PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : çağımızın özgür kadını bu mudur


müslümanlardan
22. January 2010, 12:07 PM
Kadının toplumsal statüsü, 19. yüzyıldaki sanayi dev*rimiyle değişmeye başlamıştır. Bu zamana kadar sokak ve meydanlara davet edilmeyen kadınlar, sanayi devriminin yaygınlaşmaya başladığı dönemlerde evlerinden çıkmaya ve seslerini duyurmaya başlamışlardır.

Acaba bunun nedeni neydi?

Kadınlar yeni yeni mi uyanmaya başlamıştı?

Yoksa bu uyanış kadınlardan değil de, kadınların dı*şındaki bazı çevrelerden mi kaynaklanıyordu?

Meseleyi kendi dönemine ve dönemin gelişen şartla*rına göre değerlendirdiğimiz zaman bu uyanışın kadınlar*dan değil, kadınları kullanmak isteyen dış çevrelerden kay*naklandığını görmemiz zor değildir. Kadınları, kadın hakları adına sokaklara ve fabrikalara davet eden bu çev*reler, hiç şüphesiz ki bu daveti kadınlara bir değer verdik*leri veya kadınları kadın olarak önemsedikleri için yapma*mışlardır. Bu çevreler için önemli olan sanayi ve teknoloji putunun yücelmesi, üretimin artması ve kapitalist kasaların dolmasıdır.

Sanayi devrimiyle birlikte ferdi üretimden, toplu üre*timlere hızlı bir geçiş başlamıştır. Toplu üretimlerin bellibaşlı sahipleri olan kapitalistler, makina ve fabrikalarla birtikte, bu fabrikalarda çalışacak çok sayıda işçilere de gerek duymuşlardır. Fabrikalarda çalışacak işçilerin, çok üstün vasıf veya becerilere sahip olmasına da gerek yoktu. Çün*kü üretimin maharet ve yetenek isteyen yönünü, zaten makinalar yapmaya başlamıştı. İşçilerin fonksiyonu ise bu makinalara yardımcı olmak, makinaların çalışmasını sağla*maktı. Dolayısıyla işçinin vasıflı veya yetenekli olmasından ziyade, ucuz olması önemliydi, Bu konuda sadece erkek işçilere yönelinse, yapılacak iş ne kadar basit olursa olsun, aile sahibi olan erkeğe yine de asgari bir ücret verilecekti. Şeytani zihniyete paralel olan kapitalist zihniyet için, bu durum tabi ki cazip değildi. Çünkü böyle bir durum, kapi*talistlerin fabrikasında çalışacak olan bir erkeğe, bu erke*ğin bakmakla yükümlü olduğu 3-4 kişinin nafakasını ver*mek demekti'..

Oysa böyle olmamalıydı, bir kişinin emeğine karşılık, 3-4 kişinin nafakası verilmemeliydi!. Kapitalist sermaye,

bir kişiye nafaka veriyorsa, bu kişinin emeğini mutla*ka ve mutlaka almalıydı. Daha açık bir ifadeyle yetişkin olan herkes, kendi nafakasına karşılık kendi emeğini, ken*di işgücünü sunmalıydı! Evlerde oturan, ev ve aile işleriyle uğraşan, nafaka için kocasının (ka*pitaliste göre kendisinin) eline bakan kadınlar, kapitalistler için bir hazıryiyici idi. Kapitalistlerin üretimine hiçbir katkı*ları bulunmamasına rağmen, kapitalistlerin verdiği nafaka*yı yiyorlardı!.

Evlerin kapıları çalınmalı ve evlerde oturan bu hazır yiyiciler fabrikalara, üretim dünyasına davet edilmeliydi, Ve kapılar çalındı.. Ve kadınlar önce pencerelerden bakmaya, kapıları çalan bu adamı tanımaya çalıştılar. Bu adam,

kocalarının patronuydu, zengin ve saygıdeğer bir in*sandı!.

Hemen kapılara yöneldiler, bu saygıdeğer işverenin neden geldiğini sormak ve bu kutlu nedeni öğrenmek istediler!. Fakat kapıları açtıklan zaman, kapıda saygıdeğer patronu değil, bu patronun uşakları olan yazarları, düşü*nürleri, sanat adamlarını gördüler. Hepsi birden ağzını aç*mış ve hepsi birden konuşmaya başlamışlardı.

“Sayın hanımefendi!. Yıllarca ezilmekten, evlere hapsolunmaktan daha bıkmadınız mı?”

“Erkeklerin bu sömürüsüne daha ne kadar katlana*caksınız?”

“Bunca ağır ev işlerini yapmanıza rağmen sizlere de*ğer veriliyor mu?”

“Sizin erkeklerden neyiniz eksik, niye ikinci üçüncü sınıf insan muamelesine razı oluyorsunuz?”

“Erkeklerle eşit olduğunuzu ispatlamanız ve hakları*nızı almanın zamanı gelmedi mi?”

“Uyanın.. Uyanın ey kadınlar!.”

Şaşırmışlardı!.

Ne diyordu, ne demek istiyordu bunlar?

Gerçi söyledikleri de doğru şeylerdi!. Erkeklerin otori*tesi altında yaşadıkları bir gerçekti. Evin bütün işlerini yapmalanna, çocuklarına bakmalanna rağmen kocalanna bir türlü yaranamıyorlar, onların birçok hakaretleriyle karşılaşı*yorlardı.

Kocalarından yedikleri dayaklarla kafası patlamış, gözleri morarmış olanlar, korku ve umudla sordular.

İyi ama nasıl, nasıl olacak bu?

Bekledikleri ve istedikleri soruyla karşılaşan kapıdaki*ler, hepbir ağızdan tekrar konuşmaya başladılar.

Kocalarınızın despot hakimiyeti, kocalarınızın eko*nomik gücünden kaynaklanıyor, Kocalarınıza ekonomik bağımlılık ile özgür olamazsınız.

Bir an önce çalışma hayatına atılmanız ve ekono*mik özgürlüğünüzü kazanmanız gerekir.

Erkeklerin yaptığı birçok işi, sizler de yapabilirsiniz..

Kadınlar yine birbirlerine bakmaya başladılar. Arala*rından bazıları “Bizler kadınız, utanırız, korumamız gere*ken bir iffetimiz, bir namusumuz var!” diyecek oldular. Ka*pıdakiler ise soruyu duymadan cevabı hazırlamışlardı.

Namus ve utanmak da ne demek? Namuslu ve uta*nan bir köle kalacağınıza, ıhım, şey bir özgür olun. Ve kadınlar bu propaganda şaşkınlığı ile sokaklara çıkmaya, kapitalist düzende yerlerini almaya başladılar. Müslü*manlar bütün meşru işlerine “Allah'ın adıyla” başlamalana karşın, bu zavallı kadınlar meşru veya gayrimeşru bü*tün işlerine “Kadın hakları ve eşitlik adıyla” başlar oldular!. Kadınların fabrikalarda ve değişik üretim sahalarında yer almaları, kapitalistler için iki önemli menfaat sağlamıştı. Bunlardan birisi iş gücünün fazlalaşması, diğeri ise erkeğe rakip olarak çıkan ve daha ucuza çalışmaya talip olan kadının, erkeğin işgücü değerini düşünmesiydi.

Kadını böylesi bir kalkış noktası ile kullanan kapitalist mantığın, kadın hakları konusunda ne derece dürüst ve samimi olduğu ise, kadınları getirdiği noktadan bellidir!. Meşhur bir mankene, büyük bir işveren durumuna gelen kadına, üç-beş kadın sanatçıya bakarak, sakın ola ki “İşte öz*gür kadın bu” demeyin!. Çünkü bütün bunlar, çağdaş özgür kadının kitlesel değil, istisnai bir durumudur. Yüzbinlerde bir kadın bu konuma ulaşırken, kitleleri oluşturan ka*dınlar ise bambaşka bir konumdadır.

Özgür denilen kadın kitlesi, kadınlıkla ve hanımefendilikle ilgisi olmayan ilimleri öğrenmek için yıllarca okula giden ve bir masada iki bük*lüm, evlerine gelince dört ipüklüm çalışan kadınlardan olu*şuyordu!.

Özgür denilen kadın kitlesi, kendi evinin hizmetçisi olmaya isyan edip, yüzlerce eve hizmetçiliğe giden kadınlardan oluşuyordu!. özgür denilen kadın kitlesi, kendi çocuğunu komşuya bırakıp, başkalannın çocuk*larına bakıcılığa giden kadınlardan oluşuyordu!.

Özgür denilen kadın kitlesi, evindeki bir erkeğe üstünlük sağlamak için, yazıhane*lerde, dükkanlarda, işyerlerinde, pavyonlarda binlerce er*kek tarafından aşağılanan, kullanılan kadınlardan oluşuyor*du!.

Özgür denilen kadın kitlesi, manken veya artist olabilmek için evinden kaçan ve kaderin değil, kapitalist düzenin binbir cilvesi ile pezevenklerin sermayesi olan kadınlardan oluşuyordu!.

Kitleleri oluşturan kadınlar, böyle bir özgürlüğe ula*şan kadınlardı!. Artık erkeğin karşısında boyunlannı bükmeden oturabilecekler, zorba erkeklere karşı özgür ve eşit olduklarını söyleyebileceklerdi!.

Nitekim, sabahın alacakaranlığında elinde sefertasi ile otobüs bekleyen, otobüsteki sarsıntı ve sarkıntı ile fabrikaya giden, bütün bir gün makina ve, erkek homurtuları altında çalışan, yorgunluktan şaşkına dörien vücudunu itlip-kakılan kalabalıklar arasından eve taşıyan, bir günde yapması gereken ev işlerini iki-üç saatte bitirme telaşıyla çırpınan, sofrayı toplayıp, bulaşıkları yıkadıktan sonra kocası*nın karşısına oturan, bacak bacak üstüne atabilmek için iki eliyle kaldırma*ya çalıştığı bacağını, öteki ayağının üstüne koyan kadın, gözlerini açmaya, dilini konuşmaya zorluyarak kocasına “Ben artık özgür bir kadınım” diyordu!.

Bu zavallı kadın, acaba haklı mıydı?

Özgürlük bu muydu ve o özgür müydü?

Sorusuna cevap aramak içirt bir haline, bir kocasına baktı!. Kocası ise bir eliyle karısının maaşını çerez olarak yerken, diğer elini ona uzatarak beklediği cevabı gayet açık bir lisanla ifade ediyordu.

Bana bak kadın! Haddini bil. Kaç para maaş aldı*ğın belli. Hem çalışan kadın yalnız sen değilsin. Vururum şeyine bir tekme, başka bir çalışan kadın alınm haa!.

Doğruydu kocasının söyledikleri!. Patrona cilve yap*madığı için maaşı gerçekten azdı. Ayrıca çalışan kadın sadece kendisi değildi ki! Eşitlik ve özgürlük adına çalışan ve çalışmaya talip olan yüzbinlerce kadın yok muydu?

Sustu..

Modem ve çağdaş kadının açık bir sembolü olabil*mek için doğrulmaya, yediği kazıklarla dik durmaya çalıştı!.

Barış
22. January 2010, 02:48 PM
Selam,

Kapitalizm kadın-erkek ayrımı yapmıyor,doğru. Emek sömürüsü var ise,kadın için de, erkek için de geçerlidir bu. Ahlaki zaafiyetler ise,yine kadın ve erkek tüm toplumu etkileyen ve hepimizin birlikte mücadele etmemiz gereken sorunlar doğurur. Ve toplumdaki tüm bireylerin, ekonomik sistemdeki,çalışma hayatındaki olumsuzluklarla, yanlış tavır,davranış ve algılayışlarla mücadele etmesi gerekir.

Bunun dışında;

Kadınlar yine birbirlerine bakmaya başladılar. Arala*rından bazıları “Bizler kadınız, utanırız, korumamız gere*ken bir iffetimiz, bir namusumuz var!” diyecek oldular. Ka*pıdakiler ise soruyu duymadan cevabı hazırlamışlardı.

Evde oturunca namus mu korunuyormuş?

Çalışınca namus elden mi gidiyormuş?

Bunlar nasıl genellemeler böyle?



Özgür denilen kadın kitlesi, kadınlıkla ve hanımefendilikle ilgisi olmayan ilimleri öğrenmek için yıllarca okula giden ve bir masada iki bük*lüm, evlerine gelince dört ipüklüm çalışan kadınlardan olu*şuyordu!.

Hanımefendilikle ilgili okullar hangileri?

Türkiye'de leydilik okulu vardı da biz mi gitmedik?:)

Yazının genelinde, çalışan kadınların yaşayabilecekleri olumsuzluklardan örnekler verilmiş ve bu olumsuz hava içerisinde ''kadının yeri evidir'' düşüncesi verilmeye çalışılmış. Bakış açısı bu olduğu zaman da, ''çalışmak için evden çıkan kadın iffetini namusunu kaybeder'' düşüncesi doğal sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Çalışmak kadının namusunu kaybettirecek bir olgu olarak alındığında ise, kadının okumasına gerek yok diyebiliyoruz rahatlıkla. Ya da en fazla, kadınlıkla ve hanımefendilikle ilgili ilimler öğrenebilir, sonra da evinde otursun, namusunu korusun!

Müslümanlardan Kardeşim,

Bu yazının hitabı işçi veya işveren tüm erkeklere olmalıydı.

Çünkü, edeple ilişiği bulunmayan derdi olmayan kadın için çalışma-çalışmama gibi bir ayrımın önemi yoktur.

İlişiği olanın ise, şarlarını kolaylaştırmak ve olumsuz müdahelelerden korumak tüm toplumun ve özellikle erkeklerin görevidir.

Çünkü bozuk şartların sebebi edepsizler ve yoğun olarak da erkeklerdir.


Genel havayı yansıtıp, hava bozuk, kadınlar hanımefendilik okusun,leydi gibi evinde otursun düşüncesini savunmak bence yanlış bir bakış açısı ve sonuç getirmiş.

Bilinçli bireyler, (kadın veya erkek farketmez), edepleri ile, namusları ile çalışabilirler, uygun olmayan ortamlarda iseler ya o şartları değiştirmeye çalışırlar, olmadı işyerlerini değiştirirler.


Toplumdaki kadınlar ve erkekler, toplumdaki çarpıklıklarla beraberce mücadele ederlerse başarılı olurlar ve çalışma hayatındaki olumsuzlukları da her iki cins için de ortadan kaldırabilirler.

Selam ile.

Toslunba
22. January 2010, 06:08 PM
Yazı kapitalizmin eleştirisi ile başlanmış ve bir gül demeti verilmiş. Bundan korunma yolu olarakta kadınları eve kapatıp islamide bir kılıf kullanılarak gül demetine akrep saklanmış. Kendilerini islami olarak niteleyen pek çok ERKEK yazarın kadın konusundaki yazılarının çokluğu ve içeriğini düşünüyorumda ,bu yazarların kadın tutkusunu gördükçe "hiç birinizi evime sokmam" diyesim geliyor. Beni kınamayın ,sizde kendinize sorun ,kadın saçından kaşından tahrik olan birisini evinize sokarmıydınız? Yada bütün gününü kadınlar üzerine düşünerek geçiren bir erkeği? Yada kadın çalışırsa namusu zedelenir diye düşünen birisini?

Bence kadından ziyade artık ülkemizde ADAMLIK tan bahseden yazılar yazılmalı.

Af buyurun kelimeler ağır oldu ,ancak birisinin başı açık eşimin saçını - kaşını takıntı edinip üzerine düşündüğünü ve yazılar dizdiğini ,çalışıp çalışmaması gereği hakkında yazdığını düşündümde ,cidden sinirlendim.

Eskiler dergahların duvarına bir yazı yazarmış "edep ya -HUU" .Edep olmadan din olmaz.

müslümanlardan
23. January 2010, 12:15 PM
EDEPLİ YATİŞMEK


Kız evladlarının yetiştirilmesiyle ilgili olarak Resulul-lah (s.a.v.)'in sünnetinde örnekler olduğu gibi Kur'an-ı Kerim'de de örnekler bulunmaktadır. Bu örneklerden en açık olanı, Hz. Meryem validemizle ilgili olanıdır. Hz. Meryem validemizle ilgili örneği kavrayabümemiz için, öncelikle aşağıdaki ayet-i kerimeleri dikkate almamız gerekecektir.

“Hani İmran'ın karısı: Rabbim karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten, bilen Sen'sin Sen. demişti.” “Fakat onu doğurduğunda Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilirken dedi ki; Rabbim, doğrusu onu bir hz doğurdum. Erkek ise, hz gibi değildir. Ona Meryem adım koydum. Ben onu ve soyunu o taşa tutulmuş şeytandan Sana sı*ğındırırım.” “Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi Zekeriyyaty da ona sorum*lu kıldı. Zekeriyya, ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: Meryem, sana nerden bu? deyince, Bu, Allafı katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız nzık ve*rendir dedi” [ALİİMRAN 35..37]

Bu ayet-i kerimelerde Allah'a adanan Hz. Meryem'in, Allah tarafından nasıl ve ne şekilde yetiştirildiğine açıklık getirilmektedir. Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c), kendisi*ne adanan Hz. Meryem'i, nasıl yetiştirdiğini şu kısacık cümle ile ifade etmektedir.

Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulİe kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi.

Tabi ki kısa olmasına rağmen, uzun uzun düşünme*miz gereken bir ifadedir bu.

Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi.

Bitkilerle insanları mukayese ettiğimiz zaman, karşımıza çıkan en belirgin farklılık, ikisi arasındaki hareket farklılığıdır. Hareket etme ve yürüme istidadında olan insanlar, ihtiyaçlarının kendilerine gelmesini bekle*mekten ziyade, ihtiyaçlarına doğru yürürler. Bitkilerde ise bu özellik yoktur. Toprağa kök salan ve kök saldığı yere bağımlı olan bir bitki, ihtiyaçlarına doğru serbestçe hareket etme yeteneğine sahip değildir. İhtiyacı olan suyu, kökleri*nin bulunduğu ve köklerinin uzanabileceği kendi yerinde, kendi toprağında arar. Susuzluktan kurusa dahi, yüz metre ilersindeki bir su kaynağına yürüyerek veya köklerini dışa*rıya çıkanp yuvarlanarak gitmez, gidemez. Çünkü kendisi*nin sevdalandığı ve kendisi için vazgeçilmez olan ilk şey topraktır. Bu sevda ile toprağa köklerini salmış, bu sevda kökleri ile dik, dimdik durabilmiştir. Suya olan ihtiyacından dolayı topraktan kopması, köklerini dışarıya vurması, hiç şüphesiz ki dikliğini, doğruluğunu ve onurunu kaybetmesi demektir.

Bu nedenle kopmaz, kopamaz sımsıkı bağlandığı topraktan. Toprağı sev*da ile kucaklayan kökleri, susuzluktan kuruma pahasına da olsa bu sevdaya ihanet etmez. Kendilerini dosdoğru kılan bir sevdalı onurla yaşadıklan gibi, aynı sevdalı onurla ölür*ler. Nitekim “Ağaçlar ayakta ölür” onurlu ifadesinin, ger*çek kahramanlan bunlardır.

Bu kahramanlar, ölürken değil, yaşarken bile ayakta olamayan insan*lara açık, apaçık mesajlar vermektedirler.

Bu kahramanlar, “Allah'ın ipine sımsıkı nasıl tutunacağız, nasıl tutun*mamız gerekir?” diye soran tüm müslümanlara, bu onurlu halleriyle cevap vermekte ve onlara “Bizim gibi, bizim top*rağı tuttuğumuz gibi” demektedirler.

İşte kök saldıklan toprakta sessiz ve sakin bir şekilde varlıklarını sürdüren bitkilerin, ağaçlann böylesine onurlu bir hali, böylesine onurlu bir kimlikleri vardır. Toprağa, havaya ve güneşe olan ihtiyaçları gibi, suya da ihtiyaçları olmasına rağmen, bu ihtiyaçları onları isyana değil, tevek*küle ve sabıra davet etmektedir. Bulunduklan yerde sebat göstererek, Allah'ı zikredip ve Allah'a tevekkül ederek, sa*dece Allah'tan beklemektedirler.

İşte Hz. Meryem böyle olduğu gibi, Hz. Meryem'in yetiştirilişi de böyleydi. Şanı yüce Rabbimiz Hz. Meryem validemizi “Güzel bir bitki gibi yetiştirdiğini” beyan ederken, ayet-i kerimede verilen bitki Örneği, Kur'an-ı Kerim çerçevesinde düşünüldükçe hikmet*leri anlaşılabilecek bir örnektir.

Kur'an-ı Kerim'i ve Sünnetullah'ı dikkate alan bütün anne ve babalann da, Rabbimizin verdiği bu hikmetli ör*neği idrak ederek kız çocuklannı narin ve nadide bir çiçek gibi yetiştirmeleri gerekmektedir. Çünkü kızlara ve kadınlara yakışan, kabalık veya hoyratlık değil, incelik ve nezakettir. Erkeklerdeki bazı sert ve katı tavırlar, erkeklere o\r nebze yakışsa dahi, böylesi tavırlar kızlara yakışmaz. Büyü*dükleri ve evlendikleri zaman, yeni nesillerin mürebbiy«esi durumuna gelecek olan kız çocuklanndan yeni nesilleri na*sıl yetiştirmelerini bekliyorsak, onlan aynı şekilde yetiştir*memiz gerekmektedir.

Ananın mürebbiyeliği ise, hiç şüphesiz ki şefkat, merhamet ve nezaket düzle*minde gerçekleştirilen bir mürebbiyelik olmalıdır. Nitekim Resulullah (s.a.v.)'in kız çocuklannı nasıl yetiştirdiğini dik*kate alırsak, bu yetiştirmedeki şefkat, merhamet ve neza*ket örneklerini müşahhas bir şekilde görebilmemiz müm*kün olacaktır.

Eğitim Kız çocuklarının eğitimi, dini meseleleri öğrenme ve öğretme hususlannda erkek çocuklarından pek farklı değil*dir Müslüman bir ailede hem erkek ve hem de kız çocuk*larına anlayış seviyelerine göre İslami gerçekler anlatılmak*ta çocuklann anlayabileceği örneklerle İslam'ın temel meselelerine açıklık getirilmektedir. Çocuklar amel etme çağma geldikleri zaman ise çocuklann amelle ilgili gene. fıkıhları anne ve baba tarafından izah edilmekle birlikte, biz çocuklarının kendilerine özgü farklı fıkıhları, özellikle ane*len tarafından kızlarına iletilmektedir.

Kız çocuklarının yetiştirilmesinde annelerin dikkate alacağı diğer önemli mesele ise, kız çocuklarını bir evnanımı olarak yetiştirmeleridir.

Okumak, öğrenmek, ilim tahsil etmek, çok önemli eylemler olmasına rağ*men, bütün bu eylemler, bir kızın veya bir kadının ev işle*rini öğrenmesine ve yapmasına engel olmamalıdır.

Ne kadar okumuş olursa olsun, para kazanamayan, evinin geçimini temin edemeyen bir erkek, müslüman bir aile için genelde tercih edilebile*cek bir erkek olmadığı gibi, ne kadar okumuş olursa olsun, ev işlerini bilmeyen, bunları yürütemeyecek olan bir kadın da, yine müslüman bir aile için genel olarak tercih edilebilecek bir kadın değildir.

Dolayısıyla İslam toplumu için müslüman bir aile ne kadar gerekli ise, müslüman bir aile için de, evinin geçimi*ni temin edebilen bir baba ve evin işlerini yürütebilen bir anne o kadar gereklidir.

Kız çocuklarının yetiştirilmesinde önemle üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise, kız çocuklarına na*mus ve iffet bilincinin verilmesidir.

İffet, kadınlar için kazanılan değil, korunan bir haslet*tir. Bu değer kadının yaratılışında vardır. Dolayısıyla kız çocuklanna bu iffet şuurunun verilmesi ve bu iffeti özenle korumaya teşvik edilmeleri gerekmektedir. “Nasıl olsa ço*cuktur” diyerek kız çocukla çıplaklığa ve çıplaklık kültü*rüne yönelten anne ve babalann, ilerleyen yaşlarda çocuk*larına iffet ve utanma duygularını vermeleri oldukça zordur. Nitekim böylesi ailelerde yetişip, çıplaklığı doğal bir kültür olarak algılayan ve bu çıplaklık kültürü ile namus ve iffetini yitiren nice kızlar bulunmaktadır!.

Cahiliye döneminde bazı kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüklerini söylemiştik. Fakat hiç şüpheniz olmasın ki yaşadığımız çağda ailesi tarafından çıplaklığa, ah*laksızlığa ve küfre saptınlan birçok kız çocuğu. İlahi hesap gününde babalan tarafından diri diri toprağa gömülen kız çocuklarının tertemiz yüzlerine bakacaklar ve gözlerindeki dehşetli öfke ile kendi anne babalanna dönerek, onlara şöyle haykıracaklardır.

Keşke bizleri diri diri çirkefe gömeceğinize, diri diri toprağa gömseydiniz!.

TEVHİDİ MÜCADELEDE KADIN VE ERKEK


Bu bölümde işleyeceğimiz konulara “Tevhidi mücade*lede kadın” veya “Tevhidi mücadelede erkek” başlığını ver*memiz mümkün değildir. Çünkü insanİann yaratılış gayesi olan Allah'a kullukta ve bu kulluğun görkemli bir uzantısı olan tevhidi mücadelede, kadını veya erkeği birbirden ayrı, birbirinden bağımsız düşünemeyiz. Nitekim insanlar için apaçık bir çağn olan İlahi vahiy, kadınıyla erkeğiyle bütün bir insanlığı muhatap almakta, bütün bir insanlığı hidayete ve Allah'a kulluğa davet etmektedir.

“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz ki sahnasımz.” [78]

“Ben, cinleri de, insanktrı da, yalnızca Bana ibadet et*sinler diye yarattım.” [79]

Erkeğiyle kadınıyla bütün bir insanlığı muhatap alan İlahi vahiy, kulluk sorumluluğunda olduğu gibi bunun neticesi olan ceza ve mükafatta da hem kadınlan ve hem de erkekleri muhatap almaktadır. Nitekim cehennem azabı*na, erkeğiyle kadınıyla bütün kafirler, bütün müşrikler, bütün münafıklar girecektir.

“Bir de; kötü bir zan ile zanda bulunmakta olan müna*fık erkeklerle münafık kadınları ve müşrik erkeklerle müşrik kadınları azablandırması için. O kötülük çemberi, tepelerine insin. Allah, onlara karşı gazablanmış, olanları lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Varacakları yer ne kötüdür.” [80]

Aklımızla kavnyamayacağımız, hayalini bile kuramayacağımız ebedi cennet hayatına ise, iman edip salih amel işleyen erkek ve kadın bütün mü'minler, bütün müslümanlar gireceklerdir. Şanı yüce Rabbimiz ister kadın olsun, ister erkek olsun hiçbir müslümanın salih amelini boşa çıkarmayacağını beyan etmekte ve onları cennetle müjdelemektedir.

“Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar, cennete girecek ve onlar, bir çekir*değin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramaya*caklardır.” [81]

“Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler va'detmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” [82]

Hidayete ve Allah'a kulluğa davette, cehennem tehdi*di ve cennet müjdesinde kadın erkek aynmı olmadığı, Allah'a kullukla ilgili ve İslam dininin aslını oluşturan birçok emir ve nehiyde de kadın erkek ayınmı yoktur.

“Hiç şüphesiz, müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min olan erkekler ve mü'min olan kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabre*den erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) kor*kan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzları*nı) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Al*lah'ı çokça) zikreden kadınlar, (işte) bunlar için Allah bir ba*ğışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.” [83]

Allah'a kullukla ilgili bütün bu hususlarda kadın ve er*kek arasında bir ayırım olmamasına rağmen, değerlendireceğimiz mesele tevhidi mücadelenin toplumsal boyutuna uzandığı zaman, kadın ve erkek arasında bazı farklı mükel*lefiyetler söz konusu olmaktadır.

Mesela günümüzdeki müslüman kadınların İslami faa*liyette bulunabilecekleri sosyal düzlemlerin, bu kadınların öncelikle yakın çevrelerinde oluşturabilecekleri ve ilişki hududlarının dikkate alındığı düzlemler olduğunu belirtmiştik. Müslüman kadının İslami faaliyeti öncelikle aile içersinde başlamakta ve yakın çevreden uzak çevreye doğru temkin*li bir gelişim göstermektedir.

Her gün yeni şeyter öğrenmek isteyecek olan çocuk*larına İslami öğretiyi sunan, kadın akrabalarına haliyle, hareketiyle ve rahmetli anlatımıyla İslami tebliğ eden, cahiliye üzere olan komşularıyla insani diyalog kuran, onların ister istemez takdir edecekleri bir kimlik ve kişiliği onlara gösteren ve böylesi zeminlerde onlan hayra, onları tevhi*de davet eden mü'mine kadınlarımız, hiç şüphesiz ki gıpta edilmesi gereken mü'mine kadınlanmızdır. Bütün bunların fevkinde olarak aile içi ve yakın çevredeki İslami faaliyetlerini hakkıyle yerine getiren ve özel yeteneklere sahip bazı istisnai kadınlanmız ise, bu faaliyet sınırlarını İlahi ölçüleri dikkate alarak uzak çevreye doğru kısmi ve temkinli olarak genişletebileceklerdir.

Kısmi ve temkinli olarak dememizin nedeni, kadınıyla erkeğiyle insanı yaratan ve ne yarattığını hakkıyle bilen şanı yüce Rabbimiz, kadın ile erkek arasındaki bazı farklı*lıkları ve özel durumları dikkate alarak her nefse sadece ve sadece güç yetirebileceği şeyleri yüklemesidir. Kur'an-ı Kerim'de de beyan edildiği gibi tüm insanlara din konusunda güçlük yüklemeyen Allah (c.c), kadın veya erkek hiçbir nefse de güç yetireceği dışında bir şey' yüklememiştir.

Hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yalanınız dahi olsa- adil olun. Allah'ın ahdine de vefa gösterin. İşte bunlarla size tav*siye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.

Hiçbir nefse güç yetiremeyeceği, kaldıramayacağı bir şeyi yüklemeyen şanı yüce Rabbimizin bu Sünnet'ini dikkate aldığımız zaman, peygamber*lerin erkeklerden seçilmesinin hikmetini de anlayabiliriz. Peygamberlerin erkeklerden seçilmesi, bazı kimselerin ileri sürdükleri gibi Allah katında erkeklerin kadınlardan üstün tutulması değildir. Rabbimiz katında kadın erkek ayırımı kesinlikle yoktur. Dünya yaşantısıyla ügili olarak vazedilen bazı hükümlerdeki kadın erkek ayırımı, Allah katında değil, insanlar nezdinde yapılan ve yapılması gereken bir ayrım*dır. Rabbimiz katında ise Allah'a kul olmuş bir kadın ile, Allah'a kul olmuş bir erkek arasında herhangi bir fark yok*tur. Şayet böyle bir fark olsaydı, İlahi huzurda kadınlar ve erkekler ayrı ayn toplanır, kadınların ve erkeklerin hesap*lan ayn ayn yapılırdı. Oysa Kur'an-ı Kerim'de de beyan edildiği gibi İlahi huzurda cinsiyet ayrımı yapılmayacak, kadın veya erkek bütün insanlar aynı İlahi sorgulamaya çekilip, aynı İlahi ölçülerle cennete veya cehenneme gide*ceklerdir.

Peygamberlerin erkeklerden seçilmesi meselesine dö*necek olursak, tüm peygamberler, Allah'ı bilmenin ve Allah'a kulluk etmenin yanısıra tevhidi mücadelenin toplumsal boyutuyla da görevlendirilen seçkin insanlardı. Genellikle cahiliyenin yaygınlaştığı ve azdığı ortamlarda gönderilen bu peygam*berler, cahili toplumlann yoğun baskılan ve işkenceleri ile karşılaşıyorlardı. Kendilerini Allah'a kulluğa davet eden peygamberleri aşağılayabilmek için her çareye başvuran cahiliye mensuplan, bu peygamber kadın olduğu zaman hiç şüphesiz ki çok daha adice yaklaşımlarda bulunabile*cekler, iik fırsatta kadın peygamberin onur ve iffetine saldırabilecekler veya değişik iftiralar nisbet edebileceklerdi. Cahiliyenin şiddetli baskı ve işkenceleriyle beraber, böylesi iğrenç yaklaşımlarla da muhatap olunması, müslüman bir kadının tahammül edebileceği, güç yetirebileceği şeyler değildir. Peygamberliğin getirebileceği bu gibi zorluklar, fıtri olarak kadınlardan ziyade erkeklerin dayanabilecekleri, er*keklerin güç yetirebilecekleri bir iş olduğu için, şanı yüce Rabbimiz peygamberlerini erkeklerden seçmiştir. Mesele bu noktaya geldiği zaman bazı kardeşlerimiz şöyle diyebi*leceklerdir.

Bu söylediğiniz şeyler, mutlak geçerli olan şeyler de*ğildir. Çünkü her şeye kadir olan Allah (c.c), kadın peygamberini tüm bunlardan koruyabilir ve onu bütün baskıla*ra rağmen aziz bir duruma getirebilirdi!.

Evet, doğru bir düşüncedir bu..

Nitekim meselenin bu boyutunu bizler de düşündük!.

Hatta ve hatta, fakirlerin hor görüldüğü toplumlarda fakir*lerden peygamber gönderen ve cahiliyenin hor gördüğü fakirleri aziz bir duruma getiren şanı yüce Rabbimiz, aynı hikmetli sünneti istikametinde “Kadınların hor görüldüğü toplumlarda, kadınlardan niye veya neden peygamber göndermemiştir?” sorusunu sorduk kendimize ve Kur'an-ı Kerim'de bu sorunun cevabını aradık!. Mesela alemlerin Rabbi olan Allah (c.c), Hz. İsa (a.s.)'a değil de, Kendisine adanan, Kendisinin koruduğu ve yetiştirdiği Hz. Meryem validemize peygamberlik verebilirdi!.

Ancak peygamberliği Hz. Meryem validemize verme*miştir!.

Peki neden?

Her hükmünde hikmet sahibi olan Rabbimizin, bu hükmündeki hikmet neydi?

Meseleyi Hz. Meryem validemiz üzerinde düşünüp, onun bazı kadınlık zafiyetleri üzerinde yoğunlaştırdığımız zaman, herhangi bir sonuca varmamız, varabilmemiz mümkün değildir. Çünkü az önce ifade edildiği gibi şanı yüce Rabbimiz İlahi yardımı ile Hz. Meryem validemizi sa*dece kabilesinden değil, tüm dünyadan ve dünyanın için-dekilerden koruyabilirdi. O halde meselenin, yani Hz. Mer*yem validemize peygamberlik verilmeyişinin nedeni, Hz. Meryem validemizle ilgili bir husus değildi!.

İşte bu meselenin hikmeti, Hz. Meryem validemizden ziyade Hz. Meryem valide*mizi kendilerine örnek alabilecek olan müslüman kadınlarla ilgiliydi!. Şayet Hz. Meryem validemize peygamberlik verilip, Hz. Meryem validemiz tevhidi hareketin toplumsal boyutunda açık, apaçık bir mücadele verseydi, kıyamete kadar yaşayacak olan bütün müslüman kadınlara bu müca*delesiyle örnek olacak ve tüm müslüman kadınlar bu apaçık mücadele fikhıyla karşı karşıya geleceklerdi. Peygam*berlerin kadın olması durumunda karşılaşılacak bütün olumsuzluklar ile, sadece Hz. Meryem validemiz değil, onu örnek alan tüm müsiüman kadınlar da karşılaşabilecekti. İşte yaşamış ve yaşayacak olan bütün müsiüman kadınlar için böyle bir zorluk dilemeyen, onlan tahammül edemeyecekleri, güç yetiremeyecekleri şeylerle mükellef tutma*yan şanı yüce Rabbimiz, bu hikmetli neden ile kadınlara peygamberlik vermemiş ve tüm peygamberlerini erkekler*den göndermiştir.

“Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkekler dışında peygamber göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, şu hal*de zikir ehline sorun.” [84]

Peygamberliğin erkeklere verilmesiyle ilgili olarak bu söylediklerimizi, peygamberlik ve peygamberliğin misyo*nuyla birlikte değerlendirmemiz gerekir. Dolayısıyla pey*gamberlikle ilgili olan ve bütün erkek müslümanların ör*nek alması gereken bazı sosyal eylemler, kadınlara değil, erkek müslümanlara özgü eylemlerdir. Nitekim Resulullah (s.a.v.)'in cahili toplum içersinde açıkça yaptığı birçok ey*lemde Hz. Hatice (r.a.) validemizin bulunmaması, günü*müzdeki müsiüman bacılarımızın örnek alması gereken hu*suslardır. Çünkü İlahi vahye göre müsiüman kadının tevhidi mücadelesi, erkek müslümanların yükümlü oldukla gibi açık, apaçık bir mücadele değildir. Nitekim kadın ve kızların özellikleriyle ilgili ayet-i kerimede, şöyle buyurulmaktadır.

“Onlar, zinet içinde büyütülüp de mücadelede (mulıale-fet, düşmanlık ve çekişmede) açık olmayan (hzlar)ı mı (Al*lah'a yakıştırıyorlar)?” [85]

Allah'a kurban olarak adanan müşrik kızlarıyla ilgili olarak nazil olan bu ayet-i kerimedeki beyan edilen vasıf*lar, kızlara veya kadınlara cahiliye tarafından nisbet edilen ve İlahi vahyin tekzip ettiği vasıflar değildir. Fıtri olarak er*keklerden daha hassas ve çok daha zarif olan kızlar, ger*çekten süs ve zinet içinde büyütülen narin çocuklarımızdır.

Bu kızlarımızın ve kadınlanmızın muhasamada yani muhalefet, çekişme ve düşmanla mücadelede erkekler gibi açık olmamalan ve bunun gereğini erkekler gibi yapama*maları ise İlahi vahye göre yadırganan değil, makul ve makbul karşılanan bir durumdur. Nitekim doğmadan önce kendisine adanan Hz. Meryem validemizi yetiştiren Allah (c.c), Hz. Meryem validemizi zamanımızdaki bazı bacıları*mızın özendiği militan bir kimlikte ve militan bir kişilikte değil, onu nadide ve güzel bir bitki gibi yetiştirdiğini beyan etmektedir.,

“Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi Zekeriyya'yı da ona sorumlu kıldı. Zekeriyya, ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yi*yecek buldu: Meryem, sana nerden bu? deyince, Bu, Al*lah kalındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık ve*rendir dedi.” [86]

Kendilerini ve kızlarını yetiştirmeye talip olan bacıları*mızın, Hz. Meryem validemizin İlahi terbiye ile nasıl yetiş*tirildiğini dikkate almaları gerekir. Müslüman kadınlanmıza bir Örnek olarak verilen Hz. Meryem validemize emredilen eylemler ise, bütün kadınlarımızın muhatap ve mükellef ol*dukları eylemlerdir.

“Hani melekler de: Meryem, şüphesiz Allah seni seçkin kıldı, seni arındırdı ve alemlerin kadınları üzerine seçti de*mişti Meryem, Rabbine gönülden itaatta bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et.” [87]

Müslüman bir kadının rüku edenlerle birlikte rüku et*mesi demek, hiç şüphesiz ki mutlaka camilere gitmesi veya cemaatlere dahil olması anlamında değildir. Müslü*man kadını muhatap alan bu buyrukta, zaman ve mekan birliğinden ziyade eylem birliği vardır. Rüku veya secde et*mek, müslümanların ortak eylemleridir. Dolayısıyla kendi odasında rüku veya secde eden bir kadın, dünya müslü-manlanyla birlikte rüku veya secde eden bir kadındır. Ayn-ca camilere veya mescidlere giderek cemaate dahil olmak müslüman kadınlar için farz olmadığı gibi, bazı durumlar dikkate alınarak bundan sakınmaları dahi tavsiye edilmiş*tir. Nitekim Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde şu rivayet bulunmaktadır.

Ebu Humeyd Es-Saidi'nin hanımı olan Ümmü Humeyd bir gün Resulullah (s.a.v.)'e gelip;

“Ey Allah'ın Resu*lü, seninle namaz kılmayı seviyorum (bu isteğime ne buyu*rursun)” der.

Resulullah (s.a.v.):

“Benimle namaz kılmayı sevdiğini biliyorum. Fakat bilmiş ol ki (namazın için yapılmış) evinde kıldığın namaz, odanda kıldığın namazdan daha hayırhdır. Odanda kıldığın namaz, evin açık bir yerinde (salonda) kıldı*ğın namazdan daha hayırlıdır. Evinde kıldığın namaz, ma*hallen veya kavmine mahsus mescidde kıldığın namazdan daha üstün ve hayırhdır. Kavmine ait camide kıldığın namaz ise, bu cami-i şerifimde kıldığın namazdan daha hayırlıdır.” buyurdu.

Hadisin ravisi şunları söylüyor:

“Bu kadına, Resulul*lah (s.a.v.)'in emir buyurduğu gibi evinin en derin ve kuytu köşesinde kendisine has bir mescid yapıldı. Allah'a kavuşuncaya kadar, namazını orada kılmaya devam etti.”

İmam Ebu Davud'un Sünen'inde de, aynı manada şu hadis-i şerif zikredilmektedir.

Mes'ud oğlu Abdullah (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır.

“Kadının (hususi ve dahili) odasında kıldığı namazı, salonda kıldığı namazından daha üstündür Evin içerisindeki yatak odasında kıldığı namazı, umuma açık olan evde kıldığı namazdan daha üstündür.”

Resulullah (s.a.v.)'in mescidinde ve Resulullah (s.a.v.)'in cemaatine dahil olarak namaz kılmak, kadın veya erkek bütün müslümanlar için çok görkemli, çok değerli bir eylem olmasına rağmen, Efendimiz (s.a.v.) rivayette söz konusu edilen müslüman kadına ve bu kadının şahsın*da zamanımızdaki tüm müslüman kadınlara evde kılacakla*rı namazın Rabbimiz katında daha hayırlı, daha efdal ola*cağını buyurmaktadır.

Dolayısıyla Resulullah (s.a.v.)'in cemaatine dahil ola*rak, rahmet peygamberinin arkasında namaza durmak için değil, bazı sosyal faaliyetler adına itilip-çekişmeli mitinglere katılan ve bu gibi olaylarda girişkenlik adına ön plana çıka*rak haddi aşan bütün bacılarımızın düşünmeleri ve dikkate almaları gereken bir tavsiyedir bu!. Çünkü yukarıdaki tavsi*yede, müslüman kadının iffet ve onuruna, böylesi sosyal eylemlerden değil, Resulullah (s.a.v.)'in arkasında namaz kılmaktan bile daha fazla, çok daha fazla değer verilmekte*dir.

İslam'a teslim olmuş müslüman kadınlar böyle bir tak*vaya davet edilmelerine rağmen, evlerinde çözümleyeme*dikleri bir meseleyi çözümleyebilmek veya ev halkından öğrenemedikleri gerçekleri öğrenebilmek için mescide gelenler de, kınanıp, tenkid edilmemişlerdir. Dolaytsıyle zaru*ret hallerinde bu duruma ruhsat verilirken, genel düzlemde bundan sakınılması tavsiye edilmiştir.

Vasat bir mü'mine olmanın fevkinde, tevhidi mücadelede öncü olmak ve hayırlarda öne geçmek isteyen günümüzdeki seçkin bacılarımızın, kendile*rine apaçık birer örnek olması gereken peygamber hanimlanyla ilgili aşağıdaki ayet-i kerimeleri mutlaka ve mutlaka dikkate almaları gerekir.

“Ey Peygamberin kadınları, kim sizden açık bir çirkin utanmazlıkta bulunursa, onun azabı iki kat olarak arttırılır. Bu da Allah'a göre pek kolaydır.” “Ama kim de sizden Allah'a ve Resulü'ne gönülden ita*at eder ve salih bir amelde bulunursa, ona da ecrini iki kere veririz. Ve biz ona üstün bir nzık da hazırlamışadır.” “Ey peygamberin kadınları, siz kadınlardan herhangi biri (gibi) değilsiniz; eğer sakınıyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse tamah eder. Sözü ma'ruf bir tarzda söyleyin.” “Evlerinizde vakarla-oturun, ilk cahiliyye (kadınlanjnın süslerini açığa vurması gibi-, siz de süslerinizi açığa vurmayın; dosdoğru namaz kılın, zekatı verin, Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt, gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.” “Evlerinizde okunmakta olan Allah'ın ayetlerini ve hik*meti hatırlayın. Hiç şüphe yok Allah, latiftir, haberdar olandır.” [88]

İlk iki ayet-i kerimede öncü ve örnek olmak isteyen ve diğer müslüman kadınların da kendilerini örnek alacak*ları mumineler için, azap ve ecirin iki misli olacağı beyan edilmektedir. Dolayısıyla böyle bir misyonu yüklenecek olan mü'mine bacılarımızın, diğer mü'minelerden çok daha takva sahibi olmaları, hal ve hareketlerine çok daha fazla dikkat etmeleri gerekmektedir. Ayet-i kerimelerin devamın*da konuşma adabı verilmekte ve son iki ayet-i kerimede ise evlerinde vakarla oturmaya, öncelikle evlerinde oku*yup, evlerinde düşünmeye davet edilmektedirler. Dolayısıyla öncü ve örnek olmak isteyen mü'mine bacılarımızın bütün bu hükümleri dikkate almalan, cennet yolunu önce evlerinde aramaları, onurlu bir kimlik ile öncelikle evlerin*de var olmalan, sosyal faaliyetler veya erkek müslümanlarla diyalog düzlemlerinde ise peygamber hanimlanndan bir adım geride kalmaları gerekir. Çünkü bütün müsiümanların anneleri olan ve herhangi bir müslümanın nikahlayamayacağı peygamber hanımlan, bu durumları itibariyle gü*nümüz mü'minelerinden farklı bir konuma sahiptirler.

“Peygamber, mü'minler için kendi nefislerinden daha ev*ladır ve onun zevceleri de onların anneleridir...” [89]

“Ey iman edenler, peygamberin evlerine yemek için izin verilmeden ve vaktine de bakmaksızın girmeyin, ancak çağlırsanız artık girin; yemeği yediğinizde de dağıhverin. Söz ve sohbet için de (evlerine) girmeyin. Gerçekten bu, peygambere eziyet vermekte ve o da sizden utanmaktadır. Oysa Allah, hak(kı açıklamaktan utanmaz. Onlardan (peygamberin eşle*rinden) bir şey isteyeceğiniz zaman, perde arkasından isteyin. Bu, sizin kalpleriniz için de, onların kalpleri, için de daha te*mizdir. Aüah'ın Resulü'ne eziyet vermeniz ve ondan sonra eş*lerini nikahlamanız size ebedi olarak (helal) olmaz. Çünkü böyle yapmanız, Allah katında çok büyük (bir günah)tır.” [90]

Bazı mü'mine bacılarımız bu yazdıklanmızdan rahat*sız olabilecekler ve kalbi bir burukluk ile “Tevhidi mücadetenin toplumsal boyutunda biz olmayacak mıyız?” şeklinde bir soru yöneltebileceklerdir. Konumuzun başında da be*lirttiğimiz gibi tevhidi mücadelede kadın veya erkek yalnız başlarına değil, birlikte, birbirlerini tamamlayıcı bir nitelikte bulunmaktadırlar. Tevhidi mücadelenin toplumsal boyutun*da müslüman kadın ve erkek arasında bir rekabet, bir yanş değil, ahenkli ve anlamlı bir yardımlaşma olacaktır. Dolayısıyla kadın ve erkeğin yardımlaşmaları gereken bu müca*dele boyutunda, kadın ve erkek rekabet anlayışıyla bir ya*rışa girer ve birbirlerinden daha fazla faaliyette bulunmaya çalışırlarsa, müslümanlar' olarak hayırlarla değil, birçok musibetlerle karşılaşırız.

Müslümanlann hayırlarda yarışmakla mükellef olduk*larını tabi ki biliyoruz. Ancak hayırlarda yarışmakla mükel*lef olan bu müslümanlarda rekabet anlayışının aksine yar*dımlaşma anlayışı hakimdir. Meselenin kadın ve erkekle ilgili diğer önemli boyutu ise kadın ve erkeğin birbirlerini tamamlıyarak üstesinden gelebilecekleri eylemlerde, böyle bir yanşma değil, kadın ve erkeğin birbirini tamamlaması vardır.

Ayrıca müslüman kadınlar ile müslüman erkeklerin, çağdaş cahili anlayışta olduğu gibi birbirlerine karşı komp*lekse girmelerine, birbirlerini kıskanmalarına veya birbirle*rine hased etmelerine hiç gerek yoktur. Çünkü dinimiz İs*lam'a göre şerre yardım etmek ile şerri yapmak arasında önemli bir fark olmadığı gibi, hayra yardım etmek ile hay*rı yapmak arasında da önemli bir fark yoktur. Mesela Ebu Leheb'e serde destek veren karısı, Ebu Leheb'le birlikte cehennem ehli olmaktadır.

“Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu da, Malı da, kazandıkları da kendisine bir yarar sağlamadı Alevi olan bir ateşe girecektir. Esi de; odun hamalı (ve) Boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak.” [91]

Bu örneğin aksine, İbrahim ve İmran ailesi ise alem*ler üzerine seçilen ve müjdelenen ailelerdendir.

“Gerçek şu ki, Allah Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti.” [92]

İbrahim (a.s.)'ın ailesi, İbrahim (a.s.)'ın yaptığı birçok eylemi yapmamasına rağmen, İbrahim (a.s.) ile birlikte İlahi müjdeye muhatap olmaktadır. Onlar İbrahimi eylemleri yapmamışlardı ama İbrahimi eylemlerde İbrahim'e yardım etmişler, ona destek olmuşlardı.

Aynı olayı Resulullah (s.a.v.)'in sünnetinde de görme*miz mümkündür. Hz. Hatice validemiz, Efendimiz (s.a.v.) ile birlikte cennette olacak olan mümtaz bir validemizdir.

Peki, Mekke sokaklarında veya Ukaz panaymnda Hz. Hati*ce var mıdır?

Hz. Ömer (r.a.) müslüman olduktan sonra Kabe-i Şe*rife doğru topluca yürüyen müslümanlar arasında, bir tek kadın müslüman, bir tek mümine var mıydı?

Tevhidi mücadelenin bu boyutunda, Resulullah (s.a.v.)'i ve birçok erkek müslümanı sık sık gördüğümüz gibi, bazı sınırlı istisnalar dışında diğer mü'minleri de görüyor muyuz?

Bizatihi görmüyoruz, göremiyoruz!.

Fakat alemlerin Rabbi olan Allah'a yemin ederiz ki.

Mekke sokaklarında türlü eziyetlerle karşılaşan, Ukaz panayırında İslam'ı anlatmak için çırpınan Resulullah (s.a.v.)'in bütün bu mübarek eylemlerini, Hz. Hatice valide*mizden ayn görmüyor, ayn düşünemiyoruz. Çünkü Resu*lullah (s.a.v.)'e gücü nisbetince yardımcı olan, Efendisini her üzüntüde teskin, her hayırda teşvik eden Hz. Hatice validemizi, Resulullah (s.a.v.)'in mübarek eylemlerinden ayrı görmemiz, ayrı düşünebilmemiz mümkün değildir.

Günümüzdeki birçok müslüman eşler arasında, böy*lesine anlamlı ve ahenkli bir bütünlük ne yazı ki yoktur. “İslami mücadelede erkekler ne yapıyor, kadınlar ne yapı*yor?” gibi sorularla kadın erkek ayırıma gidilmekte ve bu aymmlı düzlemde bazı kompleksler ile bencil tartışmalar olabilmektedir, Oysa daha önce de belirttiğimiz gibi bu ko*nularda kıskanç veya bencil yaklaşımları bir kenara bıraka*rak, birbirimizle yardımlaşmamız ve birbirimizin yaptıkla*rıyla onur duymamız gerekir. Meselenin bu boyutuna fıtri olan bir gerçeklikten örnek vermek istiyorum. Mesela ken*disini selam ve rahmetle anmak istediğim bir anacığım vardır. İslam adına yaşadıklarımı, yaptıklarımı ve yapmaya çalıştıklanmı gördüğü zaman “Oğlum yaptı, ben de yapa*yım!.” gibi düşüncelere veya vesveselere hiç kapılmadan benimle iftihar eder, benimle onur duyar.

Her anne ile oğul arasında yaşanabilecek olan bu olayı ve bu olayın nedenini düşünmemiz gerekir. Analar böylesi durumlarda evladlanni niye kıskanmıyorlar, niye komplekse düşmüyorlar ve bütün bunlann fevkinde evladlanyla niye iftihar ediyorlar?

Çünkü bu analar,evladlanni kendilerinden ayrı, kendilerini evladlarından ayn düşünmüyorlar. Bu çocuğu Allah'ın izniyle ben doğurdum, ben emzirdim, ben yetiştirdim bilinciyle ve analık sevgisiyle bütünleşen duygular, onlan kıskançlığa değil, iftihara götürüyor. Evladlannm yaptığı hayırlı amel*lerde kendilerinin de önemli bir payı olduğunu bilerek, id*rak ederek, bu amelleri sanki kendileri yapmış gibi ve hat*ta daha fazla seviniyor, daha fazla onur duyuyorlar.

Peki, kadın ve erkek müslümanların da birbirlerine bu bi*linç ve bu sevgiyle yaklaşmaları gerekmez mi?

“Erkekler şunu yaptı, kadınlar bunu yapmadı!.” tartış*masına girmeden, birbirleriyle yardımlaşıp, birbirleriyle onur duymasınlar mı?

Birbirlerinin yaptıkları hayırlı eylemleri, bu onurlu bi*linçle paylaşmasınlar mı?

Oysa İlahi vahiy, kadın ve erkeği rekabete değil, birlik ve bütünlüğe davet etmektedir. Davasının şuurunda olan müslüman er*kekler kadınlanyla onur duyarlarken, davasının şuurunda bulunan müslüman kadınlar da erkekleriyle onur duymak*tadırlar.

Sokaklarda ve meydanlarda gerçekleştirilen Rabbani eylemlerde genel olarak erkekler gözükse de, bu erkekle*rin arkasında kadınlar bulunmaktadır. Bu erkekler, kendile*rini yetiştiren analanndan, kendilerini hayra teşvik eden ve destekleyen hanımlarından ayn değildirler. Nitekim müslü*man kadınların böylesi meydanlarda varolması demek, meydanlara teşvik ettikleri kocalarıyla, . meydanlar için yetiştirdikleri oğullanyla varolmalan demektir.

Günümüzdeki kadın ve erkek müslümanların ve özel*likle evli olan mümine bacılarımızın, bütün bu hususları önemle dikkate almalan gerekir. Çünkü evli Müslümanlar arasında oldukça yaygınlaşan uyuşukluk ve pasiflik, arasındaki bu bilincin ve bu hikmetli yardımlaşmanın ol*mayışından kaynaklanmaktadır. Evli olduğunuz erkekleri*niz müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen sokak*larda veya meydanlarda yoksa, tevhidi mücadelenin bu önemli boyutunda henüz gömülmeyen ölüler gibiyse, bu utanılası durumdan sadece erkekleriniz değil, sizler de uta*nınız. Çünkü zamanımızdaki birçok müsiüman erkeğin pa*sifliği ve uyuşukluğu, belli bir düzene girmemiş çarpık aile yaşantısından ve hanımlarından kaynaklanmaktadır.

Netice olarak tevhidi tebliğe ve tevhidi mücadeleye susamış sokaklar ve meydanlar, öncelikle sizleri, siz değer*li bacılarımızı değil, hayra teşvik edeceğiniz kocalarınızı, hayır üzere yetiştireceğiniz oğullannızı bekliyor.

TEVHİDİ MÜCADELEDE KADIN VE ERKEK


Bu bölümde işleyeceğimiz konulara “Tevhidi mücade*lede kadın” veya “Tevhidi mücadelede erkek” başlığını ver*memiz mümkün değildir. Çünkü insanİann yaratılış gayesi olan Allah'a kullukta ve bu kulluğun görkemli bir uzantısı olan tevhidi mücadelede, kadını veya erkeği birbirden ayrı, birbirinden bağımsız düşünemeyiz. Nitekim insanlar için apaçık bir çağn olan İlahi vahiy, kadınıyla erkeğiyle bütün bir insanlığı muhatap almakta, bütün bir insanlığı hidayete ve Allah'a kulluğa davet etmektedir.

“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz ki sahnasımz.” [BAKARA21]

“Ben, cinleri de, insanktrı da, yalnızca Bana ibadet et*sinler diye yarattım.” [ZARİYAT56]

Erkeğiyle kadınıyla bütün bir insanlığı muhatap alan İlahi vahiy, kulluk sorumluluğunda olduğu gibi bunun neticesi olan ceza ve mükafatta da hem kadınlan ve hem de erkekleri muhatap almaktadır. Nitekim cehennem azabı*na, erkeğiyle kadınıyla bütün kafirler, bütün müşrikler, bütün münafıklar girecektir.

“Bir de; kötü bir zan ile zanda bulunmakta olan müna*fık erkeklerle münafık kadınları ve müşrik erkeklerle müşrik kadınları azablandırması için. O kötülük çemberi, tepelerine insin. Allah, onlara karşı gazablanmış, olanları lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Varacakları yer ne kötüdür.” [FETİH6]

Aklımızla kavnyamayacağımız, hayalini bile kuramayacağımız ebedi cennet hayatına ise, iman edip salih amel işleyen erkek ve kadın bütün mü'minler, bütün müslümanlar gireceklerdir. Şanı yüce Rabbimiz ister kadın olsun, ister erkek olsun hiçbir müslümanın salih amelini boşa çıkarmayacağını beyan etmekte ve onları cennetle müjdelemektedir.

“Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar, cennete girecek ve onlar, bir çekir*değin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramaya*caklardır.” [NİSA124]

“Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler va'detmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” [TEVBE72]

Hidayete ve Allah'a kulluğa davette, cehennem tehdi*di ve cennet müjdesinde kadın erkek aynmı olmadığı, Allah'a kullukla ilgili ve İslam dininin aslını oluşturan birçok emir ve nehiyde de kadın erkek ayınmı yoktur.

“Hiç şüphesiz, müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min olan erkekler ve mü'min olan kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabre*den erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) kor*kan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzları*nı) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Al*lah'ı çokça) zikreden kadınlar, (işte) bunlar için Allah bir ba*ğışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.” [AHSAB35]

Allah'a kullukla ilgili bütün bu hususlarda kadın ve er*kek arasında bir ayırım olmamasına rağmen, değerlendireceğimiz mesele tevhidi mücadelenin toplumsal boyutuna uzandığı zaman, kadın ve erkek arasında bazı farklı mükel*lefiyetler söz konusu olmaktadır.

Mesela günümüzdeki müslüman kadınların İslami faa*liyette bulunabilecekleri sosyal düzlemlerin, bu kadınların öncelikle yakın çevrelerinde oluşturabilecekleri ve ilişki hududlarının dikkate alındığı düzlemler olduğunu belirtmiştik. Müslüman kadının İslami faaliyeti öncelikle aile içersinde başlamakta ve yakın çevreden uzak çevreye doğru temkin*li bir gelişim göstermektedir.

Her gün yeni şeyter öğrenmek isteyecek olan çocuk*larına İslami öğretiyi sunan, kadın akrabalarına haliyle, hareketiyle ve rahmetli anlatımıyla İslami tebliğ eden, cahiliye üzere olan komşularıyla insani diyalog kuran, onların ister istemez takdir edecekleri bir kimlik ve kişiliği onlara gösteren ve böylesi zeminlerde onlan hayra, onları tevhi*de davet eden mü'mine kadınlarımız, hiç şüphesiz ki gıpta edilmesi gereken mü'mine kadınlanmızdır. Bütün bunların fevkinde olarak aile içi ve yakın çevredeki İslami faaliyetlerini hakkıyle yerine getiren ve özel yeteneklere sahip bazı istisnai kadınlanmız ise, bu faaliyet sınırlarını İlahi ölçüleri dikkate alarak uzak çevreye doğru kısmi ve temkinli olarak genişletebileceklerdir.

Kısmi ve temkinli olarak dememizin nedeni, kadınıyla erkeğiyle insanı yaratan ve ne yarattığını hakkıyle bilen şanı yüce Rabbimiz, kadın ile erkek arasındaki bazı farklı*lıkları ve özel durumları dikkate alarak her nefse sadece ve sadece güç yetirebileceği şeyleri yüklemesidir. Kur'an-ı Kerim'de de beyan edildiği gibi tüm insanlara din konusunda güçlük yüklemeyen Allah (c.c), kadın veya erkek hiçbir nefse de güç yetireceği dışında bir şey' yüklememiştir.

Hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yalanınız dahi olsa- adil olun. Allah'ın ahdine de vefa gösterin. İşte bunlarla size tav*siye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.

Hiçbir nefse güç yetiremeyeceği, kaldıramayacağı bir şeyi yüklemeyen şanı yüce Rabbimizin bu Sünnet'ini dikkate aldığımız zaman, peygamber*lerin erkeklerden seçilmesinin hikmetini de anlayabiliriz. Peygamberlerin erkeklerden seçilmesi, bazı kimselerin ileri sürdükleri gibi Allah katında erkeklerin kadınlardan üstün tutulması değildir. Rabbimiz katında kadın erkek ayırımı kesinlikle yoktur. Dünya yaşantısıyla ügili olarak vazedilen bazı hükümlerdeki kadın erkek ayırımı, Allah katında değil, insanlar nezdinde yapılan ve yapılması gereken bir ayrım*dır. Rabbimiz katında ise Allah'a kul olmuş bir kadın ile, Allah'a kul olmuş bir erkek arasında herhangi bir fark yok*tur. Şayet böyle bir fark olsaydı, İlahi huzurda kadınlar ve erkekler ayrı ayn toplanır, kadınların ve erkeklerin hesap*lan ayn ayn yapılırdı. Oysa Kur'an-ı Kerim'de de beyan edildiği gibi İlahi huzurda cinsiyet ayrımı yapılmayacak, kadın veya erkek bütün insanlar aynı İlahi sorgulamaya çekilip, aynı İlahi ölçülerle cennete veya cehenneme gide*ceklerdir.

Peygamberlerin erkeklerden seçilmesi meselesine dö*necek olursak, tüm peygamberler, Allah'ı bilmenin ve Allah'a kulluk etmenin yanısıra tevhidi mücadelenin toplumsal boyutuyla da görevlendirilen seçkin insanlardı. Genellikle cahiliyenin yaygınlaştığı ve azdığı ortamlarda gönderilen bu peygam*berler, cahili toplumlann yoğun baskılan ve işkenceleri ile karşılaşıyorlardı. Kendilerini Allah'a kulluğa davet eden peygamberleri aşağılayabilmek için her çareye başvuran cahiliye mensuplan, bu peygamber kadın olduğu zaman hiç şüphesiz ki çok daha adice yaklaşımlarda bulunabile*cekler, iik fırsatta kadın peygamberin onur ve iffetine saldırabilecekler veya değişik iftiralar nisbet edebileceklerdi. Cahiliyenin şiddetli baskı ve işkenceleriyle beraber, böylesi iğrenç yaklaşımlarla da muhatap olunması, müslüman bir kadının tahammül edebileceği, güç yetirebileceği şeyler değildir. Peygamberliğin getirebileceği bu gibi zorluklar, fıtri olarak kadınlardan ziyade erkeklerin dayanabilecekleri, er*keklerin güç yetirebilecekleri bir iş olduğu için, şanı yüce Rabbimiz peygamberlerini erkeklerden seçmiştir. Mesele bu noktaya geldiği zaman bazı kardeşlerimiz şöyle diyebi*leceklerdir.

Bu söylediğiniz şeyler, mutlak geçerli olan şeyler de*ğildir. Çünkü her şeye kadir olan Allah (c.c), kadın peygamberini tüm bunlardan koruyabilir ve onu bütün baskıla*ra rağmen aziz bir duruma getirebilirdi!.

Evet, doğru bir düşüncedir bu..

Nitekim meselenin bu boyutunu bizler de düşündük!.

Hatta ve hatta, fakirlerin hor görüldüğü toplumlarda fakir*lerden peygamber gönderen ve cahiliyenin hor gördüğü fakirleri aziz bir duruma getiren şanı yüce Rabbimiz, aynı hikmetli sünneti istikametinde “Kadınların hor görüldüğü toplumlarda, kadınlardan niye veya neden peygamber göndermemiştir?” sorusunu sorduk kendimize ve Kur'an-ı Kerim'de bu sorunun cevabını aradık!. Mesela alemlerin Rabbi olan Allah (c.c), Hz. İsa (a.s.)'a değil de, Kendisine adanan, Kendisinin koruduğu ve yetiştirdiği Hz. Meryem validemize peygamberlik verebilirdi!.

Ancak peygamberliği Hz. Meryem validemize verme*miştir!.

Peki neden?

Her hükmünde hikmet sahibi olan Rabbimizin, bu hükmündeki hikmet neydi?

Meseleyi Hz. Meryem validemiz üzerinde düşünüp, onun bazı kadınlık zafiyetleri üzerinde yoğunlaştırdığımız zaman, herhangi bir sonuca varmamız, varabilmemiz mümkün değildir. Çünkü az önce ifade edildiği gibi şanı yüce Rabbimiz İlahi yardımı ile Hz. Meryem validemizi sa*dece kabilesinden değil, tüm dünyadan ve dünyanın için-dekilerden koruyabilirdi. O halde meselenin, yani Hz. Mer*yem validemize peygamberlik verilmeyişinin nedeni, Hz. Meryem validemizle ilgili bir husus değildi!.

İşte bu meselenin hikmeti, Hz. Meryem validemizden ziyade Hz. Meryem valide*mizi kendilerine örnek alabilecek olan müslüman kadınlarla ilgiliydi!. Şayet Hz. Meryem validemize peygamberlik verilip, Hz. Meryem validemiz tevhidi hareketin toplumsal boyutunda açık, apaçık bir mücadele verseydi, kıyamete kadar yaşayacak olan bütün müslüman kadınlara bu müca*delesiyle örnek olacak ve tüm müslüman kadınlar bu apaçık mücadele fikhıyla karşı karşıya geleceklerdi. Peygam*berlerin kadın olması durumunda karşılaşılacak bütün olumsuzluklar ile, sadece Hz. Meryem validemiz değil, onu örnek alan tüm müsiüman kadınlar da karşılaşabilecekti. İşte yaşamış ve yaşayacak olan bütün müsiüman kadınlar için böyle bir zorluk dilemeyen, onlan tahammül edemeyecekleri, güç yetiremeyecekleri şeylerle mükellef tutma*yan şanı yüce Rabbimiz, bu hikmetli neden ile kadınlara peygamberlik vermemiş ve tüm peygamberlerini erkekler*den göndermiştir.

“Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkekler dışında peygamber göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, şu hal*de zikir ehline sorun.” [ENBİYA7]

Peygamberliğin erkeklere verilmesiyle ilgili olarak bu söylediklerimizi, peygamberlik ve peygamberliğin misyo*nuyla birlikte değerlendirmemiz gerekir. Dolayısıyla pey*gamberlikle ilgili olan ve bütün erkek müslümanların ör*nek alması gereken bazı sosyal eylemler, kadınlara değil, erkek müslümanlara özgü eylemlerdir. Nitekim Resulullah (s.a.v.)'in cahili toplum içersinde açıkça yaptığı birçok ey*lemde Hz. Hatice (r.a.) validemizin bulunmaması, günü*müzdeki müsiüman bacılarımızın örnek alması gereken hu*suslardır. Çünkü İlahi vahye göre müsiüman kadının tevhidi mücadelesi, erkek müslümanların yükümlü oldukla gibi açık, apaçık bir mücadele değildir. Nitekim kadın ve kızların özellikleriyle ilgili ayet-i kerimede, şöyle buyurulmaktadır.

“Onlar, zinet içinde büyütülüp de mücadelede (mulıale-fet, düşmanlık ve çekişmede) açık olmayan (hzlar)ı mı (Al*lah'a yakıştırıyorlar)?” [ZUHRUF18]

Allah'a kurban olarak adanan müşrik kızlarıyla ilgili olarak nazil olan bu ayet-i kerimedeki beyan edilen vasıf*lar, kızlara veya kadınlara cahiliye tarafından nisbet edilen ve İlahi vahyin tekzip ettiği vasıflar değildir. Fıtri olarak er*keklerden daha hassas ve çok daha zarif olan kızlar, ger*çekten süs ve zinet içinde büyütülen narin çocuklarımızdır.

Bu kızlarımızın ve kadınlanmızın muhasamada yani muhalefet, çekişme ve düşmanla mücadelede erkekler gibi açık olmamalan ve bunun gereğini erkekler gibi yapama*maları ise İlahi vahye göre yadırganan değil, makul ve makbul karşılanan bir durumdur. Nitekim doğmadan önce kendisine adanan Hz. Meryem validemizi yetiştiren Allah (c.c), Hz. Meryem validemizi zamanımızdaki bazı bacıları*mızın özendiği militan bir kimlikte ve militan bir kişilikte değil, onu nadide ve güzel bir bitki gibi yetiştirdiğini beyan etmektedir.,

“Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi Zekeriyya'yı da ona sorumlu kıldı. Zekeriyya, ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yi*yecek buldu: Meryem, sana nerden bu? deyince, Bu, Al*lah kalındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık ve*rendir dedi.” [ALİİMRAN35..37]

Kendilerini ve kızlarını yetiştirmeye talip olan bacıları*mızın, Hz. Meryem validemizin İlahi terbiye ile nasıl yetiş*tirildiğini dikkate almaları gerekir. Müslüman kadınlanmıza bir Örnek olarak verilen Hz. Meryem validemize emredilen eylemler ise, bütün kadınlarımızın muhatap ve mükellef ol*dukları eylemlerdir.

“Hani melekler de: Meryem, şüphesiz Allah seni seçkin kıldı, seni arındırdı ve alemlerin kadınları üzerine seçti de*mişti Meryem, Rabbine gönülden itaatta bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et.” [ALİİMRAN 42,43]

Müslüman bir kadının rüku edenlerle birlikte rüku et*mesi demek, hiç şüphesiz ki mutlaka camilere gitmesi veya cemaatlere dahil olması anlamında değildir. Müslü*man kadını muhatap alan bu buyrukta, zaman ve mekan birliğinden ziyade eylem birliği vardır. Rüku veya secde et*mek, müslümanların ortak eylemleridir. Dolayısıyla kendi odasında rüku veya secde eden bir kadın, dünya müslü-manlanyla birlikte rüku veya secde eden bir kadındır. Ayn-ca camilere veya mescidlere giderek cemaate dahil olmak müslüman kadınlar için farz olmadığı gibi, bazı durumlar dikkate alınarak bundan sakınmaları dahi tavsiye edilmiş*tir. Nitekim Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde şu rivayet bulunmaktadır.

Ebu Humeyd Es-Saidi'nin hanımı olan Ümmü Humeyd bir gün Resulullah (s.a.v.)'e gelip;

“Ey Allah'ın Resu*lü, seninle namaz kılmayı seviyorum (bu isteğime ne buyu*rursun)” der.

Resulullah (s.a.v.):

“Benimle namaz kılmayı sevdiğini biliyorum. Fakat bilmiş ol ki (namazın için yapılmış) evinde kıldığın namaz, odanda kıldığın namazdan daha hayırhdır. Odanda kıldığın namaz, evin açık bir yerinde (salonda) kıldı*ğın namazdan daha hayırlıdır. Evinde kıldığın namaz, ma*hallen veya kavmine mahsus mescidde kıldığın namazdan daha üstün ve hayırhdır. Kavmine ait camide kıldığın namaz ise, bu cami-i şerifimde kıldığın namazdan daha hayırlıdır.” buyurdu.

Hadisin ravisi şunları söylüyor:

“Bu kadına, Resulul*lah (s.a.v.)'in emir buyurduğu gibi evinin en derin ve kuytu köşesinde kendisine has bir mescid yapıldı. Allah'a kavuşuncaya kadar, namazını orada kılmaya devam etti.”

İmam Ebu Davud'un Sünen'inde de, aynı manada şu hadis-i şerif zikredilmektedir.

Mes'ud oğlu Abdullah (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır.

“Kadının (hususi ve dahili) odasında kıldığı namazı, salonda kıldığı namazından daha üstündür Evin içerisindeki yatak odasında kıldığı namazı, umuma açık olan evde kıldığı namazdan daha üstündür.”

Resulullah (s.a.v.)'in mescidinde ve Resulullah (s.a.v.)'in cemaatine dahil olarak namaz kılmak, kadın veya erkek bütün müslümanlar için çok görkemli, çok değerli bir eylem olmasına rağmen, Efendimiz (s.a.v.) rivayette söz konusu edilen müslüman kadına ve bu kadının şahsın*da zamanımızdaki tüm müslüman kadınlara evde kılacakla*rı namazın Rabbimiz katında daha hayırlı, daha efdal ola*cağını buyurmaktadır.

Dolayısıyla Resulullah (s.a.v.)'in cemaatine dahil ola*rak, rahmet peygamberinin arkasında namaza durmak için değil, bazı sosyal faaliyetler adına itilip-çekişmeli mitinglere katılan ve bu gibi olaylarda girişkenlik adına ön plana çıka*rak haddi aşan bütün bacılarımızın düşünmeleri ve dikkate almaları gereken bir tavsiyedir bu!. Çünkü yukarıdaki tavsi*yede, müslüman kadının iffet ve onuruna, böylesi sosyal eylemlerden değil, Resulullah (s.a.v.)'in arkasında namaz kılmaktan bile daha fazla, çok daha fazla değer verilmekte*dir.

İslam'a teslim olmuş müslüman kadınlar böyle bir tak*vaya davet edilmelerine rağmen, evlerinde çözümleyeme*dikleri bir meseleyi çözümleyebilmek veya ev halkından öğrenemedikleri gerçekleri öğrenebilmek için mescide gelenler de, kınanıp, tenkid edilmemişlerdir. Dolaytsıyle zaru*ret hallerinde bu duruma ruhsat verilirken, genel düzlemde bundan sakınılması tavsiye edilmiştir.

Vasat bir mü'mine olmanın fevkinde, tevhidi mücadelede öncü olmak ve hayırlarda öne geçmek isteyen günümüzdeki seçkin bacılarımızın, kendile*rine apaçık birer örnek olması gereken peygamber hanimlanyla ilgili aşağıdaki ayet-i kerimeleri mutlaka ve mutlaka dikkate almaları gerekir.

“Ey Peygamberin kadınları, kim sizden açık bir çirkin utanmazlıkta bulunursa, onun azabı iki kat olarak arttırılır. Bu da Allah'a göre pek kolaydır.” “Ama kim de sizden Allah'a ve Resulü'ne gönülden ita*at eder ve salih bir amelde bulunursa, ona da ecrini iki kere veririz. Ve biz ona üstün bir nzık da hazırlamışadır.” “Ey peygamberin kadınları, siz kadınlardan herhangi biri (gibi) değilsiniz; eğer sakınıyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse tamah eder. Sözü ma'ruf bir tarzda söyleyin.” “Evlerinizde vakarla-oturun, ilk cahiliyye (kadınlanjnın süslerini açığa vurması gibi-, siz de süslerinizi açığa vurmayın; dosdoğru namaz kılın, zekatı verin, Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt, gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.” “Evlerinizde okunmakta olan Allah'ın ayetlerini ve hik*meti hatırlayın. Hiç şüphe yok Allah, latiftir, haberdar olandır.” [AHSAB30,34]

İlk iki ayet-i kerimede öncü ve örnek olmak isteyen ve diğer müslüman kadınların da kendilerini örnek alacak*ları mumineler için, azap ve ecirin iki misli olacağı beyan edilmektedir. Dolayısıyla böyle bir misyonu yüklenecek olan mü'mine bacılarımızın, diğer mü'minelerden çok daha takva sahibi olmaları, hal ve hareketlerine çok daha fazla dikkat etmeleri gerekmektedir. Ayet-i kerimelerin devamın*da konuşma adabı verilmekte ve son iki ayet-i kerimede ise evlerinde vakarla oturmaya, öncelikle evlerinde oku*yup, evlerinde düşünmeye davet edilmektedirler. Dolayısıyla öncü ve örnek olmak isteyen mü'mine bacılarımızın bütün bu hükümleri dikkate almalan, cennet yolunu önce evlerinde aramaları, onurlu bir kimlik ile öncelikle evlerin*de var olmalan, sosyal faaliyetler veya erkek müslümanlarla diyalog düzlemlerinde ise peygamber hanimlanndan bir adım geride kalmaları gerekir. Çünkü bütün müsiümanların anneleri olan ve herhangi bir müslümanın nikahlayamayacağı peygamber hanımlan, bu durumları itibariyle gü*nümüz mü'minelerinden farklı bir konuma sahiptirler.

“Peygamber, mü'minler için kendi nefislerinden daha ev*ladır ve onun zevceleri de onların anneleridir...” [AHSAB.6]

“Ey iman edenler, peygamberin evlerine yemek için izin verilmeden ve vaktine de bakmaksızın girmeyin, ancak çağlırsanız artık girin; yemeği yediğinizde de dağıhverin. Söz ve sohbet için de (evlerine) girmeyin. Gerçekten bu, peygambere eziyet vermekte ve o da sizden utanmaktadır. Oysa Allah, hak(kı açıklamaktan utanmaz. Onlardan (peygamberin eşle*rinden) bir şey isteyeceğiniz zaman, perde arkasından isteyin. Bu, sizin kalpleriniz için de, onların kalpleri, için de daha te*mizdir. Aüah'ın Resulü'ne eziyet vermeniz ve ondan sonra eş*lerini nikahlamanız size ebedi olarak (helal) olmaz. Çünkü böyle yapmanız, Allah katında çok büyük (bir günah)tır.” [AHZAB.53]

Bazı mü'mine bacılarımız bu yazdıklanmızdan rahat*sız olabilecekler ve kalbi bir burukluk ile “Tevhidi mücadetenin toplumsal boyutunda biz olmayacak mıyız?” şeklinde bir soru yöneltebileceklerdir. Konumuzun başında da be*lirttiğimiz gibi tevhidi mücadelede kadın veya erkek yalnız başlarına değil, birlikte, birbirlerini tamamlayıcı bir nitelikte bulunmaktadırlar. Tevhidi mücadelenin toplumsal boyutun*da müslüman kadın ve erkek arasında bir rekabet, bir yanş değil, ahenkli ve anlamlı bir yardımlaşma olacaktır. Dolayısıyla kadın ve erkeğin yardımlaşmaları gereken bu müca*dele boyutunda, kadın ve erkek rekabet anlayışıyla bir ya*rışa girer ve birbirlerinden daha fazla faaliyette bulunmaya çalışırlarsa, müslümanlar' olarak hayırlarla değil, birçok musibetlerle karşılaşırız.

Müslümanlann hayırlarda yarışmakla mükellef olduk*larını tabi ki biliyoruz. Ancak hayırlarda yarışmakla mükel*lef olan bu müslümanlarda rekabet anlayışının aksine yar*dımlaşma anlayışı hakimdir. Meselenin kadın ve erkekle ilgili diğer önemli boyutu ise kadın ve erkeğin birbirlerini tamamlıyarak üstesinden gelebilecekleri eylemlerde, böyle bir yanşma değil, kadın ve erkeğin birbirini tamamlaması vardır.

Ayrıca müslüman kadınlar ile müslüman erkeklerin, çağdaş cahili anlayışta olduğu gibi birbirlerine karşı komp*lekse girmelerine, birbirlerini kıskanmalarına veya birbirle*rine hased etmelerine hiç gerek yoktur. Çünkü dinimiz İs*lam'a göre şerre yardım etmek ile şerri yapmak arasında önemli bir fark olmadığı gibi, hayra yardım etmek ile hay*rı yapmak arasında da önemli bir fark yoktur. Mesela Ebu Leheb'e serde destek veren karısı, Ebu Leheb'le birlikte cehennem ehli olmaktadır.

“Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu da, Malı da, kazandıkları da kendisine bir yarar sağlamadı Alevi olan bir ateşe girecektir. Esi de; odun hamalı (ve) Boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak.” [TEVBE1,5]

Bu örneğin aksine, İbrahim ve İmran ailesi ise alem*ler üzerine seçilen ve müjdelenen ailelerdendir.

“Gerçek şu ki, Allah Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti.” [ALİİMRAN33]

İbrahim (a.s.)'ın ailesi, İbrahim (a.s.)'ın yaptığı birçok eylemi yapmamasına rağmen, İbrahim (a.s.) ile birlikte İlahi müjdeye muhatap olmaktadır. Onlar İbrahimi eylemleri yapmamışlardı ama İbrahimi eylemlerde İbrahim'e yardım etmişler, ona destek olmuşlardı.

Aynı olayı Resulullah (s.a.v.)'in sünnetinde de görme*miz mümkündür. Hz. Hatice validemiz, Efendimiz (s.a.v.) ile birlikte cennette olacak olan mümtaz bir validemizdir.

Peki, Mekke sokaklarında veya Ukaz panaymnda Hz. Hati*ce var mıdır?

Hz. Ömer (r.a.) müslüman olduktan sonra Kabe-i Şe*rife doğru topluca yürüyen müslümanlar arasında, bir tek kadın müslüman, bir tek mümine var mıydı?

Tevhidi mücadelenin bu boyutunda, Resulullah (s.a.v.)'i ve birçok erkek müslümanı sık sık gördüğümüz gibi, bazı sınırlı istisnalar dışında diğer mü'minleri de görüyor muyuz?

Bizatihi görmüyoruz, göremiyoruz!.

Fakat alemlerin Rabbi olan Allah'a yemin ederiz ki.

Mekke sokaklarında türlü eziyetlerle karşılaşan, Ukaz panayırında İslam'ı anlatmak için çırpınan Resulullah (s.a.v.)'in bütün bu mübarek eylemlerini, Hz. Hatice valide*mizden ayn görmüyor, ayn düşünemiyoruz. Çünkü Resu*lullah (s.a.v.)'e gücü nisbetince yardımcı olan, Efendisini her üzüntüde teskin, her hayırda teşvik eden Hz. Hatice validemizi, Resulullah (s.a.v.)'in mübarek eylemlerinden ayrı görmemiz, ayrı düşünebilmemiz mümkün değildir.

Günümüzdeki birçok müslüman eşler arasında, böy*lesine anlamlı ve ahenkli bir bütünlük ne yazı ki yoktur. “İslami mücadelede erkekler ne yapıyor, kadınlar ne yapı*yor?” gibi sorularla kadın erkek ayırıma gidilmekte ve bu aymmlı düzlemde bazı kompleksler ile bencil tartışmalar olabilmektedir, Oysa daha önce de belirttiğimiz gibi bu ko*nularda kıskanç veya bencil yaklaşımları bir kenara bıraka*rak, birbirimizle yardımlaşmamız ve birbirimizin yaptıkla*rıyla onur duymamız gerekir. Meselenin bu boyutuna fıtri olan bir gerçeklikten örnek vermek istiyorum. Mesela ken*disini selam ve rahmetle anmak istediğim bir anacığım vardır. İslam adına yaşadıklarımı, yaptıklarımı ve yapmaya çalıştıklanmı gördüğü zaman “Oğlum yaptı, ben de yapa*yım!.” gibi düşüncelere veya vesveselere hiç kapılmadan benimle iftihar eder, benimle onur duyar.

Her anne ile oğul arasında yaşanabilecek olan bu olayı ve bu olayın nedenini düşünmemiz gerekir. Analar böylesi durumlarda evladlanni niye kıskanmıyorlar, niye komplekse düşmüyorlar ve bütün bunlann fevkinde evladlanyla niye iftihar ediyorlar?

Çünkü bu analar,evladlanni kendilerinden ayrı, kendilerini evladlarından ayn düşünmüyorlar. Bu çocuğu Allah'ın izniyle ben doğurdum, ben emzirdim, ben yetiştirdim bilinciyle ve analık sevgisiyle bütünleşen duygular, onlan kıskançlığa değil, iftihara götürüyor. Evladlannm yaptığı hayırlı amel*lerde kendilerinin de önemli bir payı olduğunu bilerek, id*rak ederek, bu amelleri sanki kendileri yapmış gibi ve hat*ta daha fazla seviniyor, daha fazla onur duyuyorlar.

Peki, kadın ve erkek müslümanların da birbirlerine bu bi*linç ve bu sevgiyle yaklaşmaları gerekmez mi?

“Erkekler şunu yaptı, kadınlar bunu yapmadı!.” tartış*masına girmeden, birbirleriyle yardımlaşıp, birbirleriyle onur duymasınlar mı?

Birbirlerinin yaptıkları hayırlı eylemleri, bu onurlu bi*linçle paylaşmasınlar mı?

Oysa İlahi vahiy, kadın ve erkeği rekabete değil, birlik ve bütünlüğe davet etmektedir. Davasının şuurunda olan müslüman er*kekler kadınlanyla onur duyarlarken, davasının şuurunda bulunan müslüman kadınlar da erkekleriyle onur duymak*tadırlar.

Sokaklarda ve meydanlarda gerçekleştirilen Rabbani eylemlerde genel olarak erkekler gözükse de, bu erkekle*rin arkasında kadınlar bulunmaktadır. Bu erkekler, kendile*rini yetiştiren analanndan, kendilerini hayra teşvik eden ve destekleyen hanımlarından ayn değildirler. Nitekim müslü*man kadınların böylesi meydanlarda varolması demek, meydanlara teşvik ettikleri kocalarıyla, . meydanlar için yetiştirdikleri oğullanyla varolmalan demektir.

Günümüzdeki kadın ve erkek müslümanların ve özel*likle evli olan mümine bacılarımızın, bütün bu hususları önemle dikkate almalan gerekir. Çünkü evli Müslümanlar arasında oldukça yaygınlaşan uyuşukluk ve pasiflik, arasındaki bu bilincin ve bu hikmetli yardımlaşmanın ol*mayışından kaynaklanmaktadır. Evli olduğunuz erkekleri*niz müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen sokak*larda veya meydanlarda yoksa, tevhidi mücadelenin bu önemli boyutunda henüz gömülmeyen ölüler gibiyse, bu utanılası durumdan sadece erkekleriniz değil, sizler de uta*nınız. Çünkü zamanımızdaki birçok müsiüman erkeğin pa*sifliği ve uyuşukluğu, belli bir düzene girmemiş çarpık aile yaşantısından ve hanımlarından kaynaklanmaktadır.

Netice olarak tevhidi tebliğe ve tevhidi mücadeleye susamış sokaklar ve meydanlar, öncelikle sizleri, siz değer*li bacılarımızı değil, hayra teşvik edeceğiniz kocalarınızı, hayır üzere yetiştireceğiniz oğullannızı bekliyor.

ARAŞTIRMA YAZISIDIR.