PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Sivri sinek konusu?


Apollonius
31. January 2010, 08:44 PM
Arapça bilen arkadaşlardan yardım rica ediyorum.

Bakara suresindeki 26. ayette geçen sivrisineği bilirsiniz.

Şu bir gerçek ki Allah, bir sivrisineği hatta onun da üstündeki bir varlığı örnek göstermekten sıkılmaz. Böyle bir durumda, inananlar bilirler ki o, Rablerinden bir gerçektir. Küfre sapmışlar ise şöyle derler: "Allah, bunu örnek vermekle ne demek istedi?" Allah onunla birçoğunu saptırır, birçoğunu da onunla doğruya ve güzele kılavuzlar. Allah onunla fâsıklardan başkasını saptırmaz.


Hac suresinde 73. ayet ise şöyle:


Ey insanlar! Size bir örnek verildi; onu dinleyin. O Allah'ın yanında yakarıp durduklarınız var ya, hepsi bir araya toplansalar bir sinek bile yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu bile ondan geri alamazlar. İsteyen de âciz, istenen de...


İki ayet de farklı surelerde bulunmasına rağmen ikisinde de "misal/örnek vermek" geçtiği için bağlantılı olabileceklerini düşündüm.

Arapça orjinalinde ikisindeki sinek kelimesi aynı mı veya benzer mi?

dost1
1. February 2010, 12:56 AM
Selamun Aleykum! Değerli Apollonıus Kardeşim!

Arapça bilen arkadaşlardan yardım rica ediyorum.

Bakara suresindeki 26. ayette geçen sivrisineği bilirsiniz.




Hac suresinde 73. ayet ise şöyle:



İki ayet de farklı surelerde bulunmasına rağmen ikisinde de "misal/örnek vermek" geçtiği için bağlantılı olabileceklerini düşündüm.

Arapça orjinalinde ikisindeki sinek kelimesi aynı mı veya benzer mi?

Aynı değildir.Bakara 26 da geçen kelime "beudaten" iken Hacc 73 de geçen kelime "zübâben " dir.
kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Apollonius
1. February 2010, 04:11 AM
Anladım. Teşekkür ederim.

Peki "Sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu bile ondan geri alamazlar." ne anlama geliyor?

Bir sivrisinek olarak düşünecek olursak "Allahtan başka yakarılan rableştirilmiş insanlar"dan sivrisineğin kan kaptığını falan düşünebiliyorum. Öbür türlü düşününce anlayamadım ayeti. Bir iki tefsire baktım ama bu yakarılanlar hep "cansız putlar" olarak yorumlanmış. Ayette Arapça gramerde yakarılanların "cansız" olduğuna dair bir ibare var mı?

Ayrıca bu sineğin yakarılan varlıklardan bir şey kapma meselesi ile ilgili tatmin edici bir açıklama göremedim hiç bir yerde.

Sizin görüşünüzü de alabilir miyim?

dost1
2. February 2010, 02:53 AM
Anladım. Teşekkür ederim.
Asıl ben teşekkür ederim. Açıklamama vesile oluyorsunuz. ALlah'ıma sonsuz hamdü sena ve şükürler olsun.


Peki "Sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu bile ondan geri alamazlar." ne anlama geliyor?

İsteyenin de istenilenin de aciz olduğu anlamına geliyor.


Bir sivrisinek olarak düşünecek olursak "Allahtan başka yakarılan rableştirilmiş insanlar"dan sivrisineğin kan kaptığını falan düşünebiliyorum. Öbür türlü düşününce anlayamadım ayeti. Bir iki tefsire baktım ama bu yakarılanlar hep "cansız putlar" olarak yorumlanmış. Ayette Arapça gramerde yakarılanların "cansız" olduğuna dair bir ibare var mı?

Ayrıca bu sineğin yakarılan varlıklardan bir şey kapma meselesi ile ilgili tatmin edici bir açıklama göremedim hiç bir yerde.

Sizin görüşünüzü de alabilir miyim?

Değerli Kardeşim!
Ayetlerin orijinalini görürsek soruların daha net anlaşılır.
Özellikle “darbmesel” , “kefere”, “dalâl” , “fısk” ,”dunillah” kelimelerine iyi bakmak gerektiğini düşünüyorum.

Bakara;26: İnnAllahe la yestahyıy en yadrıbe meselen ma beudaten fema fevkaha, feemmelleziyne amenu feya'lemune ennehülHakku min Rabbihim, ve emmelleziyne keferu feyekulune maza eradAllahu bihaza meselen, yudıllu bihi kesiyran ve yehdiy bihi kesiyra* ve ma yudıllu bihi illel fasikıyn;
Muhakkak ki Allah bir sivrisineği ve onun da fevkındeki bir şeyi misal vermekten haya etmez. Bilfiil iman edenler/güvenenler bunun Rabblerinden bir Hak/gerçek olduğunu bilirler. Kendi hakıkatlerini örtücü olanlara/kafirlere gelince, onlar da derler ki “Allah bunu misal vermekle aceba ne murad etti?”. (İşte Allah) bu misal yollu anlatımla bir çoklarını saptırır, bir çoğunu ise gerçeğe hidayet eder... (Allah) bu misal yollu anlatımla fasıklardan başkasını saptırmaz.

Hacc;73: Ya eyyühen Nasu duribe meselün festemiu leh* innelleziyne ted'une min dunillahi len yahluku zübâben ve levictemu leh* ve in yeslübhümüzzübâbü şey'en la yestenkızuhu minh* daufet talibu velmatlub;
Ey insanlar!... Bir mesel verildi; onu dinleyin... Allah’dan başka çağırdıklarınız, onun için bir araya toplansalar bile, bir sinek dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu ondan kurtaramazlar... Talib/isteyen de matlub/istenilen de acizdir.



Ayette "cansız putlar" diye bir kelime yok.Sözünü ettiğiniz kelime "dûnillah"dır.
“dun” sözcüğünün esas anlamı; “seviyesi düşük; ast” demektir. Dunillah kelimesi; “Allah’ın astları” şeklinde Türkçeye çevrilmelidir.
“Allah’ın astları”ndan kasıt ise; O’nun yarattıklarıdır, yani melek, insan, cinn, şeytan, hayvan vb...

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Apollonius
2. February 2010, 05:58 PM
Aynı konu başlığını 19cuların sitesine de yazmıştım. Orada bu konuda tüm hafta sonu yazıştık.

Bu konuda bu siteden de görüş bildiren olur diye izninizle aktarmak istiyorum.



selam Apollonius,

2/25-26 ayetlerinde orada ilkin "semeretin" (=meyva/urun) meseli verilmis olup (2/25), bununla yuce Rabbin Kitapta, tum Surelerde kullandigi herbir mutesabih (=ayni kokten gelen benzesmeli) "kelimeler" kastedilmis olmali ilkin orada; nitekim yine yuce Rabbin kullandigi bu tip "kelimeler" daha sonra "iyi bir agaca ve meyvalarina" (=seceretin tayyibetin & ukuleha) benzetilerek bu mesel ve yaklasim bu acidan daha da bariz sekilde desteklenmis olmali boylelikle. (14/24-25 = 2/25)
Bunun hemen altinda verilen "baudeten" (=sivrisinek) meseli (2/26) ve iste asil simdi bunun yukarisindaki (=fevqaha) bu "semeretin" (=meyva/urun) meseli Kitaptaki "19 kod & sistemiyle" birebir iliskili olmali, daha once kendilerine Kitap verilenlerden (Yahudi ve Hiristiyanlardan, ve sonra bu Araplardan) coklarinin da simdi bunu acikca taniyacaklari, fakat coklarinin da bunu direk reddedip boylelikle yuce Rabbe vermis olduklari ahidlerini bozmus olacaklari iyice vurgulanarak. (2/25-27 = 39/23 = 74/26-31) Bu konu derin, cok kritik ve ayri bir konu olmali, umarim daha sonra daha detayli ve genis bir sekilde mutlaka uzerinde durulup dusunulmesi gereken.

Bahsettigin 22/73 ayetinde ise, burada ilkin genel bir mesel veriliyor olup bunun icinde "zubaben" (=sinek) de geciyor olmali. Ancak burada yuce Rab bu "zubabeni" (=sinek) direk olarak bir "mesel" (=benzetme) seklinde vermiyor orada, yukarida "baudeten" (=sivrisinek) ve ozellikle aslen onun yukarisindaki "semeretin" (=meyva/urun) direk olarak bir "mesel" (=benzetme) seklinde verdigi gibi burada. Bu acidan bu iki meseli "baudeten" (=sivrisinek) XX "zubaben" (=sinek) barindiran bu Ayetler hem kullandiklari kelimeler, hem kullanis sebep ve sekilleri, ve dolayisiyla
hem de kastettikleri anlamlar acisindan cok farkli kategoride olmalilar sanirim bastan beri. Selamlar, Esenlikler.












Selam;

Açıklama için çok teşekkür ederim Third Millennium.

Bana bağlantı düşündüren bir şey de 22:73 deki "Sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu bile ondan geri alamazlar." ifadesi. Sivrisinek olsa o yakarılan rableştirilmiş varlıklar insan ise sinek ondan bir şey alabilir (kan).

Fakat tefsirlerde yazdığı gibi normal sinek ve yakarılan cansız put şeklinde düşününce sineğin ne aldığı konusunu açıklığa kavuşturamadım kafamda. O yüzden kolaya kaçıp bağlantı kurdum sanırım :)

Siz ne şekilde anlıyorsunuz 22:73 deki konuyu?







selam Apollonius,

evet, ben daha cok burada bahsedilen bu tarzda ortakcilarin yuce Al-lahin disinda "istedikleri/cagirdiklari/dua ettikleri" (=tedune) belirtilen bu varliklari simdi ilkin ya Melekler, ya Peygamberler,
ya Din Adamlari ve bunlar adina temsilen yapilmis heykeller & turbeler vs. seklinde goruyorum.
Muhammed Peygamber zamaninda Lat & Uzza & Menat ismi verilen ve disi olduklari iddia edilen o farazi Melekler adina temsilen yapilan heykeller cogumuzun malumu olmali, Kuran'da acikca isaret edildigi uzere (53/19, 27), veya Isa Peygamberden sonra onun ve annesi Meryemin ve cesitli Azizlerin & Papazlarin vs. adina yapilan temsili heykeller, veya simdi yine bircok Hahamlar & Papazlar & Hocalar vs. adina yapilan turbeler de --bunlarda da yuce Rabbin disinda bu kimselerden O'nun Kitabi disinda hukumler, veya O'nun disinda sefaatcilikler araniyor ve bekleniyorsa; 42/21 & 39/43-44-- hep bu tehlikeli statude olmalilar kanimca.
Tabi bu Ayette bahsedilen bu "sinek" (=elzubab) simdi bu tip heykel veya turbelerden vs. ne calip kapabilir, veya senin dusundugun gibi bu putlastirilan varliklari canli olarak ele alsak, bunlardan ne calip kapabilir, iyice bir bakip detaylica tespit etmek gerekir en kisa zamanda, insallah. Burada simdilik sadece bu tip heykel veya turbelerin vs. uzerine zaman zaman dusebilecek yagmur-su damlalari, yer yer uzerlerine veya cevrelerine sacilmis olabilecek yiyecek kirintilari vs. olarak dusunsek simdilik bunu, gercekten de gidip bunlara dua edenler, "eger bunlar da herhangi bir yaraticilik ve akabinde guc-kontrol-hakimiyet olsaydi, bunlar once hicbir sinegin vs. boyle uzerlerine yaklasmalarina, ve de birsey calip kapabilmelerine kendileri asla firsat vermezlerdi;" veya "bunlar hakikaten yuce Rabbin razi olup onayladigi dini pratikler olsaydi, yuce Al-lah kendisi bunlari sineklere karsi mucizevi bir guc-kontrol-hakimiyetle korurdu;" vs. seklinde dusunerek, boylece dogruyu gormeleri, ve aslen tum salih Meleklerin & Peygamberlerin & Din Adamlarinin yaptiklari gibi, bundan boyle tum bu zayif-aciz-muhtac kullara dua etmeyi birakip sadece --Kendisine hicbir zaman yarattigi hicbir sinegin vs. asla musallat olamayacagi, ve de O'ndan en ufak birsey asla calip kapamayacagi-- guclu-kudretli-hakimiyetli yuce Rabbe donup ve sadece O'na dua etmelerinin gerekliligini anlamalari murad edilmis olmali burada boylelikle bu ornekle (22/73 = 72/20-22 & 21/25-29 & ...), benim ozetle genel olarak simdilik algilayabildigim kadariyla. Selamlar, Esenlikler.
















Günaydın sevgili Third Millennium;

Sabah güneşi ile birlikte mesajınız iyi geldi bana.

Siz yemek kırıntısı diyince aklıma geldi.

Bu putların/heykellerin önlerine hediye babında yiyecek, meyve vs. bırakılıyor idiyse onlar belki sinek topluyor olabilir. O yiyecekler o putlara ait olmak üzere verildiğine göre sinekler "onlara hediye edileni" yani bir bakıma "onlara ait olanı" kapmış oluyorlar. Bu da olabilir değil mi?





selam Apollonius,

soyledigin sey 6/136 ayetinde haber verilen o duruma bu bakimdan gayet uyuyor olabilir gercekten.
Tabi simdi yine Hristiyanlarin yuce Rabbin disinda sefaat/yardim umarak dua ettikleri bu tip Isa & Meryem & Aziz heykellerine ve Manastirlarina vs. bu tip kurban/yiyecek paylari, veya bazi Yahudi veya bazi Araplarin yuce Rabbin disinda sefaat/yardim umarak dua ettikleri Havralara veya Turbelere vs. bu tip kurban/yiyecek paylari ayirip ayirmadiklarini da tam olarak arastirip gormek lazim herhalde bu baglamda. (6/136 = 42/21 = 9/31) Selamlar, Esenlikler.













Selam;

Doğruluğunu öğrenebilmek için tarih konusunda iyi bir araştırma yapmak gerekiyor gerçekten.

Öte yandan bir çok pagan kökenli inanışta sunaklar önemli yer tutuyor. Benim aklıma sunaktan gelmişti.



Sunak

Tapınaklarda, üzerinde kurban kesilen, günlük yakılan, dinsel tören yapılan taş masa. İlkel dinlerde büyük olasılıkla bir taş, bir kaya, bir toprak ya da taş yığını bu amaca yetiyordu. Kurban etme kurumlaştıkça, tapınaklarda ve kutsal yerlerde taş ya da tuğladan özel sunaklar yapılmaya başladı. Kurban bu sunakların üzerinde kesiliyor, kanı akıtılıyor ya da cesedi yakılıyordu.

Sunak, üzerine tanrılara sunulan yiyeceklerin konulduğu bir masa biçiminde de olabilirdi. Bazı dinlerdeyse hiç sunak kullanılmaz, kurban ya doğrudan yere konur ya da suya atılırdı.
Kaynak: ansiklopedim.net







selam Apollonius,

bu tip "Sunaklar" Tevratta'da cok kullanilmis ve hatta bircok kurban kesimleri icin ozellikle emredilmis olmali Israil ogullarina, yanilmiyorsam. O halde, burada en dikkat edilmesi gereken husus,
bu tip "Sunaklarin" amaci disinda (yani sadece uzerlerinde yuce Rabbe kurban kesmek) kullanilmaya baslanilip bunlarin bir sekilde insanlari yuce Rabbe yaklastiracak & sefaat/yardim saglayacak
"put objeler" haline donusturulebilme tehlikesi olsa gerek belki de. (39/3, 43)
Ayni sey "Turbeler" vs. icin de gecerli olmus olmali; bu tip Turbeleri amaci disinda (yani sadece olen bazi Din Buyuklerinin kabrini ziyaret edip onlarin yuce Rab ugrunda sergiledikleri erdemli mucadelelerini boylelikle rahmetle anmak & ornek almak) kullanilmaya baslanilip bunlarin bir sekilde insanlari yuce Rabbe yaklastiracak & sefaat/yardim saglayacak "put objeler" haline donusturulebilmis olma tehlikesi olsa gerek belki de yine. (7/196 XX 39/3, 43)














Selam Third Millennium;

Tevrat ve İncil dediğinizde bu konuda bilgisiz olduğum için araştırma ihtiyacı hissettim. Sunak konusuna girince anladım ki çıkılacak gibi değil. Habil Kabil sunak mı vs. derken bir baktım kaybolmuşum.

En iyisi baştan anlatayım. Bu arada yazdıklarım dini hüküm verme olarak görmeyin, Kuran'dan ve bahsi geçen olaylardan kendi anladıklarımdır. Yanlış anlamalar içerebilirler. Yanlış gördüğünüzde lütfen müdahale ediniz.

Öncelikle sunak meselesine girince Allah'a kurban veya bir şey sunma olayına da girmiş bulundum. Kuranda şöyle bir ayet var:

Onlara Âdem'in iki oğlunun haberini de gerçek olarak oku. Hani, ikisi birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmişti, ötekinden kabul edilmemişti. "Seni mutlaka öldüreceğim." dedi. Öteki: "Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder." dedi.

Beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatmayacağım. Şu bir gerçek ki ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."

"Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da senin günahını da yüklenip ateş halkından olasın. İşte budur zalimlerin cezası!"

Nihayet nefsi onu kardeşini öldürmeye ısındırdı, o da onu öldürdü. Böylece hüsrana uğramışlardan oldu.

(Maide 27-30)



Gördüğünüz gibi Kuranda detay verilmiyor. Hatta isimleri dahi verilmemiş. Adem peygamberin oğlu olduklarını biliyoruz sadece.

Ayrıca eğer başka şeyleri düşünmez sadece Kurana bakar isem;

cinayetin sebebinin, kendi kurbanının kabul edilmemesinin kıskançlığı olduğunu, kurbanın kabul edilmemesinin sebebi olarak da takva sahibi olmamasını

anlayabiliyorum ancak.



Şimdi Kurandan anladığım kadarı ile hiç bir ibadeti Allaha kıyak olsun diye yapmıyoruz. Hepsi bizim iyiliğimiz için. Yani Allah herhangi bir ihtiyaçtan münezzeh. Dolayısıyla benim Kurandan çıkardığım anlam, Allaha hediye etmek için kurban kesmiyoruz, Allah adına kurban kesiyoruz. Kuranda aksi yönde hiç bir ibare göremedim.

Ama şunu gördüm:

Hac suresi:

34. Bunun gibi, her ümmet için kurban kesmeyi bir kulluk eylemi olarak öngördük ki, [bu amaçla,] [B]kendilerine rızık olarak sağladığımız hayvanları keserken Allah'ın ismini ansınlar[B]. Ve [her zaman akıllarında tutsunlar ki:] Sizin tanrınız Tek bir Tanrı'dır; öyleyse bütün varlığınızla kendinizi O'na teslim edin. Ve sen de [ey Peygamber,] tüm iyi yürekli, alçak gönüllü kimseleri [Allah'ın hoşnutluğuyla] müjdele.

35. Onlar ki, ne zaman Allah'tan söz edilse kalpleri saygı ve sakınmayla titrer; (onlar ki) başlarına gelen her türlü darlığa, sıkıntıya göğüs gererler; salâtta devamlı ve duyarlıdırlar; ve kendilerine verdiğimiz rızıktan başkalarına da harcarlar.

36. Hayvanların kurban edilmesine gelince, Biz bunu sizin için [b]Allah tarafından konulmuş simgelerden biri olarak öngördük ki bunda sizin için [nice] yararlar vardır. Öyleyse artık, [kurban edilmek üzere] sıraya dizildiklerinde onların üzerinde Allah'ın ismini anın; ve cansız olarak yere serildiklerinde onların etinden kendiniz de yiyin; kendi nasibiyle yetinip istemeyen kimseyi de, istemek zorunda kalan kimseyi de (onunla) doyurun.[B] Biz, işte bu amaçla onları sizin yararınıza sunuyoruz ki şükredesiniz.

37. [Fakat unutmayın ki,] [B]onların ne etleri Allah'a ulaşır, ne de kanları; lakin O'na ulaşan, yalnızca sizin O'na karşı gösterdiğiniz bilinç ve duyarlıktır. (takva)[B] İşte bu amaçla, onları [b]sizin yararınıza sunuyoruz ki, size ulaşma yolunu, yordamını gösterdiği (her türlü rahmet) için O'nun yüceliğini saygıyla anasınız. Öyleyse, o iyilik yapanları müjdele



Ben bir Kuran okuyucusu olarak Kurban meselesini bu ayetlerdekinden farklı bir şekilde asla anlayamam. Kurban etine Allahın ihtiyaç duyabileceğini falan düşünmemem gerekiyor. Yani kurban kesiyorsak kendimiz için kesiyoruz hem doyuyoruz hem doyuruyoruz hem Allahı anıyoruz hem iyilik yapıyoruz gibi düşünüyorum. Yani bu iş diğer her şeyde olduğu gibi bizim için, iyiliğimiz için.



Gelelim tevrata.

Tevratta sunak ile ilgili çok fazla bölüm geçiyor fakat incelediğim kadarıyla Tevratta anlatılan sunma olayı ile Kurandaki sunma olayı arasında fark var. Fakat her şeye rağmen oradaki yazanlardan anladığım kadarıyla yakarak sunuyorlar. Ya bir kurbanın yenmeyen yerlerini yakıyorlar veya yanlış bir uygulamaya dönüştürüp tümünü yakıyorlar ama benin gördüğüm kısımlara göre kesin olan bir şey var ki o sunaklarda sunulan şeyler yakılıyor!!!!



Fakat İncilde korintlilere birinci mektupda şu ibareler var.


1.Ko.9: 13 Tapınakta çalışanların tapınaktan beslendiklerini, sunakta görevli olanların da sunakta adanan adaklardan pay aldıklarını bilmiyor musunuz?


Burada da Allahın bir şeye ihtiyacı olmadığının bilinci var. sunağa getirilen şeyleri tapınak görevlileri falan pay ediyorlar anladığım kadarı ile.


Ayrıca diğer kitaplarda "Habil ve Kayin" şeklinde isim verilmiş. "Kabil" değil.



Bunları yazmamın sebebi beni hayrete düşüren detaylar görmüş olmam. Birazdan yazacağım.

Kuran'ı, İncili ve Tevrat'ı gördünüz.


Şimdi gelelim işin MASAL kısmına





Aşağıdakilerde altını çizdiğim yerlere dikkat ediniz lütfen.




27- (1677) Bize EbÛ Bekir b. Ebi Şeybe ile Muhammed b. Abdil-lâh b. Nümeyr rivayet ettiler. Lâfız İbni Ebî Şeybe'nindir. (Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Abdullah b. Mürra'dan, o da Mesrûkdan, o da Abdullah'dan [4] naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: ResûlüÜah (Salialtahü Aleyhi ve Sellem):

«Zulmen öldürülen hiç bir kimse yoktur ki, onun kanından Ademin ilk oğluna bir nasîb olmasın! Çünkü o olumu ilk îcâd edendir.» buyur*dular.



(...) Bize bu hadîsi Osman b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr rivayet etti. H.

Bize İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr ile îsâ b. Yûnus haber verdiler. H.

Bize tbni Ebî Ömer dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân riva*yet etti.

Bu râvilerin hepsi A'meş'den bu isnâdla rivayette bulunmuşlardır. Cerîr ile Isa b. Yûnus'un hadîsinde: «Çünkü o ölümü îcâd etti.» denil-mistir. Onlar: «ilk» sözünü zikretmemişlerdir.

Bu hadîsi Buhâri «Enbiyâ, Diyât» ve «İ'tisâm» bahislerinde; Tirmizî «İlim»de; Nesâî «Tefsîr» ve «Muharebemde; îbni Mâce «Diyât»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Âdem 'den raurâd: Âdem (Aieyhisselam), ilk oğlundan murâd da Kaabil 'dir. Kaabil yirmi beş yaşında iken, yirmi yaşın*daki kardeşi Hâbili haksız yere öldürmüştü. Ulemâ bunun sebebi hususunda ihtilâf etmişlerdir. Süddî'nin Mücâhid tarîki ile îbni Abbâs (Radiyailahu anh) 'dan rivayetine göre : Hz. Havva çocuklarını biri kız biri oğlan olmak üzere ikiz doğururmuş. Yalnız Şît (AleyhisseJâm)'ı tek doğurmuş. Hz. Âdem yeryüzüne indikten yüz sene sonra Kaabil ile kız kardeşi Ik1îmâ'yi, bilâhare Hâbil ile kız kardeşi Leyûzâ'yi doğurmuş. Hz. Âdem oğulla*rına bir batından doğdukları kız kardeşlerini vermez; onları ayn batından doğan kızlarla evlendirirmiş. Hâbil ile Kaabil bulûğa erince Cenâb-i Hak Hz. Âdem'e, Kaabil ile Leyûzâ'yı, Hâ*bil ile de Ik1îmâ 'yi evlendirmesini emir buyurmuş. Ik1îmâ pek güzelmiş. Kaabil —ikiz kardeşi olmasına rağmen— onunla ev*lenmek istemiş. Hz. Âdem (Aleyhisseiâml onlara birer kurban teklif etmiş. Kaabil çiftçi, Hâbil davar sahibi imiş. Kaabil içinden : «Habil Iklîmâ'yı aldıktan sonra benim kurbanım kabul edilse ne olacak, edilmese ne olacak!» diyerek en kb'tü mahsûlünden bir yığın zahireyi kurban ayırmış. Habî1 ise Allah'ın rizâsmı dileyerek sürü*sünün içinden en semiz koçu ve bir mikdar sütle yağı kurbân ayırmış. O zaman kimin kurbanı kabul edilirse, gökten beyaz bir ateş inerek onu yermiş. Gökten inen ateş Hâbi1'in kurbanını yemiş; Kaabi1'inkine dokunmamış. Kaabi1 buna içerliyerek Hâbi1'i öldürmüş.

Kurbanın yeri ile Hâbi1'in nerede ve nasıl öldürüldüğü de ihti*laflıdır. Ekser-i ulemâya göre kurbanın yeri Hindistan 'dır. Kaabi1 kardeşini taşla öldürmüştür. Boğduğunu söyleyenler olduğu gibi, de*mirle öldürdüğünü söyleyenler de vardır. Sahîh kavle göre ölüm vak'ası da Hindistan'da olmuştur.

Hadîste geçen «kifl» kelimesi: Nasîb ve cüz' mânâsına gelir, imam Halil: «Günâh ve sevabın kifli: tki katı mânâsına gelir.» demiştir.

Hadîs-i şerîf İslâm'ın kaidelerinden biridir. Kaide şudur: Bir kimse bir kötülük icad ederse o kötülüğü işleyen her insanın kazandığı güna*hın bir misli —tâ kıyamete kadar— îcâdçıya da verilir. Hayır îcâd ede*nin hali de böyledir. Ona da yolundan gidenlerin sevabı verilir. Bu babda:

«Her kim bir hayra delâlet ederse, o hayrı işleyenin kazandığı ecrin bir misli de kendisine verilir.» hadîsi. He daha başka sahîh hadîsler de vardır.




bir tane daha. biraz daha yumuşatılmış


6. (4927)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Yeryüzünde haksız yere öldürülen bir insan yoktur ki kâtilin günahından bir misli Hz. Adem'in ilk oğluna (Kabil'e) gitmemiş olsun. Çünkü o, haksız öldürme yolunu ilk açandır." [9]



AÇIKLAMA:

Hadis, haksız yere cana kıymaktan nehiy mevzuunda ziyadesiyle açık ise de, hadiste temas edilen Hz. Adem'in iki oğlu meselesi ile ilgili bazı teferruatı bu vesile ile kaydedeceğiz. Sunacağımız kıymetli bilgileri İbnu Hacer el Askalanî'nin Fethu'l-Bârî adlı Buhârî Şerhinden alıyoruz. Buna göre:

1- Hz. Adem'in ilk oğlundan murad ulemânın ekseriyetine göre Kabil'dir. Ancak aksini söyleyenler de mevcuttur. Mesela el-Kadı Cemâlü'd-Din İbnu Vasıl, Tarih'inde demiştir ki: "Hz. Adem'in öldürülen oğlunun ismi Kabil'dir. Kabil ismi de kurbanın kabul edilmesinden iştikak etmiştir." Ancak onun ismine (Kabin) de denmiştir. Kaf harfinden sonra uzatma elifi olmadan Kabin )( diyen de olmuştur. Taberî, İbnu Abbas'tan tahric ederek şunu kaydeder. "Bu iki oğlanın durumu şudur: "Onlar zamanında kendilerine tasadduk edilecek fakir kimse yoktu. Kişi Allah'a yakınlık maksadıyla kurban sunardı. [b]Sunulan bu kurban Allah tarafından kabul edilince bir ateş iner ve onu yakardı, kabul edilmemişse yakmazdı." Hasan Basri'den de şunu kaydeder: "Habil-Kabil kıssasında geçen iki kardeş, Hz. Adem'in sulbünden değillerdi. Benî İsrail'den iki kardeş idi." Mücâhid'den İbnu Ebi Nüceyh'in rivayetine göre der ki: "Onlar, Hz. Adem'in sulbünden öz evladları idi." İşte meşhur olan görüş budur. Bu görüşü, sadedinde olduğumuz sahih hadis, oğulu, ilk olmakla tavsif etmek suretiyle te'yid eder. Yani Hz. Adem'in doğan ilk oğlu. Denir ki: "Hz. Adem'in cennette, ondan ve ikiz eşinden başka çocuğu doğmadı. Bu cennette doğmuş olmakla kardeşi Habil'e karşı: "Biz cennet çocuklarıyız, siz ise yeryüzü çocuklarısınız" diye iftihar etmeye, böbürlenmeye kalktı." İbnu İshak bu hâdiseyi el-Mübtede adlı eserde zikretti.



Gökten ateş inip kurbanı mideye indirmesi gibi olayları nereden öğrenmişler, hangi kitaptan okumuşlar, delilleri nelerdir bunları bulamadım.




Aşağıdaki yazı da bir ilahiyat profesörü tarafından yazılmış


HABİL-KABİL’İN

ALLAH’A SUNAKLARINI SUNMALARIN SONUCUNU
DEĞERLENDİRMELERİ

HER NE ZAMAN İNSAN İYİ DÜŞÜNSE ŞEYTAN ZAMANLAMA OLARAK ALDATMAK İÇİN DEVREYE GİRER
Habil en iyi hayvanı götürüp kurban ederken Kabil işe yaramaz çarık çürük meyveleri götürüp Allah’a sunmuştu.
Ertesi gün Kabil ve Habil yüce Allah’a sunaklarını yanına alarak babaları Hz.Adem ile birlikte dağın tepesine çıktıklar.
Habil hediyesini yerinde bulamayınca, Allah hediyesini kabul ettiğini düşünerek çok çok sevindi ve Allah’a sayısız şükretti.
Kabil sunduklarını üzerlerinde sinekler üşüşürken aynen durduğunu gördü. Sunağının kabul edilmediğini anladı ve çok sinirlendi.
Ta başında Habil iyi niyetiyle kazanmış, Kabil kötü niyetiyle şeytanın ağına düşerek kaybetmişti.
Kabil, kendini öz eleştiriye tabi tutarak yüce Allah’tan af dilemek yerine suçlu aramaya başladı ve şeytanın yardımıyla kardeşi Habil’i suçlu buldu ve ona kin duymaya başladı. Şeytanın ağı çok kötüdür; Sadece kardeş ile değil baba ile de ara açar. Açtı da.
Kardeşine ve babasına dönerek babasına çıkıştı ve şöyle dedi:
– “Allah Habil’in hediyesini kabul etsin diye dua ettin, benimki için dua etmedin” dedi.
Hz. Adem üzülerek göz bebeği evladının düştüğü durumu üzüldüğü yetmiyormuş gibi, Kabil tavrına iyice üzülerek .
-“ Hayır, hiç olur mu? Evlatlarım” dedi bir baba olarak doğruları bir kez daha açıkladı.
“Hayır hayır Kabil evladım ! Habil kalbindeki iyi niyetiyle malının en güzelini sunduğu için Allah onun hediyesini kabul etti.
Oysa sen ey oğulcağızım Kabil! Allah'a şeytanın tuzağına düşmüş kalbinle malının bozuğunu sundun. Allah kalplerdekini ve yaptıklarımızı gördü ve bildi. Sonucunu da senin kalbine göre değerlendirdi.”
Sunakların bu değerlendirmesinden Kabil. Allah kardeşi Habil’i kendisinden üstün tuttuğu düşüncesine şeytanın tahrikinin seliyle geri döndü. Şeytanın tuzağında olduğu için kalbi bozulmuş, bakış açısı ve tutumları kin ve nefrete dayanmaya başlamıştı. Şeytan planını başarıyla uygulamaya koymuştu.
Bizi bizim nefsimize esir olmaktan koru ve huzurundan kovduğun ve lanetlenmiş şeytanın tuzağından uzak tut. Bu aziz Cuma gününde, Arafat’ta Mina’da seher vakti yapılan dualar ve yakarışlar hürmetine ve Sana açtığımız tertemiz kalbimiz ve inancımız hürmetine biz insanoğlunun doğrudan ve dolaylı şeytan tuzaklarına yakınlaşmamızı-meylimizi engelle ve bizi koru. Amin! Koruyanların en koruyanı yalnız O’dur O( Hu Allah Hu).

Prof.Dr.Osman Zümrüt


Sayın Osman Zümrüt öyle bir anlatmış ki, kendisini bu olayın şahitlerinden sandım.





Sonuç olarak Kuranı rehber edindiğimizde Allah adına bir şeyler kurban etmek ile Allaha doğrudan bir şey kurban etmek arasında fark olduğunu anlıyorum.

Bence diğer peygamberler zamanında da bu şekilde bir kurban istedi ama zamanla bu hediye/kurban işi amacından saparak Allahın bunlara ihtiyacı olduğu, yenmemesi aynen bırakılması gerektiği gibi bir düşünceye sapmış olabilir.

İslam geldikten sonra bozulmamış kitabımız varken bile neler çıkarıldığını düşünecek olursak teorim çok da uzak saçma gelmiyor bana :)


Sonuç olarak konuya geri dönersek 22:73 deki sivri olmayan sinek örneği ile sunakta sunulan ve sineklenen yiyecekler/kurbanlar konusunda büyük oranda bağlantı olabileceğini düşünüyorum.

Konuyu toparlayamadı isem kusuruma bakmayın uzun süredir uyumadım. Yarın tekrar gözden geçiririm. Yanlışlarımı belirtirseniz sevinirim.








selam Apollonius,

yukarida bazi kaynaklardan yaptigin o aktarimlarda Kuran ve Tevrat disinda uydurulmus bircok --belki de, Emevi & Abbasi, ve sonra Talmud & Kabbala vs. kokenli Israili olabilecek-- uydurma rivayetler ve hikayeler de mevcut olmali, gorebildigim kadariyla.
Ama ben burada kendime sadece hz. Peygamberi ornek alip Kurani, ve sonra bunun gozetiminde Tevrati da esas alarak dosdogru gidersem, sunu soyleyebilirim kisaca:

Kuran'da tum ummetlere ayri "kurban takdim etme yontemleri" (=menasike) farz kilinmis olup, bunlardaki ortak nokta ise hepsinde bu kurbanlarin sadece Yuce Rabbin ismi anilarak ve O'nun rizasini kazanmak icin kurban edilmeleri meselesi olmali, vurgulanmis en onemli mesele olarak. (22/34) Bu baglamda, Israil ogullarinin kendilerine Tevratta emredilmis sekilde kurban takdim etmelerinde temelde bir sakinca olmayip, bilakis bunu aynen boylelikle uygulamalari emredilmis olmali boylelikle Kuran'da. (5/43-44, 68 = 22/34)
Ancak yukarida vurgulamaya calistigim gibi, simdi bu "Sunaklarin" veya bunlari kullanan "Hahamlarin" yuce Rabbin Kitabi disinda yalan hukumler uydurarak, sefaatcilik/yardim makamina yukseltilerek, sahte Rabler ve putlar haline donusturulmemesi meselesi, ozellikle vurgulanmis en onemli mesele olmali burada. (5/44 XX 9/31 = 42/21) (39/43-44) Bu affedilmez gunah olan
yuce Al-lahin hukmune "ortakcilik" (=musriklik) sucu islendigi takdirde (18/26 XX 42/21), elbette tum bu kurban takdim etme "Sunaklari" ve bunlari kullanan "Hahamlar" bir anda sahte Rabler ve putlar konumuna gelip (9/31) kurban etinden --diger fakirler ve muhtaclarla birlikte-- bunlara da verilmesi emredilmis olan helal paylar da boylelikle bir anda bu sahte Rablere ve putlara ayrilan
--senin dedigin sekilde "sineklenmeye" mahkum (22/73)-- haram paylar derekesine inmis/inecek olmalilar herhalde mutlaka! (6/136 = 42/21 = 9/31) Selamlar, Esenlikler.

dost1
3. February 2010, 03:43 AM
Selamun Aleykum! Değerli Apollonıus Kardeşim!

Değerli Kardeşim! Kur’an evrenseldir ve kıyamete kadar da geçerlidir. Kur’an’dan ayetleri doğru anlayabilmek için Rabbimiz olan Yüce Allah’ın;

Ali İmran ;7 : Huvelleziy enzele aleykel Kitabe minhu ayatun muhkematun hünne Ümmül Kitabi ve uharu müteşabihat* fe emmelleziyne fi kulubihim zeyğun feyettebiune ma teşabehe minhübtiğael fitneti vebtiğae te'viylih* ve ma ya'lemu te'viylehu illAllahu, ver Rasihune fiyl ılmi yekulune amenna bihi küllün min ındi Rabbina* ve ma yezzekkeru illâ ulul elbab;

O , Kitab’ı sana inzal etti... Ondan ayetler muhkemdirler; ki onlar Ümmül’Kitab /Kitabın anasıdır. Ve diğerleri ise müteşabihdirler... Amma kalplerinde zey’/ seçememezlik; perde olanlar, fitne isteyerek ve onun te’vilini arzu ederek ondan müteşabih olanına tabi olurlar. O’nun te’vilini ancak Allah ve ilim’de rasih /derinleşmiş olanlar bilir. şöyle derler: “O’na iman ettik/güvendik; hepsi Rabbimizin indindendir”. Ulul elbabdan/öz akıl sahiplerinden başkası tezekkür edemez.

Zümer;23: Allahu nezzele ahsenel hadiysi Kitaben müteşabihen mesaniy* takşaırru minhü cüludülleziyne yahşevne Rabbehüm* sümme teliynü cüludühüm ve kulubühüm ila zikrillah* zâlike hüdAllahi yehdiy bihi men yeşa'* ve men yudlilillahu fema lehu min Had;
Allah, sözün en güzelini, müteşabih, mesaniy/ikili; bir kitab’ı indirdi. Rablerinden haşyet eden kimselerin cildleri O’ndan ürperir... Sonra cildleri ve kalbleri Allah’ın zikrine yumuşar. İşte bu Allah’ın hidayetidir. Onunla dileyene/ dilediğine hidayet eder. Allah kimi saptırırsa onun için hidayet edici yoktur. ayetlerini aklımızdan çıkarmamız gerekir.

Muhkem ayetler: “Hüküm içeren” demektir. İçerisine insanları kargaşadan ve zulümden engelleyen ilkelerin bulunduğu ayetler demektir. Ki bu ayetler açıktır, nettir ve tekbir anlam ifade ederler.Bu ayetlerden ikinci ve üçüncü……başka bir anlam çıkarılamaz.

Müteşabih ayetler: “Birden çok, birbirine benzer, birbirinden güzel ve her biri açık açık anlaşılan ayetler” demektir. Bu ayetler mecaz kinaye ve diğer edebi sanatların kullanıldığı ve en alt tabakanın bile anlayabilmesi için yapılan benzetmeler ve örneklemelerin yer aldığı ayetlerdir. Bunlar da açık seçiktir, kesinlikle müşkil ve anlaşılmaz, kapalı değildir. Eğer ki “Müteşabih” “kapalı, müşkil ve anlaşılmaz” demek olursa Zümer suresinin 23. ayetinin anlamı çok tuhaf bir anlam olur. Yani Kur’an “hem sözün en güzeli” olacak hem de “müteşabih (kapalı, anlaşılmaz)” olacak!!!!!

te’vil:“te’vil” sözcüğünün anlamı ise “geriye dönüş” anlamından değişimle “tedbir/arkalaştırma” ve takdir/ayarlama” anlamınadır. Bunu tam tamına Türkçeleştirirsek “1’inci 2’nci, 3’üncü …..” gibi ardı ardına dizmek” anlamını söyleyebiliriz. Ayrıca “öncelik sırasına dizmek, öncelikleştirmek” olarak da ifade edebiliriz.

Şimdi sözünü ettiğiniz Bakara suresinin ilgili ayetine bakalım.

Bakara;26: İnnAllahe la yestahyıy en yadrıbe meselen ma beudaten fema fevkaha, feemmelleziyne amenu feya'lemune ennehülHakku min Rabbihim, ve emmelleziyne keferu feyekulune maza eradAllahu bihaza meselen, yudıllu bihi kesiyran ve yehdiy bihi kesiyra* ve ma yudıllu bihi illel fasikıyn;

Muhakkak ki Allah bir sivrisineği ve onun da fevkındeki bir şeyi misal vermekten haya etmez. Bilfiil iman edenler/güvenenler bunun Rabblerinden bir Hak/gerçek olduğunu bilirler. Kendi hakıkatlerini örtücü olanlara/kafirlere gelince, onlar da derler ki “Allah bunu misal vermekle aceba ne murad etti?”. (İşte Allah) bu misal yollu anlatımla bir çoklarını saptırır, bir çoğunu ise gerçeğe hidayet eder... (Allah) bu misal yollu anlatımla fasıklardan başkasını saptırmaz.

Bakara;27: Elleziyne yenkudune ahdAllahi min ba'di miysakıhi ve yaktaune ma emerAllahu bihi en yusale ve yüfsidune fiyl’ Ardı, ülaike hümülhasirun;
O fasıklar ki Allah Ahdi’ni Miysak’ından sonra bozarlar, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve Arz’da ifsad/bozgunculuk ederler... İşte bunlardır husrana uğrayanların ta kendileri.

darb-ı mesel, beudeten/sivrisinek, fevk,Hakk,keferu, yudıllu,fasık,misak, ifsad,husran kelimelerinin geçtiği ayetlere ve bu ayetlerin geçtiği necmlere/bölümlere,pasajlara,paragraflara bakmak gerekir.

Bu şekilde baktığımızda;
1. ed-Darb, seyr [yürümek /seyahat etmek] mana¬sında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Arzda darbettiğiniz (yani, seyahat ettiğiniz} zaman... (Nisâ/101)
Diğer bir kısmının da arzda darbedeceklerini (yani, seyahat edeceklerini}... (Müzzemmil/20)
2. ed-Darb, el (ya da eldeki silah) ile vurmak mana¬sında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Boyunlarının üstüne darbedin (yani, elinizdeki silah¬larla vurun}; onların parmaklarından her birine (ya¬ni, herbir azasına} darbedin {yani, elinizdeki silah¬larla vurun}.' (Enfâl/12)
Küfredenlerle karşılaştığınızda boyunlarını darbedin (yani, elinizdeki silahlarla vurun}! (Muhammed/4)
Onları darbedin (yani, o kadınlara iz bırakmayacak şekilde elinizle vurun I dövün}! (Nisâ/34)
3. Darb, vasfetmek I benzetme yapmak [örneklendir¬mek] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah bir mesel darbetti {yani, Allah bir benzetme yaptı}; iki adamı, o ikisinden biri dilsiz... (NahI/76)
Artık Allah hakkında meseller darbetmeye {yani, Al¬lah'a benzerler vasfetmeye kalkışmayın. (Nahl/74)
Allah bir karyeyi mesel darbetti {yani, Allah bunun bir benzerini vasfetti). (Nahl/112)
4. Darb, vasfetmek i örneklendirmek ve zikretmek anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Doğrusu Allah bir sivrisineği mesel darbetmekten (yani, Örnek olarak zikretmekten, sözkonusu etmek¬ten} çekinmez. (Bakara/26)
Allah bir mesel darbetti {yani, bir misal anlattı zik¬retti}. (İbrâhîm/24)
İbni Meryem bir mesel olarak darbedildiğinde {yani, bir örnek olarak zikredildiğinde}... (Zuhruf/57)
O meseller yokmu, işte onları insanlar için darbediyoruz {yani, onların niteliklerini belirterek zikrediyo¬ruz}. (Haşr/21)
5. Darb kelimesi, beyân anlamıyla vasfetmek ma¬nasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Size meseller de darbettik {yani, size vasfettik ve be¬yân ettik}. (İbrâhîm/45)

1. Mesel; benzerlik, benzer şeyler benzer durumlar anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
işte o meseller (yani, benzer durumlar} var ya, Biz onları insanlar için darbediyoruz (yani, vasfediyoruz}. (Ankebût/43)
Allah bir mesel darbetti {yani, benzer bir durumu vasfetti. (Nahl/75, Zümer/29, Tahrîm/10)
İşte onların Tevrat'taki meseli. Onların İncil'deki meseline (yani, onların durumlarının benzerine} ge¬lince... (Feth/29)
2. Mesel; hayat tarzı, âdet, yol, hâl ve gidiş, davra¬nış anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Yoksa siz, sizden önce geçenlerin mesel olmuş halleriyle (yani, geçmiş ümmetlerin mü'minleri için âdet olmuş hallerle} karşılaşmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?! (Bakara/214)
Evvelkilerin meseli ({yani, halleri}) geçti. (Zuhruf/8)
Sizden önce geçenlerden bir mesel (yani, geçmiş üm¬metlerden azaba uğrayanların hâlleri}... (Nûr/34)
3. Mesel, ibret anlamına kullanılmıştır; şu âyetler¬de olduğu gibi:
Böylece onları bir selef ve bir mesel {yani, bir ibret} kıldık; sonrakiler {yani, onların ardından gelecekler} için. (Zuhruf/56)
Doğrusu o, başka değil, kendisine nimet verdiği¬miz bir kuldur ve Biz o'nu İsrâîloğulları'na bir mesel (yani, ibret} kıldık. (Zuhruf/59)
4. Mesel, azâb anlamına kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Her birine {yani, geçmişteki ümmetlerin her birine} meseller darbetmiştik {yani, dünyada başlarına ine¬cek azabı vasfetmiştik /anlatmıştık}. (Furkân/39)
Size meseller de darbettik (yani, geçmiş ümmetlerin başına gelen azâbları da anlattık}. (İbrâhîm/45)


1. Fevq kelimesi, daha büyük manasında kullanıl¬mıştır; şu âyette olduğu gibi:
Doğrusu Allah bir sivrisineği, hatta onun fevqıni {ya¬ni, ondan daha büyük olan bir şeyi} mesel darbet¬mekten çekinmez. (Bakara/26)
2. Fevq lafzı, efdal daha üstün manasında kulla¬nılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Allah'ın eli, onların elinin fevqindedir {yani, Allah'ın onlara yaptıkları, Hudeybiye Günü onların yaptıkları biat işinden daha üstündür}. (Feth/10)
3. Fevq kelimesi, menzil ve Allah'a yakınlık itiba¬riyle üstünlük manasında kullanılmıştır; şu âyette ol¬duğu gibi:
Halbuki o ittiqa edenler, Kıyamet Günü {yani, Al¬lah'a yakınlık ve O'nun indindeki menzilleri itibariy¬le} onların fevqındedir {yani, kâfirlerin üstündedir}. (Bakara/212)
4. Fevq lafzı, daha çok daha fazla manasında kul¬lanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Eğer kadınlar ikiden fevqa {yani, çok fazla} iseler... (Nisâ/11)
5. Fevq kelimesi, 'ala [üzerinde üstünde] manasın¬da kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bazınızı (yani, zenginleri} derecelerle bazınızın (yani, fakirlerin} fevqine ref etti {yani, dünyadaki rızk hu¬susunda zenginleri fakirlerdin üstüne/ üzerine yükselt¬ti /çıkardı}. (En'âm/165)
Bazınızı derecelerle bazınızın fevqine ref ettik (yani, dünyadaki üstünlükler hususunda kiminizi kimini¬zin üzerine çıkardık I yükselttik}. (Zuhruf/32)
6. Fevq, zafer manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Sana tâbi olanları, o küfredenlerin fevqınde (yani, dünyada zafer hususunda üstünde / üzerinde} kılaca¬ğım; Kıyamet Günü'ne kadar. (Âl-i İmrân/55)
7. Fevq, başlarının üstüne/ üzerine manasında kul¬lanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O tûr'u (yani, o dağı} da fevqinize {yani, başlarınızın fevqıne [üstüne /üzerine]} ref etmiştik. (Bakara/3)
Bunun bir benzeri de A'râf sûresindedir.
Onlar için, fevqlerinden (yani başlarının fevgınden [üstünden/üzerinden]} ateşten zuleller ... vardır. (Zümer/16)
Onun fevqınden (yani, arzın üzerine} onda ağır baskı¬lar yaptı. (Fussilet/10)
Arzın fevqinden (yani, yerin üstünden / üzerinden} cüsselenmiş... (İbrâhîm/26)
Ben kendimi gördüm ki, başımın fevqinde (yani, ba¬şımın üstünde/ üzerinde} ekmek taşıyorum... (Yû¬suf/36)
8. Fevq kelimesiyle, Ahzâb Günü doğu tarafından,
vadinin yukarı kısmından gelenler kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Hani onlar (yani, Ahzâb ordusunu teşkil edenle?'} size hem fevqinizden (yani, sabah aydınlığının geldiği do¬ğu tarafındaki vadinin üst kısmından} ... gelmişlerdi. (Ahzâb/10)
9. Fevq kelimesi, sultan [saltanat/kudret] ve kahr/kahredicilik anlamında kullanılmıştır; şu âyet¬lerde olduğu gibi:
O, kullarının fevqınde qâhirdir (yani, O'nun sultânı-saltanatı, egemenliği ve emri, kullarının saltanatı¬nın üstündedir}. (En'âm/18)
(Fir'avn dedi ki}: "(Benî-İsrail'in) oğullarını öldürür, kadınlarını sağ bırakırız. Şüphesiz biz onların fevqinde qâhiriz (yani, benim sultânım/ güç ve kuvvetim ve emrim, onların sultânının/ güç ve kuvvetinin üs¬tündedir; işte bu sultân ve mülk ile onları kahredece¬ğim}. (A'râf/127)

1. el-Haqq ile, Allah (ve Allah'ın birliği) kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Eğer haqq (yani, Allah} onların (yani, müşriklerin} hevâlarına tâbi olsaydı, gökler ve yer fesada uğrardı. (Mü'minûn/71)
Birbirine haqqı {yani, Allah'ı, O'nun birliğini} tavsi¬ye edenler... (Asr/3)
2. el-Haqq ile, Kur'ân kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Tâ haqq (yani, Kur'ân} ve Rasûl-i mübîn onlara ge¬linceye kadar. Ne zaman ki haqq [yani, Allah indin¬den Kur’an' onlara geldi, "Bu sihirdir. Muhakkak biz ona kâfirleriz" dediler. (Zuhruf/29-30)
Hayır, kendilerine geldiğinde haqqı {yani, Kur'ân ı} yalanladılar. O sebeple onlar karışık bir iş içindedirler. (Kaf/5)
Onlara, indimizden haqq {yani, Kur'ân} gelince, "Mûsâ'ya verilen gibisi verilmeli değil miydi?" dediler. (Kasas/48)
Benzeri buyruklar çoktur.
3. el-Haqq ile, İslâm kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Hakk {yani, İslâm} geldi ve bâtıl {yani, şeyta¬na ibâdet ve şirk} zevale erdi." (İsrâ/81)
Ta ki haqqı (yani, İslâm'ı} haqq olarak tanıtsın. Bâtı¬lı {yani, şirki: şeytana ibâdeti} ibtal etsin. (Enfâl/8)
Doğrusu sen haqq {yani, İslâm} üzeresin. (Neml/79)
4. el-Haqq ile, adalet kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
O gün Allah haqq dînlerini [cezalarını] eksiksiz vere¬cek {yani, adaletli bir şekilde hesaba çekecek} ve bile¬cekler ki: Muhakkak Allah, apaçık haqq {yani, adil-adaletli} O'dur. (Nûr/25)
Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasını haqq {yani, ada¬let} ile ayır! (A'râf/89)
Aramızda haqq {yani, adalet} ile hükmet! (Sâd/22)
5. el-Haqq ile, tevhîd kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Hayır, haqq {yani, tevhîd} ile gelmiş ve gönderilenleri tasdik etmiştir. (Sâffât/37)
"Onda bir cinnet var" diyorlar. Bilakis, o onlara haqq
{yani, tevhîd} ile geldi. Halbuki onların çoğu haqq'tan {yani, tevhîdten} hoşlanmıyorlar. (Mü'minûn/70)
O vakit haqqın {yani, tevhidin} muhakkak Allah'a ait olduğunu bilecekler... (Kasas/75)
Yahut haqqı {yani, tevhidi} yalanlayan... (Ankebût/68) Bunun bir benzeri de Zuhruf sûresindedir.
6. el~Haqq, doğru/gerçek manasında kullanılmış¬tır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah'ın va'di haqq'tır {yani, O'na Kendisine döndü¬rüleceğiniz hususundaki va'di doğrudur}. (Yûnus/4)
O'nun sözü haqq'tır (yani, doğrudur!. Egemenlik Onundur. (En'âm/73)
"O hak mıdır" (yani, o doğru mudur}? diye, haber al¬mak için sana soruyorlar. (Yûnus/53)
7. el-Hakk, vâcib olmak: gerekli olmak ficab etmek manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Fakat Benden şu söz {yani, azâb kelimem(in gerçekleş¬mesi)} haqq {yani, vâcib /gerekli} oldu: ... (Secde/13)
İşte bunlar,, 'üzerlerine söz {yani, azâb kelimesi(nin gerçekleşmesi)} haqq {yani, vâcib /gerekli} olmuş kim¬selerdir. (Ahkâf l8)
İşte böylece, Rabbinin kelimesi haqq {yani, Rabbinden azâb kelimesi vâcib I gerekli} oldu; o küfredenler üzerine: muhakkak ki onlar cehennem ashabıdır." (Mü'min/6)
Benzeri buyruklar çoktur.
8. el-Haqq lafzı, bâtıl olmayan, bizatihi haqq ma¬nasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bu böyledir. Çünkü Allah, haqq O'dur. O'nu bırakıp çağırdıkları {yani, O'nun dışındaki ilahlar} ise bâtıl¬dır. (Hacc/62)
Hepsi haqq mevlâları {yani, hakkın ta kendisi/bizati¬hi hakk olan O'dur, O'nun dışındaki ilahlar ise bâtıl¬dır} Allah'a reddolunmuş olacak; uydurdukları onlar¬dan kaybolacaktır. (Yûnus/30)
Sonra, haqq {yani, hakkın kendisi/bizatihi hakk olan} mevlâları Allah'a reddolurlar. Bilin ki hükm O'nundur ve O hesâb görenlerin en süratlisidir. (En'âm/62)
Biz gökleri, yeri ve ikisi arasmdakileri ancak haqq ile yarattık {yani, bâtıl olarak boş yere: herhangi bir maksat gözetmeksizin yaratmadık}. (Ahkâf73)
9. el-Haqq, borç-borçlu manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Üzerinde haqq olan {yani, üzerinde borç bulanan/borçlu} da imla ettirsin. (Bakara/282)
Üzerinde haqq olan {yani, üzerinde borç bulunan-borçlu}... (Bakara/282)
10. Ehaqq lafzı, evlâ [daha layık, daha öncelikli] manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Halbuki biz krallığa ondan ehaqqız {yani, evlâyız-daha layıkız, daha öncelikliyiz}. (Bakara/247)
İki fırkadan hangisi güven duymaya ehaqq'tır {yani, evlâdır i daha layıktır}?! (En'âm/81)
Acaba hakka ileten mi tâbi olmaya ehaqq {yani, evlâ-/daha layık}... (Yûnus/35)
Halbuki ehaqq {yani, evlâ / öncelikli} olan Allah'ı ve Rasûlü'nü hoşnut etmeleridir. (Tevbe/62)
Eğer mü'min iseniz huşu duymaya Allah ehaqqtır (yani, evlâdır/daha layıktır}. (Tevbe/13)
11. Haqq, pay anlamında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Onların mallarında malum bir haqq {yani, farz olan bir pay} vardır. (Me'âric/24)
Bunun bir benzeri de Zâriyât sûresindedir.

1. Dalâl ile, küfr kasdedilmiştir; şu âyetlerde oldu¬ğu gibi:
{iblis dedi ki}: "Onları dalâlete düşüreceğim" {yani, hidayetten saptıracağım da küfredecekler}. (Nisâ/119)
Andolsun ki o {yani, iblis} içinizden birçok cibületleri dalâlete düşürdü (yani, içinizden birçok halkı saptı¬rıp küfretmelerine sebep oldu}. (Yâ-Sîn/62)
Andolsun ki onlardan önce, evvelkilerin ekserisi da¬lâlette idi (yani, küfretmişti}. (Sâffât/71)
Benzeri buyruklar çoktur.
2. Dalâl, bir şeyden -küfr olmaksızın- uzaklaştır¬mak, ayırmak manasında kullanılır; şu âyetlerde oldu¬ğu gibi:
(Ey Nebi!/ Onlardan bir taife, seni dalâlete düşürme¬yi (yani, seni haktan ayırmayı, uzaklaştırmayı! kur¬muşlardı. (Nisâ/113)
(Ey Dâuûd!} Hevâya tâbi olma! O takdirde seni Al¬lah'ın yolundan dalâlete düşürür (yani, hevâ seni -küfür sözkonusu olmaksızın- hükümde Allah'ın ta-atinden ayırır / uzaklaştırır}, (Sâd/26)
3. Dalâl, hasar / ziyan manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kâfirlerin keydi, başka değil, dalâl ((yani, ziyan)} içindedir. (Mü'min/25)
Şüphesiz ben o vakit apaçık bir dalâl (yani, hüsran-!ziyan} içindeyimdir. (Yâ-Sîn/24)
(Ya'kûb'un oğulları dediler ki}: "Doğrusu babamız apaçık bir dalâl (yani, Yûsuf a beslediği sevgiden do¬layı hüsran/ziyan} içindedir." (Yûsuf/8)
Tallahi, sen cidden eski dalâlinde (yani, Yûsuf a bes¬lediğin sevgiden dolayı hüsranda!ziyanda] berde¬vamsın. (Yûsuf/95)
(Şehirdeki kadınlar, 'Azizin karısı için dediler ki}: "Şüphesiz biz onu, apaçık bir dalâl (yani, Yûsuf'a duyduğu sevgiden dolayı apaçık hüsran /ziyan} için-de görüyoruz." (Yûsuf/30)
4. Dalâl, şeqâ'/ bedbahtlık manasında kullanılmış¬tır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Siz başka değil, büyük bir dalâl (yani, sürüp giden bir bedbahtlık/ içindesiniz. (Mülk/9)
Bir dalâl (yani, bedbahtlık} ve çılgınlık içinde... (Ka¬mer/24)
Muhakkak ki mücrimler bir dalâl (yani, bedbahtlık ve meşakkat} ve çılgınlık içindedirler. (Kamer/47)
Hayır, âhirete îmân etmeyenler azâb ve uzak bir dalâl (yani, sürüp giden bir bedbahtlık} içindedirler. (Sebe'/8)
5. Dalâl, ibtâl manasında kullanılmıştır; şu âyet¬lerde olduğu gibi:
Küfreden ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar var ya, (Allah) onların amellerini dall eder (yani, Allah onla¬rın amellerini ibtal eder}. (Muhammed/1)
Allah yolunda katledilenler var ya, (Allah) onların amellerini dall etmez (yani, onların amellerini ih¬lal etmez}. (Muhammed/4)
Onlar ki, dünya hayatta sa'yları dall olmuştur (yani, bu hayattaki amelleri ibtal olmuştur}. (Kehf/104)
6. Dalâl ile, hata [yanlışlık, isabetsizlik] kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onlar başka değil, hayvanlar gibi, hattâ sebilce [yol¬ca] daha dalâlettedirler {yani, tarîk/yol bakımından daha hatalıdırlar}. (Furkân/44)
Benzeri bir buyruk da A'râf sûresinde yer almakta¬dır.
İlerde, azabı gördükleri vakit, sebîlce/yolca kimin da¬lâlette yani, tarîk/yol bakımından kimin hatalı} ol¬duğunu bileceklerdir. (Furkân/42)
Kim Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne isyan ederse, apaçık bir dalâlet ile dalâlete {yani, tavîl [alabildiğine bü¬yük] bir hata ile hataya} düşmüş olur. (Ahzâb/36)
Dalâlete (yani, vârislere mirası paylaştırma husu¬sunda hataya} düşmeyesiniz diye Allah size bildiri¬yor. (Nisâ/176)
7. Dalâl ile, cehalet kasdedilmiştir; Musa'nın ağ¬zından nakledilen şu sözde olduğu gibi:
{Mûsâ} dedi ki: "O vakit onu işledim ve ben dâllînden {yani, onu işledim ve ben o vakit câhillerden} idim." (Şu'arâ/20)
8. Dalâl, nisyân /unutmak manasında kullanılmış¬tır; şu âyette olduğu gibi:
O ikisinden biri dalâlete düşerse {yani, o iki kadın¬dan biri şehadet edeceği hususu unutursa}, diğeri ha¬tırlatsın. (Bakara/282)

1. Fısq kelimesi, Nebi'ye (s.a) ve o'nun getirdikleri¬ne küfr [inkâr] etmek anlamıyla ma'siyet [itaatsiz¬lik/isyan] manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde oldu¬ğu gibi:
Şüphesiz münafıklar, (evet işte) fâsıqlar {yani, Ne¬bi'ye ve o'nun getirdiklerine küfretmek suretiyle Al¬lah'a isyan edenler} onlardır. (Tevbe/67)
İşte bu, Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne küfre etmeleri se¬bebiyledir. Allah fâsıqlar kavmini (yani, münafıklar¬dan Nebi'ye ve o'nun-getirdiklerine küfretmek suretiyle Allah'a isyan edenleri! hidâyete erdirmez. (Tevbe/80)
Münafıklar ve Yahudiler ile ilgili Bakara, Mâ-ide, Tevbe ve Münâfıkûn sûrelerindeki bü¬tün buyruklar da böyledir.
2. el-Fısq, şirk demek olan tevhidi terk hususunda Allah'a isyan manasında kullanılmıştır; şu âyette ol¬duğu gibi:
Mü'min kimse, fâsıq {yani, tevhidi terk hususunda Allah'a isyan eden} kimse gibi midir?! (Secde/18)
Ama fâsıqhk etmiş olanların barınakları {yani, tevhi¬di terk hususunda Allah'a isyan edenlerin -ki, bu hâl üzere ölenler kasdedilmektedir- varacağı yer} ateştir. (Secde/20)
İşte Rabbinin kelimesi, fâsıqlık edenler {yani, tevhidi terk hususunda Allah'a isyan eden kimseler} üzerine şöylece hak oldu: onlar îmân etmezler/etmeyecekler. (Yûnus/33)
Benzeri buyruklar çoktur.
3. el-Fısq ile, şirk ve küfr olmaksızın!şirk ve küfr-den gayri dînde ma'siyet kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
{Mûsâ dedi ki}: "Rabbim! Doğrusu ben kendim ve kar¬deşimden başkasına mâlik değilim. Artık bizimle, o fâsıqlar kavminin arasını ayır! (Mâifi/25)
Artık o fâsıqlar kavmi {yani, -küfür olmaksızın- asi olanlar} için tasalanma! (Mâide/26)
Şüphesiz Allah sizi bir nehirle imtihan edecek; kim ondan içerse benden değildir, kim onu tatmazsa o mutlaka bendendir (.....) Fakat içlerinden pek azı ha¬riç ondan içtiler. (Bakara/249)
4. el-Fısq kelimesi, küfr sözkonusu olmaksızın ya¬lan manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi: Muhsanâta atıp, sonra dört şâhid getiremeyenlere gelin-ce, onlara celde vurun; seksener celde ve onların şâhidliklerini ebediyyen kabul etmeyin. İşte onlar fâsıqlardır (yani, onlar, söyledikleri yalanla -küfr olmaksızın I küfre girmeksizin- Allah'a isyan eden kimselerdir}. (Nûr/4)
Ey îmân edenler! Eğer fâsıq biri size bir nebe' ile ge¬lirse {yani, bir kimse gelip de size hadîste !sözde ya¬lan söyleyerek asi olursa}... (Hucurât/6)
5. el-Fısq ile, küfr içinde olmaksızın ismi günah işlemek kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Yazana ve şahide zarar verilmesin. Eğer yaparsanız, mutlaka o, size bir fisq olur (yani, sizin için -küfr ol¬mamakla birlikte-günah olur}. (Bakara/282)
6. Fısq, seyyi'ât Ikötülükler manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Haccda refes ve fısq (yani, seyyiât I kötülük işlemek} yoktur. (Bakara/197)

1. el-Fesâd ile, ma'siyet [isyan /itaatsizlik] kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onlara, "Yeryüzünde fesâd çıkarmayın" {yani, onda ma'siyet işlemeyin} denildiği zaman... (Bakara/11)
Islahının ardından yeryüzünde fesâd çıkarmayın {ya¬ni, onda ma'siyet işlemeyin}. (A'râf/56)
Benzeri âyetler çoktur.
2. el-Fesâd ile, helak kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Siz yeryüzünde iki defa fesâd çıkaracaksınız. (İsrâ/4)
Eğer o ikisinde Allah'ın dışında ilahlar olsaydı, ikisi de fesada uğrardı (yani, helak olurdu}. (Enbiyâ/22)
Eğer hak, hevalarına tâbi olsaydı gökler, yer ve ikisi arasındakiler fesada uğrardı {yani, helak olurdu}. (Mü'minûn/71)
3. el-Fesâd lafzı ile, yağmur ve bitki/ekin kıtlığı kasdedilmiştir; şu âyette böyledir.
Berr'de {yani,, bedevilerin yaşadığı çöllerde} ve bahr'da /yani, bayındir yerlerde, köy, kasaba ve şehirlerde} fesâd {yani, yağmur ve bitki/ekin kıtlığı} başgösterdi. (Kûm/41)
4. el-Fesâd ile, Öldürmek kasdedilmiştir; şu âyetler¬de olduğu gibi:
Mûsâ ve o'nun kavmini yeryüzünde fesâd çıkarsınlar {yani, Mısır ahalisinin çocuklarını öldürsünler} diye mi bırakacaksın? (A'râf/127)
(Fir'avn dedi ki}: "Ben o'nun dîninizi değiştirmesinden veya arzda fesâd çıkarmasından {yani, sizin Benî-Isrâilin oğullarını Öldürmenize karşılık, o'nun da sizin oğullarınızı öldürmesinden} korkuyorum." (Mü'min/26)
Gerçekten Ye'cûc ve Me'cûc arzda fesâd çıkarıyorlar (yani, insanları öldürüyorlar}, (Kehf/94)
5. el-Fesâd lafzının, bizatihi fesâd [yıkmak/tahrib etmek] manasında kullanılması; ki şu âyetlerde böyledir:
Onda fesâd çıkarmaya: harsı ve nesli helak etmeye çalışır. Oysa Allah, fesadı {yani, âyette sözü edilen iş¬leri: ekinin ve neslin helak edilmesini} sevmez. (Ba¬kara/205)
Şüphesiz krallar bir karyeye girdiklerinde, onu ifsâd (yani, harâb} ederler. (Neml/34)
6. el-Fesâd lafzı ile, sihir/büyü, sihirbaz/büyücü kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Elbette Allah müfsidlerin {yani, sihirbazların} ameli¬ni ıslah etmez. (Yûnus/81)

1. Hâsir, aciz kimseler manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Biz bir usbe iken o'nu kurt yerse, doğrusu biz hâsirûnuz (yani, aciz kimseleriz} demektir. (Yûsuf/14)
Eğer sizin gibi bir beşere tâbi olursanız, elbette hâsirûnsunuz (yani, aciz kimselersiniz} demektir. (Mü'mi-nûn/34)
Şu'ayb'a tâbi olursanız, andolsun ki o takdirde siz hâsi-rûnsunuz (yani, aciz kimselersiniz} demektir. (A'râf/90)
2. el-Hâsirûn; aldatanlar, aldananlar, aldatılanlar manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Asıl hâsirîn, Kıyamet Günü nefslerine ve ehllerine hasar edenlerdir (yani, hem kendilerini al¬datarak ateşe gidenler; hem de ehl 'leri: eşleri ve hizmetçileri cennete gittikleri için aldananlardır). Ha¬beriniz olsun ki, işte apaçık hüsran odur." (Zümer/15)
Asıl hâsirîn, Kıyamet Günü nefslerine ve ehllilerine hasar edenlerdir (yani, ateşe gitmek /maruz bırak¬mak suretiyle kendilerini, eşlerini ve hizmetçilerini aldatanlardır} Haberiniz olsun ki, şüphesiz zâlimler muqîm bir azâb içindedirler. (Şûrâ/45)
Benzeri âyetler çoktur.
3. el-Hüsrân,dalâlet manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Açık bir hasarla hüsrandadır {yani, dalâlettedir}, (Nisâ/119)
Şüphesiz insan husrân içindedir {yani, dalâlet için¬dedir}. (Asr/2)
4. el-Hüsrân; eksiklik-eksiltmek, noksanlık-noksanlaştırmak manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde oldu¬ğu gibi:
Ölçeği tam yapın ve muhsirlerden {yani, ölçeği eksiltenlerden} olmayın! (Şu'arâ/181)
Mîzânı ihsar etmeyin {yani, teraziyi eksik tutmayın}. (Rahmân/9)
Ama onlara ölçüp tarttıklarında ihsar ederler {yani, eksiltirler}. (Mutaffıfîn/3)
5. el-Hüsrân, ukubet manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
{Nuh dedi ki}: "Eğer bana mağfiret ve merhamet et¬mezsen, haşirinden {yani, ukubete / cezaya uğrayan¬lardan! olurum." (Hûd/47)
Eğer bize mağfiret ve merhamet etmezsen, hâsirûnden {yani, ukubete /cezaya uğrayanlardan} oluruz. (A'râf/23)
Kaynak:Kuransal Kavramlar (Mukatil Bin Süleyman)

Kelimelerin Kur’an’da neler için kullanılmış olduklarını görürüz. Böylece Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’ın;
Ali İmran ;7 : Huvelleziy enzele aleykel Kitabe minhu ayatun muhkematun hünne Ümmül Kitabi ve uharu müteşabihat* fe emmelleziyne fi kulubihim zeyğun feyettebiune ma teşabehe minhübtiğael fitneti vebtiğae te'viylih* ve ma ya'lemu te'viylehu illAllahu, ver Rasihune fiyl ılmi yekulune amenna bihi küllün min ındi Rabbina* ve ma yezzekkeru illâ ulul elbab;

O , Kitab’ı sana inzal etti... Ondan ayetler muhkemdirler; ki onlar Ümmül’Kitab /Kitabın anasıdır. Ve diğerleri ise müteşabihdirler... Amma kalplerinde zey’/ seçememezlik; perde olanlar, fitne isteyerek ve onun te’vilini arzu ederek ondan müteşabih olanına tabi olurlar. O’nun te’vilini ancak Allah ve ilim’de rasih /derinleşmiş olanlar bilir. şöyle derler: “O’na iman ettik/güvendik; hepsi Rabbimizin indindendir”. Ulul elbabdan/öz akıl sahiplerinden başkası tezekkür edemez.

Zümer;23: Allahu nezzele ahsenel hadiysi Kitaben müteşabihen mesaniy* takşaırru minhü cüludülleziyne yahşevne Rabbehüm* sümme teliynü cüludühüm ve kulubühüm ila zikrillah* zâlike hüdAllahi yehdiy bihi men yeşa'* ve men yudlilillahu fema lehu min Had;

Allah, sözün en güzelini, müteşabih, mesaniy/ikili; bir kitab’ı indirdi. Rablerinden haşyet eden kimselerin cildleri O’ndan ürperir... Sonra cildleri ve kalbleri Allah’ın zikrine yumuşar. İşte bu Allah’ın hidayetidir. Onunla dileyene/ dilediğine hidayet eder. Allah kimi saptırırsa onun için hidayet edici yoktur.

Ayetlerinin ışığında

Bakara;26: İnnAllahe la yestahyıy en yadrıbe meselen ma beudaten fema fevkaha, feemmelleziyne amenu feya'lemune ennehülHakku min Rabbihim, ve emmelleziyne keferu feyekulune maza eradAllahu bihaza meselen, yudıllu bihi kesiyran ve yehdiy bihi kesiyra* ve ma yudıllu bihi illel fasikıyn;

Muhakkak ki Allah bir sivrisineği ve onun da fevkındeki bir şeyi misal vermekten haya etmez. Bilfiil iman edenler/güvenenler bunun Rabblerinden bir Hak/gerçek olduğunu bilirler. Kendi hakıkatlerini örtücü olanlara/kafirlere gelince, onlar da derler ki “Allah bunu misal vermekle aceba ne murad etti?”. (İşte Allah) bu misal yollu anlatımla bir çoklarını saptırır, bir çoğunu ise gerçeğe hidayet eder... (Allah) bu misal yollu anlatımla fasıklardan başkasını saptırmaz.

Bakara;27: Elleziyne yenkudune ahdAllahi min ba'di miysakıhi ve yaktaune ma emerAllahu bihi en yusale ve yüfsidune fiyl’ Ardı, ülaike hümülhasirun;

O fasıklar ki Allah Ahdi’ni Miysak’ından sonra bozarlar, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve Arz’da ifsad/bozgunculuk ederler... İşte bunlardır husrana uğrayanların ta kendileri.
Okuruz. Amenna saddakna/ güvendim ve doğruladım diyerek Rabbimize hamdu-sena ederiz.

Sivrisinek basitçe, baş, gögüs, ve karın kanat kısmından oluşur. Başının iki yanında antenleri vardır. Erkek sivrisinekler, dişileri kanat çırpma seslerinden tanıyabilirler. Göğüs kısmında kanatları ve 3 çift ayakları bulunur. Karınları ise onlara kendi ağırlıklarından fazla kan emme şansı tanıyacak biçimde esnek bir deriye sahiptir. Böylece şişerler ama patlamazlar. Kan emerek beslenen "sivrisinek" çok mükemmel bir pompalama mekanizması kullanır: Başının içi, tümüyle kaslarla kaplı boşluklar şeklinde dizayn edilmiştir. Buradaki kaslar kasılıp gevşediklerinde sineğin borusunun iki ucu arasında 1-2 atmosferlik basınç farkı oluşur ve kan saniyede 5 metrelik bir hızla yükselmeye başlar.
Bu yüksek akış hızına rağmen sivrisineğin ne borusunda ne de başka herhangi bir dokusunda tahribat ve çatlama olmaz. Çünkü kanın geçiş yaptığı tüm dokular kanın bu hızı ve basıncına dayanabilecek yapıdadır. "sivrisinekler" vücutlarının altı katı kan emerler; bu 15 dakikada 300 mikrolitre kan demektir. Bu bir insanın aynı süre içinde 200 kilo su içmesine denktir. Tüm kan emiciler gibi, ne zaman kan emmeyi durduracaklarını söyleyen, sinir sistemine bağlı gerginlik algılayıcılarına sahiptirler.
Kan emmek için insanın kolunu ısıran dişi Ochlerotatus notoscriptus (Tasmanya, Avustralya)
Sivrisineklerin yaşamak için şekere, protein'e ihtiyaçları vardır. Bunu da bitki ve meyve sularından elde ederler. Kana ise yalnız dişi sivrisinekler muhtaçdırlar, çünkü dişiler yumurta üretirler ve bunun için kana ihtiyaç duyarlar.
Sivrisinek cilde en yakın olan damarı tespit ettikten sonra alt ve üst çene yardımıyla altı bıçaktan oluşan kesme sistemiyle deriyi derinlemesine keserler. Bu bıçaklardan birinden akıtılan sıvı dokuları uyuştururken aynı zamanda kanın pıhtılaşmasını engelleyerek kanın dişi sivrisineğin karnına doluşunu devam ettirir.
Sivrisinekler kan taşıdıkları için hastalık bulaştırma riskleri vardır. Örneğin sarı humma, fil hastalığı ya da sıtma gibi parazit hastalıklarını taşıyabilirler. AIDS'e sebep olan HIV virüsü ise bu canlılarda gelişme ortamı bulamaz. Virüsler sivrisinekler tarafından taşınmaz.
Sivrisinekler yaşamlarını dört evrede tamamlarlar. Yumurta, larva, pupa ve ergin dönem. Bunlardan ilk 3 dönem suda tamamlanır. Sivrisinekler doğru bilinenin aksine kışın da hangi evrede olursa olsun yaşayabilir.
Yumurtadan çıkan sivrisinek yavrularının (pulpa), büyüme evrelerini tamamlayabilmeleri için küçük bir su birikintisine ihtiyaç duyar. Bu, çamurlu bir yağmur suyu, bataklık, çeltik, havuz suyu ya da teneke kapta birikmiş bir su olabilir. Ancak durgun sular sivrisineklerin tercih sebebidir. Çünkü bu sular, içerdikleri fotosentez yapabilen bitki öbekleri sayesinde, oksijence zengindirler.
Sivrisinek yumurtaları su bulunan her ortamda gelişebilirler, ancak bazı şartların sağlanması gerekir: Yumurtadan çıkacak olan larva, yetişkin bir sinek oluncaya kadar farklı evreler geçirecektir. Her evrede de yavru sineğin farklı ihtiyaçları olacaktır. Kuraklık ve aşırı sıcak da yumurtaların gelişimini engelleyebilir. Bu yüzden anne sivrisinek doğacak yavruların tüm gelişme evrelerini rahatça tamamlayabilecekleri bir ortam bulmak zorundadır. Dişi sivrisinek, karnının altında bulunan alıcı bir anten sayesinde, toprağın nem ve sıcaklık bakımından yumurtalarını bırakmaya uygun olup olmadığını tespit edebilir.
Sivrisineklerin çiftleşmesi havada uçarken gerçekleşir. Erkeğin dişisini havada tutmak için kullandığı kıskaçları vardır. Fakat erkekler erişkin bir sivrisinek olana kadar, yani kısa yaşamlarının ilk 24 saati boyunca çiftleşemezler. Çünkü bu süre içinde antenleri henüz kurumadığından sağırdırlar. Bu yüzden dişilerin kanat seslerini -yani çiftleşme çağrılarını- duyamazlar.
Sivrisineklerde işitme yeteneği çok gelişmiştir. Erkeğin kafasından çıkan 2 tane küçük ve tüylü antende bulunan çok sayıda duyu hücresinden meydana gelmiş "Johnston organı", ses dalgalarının titreşimlerini alır ve ayırt eder. Bu tüylü duyargalar yalnızca dik durumdayken ses titreşimlerine karşı duyarlıdırlar.
Dişi sivrisineğin kanatlarından çıkan ses erkek sivrisineği etkileyen en önemli faktördür. Dişinin kanat sesleri, erkeğin antenindeki reseptör hücreleri titreştirir ve sivrisineğin beynine elektrik sinyallerini gönderir. Dişiler kanatlarını erkeklerden daha hızlı çırparlar ve dişinin kanatlarından çıkan titreşimler erkeklerde çiftleşme isteğini artırır.
Sivrisinek sürüsünün içine düşen bir dişi, erkeklerden biri tarafından farkedildiğinde, erkek sivrisineğin cinsel organının yanında bulunan özel kıskaçlarla tutulur ve çiftleşme genellikle havada bazen de yerde gerçekleşir. Çiftleşmeden sonra erkek, sürüsüne geri döner ve bir süre sonra da ölür.
Çiftleşme gerçekleştikten sonra dişi sivrisinek, erkeğin spermlerini özel bir kesede muhafaza ederek, haftalar boyu döllenmiş yumurta yumurtlayabilir. Bir dişi bir defada 200-400 arası yumurta yumurtlar. Dişi sivrisinek çiftleşme anından itibaren kan emmeye başlar, çünkü yumurtalarının gelişebilmesi için kana ihtiyacı vardır.
Larva döneminde bir kurtçuk şeklindeki canlı,pupa döneminde koza şeklini alır. Ilık, durgun ve 60 cm'den sığ sularda gelişebilir. Ergin hale geldikten sonra 2-3 km.uçarak ortalama 2 ay kadar hayatta kalabilir. İçinde su olan lastik, kova,boru,inşaatlar, havuzlar ve lağımlar gelişmek için uygun ortamlardır.
Akşam üstü görülern sivrisinek sürüleri erkeklerden oluşmaktadır. Sivrisinekler genelde alacakaranlık zamanlarında uçarlar.
Pek çok doğal düşmanları vardır. Kurbağalar, balıklar, kertenkeleler, bukalemunlar, kuşlar, yarasalar ve böcek larvaları sivrisinek ve larvalarıyla beslenirler.
Günümüzde sivrisineklerle mücadele için kimyasal ve fiziksel pek çok metod kullanılmaktadır. Ancak çok basit ve hızlı üremeleri nedeniyle etkin bir mücadele ile lokal temizliği mümkündür.(vikipediden alınmıştır.)

Bu yazıyı okuduktan sonra bir kez daha Amenna ve saddakna/ güvendim ve doğruladım Allahım diyerek hamdu-sena ettim.

Kusursuzluk sadece Allah’a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah’a emanet olunuz.

Apollonius
3. February 2010, 07:30 AM
Detaylı şekilde açıklayıcı yanıtınız için çok teşekkür ederim sevgili dost;

Fakat ilk mesajımda ilk olarak Bakara:26 yı yazdığım için konuyu yanlış anlamışsınız sanırım.

İlk mesajımda da benim üzerinde düşündüğüm kısım Hac suresinin 73. ayeti idi. Orayı okurken Bakara suresindeki sivrisinek aklıma gelmişti. Ve ikisini Arapça bilmeyerek 1) Hac:73 ve 2) Bakara:26 sıralamasında okuyunca birbirleri ile bağlantılı olabileceklerini düşünmüştüm. Fakat daha ilk yanıtınızda verdiğiniz bilgi iki ayetin bağlantılı olmadıklarını anlamama yetti ve bundan sonra sadece Hac:73 üzerinde başka şekilde düşünmeye devam ettim.

Benim üzerinde düşündüğüm kısım; bir önceki mesajımda belirttiğim gibi Hac suresinin 73. ayetindeki sivri olmayan sinek ile ilgili olarak söylenen "Sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu bile ondan geri alamazlar." cümlesiydi. Diğer forumdaki yazışmaya dikkat ederseniz tüm yazışma zaten bunun üzerine. Ve o yazışmada o ayet hakkında -benim açımdan- tatmin edici bir sonuca vardığımızı düşünüyorum.

Tekrar teşekkür ederim. Allah'a emanet olun.