek birer insan olarak çevresindeki insanlara da KUR’AN’In TEBYİNİNİ yapar. Allah’a kul olarak ALLAH’ın vahyini yaşayamadığı bir devletten de başka devletlere hicret eder.

Bakara;218: İnnelleziyne amenu velleziyne haceru ve cahedu fiy sebiylillâhi ülaike yercune rahmetAllah* vAllahu Ğafur’un Rahîym;
Şüphesiz ki iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mücahade edenler;işte onlar Allah Rahmeti’ni umarlar. Allah Ğafur’dur, Rahıym’dir.

Ali İmran;195: Festecabe lehüm Rabbühüm enniy la udıy'u amele amilin minküm min zekerin ev ünsa* ba'duküm min ba'd* felleziyne haceru ve uhricu min diyarihim ve uzu fiy sebiyliy ve katelu ve kutilu leükeffirenne anhüm seyyiatihim ve leüdhılennehüm cennatin tecriy min tahtihel enhar* sevaben min ındillah* vAllahu ındeHu husnüs sevab;
Rableri onlara karşılık verdi: “Sizden erkek olsun dişi olsun amel edenin amelini zayi etmem. hep birbirinizdensiniz . Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyete uğratılanlar, savaşanlar ve öldürülenlere gelince elbette onların kötülüklerini keffaretleyeceğim/sileceğim ve elbette onları altlarından nehirler akan cennetlere dahil edeceğim, Allah indinden bir sevab olarak”. Allah; sevab’ın güzeli O’nun indindedir.

Nisa;97: İnnelleziyne teveffahümül Melaiketü zalimiy enfüsihim kalu fiyme küntüm* kalu künna müstad'afiyne fiyl Ard* kalu elem tekün Ardullahi vasiaten fe tühaciru fiyha* feülaike me'vahüm cehennem* ve saet mesıyra;
Muhakkak ki Melaike, nefslerine zulmedici oldukları halde vefat ettirdiği kimselere, “Ne işte idiniz? ” derler. (Onlar da) dediler ki: “Biz Arz’da mustaz’afiyn /zayıflardan, ezilen … idik”... (Melaike de) dedi ki: “Allah Arz’ı geniş olmadı mı, orada hicret etseydiniz?”. İşte bunların varacağı yer cehennemdir. Ne kötü dönüş yeridir!.

Değerli Ali Rıza Borazan Kardeşim!
Müslümanım dediği halde DİNİNİ sadece tesettür/türban , kandil geceleri,bayram namazı, Ramazan orucu zanneden ve bağlısı olduğu vahiyden KUR’AN’dan habersiz insanların çoğunlukta olduğu bir devlette yaşıyoruz. Devletleri kurmak kolay değildir. Özellikle de yöneticilerin seçimle işbaşına gelip seçimle işbaşından gittiği türden devletleri kurmak daha da zordur. Allah kuranlardan Razı olsun. Devletimiz insanlarımızın inançları doğrultusunda yaşayarak hertürlü gelişim ve değişime olanak sağlayacak şekilde yapılanmış kadınlarımıza bile seçme seçilme hakkı getirmiştir. Aksayan yönler yok mudur? Düzeltilmesi gereken hataları yok mudur? Elbette vardır. Elimizde Allah’ın vahyine uygun şekilde yaşayıp zaman ve bilgili insanlarla doğru orantılı olarak geliştirebilecek bir devletimiz ve bu devletimize sürekli çatanlar küfredenler…

Allah için Dünyamızda bulunan ve insanları Müslüman olan devletlere bakalım. Devletimize sahip çıkalım. Devletimizi daha da geliştirmek için HAKÇA çalışalım . Bunun için de öncelikle kendimiz KUR’AN’a uygun yaşayanlardan olalım. Devletimizin daha iyi daha güzel olması için elbirliğiyle çalışanlardan olalım. Allah Resulunu aklımızdan çıkarmayalım . Devletimize , devletimizin kurumlarına söğmeyelim. O kurumları iyi ya da kötü yapacak olanın o kurumda çalışan insanlar olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Eğitime ağırlık varalım. İnsanlarımızı Allah’ın dini ile karşı karşıya getirelim. Kula Kul olma bilincini Allah’a kul olma bilincine dönüştürelim.

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah Ali İmran; 139 da “Ve la tehinu ve la tahzenu ve entümül a'levne in küntüm mu’miniyn”
Gevşemeyin, mahzun olmayın; eğer mü’min iseniz siz en üstünlersiniz.

Rad;11: LeHu muakkıbatün min beyni yedeyhi ve min halfihı yahfezunehu min emrillah* innAllahe la yuğayyiru ma bi kavmin hatta yuğayyiru ma bi enfüsihim* ve iza eradAllahu bi kavmin suen fela meradde leh* ve ma lehüm min dunihi min val;
Onun önünden de, arkasından da kendisini Allah Emri’nden muhafaza eden muakkıbat/ izleyenler vardır. Muhakkak ki Allah, bir kavmin halini , onlar kendi nefslerini değiştirmedikçe değiştirmez. Allah bir kavme kötülük irade etti mi, artık onun geri çevrilmesi yoktur. Onlar için O’ndan başka yardım edici dost yoktur.
Demiyor mu?

Kusursuzluk sadece Allah’a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah’a emanet olunuz.


Bu cevabıma

Selamün Aleyküm Dost Kardeşim. Bir İnsanın kendisinde Allahın sözünün geçerli olmayan kişi nasıl müslümanlar üzerinde söz sahibi olabilir. Senin Demokrasi dediğin çoğunluğun kabul ettiği azınlığın söylediklerinin reddedildiği değilmidir. Galila Dünya dönüyor dediğinde. bütün hıristiyan dünyası dünya düz dönmüyor diyordu. Galila tek başına olunca onun söylediği yalan mı çıktı. İslam Allaha teslim olnların yaşam biçimidir. elbette Bunların söz sahibi olması için Kuranda belirlenen miktarı bulması gerekir. zorla insanların dinleri elinden alınamaz. kişiler kendi dinlerini başkalarına zulmetmeden istediği şekilde yaşama hakkı kuranın emridir. Problem kendi dinlerini başkalarına dayatma yolu ile zulmedenlerle Allah yanlısı olanlar arasındaki problemdir. Bu Konuda çalışıyorum yakın bir zamanda bu çalışmalarımı sizlerle paylaşacağım inş.


bu cevabınızı veriyorsunuz.

Ne diyeyim? Allah razı olsun. Alemlerin Rabbi olan Yüce Allahım basiretimizi de ilmimizi de artırsın.

Kusursuzluk sadece Allah’a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah’a emanet olunuz.

snobyx
16. February 2010, 08:48 PM
Aleyküm Selam kardeşim,

Osmanlıda saraylının kullandığı dil ile sokaktaki insanların kullandığı dil arasındaki farka bir örnek olsun diye alıntıyı paylaşıyorum.

Şeyhülislam Esad Efendi'nin 1725-32 yılları arasında yazılan Lehcet-ül Lugat isimli sözlüğünün önsözü, 18. yüzyıl Osmanlıcası'nın özellikle rafine bir örneği olarak alıntılanmaya değer:

"Amed-i medid ve ahd-i ba'iddir ki daniş-gâh-ı istifadede nihade-i zanu-yı taleb etmekle arzu-yı kesb-i edeb kılıp gerçi irre-i ahen-i berd-i gûşiş-i bî-müzd zerre-i fulad-ı fu'ad-ı infihamı hıred edemeyip şecere bî-semere-i isti'daddan yek-bar-ı imkân intişar-ı nüşare-i asar-ı hayr-ül me'ad as'ab-ı min-hart-ül katad olup ancak piş-nigâh-ı ihvan ve hullanda hem-ayar-ı nühas-ı hassas olan hey'et-i danişveriyi zaharif-i tafazzul ile temviye ve tezyin edip bezm-gâh-ı sühan-gûyanda iksar-ı sersere ile ser-halka-i ihvab-ı hava-ayin olmuş idim." [4]

1790 dolayında yazılan bir yemek kitabından alınan aşağıdaki bölüm, Osmanlıca'nın nisbeten sade bir örneğidir:

"Türkîde turunc dediğimiz mîveye Farisî'de narenc denir. Portakal derler, İstanbul'da şekerden leziz zuhur etmeye başladı. Hatta nev-zuhur Frenk hekimleri 'Asitane sahil-i bahr ve ahalisi et'ime-i mütenevvia ile aluf ve fesad-ı dem hasebiyle iskorpit illetine mübtelalardır. Elbet beher yevm bir dane portakal ekli lazımdır ve vacibdir.' Maa-haza kendüleri illet-i müstekreh-i frengîden muallel olup bahusus oldukları arzda portakalı ancak kibarı görebildiğinden Asitane'de kesreti kendülerini hayran eylediğinden hezeyan-ı gûna-gûn ederler. Maa-haza alil-ül mizac olan ihvana muzır olmak melhuzdur." [5]

Dönemin konuşma Türkçesinin sesini, klasik Osmanlı eğitimi almış yazarların metinlerinde tanımak çok güçtür. Buna karşılık Osmanlı eğitimi almamış bir İstanbullu Ermeniye ait olan aşağıdaki metinde, günümüz Türkçesinden hemen hemen farksız bir sokak diliyle karşılaşırız. 1736 yılında İran sefaret heyetine müzisyen olarak katılan Tamburi Artin Efendi'nin seyahatnamesi, Ermeni harfleriyle Türkçe olarak kaleme alınmıştır.

"Yezd ile Kerman arasında kum deryası dedikleri vardır ki inceliği ve beyazlığı saat kumu gibidir ve bir köyleri vardır ki yolcular konar. Damlara ve sokaklara bir adam nazar etse gûya kar yağmış sanır. Yol üzerinde bir buçuk, iki saat çekecek kadar yerde kule gibi miller yapılıdır ki karşına tutar da öyle gidersin. Eğer o milleri sağına veya soluna alır isen, yolu şaşırırsın ve birer ikişer minare derinliğinde kum ile dolmuş hendekler vardır ki hiç belli değil. Atın ayağı eğer oralara basacak olursa kurtulmak muhaldır. Çabalandıkça batar gider." [6]

Kaynak:http://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl%C4%B1_T%C3%BCrk%C3%A7esi

Mutlu ve esen kalın.

Selamun Aleykum değerli Kamer abim,

Esasında benim gelmek istediğim yeri çok güzel bir noktadan irdelemişsiniz.Allah razı olsun.Bu husus için değerli Yılmaz Özdil'in yazdığı bir makaleyi eklemek isterim.Hem eğlenceli hem de öğretici bir yazı :)


Karacaoğlan İtalyanca konuşurdu...

Ben yürürem yane yane

Aşk boyadı beni kane

Ne akilem ne divane

Gel gör beni aşk neyledi

(Yunus, 13'üncü yüzyıl.)

*

Düşman geldi tabur tabur dizildi

Alnımıza kara yazı yazıldı

Tüfek icat oldu mertlik bozuldu

Eğri kılıç kında paslanmalıdır

(Köroğlu, 16'ncı yüzyıl.)

*

Bana kara diyen dilber

Gözlerin kara değil mi

Yüzünü sevdiren gelin

Kaşların kara değil mi

(Karacaoğlan, 17'nci yüzyıl.)

*

Yarın kavga kurulur

Öter tüfek davlumbazlar vurulur

Nice koç yiğitler yere serilir

Ölen ölür kalan sağlar bizimdir

(Dadaloğlu, 18'inci yüzyıl.)

*

Dünyaya geldiğim anda

Yürüdüm aynı zamanda

İki kapılı bir handa

Gidiyorum gündüz gece

(Veysel, 1894 doğumluydu.)

*

Hálá diyor ki: "Atatürk travma yaşattı, dilimizi değiştirdi..."

Selametle...

mavera
16. February 2010, 08:58 PM
Selamun Aleykum değerli Kamer abim,

Esasında benim gelmek istediğim yeri çok güzel bir noktadan irdelemişsiniz.Allah razı olsun.Bu husus için değerli Yılmaz Özdil'in yazdığı bir makaleyi eklemek isterim.Hem eğlenceli hem de öğretici bir yazı :)


Karacaoğlan İtalyanca konuşurdu...

Ben yürürem yane yane

Aşk boyadı beni kane

Ne akilem ne divane

Gel gör beni aşk neyledi

(Yunus, 13'üncü yüzyıl.)

*

Düşman geldi tabur tabur dizildi

Alnımıza kara yazı yazıldı

Tüfek icat oldu mertlik bozuldu

Eğri kılıç kında paslanmalıdır

(Köroğlu, 16'ncı yüzyıl.)

*

Bana kara diyen dilber

Gözlerin kara değil mi

Yüzünü sevdiren gelin

Kaşların kara değil mi

(Karacaoğlan, 17'nci yüzyıl.)

*

Yarın kavga kurulur

Öter tüfek davlumbazlar vurulur

Nice koç yiğitler yere serilir

Ölen ölür kalan sağlar bizimdir

(Dadaloğlu, 18'inci yüzyıl.)

*

Dünyaya geldiğim anda

Yürüdüm aynı zamanda

İki kapılı bir handa

Gidiyorum gündüz gece

(Veysel, 1894 doğumluydu.)

*

Hálá diyor ki: "Atatürk travma yaşattı, dilimizi değiştirdi..."

Selametle...


süpermiş. :)

selamlar.

müslümanlardan
17. February 2010, 11:03 AM
Selamun Aleykum,

Değerli kardeşim yukarıdaki cümlenizden anladığım kadarı ile Cumhuriyetten evvelki dönemde yaşayan insanlar Kuran'ı rahatça anlayabiliyorlar çünkü kendi aralarında konuştukları dil bugünkü Türkçe'den farklı ve Tebliğnin orjinal dili olan Arapça'ya yakın.Yani Selçuklu ve Osmanlı döneminde yaşayanlar bizden daha farklı bir Türkçe konuşuyorlar.Yanlış anladıysam lütfen düzeltin.

Eğer doğru anladıysam bir soru sormak isterim.Mesela 13.14.veya 19.yüzyılda Anadolu'da yaşayan bir insanla,günümüzde yaşayan herhangi bir Türk vatandaşını bir araya getirsek anlaşabilirler mi?Birbirlerinin konuşmasını anlayabilirler mi?

Eğer anlayamazlar diyorsanız,şimdi fark ettim ki bu korkunç bir şeydir.Çünkü tüm bir milletin geçmişle olan bağları koparılmış,Torun dedesini anlayamaz hale getirilmiş demektir.

Cevabınızı merakla bekliyorum...

Selametle...

ŞİMDİ SİZ OSMANLILAR VE SELÇUKLULARIN KONUŞTUĞU DİLİ,KENDİNİZİN ŞİMDİ KONUŞTUĞUNUZ DİLLE ANLIYORMUSUNUZ.

Anlıyorsanız sorun yok sizinde dediğiniz gibi, AMA

Anlamıyorsanız GERÇEKTENDE DEDİĞİNİZ GİBİ TÜM GEÇMİŞİNİZLE BAĞLARINIZ KOPARILMIŞ BUDA KORKUNÇ BİR DURUM VE BENDE TAM OLARAK BUNDAN BAHSETMEYE ÇALIŞTIM.

Bırakın geçmişi,DİNİNDEN UZAKLAŞTIRTILMIŞ VE BUNUDA ,DİNE KARŞI DİN İLE

not.ALİ ŞERİATİNİN DİNE KARŞI DİN kitabını okuyun faydalı olacak inşaallah kanaatindeyim saygılar.

müslümanlardan
17. February 2010, 11:10 AM
DOST1, KARDEŞE SAYGILAR ve sorumu tekrar ediyorum,

Şimdi diye bilirmisiniz atanın kurduğu ve halen devam eden laik, demokratik, türkiye cumhuriyeti,KURAN HÜKÜMLERİ devletidir.saygılar[VE SİZİN AYRICA KONUNU BAŞINDAN BERİ KONUYA YAKINLIKTA OLAN KARDEŞLERİN YAZILARINI OKUYOR VE ARKADAŞLARADA GÜCÜM NİSBETİNCE YAZMAYA ÇALIŞIYORUM]

snobyx
17. February 2010, 08:42 PM
ŞİMDİ SİZ OSMANLILAR VE SELÇUKLULARIN KONUŞTUĞU DİLİ,KENDİNİZİN ŞİMDİ KONUŞTUĞUNUZ DİLLE ANLIYORMUSUNUZ.

Anlıyorsanız sorun yok sizinde dediğiniz gibi, AMA

Anlamıyorsanız GERÇEKTENDE DEDİĞİNİZ GİBİ TÜM GEÇMİŞİNİZLE BAĞLARINIZ KOPARILMIŞ BUDA KORKUNÇ BİR DURUM VE BENDE TAM OLARAK BUNDAN BAHSETMEYE ÇALIŞTIM.

Bırakın geçmişi,DİNİNDEN UZAKLAŞTIRTILMIŞ VE BUNUDA ,DİNE KARŞI DİN İLE

not.ALİ ŞERİATİNİN DİNE KARŞI DİN kitabını okuyun faydalı olacak inşaallah kanaatindeyim saygılar.

Selamun Aleykum,

Değerli kardeşim eklediğim son yazıyı okumadınız galiba.Dikkatinizden kaçmış olabilir.Kaçmadıysa ve okuduysanız ve bu cevabı yazdıysanız,size bu konuda daha fazla diyecek birşey bulamıyorum.

Selametle...

kamer
18. February 2010, 12:52 AM
ŞİMDİ SİZ OSMANLILAR VE SELÇUKLULARIN KONUŞTUĞU DİLİ,KENDİNİZİN ŞİMDİ KONUŞTUĞUNUZ DİLLE ANLIYORMUSUNUZ.

Anlıyorsanız sorun yok sizinde dediğiniz gibi, AMA

Anlamıyorsanız GERÇEKTENDE DEDİĞİNİZ GİBİ TÜM GEÇMİŞİNİZLE BAĞLARINIZ KOPARILMIŞ BUDA KORKUNÇ BİR DURUM VE BENDE TAM OLARAK BUNDAN BAHSETMEYE ÇALIŞTIM.


Selam,

Alıntıladığım iki paragraf arasındaki farkı görmek ve yazılanları anlamak veya anlamamak için "OKUMAK" gerekiyor.

Okuduğunuzda iki paragraf arasında (günümüz Türkçesiyle) fark var mı?

Varsa hangisini anlayamadınız?

Anlamamanızın sebepleri nelerdir?

Klasik Osmanlıca eğitimi almış Şeyhülislam Esad Efendi'nin 1725-32 yılları arasında yazılan Lehcet-ül Lugat isimli sözlüğünün önsözü,

"Amed-i medid ve ahd-i ba'iddir ki daniş-gâh-ı istifadede nihade-i zanu-yı taleb etmekle arzu-yı kesb-i edeb kılıp gerçi irre-i ahen-i berd-i gûşiş-i bî-müzd zerre-i fulad-ı fu'ad-ı infihamı hıred edemeyip şecere bî-semere-i isti'daddan yek-bar-ı imkân intişar-ı nüşare-i asar-ı hayr-ül me'ad as'ab-ı min-hart-ül katad olup ancak piş-nigâh-ı ihvan ve hullanda hem-ayar-ı nühas-ı hassas olan hey'et-i danişveriyi zaharif-i tafazzul ile temviye ve tezyin edip bezm-gâh-ı sühan-gûyanda iksar-ı sersere ile ser-halka-i ihvab-ı hava-ayin olmuş idim."

Yine aynı tarihlerde klasik Osmanlı eğitimi almamış bir İstanbullu olan Ermeni Tamburi Artin Efendi'nin 1736 yılında İran sefaret heyetine müzisyen olarak katıldığında kaleme aldığı seyahatnamesi, Ermeni harfleriyle Türkçe olarak kaleme alınmıştır.

"Yezd ile Kerman arasında kum deryası dedikleri vardır ki inceliği ve beyazlığı saat kumu gibidir ve bir köyleri vardır ki yolcular konar. Damlara ve sokaklara bir adam nazar etse gûya kar yağmış sanır. Yol üzerinde bir buçuk, iki saat çekecek kadar yerde kule gibi miller yapılıdır ki karşına tutar da öyle gidersin. Eğer o milleri sağına veya soluna alır isen, yolu şaşırırsın ve birer ikişer minare derinliğinde kum ile dolmuş hendekler vardır ki hiç belli değil. Atın ayağı eğer oralara basacak olursa kurtulmak muhaldır. Çabalandıkça batar gider."

Bu iki yazı arasındaki fark 1928 HARF İNKILABI MI?

dost1
18. February 2010, 02:16 AM
Selamun Aleykum! Değerli Müslümanlardan Kardeşim!

DOST1, KARDEŞE SAYGILAR ve sorumu tekrar ediyorum,

Şimdi diye bilirmisiniz atanın kurduğu ve halen devam eden laik, demokratik, türkiye cumhuriyeti,KURAN HÜKÜMLERİ devletidir.saygılar[VE SİZİN AYRICA KONUNU BAŞINDAN BERİ KONUYA YAKINLIKTA OLAN KARDEŞLERİN YAZILARINI OKUYOR VE ARKADAŞLARADA GÜCÜM NİSBETİNCE YAZMAYA ÇALIŞIYORUM]

Sorduğunuz bu soru; astığınız ve yazdığınız yazılara verdiğimiz cevapların yeterince okunup okunmadığı ile ilgili soru işaretleri oluşturmakta.

Biz yine hatırlatalım. Türkiye Cumhuriyetini kuran, anayasa ve yasalar çıkaran Mustafa Kemal’in Başkanı olduğu Büyük Millet Meclisidir.

İnancım ,inananlarının inandığı Kur’an hükümlerine uygun yaşama şansının Mustafa Kemal’in Başkanı olduğu Büyük Millet Meclisince kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile yakalandığı şeklindedir. Eleştirilecek yönü yok mudur? Kur’an ilkelerine aykırı olan yasaları yok mudur? Bu sorulara kim hayır diyebilir. Bunlar Devleti oluşturan insanların inançlarıyla doğru orantılıdır. (Cumhuriyetin kurulduğu dönemlerde olan ölüm cezası ile suç olan zina cezasının bugün olmayışı vb.)

Değerli Müslümanlardan Kardeşim!

Daha önce de soru halinde dile getirmiştim Allah Resulunun (Allah’ın selamı ve tüm desteğimiz Ona olsun) dönemi dışındaki dönemlerden günümüze kadar kurulmuş-halkı müslüman olan- devletlerde KUR’AN HÜKÜMLERİ devleti olmuş mudur?

İslam tarihini - bu devletlerde yürürlükte olan yasalarını - incelememizin bu sorunun cevabını bulmamıza yardımcı olacağına inanıyorum.

Cumhuriyet kurulduktan sonra çıkarılan yasaların KUR’AN’ın ilkelerine uygunluğunun , günümüze kadar kurulmuş olan devletlerin çıkardığı yasaların KUR’AN’a uygunluğundan daha çok olduğu inancındayım.

Değerli Müslümanlardan Kardeşim!

KUR’AN’ın Mü’mini Allah’a kul olarak ALLAH’ın vahyini yaşayabileceği her DEVLET de yaşar örnek birer insan olarak çevresindeki insanlara da KUR’AN’In TEBYİNİNİ yapar. Allah’a kul olarak ALLAH’ın vahyini yaşayamadığı bir devletten de başka devletlere hicret eder.

Bakara;218: İnnelleziyne amenu velleziyne haceru ve cahedu fiy sebiylillâhi ülaike yercune rahmetAllah* vAllahu Ğafur’un Rahîym;
Şüphesiz ki iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mücahade edenler;işte onlar Allah Rahmeti’ni umarlar. Allah Ğafur’dur, Rahıym’dir.

Ali İmran;195: Festecabe lehüm Rabbühüm enniy la udıy'u amele amilin minküm min zekerin ev ünsa* ba'duküm min ba'd* felleziyne haceru ve uhricu min diyarihim ve uzu fiy sebiyliy ve katelu ve kutilu leükeffirenne anhüm seyyiatihim ve leüdhılennehüm cennatin tecriy min tahtihel enhar* sevaben min ındillah* vAllahu ındeHu husnüs sevab;
Rableri onlara karşılık verdi: “Sizden erkek olsun dişi olsun amel edenin amelini zayi etmem. hep birbirinizdensiniz . Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyete uğratılanlar, savaşanlar ve öldürülenlere gelince elbette onların kötülüklerini keffaretleyeceğim/sileceğim ve elbette onları altlarından nehirler akan cennetlere dahil edeceğim, Allah indinden bir sevab olarak”. Allah; sevab’ın güzeli O’nun indindedir.

Nisa;97: İnnelleziyne teveffahümül Melaiketü zalimiy enfüsihim kalu fiyme küntüm* kalu künna müstad'afiyne fiyl Ard* kalu elem tekün Ardullahi vasiaten fe tühaciru fiyha* feülaike me'vahüm cehennem* ve saet mesıyra;
Muhakkak ki Melaike, nefslerine zulmedici oldukları halde vefat ettirdiği kimselere, “Ne işte idiniz? ” derler. (Onlar da) dediler ki: “Biz Arz’da mustaz’afiyn /zayıflardan, ezilen … idik”... (Melaike de) dedi ki: “Allah Arz’ı geniş olmadı mı, orada hicret etseydiniz?”. İşte bunların varacağı yer cehennemdir. Ne kötü dönüş yeridir!.

Takdir sizindir.

Biz takdirimizi, İnandığımızı özgürce yaşayabildiğimiz Türkiye Cumhuriyeti Devletinde yaşamak , Allah’ın verdiği ömrü de vahyini yaşamak ve teybin etmek için harcayanlardan olma yönünde kullanıyoruz.

En’am;159: İnnelleziyne ferreku diynehüm ve kânu şiyean leste minhüm fiy şey'in, innema emruhüm ilAllahi sümme yünebbiuhüm bi ma kânu yef'alun;
Dinlerini parça parça edip, fırka fırka olanlar varya, (Rasûlüm) senin onlarla hiç bir ilişiğin yoktur... Onların işi ancak Allah’a kalmıştır... Sonra (O), onlara yapmakta oldukları fiillerini haber verecektir.

En’am160: Men cae bil haseneti felehu aşru emsaliha* ve men cae bisseyyieti fela yücza illâ misleha ve hüm la yuzlemun;
Kim hasene/iyilik ile gelirse, ona onun on misli vardır. Kim de seyyie/kötülük ile gelirse, ancak onun misliyle cezalandırılır. Onlar zulme uğratılmazlar.

En’am;161: Kul inneniy hedaniy Rabbiy ila sıratın müstekıym* diynen kıyemen millete İbrahîyme haniyfa* ve ma kâne minel müşrikiyn;
De ki: “Muhakkak ki beni, Rabbim sırat-ı müstakım’e, pek kaim/payidar/değişmeyen diyn’e, haniyf olan İbrahim’in milletine hidayet etti... (İbrahim) müşriklerden olmadı”.

En’am;162: Kul inne Salatiy ve Nüsükiy ve mahyaye ve mematiy Lillahi Rabbil alemiyn;
De ki: “Muhakkak ki salat’ım , nusuk’um, hayatım ve mematım Rabbul’Alemiyn olan Allah içindir ”.

En’am;163: La şeriyke leHu, ve bi zâlike ümirtü ve ene evvelül müslimiyn;
“Ortağı yoktur O’nun... (Ben) işte bununla emrolundum ve ben müslimlerin ilkiyim”.
En’am;164: Kul eğayrAllahi ebğıy Rabben ve Huve Rabbü külli şey'in, ve la teksibü küllü nefsin illâ aleyha* ve la teziru vaziretun vizra uhra* sümme ila Rabbiküm merciuküm feyünebbiuküm bi ma küntüm fiyhi tahtelifun;
De ki: “O herşeyin Rabbi iken, (ben) Allah’ın gayrı Rab mı talep edeyim ?. Her nefsin kazandığı ancak kendi üzerine dir... Bir yük taşıyıcı/günahkar, başka birinin yükünü/günahını taşımaz... Sonra merciniz /dönüşünüz Rabbinizedir. Hakkında ihtilaf ettiğiniz hususları (O) size haber verecektir”.

En’am;165: Ve Huvelleziy cealeküm halaifel’ Ardı ve refea ba'daküm fevka ba'din deracatin liyeblüveküm fiyma ataküm* inne Rabbeke seriy’ul ıkab* ve inneHu le Ğafurun Rahîym;
O’dur sizi Arz’ın halifeleri kılan ve size verdiklerinde sizi denemek için, bazınızı bazınızın fevkınde derecelerle ref’edendir. Muhakkak ki Rabbin seri’-ül’ıkab’dır . Ve O, elbette Ğafur’dur, Rahıym’dir.

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’a niyazımız budur.

Elimizden geldiğince;

Tevbe;24: Kul in kâne abaüküm ve ebnaüküm ve ıhvanüküm ve ezvacüküm ve aşiyretüküm ve emvalü nıktereftümuha ve ticaratün tahşevne kesadeha ve mesakinü terdavneha ehabbe ileyküm minAllahi ve RasûliHi ve cihadin fiy sebiyliHİ feterabbesu hatta ye'tiyAllahu bi emriHi, vAllahu la yehdil kavmel fasikıyn;
De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, elde ettiğiniz mallar, kesad gitmesinden korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız meskenler, size Allah’dan, O’nun Rasûlü’nden ve O’nun yolunda cihad’dan daha sevimli ise, artık Allah’ın Biemrihi gelmesini bekleyin... Allah fasıklar kavmine hidayet etmez”.

Tevbe;71: Vel mu'minune vel mu'minatu ba'duhüm evliyau ba'd* ye'murune bil ma'rufi ve yenhevne anilmünkeri ve yukıymunes Salate ve yü'tunez Zekate ve yutıy'unAllahe ve RasûleHu, ülaike seyerhamühumullah* innAllahe Azîyzun Hakiym;
Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin evliyasıdırlar... Ma’ruf’u emrederler, münker’den nehyederler, salat’ı ikame ederler, zekat’ı verirler, Allah’a ve O’nun Rasûlü’ne itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet edecektir. Muhakkak ki Allah Aziyz’dir, Hakiym’dir.

İlkelerini esas alarak,

BAKARA;256: La ikrahe fid Diyni kad tebeyyenerrüşdü minel ğayy* femen yekfür bittağuti ve yu'min billahi fekadistemseke bil urvetil vüska, lenfisame leha* vAllahu Semi’un ‘Aliym;
Dinde zorlama yoktur. Gerçekten rüşd ğayy’dan apaçık ayrılmıştır . Artık her kim Tağut’u inkar edip Allah’a iman ederse muhakkak o kopması/ayrılması olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah Semi’dir, Aliym’dir.

Yunus;41:Ve in kezzebuke fe kul liy ameliy ve leküm amelüküm* entüm beriyune mimma a'melü ve ene beriy’ün mimma ta'melun;
Eğer seni yalanladılar ise de ki: “Benim amelim bana, sizin ameliniz size aittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız ben de sizin yaptığınızdan beriyim”.

SEBE;25:Kul la tüs'elune amma ecramna ve la nüs'elü amma ta'melun;
De ki: “İşlediğimiz suçlardan siz sorumlu olmazsınız. Sizin yaptıklarınızdan da biz sorumlu olmayız ”.

KEHF;29: Ve kulil Hakku min Rabbiküm femen şae felyu'min ve men şae felyekfür* inna a'tedna lizzalimiyne naren, ehata bihim süradikuha* ve in yesteğıysu yüğasu bi main kelmühli yeşvil vucuh* bi'seşşerab* ve saet murtefeka;
De ki: “Hak Rabbinizdendir. İsteyen iman etsin/güvensin isteyen inkar edip gerçeği örtsün”. Doğrusu biz, zalimler için öyle bir ateş hazırlamışız ki duvarı/çadırı onları çepe çevre kuşatmıştır. Eğer yardıma çağırsalar, erimiş maden gibi yüzleri pişiren bir su ile yardımlarına koşulur. O ne kötü içecek, o ne kötü dayanma yeri.

NAHL;106: Men kefera billahi min ba'di imanihi illâ men ükrihe ve kalbuhu mutmeinnun bil iymani ve lâkin men şereha bil küfri sadren fealeyhim ğadabün minAllah* ve lehüm azâbün azîym;
Kalbi imanla mutmain olduğu halde, zorlanan müstesna, kim imanından sonra Allah’a kafir oldu ve küfre sadr açtı ise, işte onlar üzerine Allah’dan bir gadab. Ve kendilerine aziym azab vardır.

ŞURA;48: Fein a'redu fema erselnake aleyhim hafiyza* in aleyke illel belağ* ve inna iza ezâknel İnsane minNa rahmeten feriha biha* ve in tusıbhüm seyyietün bima kaddemet eydiyhim feinnel İnsane kefur;
Eğer yüz çevirirlerse, seni onlar üzerine bir hafiyz /koruyup kollayan, irsal etmedik. Sana düşen ancak tebliğdir. Doğrusu biz insana bizden bir rahmet tattırdığımızda, onunla ferahlar. Eğer ellerinin takdim ettiği dolayısıyla kendilerine bir kötülük isabet ederse, muhakkak ki insan kefurdur.

MAİDE;99:Ma aler Rasûli illel belağ* vAllahu ya’lemü ma tübdune ve ma tektümun;
Rasûl’e düşen ancak tebliğ etmektir. Allah, açığa vurduklarınızı da sakladıklarınızı da bilir.

KAF;45: Nahnu a'lemu bi ma yekulune ve ma ente aleyhim bi cebbarin fe zekkir bil Kur’âni men yehafu veıyd;
Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onlar üzerinde bir cebbar değilsin. Veiydimden/tehdidimden korkanı Kur’an ile tezkir et !.


Ayetlerinin ışığında cehdimizi/çalışmamızı sürdüreceğiz. İnşaAllah.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Ali Rıza Borazan
18. July 2010, 06:28 AM
Selamün Aleyküm Sonobyx Kardeşim İnsanların kendi akıllarıyla ortaya koydukları bütün beşeri sistemlerin Mutlaka güzel yönleri vardır. Dünya üzerinde Halife olarak yaratılmış olan insanların kabul ettikleri İki Yol Vardır. Biisi Rabbani Yol. Bunun Adı Kuran dilinde İslamdır. Hüküm Koyucu söz sahibi sadece Allahtır. İkincisi Şeytani Yoldur. Bunun Adı Yine Kuran dilinde Hüküm Koyucu Kanun koyucu Tağutlardır. Bunlar Helal ve haramları koyarken veya projelerini hazırlarken Akılllarını veya geçmiş kültürlerdeki insanların ortaya koydukları beşeri sistemleri kendilerine referans olarak alırlar. Allah sizin üzerinizdeki dinimi tamamladım size din olarak islamı seçip beğendim.5/3 İfadesini Kullanırken Yeryüzünde Allah katında Kendilerine İslamdan başka yaşam biçimi yakıştıranların dinlerini
Allah asla Kabul etmeyecektir.

pramid
8. October 2010, 10:26 AM
malesef doğru anlaşılamayan noktalardan biriside ılımlı ve radikal islam tasavvurlarıdır.

radikal islam oluşumları vahhabilik inancı ile özleştirilerek bir terör islamını, ılımlı islam ise türkiye ve malezya ülkelerinde görülen ne etliye nede sütlüye karışan odunlaşmış islamı temsil etmektedir.

yabancı ülkeler bu tasavvurları düşünce kuruluşlarında oluşturu iken hadis karmaşaları mezhepcilik ile uğraşan zavallı insanlara yeni bir yem olarak radikal ve ılımlı islam dayatmasını yapmaktalar.

bakın sizin radikal çıkışlarınız insanları öldürüyor ve bu islam değil; siz ılımlı islama yanaşın. ne siyasete ne tekniğe nede ekonomide hak sahibi olun ve karışın, biz size iş verelim ve sermayemizi sizin ülkenizde çalıştırarak size para kazandıralım diyorlar.

Malüm Dış güçler radikal islamı, kendi ülkelerinde hızla artan islama yönelme eğilimlerini bastırmak için ve islam terördür tezini insan benliklerine yerleştirmek için yapmakta ve selefilik vahhabilik ve el kaide gibi kavramları desteklemektedirler.

bu çalışmalar ile çok yönlü karlılıkları olmaktadır. hem kendi iç dinamitlerini sağlamlaştırma, hemde islam birlikteliğinin sağlanmaması için mezhepler dışında aynı mezhep birliğini bozmada islamın ikiye bölünüp biri tevhit diğeri ılımlı islam olarak ayırma yapmaktadırlar. bu iki olguda abd, israil ve ingiltere ülke ve petrol devlerine hizmet etmektedir.

çarpıcı örneklere başlıyorum sıkı durun.

1: afganistan: hazar petrolün geçiş güzargahının korunması. çeçenistana destek, azerbeycan güçlendirmesi ve gürcistan olayları: KULLANDIKLARI KİŞİLER MÜCAHİTLER, PAKİSTAN HÜKÜMETİ, ÖZBEKİSTAN YÖNETİMİ VE KIRGIZISTAN.(devrimleri aklınıza getirin.).

2: ırak: bölge petrolünün kullanımı ve güvenliği. zira arabistan yönetimi iç dinamitlerine hakim olamıyor ve muhalif güçler 10 yıl içinde 75 er yaşlarındaki suudi prenslerin ölmesinden sonra güçleri dahada artacak. KULLANDKLARI KİŞİLER.IRAK ESKİ MUHALİFLERİ, ARABİSTAN ÜLKELERİ(2003-2004- riyad patlamaları)

3: sırbistan: avrupaya hazar bölgesinde gelecek boru hatları üzerinde tek güç olmak için kosova, karadağ ve bosna gibi ülkeleri yugoslavyadan ayırıp ukrayna örneğinde yaşanabilecek gaz akışının kesilmesi gibi sorunların ortadan kaldırılması. KULLANDIKLARI KİŞİLER İSE YİNE MÜCAHİTLER.

pramid
3. December 2010, 02:15 PM
önce mücahit oldular sonra mütahit sonra da herşeye müsait........off offf

FEDAKARADAM
3. January 2011, 04:43 PM
dost1
Alemlerin Rabbi olan Allahım özlerde olanı bilendir. Allahıma andolsun ki, adını kendisinin seçtiği İSLAMI, Resulune gönderdiği vahyinden, KUR’AN’dan öğreneceğim. Resulunu KUR’AN’dan tanıyacağım. Yap dediklerini yapıp , yapma dediklerinden kaçınacağım. Allah Resulunun tebliğ ettiği KUR’AN’I öğreneceğim ve TEBYİN etmek için elimden geleni yapacağım. Bu çalışmalarımı yapmama olanak veren CUMHURİYET YÖNETİMİ ve tanımını 1924 Anayasasında bulan LAİKLİK ilkesinin ortadan kalkmaması için de çalışacağım.

Türkiye'de ki laiklik anlayışı olacaksa ben onun kalkmasını isterim.Hem bu durumda bir taraftan dini konulara değinmeniz sizi laikçi olduğunu göstermiyor.Sözde laik bile değilsiniz.Yazılarınızla çelişiyorsunuz.Kur'an'ı tebyin edeceğim derken ayetleri kendi görüşünüze göre yorumlayıp kuru bir kalıp içine sokmanız sizin zayıf bir görüşünün işaretidir.Mütefessir olacaksanız; önce tecvid, Arapça, tefsir, hadis sarf ve nahv ilimlerini öğreneceksiniz, ondan sonra da tebyine geçeceksiniz.Sizin daha çook yol kadetmeniz gerekiyor.

Laiklik adı altında din düşmanlığı yapanlara karşı cephe alırsanız sizi candan kutlarız...

Miralay
3. January 2011, 05:03 PM
Selam fedakaradam kardeşim.

Ben öyle değilim ama,özellikle Hakkı Yılmaz ve Dost1 beyefendiler o saydığınız ilimlere vakıf ve bu ilimlerde çoook yol katetmiş değerli insanlardır.
Yine de hiçbirimiz onlara "alim" deyip taassuba kapılmayız. Sonuçta onlar da insan ve "dunillah" tırlar; yani Allah'ın kullarıdırlar. Beşerlerdir;Allah'ın kelamının yanında onların bile sözlerinin değeri olamaz. Her ilmi olan gibi, onların ilminden de istifade eder;birbirimizden bilgi alışverişi yaparız.

Laikliğe gelince;

Bizim için laiklik;cenabı Allah'ın Kur'anda belirttiği üzere,"Dinde zorlama yoktur" emri mucibince değerlendirilir. İslamı ve müslümanları ezme amacı olarak kabul etmeyiz.
Dinin,imanın vicdan işi olduğunu;baskı ve zorlamalarla mü'minlerin değil,ancak münafıkların sayısının çoğaltılabileceğine inanırız.

Zulümle hiçkimse payidar kalamaz. Zulümle gelen eninde sonunda yokolmaya,yıkılmaya mahkumdur. Laikliği kullanarak,din düşmanlığı taslayanların sonunun nereye varacağı da malumdur. Rabbulalemin Latiful habirdir,adildir,cabbardır,kahhardır. Ama en önemlisi Hâdi'dir. Allah cümlemize ve cümlesine hidayet versin.
(Not: Arkadaşların adına konuşmuş gibi oldum;söylediklerim en başta kendimi bağlar;hatalı birşey söylemişsem hepinizden özür dilerim.)
Selametle kalınız.

FEDAKARADAM
3. January 2011, 05:48 PM
selam fedakaradam kardeşim.

Ben öyle değilim ama,özellikle hakkı yılmaz ve dost1 beyefendiler o saydığınız ilimlere vakıf ve bu ilimlerde çoook yol katetmiş değerli insanlardır.
Yine de hiçbirimiz onlara "alim" deyip taassuba kapılmayız. Sonuçta onlar da insan ve "dunillah" tırlar; yani allah'ın kullarıdırlar. Beşerlerdir;allah'ın kelamının yanında onların bile sözlerinin değeri olamaz. Her ilmi olan gibi, onların ilminden de istifade eder;birbirimizden bilgi alışverişi yaparız.

Laikliğe gelince;

bizim için laiklik;cenabı allah'ın kur'anda belirttiği üzere,"dinde zorlama yoktur" emri mucibince değerlendirilir. Islamı ve müslümanları ezme amacı olarak kabul etmeyiz.
Dinin,imanın vicdan işi olduğunu;baskı ve zorlamalarla mü'minlerin değil,ancak münafıkların sayısının çoğaltılabileceğine inanırız.

Zulümle hiçkimse payidar kalamaz. Zulümle gelen eninde sonunda yokolmaya,yıkılmaya mahkumdur. Laikliği kullanarak,din düşmanlığı taslayanların sonunun nereye varacağı da malumdur. Rabbulalemin latiful habirdir,adildir,cabbardır,kahhardır. Ama en önemlisi hâdi'dir. Allah cümlemize ve cümlesine hidayet versin.
(not: Arkadaşların adına konuşmuş gibi oldum;söylediklerim en başta kendimi bağlar;hatalı birşey söylemişsem hepinizden özür dilerim.)
selametle kalınız.

Ve aleyküm selam kardeşim...

Güzel bir cümleniz olmuş ben de teşekkür ediyorum.Meseleniz anlaşılmıştır.

hiiic
3. January 2011, 07:21 PM
fedakar, buralarda boş boş konuşacağına Kuran okusan daha iyiydi.
Hem e az 30 safa feln yşsn hemde haberin yok

Bakara 191
Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kafirlerin cezası böyledir.

Hûd 85
Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın.

Mümtehine 8
Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.

Yukardaki ayetlere göre, gayr müslümden fazla vergi almak yada onlara farklı haklar tanımak neliktir? sorarım size sizin bilmeden anlamadan buraya boş boş yazmanız neliktir?

laiklik dence anladığınız şey ile din diyince anladığınız şey aynı,,, kuru grültü... doğru dürüst düşüncelerini Kuran a bile dayandıramııyorsun. Burda ona buna hıtlayıp bii cevap verdirtmek zorunda bırakma... laiklik istemiyorsan hadi koçum doğru afganistana hadi yürü iran, oralarda tam sana göre muamele var...

FEDAKARADAM
3. January 2011, 07:58 PM
fedakar, buralarda boş boş konuşacağına Kuran okusan daha iyiydi.
Hem e az 30 safa feln yşsn hemde haberin yok

Bakara 191
Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kafirlerin cezası böyledir.

Hûd 85
Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın.

Mümtehine 8
Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.

Yukardaki ayetlere göre, gayr müslümden fazla vergi almak yada onlara farklı haklar tanımak neliktir? sorarım size sizin bilmeden anlamadan buraya boş boş yazmanız neliktir?

laiklik dence anladığınız şey ile din diyince anladığınız şey aynı,,, kuru grültü... doğru dürüst düşüncelerini Kuran a bile dayandıramııyorsun. Burda ona buna hıtlayıp bii cevap verdirtmek zorunda bırakma... laiklik istemiyorsan hadi koçum doğru afganistana hadi yürü iran, oralarda tam sana göre muamele var...

laiklik senin olsun Kur'an bize yeter.Sen gerçekten Kur'an'ı bilseydin böyle söz söylemezdin.Seviyesiz konuşmak senin işin mi oluyor bundan sonra...
Bakara 191 Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür.......

Yukarıda ki mesajında vermiş olduğun ayetler senin anlayacağın dilden değildir.

Sizin aklınıza göre o ayeti uygulasaydık yeryüzünde bir tek kafir kimse bırakmazdık.O ayetten murat olunan şey senin anladığın gibi değildir...

pramid
4. January 2011, 09:53 PM
ayetleri fikirlerinize alet etmeyin. muaviyeler ve süfyanistler gibi olmayalım

hiiic
4. January 2011, 10:16 PM
Mümtehine 4
İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir." Şu kadar var ki, İbrahim babasına: "Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez" demişti. (O müminler şöyle dediler: ) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.


Bu bundan sonra böyle biline.. ancak yaptığınız kadarlık şiddetle karşılığını verilecek. sapık alimlerin ihtilaflı sözleri terk edilip din sadece ALlaha has kılınıp Kuran dinin temeli kabul edilmediği müddetçe aramızda savaş vardır. Bu ayrılığa düştüğümüz konunun hükmü Allaha aittir.. Bizim Allahımıza karşılık sizin alim sandıklarınız...

hiiic
17. September 2011, 10:36 PM
http://www.youtube.com/watch?v=E9MLTkJAhHI

hiiic
11. October 2011, 09:57 AM
eveeeet. sonunda geldi işler nihayetineeee.

http://www.facebook.com/photo.php?v=217503624937062