PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kalplerin mühürlenmesi


TUĞÇE DENİZ AKIN
18. January 2010, 05:31 PM
Kalplerin mühürlenmesi ne demektir? Kalbi mühürlenen bir insan, iman etmemekten nasıl sorumlu tutulabilir?

Kalp mühürlenmesi, bir kalbin küfür ve isyanla katılaşmak ve kararmak suretiyle imanı kabul edemez hale gelmesi şeklinde tarif edilir.

Allah Resulü (asm.) buyururlar ki: Her günah ile kalpte bir siyah nokta meydana gelir.

Bir ayet-i kerimede de “Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını (sair günahları) dilediği kimse için bağışlar.” (Nisa Sûresi, 48 ) buyrulur. Bu hadis-i şeriften ve âyet-i kerimeden anladığımıza göre, kalbi karartan en büyük siyahlık şirk, yani Allah’a ortak koşmaktır. Bir insan, şirki dava eder ve bu hususta müminlerle mücadeleye girişirse, her geçen gün kalbindeki bu siyahlık daha da koyulaşır ve genişlenir. Git gide bütün kalbi sarar. Artık o insanın iman ve tevhidi kabul etmesi âdeta imkânsız hale gelir. Nur müellifinin ifadesiyle, “Salâh ve hayrı kabule liyakati kalmaz.”

İşte sözü edilen âyet-i kerime, Allah Resûlüne (asm.) cephe alan, onunla mücadele eden müşrikler hakkında nâzil olmuştur. Ve o müşriklerin kalplerinde şirkin tam hâkimiyet kurması ve tevhide yer kalmaması, “kalp mühürlenmesi” şeklinde ifade edilmiştir.

İşte kendilerine hidayet kapısı kapananlar, bu noktaya varan müşriklerdir. Yoksa günah işleyen, zulüm eden yahut şirke giren her kişi için hidayet kapısının kapanması söz konusu değil. Aksi halde, asr-ı saadette, daha önce putlara tapan on binlerce insanın İslâm’a girmelerini nasıl izah edeceğiz?!..

Şirke giren her insanın kalbi mühürlenseydi, hiçbir müşrikin Müslüman olamaması gerekirdi. Demek ki, kalbi mühürlenenler, tevhide dönmeleri imkânsız hâle gelenlerdir.

Ve onlar, bu çukura kendi iradelerini yanlış kullanarak düşüyorlar.

Çok önemli bir noktaya da kısaca değinmek isteriz: Nur Külliyatında küfür iki kısımda incelenir: Adem-i kabul ve kabul-ü adem. Adem-i kabul, yani “iman hakikatlerini kabul etmeme” hakkında “Bir lâkaydlıktır, bir göz kapamaktır ve cahilane bir hükümsüzlüktür.” denilir. Kabul-ü ademde ise küfrü dava etmek ve batıl itikadını ispata çalışmak söz konusudur. Bu ikinci gurup, küfür cephesinde yer alarak iman ehliyle mücadele ederler. İşte kalp mühürlenmesi, daha çok, bunlar için söz konusudur. Daha çok diyoruz, çünkü bu insanlardan da, az da olsa, hidayete erenler, İslamı seçenler çıkmaktadır.

Ali Rıza Borazan
12. February 2010, 09:38 AM
Elinize ağzınıza sağlık tuğçe kardeş. Güzel izah etmişsiniz. Şunuda Bilmek lazım Allahın kimseyi saptırmadığı gibi kimsenin kalbini de mühürlemez insan kendi kalbini bir süreç içerişsinde inkarda ayak direterek kendisi mühürler.
-İNSANIN KEDİSİ İSTEMEDİKÇE ALLAH HİDAYET VERMEZ SAPTIRMAZ VE BAĞIŞLAMAZKALBİNİ DE MÜHÜRLEMEZ
284- Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır. Allah, her şeye güç yetirendir.
İslam toplumlarında yanlış anlaşılan konulardan birisi de Allah insanın yapmış olduğu yanlış ve büyük günahları dilerse bağışlar dilerse Gazaplandırır anlayışıdır. Dünya hayatında insanlar arasında Allah’ın birilerine aşırı sevgi beslemesi veya birilerine aşırı nefret etmesi diye bir şey yoktur. Allah katında insan olarak herkes eşittir. Kişilerin Allah yanındaki değeri onun takva derecesine göre ölçülür.
Öyleyse insanlar arasından birisine gel kulum seni saptırıyorum birine de gel Kulum seni hidayete getiriyorum ve ya bağışlıyorum demesi düşünülemez. Öyleyse ayetin kastetmek istediği mana nedir.? Onu araştıralım.
Bilindiği gibi Allah aklı olan ve akıl baliğ çağına ermiş olanları bunaklık veya ölüm anına kadar denemeye tabi tutmaktadır.
67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
Bütün psikolok ve pisikiyatristlerin söyledikleri gibi İnsanın ana çatısını oluşturan ve denenmesinin asıl sebebi olan insana iki değişik seslerin gelmesidir. Birisi takvadan gelen ses diğeri de fısk ve fücurdan gelen sestir. Şems suresinde bakınız kuran nasıl anlatmaktadır
91/7- Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene',
91/8- Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
91/9- Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
91/10- Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.
İşte kuranda geçen Fücur ve ondan sakınma olayı sadece ve sadece insan oğluna ait bir olgudur. Bunu her aklı olan insan kendisini dinlediği zaman bu farklı seslerin olaylar karşısında kendisine geldiğini hisseder. O zaman Allah insana aklını takvasını ve fıskını veriyor. Ve yol gösterici olarak peygamberler. Kitaplar da gönderiyor.Ve önüne bu yollardan hangisini seçerse. Ona yönelmek ve o yolda ilerlemek için melekleri de veriyor. Üstelik hangi yola giderse sonucunda başına gelebilecekleri de öğretiyor. Sonucuna katlanmak koşulu ile kişiyi özgür iradesiyle baş başa bırakıyor.
76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
41/40- Bizim ayetlerimiz konusunda çarpıtma yapanlar, Bize gizli kalmazlar. Öyleyse ateşin içine bırakılan mı daha hayırlıdır yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Siz dilediğinizi yapın. Çünkü O yaptıklarınızı gerçekten görendir.
İşte bu kadar ayrıntılarla insanlara her şeyi açıkladıktan sonra kişilerin seçmiş oldukları Yola Dünya hayatında kesinlikle Allah özel bir müdahalede bulunmuyor. Hatta inanan ve Salih amel işleyenlerin güç ve iktidar sahibi olduklarında Ayrı ayrı dinden olanları kendi dinlerini yaşamaları için imkan ve zemin hazırlamalarını istenmiştir.
4/75-Hem size ne oluyor da Allah yolunda ve: "Ey bizim Rabbimiz, bizleri halkı zalim olan bu memleketten çıkar, tarafından bize bir sahip gönder ve yine tarafından bize bir yardımcı gönder." diye yalvarıp duran o ezilmiş erkekler, kadınlar ve yavrular uğrunda çarpışmıyorsunuz?
Kuranda geçen saptırma, hidayete getirme ve bağışlama ifadeleri kişinin kendi seçmiş olduğu ve kendi elinden olan kaderi ile ilgilidir. Bu olayı Başımdan geçen bir anı ile açıklamaya çalışayım. Lise yıllarında matematik dersinden yazılı imtihan olmuş idik. Öğretmen yazılı kâğıtlarını okumaya başladığında arkadaşın bir tanesi kalktı. Öğretmenim bana notu az vermişsin dediğinde ,öğretmen de Hayır evladım ben sana notu az vermedim sen az aldın dedi. Hakikaten bakıldığı zaman öğretmenin dediği çok doğru ve adilane bir söz idi. Öğrenci eğer verilmiş olan soruları tam olarak yapmış olsaydı Adilane görev yapan bir öğretmen için tam not vermekti. Öğretmen ancak öğrencin verdiği cevap kadar not vermiş. Bu anlayışı Kuranda bununla ilgili bir ayetle mukayese ettiğimizde tıpatıp uyuşuyordu
17/13-Her insanın da kuşunu (nasibini) boynunda kendine takmışızdır. Onun önüne kıyamet günü kendisini şöyle karşılayacak açık bir kitap çıkarırız:
Her insan dünya hayatında neler yapmışsa onların yapmış oldukları iyi veya kötü olan davranışları kalplerinden geçenler de dahil olmak üzere Kayıt altına alınacaktır. Dünya hayatı Allahın Adalet dağıttığı yer değil dünya hayatı. Allahın insanlara adaletli davranmayı emrettiği yerdir.
4/135-Ey iman edenler, hak ölçülerle hareket edip adaleti yerine getirmeye uğraşan hakimler,Allah için şahitlik yapan kişiler olunuz. Gerek kendileriniz veya ana-babanız yahut en yakınlarınız aleyhine olsun; gerek zengin, gerek fakir olsun. Çünkü Allah, ikisinden de önceliklidir. Bundan dolayı adaletten uzaklaşıp da nefsinize uymayın. Şahitlik yaparken dilinizi eğer, bükerseniz veya çekinirseniz, şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
Eğer dünya hayatında her varlık eşit olarak yaratılmış olsaydı insanlar arasında ve doğada bir iletişim meydana gelmezdi İletişimi ve etkileşimi meydana getiren farklı yaratılışlarıdır. Rüzgarı meydana getiren sıcak ve soğuk farklılığıdır. Eğer her yerde soğuk veya her yerde sıcak hava olmuş olsaydı. Rüzgar meydana gelmezdi Sıcak ve soğuk havanın yer değiştirme sonucunda rüzgar meydana gelmektedir. Erkek organ veya dişi organ olmamış olsaydı üreme meydana gelmezdi. Akıllı insan veya daha az akıllı insan olmamış olsaydı veya zengin ve fakir diye insanlarda farklılıklar olmamış olsaydı insanlar arasında iletişim olayı olmazdı Bunlar hep Allahın ayetlerindendir. Zengin olmak güçlü olmak akıllı olmak bir avantaj gibi görülse de bunlar Dünya hayatının çekici süslerinden başkası değildir. Eğer güçlü olanlar zayıf olanların haklarını koruyup onlara zulüm yapmazlarsa. Allahın onlara teslim ettiği emanetlere gereği gibi sahip çıkıp korurlarsa Allah katında değerleri vardır. Bilindiği gibi. Dünya hayatında herkes tiyatrodaki aktör ve aktiristlerin yüklendiği rol gibi rol üstlenmektedirler İşte bu rolleri kim Allahın tarif ettiği gibi oynayabilirse odur kazançlı olan. Kuranı Anlayıp da gerçek yaratılış gayesini kavrayabilen akıl sahipleri Dünya hayatında bolluk ve güllük gülistanlık içinde bir hayat yaşamaktansa o bolluk ona hantallık getirip ahiret hayatında ebedi bir cehenneme yuvarlanacağına. Fakir veya sıkıntı çekerek her zaman Allahın sofrasından uzaklaşmadan kısacık dünyadaki hayatının sıkıntılı ve azap içinde geçmesini yeğler ve sefayı ebedi bir ahiret hayatında cennete saklardı. İşte dünya hayatı değişik türde farklı yaratılışlarda olan insanların imtihana tabi tutulduğu yerdir. Allah insanların biri birlerine müdahalesi hariç özel bir müdahalede bulunmamaktadır.
22/40-Onlar: "Rabbimiz Allah'tır." demelerinden başka hiçbir haklı gerekçe olmaksızın yurtlarından çıkarıldılar. Allah, insanların bir kısmını bir kısmı ile defetmeseydi, şüphesiz manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan mescitler yıkılıp giderdi. Elbette Allah kendi (dini) ne yardım edene yardım edecektir. Şüphesiz Allah çok güçlü, çok izzetlidir.
Ayetten de anlaşıldığı gibi İnsanlar biri birini yanlışlık yapmaktan engelliyorlar veya yanlışlığı insanlar biri birlerine yapıyorlar. Yoksa Allah insanlar yanlış yaptıkları zaman evrene koyduğu kurallara uymamanın sonucunda başına gelen belalar hariç İnsanları dünya hayatında cezalandırılmıyor.Evrenin yasalarında. Denize gireceksen yüzmek bileceksin diyor eğer yüzmek bilmezse deniz onu boğar. Ateşin içerisine kendini atmayacaksın diyor. Eğer insan kendisini ateşe atarsa ateş onu yakar. Veya içkinin insana zarar verdiğini söylüyor eğer içerse başına sarhoşluklardan dolayı bir çok belalar gelmesi gibi Dünya hayatında evrenin kurallarına uymamanın cezasını dünya hayatında çekmektedir. Ama Allaha ve onun göndermiş olduğu peygamber ve kitaplara inanıp Salih amel işleyenler yasalara uydukları sürece hem dünya hayatında hem de ahiret aleminde mutsuz olmayacaklardır.
İşte İnsanlardan Allahın bağışladığı ve hidayete getirip saptırdığı dünya hayatında oluşmaktadır. Kişilerin denenmesi, bunaklık ve ölüm geldi mi Artık Onun Hakkında Karar verilip bitmiştir. Karnesi elindedir.Ahiret hayatında o karne değişikliğe uğratılmayacaktır. Cennette dereceler ve mükafatlar o karneye göredir Cehannem de de cezalar ve dereceler de o karneye göredir.
Dünya hayatında insanların özgür iradelerinin seçmesi sonucunda Yönünü nereye çevirirse kişilerin o yolda göstermiş oldukları performans onların gidiş yönündeki hidayete getirme bağışlama ve saptırmanın asıl nüvesini oluşturmaktadır.Her insanın kendi yaşamında da bunları hissettiği gibi iyiliğe doğu attığı her adım , Onu daha çok iyilik yapmaya, Kötülüğe doğru attığı her adım da onu daha çok kötülük yapmaya sürüklemesi gibi. İşte insandaki nefsi arındırma veya fıskın boyunduruğuna girerek, onu felakete götürmek insansın kendi elindedir.
4/115- Kim kendisine 'dosdoğru yol' apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!.
4/137- Gerçek şu, iman edip sonra inkara sapanlar, sonra yine iman edip sonra inkara sapanlar sonra da inkarları artanlar… Allah onları bağışlayacak değildir, onları doğru yola da iletecek değildir.
Ayetlerden anlaşıldığı gibi, yukarda ki birinci yazılan ayette kişi yolu biliyor doğru ve yanlış ortada, seçme hakkı kendisinin. Alttaki ayette kişi yolların hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu bildikten sonra yine de yanlışı seçip başına bu seçmiş olduğu yanlıştan dolayı başına gelecek olan felaketlerden kendisi sorumludur. İmanda tatmin bulmuş ve onun hazzını tatmış olan bir kişi bunu bırakıp da küfre sapar ve nefsinin vesveselerine kanarak, yanlışı seçerse Allah onu doğruya gelip bir sefer daha fırsat tanıyor İmanda tatmin bularak ikinci bir sefer yine bağışlanıyor. Ve bundan sonra tekrar küfre girip ve küfür artarsa artık o yalama yapmış bir civatanın işlev görmediği gibi işe yaramaz bir hal alıyor. Allah artık onun la bir daha ilgilenmiyor Bunun Adıda. Kuranda Helak olmayı tanımlamış oluyor.
Allah İnsanlara iki Yol Göstermiştir. Onu Öyle donanımlı bir hale getirmiş ki Her şeyden haberdar. Elbette gösterilmiş olan bu iki yolda kişilik ve kimliğini koymuş olan insanlar için meşakkatler vardır. Bir defa inanan bir kişi için daha çok meşakkat vardır. Kuran buna sarp yokuş diyor. Kazandığı malları zorda kalan ve ihtiyaç sahipleriyle paylaşma, kendi bulunmuş olduğu dini elinden almak isteyenlerle savaşma, hastalık be başına gerek insanlar tarafından gerekse kendi elinde olmadan başına gelen belalara sabır göstererek. Katlanma bunlardan birkaçıdır. İşte dünya hayatında ebedi bir cennetin, sahibi olabilmek için bazı güçlüklere karşı direnmek,ve elini taşın altına koymak gerekir. Terlemeden ekmek sahibi olunmaz, yorulmadan servet ve rahatlığa kavuşulmaz. Gözümüzü etrafa çevirip baktığımız zaman, o ilerlemiş ilimde teknolojide ileri gitmiş insanlar öyle kolay o mevkilere gelmemişlerdir. Uzun uğraş çaba ve kendilerini o konuya konsan tire ederek ulaşmışlardır. Yoksa Allah onlara imtiyazda bulunmamıştır. İşte Kuranda Geçen isteyene istediğinden verilmesi, Onu Anlatmaktadır.
17/18- Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider.
17/19- Kim de ahireti ister ve bir mü'min olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır.
17/20- Hepsine, onlara da, bunlara da Rabbinin ihsanından 'arttırarak-veririz.' Rabbinin ihsanı kesilmiş değildir
Yani Allah bazılarına saptırma eğilimi verip bazılarına hidayete eğilimi vermemiştir.kişilerin kendi istekleri doğrultusunda bunları vermektedir.
Öyleyse Sonuç Olarak bu kadar bilgi ve incelemelerden sonra Açık Yüreklilikle diyebiliriz ki, Kişi kendi istemedikçe Allah Kimseyi hidayete getirmez, Kendi istemedikçe Kimseyi saptırmaz. Kendisi bağışlanma istemedikçe kimseyi bağışlamaz. Bunlar dünya hayatında ölmeden önce yapılması gerekenlerdir Ölünce zaten artık hüküm ferman verilmiş. söz değişikliğe uğratılmayacaktır. Kimse Allah’a Belki Bağışlar diye Ümit etmesin Allah birini bağışlar birini Bağışlamazsa. O Allahın adalet sıfatıyla uyum sağlamaz.