PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Mezhepçi hanım ve beylere gündelik hayat tavsiyeleri :))


Apollonius
11. January 2010, 05:52 PM
mezhepçi bey ile mezhepçi hanım kalktıklarında sağ ayak ile yataklarından kalkmalıdırlar. Hayırlı işler sağ, hayırsız işler sol ayakla yapılır. Birazdan eğer birisi tuvalete girecekse sol ayakla girer. Tuvalete başı kapalı girmekte sevap vardır. Tuvalette iken konuşulmaz, eğer biri tuvaletin dışından soru sorarsa bu münasebetsize cevap vermemek daha uygundur. Eğer evdeki tuvalet alafrangaysa, bu tuvaleti yıktırıp alaturka yaptırmak daha uygundur. Erkekler ayakta küçük tuvalet yapmak gibi uygunsuz tarzdan kurtulmalı, oturarak küçük tuvaleti yaparak sünnet sevabı kazanmalıdırlar. Eğer çiftimizden biri yıkanacaksa en azından belinde peştemalle yıkanması gerekir. Çünkü kişi tek başına tuvalette iken bile avret yerini kapalı tutmaya çalışmalıdır. Her ne kadar insanlar görmüyorsa da melekler ne de olsa insanları görür, meleklerden utanmak lazımdır. Yıkanırken önce sağ omuza, sonra sol omuza su dökmek gibi sıralara uyulmalı ve kitaplarda yıkanma ile ilgili yazılan Arapça dualar ezberlenip okunmalıdır. Şampuan tipi yıkanma maddeleri kullanıyorlarsa, bunların çoğu alkol içerdiği için bunlar kullanılmayacaktır. Alkolsüzü bulunacaktır. Dişleri temizlemek için misvak kullanılmalıdır. Bu arada dişlere iyi bakılmasında fayda vardır. Çünkü kimi alimlere(!) göre dişe dolgu yapılırsa boy abdesti olmaz, kişi cenabet gezer. Bu yüzden dişin çürümesi, komple dişi çektirip dişsiz kalmayı veya çıkmalı takma dişler taktırmayı gerektirecektir. Çıkmalı takma dişler boy abdesti alırken çıkarılıp, bunların altı ıslatılmalıdır, yoksa kişi cenabet gezmeye devam eder.

Namaz kılınacaksa sarık takıp yetmiş kat sevap kaçırılmamalıdır. Sarığın yedi metre olması daha uygundur. Giyilecek elbiseler yeşil, siyah veya beyaz olmalıdır. Sarı veya kırmızı giymemek gerekmektedir. Çiftimiz yemeğini yer sofrasında yemeli, sonradan çıkma masa tipi uyduruk şeylerde yememelidir. Yer sofrasında sağ ayak dikilir, sol ayak alta alınıp oturulur. Yemek tek bir kap içinde ortaya konularak yenilir. Yemekte çatal, kaşık gibi aletlerden kaçınılmalıdır. En sevap yemek yeme şekli üç parmakla olur. Bu üç parmak bile bellidir. Baş, işaret ve orta parmaklar. Yemeğe tuz ile başlamak iyidir. Yemekte su içilirse üç nefeste içilmeye gayret edilmelidir. Yemek kesinlikle sağ elle yenmelidir. Sol elle yenilenleri şeytan yemiş olur. Yemek bitince üç parmak, baş parmaktan ortancaya doğru yalanır, bu da sünnettir. Böyle sünnetleri kaçırmamak lazımdır. Aynaya bakmak sünnettir. Erkek aynaya bakıp sakalının bir tutamı geçip geçmediğini kontrol etmeli, sakalı bir tutamı geçtiyse kesmelidir. Sakalı bir tutamdan az kesmek düşünülemez, değil ki pasparlak olmak. Erkeğin gözüne sürme çekmesi, saçlarını yağlayıp ortadan ayırması da hep sevap getiren fiillerdir.

Kadın ise saçını uzatmalı, kesinlikle kesmemelidir. Kadınların kaşını aldırması çok büyük günahtır. Kadın evden çıkacaksa yanında kocası, kardeşi gibi mahremi olmadan 90 km’den fazla gitmesinin haram olduğunu unutmamalıdır. Aslında kadın için en iyisi mümkün olduğunca dışarı çıkmadan evde oturmaktır. Fakat dışarı çıkacak olursa iyice örtünmeli, koku sıkmasının haram olduğunu unutmamalıdır. Kadın için en iyisi komple örtünmesi, eldiven giymesidir. Hatta kadının kestiği tırnakları bile kadından bir parça sayıldığı için, yabancı bir erkeğe göstermeden toprağa gömmesi gerektiğini bir çok mezhep alimi (!) söylemiştir.

Televizyonun seyredilip seyredilmeyeceği tartışmalı bir konu olduğu için eve hiç televizyon almamak en iyisidir. Çünkü resim haramdır. Televizyondaki görüntüler resimlerin arka arkaya geçişi olduğu için bunun da haram olduğunu iddia edenler vardır. En azından mezheplere göre bunun şüpheli olduğu kesindir. Mezheplere göre ise şüpheli şeyleri terk etmek en isabetli davranıştır. Radyo dinlemek de çok tehlikelidir. Müzik, telli sazlar, hele hele kadın sesi haramdır. Radyoda sürekli bunlar çıkacağı için mezhepçi çiftimizin bunları eve sokmaması gerekir. Eğer çiftimiz cinsel ilişkiye girmek isterse çırılçıplak bir şekilde bunu yapmanın meleklere karşı utanmazlık olduğunu unutmamalıdırlar. Mümkünse yorgan tipi bir örtünün altında, birbirlerinin cinsel organlarına bakmadan cinsel ilişkiye girmeleri gerekmektedir.

Eve girerken de, çıkarken de sağ ayak kullanılmalıdır. Eve meleklerin girmesini engelleyen köpek kesinlikle sokulmamalıdır. Evdeki yataklar, oturma grupları hep yerin üstünde olmalı, ayaklı olanlarından sakınılmalıdır. Uyurken abdestli uyunmalıdır. Çünkü abdestli ölenin şehit olacağı söylenmektedir. Uyurken sağ el başın altına alınıp, sol el salınacak ve sağ tarafın üstüne yatılacaktır. Yüzü koyun yatmak en kötüsüdür. Böyle yatan çiftler birbirlerini ve çocuklarını uyandırıp düzeltmelidirler...

mezhepçiler insanın her saniyesini dolduran, insanın rahat bir banyo bile yapamayacağı bir sistem oluşturmuşlar ve bunu da din diye ne yazık ki bir çok insana yutturmuşlardır. Fakat Allah’ın gerekli kılmadıklarıyla dolu bu zorlukların sistemine mezhepçilerin birçoğu bile uyamamışlardır. Yalnız ve yalnız Kuran din yapılıp, Kuran dışı kaynaklar reddedilip, Kuran’ın yeterliliğine güvenilmeden bu sorunlar çözülemez. Başarı bu en kolay, en mantıklı yoldadır.

kaynak (http://www.diniyazilar.com/oku.asp?hid=1888)

ebu Maruf
30. December 2010, 03:51 PM
es-Selamun Aleykum
Arkadaşlar yukarıda verilmiş içtihadlar hadis kaynaklıdır.Yapılması zorunlu şeyler değildir.
Yani mesaiye kalmak gibi.
Kimi insan zorlanmamak adına normal iş saatini doldurup gider kimiside daha fazla para kazanmak adına fazla mesaiye kalır.
Fazla mesaiye kalan insanları rencide etmek doğrumudur acaba?

Miralay
30. December 2010, 04:20 PM
ve aleykümselam ebu Maruf kardeşim.
Fazla mesai benzetmen pek olmamış gibi geldi bana. :)

Yukarda bahsedilen konuların pek çoğu hükümler ihtiva eder. Hepimiz biliriz ki, dinde hüküm koyma yetkisi sadece Cenab-ı Allah'a aittir.

Yukarıda yazılanlar hijyen,alışkanlık,..vs. amaçlarla yapılırsa tamam sizin dediğiniz gibi fazla mesai durumuyla değerlendirilebilir. Lakin bunu dini kaygılarla,sevap kazanma umuduyla yapıldığı zaman, haşa! peygamberimize (Salat ve selam üzerine olsun) Allah adına hüküm koyma yetkisi vermiş oluruz. Ki, O mübarek te, Kur'andan başka birşeyle hüküm vermemiştir.

Her ne kadar bu tür hadislere "sahih" dense de, asrı saadetten günümüze sağlam olarak gelmiş hadislerin sayısı bir elin parmakları sayısıncadır ancak. Onlar da o zamanlar kitap haline getirilerek sabitlenmediğinden dolayı, onlarında sağlıklı olduğuna güvenmemiz sakıncalı olur.

Malumunuz, Allah'ın elçisi (Selam üzerine olsun) yanında küçük yaştan itibaren bulunan Hz.Ali, her daim beraber olan sadık arkadaşı Hz.Ebubekir,Hz.Ömer,Hz.Osman (Allah onlardan razı olsun) 'dan rivayet edilen hadisleri toplasak, ne kadar az oldğunu göreceğiz.

Mübareğin hayatı boyunca, her daim yanından ayrılmayan bu mübarek kişilerden bu denli az sayıda hadis rivayet edildiğine şahit olunca; hadislere neden güvenmediğimize hak vereceksinizdir umarım.

Saygılarımla, Allah'a emanet olunuz.

ebu Maruf
30. December 2010, 06:02 PM
ve aleykümselam ebu Maruf kardeşim.
Fazla mesai benzetmen pek olmamış gibi geldi bana. :)

Yukarda bahsedilen konuların pek çoğu hükümler ihtiva eder. Hepimiz biliriz ki, dinde hüküm koyma yetkisi sadece Cenab-ı Allah'a aittir.

Ahzab 36. Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.

hiiic
31. December 2010, 03:32 AM
alıntı;
Ahzab 36. Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.


Ahzab 36. Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.

neden altını çizdiğiniz bölümde Allahın ismini çıkardınız,?? nede her defasında ALllahın ismini ve hükümlerini silip araya resulu koyma gayreti varki onu anlamadım hiç...

Allah ver resulu diyor ki bu hükümün adı; KURAN dır..
Dikkat ediniz, Sadece KURAN dır...

ama resul hükmü diye kendisi de yasaklamış olduğu halde 300 yıl sonra uydurulan hureyre v.b. rivayetlerini baz alacaksanız, buna Kurandan delil bulamazsınız...

Dikkat edin,,, Gerçekleri olduğu gibi görelim,,, kilise papazından farkımız olsun,, onlarda Allahın kitabını tevrat ve incili yanlarında taşıyorlar... sizlerde taşıyorsunuz...


Cum’a 5
Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.

Miralay
31. December 2010, 09:16 AM
Selam ebu Maruf kardeşim.
Yazdığınız ayet için "amenna ve saddakna" diyorum.
Lakin bir ayeti değerlendirirken, o ayetin siyak ve sibakına ve hatta o surenin konu bütünlüğüne baktığımızda; ve hatta bu konuyu ilgilendiren diğer surelerdeki ayetleri irdelediğimizde cenabı hakk'ın esas muradını daha iyi anlarız diye fikrediyorum.

Tabii ki sizin de ilminizden hiç kuşkum yok. Mutlaka sizden de öğreneceğimiz çok şey var.

Saygılarımla. Allah'a emanet olunuz.

ebu Maruf
31. December 2010, 10:45 AM
Ahzab 36. Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.

neden altını çizdiğiniz bölümde Allahın ismini çıkardınız,?? nede her defasında
Dostum haşa o benim ne haddime sorulan soruya direk cevap diye o şekilde yaptım.
ALLAHU TEALANIN Hakim olduğu noktasında hiç kimsenin bir sorunu yok.
Ayrıca dikkat ederseniz soruda ALLAH dan başkasının hüküm yetkisi yoktur niteliğindedir.
ALlahın ismini ve hükümlerini silip araya resulu koyma gayreti varki onu anlamadım hiç...
Her defasında ALLAH ın hükümlerinin silinmesi noktasında bir gayret olduğunu belirtmişşiniz.
Benim bu şekilde hareket ettiğimimi gözlemlediniz acaba?
Sizin bakış açınızdan baktığımda yani niyet okuyuculuk adına.Sizinde müşrik olduğunuzu iddia etmem gerekli zira ALLAH lafzınıda Raul lafzınıda aynı şekilde yazıyorsunuz.ALLAH lafzını neden büyük yazmıyorsunuz.Yoksa ikisini ortak mı koşuyorsunuz demem gerekli.Fakat kalbleri bilen ALLAH dır

Allah ver resulu diyor ki bu hükümün adı; KURAN dır..
Dikkat ediniz, Sadece KURAN dır...

ama resul hükmü diye kendisi de yasaklamış olduğu halde 300 yıl sonra uydurulan hureyre v.b. rivayetlerini baz alacaksanız, buna Kurandan delil bulamazsınız...
Dostum Hakim olan ALLAH dır.Ayetleri tek tek alırsanız ahzab süresindeki ayet boşuna nuzül etmiş görüntüsü olur.Aradaki bağı iyi anlamak gereklidir.
Mesela Gaybı ancak ALLAH bilir ayeti vardır halbuki başka ayet ALLAH istediğine bildirir ayetide vardır.
ikisinide ele aldığımızda ALLAH bildirmeden kimse kaybı bilemez ancak ALLAHın bildirdikleri bilebilir anlamı çıkar en azından ben öyle anlıyorum.Sadece ilk ayete bakmış olsaydım ALLAH dan başkası ghaybı kesinlikle bilemez demem gerekliydi.
Buradaki meselede buna benzer.ALLAH HAKİM dir fakat Rasuluna hüküm yetkisi vermiştir.

Dikkat edin,,, Gerçekleri olduğu gibi görelim,,, kilise papazından farkımız olsun,, onlarda Allahın kitabını tevrat ve incili yanlarında taşıyorlar... sizlerde taşıyorsunuz...
Bunu anlayamadım dostum.Söylemek istediğin masumiyet meselesi ise.
Ehli sünnet akaidine göre masum olan sadece peygamberlerdir.
Onlar dışında hiç bir yaratılmış korunmuş değildir.
Kilise papazları ile islam ilim adamları arasında çok fark vardır.
Hristiyanlar papa yı masum kabul edip onu peygamber gibi görürler.Daha Türkiyeye tememlli gelmeden kısa bir süre önce bir kısım insanla ALmanyada müzakere yaptık ellerinde yeni yazılmış bir incille geldiler.
Yada eskilerine bakalım.
Yuhanna,luther 4 ayrı İncil.
Bizim Kitabımız tek dir.
Bizim alimlerimiz yeni bir Kuran mı yazmaya kalkıyorlar.
Yada Martyin Lutherın söylediği gibi ALLAH la kulun arasına girilmez diye kilise rahiplerinin ruhbanlığına kızdığı meseledeki gibi onlar ALLAH adına insanların günahlarını bağışlarken hangi islam alimi tamam ben senin günahlarını bağışladım dediki buna şahit olan bir kişi varmı acaba?
Fakat ruhbanlığı iyi anlamayıpda muallimlikle aynı kefeye koyduğumuz zaman ne sizin ne benim nede bir başkasının burad bir şey anlatmaya,öğretmeye,yada bildirmeye hakkı yoktur.

Cum’a 5
Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.



selametle

ebu Maruf
31. December 2010, 10:47 AM
Selam ebu Maruf kardeşim.
Yazdığınız ayet için "amenna ve saddakna" diyorum.
Lakin bir ayeti değerlendirirken, o ayetin siyak ve sibakına ve hatta o surenin konu bütünlüğüne baktığımızda; ve hatta bu konuyu ilgilendiren diğer surelerdeki ayetleri irdelediğimizde cenabı hakk'ın esas muradını daha iyi anlarız diye fikrediyorum.

Tabii ki sizin de ilminizden hiç kuşkum yok. Mutlaka sizden de öğreneceğimiz çok şey var.

Saygılarımla. Allah'a emanet olunuz.

Katılıyorum Miralay kardeşim.
Çok önemli bir meseleyi belirtmişsin teşekkür ederim

hiiic
31. December 2010, 11:02 AM
tamam da, bende gaybı biliyorum...
Çünkü bende hamdolsun Allahın gaybı bildirdiği kişilerdenim..



***

ebu Maruf alıntı;
Yada Martyin Lutherın söylediği gibi ALLAH la kulun arasına girilmez diye kilise rahiplerinin ruhbanlığına kızdığı meseledeki gibi onlar ALLAH adına insanların günahlarını bağışlarken hangi islam alimi tamam ben senin günahlarını bağışladım dediki buna şahit olan bir kişi varmı acaba?

ben şahidim, var böyle diyen islam büyükleri (!),,, mesela çokda derine inmeye gerekyok,, saidi nursi nur küllüyatını okuyan kurtulmuştur diye idda ediyor..

ama saidten daha sapıklarıda var,,, milletin peşinden koştuğu sapık adıyaman büyüğünün lafınıda duyalımda, sonra "kim demiş, duyan varmı, ne zaman gördün, hiç sana böyle dedim mi" tarzı seyrelme çalışmalarına muhatap olmayalım...

Duyduk duymadık demeyin;

BUNLAR BİR SÜRÜDÜR.BU SÜRÜNÜN SAHİBİ PEYGAMBERİMİZDİR.BİZDE ACİZANE BU SÜRÜNÜN ÇOBANIYIZ.BİZDE HİÇBİRİNİN ZAYİ OLMAMASI İÇİN ELİMİZDEN GELENİ YAPIYORUZ.YORULURSAK SIRTIMIZDA TAŞIRIZ,O HASTA OLURSA İLAÇ VERİRİZ İYİLEŞTİRİRZ.İLLA ÖLECEKSE MUNDAR GİTMESİN DİYE KESERİZ.ÇOK ŞÜKÜR BU POSTA OTURDUĞUMUZDAN BERİ KURDA KAPTIRMADIK.ALLAH TEALA'NIN LUTFUYLA İMANSIZ GÖNDERMEDİK.''(GAVS_I SANİ K.S.A)

Bundan böyle sözün eğrisini eğik yazacağım...
ama bu konu bitmez,, şimdi soracaksınız tamam bunlar böyle daha başka duydunuz mu felan sonsuza gider paradox.

bide hep aklıma sonradan geliyorda editliyorum...
aslında ne varki bunlarda değil mi? onlar bizi sadece Allaha yaklaştırıyorlar, oyüzden onlara tabi oluyoruz öyle değil mi? Katılıyor musunuz?

ebu Maruf
31. December 2010, 11:20 AM
Rivayetlere uydurma diyen matığınızla işinize geleni nasıl alıpda gerçekmiş gibi insanlara rivayet edip yutturmaya çalışıyorsunuz.
Hani uydurmadır hepsi.Neden duyduğunuz şeyleri insanlara uydurma olup olşmadan naklediyorsunuz.
Bakıyorum ravilik yapmaya başlamışsınız.
:)))

hiiic
31. December 2010, 11:26 AM
anlamadım? bu ne demek, benim yazımla ne alakası var?

Rivayetlere uydurma diyen matığınızla işinize geleni nasıl alıpda gerçekmiş gibi insanlara rivayet edip yutturmaya çalışıyorsunuz.
Hani uydurmadır hepsi.Neden duyduğunuz şeyleri insanlara uydurma olup olşmadan naklediyorsunuz.
Bakıyorum ravilik yapmaya başlamışsınız.
))

Miralay
31. December 2010, 11:51 AM
Bir de her zaman dikkatimi çeker, sorarım, bir türlü cevabımı alamam.

Hani "sahih" olarak bildiğimiz hadis kitaplarında binlerce hadis vardır. ..ki, bunlar da elemeden geçirilip te, tabiri caizse kalbur üstü kalan hadislerdir.

Birincisi, acaba elenip te kabul görmeyenlerin içerisinde de sahihleri var mıydı?

İkincisi, ki en çok merak ettiğim husustur bu; Resulullah (Selam üzerine olsun) ile hayatı boyunca beraber olan; Hz.Ali,Hz.Ebubekir,Hz.Ömer,Hz.Osman,Hz.Hasan,Hz.Hü seyin (Allah onlardan razı olsun)'den rivayet edilen hadislerin sayısı neden çok azdır. Değil mi? Halbu ki, en çok rivayeti onların yapması gerekmez miydi?

Tamam Hz.Aişe validemiz (Allah ondan razı olsun)'den en fazla hadis rivayet edilenlerdendir. Amenna. Mübarek validemiz, Allah'ın elçisi ile aynı çatıda yaşamıştır. Zamanının çoğunu hem resulle,hem de mübareğin sadık vede sıddık dostu olan babasıyla geçirdiğinden, çok olaya vakıf olmuştur. Buna şüphem yoktur.

Bir de bu konu üzerinde tefekkür edelim siterseniz.

hiiic
31. December 2010, 12:07 PM
Doğrudan doğruya Kuran’dan alarak ilhamı.
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.

Mehmet Akif Ersoy (üzerine hadisci tanımam, hadis; söz demektir biliyorsunuz)
Allah rahmet eylesin.

ebu Maruf
31. December 2010, 12:20 PM
Bir de her zaman dikkatimi çeker, sorarım, bir türlü cevabımı alamam.

Hani "sahih" olarak bildiğimiz hadis kitaplarında binlerce hadis vardır. ..ki, bunlar da elemeden geçirilip te, tabiri caizse kalbur üstü kalan hadislerdir.

Birincisi, acaba elenip te kabul görmeyenlerin içerisinde de sahihleri var mıydı?
Tabiki buda mümkün olabilir.Fakat ulaşmadığı için sorumlu olmayız sanırım.
İkincisi, ki en çok merak ettiğim husustur bu; Resulullah (Selam üzerine olsun) ile hayatı boyunca beraber olan; Hz.Ali,Hz.Ebubekir,Hz.Ömer,Hz.Osman,Hz.Hasan,Hz.Hü seyin (Allah onlardan razı olsun)'den rivayet edilen hadislerin sayısı neden çok azdır. Değil mi? Halbu ki, en çok rivayeti onların yapması gerekmez miydi?
ALLAHU ALİM sebebi onların devlet yönetimi içerisinde olması ve zaman sorunundan dolayı irşad ve sohbetleri azaltmasından olabilir.
Tamam Hz.Aişe validemiz (Allah ondan razı olsun)'den en fazla hadis rivayet edilenlerdendir. Amenna. Mübarek validemiz, Allah'ın elçisi ile aynı çatıda yaşamıştır. Zamanının çoğunu hem resulle,hem de mübareğin sadık vede sıddık dostu olan babasıyla geçirdiğinden, çok olaya vakıf olmuştur. Buna şüphem yoktur.

Bir de bu konu üzerinde tefekkür edelim siterseniz.

selametle

ebu Maruf
31. December 2010, 12:21 PM
anlamadım? bu ne demek, benim yazımla ne alakası var?

Bir şeyhin sözünü naklediyorsunuz.Ravi oluyorsunuz yoksa ravinin ne manaya geldiğini bilmiyormuydunuz.

hiiic
31. December 2010, 12:35 PM
ALLAHU ALİM sebebi onların devlet yönetimi içerisinde olması ve zaman sorunundan dolayı irşad ve sohbetleri azaltmasından olabilir.

tabi toplantılar uzun sürüyordur, özellikle avrupa birliği gelişim süreci için yoğun çalışıyorlardı...

***

diğer ravi mavi demişsin o lafına cevap dahi yazacak değilim sen otur neden yazmıyacağımı kendin düşün... laf olsun diye laf yazmışsın,,, çamur at izi kalsın..

ebu Maruf
31. December 2010, 12:57 PM
ALLAHU ALİM sebebi onların devlet yönetimi içerisinde olması ve zaman sorunundan dolayı irşad ve sohbetleri azaltmasından olabilir.

tabi toplantılar uzun sürüyordur, özellikle avrupa birliği gelişim süreci için yoğun çalışıyorlardı...

***

diğer ravi mavi demişsin o lafına cevap dahi yazacak değilim sen otur neden yazmıyacağımı kendin düşün... laf olsun diye laf yazmışsın,,, çamur at izi kalsın..

Dostum alim insanların rivayetlerine inanmanın yanlış olduğunu belirttiğin halde senin rivayetlerine inanılmasını bekliyorsun.Yoksa senin kutsal bir kişi olduğunumu sanıyorsun.
Yoksa ravilik ALLAH katından sadece sana verilmiş bir haktırda.ALLAH Rasulundens.a.v rivayet eden raviler ALLAH onlara izni vermediği halde rivayetmi ediyorlar.
Benimkisini çamur atmak olarak nitelendiriyorsan sen onca alime ve sahabeye çamur atıyorsundur.

hiiic
31. December 2010, 01:25 PM
tamam da, bende gaybı biliyorum...
Çünkü bende hamdolsun Allahın gaybı bildirdiği kişilerdenim..



***
ebu Maruf alıntı;
Yada Martyin Lutherın söylediği gibi ALLAH la kulun arasına girilmez diye kilise rahiplerinin ruhbanlığına kızdığı meseledeki gibi onlar ALLAH adına insanların günahlarını bağışlarken hangi islam alimi tamam ben senin günahlarını bağışladım dediki buna şahit olan bir kişi varmı acaba?


ben şahidim, var böyle diyen islam büyükleri (!),,, mesela çokda derine inmeye gerekyok,, saidi nursi nur küllüyatını okuyan kurtulmuştur diye idda ediyor..

ama saidten daha sapıklarıda var,,, milletin peşinden koştuğu sapık adıyaman büyüğünün lafınıda duyalımda, sonra "kim demiş, duyan varmı, ne zaman gördün, hiç sana böyle dedim mi" tarzı seyrelme çalışmalarına muhatap olmayalım...

Duyduk duymadık demeyin;

BUNLAR BİR SÜRÜDÜR.BU SÜRÜNÜN SAHİBİ PEYGAMBERİMİZDİR.BİZDE ACİZANE BU SÜRÜNÜN ÇOBANIYIZ.BİZDE HİÇBİRİNİN ZAYİ OLMAMASI İÇİN ELİMİZDEN GELENİ YAPIYORUZ.YORULURSAK SIRTIMIZDA TAŞIRIZ,O HASTA OLURSA İLAÇ VERİRİZ İYİLEŞTİRİRZ.İLLA ÖLECEKSE MUNDAR GİTMESİN DİYE KESERİZ.ÇOK ŞÜKÜR BU POSTA OTURDUĞUMUZDAN BERİ KURDA KAPTIRMADIK.ALLAH TEALA'NIN LUTFUYLA İMANSIZ GÖNDERMEDİK.''(GAVS_I SANİ K.S.A)

Bundan böyle sözün eğrisini eğik yazacağım...
ama bu konu bitmez,, şimdi soracaksınız tamam bunlar böyle daha başka duydunuz mu felan sonsuza gider paradox.

bide hep aklıma sonradan geliyorda editliyorum...
aslında ne varki bunlarda değil mi? onlar bizi sadece Allaha yaklaştırıyorlar, oyüzden onlara tabi oluyoruz öyle değil mi? Katılıyor musunuz?

Yani şurda sana sunduğum cevabı aklın sıra dayanaksızca çürütmek için elinden gelen inatçılığı körce bve dayanaksızca yaptın ya ben sana bişey daha ne diyim? ne desem boş üzerine varsamda soluyorsun varmasamda soluyorsun. Al işte senin alimin gavsın senin çobanındır... kabul ettiysen bana ne...

Benim vekilim yanlız Allah,,, sizin dininiz size benimkiside bana,,,
bana Allahı bırak alimlere tap mı demek istiyorsun? ben anlamadım sn ne yapmaya çalışıyorsun 2 de bir..

Sana ayet gösterdik dedin ki ama hadiste böyle diyor dedin
sana hadis gösterdik ama başka hadista bak başka diyor dedin..
Ben senin çelişkili sözlerinden bişi anlamadım..

sonra alimler dedin sapıkmı dedin? işte sana yukarda sözlerini açıkladım..
bu seferde tutmuş bana sen mubarekmisin diyip duruyorsun? sen ne saçmalıyorsun ben bişi anlamadım ki? ne demek istiyorsun şunu söylesene? peygambere mi tapalım arkadaşım?

Benim rabbim Allah seninkini bilmem yolun açık olsun, sonuna kadar yolun var,,, ben senin inandığın saçmalıktan mesul değilim sende benim uyduğum vahiyden benim adıma mesul değilsin.. hala neyi ispat etmeye (ispat da lafın gelişi henüz aydınlatıcı bir delillinde yok,,, olsa zaten 2 dk beklemem hemen kabul ederim) çalışıyorsunuz?

Size ayet sunuyoruz beğenmiyorsunuz, hadis beğenmiyorsunuz,,, yok işte Kuranda sadece kurana uyun diyor, peygamberde Kurana uyun diyor, ne inatçı şeytanlığın luzumu ne,,, hiç olmayacak hiç aakası olmayan yerden adamları kafanıza göre alim idda ederek lafını dini hüküm getirmenin ne işi var...

arkadaşım müslümanım demeyin o zaman,,, benim deyin peygamberim sahih buhari diyin, adımda tarikatçı diyin yolunuz açık olsun... burda boş gevezelikle müslümanları zan altında bırakmayın.


***
Alim insanlara bak yaaa, ne alimlermiş Kuranın üstüne , Allahın kelamnının üstüne laf getirmişler,,, ben öyle alimlerin burnuna gaz salayım... dürrükten alimler... azıcık bilimle uğraşında alim neymiş görün öğrenin... bırakın bu boş kuru davaları... arkası çok tehlikeli, sonra alimlerinle cehenneme gidersinde çatalınıza malzeme koyarlar,, demedi deme. amaaaa size sayılı günlerden başka ateş dokunmaz şimdi öyle değil mi :) anca uydurun bakalım alimlerinizle... Gerçek alimlere karşı diş bilersiniz, cahilleri alim ilan edersinniz.. sizin hakkınızdan Allah gelecektir...

Anonymous
31. December 2010, 06:03 PM
Ahzab 36. Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.

Kuranın bütününe hakim olmayan ve ayet cımbızlayarak tek ayetler üzerine kafa yoran bir insan itaat edecek Resulun yaşamadığı bir ortam ve zamanda leş kargalarını takip eder ve burnu da pislikten kurtulmaz.


O halde en güzeli Kuran'dan bakalım peygamberimizin "hüküm" hakkı nereye kadarmış. Yani bu verilen ahzab suresinde anlatılmak isteneni o zaman daha iyi anlarız.


Yanlarında, içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat varken nasıl oluyor da seni hakem yapıyorlar?


(Ey Muhammed!) Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma.

Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır.

De ki: “Ey göklerin ve yerin yaratıcısı olan, gaybı da, görünen âlemi de bilen Allah’ım! Ayrılığa düştükleri şeyler konusunda kulların arasında sen hükmedersin.”



Demek ki peygamberimiz Kuran ile hükmetmiş kafasına göre değil. Peki neden Kuran ile hükmetmek lazımmış?

Şüphesiz Tevrat’ı biz indirdik. İçinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah’a) teslim olmuş nebiler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb’e adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi. Çünkü bunlar Allah’ın kitabını korumakla görevlendirilmişlerdi. Onlar Tevrat’ın hak olduğuna da şahit idiler. Şu hâlde, siz de insanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.

Onda (Tevrat’ta) üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için keffaret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.

İncil ehli Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fasıkların ta kendileridir.


Kalbi mühürlenmeyenler için bu ayetler her şeyi yeterince açıklamaktadır. Resulun din adına hüküm yetkisi olmadığı için resulün şahsına uymak diye bir şey de yoktur.

Evet. Herkes resule uymak zorundadır. Çünkü Resul de Allahın hükümlerini uygulamıştır kendi hükümlerini değil. Dolayısıyla Resulden bize gelen hüküm içeren sözlerden hangisi doğru hangisi leş kargalarına ait uydurmalar diye Kurana bakarak kolaylıkla ayırtedebilirsiniz. Allah Kuranı hak ile batılı ayıran bir ölçü olarak indirmiştir. Batılın takipçisi ve savunucusu olmayınız.

Ayrıca sözkonusu ayette Resul yani elçi deniyor. Yani bir hükümdar (adı üstünde hüküm veren demektir) bir de elçi vardır. Elçinin kendi hükümleri yoktur, olamaz. Hüküm yalnızca Allah'ındır. İslam dini Allah+peygamber limited şirketi gibi değildir, bunu düşünmek bile itikadı bozar.

Selamlar.

hiiic
1. January 2011, 01:33 AM
İncilden bir pasajı sizlerle paylaşmak istiyorum,

BÖLÜM 14

İsa Tanrı'ya Giden Yol

Yu.14: 1 "Yüreğiniz sıkılmasın. Tanrı'ya iman edin, bana da iman edin.

Yu.14: 2 Babam'ın evinde kalacak çok yer var. Öyle olmasa size söylerdim. Çünkü size yer hazırlamaya gidiyorum.

Yu.14: 3 Gider ve size yer hazırlarsam, siz de benim bulunduğum yerde olasınız diye yine gelip sizi yanıma alacağım.

Yu.14: 4 Benim gideceğim yerin yolunu biliyorsunuz."

Yu.14: 5 Tomas, "Ya Rab, senin nereye gideceğini bilmiyoruz, yolu nasıl bilebiliriz?" dedi.

Yu.14: 6 İsa, "Yol, gerçek ve yaşam Ben'im" dedi. "Benim aracılığım olmadan Baba'ya kimse gelemez.

Yu.14: 7 Beni tanısaydınız, Babam'ı da tanırdınız. Artık O'nu tanıyorsunuz, O'nu gördünüz."

Yu.14: 8 Filipus, "Ya Rab, bize Baba'yı göster, bu bize yeter" dedi.

Peygamber hak iddasında bulunuyorlar,,, ama BABAYI alırlar...
Bu kısassad akıl ve ilim sahipleri için ibretler vardır...
İşte bu emirleri onlara ALlah emretmedi onlar kendisi yazdılar.. baksın tarikatlılar ve peygamberlerin ardına uydurulanları geçkek sananlara ibret olsun

ebu Maruf
1. January 2011, 08:12 AM
Kuranın bütününe hakim olmayan ve ayet cımbızlayarak tek ayetler üzerine kafa yoran bir insan itaat edecek Resulun yaşamadığı bir ortam ve zamanda leş kargalarını takip eder ve burnu da pislikten kurtulmaz.


O halde en güzeli Kuran'dan bakalım peygamberimizin "hüküm" hakkı nereye kadarmış. Yani bu verilen ahzab suresinde anlatılmak isteneni o zaman daha iyi anlarız.


ALLAHU TEALA boş sözmü söyler ALLAHın Kitabınamı hakaret ediyorsun.
ALLAHU TEALA ilerde amel edilmeyecek ayetlermi vahy etti.
Kendi kıt anlayışınızla haşa ALLAH ın Kelamına eksiklik atf ediyorsun.

FEDAKARADAM
1. January 2011, 03:33 PM
mezhepçi bey ile mezhepçi hanım kalktıklarında sağ ayak ile yataklarından kalkmalıdırlar. Hayırlı işler sağ, hayırsız işler sol ayakla yapılır. Birazdan eğer birisi tuvalete girecekse sol ayakla girer. Tuvalete başı kapalı girmekte sevap vardır. Tuvalette iken konuşulmaz, eğer biri tuvaletin dışından soru sorarsa bu münasebetsize cevap vermemek daha uygundur. Eğer evdeki tuvalet alafrangaysa, bu tuvaleti yıktırıp alaturka yaptırmak daha uygundur. Erkekler ayakta küçük tuvalet yapmak gibi uygunsuz tarzdan kurtulmalı, oturarak küçük tuvaleti yaparak sünnet sevabı kazanmalıdırlar. Eğer çiftimizden biri yıkanacaksa en azından belinde peştemalle yıkanması gerekir. Çünkü kişi tek başına tuvalette iken bile avret yerini kapalı tutmaya çalışmalıdır. Her ne kadar insanlar görmüyorsa da melekler ne de olsa insanları görür, meleklerden utanmak lazımdır. Yıkanırken önce sağ omuza, sonra sol omuza su dökmek gibi sıralara uyulmalı ve kitaplarda yıkanma ile ilgili yazılan Arapça dualar ezberlenip okunmalıdır. Şampuan tipi yıkanma maddeleri kullanıyorlarsa, bunların çoğu alkol içerdiği için bunlar kullanılmayacaktır. Alkolsüzü bulunacaktır. Dişleri temizlemek için misvak kullanılmalıdır. Bu arada dişlere iyi bakılmasında fayda vardır. Çünkü kimi alimlere(!) göre dişe dolgu yapılırsa boy abdesti olmaz, kişi cenabet gezer. Bu yüzden dişin çürümesi, komple dişi çektirip dişsiz kalmayı veya çıkmalı takma dişler taktırmayı gerektirecektir. Çıkmalı takma dişler boy abdesti alırken çıkarılıp, bunların altı ıslatılmalıdır, yoksa kişi cenabet gezmeye devam eder.

Namaz kılınacaksa sarık takıp yetmiş kat sevap kaçırılmamalıdır. Sarığın yedi metre olması daha uygundur. Giyilecek elbiseler yeşil, siyah veya beyaz olmalıdır. Sarı veya kırmızı giymemek gerekmektedir. Çiftimiz yemeğini yer sofrasında yemeli, sonradan çıkma masa tipi uyduruk şeylerde yememelidir. Yer sofrasında sağ ayak dikilir, sol ayak alta alınıp oturulur. Yemek tek bir kap içinde ortaya konularak yenilir. Yemekte çatal, kaşık gibi aletlerden kaçınılmalıdır. En sevap yemek yeme şekli üç parmakla olur. Bu üç parmak bile bellidir. Baş, işaret ve orta parmaklar. Yemeğe tuz ile başlamak iyidir. Yemekte su içilirse üç nefeste içilmeye gayret edilmelidir. Yemek kesinlikle sağ elle yenmelidir. Sol elle yenilenleri şeytan yemiş olur. Yemek bitince üç parmak, baş parmaktan ortancaya doğru yalanır, bu da sünnettir. Böyle sünnetleri kaçırmamak lazımdır. Aynaya bakmak sünnettir. Erkek aynaya bakıp sakalının bir tutamı geçip geçmediğini kontrol etmeli, sakalı bir tutamı geçtiyse kesmelidir. Sakalı bir tutamdan az kesmek düşünülemez, değil ki pasparlak olmak. Erkeğin gözüne sürme çekmesi, saçlarını yağlayıp ortadan ayırması da hep sevap getiren fiillerdir.

Kadın ise saçını uzatmalı, kesinlikle kesmemelidir. Kadınların kaşını aldırması çok büyük günahtır. Kadın evden çıkacaksa yanında kocası, kardeşi gibi mahremi olmadan 90 km’den fazla gitmesinin haram olduğunu unutmamalıdır. Aslında kadın için en iyisi mümkün olduğunca dışarı çıkmadan evde oturmaktır. Fakat dışarı çıkacak olursa iyice örtünmeli, koku sıkmasının haram olduğunu unutmamalıdır. Kadın için en iyisi komple örtünmesi, eldiven giymesidir. Hatta kadının kestiği tırnakları bile kadından bir parça sayıldığı için, yabancı bir erkeğe göstermeden toprağa gömmesi gerektiğini bir çok mezhep alimi (!) söylemiştir.

Televizyonun seyredilip seyredilmeyeceği tartışmalı bir konu olduğu için eve hiç televizyon almamak en iyisidir. Çünkü resim haramdır. Televizyondaki görüntüler resimlerin arka arkaya geçişi olduğu için bunun da haram olduğunu iddia edenler vardır. En azından mezheplere göre bunun şüpheli olduğu kesindir. Mezheplere göre ise şüpheli şeyleri terk etmek en isabetli davranıştır. Radyo dinlemek de çok tehlikelidir. Müzik, telli sazlar, hele hele kadın sesi haramdır. Radyoda sürekli bunlar çıkacağı için mezhepçi çiftimizin bunları eve sokmaması gerekir. Eğer çiftimiz cinsel ilişkiye girmek isterse çırılçıplak bir şekilde bunu yapmanın meleklere karşı utanmazlık olduğunu unutmamalıdırlar. Mümkünse yorgan tipi bir örtünün altında, birbirlerinin cinsel organlarına bakmadan cinsel ilişkiye girmeleri gerekmektedir.

Eve girerken de, çıkarken de sağ ayak kullanılmalıdır. Eve meleklerin girmesini engelleyen köpek kesinlikle sokulmamalıdır. Evdeki yataklar, oturma grupları hep yerin üstünde olmalı, ayaklı olanlarından sakınılmalıdır. Uyurken abdestli uyunmalıdır. Çünkü abdestli ölenin şehit olacağı söylenmektedir. Uyurken sağ el başın altına alınıp, sol el salınacak ve sağ tarafın üstüne yatılacaktır. Yüzü koyun yatmak en kötüsüdür. Böyle yatan çiftler birbirlerini ve çocuklarını uyandırıp düzeltmelidirler...

mezhepçiler insanın her saniyesini dolduran, insanın rahat bir banyo bile yapamayacağı bir sistem oluşturmuşlar ve bunu da din diye ne yazık ki bir çok insana yutturmuşlardır. Fakat Allah’ın gerekli kılmadıklarıyla dolu bu zorlukların sistemine mezhepçilerin birçoğu bile uyamamışlardır. Yalnız ve yalnız Kuran din yapılıp, Kuran dışı kaynaklar reddedilip, Kuran’ın yeterliliğine güvenilmeden bu sorunlar çözülemez. Başarı bu en kolay, en mantıklı yoldadır.

kaynak (http://www.diniyazilar.com/oku.asp?hid=1888)

Bir kere mezhepçi tabiri çok yanlıştır.Sizler şucu bucu diye adlandırırsanız bu işler maskara olarak karşımıza çıkar.Asıl diyeceğiniz şudur ki onu da bilemediniz.

"Ehli sünnet mensupları " diyecektiniz.

MESELEYE GELELİM...

BİR KERE O ANLATILANLARIN BÜYÜK BİR KISMI HADİSLERDEN KAYNAKLANMIŞTIR.YAPILAN İŞLER SÜNNET NİTELİĞİNDENDİR.SİZLER İSE TAM TERSİNE FARKINDA OLMADAN YOBAZLIK YAPIP KURU BİR AMELLE İSLAM'I YAŞADIĞINIZI SANIYORSUNUZ.

BRE GAFİLLER!. SÜNNETLER OLMASA BU PEYGAMBERİMİZE NASIL UYACAĞIZ BU KADAR CAHİLLİK NEYİN NESİDİR?.HADİS VE MEZHEP DÜŞMANLARI ASLINDA DİN DÜŞMANIDIRLAR.DİNİ DAR BİR KALIBA SIĞDIRIP İSLAM'I AVUCUNA ALIP ÇOCUK GİBİ OYUN OYNAMAK İSTERLER.MEZHEPSİZLERİN SONU DİNSİZLİKTİR.MEZHEPSİZLER KURU BİR İMAN SAHİBİDİRLER.ONLARIN İMANINI KURTARMASI MUHALDİR.MEZHEPSİZLER NAMAZ DA KILMAZLAR SADECE DİN VE AHİRETLE İLGİLİ İLERİ GERİ KONUŞURLAR.ALLAH ONLARI İSLAH ETSİN...

ALLAHIM SEN BU MEZHEPSİZLERİ KALBİNİ AÇ VE ONU İMANIN NURUYLA DOLDUR(AMİN)

Anonymous
1. January 2011, 09:45 PM
ALLAHU TEALA boş sözmü söyler ALLAHın Kitabınamı hakaret ediyorsun.
ALLAHU TEALA ilerde amel edilmeyecek ayetlermi vahy etti.
Kendi kıt anlayışınızla haşa ALLAH ın Kelamına eksiklik atf ediyorsun.


Ya laflarımı anlamayacak kadar idrak yollarınız tıkanmış ya da bilerek anlamayıp benim söylemediğim sözleri iddia ederek ve bu şekilde bana saldırarak konuyu savunabileceğiniz bir noktaya çekmeye çalışıyorsunuz. Bu konuda sizin savunabileceğiniz bir durum yok zira ben de resul gibi kitaba yani Allahın emirlerine uyma taraftarıyım. Dolayısıyla resule de uyarım. Sizin takip ettiklerinizin din adına leş kargalarının uydurduğu uydurma hadislerden türettikleri emirlere uyarak din kisvesi altında onları Rab edinmekten Allaha sığınırım. Allahın dininin ortağı yoktur. Peygambermiş melekmiş keramet sahibi zatmış vb. müşriklerin tüm ortak koşma çeşitlerinden Allaha sığınırım. Benim peygamberim yüce bir görevi yerine getirmeyi kabul etmiş üstün ahlak sahibi bir insandır. Süpermen olmadığı gibi dine hüküm getirici de değildir. Allahın indirdiği ile hükmedicidir. bir önceki mesajımda vermiş olduğum ayetler gayet açık ve net. Ağzımızda dua diye bir şeyler geveleyip kafamızı sallayarak Hinduist yöntemlerle transa girip kafamızı bulup gelip burada saçmalamıyoruz, kitap okuyup söylüyoruz.

ebu Maruf
1. January 2011, 10:55 PM
Tamam dostum seninle cedelleşmeyeceğim lütfen benim yazılarımada cevap hakkı şeklinde yazıda bulunmaki olaylar cedelleşmeye varmasın.
Ben inşaALLAH size cevap hakkı düşmemesine gayret göstereceğim

Anonymous
2. January 2011, 04:23 AM
Tamam dostum seninle cedelleşmeyeceğim lütfen benim yazılarımada cevap hakkı şeklinde yazıda bulunmaki olaylar cedelleşmeye varmasın.
Ben inşaALLAH size cevap hakkı düşmemesine gayret göstereceğim

Selam ebu Maruf kardeşim.

Asla sataşmak gibi bir amacım olmadı. Doyurucu bir şekilde inancımı açıkladığımı düşünüyorum. Sizin, benim söylediklerime itiraz edecek ilimsel argümanlar sunmak yerine söylediklerimi ÇARPITIP söylemediğim şeyler haline getirip o şekilde savunma yapmanız, yani safsataya yönelmeniz nedeniyle o şekilde konuştum. Size ayetlerle delil sunan bir Kuran takipçisine "ALLAHU TEALA boş sözmü söyler ALLAHın Kitabınamı hakaret ediyorsun. ALLAHU TEALA ilerde amel edilmeyecek ayetlermi vahy etti. Kendi kıt anlayışınızla haşa ALLAH ın Kelamına eksiklik atf ediyorsun." gibi bir ithamda bulunmak saçma bir savunma şeklidir. Bir sebepten dolayı şu an askere gitmek istemeyen bir Türk'e "yoksa sen terörist misin" demek kadar alakasız bir çıkarımdır. Beni itham ettiğiniz şeyi iyi düşünün lütfen.

http://www.safsatakilavuzu.com

adresinden ücretsiz okuyabileceğiniz neredeyse tüm yöntemleri uygulayan "bir densiz" forumumuzda mevcutken, yaklaşımını oldukça farklı gördüğüm sizin de benzer bir yönteme yöneldiğinizi görmekle üzülmüştüm. Amacınız saldırmak değil bilgi paylaşımı olursa elbette daha farklı olur. Ben sizin fikrinizi değiştirmekle uğraşmam, amacım da bu değil. Ben yalnızca kendi inancımı açıklarım. Siz sordukça daha detaylı açıklarım. Yeter ki konuyu savaş moduna sokup söylenenleri saptırmayın. Bu arada ben sıkça kullandığım "leş kargaları" kalıbı ile size veya alimlerinize değil, "hadis uydurucularına" hitap ediyorum. O yüzden bu sözümü inancınıza hakaret olarak algılamayınız. Hadis uyduran bir kişi hakkında görüşünüzün farklı olduğunu düşünmüyorum, o yüzden bu kalıbı kullandığım yerleri yanlış anlamayıp dikkatli okuyunuz. Bende alim fanatikliği yoktur. Kendim doğru yolda olduğumdan ölene dek emin olamayacağım için aksi görüşte olanları -Kuran'da açıkça yazmayanlar haricinde- yanlış yolda görmem. Hepsinin delil ve gerekçelerini araştırırım. Amacım savunduğum görüşlerime kaynak/delil aramak değil doğruyu aramaktır. Benden çok bilen herkes bana göre alimdir. Sizinle aynı görüşte olmayan İslam alimlerini takip ettiğim kadar sizinle aynı görüşte olan alimleri de takip etmekteyim ve hatta Müslüman olmayan alimleri de elimdeki şaşmaz ölçü oranında dikkate almaktayım. Kuran gibi bir rehberim, hak ile batılı ayıran bir ölçüm varken bütün kaynakları isme takılmadan karıştırırım, faydalanırım. Kuran'a zıt düşmeyen laf falanca alimin lafıymış veya ateistin lafıymış benim için farketmez.

Ayrıca kimse doğru yolda olduğundan emin olamaz. Kimin hidayette olduğunu en iyi Allah bilir.

Resul konusuna gelince inancımı size açıklamıştım ama daha da açayım:

Geleneksel İslam anlayışında peygamberlerin Allah'ın yanında "hüküm oluşturmaya" bir yetkileri olduğu, özel güçleri olduğu, gaybı bildiği vb. inançları bulunmaktadır. Benim Kuran'dan "bütününe bakarak" anladığıma göre ise böyle bir şey yoktur. Peygamberler Allah'ın indirdiği hükme yani kitaba uyarlar. Allah'ın tebliğ görevi ile ilgili indirdiği ne kadar vahiy varsa hepsi aynı kitap yani Kuran içindedir. Dolayısıyla vahiysiz peygamber hüküm veremez. Ayrıca peygamber Allah katından zembille gelmemiş, aramızdan seçilmiştir. Kuran'ın yıllarca süren iniş sürecinde öncesinde tebliğ ettiği din açıdan eğitimsiz olan peygamber de eğitilmiştir. Yani peygamberimiz de Kuran tamamlandığı anda Kuran'ın tamamına hakim olabilmiştir. O da aşama aşama özümseyerek öğrenmiş ve o dönemdeki insanlara öğretmiştir ve o ana kadar inmiş olan ve sözkonusu duruma göre inmekte olan ALLAHIN HÜKÜMLERİ İLE HÜKMETMİŞTİR. Peygamberimizin o dönemde oluşan olaylarla inen ayetlere doğrudan muhatap olarak bizlerden daha çok anlayacağı ve bizlere daha iyi anlatacağı muhakkaktır fakat bu hüküm çıkartma şeklinde değil, inen vahyi yani Kuran'ı anlatma şeklindedir. Dolayısıyla peygamberi hüküm sahibi değil hüküm uygulayıcısı olarak gördüğüm için peygamberden kaldığı öne sürülen "Kuran desteksiz hüküm bildiren sözleri" ortamı boş bulan leş kargalarının uydurmaları olarak görüyor ve bu konuda en ufak şüphe duymuyorum. Peygamberi Rableştirmediğim ve süpermen olarak görmediğim ve insan olarak gördüğüm için ve buna dair Kuran'dan yeterince delilim olduğu için peygamberin kendi kendine gaybı bilmediğini biliyor ve peygamberden geldiği öne sürülen gayb ile ilgili sözleri de leş kargalarının uydurmaları olduğuna inanıyorum. Ayrıca "sayılı zikir" vb. ile ilgili peygamberden kaldığı iddia edilen sözleri de Kuran'ın bütününde anlatılanları göz önünde tuttuğum için dikkate almıyor ve aynı şekilde değerlendiriyorum. Alimler konusuna gelince alimlerin bir araya gelip Allah'ın ucunu açık bıraktığı yuvarlak bir konuda. "Aslında Allah şunu demek istemiştir" diyerek Allah adına zanda tahminde bulunarak, Allah'ın niyeti hakkında bilmedikleri şeyleri söyleyerek insanlar uygulasın diye dini hüküm çıkartmalarına karşıyım. Ucu açık kalması gereken konu ucu açık kalması gerektiği için açıktır. Allah bu konu ile ilgili yani kesin olmayan konular ile ilgili de hükmünü yanılmıyorsam Enam suresinde bildirmiştir.

Sizi kırdığım için özür dilerim, amacım yalnızca kendimi doğru ifade etmekti, o yüzden yazdıklarımı saptırmanıza ve alakasız yerlere sürükleyerek beni olmadığım şekilde itham etmenize sessiz kalamadım.

Hakkınızı helal edin lütfen. Benim varsa helal olsun. Yüce Rabbimiz hepimizi doğru yoluna iletsin.

ebu Maruf
4. January 2011, 09:41 PM
Kuranın bütününe hakim olmayan ve ayet cımbızlayarak tek ayetler üzerine kafa yoran bir insan itaat edecek Resulun yaşamadığı bir ortam ve zamanda leş kargalarını takip eder ve burnu da pislikten kurtulmaz.
Dostum bu ifadelerin hiçde müzakereci bir uslüp değil



Selamlar.

Bu sebeble o şekilde yazmak durumunda kaldım.
Desenki yanlış düşünüyorsun şundan dolayı anlarım.
Lakin hakaret vari uslüp olunca bende hatanızı anlayasınız diye o şekilde yazdım.
Bundanda sonuç olarak rahatsız oldunuz.
Bende insanların sözlerinizden rahatsız olabileceğini bu vesile ile anlatmaya çalıştım.
Benimde hakkım varsa helal olsun.
Hüküm ile ilgili meselede HAKİM olan ancak ALLAH dır.
Lakin ALLAHIN kitabıyla hükmediniz.Diye Ayeti kerimeler vardır.
Yani ALLAHU TEALA hüküm yetkisini değilki Peygamber s.a.v e sıradan insanlara bile vermiştir.
Yani KURANDAN anladıkları üzere hüküm yetkisi vermiş.
Bu Yüce KİTABIDA ALLAH RASULUNden a.s daha iyi anlayacak olan mahluk olmadığına göre Onun s.a.v hükümleri bizi bağlayıcıdır.
Yoksa burda hükmedici manasında sizin belirttiğiniz gibi ltd şirketi değildir.
Sen bile benim yazıma cevap verirken KURAN a göre hükmediyorsun en azından öyle olduğuna inanıyorsun.
Bu durumda ALLAH Rasulu s.a.v Kuran anlayışı dışında bir hükümde bulunurmu.
Lakin Kuranda açıkça bahsi geçmeyen yada tearüz gibi anladığımız meselede ALLAH Rasulunun s.av hükmü bağlayıcı olmazsa ne senin nede benim hükmümüz bağlayıcı olur.
Hüküm lafzının tasarrufen ve kanun koyucu olarak iyi anlamak gerek.Kanun koyucu sair olan ALLAHU TEALA dır.
Lakin insan hükmetme tasarrufuna sahiptir.
Kanun koyucu değildir.



selametle

hiiic
4. January 2011, 09:50 PM
Bu Yüce KİTABIDA ALLAH RASULUNden a.s daha iyi anlayacak olan mahluk olmadığına göre Onun s.a.v hükümleri bizi bağlayıcıdır.


yaa yazılarını dahi okumak istemiyorumda (çünkü apaçık yalancısın ve cahilsin) şu yazıya bak yaaa..

git musayla bilgin kulun hikayesini bul oku beni yorma... hadi canım, böyle bilmeden etmeden konuşuyorsun, sen bizi de kendin gibi cahil mi sandın?

Ya yorma kardeşim beni sapık sapık konuşma yürü git azıcık kuran oku... yarısına gelince geldim de de seni muhatap alayım yaa. bu kadar gereksizlik olmazki... peygamnberlerden daha bilginleri vardır mevcuttur. peygamber ancak tebliğcidir başka değil... hadi kıvırrın bakalım başlayın çalkalamaya kıvırrrrrr.

hiiic
4. January 2011, 09:55 PM
Mâide 49
(Sana şu talimatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır.

ama bu vahiy ne demekki? onu kimse bilmez öyle değilmü? buhari bilir bunları en çok ebu hureyre bilir bunları...

ALlah emrediyor ki (buna peygamberde dahil (üzerine söz söyleme hakkı varmı sen cevap ver)) Bu Kitapla HÜKMEDECEKSİNİZ..........

sen hala bi yerlerden laf bulup getiriyorsun.. peygamber bile laf getiremezken sen bul bakalım... hadi çalkala araştır bakalım ne bulup kopyalıcaksın... kıvırrr

hiiic
4. January 2011, 10:03 PM
Mâide 109
Allah'ın peygamberleri toplayıp da "Size ne cevap verildi" dediği gün, "Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyle bilen ancak sensin" diyeceklerdir.


Peygamberler sizin verdiğiniz cevaplardan habersizler... uydurun bnaklalım arkalarından... uydurunn.. çakalayın kıvırınnnn...

Mâide 117
Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.

Peygamber öldü... şu anda üzerinizde gözcü sadece Allah var ve Kitabı Kurandır...
ama durmayın hadi çalkalayın kıvırınnnn bişiler uydurun hemcecik şurda iki dakkada hadi kıvırın...

En’âm 159
Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.

Mezhep var mı Kuranda? Kuranda yok ama peygamber mi dedi? nerde dedi hureyre de dedi? kimö yazdı buhari yazdı? kim beğendi mezhepçiler beğendi? sen naptın savundun boş boş boş çalkala yavrum çalkala,, kıvır bi yandan bi öteki yandan...


Hicr 42
"Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna."

ama bak ma öyle hadi başla çalkalayama... açıkla bize hadisten ayet açıkla,, hureyrenin hadislerini anlat din diye bize. kıvırrrr çalkala...



Zümer 41
(Resulüm)! Şüphesiz biz bu Kitab'ı sana, insanlar için hak olarak indirdik. Artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Sen onların üzerinde vekil değilsin.

ama o kitapdan kasıt buharinin sahihide var dimi? hangi hadiste yazıyor? buhariyi okuyan hidayete erer.. orda peygamberin sözlşeri geröçektit kendisi sağlığındayazmamış da buhari akıl etmiş yama yapmış dine... çalkala bakma öyle bön bön.. nasıl olsa ayetten bir nasibin yok belki zekadan kaparsın bişiler...

Anonymous
4. January 2011, 11:23 PM
Bu sebeble o şekilde yazmak durumunda kaldım.
Desenki yanlış düşünüyorsun şundan dolayı anlarım.
Lakin hakaret vari uslüp olunca bende hatanızı anlayasınız diye o şekilde yazdım.
Bundanda sonuç olarak rahatsız oldunuz.
Bende insanların sözlerinizden rahatsız olabileceğini bu vesile ile anlatmaya çalıştım.
Benimde hakkım varsa helal olsun.
Hüküm ile ilgili meselede HAKİM olan ancak ALLAH dır.
Lakin ALLAHIN kitabıyla hükmediniz.Diye Ayeti kerimeler vardır.
Yani ALLAHU TEALA hüküm yetkisini değilki Peygamber s.a.v e sıradan insanlara bile vermiştir.
Yani KURANDAN anladıkları üzere hüküm yetkisi vermiş.
Bu Yüce KİTABIDA ALLAH RASULUNden a.s daha iyi anlayacak olan mahluk olmadığına göre Onun s.a.v hükümleri bizi bağlayıcıdır.
Yoksa burda hükmedici manasında sizin belirttiğiniz gibi ltd şirketi değildir.
Sen bile benim yazıma cevap verirken KURAN a göre hükmediyorsun en azından öyle olduğuna inanıyorsun.
Bu durumda ALLAH Rasulu s.a.v Kuran anlayışı dışında bir hükümde bulunurmu.
Lakin Kuranda açıkça bahsi geçmeyen yada tearüz gibi anladığımız meselede ALLAH Rasulunun s.av hükmü bağlayıcı olmazsa ne senin nede benim hükmümüz bağlayıcı olur.
Hüküm lafzının tasarrufen ve kanun koyucu olarak iyi anlamak gerek.Kanun koyucu sair olan ALLAHU TEALA dır.
Lakin insan hükmetme tasarrufuna sahiptir.
Kanun koyucu değildir.



selametle

Selam sevgili kardeşim;

Aslında büyük ölçüde aynı düşünüyoruz. Fakat aramızdaki ufak anlayış farkı sizin Kuran'daki bir hükmü gözden kaçırmanızdan kaynaklanıyor diye düşünüyorum

Sizin sandığınız gibi Allah şunu dememiştir.

"A konusu şöyle, B konusu böyle, C konusu öyle yapılacak. Benim diyeceklerim bu kadar, Geri kalan tüm konuları Resul belirleyecek"

böyle bir şey yok. Gözden kaçırdığınızı veya başka şekilde yorumladığınızı düşündüğüm 4 ayet şu şekilde:

1)
Sen de aralarında, Allah'ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma. Dikkat et de Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni uzaklaştırıp fitneye düşürmesinler. Eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah onları bazı günahları yüzünden belaya çarptırmak istiyor. Zaten insanların birçokları doğru yoldan iyice sapmış bulunuyorlar. Yoksa cahiliye devrinin hükmünü mü arıyorlar? Gerçeği görebilen bir toplum için, Allah'tan daha güzel hüküm veren kim vardır? (Maide 49-50)


2)
SİZ EY imana ermiş olanlar! [Kesin hukukî kurallar şeklinde] açıklandığı takdirde sizi sıkıntıya sokabilecek olan konular hakkında soru sormayın; zira, Kur'an vahyedilirken onlar hakkında soru sorsaydınız, size [hukukî kurallar şeklinde] açıklanabilirlerdi. Allah, bu konuda [sizi her türlü yükümlülükten] azad etmiştir: Zira Allah, çok bağışlayıcıdır, halîmdir. (Enam 101)

Benim bu ayetten anladığım, Kurana uyan bir insanın Kuran'da hiç bir şekilde ipucu ile bile yer almayan bir konudaki hükmü vicdanen kendi kendine verebileceği ve uygulayabileceğidir. Eğer yanlış hüküm verirse bile Allah affedicidir. Fakat kendi vicdanı ile verdiği bu hükmü başkalarına din diye dayatırsa RABLİK taslamış olur.

Peki Allahın serbest bıraktığı bir konuyu peygamber yasaklayabilir mi?

3)
Ey Peygamber! Allah'ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek neden haramlaştırıyorsun? Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir. (Tahrim 1)

4)
..... Ve [insanların kalplerindeki] şeytanî dürtüler, sahiplerine, sizi [neyin günah olduğu ve neyin olmadığı konusunda] tartışmaya çekmelerini fısıldarlar; ve eğer onlara uyarsan bil ki sen, Allah'tan başka varlıklara veya güçlere ilahlık yakıştıranlar [gibi] olursun. (Enam 121)



Benim Kuranın bütününe bakınca vardığım sonuç şudur:

Bence Allah şunu demiş:
"Ey insanlar benim hükümlerim şunlar şunlar, benim dosdoğru yolum şu. Bunun haricindeki konularda sizi serbest bıraktım. Samimi olup da yanlışa düşen olursa ben bağışlayıcılığın kaynağıyım. Zaten tek tip topluluk isteseydim onu da yapmaya gücüm yeterdi. ve ey rasul, sen de benim Kuran'da belirttiğim hükümleri toplumuna açıkla, ve onlara benim hükümlerim ile hükmet."


Allah hepimizi doğru olana iletsin.

ebu Maruf
5. January 2011, 02:03 AM
Selam sevgili kardeşim;
Aleykemüs-Selam ve Rahmetullahi ve Berekatuhu
Aslında büyük ölçüde aynı düşünüyoruz. Fakat aramızdaki ufak anlayış farkı sizin Kuran'daki bir hükmü gözden kaçırmanızdan kaynaklanıyor diye düşünüyorum

Sizin sandığınız gibi Allah şunu dememiştir.

"A konusu şöyle, B konusu böyle, C konusu öyle yapılacak. Benim diyeceklerim bu kadar, Geri kalan tüm konuları Resul belirleyecek"

böyle bir şey yok. Gözden kaçırdığınızı veya başka şekilde yorumladığınızı düşündüğüm 4 ayet şu şekilde:

1)
Sen de aralarında, Allah'ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma. Dikkat et de Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni uzaklaştırıp fitneye düşürmesinler. Eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah onları bazı günahları yüzünden belaya çarptırmak istiyor. Zaten insanların birçokları doğru yoldan iyice sapmış bulunuyorlar. Yoksa cahiliye devrinin hükmünü mü arıyorlar? Gerçeği görebilen bir toplum için, Allah'tan daha güzel hüküm veren kim vardır? (Maide 49-50)


2)
SİZ EY imana ermiş olanlar! [Kesin hukukî kurallar şeklinde] açıklandığı takdirde sizi sıkıntıya sokabilecek olan konular hakkında soru sormayın; zira, Kur'an vahyedilirken onlar hakkında soru sorsaydınız, size [hukukî kurallar şeklinde] açıklanabilirlerdi. Allah, bu konuda [sizi her türlü yükümlülükten] azad etmiştir: Zira Allah, çok bağışlayıcıdır, halîmdir. (Enam 101)

Benim bu ayetten anladığım, Kurana uyan bir insanın Kuran'da hiç bir şekilde ipucu ile bile yer almayan bir konudaki hükmü vicdanen kendi kendine verebileceği ve uygulayabileceğidir. Eğer yanlış hüküm verirse bile Allah affedicidir. Fakat kendi vicdanı ile verdiği bu hükmü başkalarına din diye dayatırsa RABLİK taslamış olur.

Peki Allahın serbest bıraktığı bir konuyu peygamber yasaklayabilir mi?

3)
Ey Peygamber! Allah'ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek neden haramlaştırıyorsun? Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir. (Tahrim 1)

4)
..... Ve şeytanî dürtüler, sahiplerine, sizi [neyin günah olduğu ve neyin olmadığı konusunda] tartışmaya çekmelerini fısıldarlar; ve eğer onlara uyarsan bil ki sen, Allah'tan başka varlıklara veya güçlere ilahlık yakıştıranlar [gibi] olursun. (Enam 121)



Benim Kuranın bütününe bakınca vardığım sonuç şudur:

Bence Allah şunu demiş:
"Ey insanlar benim hükümlerim şunlar şunlar, benim dosdoğru yolum şu. Bunun haricindeki konularda sizi serbest bıraktım. Samimi olup da yanlışa düşen olursa ben bağışlayıcılığın kaynağıyım. Zaten tek tip topluluk isteseydim onu da yapmaya gücüm yeterdi. ve ey rasul, sen de benim Kuran'da belirttiğim hükümleri toplumuna açıkla, ve onlara benim hükümlerim ile hükmet."

[I]Dostum benimde anladığım şudur Rabbim HAK Teala Kuranda genel hükümler belirlemiştir.Misalen Hamr gibi.Şimdi hamr sıfatına hangi içecekler girer bunu ALLAH Rasulu a.s açıklamıştır.
Allahın serbest bıraktığı konularda hangisinin daha faziletli olduğunu ALLAH Rasulu a.s açıklamıştır.
Namazda ayakta durulacağını ALLAHU TEALA bildirmiş edeben el bağlanmasını ALLAH RAsulu belirtmiştir.
Yani Kurandaki hükümleri anayasa gibi görürsek Sünneti nebeviyide anayasa maddelerinin fırkaları gibi anlayabiliriz.

Allah hepimizi doğru olana iletsin.
Amin

selam ve dua ile

Miralay
5. January 2011, 09:27 AM
Hamr konusunun açıklanacak neyi var anlayamadım. Hamr arapça lügatlerde "örten" demektir. Zihni örten herşey olarak ta bilinir. Yani buna,şarap gibi içecekler ve esrar,eroin,kokain gibi aklı örten herşey dahildir. (Yanlış anlaşılmasın,burda fıkıh dersi veya kafama göre hüküm falan da vermiyorum.)

Cenabı Allah tek tek şarap,rakı,bira,....,esrar,eroin,koain,...vs. dememiş;genelleme yapmıştır. Zira bunların ismini verseydi;bu kategoriye giren,ama Kur'anda adı geçmeyen mesela "X" adında başka birşey icad edilirdi ve uzun süre "X" içkisi helal mi,haram mı? tartışmaları sürer giderdi.

ebu Maruf
5. January 2011, 10:42 AM
Hamr konusunun açıklanacak neyi var anlayamadım. Hamr arapça lügatlerde "örten" demektir. Zihni örten herşey olarak ta bilinir. Yani buna,şarap gibi içecekler ve esrar,eroin,kokain gibi aklı örten herşey dahildir. (Yanlış anlaşılmasın,burda fıkıh dersi veya kafama göre hüküm falan da vermiyorum.)

Cenabı Allah tek tek şarap,rakı,bira,....,esrar,eroin,koain,...vs. dememiş;genelleme yapmıştır. Zira bunların ismini verseydi;bu kategoriye giren,ama Kur'anda adı geçmeyen mesela "X" adında başka birşey icad edilirdi ve uzun süre "X" içkisi helal mi,haram mı? tartışmaları sürer giderdi.
Dostum bu bir örnektide misal veriyim bu konu bile ALLAH RAsulune s.a.v nisbet rivayetler olduğu halde başka türlü hükümler verilmeye çalışılıyor.
Yaşar Nuri Öztürkün hamr la ilgili fetvası: Diyorki bir insan sarhoş edici bir içeceği veya maddeyi sarhoş olana kadar içebilir bu helaldir.
ALLAH Rasulunden gelen rivayette halbuki çoğu sarhoşluk verenin azıda haramdır belirtilmiş.
Şimdi ALLAH Rasulune Hüküm yetkisi verilmeyince ne oluyor başka birisi çıkıp hüküm vermeye kalkıyor.
İşte hadis rivayetlerinin ehemmiyeti bundan kaynaklanıyor.
Yani Kuranın açıklanması Nübuvvet dışında şahıslara bırakılınca ortalık karışır.
Sen başka türlü hüküm verirsin diğeri bir başka.
YAda başörtüsü meselesindeki gibi.
Bakın nisa süresi 31 ayette sanırım humurihi kelimesi geçer oda mastar olarak hamr kökenlidir.
MAnasıda baş örtüsüdür.
HAlbuki Yaşar Nuri özTürkün baş örtüsüyle alakalı fetvasını okudum.
Humurimi hamr kökenli olup manası şarapdır diyor.YAni baş örten manasını kaldırıp şaraptır diyor bu sebeble burada baş örtüsü manasına alınamaz deyip başın açık olmasına hükmediyor.
Halbuki ALLAH Rasulunden gelen rivayetlerde başörtüsü sabittir.
İşte Kuranın açıklanması ALLAH Rasulunun a.s hakkı değildir o hüküm veremez dersek.O zaman başka birisi kalkıyor açıklıyorda hükümde veriyor bizde farkında olmadan bu hükümlere uyuyoruz ve sanıyoruz ki biz Kurana uyuyoruz.
Hayır efendim uyduğumuz şey Kuran değildir.Uyduğumuz şey insanların Kurandan anladıklarıdır.
İmam Azam nasıl fetva veriyor onada hanefi mezhebi deniliyorsa Yaşar Nuride bir fetva veriyor onunku Kuranın sözü oluyor.
Asıl şirke giden yolu iyi görmek gerekiyor.

selametle

Miralay
5. January 2011, 11:24 AM
Selam ebu Maruf kardeşim

Yukarıda yazdıklarınız Yaşar Nuri Öztürk'ü bağlar. Ha tamam,belki onada tabi olanlar,onu alim kabul edenler,onu zamanın müctehidi,müceddidi olarak gören büyük bir kitle olabilir.

Herkesin görüşü kendisini bağlar. Bir kişiye isterse milyonlar alim desin. Bunun gerçekliğini yalnızca cenabı Allah bilir. Çoğunluğun kabul etmesiyle bir insan ne alim olur,ne müceddid, ne de müctehid olur.

Başörtüsü konusu bile muammadır. Ben "humur" kelimesinden yola çıkan Yaşar Nuri'nin görüşlerine katılmadım hiç bir zaman. Humurun önüne re's gelse ne olur,gelmese ne olur? Bence hiç önemi yoktur. Hedef saptırmaktan başka birşey değildir. Bırakın hadisleri,icma,kıyası bir tarafa; küçücük bir çocuk bile Nur Suresi 31.Ayeti okuduğunda kafasında neyin şekillendiğini Allah'u alem herkes bilir.
Hedef saptırma deyince,herkes "Dinde başörtüsü var mı,yok mu?" diye tartışarak,konuyu başka mecralara çekiyorlar.
Önemli olan,başörtüsünün varlığı,yokluğu değil;rabbimin bu konuda emri ne minvalde. Düşünüp,akledene cevap Kur'anın içinde hazır bekliyor. Okuyup,anlamasını bilene.

Selametle inşaAllah

ebu Maruf
5. January 2011, 12:43 PM
Selam ebu Maruf kardeşim

Yukarıda yazdıklarınız Yaşar Nuri Öztürk'ü bağlar. Ha tamam,belki onada tabi olanlar,onu alim kabul edenler,onu zamanın müctehidi,müceddidi olarak gören büyük bir kitle olabilir.
Dostum mesele yaşar nuri meselesi değilki ben Kuranın Açıklanmasının ALLAH Rasulunden rivayetleri bırakıp insanlara hüküm yetkisi verildiği zamandan olan şeylerden bahsettim.Bu Yaşar Nuri yerine ben olurum yada sen olabilirsin.Mesele nübüvvet verilmiş bir şahsıyetin ciddiye alınmaması bunun yerine senin benim gibi şahıslara bu hakkın verilmesidir.
Herkesin görüşü kendisini bağlar. Bir kişiye isterse milyonlar alim desin. Bunun gerçekliğini yalnızca cenabı Allah bilir. Çoğunluğun kabul etmesiyle bir insan ne alim olur,ne müceddid, ne de müctehid olur.
Amenna ve sadakna en iyisini ALLAH bilir.
Başörtüsü konusu bile muammadır. Ben "humur" kelimesinden yola çıkan Yaşar Nuri'nin görüşlerine katılmadım hiç bir zaman. Humurun önüne re's gelse ne olur,gelmese ne olur? Bence hiç önemi yoktur. Hedef saptırmaktan başka birşey değildir. Bırakın hadisleri,icma,kıyası bir tarafa; küçücük bir çocuk bile Nur Suresi 31.Ayeti okuduğunda kafasında neyin şekillendiğini Allah'u alem herkes bilir.
Dostum öyle diyosunda malesefki inanan insanlarda oluyor.Bütün bu tehlikelerin önüne geçmek adına mahlukdan hüküm verecekse önce ALLAH Rasulunun s.a.v vermesi gerektiğini.Ona nisbet edilen rivayetlerden sahih kabul edilenlerin öncelik olması Kuran da ve HAdis rivayetlerinde yoruma ihtiyac duyulduğunda insan mantığının oluşması daha ihtiyatlı değilmidir.
Bu şekilde ALLAH Rasulune itaat noktasındada yüzlerce ayetin emrini yerine getirmiş olmazmıyız.
Hedef saptırma deyince,herkes "Dinde başörtüsü var mı,yok mu?" diye tartışarak,konuyu başka mecralara çekiyorlar.
Önemli olan,başörtüsünün varlığı,yokluğu değil;rabbimin bu konuda emri ne minvalde. Düşünüp,akledene cevap Kur'anın içinde hazır bekliyor. Okuyup,anlamasını bilene.
Dostum senin taşıdığın aklı yaşar nuride taşıyor bende taşıyorum.Bende düşünüyorum araştırıyorum sende yaşar nuride buna rağmen ortaya belki 3 farklı belkide 1.5 milyar ayrı görüş çıkıyor.Bu durumda 4 mezheb arasında çelişki adı altında kötülenen mezheb bilincinin yerine 1.5 milyar mezheb ortaya çıkıyor.TAbiki ben demiyorum.Bir mezhebin bütün fetvaları doğrudur.Lakin Kuran ve ALLAH Rasulune s.a.v isnad edilmiş rivayetler çizgisinde ele alınan görüşlerin yukarıda saydığım sebeblerden dolayı daha sağlıklı daha birleştirici olacağını düşünüyorum.
Selametle inşaAllah

ALLAH a emanet ol

dost1
6. January 2011, 02:42 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!


...
Yaşar Nuri Öztürkün hamr la ilgili fetvası: Diyorki bir insan sarhoş edici bir içeceği veya maddeyi sarhoş olana kadar içebilir bu helaldir.
...
Bakın nisa süresi 31 ayette sanırım humurihi kelimesi geçer oda mastar olarak hamr kökenlidir.
MAnasıda baş örtüsüdür.
HAlbuki Yaşar Nuri özTürkün baş örtüsüyle alakalı fetvasını okudum.
Humurimi hamr kökenli olup manası şarapdır diyor.YAni baş örten manasını kaldırıp şaraptır diyor bu sebeble burada baş örtüsü manasına alınamaz deyip başın açık olmasına hükmediyor.


...
selametle


Yazıktır, günahtır. Siz ya okumuyorsunuz ya okuduklarınızı anlamıyorsunuz ya da nefsinize uygun çarpıtarak iftira ediyorsunuz.

Bu yazdıklarınızı Yaşar Nuri Öztürk hangi kitabında ya da makalesinde yazmış.

Bu yazdıklarınızı belirten kitabın adını ve sayfasını söyleyiniz lütfen.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Anonymous
6. January 2011, 07:04 AM
Dostum benimde anladığım şudur Rabbim HAK Teala Kuranda genel hükümler belirlemiştir.Misalen Hamr gibi.Şimdi hamr sıfatına hangi içecekler girer bunu ALLAH Rasulu a.s açıklamıştır.
Allahın serbest bıraktığı konularda hangisinin daha faziletli olduğunu ALLAH Rasulu a.s açıklamıştır.


Sevgili kardeşim Hamr akıl örtücü demektir. Buna içki de girer uyuşturucu da girer zikir adı altında yapılan saçmalıklar da girer. Aklımızı örten yani sağlıklı düşünmemizi engelleyebilecek her şeyden uzak durmalıyız. Ayrıca bunun azı çoğu olmaz. Uzan durmamız gerekiyor derken TAMAMEN uzak durmamız gerekiyor demektir çünkü yasak olduğu açıkça yazıyor muhkemdir.
Eğer sizin dediğiniz gibi olsa üç alim bir araya gelir "bu konuda hadis yok" der esrarı serbest bırakır, meditasyonu serbest bırakır hatta kimisi zikir ayinlerini teşvik eder öbürü de metalcilerin kafa sallayıp kendinden geçmesine caiz der bir başkası da dönerek kafa bulmayı Allah yolu diye yutturur vb. Bu işin sonu olmaz. Bana göre söz konusu ayet açık ve nettir.


Namazda ayakta durulacağını ALLAHU TEALA bildirmiş edeben el bağlanmasını ALLAH RAsulu belirtmiştir.
Yani Kurandaki hükümleri anayasa gibi görürsek Sünneti nebeviyide anayasa maddelerinin fırkaları gibi anlayabiliriz.


Allah Allah peki peygamber nereden öğrenmiş el bağlanması gerektiğini? kendi mi karar veriyor bu işlere? Allahın bir emri varsa vardır. Yoksa yoktur. Bazen Allah yapılması gerekeni, zaten yapıldığı için söylememiş, meşru kılmıştır. Örneğin hacdaki kurban.

Yahudiler de öyle namaz kılıyorlar hatta ellerini bağlıyorlar. Onlar da peygamberimizden mi öğrenmişler? Belki de biz onlardan öğrenmişizdir, olamaz mı?

Bir bakın bakalım nasıl kılıyor yahudiler:

0aHWASyMjwg




Sen başka türlü hüküm verirsin diğeri bir başka.
YAda başörtüsü meselesindeki gibi.
Bakın nisa süresi 31 ayette sanırım humurihi kelimesi geçer oda mastar olarak hamr kökenlidir.
MAnasıda baş örtüsüdür.
HAlbuki Yaşar Nuri özTürkün baş örtüsüyle alakalı fetvasını okudum.
Humurimi hamr kökenli olup manası şarapdır diyor.YAni baş örten manasını kaldırıp şaraptır diyor bu sebeble burada baş örtüsü manasına alınamaz deyip başın açık olmasına hükmediyor.
Halbuki ALLAH Rasulunden gelen rivayetlerde başörtüsü sabittir.


Sevgili kardeşim sorun Miralay kardeşimin dediği gibi oradaki kelimenin başörtüsü mü örtü mü olduğu sorunu değildir. Bu göz boyamadır. Asıl sorun orada başın örtülmesi emrinin olmayışıdır. Yani bir cümlede başörtüsü geçmesi ile başın örtülmesinin emredilmesi arasında dağlar kadar fark vardır.

Size bir örnek vereyim:
Örneğin Allah orada erkeklere emretseydi, yani şu anki Arap erkeklere emretseydi, tabi ki ayetin muhatabı olan Arapların başlarına taktığı örtüyü kullanarak emredecekti. (o arapların başlarına taktıkları halkalı örtünün ismini bilmiyorum şimdilik adına XX diyelim. birisi söylerse mesajımı düzenlerim) Orada Allah deseydi "Ey erkekler. XX'lerinizi yakanızdan fışkıran göğüs kıllarınızı örtecek şekilde koyun" deseydi burada emir göğüs kıllarının gizlenmesi midir yoksa özellikle XX kullanılması mıdır? Eğer böyle bir ayet olsaydı tüm dünyadaki müslüman erkekleri Arapların başına taktığı Araplara özgü o halkalı başlıktan takmak mı zorundaydı? Emir diyor ki göğsünüzün kılını örtün diyor siz de diyorsunuz ki hayır Allah orada XX takmamızı emrediyor. Anlayış farkı buradan kaynaklanıyor bence. Bana göre başın örtülmesi emri yoktur. Başörtüsü bana göre kültüreldir "dini" değil. Bu kültürel ve tarihi gerçekleri de bilmek için rüyaya yatmak yetmez biraz araştırmak lazımdır bilim lazımdır. Ben bayan olsaydım ve Türkiyede yaşasaydım normal başım açık gezerdim. Abdest uzuvlarım gözükürdü ve abdest uzvuma kollarım da dahildir başım da dahildir. Ama Arabistana gitseydim orada yaşayacağım zaman oranın kültürel yapısına uygun giyinirdim yani kapanırdım. Orada o şekilde kültürü olan bir yerde kısa kollu gezseydim bu teşhircilik gibi olurdu. Tabi isteyen o şekilde anlar ve kullanır bu insanın kendi isteği ve anlayışı ile ilgili bir şeydir ben saygı duyarım. Bu tartışma konusunda aşırıya kaçıp başörtüsü düşmanı olanları da kınıyorum. Kendi seçtikleri giyimlerinden dolayı başörtülü insanları üniversitelere almamak da insanların zorla başını kapatmak kadar büyük bir zulümdür. Çünkü Allahın bu konuda bir emri veya yasağı mevcut değil. Bu alakasız bir şeyden bahseden ayete dayanarak başörtüsü kullanan veya kullanmayan insanın dinini namusunu yarım göstermek zulümdür.

Dostum senin taşıdığın aklı yaşar nuride taşıyor bende taşıyorum.Bende düşünüyorum araştırıyorum sende yaşar nuride buna rağmen ortaya belki 3 farklı belkide 1.5 milyar ayrı görüş çıkıyor.Bu durumda 4 mezheb arasında çelişki adı altında kötülenen mezheb bilincinin yerine 1.5 milyar mezheb ortaya çıkıyor.TAbiki ben demiyorum.Bir mezhebin bütün fetvaları doğrudur.Lakin Kuran ve ALLAH Rasulune s.a.v isnad edilmiş rivayetler çizgisinde ele alınan görüşlerin yukarıda saydığım sebeblerden dolayı daha sağlıklı daha birleştirici olacağını düşünüyorum.

Sevgili kardeşim bazı insanlar "ayrılık rahmettir" sözünü kendi Kurana aykırı fikirlerindeki meşruluklarını ilan etmek için sahiplenmelerine rağmen tüm ayrılıkları 4'e indirgeyip geri kalanları kafir, sapık vb. ilan etmişken ben ortada bir samimiyet göremiyorum. Ben x kişiye neden uyayım ki? Onun hidayette olduğunu nereden bilebilirim? Kendi yanlışımı yapma hakkı bana verilmişken benim kadar kusurlu bir kulun yanlışına neden uyayım özellikle rehber edindiğim Kurana uymuyorsa. Bu forumdaki insanlar bizler bir topluluk falan da değiliz, bu forumda bir çok kişi bir çok farklı konuda onlarca belki yüzlerce görüş ayrılıklarına sahiptir. Ama tüm görüş ayrılıklarına rağmen tüm farklı görüşler Kuran'a dayalıdır. Yani burada kimse Kuran haricinde bir kaynağa göre görüş bildirmez. Mesela bir alimin rüyasında şeytandan aldığı vahye dayalı veya uydurma hadislere dayalı görüşlere yer yoktur. Bana göre peygamberin Kuran'a dayanmayan ek hükmü olamaz yani dine ortak değildir. Peygamberin "ne ile" hükmettiği Kuran'da açıkça yazıyor maide ve enam surelerinde. Ayrıca ben icma konusunu da farklı yorumluyorum. Alimler hüküm ile ilgili bir konuda görüş birliğinde ise o konudaki gerekçeleri Kuran'a dayanmalıdır. Yoksa dünyadaki tüm alimler bir araya gelse aynı şeyi düşünse yine de Kuran'a dayanmayan bir konudan hüküm çıkartamazlar çünkü hüküm yalnızca Allahındır. Ayrıca bizler "mealcilerin 50 tanesinden 45 tanesi böyle çevirmiş, demek ki doğru çeviri budur" gibi saçma bir yöntemle de ilim yapmayız. Aslolan çelişkisizlik prensibidir. Bizlerin takip ettiği bir meal falan da yoktur. Bir ayetle ilgili her meale bakarız. Arapça bilenlerimize sorarız araştırırız. Yani "Yaşar nuri böyle çevirmiş. Hmmm demek ki böyleymiş" diyip aklımızı kimseye kiraya vermeyiz. Diğerlerinden farklı çeviren biri varsa gerekçelerine bakarız, tefsirleri karıştırırız. Yani sizin okuduğunuz araştırdığınız kadar biz de araştırırız yalnızca "insanların koyduğu zincirlerimiz" olmadığı için koşulsuz (körü körüne) bağlı olduğumuz bir alim bir çevirmen bir mürşid vb olmadığı için. biraz daha özgürüz ve gözümüz biraz daha açık hepsi bundan ibaret.

Bir çok ehli sünnet takipçisi bir çok konuda aynı görüşte gibi gözüküyor. "Evet katılıyoruz hüküm Allahındır" falan diyor. Fakat Kurana dayanmayan bir çok hadise sırf "çoğunluğun görüşü" nedeniyle inanıyor ve uyguluyorlar. Hatta Kuran'da olmayan onlarca yüzlerce hüküm/haram/helal/ibadet vb. çıkarıyorlar Hatta bunları İslamın şartlarından görüyor, uymayanları kafirlikle sapıklıkla itham ediyorlar. Örneğin çocukların pipisinin ucunu Allah adına kestirmek gibi.

ebu Maruf
6. January 2011, 09:50 AM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!




Yazıktır, günahtır. Siz ya okumuyorsunuz ya okuduklarınızı anlamıyorsunuz ya da nefsinize uygun çarpıtarak iftira ediyorsunuz.
Dostum ben ne iftirasında bulunuyorum ki anlayamadım
Bu yazdıklarınızı Yaşar Nuri Öztürk hangi kitabında ya da makalesinde yazmış.
Bunu vatan gazetesi röportajında yapmış.
Linkini ve kısa metnini veriyorum
Kısa metni :
YAŞAR NURI OZTURK’E TESETTUR / ORTUNME ILE ILGILI
SIKCA SORULAN SORULAR


1.Bayanlar namaz kilmak icin abdest alirlarken baslarini ortmeli mi? Bir bayanin namaz kilarken en makbul sekildeki ortunmesi nasildir?

Basin ortulmesi hicbir durumda zorunlu degildir. En makbul ortunme derecesi el, ayak ve bas disindaki bolgelerin ortulmesidir. Isteyen basini da ortebilir, bu bir tercih isidir.

Bu da linki
http://forum.vatan.tc/yasar-nuri-ozturke-gore-kuranda-turbanin-yeri-t25610.0.html
Bakın hanif olduğunu belirten bir kişininde yani Yaşar Nuri Öztürkün savunucusu olan bir kişininde verdiği nakil.
http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=945

Bu yazdıklarınızı belirten kitabın adını ve sayfasını söyleyiniz lütfen.
İslam Nasıl Yozlaştırıldı ( Vahyin Dininden Sapmalar, Hurafeler, Bid'atlar) İsimli kitapta
Yaşar Nuri Öztürk
Şuda metnidir.
Kur'an'ın örtünme emri, abdest organlarını, o arada başı içermemektedir. Başın örtülmesi bir sosyal durum göstergesidir, bir din buyruğu değil. Eskiden toplumun hürler sınıfına mensup olanlar "serbest" sözcüğüyle tanıtılırdı. Serbest, Farsça'daki Ser (baş) kelimesiyle best (bağlanmış) kelimesinin birleşmesidir ki "başı bağlı" demektir. Başı açık olanlar köleler, işçiler ve cariyelerdi; başı bağlı olanlar ise hür ve seçkin tabaka idi. Fıkhın, kadınları hürler ve cariyeler diye ikiye ayırmasının dayandığı mantık da budur; Kur'an'ın herhangi bir ayeti değil...

Kaldıki bunu yapan bir tek o değildir bazı kişilerinde benzer görüşleri vardır.Mesele bunun yapılıyor olmasıdır.Bunun sebebide nübuvvet sahibi Rasulullah s.a.v Efendimizin elinden hüküm verme yetkisinin alınıp.Başka insanlara bu tasarrufun veriliyor olmasıdır.
Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.



saygılarımla.

ebu Maruf
6. January 2011, 10:14 AM
Sevgili kardeşim Hamr akıl örtücü demektir. Buna içki de girer uyuşturucu da girer zikir adı altında yapılan saçmalıklar da girer. Aklımızı örten yani sağlıklı düşünmemizi engelleyebilecek her şeyden uzak durmalıyız. Ayrıca bunun azı çoğu olmaz. Uzan durmamız gerekiyor derken TAMAMEN uzak durmamız gerekiyor demektir çünkü yasak olduğu açıkça yazıyor muhkemdir.
Eğer sizin dediğiniz gibi olsa üç alim bir araya gelir "bu konuda hadis yok" der esrarı serbest bırakır, meditasyonu serbest bırakır hatta kimisi zikir ayinlerini teşvik eder öbürü de metalcilerin kafa sallayıp kendinden geçmesine caiz der bir başkası da dönerek kafa bulmayı Allah yolu diye yutturur vb. Bu işin sonu olmaz. Bana göre söz konusu ayet açık ve nettir.
Dostum peki size göre hamr olanlarmı daha kesin delildir yoksa ALLAH Rasulune göremi?
Benimde bahsettiğim budur.ALLAH Rasulunun s.a.v yorumlama hakkı yok ise hiç birimizin yorumlama hakkı yoktur.


Allah Allah peki peygamber nereden öğrenmiş el bağlanması gerektiğini? kendi mi karar veriyor bu işlere? Allahın bir emri varsa vardır. Yoksa yoktur. Bazen Allah yapılması gerekeni, zaten yapıldığı için söylememiş, meşru kılmıştır. Örneğin hacdaki kurban.
Dostum sen yukarıda hamr kelimesinin açılımını nasıl yapıyor isen ALLAH Rasulude s.a.v kıyamın açılımını yapmıştır
Yahudiler de öyle namaz kılıyorlar hatta ellerini bağlıyorlar. Onlar da peygamberimizden mi öğrenmişler? Belki de biz onlardan öğrenmişizdir, olamaz mı?
Dostum ALLAH Rasulu s.a.v ister yahudilerden alsın ister kendi yorumu olsun.O söylemişse doğru söylemiştir
Bir bakın bakalım nasıl kılıyor yahudiler:

0aHWASyMjwg





Sevgili kardeşim sorun Miralay kardeşimin dediği gibi oradaki kelimenin başörtüsü mü örtü mü olduğu sorunu değildir. Bu göz boyamadır. Asıl sorun orada başın örtülmesi emrinin olmayışıdır. Yani bir cümlede başörtüsü geçmesi ile başın örtülmesinin emredilmesi arasında dağlar kadar fark vardır.

Size bir örnek vereyim:
Örneğin Allah orada erkeklere emretseydi, yani şu anki Arap erkeklere emretseydi, tabi ki ayetin muhatabı olan Arapların başlarına taktığı örtüyü kullanarak emredecekti. (o arapların başlarına taktıkları halkalı örtünün ismini bilmiyorum şimdilik adına XX diyelim. birisi söylerse mesajımı düzenlerim) Orada Allah deseydi "Ey erkekler. XX'lerinizi yakanızdan fışkıran göğüs kıllarınızı örtecek şekilde koyun" deseydi burada emir göğüs kıllarının gizlenmesi midir yoksa özellikle XX kullanılması mıdır? Eğer böyle bir ayet olsaydı tüm dünyadaki müslüman erkekleri Arapların başına taktığı Araplara özgü o halkalı başlıktan takmak mı zorundaydı? Emir diyor ki göğsünüzün kılını örtün diyor siz de diyorsunuz ki hayır Allah orada XX takmamızı emrediyor. Anlayış farkı buradan kaynaklanıyor bence. Bana göre başın örtülmesi emri yoktur. Başörtüsü bana göre kültüreldir "dini" değil. Bu kültürel ve tarihi gerçekleri de bilmek için rüyaya yatmak yetmez biraz araştırmak lazımdır bilim lazımdır. Ben bayan olsaydım ve Türkiyede yaşasaydım normal başım açık gezerdim. Abdest uzuvlarım gözükürdü ve abdest uzvuma kollarım da dahildir başım da dahildir. Ama Arabistana gitseydim orada yaşayacağım zaman oranın kültürel yapısına uygun giyinirdim yani kapanırdım. Orada o şekilde kültürü olan bir yerde kısa kollu gezseydim bu teşhircilik gibi olurdu. Tabi isteyen o şekilde anlar ve kullanır bu insanın kendi isteği ve anlayışı ile ilgili bir şeydir ben saygı duyarım. Bu tartışma konusunda aşırıya kaçıp başörtüsü düşmanı olanları da kınıyorum. Kendi seçtikleri giyimlerinden dolayı başörtülü insanları üniversitelere almamak da insanların zorla başını kapatmak kadar büyük bir zulümdür. Çünkü Allahın bu konuda bir emri veya yasağı mevcut değil. Bu alakasız bir şeyden bahseden ayete dayanarak başörtüsü kullanan veya kullanmayan insanın dinini namusunu yarım göstermek zulümdür.

Dostum işte bunların hepsi sizin yorumunuzdur.ALLAH Rasulunun s.a.v yorumu ise benim yada senin yorumdan daha önemlidir bağlayıcıdır.


Sevgili kardeşim bazı insanlar "ayrılık rahmettir" sözünü kendi Kurana aykırı fikirlerindeki meşruluklarını ilan etmek için sahiplenmelerine rağmen tüm ayrılıkları 4'e indirgeyip geri kalanları kafir, sapık vb. ilan etmişken ben ortada bir samimiyet göremiyorum. Ben x kişiye neden uyayım ki? Onun hidayette olduğunu nereden bilebilirim? Kendi yanlışımı yapma hakkı bana verilmişken benim kadar kusurlu bir kulun yanlışına neden uyayım özellikle rehber edindiğim Kurana uymuyorsa. Bu forumdaki insanlar bizler bir topluluk falan da değiliz, bu forumda bir çok kişi bir çok farklı konuda onlarca belki yüzlerce görüş ayrılıklarına sahiptir. Ama tüm görüş ayrılıklarına rağmen tüm farklı görüşler Kuran'a dayalıdır. Yani burada kimse Kuran haricinde bir kaynağa göre görüş bildirmez. Mesela bir alimin rüyasında şeytandan aldığı vahye dayalı veya uydurma hadislere dayalı görüşlere yer yoktur. Bana göre peygamberin Kuran'a dayanmayan ek hükmü olamaz yani dine ortak değildir. Peygamberin "ne ile" hükmettiği Kuran'da açıkça yazıyor maide ve enam surelerinde. Ayrıca ben icma konusunu da farklı yorumluyorum. Alimler hüküm ile ilgili bir konuda görüş birliğinde ise o konudaki gerekçeleri Kuran'a dayanmalıdır. Yoksa dünyadaki tüm alimler bir araya gelse aynı şeyi düşünse yine de Kuran'a dayanmayan bir konudan hüküm çıkartamazlar çünkü hüküm yalnızca Allahındır. Ayrıca bizler "mealcilerin 50 tanesinden 45 tanesi böyle çevirmiş, demek ki doğru çeviri budur" gibi saçma bir yöntemle de ilim yapmayız. Aslolan çelişkisizlik prensibidir. Bizlerin takip ettiği bir meal falan da yoktur. Bir ayetle ilgili her meale bakarız. Arapça bilenlerimize sorarız araştırırız. Yani "Yaşar nuri böyle çevirmiş. Hmmm demek ki böyleymiş" diyip aklımızı kimseye kiraya vermeyiz. Diğerlerinden farklı çeviren biri varsa gerekçelerine bakarız, tefsirleri karıştırırız. Yani sizin okuduğunuz araştırdığınız kadar biz de araştırırız yalnızca "insanların koyduğu zincirlerimiz" olmadığı için koşulsuz (körü körüne) bağlı olduğumuz bir alim bir çevirmen bir mürşid vb olmadığı için. biraz daha özgürüz ve gözümüz biraz daha açık hepsi bundan ibaret.
Dostum ben siz öyle yapıyorsunuz demedim.Fakat bundan etkilenenler var.Nasılki okumadan araştırmadan düşünmeden cahil sofinin lafıyla hareket edenler olduğu gibi.Okumadan araştırmadan insanların Kuran yorumlarını kabul edenlerde var.
Bir çok ehli sünnet takipçisi bir çok konuda aynı görüşte gibi gözüküyor. "Evet katılıyoruz hüküm Allahındır" falan diyor. Fakat Kurana dayanmayan bir çok hadise sırf "çoğunluğun görüşü" nedeniyle inanıyor ve uyguluyorlar. Hatta Kuran'da olmayan onlarca yüzlerce hüküm/haram/helal/ibadet vb. çıkarıyorlar
Dostum yapmayın yüzlerce dediğiniz örneğin misali sizin hamr ile verdiğiniz uyuşturucu,şarap rakı v.s gibidir.Bunu sizde yaptınız.Bu uslu fıkıhdaki usul sebebiyle Ayeti kerimelerdeki illetin tesbiti ve o illetin kapsadığı şeylerle ilgili içtihadlardır.Uslu fıkıh okumanızı tavsiye ederim.
İctihadın neye göre yapıldığına dair.
Kaldıki hiç bir imamın fetvası tekel değilidr.Aynen sizin sözünüzün yada benim sözümün tekel olmadığı gibi.Hatta bunları İslamın şartlarından görüyor, uymayanları kafirlikle sapıklıkla itham ediyorlar. Örneğin çocukların pipisinin ucunu Allah adına kestirmek gibi.
Yapmayın değerli kardeşim hiç bir ehli sünnet alimi tevatür olmayan hadislerin dışındaki bir hadise inanmamanın küfür olduğunu belirtmez.
Bununla ilgili bir tek kaynak dahi olmadığını iddia ederim.Ben o kadar fıkıh ve akaid kitapları okudum.Hiç birinde tevatür hadis ve Kuran ayetlerinin inkarı dışındaki lerin inkarının küfür olduğunu okumadım.Bunu diyen varsada ehli sünnet akaidine göre söylememiştir.Mütevatir hadislerin dahi reddinin küfür olmayacağını belirten alimler olmuştur.Bir misal veriyim.İmam Ebu Hanife buyurur Miracı inkar eden kafir olmaz ama isra yı inkar eden kafir olur.

selametle

snobyx
6. January 2011, 11:03 AM
Selamlar,

Şimdi bu yazılanların hepsini takip ediyorum ve görüyorum ki tasavvuf ekolünden olduğunu ifade eden arkadaşlar cedelleşmekten başka bir sebep için yazmıyor.Bu arkadaşlar yıllardır muhtelif sitelerde değişik isimle ile yazmaktadır,kah kafkaskartalı olurlar kah ebu derda ya da başka bir isim.Her seferinde cedelleşilir bir müddet sonra ise çekip gidilir.Allah aşkına dönem dönem gelip bu çıkmaz sokak tartışmalarını yapmanın kişinin ego tatmini yapmasından başka ne faydası vardır.Kuran ayetlerinin ego tatmini için araç olarak kullanılmasından ise Rabbimizin razı olcağını zannetmiyorum.

Günlerdir söylendi ve gene söyleniyor.Kuran odaklı yaşamayı seçen müslümanlar asla ne peygambere,ne ona isnad edilen Kuran'ın ruhuna uygun hadislere ne de insanlara Vahyi tavsiye eden Alimlere karşıtlığı yoktur.Hanifler peygamber,hadis-sünnet ve alim sevgisinde ifrata gidilmesine karşıdır.Hristiyanlar İsa'yı sırf sevdiklerinden ve yüceltmek istediklerinden Allah'ın oğlu demediler mi?Bu onlara Rabbin katında yakınlık mı kazandırdı yoksa azab mı?Ayrıca Hanif sıfatını kullanmayı tercih eden müslümanlar yekpare bir cemaat grup ve fırka değildir.Dini bireysel algılamayı ve yaşamayı tercih eden insanlardır.

Bu kadar net açıklamadan sonra artık boş itham ve tartışmalar ile kimse zamanını geçirmesin.Kim neye inanmak istiyorsa ''Dinde İKRAH yoktur''hükmü gereğince özgürdür.Her akıl sahibi kişi seçimlerinin sonucunu elbette görecektir.Burada kayda alınan bütün yazılar gün gelip hiçbirşeyi eksik bırakmayan kitabın içinde üzerimize bir şahit olarak getirilecektir.

Alemlerin Rabbi olan Allah aramızda ki ihtilafı bize bildirecektir.Hamd Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'a dır.

Selametle...

Anonymous
7. January 2011, 01:35 AM
Yapmayın değerli kardeşim hiç bir ehli sünnet alimi tevatür olmayan hadislerin dışındaki bir hadise inanmamanın küfür olduğunu belirtmez.
Bununla ilgili bir tek kaynak dahi olmadığını iddia ederim.Ben o kadar fıkıh ve akaid kitapları okudum.Hiç birinde tevatür hadis ve Kuran ayetlerinin inkarı dışındaki lerin inkarının küfür olduğunu okumadım.Bunu diyen varsada ehli sünnet akaidine göre söylememiştir.

Sevgili kardeşim bana göre tevatür hadis diye bir şey yoktur. Kaç bin kişinin dinlediği şahit olduğu veda hutbesi hakkında bile sözbirliği yokken tevatürden nasıl söz edilebilir? Ben de hak ve batılı ayırabilmek için Kuran ölçüsüne başvuruyorum.

Örneğin Kuran'a bakıyorum; yalnızca Allahın hüküm verebileceğini ve verdiği hükümleri kitabında eksiksiz açıkladığını, geri kalan konularda bizleri kendi vicdanımıza bıraktığı, peygamberin dine ve hükme ortak olmadığını yazıyor. Buna rağmen Kuran'a dayanmayan dini hüküm içeren bir hadis tevatür diye onu nasıl kabul edebilirim?

Allah gaybı kimsenin bilemeyeceğini söylüyor yalnızca Kuran'da kendi verdiği kadarını peygamberin bilebileceğini söylüyor. Yani peygamber zaten elçidir ve tebliğcidir. Allahın ona vahyettiği ve bize ulaştırması gereken gayb haberlerin hepsi tebliğ görevi gereği Kuran'da mevcuttur. O halde ben tevatür hadis diye geçmiş, gelecek, görünmeyen alem, görünmeyen varlıklar, cennet, cehennem ile ilgili detayları Kuran'a dayanmadan veren hadislere nasıl inanırım?

Ben hadisler dışında Kuran'a dayanan yani Kuranı açıkladığını düşündüğünüz hadisleri tevatür olmasa da zaten kabul ediyoruM. Kuran'a dayandıktan sonra kimin söylediği veya uydurulmuş olması da önemli değil. Peygamberimiz söylemiş olsun veya olmasın farketmez. Yeri gelir konfiçyüsün bir lafından feyz alır, bir şeyler öğrenebiliriz.

Dolayısıyla hadisleri falan reddetmiyoruz, bahsettiğim konulardaki bazı hadisleri "peygamberimizin söylemiş olduğuna" inanmıyoruz. Taptığım Allah'ın elçisi yaşıyor olsa ya da ondan kalan değişmemiş ikinci bir kitap bulunsa ona itaat etmemek benim ne haddime? Peygambere inanmıyor olsaydım ona vahyedilen Kuran'a inanmazdım.

Ehli sünnet konusunda sizin kadar iyimser değilim.
4 mezhep imamının ayrı ayrı yazdıkları söylenen kitaplarda hadis ile çelişen ayet olursa hadisin esas alınması gerektiğini, hadis ile çelişen mezhep hükmü olursa mezhep hükmünün esas alınması gerektiğini okumuştum. Eğer doğru ise bu resmen Kuran ayetlerini hiçe saymak ve Rablik taslamak değil de nedir?

Ayrıca alimler böyle düşünenleri kafir ilan etmez diyorsunuz ama sizin ne dediğinize kimse pek bakmıyor. Ben uygulanışa bakarım. Çünkü bizzat yaşıyoruz. Örneğin foruma kim gelse görüşlerimizi görse bizi sapık ilan ediyor. Bazıları da kıt akıllı ilan ediyor :) Dışarıda görüşlerimizi tartıştığımız insanlar da böyle düşünüyorlar. Sizin dediğiniz gibi olsa ne güzel olur. İşte o zaman ayrılıklar rahmet olurdu. Mezhepler nedeniyle kaç kişi kaç kişiyi öldürmüş bir oturun hesaplayın bence. Hiç bir konuda fanatiklik iyi bir şey değildir. Fanatizm sağlıklı düşünmeyi engeller.

Bizler hidayetin kendisinde olduğunu düşünmeden bireysel olarak doğruyu arayan, yalnızca birbiri ile yardımlaşan ama kendi görüşünü diğerlerine dayatmayan insanlarız. Herhangi bir görüşe "hidayetteyim" diye saplanmayan insan, doğru bildiğini düşündüğü bir konuda bile "acaba" diyerek zıt görüştekilerin delillerini değerlendiren bir insan yanlış yolda ise bile samimi duaları ile Allah doğru yola iletir diye düşünüyorum.

Burada sizi hedef alarak konuştuğumu sanmayın. Yalnızca sizi vesilenizle içimi döktüm. :)

Allah hepimizi doğru yoluna iletsin.

ebu Maruf
7. January 2011, 02:42 AM
Sevgili kardeşim bana göre tevatür hadis diye bir şey yoktur. Kaç bin kişinin dinlediği şahit olduğu veda hutbesi hakkında bile sözbirliği yokken tevatürden nasıl söz edilebilir? Ben de hak ve batılı ayırabilmek için Kuran ölçüsüne başvuruyorum.

Dostum senin okuduğun Kuranda tevatür olarak geldi.Sen Kuranın orjinalinimi okuduğunu sanıyorsun.Yanlış anlamayın lütfen sözüm size ve sizin gibi düşünen kardeşlerime değil.Bilinçli olarak bu fitneyi çıkaranlaradır.Sizde benim gibi doğru yolun arayışı içindesiniz.İşte bu fitnenin amacı budur.Önce sahih hadisler inkar edilecek sonra tevatür hadisler.Sonradan denecek Kuranda tevatür yoluyla geldi ondada şüpheye düş.ASırlardır Türk milletinin iman gücü karşısında bir türlü başarı sağlayamayan emperyalist güçler.Türk toplumunun imanına zarar verebilmek için dine fitne katmak amaçlı çalışmalara başladı.Bu önce arap ülkelerinde başladı lavrensle.İbni Teymiye kaynak gösterilip onun ismi kullanılarak.Tasavvuf düşmanlığı yapılmaya başlandı.Arap halkı tasavvufu ve mezheb anlayışını terk edip selef diye tabir edilen akıma kapılarak önce Türk halkına halifeliğe birliğe baş kaldırdı.Sonra Muhammed bin Abdulvehhab ismiyle Artık hadislerde terk edilmeye başlandı.
Sonuç ortada 1948 e kadar gıkını çıkaramayan israil.Zayıflamış imanı fırsat bulup önce devlet kurdu sonrada etrafına saldırmaya başladı.Türk milleti üstündede uygulanmak istenen şey aynıdır.
Kuranın ismi kullanılarak.Bu gün Arapların içinde bulunduğu duruma düşürülmeye çalışılıyor.
Tekrar belirtiyorum sözüm size değil.Bilinçli olarak bu fitneyi çıkaranlaradır.

Örneğin Kuran'a bakıyorum; yalnızca Allahın hüküm verebileceğini ve verdiği hükümleri kitabında eksiksiz açıkladığını, geri kalan konularda bizleri kendi vicdanımıza bıraktığı, peygamberin dine ve hükme ortak olmadığını yazıyor. Buna rağmen Kuran'a dayanmayan dini hüküm içeren bir hadis tevatür diye onu nasıl kabul edebilirim?
Güzel kardeşim bak kendin belirtmişşin bize bıraktığı işte zaten hadis orda devreye girer.Ha bize kalmış ha ALLAH RAsulune s.a.v Rasulullaha s.a.v kalmasından neden rahatsız oluyoruz ki anlayamıyorum.Neden biz yorumlayalım.Bırakalım ALLAH RAsulu a.s yorumlasın.
Allah gaybı kimsenin bilemeyeceğini söylüyor yalnızca Kuran'da kendi verdiği kadarını peygamberin bilebileceğini söylüyor. Yani peygamber zaten elçidir ve tebliğcidir. Allahın ona vahyettiği ve bize ulaştırması gereken gayb haberlerin hepsi tebliğ görevi gereği Kuran'da mevcuttur. O halde ben tevatür hadis diye geçmiş, gelecek, görünmeyen alem, görünmeyen varlıklar, cennet, cehennem ile ilgili detayları Kuran'a dayanmadan veren hadislere nasıl inanırım?
Dostum ALLAHU TEALA RAsulullaha a.s gaybdan gelecekten haberler vermiştir.Hadis kitablarında mevcuttur.Kerbela olayı abbasilerin çıkışı.İstanbulun fethi daha bir çokları hadis rivayetleriyle nakledilmiştir.
Ben hadisler dışında Kuran'a dayanan yani Kuranı açıkladığını düşündüğünüz hadisleri tevatür olmasa da zaten kabul ediyoruz. Kuran'a dayandıktan sonra kimin söylediği veya uydurulmuş olması da önemli değil. Peygamberimiz söylemiş olsun veya olmasın farketmez.
Dostum hadis rivayetlerin % 90 ı zaten Kurana ters düşmezki.Bu da bana göre belkide aslında onlardada tearüz etmiyordur.Bu oran sana göre daha yüksekde olabilir.Fakat bir misal vereyim.Recm hadisleri Kurana tersmiş gibi sanılır.Zira Nur süresinin yanlış hatırlamıyorsam 2-5 ayetlerinde had cezası belirtilir bu sebebden dolayı ters düştüğü sanılır.Halbuki O ayetlerin arapçalarında zaniye ifadesi vardır.Yani zina edenler.
Nisa süresi 15 ayeti kerimesindede fahişetün ifadesi vardır.O ayettede Ölüm onları bulana kadar evlerinizden çıkarmayın yada haklarında bir hüküm verilene kadar ibareleri vardır.
Şimdi fahişetün lafzı Arap belağatına göre çok kötü çok çirkin iş manasında algılanır.Fahişetün ayrıca zina dışında fitneciler için belirtilen bir ibaredir.Onlarda ceza olarak öldürülmelidir.Bunuda belirten Kurandır.Yani bekar birinin zinasıyla evli birinin zinası arasındaki farklar anlatılır.Zaten hadislerdede bekar gençlere nur süresindeki gibi had cezası vardır.Recm ise ölüm onları buluncaya kadar ibareli ayeti kerime üzere evlileredir.Dolayısıyla bir çok hadis ilk bakışta Kurana ters düşüyormuş gibi algılanır.İlk meal okuduğum dönemlerde bende benzer çelişkilerle karşılaştım.Lakin ARapça eğiimi almaya başladığımda ve Kuranı daha fazla ve sürekli inceleme başlayınca ilk başta gördüğüm çelişkiler azalmaya başladı.
Dolayısıyla hadisleri falan reddetmiyoruz, bahsettiğim konulardaki bazı hadisleri "peygamberimizin söylemiş olduğuna" inanmıyoruz. Taptığım Allah'ın elçisi yaşıyor olsa ya da ondan kalan değişmemiş ikinci bir kitap bulunsa ona itaat etmemek benim ne haddime? Peygambere inanmıyor olsaydım ona vahyedilen Kuran'a inanmazdım.
Dostum ALLAH Rasulune a.s isnad edilip fitne amaçlı rivayetler olabilir.Ben bunu red etmiyorum.Bunun tesbitide daha önceleride yazdıklarımda belirttiğim gibi şahsın kalbiyle alakalıdır.Fakat benim ALLAH RAsulunun a.s söylediğine inanmadığım bir rivayete sen inannıyorsan.Benim sana şiddetle karşı çıkmam yada belki hakart etmem.Hatta iftiralarda bulunmam doğru değildir.
Zira Kalben sen onun Rasulullah a.s tarafından söylendiğine kanaat etmişşin.Ben sana Rasulullah s.a.v a itiat ediyorsun diye hakaret etmem ne vahim bir olay olur.Sorunda burdan kaynaklanıyor.

Ehli sünnet konusunda sizin kadar iyimser değilim.
4 mezhep imamının ayrı ayrı yazdıkları söylenen kitaplarda hadis ile çelişen ayet olursa hadisin esas alınması gerektiğini, hadis ile çelişen mezhep hükmü olursa mezhep hükmünün esas alınması gerektiğini okumuştum. Eğer doğru ise bu resmen Kuran ayetlerini hiçe saymak ve Rablik taslamak değil de nedir?
Dostum bu ibareler 4 mezheb imamlarının sözleri değildir.
Bu müctehid olmayan avam için ölçü olsun diye bazı fakihler tarafından belirtilmiştirki.Böyle söylenmesinin sebebi tek bir ayetin okunupda başka ayetlerle tearuzu veyahut müteşabih olup olmadıkları yada nüzul sebeblerini anlamadan yada tercümeleri okundu ise meallerin yanlış tercümeleri vs. gibi eksik anlaşılmalar olabileceği varsayılaraktan belirtilmiştir.
Yoksa ALimlerin zaten mezheb bağımlılığı bile şartı yoktur.4 mezheb görüşlerine göre fetva verebilirler.

Ayrıca alimler böyle düşünenleri kafir ilan etmez diyorsunuz ama sizin ne dediğinize kimse pek bakmıyor.Dostum bunu daha öncedende belirtmiştim cahil sofi şeytanın maskarası olur.Bu cehalet taassup kendini bilmezlik her cemaatin içinde oluyor.Ama tümünü öyle görmek doğru değildir.Bak inanınki bende sizin hepinizi aynı algılasam burada günlerce uğraş vermem.Zaten hiç kimseyle müzakere edemeyeceğim.Ne ben bir şey kazanamam nede karşımdaki deyip.Bırakıp ilimle yada dünyevi işlerimle uğraşırım.Halbuki bana hakaret edenlerle olaylar cedelleşmeye gideceğini görüp.Onlara cevap yazmayı bıraktım ve müzakere edebileceğim kardeşlerimle yazışmaya devam ediyorum Ben uygulanışa bakarım. Çünkü bizzat yaşıyoruz. Örneğin foruma kim gelse görüşlerimizi görse bizi sapık ilan ediyor. Bazıları da kıt akıllı ilan ediyor :) Dışarıda görüşlerimizi tartıştığımız insanlar da böyle düşünüyorlar. Sizin dediğiniz gibi olsa ne güzel olur. İşte o zaman ayrılıklar rahmet olurdu. Mezhepler nedeniyle kaç kişi kaç kişiyi öldürmüş bir oturun hesaplayın bence. Hiç bir konuda fanatiklik iyi bir şey değildir. Fanatizm sağlıklı düşünmeyi engeller.
Aynen dostum fanatizm hamr gibidir :)))
Bizler hidayetin kendisinde olduğunu düşünmeden bireysel olarak doğruyu arayan, yalnızca birbiri ile yardımlaşan ama kendi görüşünü diğerlerine dayatmayan insanlarız. Herhangi bir görüşe "hidayetteyim" diye saplanmayan insan, doğru bildiğini düşündüğü bir konuda bile "acaba" diyerek zıt görüştekilerin delillerini değerlendiren bir insan yanlış yolda ise bile samimi duaları ile Allah doğru yola iletir diye düşünüyorum.

Burada sizi hedef alarak konuştuğumu sanmayın. Yalnızca sizi vesilenizle içimi döktüm. :)

Allah hepimizi doğru yoluna iletsin.
Amin

Sevgili kardeşim.İyi niyetle Rabbini arayan bütün Kullarına HAK TEALA hz.leri yanlış yolda ise doğruya iletecek doğru yolda ise takvaya ulaşması için yoılunu açacaktır.
Önemli olan bütün samimiyetimizle RABBİMize en güzel şekilde Kulluk etmeye çalışalım.İşte o zaman Rabbim hatalarımızı öğretir,hidayet nasip eder.O zaman hiç birimize korkuda olmaz.Tabiki o niyette sebat ettikçe

selametle

Anonymous
7. January 2011, 10:16 AM
Dostum senin okuduğun Kuranda tevatür olarak geldi.Sen Kuranın orjinalinimi okuduğunu sanıyorsun.

Kuran ile hadisleri aynı kefeye koymak imkansız. ilk hadis kitabı ne zaman yazıldı diye araştırmak yeterli. Kulaktan kulağa oynamak ile basılı belge farklıdır.

Ayrıca Kuran konusunda da farklı düşünüyorum. Dayanak aldığım bazı nedenlerden dolayı Kuran'ın peygamberimiz zamanında da "kitap" şeklinde var olduğuna inanıyorum.


Güzel kardeşim bak kendin belirtmişşin bize bıraktığı işte zaten hadis orda devreye girer.Ha bize kalmış ha ALLAH RAsulune s.a.v Rasulullaha s.a.v kalmasından neden rahatsız oluyoruz ki anlayamıyorum.Neden biz yorumlayalım.Bırakalım ALLAH RAsulu a.s yorumlasın.
Neden rahatsız olayım kardeşim. Kuran ayetlerini yorumlayan hadislerden Kuran'ın başka kısımları ile çelişmediği sürece faydalanırım da. Hangi tür hadisleri reddettiğimi daha önceki mesajlarımda söylemiştim. Reddetme sebebim resule saygısızlıktan değil, uyduranların resule saygısızlık ettiğini düşünmemdendir.




Dostum ALLAHU TEALA RAsulullaha a.s gaybdan gelecekten haberler vermiştir.Hadis kitablarında mevcuttur.Kerbela olayı abbasilerin çıkışı.İstanbulun fethi daha bir çokları hadis rivayetleriyle nakledilmiştir.

Ben inanmıyorum ne yazık ki. Tutan varsa da olabilir, onlara da hadis uydurucuların tutan tahminleri gözüyle bakarım.

Ben zaman vermeden GENEL tabirlerle binlerce kehanet yapsam aradan bir kaç asır geçince en az %15'i illaki tutar. %15'i tutunca (ki binlerce kehanetin %15'i büyük bir rakamdır) taraftarlarım olan inananlarım peydahlanır ve beni "büyük yüce insanüstü kahin" ilan ederler. Tutmayan kısımların da henüz zamanının gelmediğini iddia ederler. Bu işler basittir.




Recm hadisleri Kurana tersmiş gibi sanılır.


Evet kardeşim, bence Recm hadisleri Kuran'a Terstir. Recm İslam dışı bir uygulamadır. Ben sizin recm yorumunuza katılmıyorum. Sözkonusu ayetleri de "bence" yanlış yorumlamışsınız. Recm konusunda çok fazla araştırma yaptım ve vardığım ilginç sonuç bir takım insanların ZAMANINDA recm'i islama sokmak için OLAĞANÜSTÜ ve SAÇMALIKLARA VARAN çabalar gösterildiğidir. Bu çabayı görmek bile Recm'in batıl olduğunu anlamaya AKLİ olarak yeterlidir benim gözümde. Ama benim için daha kesin olan ALLAH TARAFINDAN HÜKÜMLERİ AÇIKLANMIŞ Kuran'da böyle bir şey olmamasıdır. "Peygamberimiz recm uygulamış mıdır?" derseniz olabilir diye düşünüyorum. Zina'nın cezası Allah tarafından belirleninceye kadar (ki vahyin sonlarına yakındır) uygulanmasına izin vermiş olabilir diye düşünüyorum. Eğer yanlış bilmiyorsam zaten bir tanesinin sebebi de Maide suresinde açıklanıyor. Tabi bu anlatılan olaylar gerçekleşmiş olabilir veya olmayabilir bilemem, en doğrusunu Allah bilir. Ama Allahın recm EMRİ olmadığına tamamen eminim.



Dostum bunu daha öncedende belirtmiştim cahil sofi şeytanın maskarası olur.Bu cehalet taassup kendini bilmezlik her cemaatin içinde oluyor.Ama tümünü öyle görmek doğru değildir.Bak inanınki bende sizin hepinizi aynı algılasam burada günlerce uğraş vermem.Zaten hiç kimseyle müzakere edemeyeceğim.Ne ben bir şey kazanamam nede karşımdaki deyip.Bırakıp ilimle yada dünyevi işlerimle uğraşırım.Halbuki bana hakaret edenlerle olaylar cedelleşmeye gideceğini görüp.Onlara cevap yazmayı bıraktım ve müzakere edebileceğim kardeşlerimle yazışmaya devam ediyorum

İstisnalar genele örnek teşkil etmezler. Keşke herkes sizin anlattığınız kadar anlayışlı olsaydı. Sizin üslubunuzun farklı olduğunu görebiliyorum. Rabbimiz güzel davrananın karşılığını mutlaka verir. Allah hepimizi doğru yoluna iletsin kardeşim.

ebu Maruf
7. January 2011, 05:16 PM
Kuran ile hadisleri aynı kefeye koymak imkansız. ilk hadis kitabı ne zaman yazıldı diye araştırmak yeterli. Kulaktan kulağa oynamak ile basılı belge farklıdır.

Ayrıca Kuran konusunda da farklı düşünüyorum. Dayanak aldığım bazı nedenlerden dolayı Kuran'ın peygamberimiz zamanında da "kitap" şeklinde var olduğuna inanıyorum.
Dostum bu dayanak aldığın kaynaklarda hadis rivayetleridirde.Önemli değil zaten inanmada demiyorum zira bende öyle inanıyorum.Lakin benim bahsettiğim ise farklı bir şey şu anki okunan Kuranlar asım kıraatı üzerine harekelenmiştir.
Bu hareke ise yazılı olarak değil kulakdan kulağa ulaşmıştır aynı tevatür hadisler misali.Benim bahsettiğim bu idi.Yani Orjinal yazı altına alınmış Kuran harekesizdir.


Neden rahatsız olayım kardeşim. Kuran ayetlerini yorumlayan hadislerden Kuran'ın başka kısımları ile çelişmediği sürece faydalanırım da. Hangi tür hadisleri reddettiğimi daha önceki mesajlarımda söylemiştim. Reddetme sebebim resule saygısızlıktan değil, uyduranların resule saygısızlık ettiğini düşünmemdendir.
ALLAH RAzı olsun böyle düşündüğünü tahmin ediyorumda.Tevatürün manasını ve tevatür hadisler noktasında inceleme yapmanı tavsiye ederim.



Ben inanmıyorum ne yazık ki. Tutan varsa da olabilir, onlara da hadis uydurucuların tutan tahminleri gözüyle bakarım.

Ben zaman vermeden GENEL tabirlerle binlerce kehanet yapsam aradan bir kaç asır geçince en az %15'i illaki tutar. %15'i tutunca (ki binlerce kehanetin %15'i büyük bir rakamdır) taraftarlarım olan inananlarım peydahlanır ve beni "büyük yüce insanüstü kahin" ilan ederler. Tutmayan kısımların da henüz zamanının gelmediğini iddia ederler. Bu işler basittir.
ALLAH Rasulunun s.a.v kehanetlik amacıyla yapdığını düşünmüyorsunuzdur diye tahmin ederek.
Bir soru sorayım müsaadenizle yarın güneşin doğudan doğacağını sanırım tahmin ediyorsunuzdur.
Fakat küçük yaşta bir çocuk bunu bilmeyebilir.Zira öğretilmemiş olabilir.
Yarın sizin güneşin doğudan doğacağını küçük bir çocuğa bildirmenizden daha doğal ne olabilir.Öğrensin maksatıyla.
Yada hava tahmincileri yarın ne olacağına dair tahminlerde bulunuyorlar.Bunu bize bildirmelerinde ne sakınca var.Bu bir ilimdir.ALLAH kimini meteoroloji uzmanı yapar o ilim vesilesi ile ona gelecekten haber verir.Kiminede Cebrail a.s aracılığıyla.
Neticede ikiside ilim değilmidir.Sana , banada Kuran aracılığıyla Ahiretten yani gelecekten haber veriyor RABBİM HAK Teala.Bunlarıda siz burda insanlarla paylaşıyorsunuz.Bende Avrupada iken gayri müslimlerle çok paylaştım.Yada çocuklarımla yada gençlerle paylaşıyorum.Onların bunları bilmiyor olması Rabbimizin bize öğrettiği gerçeğini değiştirmezki.
Evet kardeşim, bence Recm hadisleri Kuran'a Terstir. Recm İslam dışı bir uygulamadır. Ben sizin recm yorumunuza katılmıyorum. Sözkonusu ayetleri de "bence" yanlış yorumlamışsınız. Recm konusunda çok fazla araştırma yaptım ve vardığım ilginç sonuç bir takım insanların ZAMANINDA recm'i islama sokmak için OLAĞANÜSTÜ ve SAÇMALIKLARA VARAN çabalar gösterildiğidir. Bu çabayı görmek bile Recm'in batıl olduğunu anlamaya AKLİ olarak yeterlidir benim gözümde. Ama benim için daha kesin olan ALLAH TARAFINDAN HÜKÜMLERİ AÇIKLANMIŞ Kuran'da böyle bir şey olmamasıdır. "Peygamberimiz recm uygulamış mıdır?" derseniz olabilir diye düşünüyorum. Zina'nın cezası Allah tarafından belirleninceye kadar (ki vahyin sonlarına yakındır) uygulanmasına izin vermiş olabilir diye düşünüyorum. Eğer yanlış bilmiyorsam zaten bir tanesinin sebebi de Maide suresinde açıklanıyor. Tabi bu anlatılan olaylar gerçekleşmiş olabilir veya olmayabilir bilemem, en doğrusunu Allah bilir. Ama Allahın recm EMRİ olmadığına tamamen eminim.
Buda sizin Kuran yorumunuzdur dostum.Bende olduğuna eminim

İstisnalar genele örnek teşkil etmezler. Keşke herkes sizin anlattığınız kadar anlayışlı olsaydı. Sizin üslubunuzun farklı olduğunu görebiliyorum. Rabbimiz güzel davrananın karşılığını mutlaka verir. Allah hepimizi doğru yoluna iletsin kardeşim.
AMİN
Rabbim hepimizi bağışlasın sıratı mustekıme ulaştırsın


saygılarımla

dost1
7. January 2011, 11:04 PM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!



...
Yaşar Nuri Öztürkün hamr la ilgili fetvası: Diyorki bir insan sarhoş edici bir içeceği veya maddeyi sarhoş olana kadar içebilir bu helaldir.
...
Bakın nisa süresi 31 ayette sanırım humurihi kelimesi geçer oda mastar olarak hamr kökenlidir.
MAnasıda baş örtüsüdür.
HAlbuki Yaşar Nuri özTürkün baş örtüsüyle alakalı fetvasını okudum.
Humurimi hamr kökenli olup manası şarapdır diyor.YAni baş örten manasını kaldırıp şaraptır diyor bu sebeble burada baş örtüsü manasına alınamaz deyip başın açık olmasına hükmediyor.


yazınıza



Yazıktır, günahtır. Siz ya okumuyorsunuz ya okuduklarınızı anlamıyorsunuz ya da nefsinize uygun çarpıtarak iftira ediyorsunuz.

Bu yazdıklarınızı Yaşar Nuri Öztürk hangi kitabında ya da makalesinde yazmış.

Bu yazdıklarınızı belirten kitabın adını ve sayfasını söyleyiniz lütfen.



cevabını vermiştik.



Yazıktır, günahtır. Siz ya okumuyorsunuz ya okuduklarınızı anlamıyorsunuz ya da nefsinize uygun çarpıtarak iftira ediyorsunuz.



Dostum ben ne iftirasında bulunuyorum ki anlayamadım


İnsanların yazmadıklarını, söylemediklerini yazmış ve söylemiş gibi göstererek iftirada bulunuyorsunuz..



Bu yazdıklarınızı Yaşar Nuri Öztürk hangi kitabında ya da makalesinde yazmış..


Bunu vatan gazetesi röportajında yapmış.
Linkini ve kısa metnini veriyorum
Kısa metni :
YAŞAR NURI OZTURK’E TESETTUR / ORTUNME ILE ILGILI
SIKCA SORULAN SORULAR

1.Bayanlar namaz kilmak icin abdest alirlarken baslarini ortmeli mi? Bir bayanin namaz kilarken en makbul sekildeki ortunmesi nasildir?

Basin ortulmesi hicbir durumda zorunlu degildir. En makbul ortunme derecesi el, ayak ve bas disindaki bolgelerin ortulmesidir. Isteyen basini da ortebilir, bu bir tercih isidir.

Bu da linki
http://forum.vatan.tc/yasar-nuri-ozt...-t25610.0.html
Bakın hanif olduğunu belirten bir kişininde yani Yaşar Nuri Öztürkün savunucusu olan bir kişininde verdiği nakil.
http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=945


"Vatan Gazetesi röportajında yapmış." dediğiniz ve başlığını verdiğiniz yazıyı olduğu gibi asıyorum. Vermiş olduğunuz iki bağlantıdaki yazı da aşağıya astığım yazının aynısıdır.

YAŞAR NURI OZTURK’E TESETTUR / ORTUNME ILE ILGILI
SIKCA SORULAN SORULAR


1.Bayanlar namaz kilmak icin abdest alirlarken baslarini ortmeli mi? Bir bayanin namaz kilarken en makbul sekildeki ortunmesi nasildir?

Basin ortulmesi hicbir durumda zorunlu degildir. En makbul ortunme derecesi el, ayak ve bas disindaki bolgelerin ortulmesidir. Isteyen basini da ortebilir, bu bir tercih isidir.

2.Tesetturun tarih boyunca, ozellikle kadinlarin sosyal statusunun saglanmasinda gerekli oldugunu gormekteyiz. (kole-hur ayrimi) Bu yuz yilda bu ayrim kalktigi icin saclarin ortunmesinin onemi kalmis midir?

Yaklasiminiz saclarin ortunmesi acisindan dogrudur. Abdest uzuvlari tesetture tabi degildir. Bas da bir abdest uzvudur.

3.Hiristiyanlik ve YAHUDILIKTE kadin ve erkeklerin giyimi hakkinda kurallar var midir? Tesettur gibi.

Vardir. Ornegin bas ortusu Incil'de, Pavlus tarafindan bugunku sekliyle istenmektedir.

4.Basortusunun dindeki yeri bir tarafa, takmak isteyenlerin engellenmesi din acisindan dogru mudur?

Basini ortmek isteyenlerin engellenmesi insan haklari acisindan dogru degildir.

5.Basortusu konusunun 14 yuzyil boyunca sizin gorusunuzden farkli anlasilmasinin nedenleri nelerdir?

Bu konuyu 14 yuzyil boyunca benim gibi anlayanlar da vardir. Ancak eski zamanlarin boyle bir meselesi olmadigi icin Kur’an’in bu konudaki gorusu irdelenmemistir. Herkes orfî hayatini yasamaya devam etmistir. Ortadogu’da bircok ulkede sadece kadinlar degil erkeklerde baslarini kapatmaktadirlar. Anadolu’da yakin zamanlara kadar basi acik gezen erkeklere bile iyi gozle bakilmazdi. Bunlar bizim icin olcu degildir. Bizim icin onemli olan Kur’an’in ne dedigidir.

6. Basortusunun zorunlu olmadigini vurgulayan âlimlerden birisiniz. Diger âlimler gercegi kavrayamayacak kadar yetersiz mi?

Konunun gercegi kavrayip kavrayamamakla bir ilgisi yoktur. Isin esasi, gelenegi tedirgin etmeme hesabindan kaynaklanmaktadir.

7.Basortusu konusundaki yorumunuza Hz. Peygamber doneminden dayanak bulabiliyor musunuz? Bu konuyu sizin gibi yorumlayan Islam âlimleri var midir?

Elbette benim gibi yorumlayan Islam âlimleri vardir. Hz.Peygamber doneminde cariye ve kole kadinlar bas acik dolasiyor ve namazlarini o sekilde kiliyorlardi. O halde basi ortmek veya acmak din degil, orftur. Kur'an'in istedigi goguslerin ortulmesidir.

8.Kur’an’dan ve sizin kitaplarinizdan anladigim kadariyla ortunme emri GOûUS’E yapilmis. Muhammed Esed’in mealinde de Immar, musrik kadinlarin sus olarak kullandigi sal. Benim basim kapali, sinavlara girmedim. Ailem basimi acmama karismiyor ancak saptigimi soyluyorlar. Ne yapabilirim?

Basinizi ortmeniz veya acmaniz sizin tercihinize kalmistir. Kur’an’in sizden istedigi abdest uzuvlarinin disindaki vucut bolgelerini kapatmaktir. Bas kapanma bolgesi disindadir. Bunun aksini soyleyenler kendi tercihlerini dinlestirmis olurlar.

9. "Basinizi ortmeniz veya acmaniz sizin tercihinize kalmistir. Kur’an’in sizden istedigi abdest uzuvlarinin disindaki vucut bolgelerini kapatmaktir. Bas kapanma bolgesi disindadir. Bunun aksini soyleyenler kendi tercihlerini dinlestirmis olurlar." diyorsunuz. "Bas, kapanma bolgesi disindadir." Sizin mealinizde Nur Suresi 31 ise soyle: "ortulerini/basortulerini gogus yirtmaclarinin uzerine vursunlar." Siz de Kur'an mealinizde basortusu diyorsunuz; eger bas kapanma bolgesi disinda ise basortusune ne gerek var?

Emrin gereklilik ifade etmesi icin acik ve kesin olmasi gerekir. Teknik ifadeyle ayetteki emrin muteallaki (iliskin oldugu nokta) gogustur. Yine teknik ifadeyle vucup gogse iliskindir. Basin ortulmesi vucuba baglanmamis, tercihe birakilmistir. Esasen Kur’an, abdest’i, vucudun acik havaya maruz kalan bolgelerine uygulatmaktadir. Yani basin ortulmesi emir degildir. Ayette basortusu kelimesinin gecmesi hicbir sekilde basortusu ile ilgili bir emrin gerekcesi olamaz. Buna tefsir ve fikih kurallari da izin vermez. Kaldi ki kelimedeki basortu anlami aslî anlam degil orfî anlamdir. Kisacasi emrin vucup (gereklilik) ifade etmesi manaya delaletin kesinligi sartina baglidir. Anilan ayette basin ortulmesine iliskin degil kesin delalet, zannî delalet bile yoktur.

10. Siz basortusu takmamanin gunah olmadigini soyluyorsunuz. Hollanda'dan yaziyorum ve buradaki bir cami hocasi, kadinlarin gorunen her bir sac kili icin 70-80 yil cehennem azabi gorecegini soyluyor. Dusunceniz nedir?

O hoca din adina yalan soyledigi icin cehenneme kendi gidecektir.

11.Siz ortunme emri Islam'da var ama basortusu takmak farz degildir diyorsunuz. Aciklar misiniz?

Islam'in ortunme emri basi icermemektedir.

12. bir mealde Ahzap-59.ayet : "Ey Peygamber! eslerine, kizlarina ve muminlerin kadinlarina soyle, dis giysilerini uzerlerine alsinlar. bu, onlarin taninmalari ve incitilmemeleri icin cok daha uygun bir yoldur. Allah gafû»r'dur, rahîm'dir. " seklinde tercume edilmis.
Burada kavrami cagdan caga ve cografyadan cografyaya degisebilsin diye Kur'an "dis giysi" tanimini kullanmis. Bu tanim sadece "basortusu" nu isaret eder seklinde yorumlamiyorum. Dusunceniz nedir?

O ayetin basortusuyle zaten bir ilgisi yoktur. Ayet, evlerinde neredeyse tamamen ciplak dolasan Arap toplumuna disari cikarken derli-toplu giyinmesini emrediyor.

13. Islam tarihinde basortusunu, sizin gibi ortulmesi zorunlu kisimlardan gormeyen ilim adamlari var midir? Bunlarin gunumuzde yasayanlari ve eski bilginler kimlerdir?

Elbette vardir: Sait b. Cubeyr, el-Cassâs, Fazlurrahman, Huseyin Atay, Hatemî...

14. Erkek ve kadinin ortunme olculeri nelerdir? Bir erkek, karisinin Islam’a aykiri olan ortunme sekline mudahale edebilir mi?

Kadinlarin abdest organlari disindaki yerlerini, erkeklerin ise edep yerlerini ortmeleri Kur’an’in emridir. Erkegin kadina ortunme konusunda onerileri ve tesvikleri olabilir. Ancak baski uygulayamaz.

15.Siyah ortulerle sadece gozleri gorunenler acaba ortunme ile ilgili Kur’an ayetlerini bilmiyorlar mi? Bayanlarin ortmesi gereken yerler belli iken neden kendilerine iskence ediyorlar?

Bu sorunun cevabini ben de cok merak etmekteyim.

16. Islam'da cariyelerin durumu nedir? Onlarla evlenmeden cinsel ILIŞKIYE girmek neden caizdir? Kur'an'da hur kadinlarla cariyelerin ayrilabilmesi icin getirilen ortunme hukmune ne diyorsunuz?

Kur'an'da "cariye" diye bir kelime yoktur." Cariyeler" icin duzenlenmis ayri bir ortunme hukmu de yoktur. Ancak antlasmalarla iliski kurmak Kur'an'da gecmektedir. Buna muta denir. Cok siki sartlari vardir.

17. Ortunen kadinlara sadece, "Ortunmeyen cehenneme gider." deniliyor. Yani sadece ortunmeleri, seriatin kitabini yazan erkeklere gore, kadinin sorumluluklari acisindan yeterli. Esas diger kurallar var. Kaldi ki, sizin mealinizde gogus yirtmaclarinin kapatilmasi diye yaziyor. Her lafinizin ustune atlayan muhalifleriniz niye bu lafinizin uzerine atlayip gunlerce tartismadilar? Herhalde tartismayarak konuyu kaynatmaya calisiyorlar. Tv'de gorusu alinan turbanli, yetkili bir bayana Nur Suresi'ndeki gogus yirtmaci kelimesini sordum. Kem kum etti. En son gogus kafesi dedi. Sonra da gogus kafesi diye bir sey yok dedi. Bence bu isin uzerine biraz daha gidin. Bunlar konuyu tartistirmayarak unutturmaya calisiyorlar.

Ortunmeyle ilgili soylediklerinizin tumune katiliyorum. Elimizden geleni yapacagiz.

18. esas olan gogsun ortulmesidir, diyorsunuz. O zaman bas ortusunu niye basimiza bagliyoruz, onun yerine sali boynumuza dolasak Allah'in sozlerine uygun bir ortunme OLUR MU? Ayrica bu bas ortusu gelenekten ibarettir diyorsunuz. Gelenekse, Hz. Hatice'den veya Hz.Fâtima'dan kalma bir gelenek midir yoksa farz olmadigina gore sunnet midir?

Orf anlaminda sunnettir. Kimden kaldigi onemli degildir. Gogsunuzu istediginiz seyle kapatabilirsiniz. Şal sarti yoktur.

19. Nur Suresi'nin 31. ayetini (Ortulerini/basortulerini gogus yirtmaclarinin uzerine vursunlar) seklinde www.kuran.gen.tr adresinde meal olarak vermissiniz. Bu sitede ise asagidaki soruya verdiginiz cevap celiski yaratmiyor mu?
Soru: Musluman kadinlari kastederek “Basin ortulmesi zorunlu degildir.” diyorsunuz. Boyle ise 1400 kusur yildir Musluman kadinlarin baslarini ortmeleri ve Islam ulemasinin bas ortusu gereklidir demelerinin hikmeti nedir?
Cevap: Yil fazlaligi bir seyin gercegini degistirmez. 1400 yildir kitleler tercihlerini oyle kullanmislardir, buna saygi duyulur. Ancak zaman uzunlugu dinde hukum gerekcesi degildir. 2800 yillik gelenekler de vardir. Bunlari da din mi sayacagiz?

O ayetten teknik olarak cikan mana, baslarin ortulmesi degil acilmasidir. Bas ortusu kelimesinin kullanilmasi, dikkatleri basin ortulmesinden gogsun ortulmesine cekmek icindir. Ne yazik ki geleneksel tutum, aliskanliklarini dinlestirmek icin bunun tersini yapmistir. Nur 31. ayeti butunuyle okumak ve abdestte yikanan uzuvlarin acik tutulan bolgeler oldugunu unutmamak gerekir.

20. Abdest uzuvlarinin ortulmeyecegi hangi ayetlerde belirtilmistir?

Ortulen yerleri belirten ayetler, nerelerin acik kalacagini da gostermistir.

21. Kadinlarin ortunmesi gereken yerlerini kitaplarinizda ve sohbetlerinizde acikliyorsunuz. Ancak ortunmus gorunmekle beraber, son derece dar ve vucut olculerini âdeta verircesine bir ortunme ne derece iffete ve kadini korumaya yoneliktir?

Biz din adina kiyas yaparak olcu koyamayiz. Elbisenin sekli, rengi, deseni, inceligi, kalinligi serbest birakilmistir. Bu sozunu ettiginiz toplum orflerinin dikkate alinmasini, bu anlamda bir titizligi gerektirir ancak din adina haram-helal hukmu olmaz.

22. Musluman kadinlari kastederek “basin ortulmesi zorunlu degildir.” diyorsunuz. Boyle ise 1400 kusur yildir musluman kadinlarin baslarini ortmeleri ve Islam ulemasinin bas ortusu gereklidir demelerinin hikmeti nedir?

Yil fazlaligi bir seyin gercegini degistirmez. 1400 yildir kitleler tercihlerini oyle kullanmislardir, buna saygi duyulur. Ancak zaman uzunlugu dinde hukum gerekcesi degildir. 2800 yillik geleneklerde vardir. Bunlari da din mi sayacagiz?

23.Ayetlere gore Kur’an, kendisinde en ufak bir suphe olmayan apacik bir kitap. Ancak bircok emir farkli kisiler tarafindan farkli algilaniyor. Ornegin bas ortusu size gore dinin emri degilken baska birine gore farz. Aciklar misiniz?

Bahsettiginiz tartismalar Kur’an’dan cikmiyor. Kendi mezhep anlayislarini Kur’an diye kutsallastiran gelenekci taassuptan cikiyor. Kur’an bir konuyu yoruma acik birakmissa bu bir tutarsizlik ve celisme degil Kur’an’in akla biraktigi bir serbestlik alanidir.

24.sacin abdest uzvu oldugunu soyluyor, dolayisiyla ortulmesinin sart olmadigini belirtiyorsunuz. Buna delil olarak Nur-31'i gosterenlere de karsi cikiyorsunuz. Bizler kime uyacagimizi sasirdik. Bu konuda rahatlatici bir-iki delil yazarsaniz mutesekkir oluruz.

Delil, Nur Suresi 31 ve abdestin bizzat kendisidir. Ayeti sonuna kadar dikkatlice okuyun. Ortulmesi istenen gogustur. Şasiracak bir durum yok. Şasirmak isteyen her zaman sasirir.


Bağlantısını verdiğiniz Yaşar Nuri'nin yazdıklarını gördünüz mü?

"Yaşar Nuri Öztürk'ün baş örtüsüyle alakalı fetvasını okudum.
Humurimi hamr kökenli olup manası şarapdır diyor.YAni baş örten manasını kaldırıp şaraptır diyor. ..." bu yazdıklarınız bu yazının neresindedir?



Bu yazdıklarınızı belirten kitabın adını ve sayfasını söyleyiniz lütfen.




İslam Nasıl Yozlaştırıldı ( Vahyin Dininden Sapmalar, Hurafeler, Bid'atlar) İsimli kitapta
Yaşar Nuri Öztürk
Şuda metnidir.
Kur'an'ın örtünme emri, abdest organlarını, o arada başı içermemektedir. Başın örtülmesi bir sosyal durum göstergesidir, bir din buyruğu değil. Eskiden toplumun hürler sınıfına mensup olanlar "serbest" sözcüğüyle tanıtılırdı. Serbest, Farsça'daki Ser (baş) kelimesiyle best (bağlanmış) kelimesinin birleşmesidir ki "başı bağlı" demektir. Başı açık olanlar köleler, işçiler ve cariyelerdi; başı bağlı olanlar ise hür ve seçkin tabaka idi. Fıkhın, kadınları hürler ve cariyeler diye ikiye ayırmasının dayandığı mantık da budur; Kur'an'ın herhangi bir ayeti değil...


Verdiğiniz bu paragraf Yaşar Nuri Öztürk'ün İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI kitabının 332-381 sayfalarında bulunan "Kadın ve kadın hakları bölümünün " 357. sayfası ile 358. sayfanın ilk iki satırlarında yazılıdır.

"Yaşar Nuri Öztürk'ün baş örtüsüyle alakalı fetvasını okudum.
Humurimi hamr kökenli olup manası şarapdır diyor.Yani baş örten manasını kaldırıp şaraptır diyor. ...." bu yazdıklarınız alıntı yaptığınız paragrafın neresindedir?
.


Kaldıki bunu yapan bir tek o değildir bazı kişilerinde benzer görüşleri vardır.Mesele bunun yapılıyor olmasıdır.Bunun sebebide nübuvvet sahibi Rasulullah s.a.v Efendimizin elinden hüküm verme yetkisinin alınıp.Başka insanlara bu tasarrufun veriliyor olmasıdır.

Bu sitede "Allah'ın kulu" olma onuruna erişebilmiş insanların "DİNDE HÜKÜM VERME YETKİSİ SADECE ALLAHINDIR, ALLAH BU YETKİYİ RESULUNE BİLE VERMEZ" türünden yazılarına rastlayabilirsiniz ancak bu dediğinize asla rastlayamazsınız.


Yaşar Nuri Öztürkün hamr la ilgili fetvası: Diyorki bir insan sarhoş edici bir içeceği veya maddeyi sarhoş olana kadar içebilir bu helaldir.

Bu verdiğiniz bilginin de kaynağını sormuştum. Vermemişsiniz.

Yaşar Nuri Öztürk'ün İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI kitabının 97-115 sayfalarında bulunan "Alkol" bölümünde 102. sayfasında sizin söylediğinizin tam tersi vardır.
Yazar kitabının bu bölümünde:
Şarap dışındaki alkollü içkilerin sarhoş etmeyecek kadar içilebileceğini söyleyen fıkıhçıları eleştiriyor ve "tüm alkollü içkilerin ne kadarı içilirse içilsin haram" olduğunu söylüyor. (sayfa 102)



Yaşar Nuri Öztürkün hamr la ilgili fetvası diyerek yazdıklarınız için size:

"Yazıktır, günahtır. Siz ya okumuyorsunuz ya okuduklarınızı anlamıyorsunuz ya da nefsinize uygun çarpıtarak iftira ediyorsunuz.

Bu yazdıklarınızı Yaşar Nuri Öztürk hangi kitabında ya da makalesinde yazmış.

Bu yazdıklarınızı belirten kitabın adını ve sayfasını söyleyiniz lütfen."

demiştim.

Tevbe edenlerden ve af dileyenlerden olalım inşaAllah.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ebu Maruf
8. January 2011, 09:07 AM
Güzel kardeşim bizim bahsettiğimiz olay Kuranın yorumunun ALLAH Rasulunden s.a.v alınıp başkalarına verilmesi meselesidir.Bu sebebden dolayıda bu tür sorunların çıkıp.En sonunda başörtüsünün farz olmadığına hükümler verildiğine işaretti.
Sen kelime kelime yazı istiyorsun.Adam kalkmış baş örtüsü serbesttir demiyormu?
Benim verdiğim lafzen nakildir.Tam metin olarak şurasında virgul yok var işi gücü bırakıp yaşar Nurinin yazılarınımı ezberleyeceğim.
Netice olarak Dediğim fetvayı vermişmi.Önemli olan kısmı bu değilmi.
Bunun hamr humurihi olarak gelişini Kuranyolunda.com adlı bir sitede okumuştum oda kaldırılmış.Yani adamın verdiği fetvayı bırakıyorsun kalkıyorsun kelimelere takılıyorsun.Geçen seferde yaptın Veli yakınmış dostmuş diye.
İnsanlar evliya deyince ALLAH ın dostu olarak kabul ediyorlar.Kelime olarak bu saksağan manasına gelse ne gelmese ne.
Ordaki mesele evliyanın himmeti.Sen himmetin olup olmayacağı meselesi hakkında yorum yapmaktansa velinin manası üzerinde bildiğini sandıklarını belirtiyorsun.Konu veli kimdir nedir olsaydı anlarım.
Burdaki meselede.ALLAH RAsulunun s.a.v Kuranı yorumlama hakkının elinden alınınca bunun yerini başkaları doldurmaya kalkar meselesidir.Orda örnek vermişim mesela Yaşar Nuri şuraya bağlayaraktan Başörtüsünü serbest bıraktırıyor diye.Sen nereye bağladığı meselesinin kaynağına takılıyorsun.Neticede bu adam bu fetvayı vermişmi.
O halde bu adamın verdiği fetvayı doğru kabul ediyorsan onu savun.Benim naklettiğim hamr ve humurihi olarak veya başka sebebden verdiği fetvayı savunuyorsan zaten kaynakda istemezsin buna iftirada demezsin.Demekki fetvayı savunmuyorsun.Bu durumda neden rahatsız oluyorsun.Hem adamın verdiği fetvayı kabul etme.Hemde ben gerçekleri yazdım diye bana iftiracı de.
ALLAH ın izniyle iftira meselesinde çok hassasiyet göstermeye çalışırım.Ben burda o kadar kaynak istedim bir ALLAHın Kulu bana kaynak getirmedi.Hiç birinede iftiracı demedim.Sebebide akılların da kalan o olabilir.Yada benim gözümden kaçırdığım bir meseledir.Yada hiç okumadığım bir kaynakdır diye hassasiyet gösteriyorum.Hiç kimseye iftiracıdır iftirasını atmamaya özen gösterirken.O adama neden iftira atayım ki.Sen herşeyi önceden bildiğini sanıp hemen iftira ediyorsun.Süpermenlik yapıyorsun.Peygamberlerin,evliyanın önceden bilme yetkisi yok Sİzin ise her şeyi bilme yetkiniz varmı?
Benden ilk defa kaynak istenmeden önce iftiracı oldum.Kaynak verdim.Adamın fetvası yazılı.Buna rağmen tekrar iftiracı oluyorum.
Neymiş hamr ve humurihi üstünden gelipte fetva vermedi diye.
Sen zaten ben kaynak vermeden beni iftiracı ilan etmiştin ki.
O senin kalbinde o şekilde yer etmiş bana iftiracı damgasını vurmak.Ben metin getirsem orda şu virgulü yoktu diyerek o damgayı yine vuracaksın.
Öyle ise ben sana bir şeyler kanıtlamaya ihtiyac duymuyorum.Bu saatten sonra sizinle müzakere yapabileceğimizi sanmıyorum.Ben size cevap hakkı doğmamasına özen göstereceğim sizinde özen göstermenizi rica ediyorum

selametle

snobyx
8. January 2011, 10:50 AM
Güzel kardeşim bizim bahsettiğimiz olay Kuranın yorumunun ALLAH Rasulunden s.a.v alınıp başkalarına verilmesi meselesidir.Bu sebebden dolayıda bu tür sorunların çıkıp.En sonunda başörtüsünün farz olmadığına hükümler verildiğine işaretti.
Sen kelime kelime yazı istiyorsun.Adam kalkmış baş örtüsü serbesttir demiyormu?
Benim verdiğim lafzen nakildir.Tam metin olarak şurasında virgul yok var işi gücü bırakıp yaşar Nurinin yazılarınımı ezberleyeceğim.
Netice olarak Dediğim fetvayı vermişmi.Önemli olan kısmı bu değilmi.
Bunun hamr humurihi olarak gelişini Kuranyolunda.com adlı bir sitede okumuştum oda kaldırılmış.Yani adamın verdiği fetvayı bırakıyorsun kalkıyorsun kelimelere takılıyorsun.Geçen seferde yaptın Veli yakınmış dostmuş diye.
İnsanlar evliya deyince ALLAH ın dostu olarak kabul ediyorlar.Kelime olarak bu saksağan manasına gelse ne gelmese ne.
Ordaki mesele evliyanın himmeti.Sen himmetin olup olmayacağı meselesi hakkında yorum yapmaktansa velinin manası üzerinde bildiğini sandıklarını belirtiyorsun.Konu veli kimdir nedir olsaydı anlarım.
Burdaki meselede.ALLAH RAsulunun s.a.v Kuranı yorumlama hakkının elinden alınınca bunun yerini başkaları doldurmaya kalkar meselesidir.Orda örnek vermişim mesela Yaşar Nuri şuraya bağlayaraktan Başörtüsünü serbest bıraktırıyor diye.Sen nereye bağladığı meselesinin kaynağına takılıyorsun.Neticede bu adam bu fetvayı vermişmi.
O halde bu adamın verdiği fetvayı doğru kabul ediyorsan onu savun.Benim naklettiğim hamr ve humurihi olarak veya başka sebebden verdiği fetvayı savunuyorsan zaten kaynakda istemezsin buna iftirada demezsin.Demekki fetvayı savunmuyorsun.Bu durumda neden rahatsız oluyorsun.Hem adamın verdiği fetvayı kabul etme.Hemde ben gerçekleri yazdım diye bana iftiracı de.
ALLAH ın izniyle iftira meselesinde çok hassasiyet göstermeye çalışırım.Ben burda o kadar kaynak istedim bir ALLAHın Kulu bana kaynak getirmedi.Hiç birinede iftiracı demedim.Sebebide akılların da kalan o olabilir.Yada benim gözümden kaçırdığım bir meseledir.Yada hiç okumadığım bir kaynakdır diye hassasiyet gösteriyorum.Hiç kimseye iftiracıdır iftirasını atmamaya özen gösterirken.O adama neden iftira atayım ki.Sen herşeyi önceden bildiğini sanıp hemen iftira ediyorsun.Süpermenlik yapıyorsun.Peygamberlerin,evliyanın önceden bilme yetkisi yok Sİzin ise her şeyi bilme yetkiniz varmı?
Benden ilk defa kaynak istenmeden önce iftiracı oldum.Kaynak verdim.Adamın fetvası yazılı.Buna rağmen tekrar iftiracı oluyorum.
Neymiş hamr ve humurihi üstünden gelipte fetva vermedi diye.
Sen zaten ben kaynak vermeden beni iftiracı ilan etmiştin ki.
O senin kalbinde o şekilde yer etmiş bana iftiracı damgasını vurmak.Ben metin getirsem orda şu virgulü yoktu diyerek o damgayı yine vuracaksın.
Öyle ise ben sana bir şeyler kanıtlamaya ihtiyac duymuyorum.Bu saatten sonra sizinle müzakere yapabileceğimizi sanmıyorum.Ben size cevap hakkı doğmamasına özen göstereceğim sizinde özen göstermenizi rica ediyorum

selametle

İsnad ettiğiniz iftiralar delilleriyle önünüze konulunca konuyu saptırıp kapatmaya çalışıyorsunuz.Halbuki bu konuda itham ettiğim kişinin görüşlerini tam dinlememiş ve yanlış anlayıp okuduğum başka fikirleri o kişinin fikirleri zannedip hata yapmışım deseniz büyük bir erdem sergilemiş olurdunuz.

Fakat kişilere önyargı ile bakanlar onların ne dediğine bile bakmak zahmetini gösteremezler.Ettiğiniz iftiralar yukarda,ahiret ise çok yakındır.Bakalım Rabbin huzurunda herşeyi ortaya döken kitab geldiğinde cevap hakkı doğmaması için yaptıklarınızı saptırabilecekmisiniz?

Anonymous
8. January 2011, 12:26 PM
Arkadaşlar aşağıdaki iddialarınız için kanıt istemişler diye anladım ben. İftira meselesi oradan çıktı sanıyorum.

...
Yaşar Nuri Öztürkün hamr la ilgili fetvası: Diyorki bir insan sarhoş edici bir içeceği veya maddeyi sarhoş olana kadar içebilir bu helaldir.
...
Bakın nisa süresi 31 ayette sanırım humurihi kelimesi geçer oda mastar olarak hamr kökenlidir.
MAnasıda baş örtüsüdür.
HAlbuki Yaşar Nuri özTürkün baş örtüsüyle alakalı fetvasını okudum.
Humurimi hamr kökenli olup manası şarapdır diyor.YAni baş örten manasını kaldırıp şaraptır diyor bu sebeble burada baş örtüsü manasına alınamaz deyip başın açık olmasına hükmediyor.

ebu Maruf
9. January 2011, 05:36 PM
Arkadaşlar aşağıdaki iddialarınız için kanıt istemişler diye anladım ben. İftira meselesi oradan çıktı sanıyorum.

Arkadaşım Adam İçki
helaldir diyecekde kıvranıyor.Diyemiyor Bu seferde yutturabilmek için İmam AZAM ı kullanıyor.
Hem içki için hemde içki içen Atatürkü kutsamak için İmamın ismini Kullanıyor.
İmam AZAM demiş Şarap haricindeki içkiler sarhoşluk yapmadıkça helalmiş.
Fitneye bak.Arapça bilmiyorsun ya yutturmaya çalışıyor.
İmamın dediği içkiler değil içecekler içindir.
Yani bir sirke zaman geçtikçe sarhoşluk verir.
Birde ekliyor yok efendim ben illete bakarım aynı fikirde değilim.
Sonrada illete baktıya alkolle yapılmış yemeği şapur şapur yerim helal derim.
Madem illete baktın nasıl oluyorda içki ile yapılan yemeğe helal dersin.Ondan sonrada fakat içen olursada kızmam.
Nasıl insanları kandırıyor.
Bu kadarmı iki yüzlülük olur.
İmam Azamı kullanarak Mustafa Kemali Müctehid imamı gibi insanlara yutturmaya kalkıyor.
Neymiş ikiside aynı yoldaymış.
Ben bu adamı 1980 li yıllardan bilirim.
İlk çıktığındaki fikirlerinide o zamanda bir kaç kere içkiyi helal etmek için dillendirdide baktı imaj elden gidiyor döndü.
Uzun süre dini siyasete bulaştıranlara laf etti durdu.
Kalktı siyasi partiye girdi.Sonra baktı takan yok parti kurdu.
Sekreteriyle ilişkisi oldu.Böyle fasıkların getirdiği haberlerin iyice araştırılması gerektiğini sözlerine inanılmayacağını ALLAHU TEALA Ayeti Kerimesinde buyurmuyormu.
Sİz daha neyi savunuyorsunuz.
Mustafa Kemal müctehid ise.
Tabiki kendisinide peygamber gibi sanıp.
ALLAH Rasulunun hadislerini bırakıp kendi ictihad edecektir.
Önceleri bunu yapıyordu sonra yavaş yavaş hadislerdende kaynaklar vermeye başladı neden millet bilinçli yemiyorki.
O bile değişmek zorunda kaldıda siz halen onun çıkardığı fitnelere kapılmışsınız.
Sen hadis kaynağı vermeye kalksan hadis kitaplarından senediyle birlikte uydurma der.
Kendi verdiği kaynaklar hadis kitabı bile değil senedi bile yok.Onunki sahih hadis.
Bana bu kişiyi savunmaya kalkmayın.
İmam Muhammedin İmam Yusufun İmam Azamın yolundan ayrıldığını.
Bu güne kadar imam Azama Ait hiç bir kaynağın gelmediğini iddia eder.Bu iddiayı yapıpda sonrada İmam Azama göre şarap haricinde içkilerin hepsi sarhoşluğa kadar serbesttir diyorsa sizde bunun kaynağı olarak.hani İmam Azamdan bu güne kadar kaynak gelmedi diye sormuyorsanız.
Şeylere Körü Körüne bağlandığını iddia ettiğiniz zavallıların haline düşüyorsunuz.
Bu adamın hocası bizzat arkadaşıma bu şahsın Kafir olduğunu belirtmiş.
O yüzden kalkıpda iftira ediyorsun hikayesi yapmayın Onun ALLAH Rasulune a.s İmam Azam a iftiralarınımı savunacaksınız.Yoksa ALLAHın ayetlerine olan iftiralarınımı.

Anonymous
9. January 2011, 05:58 PM
Sevgili kardeşim sizden kaynak isteyene kaynak sunmak yerine halen iddialarda bulunuyorsunuz.

Biz söz konusu şahsı sizin okuduğunuz kadar okumamış olacağız ki bu söylediklerinizden bazılarını duymadık. Biz de zaten tanımak, öğrenmek için kaynak istiyoruz. Delil/kaynak istemek onu savunmak değildir ki?

Birisi gelip size "falanca kişi hırsızmış" dediğinde siz de iftira olup olmadığını anlamak için bu iddası için delil sormaz mısınız? Siz ona ısrarla delil sorduğunuzda karşınızdaki kişi "ne o? yoksa bir hırsızı mı savunuyorsun, yoksa sen de hırsız mısın" dese bu akıl yürütmeye daha doğrusu yürütememeye gülmez misiniz?

ebu Maruf
10. January 2011, 09:35 AM
Kurandaki din isimli kitabından
BİZİM MEZHEPLERİN HIRİSTİYAN MEZHEPLERDEN FARKI NE?
Mezhep imamları nasih-mensuh ile Kuran ayetlerinin hükmünü iptal ederek (25. Bölümü okuyun), farklı hadislerden kendilerine göre birini seçerek, kendilerine göre hadisleri yorumlayarak ve kendilerini içtihad yetkisiyle Allah’ın serbest bıraktığı konuları açıklayıcı konumuna getirerek (39. Bölümü okuyun), yepyeni bir dinsel yapı oluşturmuşlardır. Bu yeni yapının Allah’ın dini olduğu sanılsa da, ne yazık ki bu yeni yapı Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlık ne kadar Allah’ın diniyse o kadar Allah’ın dinidir. Bazıları bu mezhep imamlarının çok iyi niyetli olduğunu, din için fedakarlıklar yaptıklarını anlatarak eleştirileri görmezlikten gelmektedirler. Peki Ortodoks ve Katolik rahiplerin de iyi niyetli oldukları ve kendi mezhepleri için çalıştıkları söyleniyor, biz ne yapalım; Katolik ve Ortodoks bağnazlığı bu iyi niyet söylemlerinden ötürü Allah’ın gönderdiği Hıristiyanlıkla bir mi tutacağız? Bu mezheplerin imamları öyle bir konuma getirilmiştir ki; onlara verilen yetkiyle onlar istediğini iptal edilmiş hüküm ilan ederek, istediklerini kendilerince yorumlayarak, dilediklerini kabul ederek, uygun gördükleri durumlarda içtihad ederek Kuran’daki hükümlerden kat kat fazla hacimde sünnetler, farzlar, helaller, haramlar oluşturmuşlardır. Kuran’ın otoritesi dışında oluşturulan bu mezheplere Hanefi, Şafi, Maliki, Hanbeli, Şii adları verilmiş, bu mezheplere uyan mukallidler(mezhep taklitçileri) ise mezheplerinin adlarıyla anılmışlardır. Oysa bakın Kuran’da ne diyor:

Dinlerini parça parça edip hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Allah onlara yapıp ettiklerini haber verecektir.

6-Enam Suresi 159
Bundan fazla değil bir kaç yıl önce mezheb imamlarını ortodokslara benzeten zihniyet.
Bakın 2010 da neye benzetiyor

Öve öve bitiremiyor
http://www.hanifler.com/showthread.php?t=581

Yine Kurandaki din isimli kitabında

Biz günümüzde Hanefi mezhebi adına kabul edilenlerin Ebu Hanife ile de alakası olmadığı kanaatindeyiz.

diyor sonrada bakın ne yapıyor.

Teke Tek programında Yaşar Nuri Öztürk, Murat Bardakçı ve Fatih Altaylı oturdular sohbet ettiler çeşitli konular üzerinde.

En ilginci de sanırım Kuran'da şarabı yasaklayan ve "Hamr" olarak niteleyen ayet üzerine olan konuşmaydı. Yaşar Nuri Öztürk, katılmadığını da belirterek, İmam-ı Azam'ın Şarap dışındaki içkileri sarhoş olmayacak kadar içmeye cevaz verdiğini söyledi. Üstelik bu fetvanın kökeni olarak İbn Abbas'ı gösterdi. Ancak bunun yanlış olduğunu kendi fikriyatının her türlü alkolün her miktarının yasak olduğunu da belirttip kendisinin ilelete baktığını belirtti.Halbuki Yukarda İmam Azamdan kaynak olmadığını belirtiyordu.Kendisi onun zamanında yaşadı ya.Onun haricinde kimse İmam azamın fetvalarını bilemez.:))
Aynı söyleşinin devamında fakat hanefiyim deyipde içki içene kızamam diyor.
sonrada alkollu yemek helal diyor.
Arkadaşım kaynakları verdim.Alın inceleyin.
Lakin birileri şurasında virgülü yoktur diye itiraz edecektir.

Zaten adamın bu forumda bir sürü yazıları var.
Bunları nakledenlerde burdaki insanlar.
Adamın yazıları çok doğruymuş gibi nakledildiğinde kaynak istenmiyor.
Demek ki doğru buluınuyor.
Sen dedin ya savunan yok diye savunulmasa bu kadar yazıları nakledildide neden bir kere kaynak istenmedi.
O yüzden kendimizi kandırmayalım derim.
Belki sen savunmuyor olabilirsin:Senden önce isteyenler savunuyorlar.
Onlara kaynak verildikçede virgül nokta hesabı yaptıkları için detaylı bir kaynak araştırmasını gereksiz olarak gördüm.
Çünkü ne verirsen ver kabul etmeyeceklerdir diye.

Anonymous
16. January 2011, 07:13 AM
En ilginci de sanırım Kuran'da şarabı yasaklayan ve "Hamr" olarak niteleyen ayet üzerine olan konuşmaydı. Yaşar Nuri Öztürk, katılmadığını da belirterek, İmam-ı Azam'ın Şarap dışındaki içkileri sarhoş olmayacak kadar içmeye cevaz verdiğini söyledi. Üstelik bu fetvanın kökeni olarak İbn Abbas'ı gösterdi. Ancak bunun yanlış olduğunu kendi fikriyatının her türlü alkolün her miktarının yasak olduğunu da belirttip kendisinin ilelete baktığını belirtti.Halbuki Yukarda İmam Azamdan kaynak olmadığını belirtiyordu.Kendisi onun zamanında yaşadı ya.Onun haricinde kimse İmam azamın fetvalarını bilemez.)


Selam Ebu Maruf kardeşim;

Eğer İmam Azam'dan bir bilgi ulaşmadığını söylemişse, sonrasında kendisinin İmamı Azamdan bir takım sözler öne sürmesi gerçekten tutarsız olmuş. Kaldı ki İmamı Azamın herhangi bir fetvasının -kendi adıma- bir bağlayıcılığı yoktur. Bunu mezhepçiler veya İmamı Azam takipçileri düşünsünler.

Fakat asıl konuya gelecek olursak kendi iddianızı kendiniz yalanlamışsınız. Zira iddianız imamı azam ile ilgili değil, yaşar nuri ile ilgili idi. Yukarıda kırmızı yaptığım yerlerden sonra aşağıdaki kırmızı yaptığım cümlenizi tekrar okuyunuz.


Yaşar Nuri Öztürkün hamr la ilgili fetvası: Diyorki bir insan sarhoş edici bir içeceği veya maddeyi sarhoş olana kadar içebilir bu helaldir.

Yani verdiğiniz kaynak ile iddianız birbirini tutmuyor gibi geldi bana.

Neyse, ya diliniz sürçmüştür ya da konuyu ilk seferde yanlış anlamışsınızdır, o yüzden bize yanlış aksettirmişsinizdir diye düşünüyorum. İftira atacak kadar art niyetli bir insan olduğunuzu sanmıyorum.

Selamlar.

ebu Maruf
16. January 2011, 05:29 PM
Selam Ebu Maruf kardeşim;

Eğer İmam Azam'dan bir bilgi ulaşmadığını söylemişse, sonrasında kendisinin İmamı Azamdan bir takım sözler öne sürmesi gerçekten tutarsız olmuş. Kaldı ki İmamı Azamın herhangi bir fetvasının -kendi adıma- bir bağlayıcılığı yoktur. Bunu mezhepçiler veya İmamı Azam takipçileri düşünsünler.

Fakat asıl konuya gelecek olursak kendi iddianızı kendiniz yalanlamışsınız. Zira iddianız imamı azam ile ilgili değil, yaşar nuri ile ilgili idi. Yukarıda kırmızı yaptığım yerlerden sonra aşağıdaki kırmızı yaptığım cümlenizi tekrar okuyunuz.



Yani verdiğiniz kaynak ile iddianız birbirini tutmuyor gibi geldi bana.

Neyse, ya diliniz sürçmüştür ya da konuyu ilk seferde yanlış anlamışsınızdır, o yüzden bize yanlış aksettirmişsinizdir diye düşünüyorum. İftira atacak kadar art niyetli bir insan olduğunuzu sanmıyorum.

Selamlar.

Aleykümes-Selam ve Rahmetullahi ve Berekatuhu
DOstum ben yaklaşık 20 yıl önce bu kişinin alkolle ilgili açıklamalarını takip ettim.
Bir seferindede çok değil sanırım 2 sene önce olsa gerek hanifler net formuydu sanırım orada ondan nakil bir yazı okudum.
Bunlara nisbet bunu belirttim.
Forumda o kaynağı aradım ama malesef kaldırılmış.
Bende onun diyebileceğinin kanıtı olarakda bunu belirttim.
Neyse kabul görern kendine görmeyende kendinedir.
Benimkisi iftira ise Mahşerde RAbbim huzurunda hakkını arasın bakalım nasıl bir cevap alacaktır.

selametle

Anonymous
17. January 2011, 08:31 AM
Aleykümes-Selam ve Rahmetullahi ve Berekatuhu
DOstum ben yaklaşık 20 yıl önce bu kişinin alkolle ilgili açıklamalarını takip ettim.
Bir seferindede çok değil sanırım 2 sene önce olsa gerek hanifler net formuydu sanırım orada ondan nakil bir yazı okudum.
Bunlara nisbet bunu belirttim.
Forumda o kaynağı aradım ama malesef kaldırılmış.
Bende onun diyebileceğinin kanıtı olarakda bunu belirttim.
Neyse kabul görern kendine görmeyende kendinedir.
Benimkisi iftira ise Mahşerde RAbbim huzurunda hakkını arasın bakalım nasıl bir cevap alacaktır.

selametle

Sevgili kardeşim şu anda Yaşar Nurinin öyle düşünmediğinin delilini kendiniz verdiniz. O halde artık "öyle düşünüyordu" demenin bir manası yoktur.
Olaya bir de şu açıdan bakın:
Delilini getiremediğiniz "Önceden o şekilde söylemiş" dediğiniz yazı ile ilgili
1) O zamanlar okuduğunuzu yanlış anlamış da olabilirsiniz
2) Oraya yazan kişi Yaşar Nuri'nin söylediğini "kendince" öyle yorumlayıp yanlış aktarmış olabilir
3) Yaşar Nuri o zamanlar "öyle düşünüyor" olabilir.

Sonuçta bize sonradan verdiğiniz yazıda delilde görebileceğiniz üzere "şu an" öyle düşünmediğini AÇIKLAMIŞ.

Dolayısı ile eğer 3. seçenek doğru bile olsa bundan sonra Yaşar Nuri hakkında bu konuyu konuşurken "şimdiki fikirleri" üzerinden değerlendirilir. Eğer fikri değişirse yine vardığı son fikri üzerinden değerlendirilir.

Sizi bilmem ama ben İslam'ı detaylıca öğrenmek amacı ile kendimi verip araştırmaya başladıktan sonra fikirlerimden TAM AKSİ yönde değişenler bile oldu. Doğruyu görünce dönmekten utanmam, aksine gurur duyarım. Dolayısı ile beni değerlendirirken de şu an tam aksi yönde değişmiş olan "o zamanlardaki" düşüncelerim ile değerlendirmeniz anlamsız olurdu.

Yaşar Nuri'yi savunuyormuş gibi gözükmeyeyim çünkü öyle değilim, yalnızca anlatmak istediğim bir mesele var. Yaşar Nurinin elbette yanlışları vardır çünkü her insanın yanlışları vardır.

Bir insanın bir konuda yanlışı bulmuş/söylemiş olması her konuda yanlışı bulmuş/söylemiş olacağını göstermez. Aynı şekilde bir insanın bir doğruyu bulmuş/söylemiş olması her konuda doğruyu bulmuş/söylemiş olduğunu göstermez. Çünkü tamamen doğruda veya tamamen yanlışta insan yoktur. İşte bu yüzden bizler kendimizi/aklımızı bir alime, şeyhe, imama teslim etmemeli, alimleri/insanları RAB/Efendi edinmemeliyiz. Allah akıl ve irade verdiği için gelen bilgiyi rehber/kılavuz kullanarak (Kuran) araştırmak, herkesin doğrularını almak, yanlışlarından sakınmak bizim elimizdedir. Kendimizi alimlere değil, Allah'a teslim etmeliyiz. Fakat alimlere bizce yanlışları yüzünden tamamen sırtımızı da dönmemeliyiz. Buna bilim adamları da dahil.

Allah hepimizi doğru yoluna iletsin.

FEDAKARADAM
23. January 2011, 11:26 PM
mezhepçi bey ile mezhepçi hanım kalktıklarında sağ ayak ile yataklarından kalkmalıdırlar. Hayırlı işler sağ, hayırsız işler sol ayakla yapılır. Birazdan eğer birisi tuvalete girecekse sol ayakla girer. Tuvalete başı kapalı girmekte sevap vardır. Tuvalette iken konuşulmaz, eğer biri tuvaletin dışından soru sorarsa bu münasebetsize cevap vermemek daha uygundur. Eğer evdeki tuvalet alafrangaysa, bu tuvaleti yıktırıp alaturka yaptırmak daha uygundur. Erkekler ayakta küçük tuvalet yapmak gibi uygunsuz tarzdan kurtulmalı, oturarak küçük tuvaleti yaparak sünnet sevabı kazanmalıdırlar. Eğer çiftimizden biri yıkanacaksa en azından belinde peştemalle yıkanması gerekir. Çünkü kişi tek başına tuvalette iken bile avret yerini kapalı tutmaya çalışmalıdır. Her ne kadar insanlar görmüyorsa da melekler ne de olsa insanları görür, meleklerden utanmak lazımdır. Yıkanırken önce sağ omuza, sonra sol omuza su dökmek gibi sıralara uyulmalı ve kitaplarda yıkanma ile ilgili yazılan Arapça dualar ezberlenip okunmalıdır. Şampuan tipi yıkanma maddeleri kullanıyorlarsa, bunların çoğu alkol içerdiği için bunlar kullanılmayacaktır. Alkolsüzü bulunacaktır. Dişleri temizlemek için misvak kullanılmalıdır. Bu arada dişlere iyi bakılmasında fayda vardır. Çünkü kimi alimlere(!) göre dişe dolgu yapılırsa boy abdesti olmaz, kişi cenabet gezer. Bu yüzden dişin çürümesi, komple dişi çektirip dişsiz kalmayı veya çıkmalı takma dişler taktırmayı gerektirecektir. Çıkmalı takma dişler boy abdesti alırken çıkarılıp, bunların altı ıslatılmalıdır, yoksa kişi cenabet gezmeye devam eder.

Namaz kılınacaksa sarık takıp yetmiş kat sevap kaçırılmamalıdır. Sarığın yedi metre olması daha uygundur. Giyilecek elbiseler yeşil, siyah veya beyaz olmalıdır. Sarı veya kırmızı giymemek gerekmektedir. Çiftimiz yemeğini yer sofrasında yemeli, sonradan çıkma masa tipi uyduruk şeylerde yememelidir. Yer sofrasında sağ ayak dikilir, sol ayak alta alınıp oturulur. Yemek tek bir kap içinde ortaya konularak yenilir. Yemekte çatal, kaşık gibi aletlerden kaçınılmalıdır. En sevap yemek yeme şekli üç parmakla olur. Bu üç parmak bile bellidir. Baş, işaret ve orta parmaklar. Yemeğe tuz ile başlamak iyidir. Yemekte su içilirse üç nefeste içilmeye gayret edilmelidir. Yemek kesinlikle sağ elle yenmelidir. Sol elle yenilenleri şeytan yemiş olur. Yemek bitince üç parmak, baş parmaktan ortancaya doğru yalanır, bu da sünnettir. Böyle sünnetleri kaçırmamak lazımdır. Aynaya bakmak sünnettir. Erkek aynaya bakıp sakalının bir tutamı geçip geçmediğini kontrol etmeli, sakalı bir tutamı geçtiyse kesmelidir. Sakalı bir tutamdan az kesmek düşünülemez, değil ki pasparlak olmak. Erkeğin gözüne sürme çekmesi, saçlarını yağlayıp ortadan ayırması da hep sevap getiren fiillerdir.

Kadın ise saçını uzatmalı, kesinlikle kesmemelidir. Kadınların kaşını aldırması çok büyük günahtır. Kadın evden çıkacaksa yanında kocası, kardeşi gibi mahremi olmadan 90 km’den fazla gitmesinin haram olduğunu unutmamalıdır. Aslında kadın için en iyisi mümkün olduğunca dışarı çıkmadan evde oturmaktır. Fakat dışarı çıkacak olursa iyice örtünmeli, koku sıkmasının haram olduğunu unutmamalıdır. Kadın için en iyisi komple örtünmesi, eldiven giymesidir. Hatta kadının kestiği tırnakları bile kadından bir parça sayıldığı için, yabancı bir erkeğe göstermeden toprağa gömmesi gerektiğini bir çok mezhep alimi (!) söylemiştir.

Televizyonun seyredilip seyredilmeyeceği tartışmalı bir konu olduğu için eve hiç televizyon almamak en iyisidir. Çünkü resim haramdır. Televizyondaki görüntüler resimlerin arka arkaya geçişi olduğu için bunun da haram olduğunu iddia edenler vardır. En azından mezheplere göre bunun şüpheli olduğu kesindir. Mezheplere göre ise şüpheli şeyleri terk etmek en isabetli davranıştır. Radyo dinlemek de çok tehlikelidir. Müzik, telli sazlar, hele hele kadın sesi haramdır. Radyoda sürekli bunlar çıkacağı için mezhepçi çiftimizin bunları eve sokmaması gerekir. Eğer çiftimiz cinsel ilişkiye girmek isterse çırılçıplak bir şekilde bunu yapmanın meleklere karşı utanmazlık olduğunu unutmamalıdırlar. Mümkünse yorgan tipi bir örtünün altında, birbirlerinin cinsel organlarına bakmadan cinsel ilişkiye girmeleri gerekmektedir.

Eve girerken de, çıkarken de sağ ayak kullanılmalıdır. Eve meleklerin girmesini engelleyen köpek kesinlikle sokulmamalıdır. Evdeki yataklar, oturma grupları hep yerin üstünde olmalı, ayaklı olanlarından sakınılmalıdır. Uyurken abdestli uyunmalıdır. Çünkü abdestli ölenin şehit olacağı söylenmektedir. Uyurken sağ el başın altına alınıp, sol el salınacak ve sağ tarafın üstüne yatılacaktır. Yüzü koyun yatmak en kötüsüdür. Böyle yatan çiftler birbirlerini ve çocuklarını uyandırıp düzeltmelidirler...

mezhepçiler insanın her saniyesini dolduran, insanın rahat bir banyo bile yapamayacağı bir sistem oluşturmuşlar ve bunu da din diye ne yazık ki bir çok insana yutturmuşlardır. Fakat Allah’ın gerekli kılmadıklarıyla dolu bu zorlukların sistemine mezhepçilerin birçoğu bile uyamamışlardır. Yalnız ve yalnız Kuran din yapılıp, Kuran dışı kaynaklar reddedilip, Kuran’ın yeterliliğine güvenilmeden bu sorunlar çözülemez. Başarı bu en kolay, en mantıklı yoldadır.

kaynak (http://www.diniyazilar.com/oku.asp?hid=1888)

Mezhepsizliğini göstererek nereye kadar varabileceksiniz.Yazılanlar doğru ama dalga geçer gibi eski bir paçavra gibi yüzümüze çarpmak mı istediniz?.Yapılan ameliyelerin hangisi zor ki?.

SİZLER VE BEYNAMAZ İNSANLARIN iSLAM ANLAYIŞI OLDUKÇA KITTIR.SİZİNLE BU iSLAM BİR ARPA BOYU KADAR BİLE İLERLEYEMEZ.MÜNAFIKLIĞIN YOLUNU SEÇMİŞSİNİZ.

Mezhepler ihtiyaç halinde doğmuştur.Kimse benim mezhebim şudur diye övünmemiştir.Kur'an ve sünnet dışı bütün işler batıldır.Bir namaz hakkında bile nice hükümler hadis ve Kur'an da geçmezken bunlar nasıl halledilir.Mezhep görüşü Kur'an ve hadise dayanır.

Siz, kusuruma bakmayın ama münafıklığı seçmişsiniz.Bundanda haberiniz yoktur..Boşuna bize mezhepsizliğinizi ön plana çıkarmayın.Bütün görüşlerinizi çürütecek delillerimiz var.Hodri meydan diyorum.Bakalım, kurnazca ve sinsice ne fikirler atacağınızı bekliyorum...

Dikkat edin karşınızda cahil yok ona göre....

Yönetici Notu: Forum kurallarına aykırı yazdığınız yazılar silinecektir. İnsanlara hakaret etmeden forum kurallarına uygun olarak müzakerede bulunabilirsiniz.

FEDAKARADAM
23. January 2011, 11:34 PM
Abdestsizlik ve ayhali olan kadınların Kur'an'ı ellemelerine cevaz veren kel Y.Nuri'nin fetvalarına ihtiyacımız yoktur.Adam zaten mezhepsiz.Mezhepsizlerin fetvasına itibar edilir mi? Neye göre fetva veriyor?









Yönetici notu: Lütfen forum kurallarına uyunuz. İnsanlara lakap takarak hakaret etmeden müzakerelerde bulunabilirsiniz.

hiiic
24. January 2011, 12:38 AM
anlaşılan bunun bilgisayarı bir format daha arıyor.

Yûnus 12
İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için) bize dua eder; fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterildi.

Yûnus 21
Kendilerine dokunan (kıtlık ve hastalık gibi) bir sıkıntıdan sonra insanlara bir rahmet (esenlik) tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki ayetlerimiz hakkında onların bir tuzağı vardır. De ki: Allah'ın tuzağı daha süratlidir. Şüphesiz elçilerimiz kurduğunuz tuzakları yazıyorlar.

Hûd 10
Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırırsak, elbette "Kötülükler benden gitti" der. Çünkü o (bunu derken) şımarıktır, kibirlidir.

Yüce Rab bu kadar merhametli olmasa acaba halimiz nice olurdu? Ya tevbe için fırsat vermeseydi?

Neyse fedakar, sayende Kuran hatırlamış oluyoruz. Dikkat et bir formatta daha acil ve lazım bir güne yakın üzerine yazılmış olmasın?

***
Kuran müslümanı olmak meshepsizlik ise evet mezhepsizim.
Eğer mezhepler Kuranı arapçadan papağan gibi okutucaksa evet yine mezhepsizim.
Eğer mezhepler kendi mezhebime öncelik tanıyorsa yine mezhepsizim.
Kendi arasında bile farklılığa çatışmaya düşmüş bir parçalanmayı Allah yasaklıyorsa, siz bunu savunarak neyi ? kimi? savunuyorsunuz? sakın atalarınızı şeytan alevli çılgın ateşe davet etmiş olmasın?
v.s. v.s.
...

FEDAKARADAM
24. January 2011, 09:08 AM
anlaşılan bunun bilgisayarı bir format daha arıyor.

Yûnus 12
İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için) bize dua eder; fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterildi.

Yûnus 21
Kendilerine dokunan (kıtlık ve hastalık gibi) bir sıkıntıdan sonra insanlara bir rahmet (esenlik) tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki ayetlerimiz hakkında onların bir tuzağı vardır. De ki: Allah'ın tuzağı daha süratlidir. Şüphesiz elçilerimiz kurduğunuz tuzakları yazıyorlar.

Hûd 10
Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırırsak, elbette "Kötülükler benden gitti" der. Çünkü o (bunu derken) şımarıktır, kibirlidir.

Yüce Rab bu kadar merhametli olmasa acaba halimiz nice olurdu? Ya tevbe için fırsat vermeseydi?

Neyse fedakar, sayende Kuran hatırlamış oluyoruz. Dikkat et bir formatta daha acil ve lazım bir güne yakın üzerine yazılmış olmasın?

***
Kuran müslümanı olmak meshepsizlik ise evet mezhepsizim.
Eğer mezhepler Kuranı arapçadan papağan gibi okutucaksa evet yine mezhepsizim.
Eğer mezhepler kendi mezhebime öncelik tanıyorsa yine mezhepsizim.
Kendi arasında bile farklılığa çatışmaya düşmüş bir parçalanmayı Allah yasaklıyorsa, siz bunu savunarak neyi ? kimi? savunuyorsunuz? sakın atalarınızı şeytan alevli çılgın ateşe davet etmiş olmasın?
v.s. v.s.
...

Sizin de mezhebiniz mezhepsizlik değil mi?Kendi kendinize ictihat yapmıyor musunuz?Kimi kandırıyorsunuz?..

Mezhepsizler mezhebiniz hayırlı olsun....

kamer
24. January 2011, 08:34 PM
Abdestsizlik ve ayhali olan kadınların Kur'an'ı ellemelerine cevaz veren kel Y.Nuri'nin fetvalarına ihtiyacımız yoktur.Adam zaten mezhepsiz.Mezhepsizlerin fetvasına itibar edilir mi? Neye göre fetva veriyor?



Y.Nuri'nin fetvaları kendisini bağlar kişiler inanıp inanmama da serbesttir. Fakat, bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösterirken, İslamın hoş görmediği hasletler yüzünden doğrunun inkarı ve gerçeğin üstünü örtmenin verdiği sorumluluğun bilincinde olmak gerekir.

Eğer Y.Nuri'nin söylediklerine, yazdıklarına karşı ortaya koyabileceğiniz ilmi değer varsa buyrun ortaya koyun nasiplenelim hatta kendisini de haberdar edelim. Belki daha önce fark edemediği bir gerçeği sizin vesilenizle görür size de bundan bir pay düşer İnşaAllah.

Yazınızdaki "KEL Y. NURİ" sözü, eser-müessir ilişkisinden bihaber olduğunuz veya en az birisini beğenmediniz anlamını doğuruyor. Eseri mi beğenmediniz yoksa Müessir'i mi?

Bir yol daha var.

Siz; mezhebim dediğiniz mezhebin içtihadından ve sünnetten haberiniz yok, ya da bu tür davranışları mezhepler ve uydurma sünnetten öğreniyorsunuz ve sevap kazanmak için insanların gıyabından konuşup, hakaret ediyorsunuz.

Y.Nuri, din gününde arkasından konuşanlardan, hakaret edenlerden, küfür edenlerden, iftira atanlardan, yanlış anlayanlardan v.b. alacaklarını toplasa + puanları daha ağır gelir diye düşünüyorum.

"Mezhepsizler" diyerek genelleme yapıyorsunuz. Bizlerinde mezhebi var! Hz.Resulullah'ın etrafında toplanan sahabenin mezhebindeniz biz.

Mutlu ve esen kalın.

FEDAKARADAM
24. January 2011, 09:14 PM
Sahabenin mezhebi, o da ne öyle?...Yoksa biz mi yanlış yoldayız.Hadisleri nakleden sahabelerin ravi hadiscilerini kaalaya almamak mı oluyor sahabe mezhepçiliği?

Hangi yolda olduğunuz belli değil k,i sizler ikilem yolundasınız..

Hiç olmazsa şunu diyecektiniz.
"Biz mezheplerin yolunda değiliz ama dini yaşantımızda zaruret halinde, zor duruma düştüğümüzde meseleye uygun olan her hangi bir mezhebi taklit ederiz" deseydiniz sizi takdirle karşılardım...Ama siz tamamen bundan da muaf sayıp sıyrılmışsınız.

İtikadınız ve fikriniz bozuk olduğuna göre, kimse sizi kaalaya almaz.Boşuna ümitlenmeyin.Sizin fikirlerinize ancak bilmeyenler aldanır.

kamer
24. January 2011, 09:32 PM
Sahabenin mezhebi, o da ne öyle?...Yoksa biz mi yanlış yoldayız.Hadisleri nakleden sahabelerin ravi hadiscilerini kaalaya almamak mı oluyor sahabe mezhepçiliği?



Evet Hz.Resulullah'ın etrafında toplanan Sahabenin mezhebinden.
Hz. Fatıma'nın,
Hz. Ebu Zer Giffari'nin,
Hz. Hamza'nın,
...
Yoksa bunların mezhebinden haberin yok mu?

hiiic
25. January 2011, 02:15 PM
Sahabenin mezhebi, o da ne öyle?...Yoksa biz mi yanlış yoldayız.Hadisleri nakleden sahabelerin ravi hadiscilerini kaalaya almamak mı oluyor sahabe mezhepçiliği?

Hangi yolda olduğunuz belli değil k,i sizler ikilem yolundasınız..

Hiç olmazsa şunu diyecektiniz.
"Biz mezheplerin yolunda değiliz ama dini yaşantımızda zaruret halinde, zor duruma düştüğümüzde meseleye uygun olan her hangi bir mezhebi taklit ederiz" deseydiniz sizi takdirle karşılardım...Ama siz tamamen bundan da muaf sayıp sıyrılmışsınız.

İtikadınız ve fikriniz bozuk olduğuna göre, kimse sizi kaalaya almaz.Boşuna ümitlenmeyin.Sizin fikirlerinize ancak bilmeyenler aldanır.

Siz değil, mezhep sahipleriniz yani yularlarınızı elinde tutanlar zora düktüklerinde size başvurur. 2 din elden gitti mezhepsiz bunlar çığırtkanlığıyla sizlere bir sürü müslümana ters düşürür sonra gider yine sırtınızdan soyduğu postun üzerine kurulurlar.

Zora düşünce mezhebe sarılırmış :) Saçmalıklar içinde bocalayınca açarım bi sıkıntılının kitabını diyorsun yani. Hayırlı olsun, din diye öne sürdüğünüz şey çok fena

FEDAKARADAM
25. January 2011, 03:15 PM
Siz değil, mezhep sahipleriniz yani yularlarınızı elinde tutanlar zora düktüklerinde size başvurur. 2 din elden gitti mezhepsiz bunlar çığırtkanlığıyla sizlere bir sürü müslümana ters düşürür sonra gider yine sırtınızdan soyduğu postun üzerine kurulurlar.

Zora düşünce mezhebe sarılırmış :) Saçmalıklar içinde bocalayınca açarım bi sıkıntılının kitabını diyorsun yani. Hayırlı olsun, din diye öne sürdüğünüz şey çok fena

Dini yaşantınız da hiç zorluklarla karşılaşmadınız mı?Dini nasıl yaşıyorsunuz?

hiiic
25. January 2011, 03:50 PM
Ben dinle hayatı birbirinden ayırmam,
Hayatta da pek çok zorlukla karşılaşırım, en iyi şekilde sabretmem emredilmiş ama Allah affedicidir. Ben ise hatası bol olanım :)

Özellikle şu anda bir dolu sıkıntım var başımda ki sorma,,, Allah izliyor bende hatırlamaya çalışıyorum.

yeşil
7. November 2011, 06:42 AM
FEDAKARADAM nickli şahıslar gibi birçok önyargılı ve şartlanmış şahısla tartışmışlığım var ve size şu kadarını söyleyeyim bir ateist bile bu kadar önyargılı ve şartlanmış değil.. Karşısındaki müslümanım dese de o şahsı bir ateistten farksız görmez böyle şahıslar.. Rabbimiz diyor ya kelamında:

5. (Bu Kur'an) üstün ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir.

6. Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir.

7. Andolsun ki onların çoğu gafletlerinin cezasını hak etmişlerdir. Çünkü onlar iman etmiyorlar.

8. Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelere kadar dayanmaktadır. Bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır.

9. Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler.

10. Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.

11. Sen ancak zikre (Kur'an'a) uyan ve görmeden Rahmân'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.
(Yasin Suresi)


Böyle kişiler dediğim dediktir, tuttukları yol kesin doğrudur.. Örnek aldıkları meşhur zatlar kusursuzdur ve onların ictihadleri de şüphesiz taa Peygamber'e dayanır.. Hatta Peygamberimiz(aleyhisselam) adına isnat edilmiş her rivayet kesinlikle Peygamberimiz'e aittir ve Kur'an hükmündedir ve Kur'an açıklamasıdır(!). Oysa Kamer Suresi 17, 22... gibi ayetler başka şeyden(!) söz eder.. Yazıklar olsun böylelerine, işte ataların peşinden sorgu sualsiz gitmek de budur.. Bugün veya geçmişte mezheb çatışmaları/savaşları varsa sırf bu inanç üzere olan toplulukların direttiklerinden kaynaklanmakta ve aynı din mensupları birbirlerini katletmektedir, peki sorarım bundan büyük fitne var mıdır?? Oysa hepimiz için ayrımsız ve eksiksiz bir kelam(Kur'an) var o Kur'an ne için indi ayrılığa düşelim diye birbirimizi kafir ilan edelim diye mi indi?? Din adamı diye ortaya çıkan şahısların peşinden gidelim diye mi indi o Kur'an? O Kur'an din adamı denen bu şahıslara mı hitab etmekte sadece? Kur'an onların insiyatifine(ya da keyfiyetine) göre mi var yoksa herkesin üzerinde düşünmesi, ayetlere kafa yorması için mi var? Peki emredilen hacc(yani kısaca okul) niçin emredildi? Sırf turizm olsun diye mi? Bir ülke bu ameli kendi tekeline alıp bundan çıkar sağlasın diye mi? Mescitler niçin var sadece namaz kılmak için mi?? Hocalar/imamlar hatta diyanet çalışanlar yaptıkları hizmete(!) neden karşılık alırlar?? Oysa din birilerinin çıkarına hizmet etmez tam tersi böylelerine lanet eder.. Peygamberimiz(aleyhisselam) ömrünü vermiş olduğu tebliğ ettiği din adına tek kuruş aldı mı da böylelerinin almaya hakkı var? Yani kısaca arkadaşlar din böylelerinin tekelinde olduğunda işte o din bozulmaya yüz tutmuş demektir(İşte hak dinin yozlaşma sebeblerinden görünenleri..)

FEDAKARADAM
8. November 2011, 02:56 AM
FEDAKARADAM nickli şahıslar gibi birçok önyargılı ve şartlanmış şahısla tartışmışlığım var ve size şu kadarını söyleyeyim bir ateist bile bu kadar önyargılı ve şartlanmış değil.. Karşısındaki müslümanım dese de o şahsı bir ateistten farksız görmez böyle şahıslar.. Rabbimiz diyor ya kelamında:

5. (Bu Kur'an) üstün ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir.

6. Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir.

7. Andolsun ki onların çoğu gafletlerinin cezasını hak etmişlerdir. Çünkü onlar iman etmiyorlar.

8. Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelere kadar dayanmaktadır. Bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır.

9. Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler.

10. Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.

11. Sen ancak zikre (Kur'an'a) uyan ve görmeden Rahmân'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.
(Yasin Suresi)


Böyle kişiler dediğim dediktir, tuttukları yol kesin doğrudur.. Örnek aldıkları meşhur zatlar kusursuzdur ve onların ictihadleri de şüphesiz taa Peygamber'e dayanır.. Hatta Peygamberimiz(aleyhisselam) adına isnat edilmiş her rivayet kesinlikle Peygamberimiz'e aittir ve Kur'an hükmündedir ve Kur'an açıklamasıdır(!). Oysa Kamer Suresi 17, 22... gibi ayetler başka şeyden(!) söz eder.. Yazıklar olsun böylelerine, işte ataların peşinden sorgu sualsiz gitmek de budur.. Bugün veya geçmişte mezheb çatışmaları/savaşları varsa sırf bu inanç üzere olan toplulukların direttiklerinden kaynaklanmakta ve aynı din mensupları birbirlerini katletmektedir, peki sorarım bundan büyük fitne var mıdır?? Oysa hepimiz için ayrımsız ve eksiksiz bir kelam(Kur'an) var o Kur'an ne için indi ayrılığa düşelim diye birbirimizi kafir ilan edelim diye mi indi?? Din adamı diye ortaya çıkan şahısların peşinden gidelim diye mi indi o Kur'an? O Kur'an din adamı denen bu şahıslara mı hitab etmekte sadece? Kur'an onların insiyatifine(ya da keyfiyetine) göre mi var yoksa herkesin üzerinde düşünmesi, ayetlere kafa yorması için mi var? Peki emredilen hacc(yani kısaca okul) niçin emredildi? Sırf turizm olsun diye mi? Bir ülke bu ameli kendi tekeline alıp bundan çıkar sağlasın diye mi? Mescitler niçin var sadece namaz kılmak için mi?? Hocalar/imamlar hatta diyanet çalışanlar yaptıkları hizmete(!) neden karşılık alırlar?? Oysa din birilerinin çıkarına hizmet etmez tam tersi böylelerine lanet eder.. Peygamberimiz(aleyhisselam) ömrünü vermiş olduğu tebliğ ettiği din adına tek kuruş aldı mı da böylelerinin almaya hakkı var? Yani kısaca arkadaşlar din böylelerinin tekelinde olduğunda işte o din bozulmaya yüz tutmuş demektir(İşte hak dinin yozlaşma sebeblerinden görünenleri..)

NİSA SURESİ-58. Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.
59. Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatınagöre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.
60. Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.
61.Onlara: Allah'ın indirdiğine (Kitab'a) ve Resûl'e gelin (onlara başvuralım), denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.

Evet, bu ayetlere göre biz amel ederiz.Eğer biz yanlış düşünüyorsak doğrusunu siz araştırp bize anlatacaksınız.Bizi yanlış anlamayın, yanlışımız varsa düzeltin kardeşim...

Sizler kendi kafanıza göre hareket edip hiçbir tefsir, fıkıh, hadis, siyer nahiv, emsile okumamışsanız burada bizi eleştirmenize hiçbir hakkınız yoktur.Biz size en doğruyu en güzelini itikad meselelerinde aydınlatmaya çalışıyoruz.Maksadımız ukalalık etmek değildir.Lakin siz bizi yanlış anlamışsınız.Dini ilimler tek başına öğrenilmez.Sizler kuru bir yorumlarla bir şeyler bildiğinizi sanıyorsunuz.Hayır, sizin yolunuz yanlıştır.Biz burada en doğru yol ne ise onu anlatmaya çalışıyoruz.Kimseyi tenkid edip töhmet altında bırakmak diye niyetimiz yoktur.Allah size hidayet versin diyorum...

yeşil
8. November 2011, 08:36 AM
NİSA SURESİ-58. Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.
59. Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatınagöre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.
60. Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.
61.Onlara: Allah'ın indirdiğine (Kitab'a) ve Resûl'e gelin (onlara başvuralım), denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.


Evet, bu ayetlere göre biz amel ederiz.Eğer biz yanlış düşünüyorsak doğrusunu siz araştırp bize anlatacaksınız.Bizi yanlış anlamayın, yanlışımız varsa düzeltin kardeşim...

Biz farklı ayetlere göre mi amel ederiz kardeş? Peki bu ayetlere göre amel ediyorsanız acaba ne kadar adaletli yönetiliyoruz ya da şöyle söyleyeyim yöneticilerimiz yukardaki mesajımda bahsettiğim konulara ne kadar duyarlı? Dinimiz oyuncak edilmiş biz de raina deyip duruyoruz...


Bu ayetlerden 59. ayetin ilk muhatabının kimler olduğunu vereceğim objektif tahlilden(tefsir-beşer yorumu değil) bir oku bakalım:


59. Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi'ye ve sizden olan emir sahibine [yöneticiye] itaat edin. Sonra eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi'ye havale edin. Bu, daha iyidir ve ilkleştirme [çözüm] bakımından daha güzeldir.
Bu âyette özel olarak muhatap alınan mü’minlere, hayatlarında karşılaşabilecekleri problemlerin çözüm yolları gösterilmektedir:
• Mü’minler, Elçi'ye ve kendilerinden olan emir sahibine [yöneticiye] itaat etmelidirler.
• Mü’minler bir problemle karşılaştıkları zaman onu Allah'a havale etmelidirler.
Allah'a itaat, Allah'ın tüm emir ve yasaklarına uymaktır. Rasûl'e itaat de, elçilik ve meliklik görevi esnasında o'nun Allah'ın hükümleri çerçevesinde alacağı kararlara [savaş ve barış kararı, bütçe oluşumu için zekât oranının belirlenmesi vs. kararlarına] uymaktır. Bu, şu âyetten daha net anlaşılabilir:
Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, ma‘rûfta sana isyan etmemeleri üzerine biat ederek [bağlılık yemini ederek] gelirlerse hemen onların biatlarını al ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir. (Mümtehine/12)
Bu âyette, mü’minlerin itaat edeceği “emir sahipleri”, sizden kaydıyla kayıtlanmıştır. Yani, mü’minlerin, sadece kendilerinden olan emir sahiplerine itaat etmeleri istenmiş, kendilerinden olmayanlara itaat etmemeleri hükme bağlanmıştır. Daha evvel mü’minlere; müşrik, münâfık, Yahûdi, Hristiyan olanları, babaları ve kardeşleri bile olsa velî edinmemeleri, onlara velâyet [yönetim] yetkisi vermemeleri emredilmişti. Enfâl, Ahzâb ve Âl-i İmrân sûrelerinde işlenen velâyet konusu dikkate alındığında burada geçen “sizden olan emir sahibi” ifadesi daha net anlaşılır.
Âyette, Sonra eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi'ye havale edin buyurulmaktadır. Bu âyetin ilk muhatapları, Rasûlullah'ın hayatta olduğu ve Kur’ân'ın tamamlanmadığı bir dönemde yaşayan mü’minler idi. Onların, ihtilafa düştükleri bir meseleyi Allah'a havale etmeleri, “Allah'tan problemin çözümüne dair âyet beklemeleri”dir. Rasûlullah'a havale etmeleri ise, “Rasûlullah'tan, daha evvel inmiş âyetler çerçevesinde problemlerine bir çözüm üretmesini istemeleri”dir. Çünkü onlar Rasûlullah gibi hâmil-i Kur’ân, hâfız-ı Kur’ân değillerdi.
Bugün ise mü’min; her problemi, her anlaşmazlık ve uyuşmazlığı tamamlanmış olan Kur’ân'a havale etmek, problemi Kur’ân hükümleri ile çözmek durumundadır. Zira Allah bundan sonra yeni bir âyet indirmeyecek, başka bir Rasûl göndermeyecektir. Artık Allah, insanlığı Kur’ân ile başbaşa bırakmıştır.
Bu âyetin iniş sebebi ile ilgili şu olay nakledilmiştir:
İbn Abbâs'tan bu âyetin, Hâlid ibn Velîd hakkında nâzil olduğu rivâyet edilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) onu, içinde Ammar ibn Yâsir'in de bulunduğu bir seriyyenin komutanı olarak sefere göndermişti. Bu sefer sırasında, Ammar ile Hâlid ibn Velîd arasında, bir hususta ihtilâf meydana gelmişti. İşte bunun üzerine bu âyet nâzil olarak, “emir sahiplerine” itaat etmeyi emretmiştir:
Ve Allah ve Elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiç bir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde serbestlik yoktur. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır. (Ahzâb/36)


Şunu belirtmem gerekirse Peygamber de dahil hiçbir yönetici Allah'ın koymuş olduğu kesin hükümler dışında hüküm koyamaz.. Biz ümmet gibi Peygamber de bu Kur'an'dan sorumlu her amelinde(Zuhruf 43/44)

Sizler kendi kafanıza göre hareket edip hiçbir tefsir, fıkıh, hadis, siyer nahiv, emsile okumamışsanız burada bizi eleştirmenize hiçbir hakkınız yoktur.

Demişsiniz acaba nereden biliyorsunuz okumadığımızı? Herkesin içini bilecek kadar gayb haberlerini nereden aldığınızı öğrenebilir miyim?
Hadi birimiz okumadık, burda birçok üye mevcut hiçbiri mi okumadı? Hadi burda hiçkimsenin bu saydıklarından zerre haberi yok sadece kuaktan dolma(!) konuşuyor diyelim peki bunlar üzerinde kafa patlatan birçok ilim adamı günümüzde de mevcut elbet sadece Rabbinden haşyet duyanlar ve sadece O'nun rızasını gözetenler ve ilminde maddi hiçbir menfaat gözetmeyenler bu ilimler arasında doğru tasnifi sunacaktır peki var mı öyle çoğunluk? Elbette ne geçmişte ne de günümüzde çoğunluk övüldü.. Peki var mı her devirde böyle bir azınlık elbette var ama doğru söyleyenler 9 köyden kovulur çoğunluk tarafından çoğu kez:

114 / 66 – Ve O, size Kitap’ı [Kur’an’ı] ayrıntılı / hakk, batıl ayrılmış olarak indirdiği hâlde, Allah’tan başka bir hakem mi arayayım? Ve kendilerine kitap verdiğimiz şu kişiler, onun [Kur’an’ın] şüphesiz Rabbinden hakk ile indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde sen [onların bu Kitabın Allah tarafından indirildiğini bildikleri husu¬sunda] sakın şüphecilerden olma.
115 – Ve Rabbinin sözü hem doğrulukça, hem de adaletçe tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirebilecek biri yoktur. O, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
116 – Ve eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece “zann”a uyuyorlar ve sadece saçmalıyorlar.
117 - Şüphesiz ki senin Rabbin, kendi yolundan kimlerin saptığını en iyi bilenin ta kendisidir. Ve O, doğru yolda olanları daha iyi bilendir.(En'am Suresi)

Biz size en doğruyu en güzelini itikad meselelerinde aydınlatmaya çalışıyoruz.Maksadımız ukalalık etmek değildir.Lakin siz bizi yanlış anlamışsınız.Dini ilimler tek başına öğrenilmez.Sizler kuru bir yorumlarla bir şeyler bildiğinizi sanıyorsunuz.Hayır, sizin yolunuz yanlıştır.Biz burada en doğru yol ne ise onu anlatmaya çalışıyoruz.Kimseyi tenkid edip töhmet altında bırakmak diye niyetimiz yoktur.Allah size hidayet versin diyorum...

İtikad hangi itikad desem? Kur'an ve gerçek sünnet(bilirsiniz ki gerçek sünnet Rabbin sünnetidir-Sünnetullah'tır ve Peygamberimiz hep bu yol üzerinde idi kılavuzu da Kur'an idi) itikadı mı yoksa beşer itikadı mı? Bizlerin de amacı ukalalık değil asla yanlış anlamayın ama beşer hükümleriyle Rabbin hükümlerini aynı kefeye koyanlarla bizim işimiz olmaz diyoruz..

Son dediklerinizde yine zanna dayalı fikirler yazmışsınız cevabımı vermiştim.. Kim doğru yolda bak ayet ne diyor:

117 - Şüphesiz ki senin Rabbin, kendi yolundan kimlerin saptığını en iyi bilenin ta kendisidir. Ve O, doğru yolda olanları daha iyi bilendir.(En'am Suresi)

Ve gerçek mü'minlerin Kur'an'a göre(ayetlerle delilli) vasıflarını bildiren güzel bir yazı sunuyorum bak bakalım doğru yolda olanlar kimler:

Allah'ın Kuran'da bildirdiği mümin özelliklerinin belli başlılarını şöyle maddeleştirebiliriz:

• Müminler ancak Allah'a kulluk ederler. O'ndan başka zihinlerinde ilahlaştırdıkları hiçbir varlık yoktur. (Fatiha Suresi 1-7; Nisa Suresi 36)

• Allah'tan korkup-sakınırlar. Allah'ın yasakladığı veya rızasına aykırı olan bir şeyi yapmaktan çok çekinirler. (Al-i İmran Suresi 102; Yasin Suresi 11; Tegabün Suresi 15-16; Zümer Suresi 23)

• Yalnızca Allah'a güvenirler. (Bakara Suresi 249; Tevbe Suresi 25-26)

• Allah'tan başka hiç kimseden korkmazlar. (Ahzab Suresi 39)

• Allah'a şükrederler. Bu nedenle ekonomik yönden darlıkta ya da bollukta olmaları onlara herhangi bir üzüntü ya da böbürlenme vermez. (Bakara Suresi 172; İsra Suresi 3; İbrahim Suresi 7)

• Kesin bilgiyle iman etmişlerdir. Allah'ın rızasını kazanmaktan dönmek gibi bir düşünceye asla kapılmazlar. Her gün daha şevkli ve heyecanlı biçimde hizmetlerini sürdürürler. (Hucurat Suresi 15; Bakara Suresi 4)

• Kuran'a kuvvetle bağlıdırlar. Tüm hareketlerini Kuran'a göre düzenlerler. Kuran'a göre yanlış olduğunu gördükleri bir tavırdan hemen vazgeçerler. (Araf Suresi 170; Maide Suresi 49; Bakara Suresi 121)

• Sürekli Allah'ı anarlar. Allah'ın herşeyi gören ve işiten olduğunu bilir sürekli Allah'ın sonsuz kudretini hatırda tutarlar. (Al-i İmran Suresi 191; Rad Suresi yirmisekiz; Nur Suresi 37; Araf Suresi 205; Ankebut Suresi 45)

• Allah karşısında acizliklerini bilirler. Mütevazidirler. (Ancak bu insanlara karşı aciz görünmek ve ezik tavırlar sergilemek demek değildir.) (Bakara Suresi ikiyüzseksenaltı; Araf Suresi yüzseksensekiz)

• Herşeyin Allah'tan olduğunu bilirler. Bu nedenle hiçbir olay karşısında telaşa kapılmaz her zaman serinkanlı ve tevekküllü davranırlar. (Tevbe Suresi 51; Teğabün Suresi 11; Yunus Suresi 49; Hadid Suresi 22)

• Ahirete yönelmişler asıl hedef olarak ahireti belirlemişlerdir. Ancak dünya nimetlerinden de faydalanır dünyada da cennet ortamının bir benzerini oluşturmaya çalışırlar. (Nisa Suresi 74; Sad Suresi 46; Araf Suresi 31-32)

• Sadece Allah'ı ve müminleri dost ve sırdaş edinirler. (Maide Suresi 55-56; Mücadele Suresi 22)

• Akıl sahibidirler. Her an ibadet bilincinde olduklarından sürekli dikkatli ve uyanıktırlar. Devamlı olarak müminlerin ve dinin lehine akılcı hizmetler yaparlar. (Mümin Suresi 54; Zümer Suresi onsekiz)

• Tüm güçleriyle Allah adına inkarcılara özellikle inkarcıların önde gelenlerine karşı büyük bir fikri mücadele verirler. Hiç yılmadan ve gevşemeden mücadelelerini sürdürürler. (Enfal Suresi 39; Hac Suresi yetmişsekiz; Hucurat Suresi 15; Tevbe Suresi 12)

• Hakkı söylemekten çekinmezler. İnsanlardan çekindiklerinden dolayı gerçeği açıklamaktan geri kalmazlar. İnkar edenlerin haklarında söylediklerine alay ve saldırılarına aldırmazlar kınayıcıların kınamasından korkmazlar. (Maide Suresi 54 67; Araf Suresi 2)

• Allah'ın dinini tebliğ etmek için her yolu dener çeşitli biçimlerde insanları Allah'ın dinine davet ederler. (Nuh Suresi 5-9)

• Baskıcı değillerdir. Merhametli ve yumuşak huyludurlar. (Nahl Suresi 125; Tevbe Suresi yüzyirmisekiz; Hud Suresi 75)

• Öfkelerine kapılmazlar hoşgörülü ve bağışlayıcıdırlar. (Al-i İmran Suresi 134; Araf Suresi 199; Şura Suresi 40-43)

• Güvenilir insanlardır. Son derece güçlü bir kişilik sergiler etraflarına da güven telkin ederler. (Duhan Suresi 17-18; Tekvir Suresi 19-21; Maide Suresi 12; Nahl Suresi 120)

• Büyücülük ve delilikle suçlanırlar. (A'raf Suresi 132; Yunus Suresi 2; Sad Suresi 4; Hicr Suresi 6; Kamer Suresi 9)

• Baskı ve zulüm görürler. (Şuara Suresi 49 167; Ankebut Suresi 24; Yasin Suresi 18; İbrahim Suresi 6; Neml Suresi49 56; Hud Suresi 91)

• Zorluklara katlanırlar. (Ankebut Suresi 2-3; Bakara Suresi 156 214; Al-i İmran Suresi 142 146 195; Ahzap Suresi kırksekiz; Muhammed Suresi 31; Enam Suresi 34)

• Zulümden ve öldürülmekten korkmazlar. (Tevbe Suresi 111; Al-i İmran Suresi 156-yüellisekiz 169-171 173; Şuara Suresi 49-50; Saffat Suresi 97-99; Nisa Suresi 74)

• İnkarcıların saldırı ve tuzaklarıyla karşılaşır alaya alınırlar. (Bakara Suresi 14 212)

• Allah'ın koruması altındadırlar. Aleyhlerinde kurulan tüm tuzaklar boşa çıkar. Allah onları tüm iftira ve tuzaklara karşı koruyarak onları üstün kılar. (Al-i İmran Suresi 110-111 120; İbrahim Suresi 46; Enfal Suresi 30; Nahl Suresi 26; Yusuf Suresi 34; Hac Suresi otuzsekiz; Maide Suresi 42 105; Nisa Suresi 141)

• İnkarcılara karşı tedbirlidirler. (Nisa Suresi 71 102; Yusuf Suresi 67)

• Şeytanı ve yandaşlarını düşman edinmişlerdir. (Fatır Suresi 6; Zuhruf Suresi 62; Mümtehine Suresi 1; Nisa Suresi 101; Maide Suresi sekseniki)

• Münafıklara karşı mücadele eder münafık karakterlilerle birlikte olmazlar. (Tevbe Suresi seksenüç 95 123)

• İnkarcıların zorbalıklarına engel olurlar. (Ahzab Suresi 60-62; Haşr Suresi 6; Tevbe Suresi 14-15 52)

• Birbirlerine danışarak (istişare ile) hareket ederler. (Şura Suresi otuzsekiz)

• İman etmeyenlerin gösterişli yaşantısına özenmezler. (Kehf Suresi yirmisekiz; Tevbe Suresi 55; Taha Suresi 131)

• Zenginlik ve mevkiden etkilenmezler. (Hac Suresi 41; Kasas Suresi 79-seksen; Nahl Suresi 123)

• İbadetlerde titizlik gösterirler. (Bakara Suresi 238; Enfal Suresi 3; Müminun Suresi 1-2)

• Çoğunluğa değil Allah'ın verdiği kıstaslara uyarlar. (Enam Suresi 116)

• Allah'a yakınlaşmak örnek bir mümin olmak için gayret sarfederler. (Maide Suresi 35; Fatır Suresi 32; Vakıa Suresi 10-14; Furkan Suresi 74)

• Şeytanın etkisine girmezler. (A'raf Suresi 201; Hicr Suresi 39-42; Nahl Suresi doksansekiz-99)

• Atalarına körü körüne uymazlar. Kuran'a göre hareket ederler. (İbrahim Suresi 10; Hud Suresi 62 109)

• Kadınların ezilmesine göz yummazlar. (Nur Suresi 4; Talak Suresi 6; Bakara Suresi 231 241; Nisa Suresi 19)

• İsraftan kaçınırlar. (Enam Suresi 141; Furkan Suresi 67)

• İffetli davranırlar ve Allah'ın istediği şekilde evlenirler. (Müminun Suresi 5-6; Nur Suresi 3 26 30; Bakara Suresi 221; Maide Suresi 5; Mümtehine Suresi 10)

• Dinde aşırılığa kaçmazlar. (Bakara Suresi 143; Nisa Suresi 171)

• Fedakardırlar. (İnsan Suresi 8; Al-i İmran Suresi 92 134; Tevbe Suresi 92)

• Temizliğe dikkat ederler. (Bakara Suresi 125 yüzaltmışsekiz; Müddessir Suresi 1-5)

• Müminlerin arkasından konuşmaz kusurlarını araştırmazlar. (Hucurat Suresi 12)

• Haset etmekten kaçınırlar. (Nisa Suresi yüzyirmisekiz)

• Allah'tan bağışlanma dileyenlerdir. (Bakara Suresi 286; Al-i İmran Suresi 16-17 147 193; Haşr Suresi 10; Nuh Suresi yirmisekiz)



Ve son olarak ben de diyorum ki Rabbimiz hidayet nurunu bizlerden esirgemesin.. Selametle..

hiiic
8. November 2011, 09:11 AM
Sizler kendi kafanıza göre hareket edip hiçbir tefsir, fıkıh, hadis, siyer nahiv, emsile okumamışsanız burada bizi eleştirmenize hiçbir hakkınız yoktur.

diyorsun da FEDAKAR... (ki saydığın kitapları PEYGAMBER bile okumadı, ama bunu akledecek kapasiteyi sende göremiyorum)

sen; biyioloji, matematik, geometri, fizik, tarih, felsefe, mekanik, sosyal bilimler okumadan bizi eleştirme hakkını nereden alıyorsun?
senin saydığın kaynakların kendilerine bile faydası yok... Bırak dine bile aykırı, dandik, uydurma, aptalca çok fazla bilgi içeriyor. Kuranın ötesinden din adı altında bütün saçmalıkları dine sokan bu kaynakları överken acaba pozitif bilimleri neden hesaba katmıyorsun?

Ya vallahi ben diyecek laf bulamıyorum.

Dini ilimler tek başına öğrenilmez.Sizler kuru bir yorumlarla bir şeyler bildiğinizi sanıyorsunuz.

güleyim mi ağlayayım mı şaşırdım açıkcası...
Dini otorte TEK başına öğrenilir, o da Kuranı kerimdir. Ama beşeri uygulamada Allahın açıklamadığı hükümler BİLİM ile verilir. Yani senin dinsiz saydığın laik sistemin laik ve dinsiz pozitif bilimleriyle,,, sen ne zannedersen et, Allah böyle emrediyor.
Din tek başına öğrenilmez diye ne kadar pislik varsa sokdunuz İMAN akidelerine... ne kadar masal hikaye varsa Hepsini din diye uyuttunuz millet, hayır dinden soğuyan akıllı insanların vebalini de aldınız...

Hayır, sizin yolunuz yanlıştır.Biz burada en doğru yol ne ise onu anlatmaya çalışıyoruz.Kimseyi tenkid edip töhmet altında bırakmak diye niyetimiz yoktur.Allah size hidayet versin diyorum...

Azıcık daha sabredelim arkadaşım, önümüz ÖLÜM... Önümüz MAHŞER,, önümüz HESAP günü... o vakit kimin doğru yolun, kimin eğri yolun sahibi olduğunu ALLAH kararını verecek.
Kimin kaynağı daha sağlam, kiminki eğriymiş onu da göreceğiz. az daha sabredelim...

Anonymous
8. November 2011, 01:19 PM
FEDAKARADAM'ın son mesajına bakıyorum da, geldiğinden bu yana çok büyük değişiklikler var. Bu konudaki son üç mesajı okuduğumda FEDAKARADAM'ın alttan almaya çalıştığını sizin ise onunkine denk olmayan bir şiddetle ona yüklendiğinizi görüyorum.

Eğer gördüğüm yanlışı söylemezsem Mü'mine yakışır bir tavır sergilemiş olmam. Doğruyu savunduğumuzu düşünsek bile ölçüyü kaçırıp hesap gününde haklıyken haksız konumuna düşmeyelim.

Son olarak zaten alıntıladığınız Kuran'daki mümin niteliklerinden bir kaçını tekrar edeyim:

• Allah'ın dinini tebliğ etmek için her yolu dener çeşitli biçimlerde insanları Allah'ın dinine davet ederler. (Nuh Suresi 5-9)

• Baskıcı değillerdir. Merhametli ve yumuşak huyludurlar. (Nahl Suresi 125; Tevbe Suresi yüzyirmisekiz; Hud Suresi 75)

• Öfkelerine kapılmazlar hoşgörülü ve bağışlayıcıdırlar. (Al-i İmran Suresi 134; Araf Suresi 199; Şura Suresi 40-43)

Rabbim bayram tatilinizi sevdikleriniz ile birlikte mutlu geçirmenizi nasip etsin.

FEDAKARADAM
8. November 2011, 06:36 PM
Dini tek başına öğrenebiliriz diyen adam acaba dini kitapları kim eser olarak bırakmış onu da düşünemiyor mu?Siz bir çocuğa dini öğretmeden o tekbaşına ve hiçbir hoca ve kitap yüzü görmeden nasıl öğretilirmiş izah etsinler?.

Veya Kur'an'ı tekbaşına öğrenmiş bir kimse var mıdır?Unutmayın ki bir aliminde hocası vardır ve bu kıyamete kadar bu şekilde devam edecektir.Peygamberlere dini öğreten Allah'tır.O bir vesile idi.Şimdi ise peygamber gelmeyeceğine göre dini ne ve nasıl öğrenilir anlatın bana!.

ÖmerFurkan
8. November 2011, 08:11 PM
Dini tek başına öğrenebiliriz diyen adam acaba dini kitapları kim eser olarak bırakmış onu da düşünemiyor mu?Siz bir çocuğa dini öğretmeden o tekbaşına ve hiçbir hoca ve kitap yüzü görmeden nasıl öğretilirmiş izah etsinler?.

Veya Kur'an'ı tekbaşına öğrenmiş bir kimse var mıdır?Unutmayın ki bir aliminde hocası vardır ve bu kıyamete kadar bu şekilde devam edecektir.Peygamberlere dini öğreten Allah'tır.O bir vesile idi.Şimdi ise peygamber gelmeyeceğine göre dini ne ve nasıl öğrenilir anlatın bana!.

Zümer 45 – Ve Allah, “bir tek” olarak anıldığı zaman ahirete inanmayan kişilerin yürekleri burkulur da, O’nun astlarından olan kimseler anıldığı zaman derhal yüzleri gülüverir.

yeşil
9. November 2011, 04:02 AM
Anonymous kardeşim uyarın başımızın üstünde, FEDAKARADAM kardeşim eğer üslupta ileri gittiysem öncelikle Rabbim'den sonra senden ve herkesten özür diliyorum..

FEDAKARADAM
9. November 2011, 04:06 PM
Zümer 45 – Ve Allah, “bir tek” olarak anıldığı zaman ahirete inanmayan kişilerin yürekleri burkulur da, O’nun astlarından olan kimseler anıldığı zaman derhal yüzleri gülüverir.

ZÜMER SURESİ-45. Allah tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbleri nefretle çarpar, ama Allah'tan başka putlar anıldığı zaman hemen yüzleri güler.

Muhterem kardeşim...

Zümer Suresinin bu ayetinde anlatılmak istenilen şudur.Sen bu ayeti bana alternatif olarak sunman çok yanlıştır.Esas tefsirini yapalım...

Bu mübarek ayetler, Allah'ın birliğini ve tek olduğunu tasdikten kaçınan müşriklerin ne kadar ahmaklık içinde yaşadıklarını teşhir ediyor. Resûl-i Ekrem'in kâinatın Yaratıcısı'nı anmak, birlemek ve kutsamakla mükellef bulunduğunu beyan buyuruyor. 0 Yüce Yaratıcının birliğini inkâr edenlerin de ne büyük bir azaba tutulacaklarını, kendilerini kurtarabilmeleri için bir çare bulamayacaklarını ihtar buyurmaktadır.

Şöyle ki: (Ve Allah bir olarak anıldığı vakit) Cenab-ı Hak'tan başka bir Yaratıcı, bir mâbud bulunmadığı zikredildiği zaman (ahirete imân etmeyenlerin kalpleri ürker) nefret duyar, üzüntüler içinde kalır (ve Allah'tan başkaları anıldığı zaman ise) bir takım putlar, kendi heveslerine hizmet eden şeytan tabiatlı, aldatıcı kimseler anıldıkları vakit ise o cahil, zâlim şahıslar (ferahlanırlar) yüzleri güler, içerileri bir ferahlık içinde kalır. İşte o gibi kimseler nur'dan değil karanlıktan, ilmden değil, cehaletten, güzel ahlaktan değil, çirkin ahlâktan zevk alırlar. Onların ruhi halleri böyledir. Öyle kimselere karşı hak ve hakikat söylenince, hürmete lâyık zatlar anılınca ondan üzüntü duyarlar, yüz çevirirler. Fakat bâtıl şehvani ahlâksız şeyler, aldatıcı kimseler söylenildiği zaman ise çok neşeli olurlar, yüzlerinde bir sevinç eseri parlamaya başlar. Ne zaman temiz yaratılışa aykırı bir hareketi.

Ibni Abbas Hazretleri demiştir ki: Ebu Cehl Bin Hişam, Velid Bin Utbe, Safvan ve Übey Bini Helf nâmında dört şahıs bu cümledendir.

Işmi'zaz; Böbürlenmek, kalbin gam ile, nefret ile, kin ile dolup ile sıkılmış olması demektir.

Istibşar; da kalbin sevinç ile dolması, ferahlık eserinin yüzde parlamaya başlaması demektir.Demek ki müşrikler için nazil olan bu ayet Allah'ın tek olduğu başkaca ilah olmadığını izah ediliyor.Yoksa Allah'ı sadece tek başına zikredilir anlamında değildir.O, cemaat halinde de zikredilir.Cemaatle namaz kılmak bunun en bariz delilidir.Yanlış anlaşılmalardan Allah'a sığınalım kardeşim...

ÖmerFurkan
9. November 2011, 04:13 PM
ZÜMER SURESİ-45. Allah tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbleri nefretle çarpar, ama Allah'tan başka putlar anıldığı zaman hemen yüzleri güler.

Muhterem kardeşim...

Zümer Suresinin bu ayetinde anlatılmak istenilen şudur.Sen bu ayeti bana alternatif olarak sunman çok yanlıştır.Esas tefsirini yapalım...

Bu mübarek ayetler, Allah'ın birliğini ve tek olduğunu tasdikten kaçınan müşriklerin ne kadar ahmaklık içinde yaşadıklarını teşhir ediyor. Resûl-i Ekrem'in kâinatın Yaratıcısı'nı anmak, birlemek ve kutsamakla mükellef bulunduğunu beyan buyuruyor. 0 Yüce Yaratıcının birliğini inkâr edenlerin de ne büyük bir azaba tutulacaklarını, kendilerini kurtarabilmeleri için bir çare bulamayacaklarını ihtar buyurmaktadır.

Şöyle ki: (Ve Allah bir olarak anıldığı vakit) Cenab-ı Hak'tan başka bir Yaratıcı, bir mâbud bulunmadığı zikredildiği zaman (ahirete imân etmeyenlerin kalpleri ürker) nefret duyar, üzüntüler içinde kalır (ve Allah'tan başkaları anıldığı zaman ise) bir takım putlar, kendi heveslerine hizmet eden şeytan tabiatlı, aldatıcı kimseler anıldıkları vakit ise o cahil, zâlim şahıslar (ferahlanırlar) yüzleri güler, içerileri bir ferahlık içinde kalır. İşte o gibi kimseler nur'dan değil karanlıktan, ilmden değil, cehaletten, güzel ahlaktan değil, çirkin ahlâktan zevk alırlar. Onların ruhi halleri böyledir. Öyle kimselere karşı hak ve hakikat söylenince, hürmete lâyık zatlar anılınca ondan üzüntü duyarlar, yüz çevirirler. Fakat bâtıl şehvani ahlâksız şeyler, aldatıcı kimseler söylenildiği zaman ise çok neşeli olurlar, yüzlerinde bir sevinç eseri parlamaya başlar. Ne zaman temiz yaratılışa aykırı bir hareketi.

Ibni Abbas Hazretleri demiştir ki: Ebu Cehl Bin Hişam, Velid Bin Utbe, Safvan ve Übey Bini Helf nâmında dört şahıs bu cümledendir.

Işmi'zaz; Böbürlenmek, kalbin gam ile, nefret ile, kin ile dolup ile sıkılmış olması demektir.

Istibşar; da kalbin sevinç ile dolması, ferahlık eserinin yüzde parlamaya başlaması demektir.Demek ki müşrikler için nazil olan bu ayet Allah'ın tek olduğu başkaca ilah olmadığını izah ediliyor.Yoksa Allah'ı sadece tek başına zikredilir anlamında değildir.O, cemaat halinde de zikredilir.Cemaatle namaz kılmak bunun en bariz delilidir.Yanlış anlaşılmalardan Allah'a sığınalım kardeşim...



Elbette ...SADECE SELAM

Anonymous
9. November 2011, 06:02 PM
FEDAKARADAM kardeşim sence ilgili ayetlere muhatap olan müşrikler her şeyi Allah'ın yarattığını bilmiyorlar mıydı? Açıklamana göre öyle bir sonuç çıkıyor. Halbuki durum tam aksi. Onlar Allahtan başka yaratıcı olmadığını biliyor ve ZATEN böyle inanıyorlardı. "Allah'a ortak koşmak" kavramını biraz araştır derim.

hiiic
10. November 2011, 01:43 AM
FEDAKARADAM Nickli Üyeden Alıntı;

Bu mübarek ayetler, Allah'ın birliğini ve tek olduğunu tasdikten kaçınan müşriklerin ne kadar ahmaklık içinde yaşadıklarını teşhir ediyor. Resûl-i Ekrem'in kâinatın Yaratıcısı'nı anmak, birlemek ve kutsamakla mükellef bulunduğunu beyan buyuruyor. 0 Yüce Yaratıcının birliğini inkâr edenlerin de ne büyük bir azaba tutulacaklarını, kendilerini kurtarabilmeleri için bir çare bulamayacaklarını ihtar buyurmaktadır.

Şöyle ki: (Ve Allah bir olarak anıldığı vakit) Cenab-ı Hak'tan başka bir Yaratıcı, bir mâbud bulunmadığı zikredildiği zaman (ahirete imân etmeyenlerin kalpleri ürker) nefret duyar, üzüntüler içinde kalır (ve Allah'tan başkaları anıldığı zaman ise) bir takım putlar, kendi heveslerine hizmet eden şeytan tabiatlı, aldatıcı kimseler anıldıkları vakit ise o cahil, zâlim şahıslar (ferahlanırlar) yüzleri güler, içerileri bir ferahlık içinde kalır. İşte o gibi kimseler nur'dan değil karanlıktan, ilmden değil, cehaletten, güzel ahlaktan değil, çirkin ahlâktan zevk alırlar. Onların ruhi halleri böyledir. Öyle kimselere karşı hak ve hakikat söylenince, hürmete lâyık zatlar anılınca ondan üzüntü duyarlar, yüz çevirirler. Fakat bâtıl şehvani ahlâksız şeyler, aldatıcı kimseler söylenildiği zaman ise çok neşeli olurlar, yüzlerinde bir sevinç eseri parlamaya başlar. Ne zaman temiz yaratılışa aykırı bir hareketi.

Ibni Abbas Hazretleri demiştir ki: Ebu Cehl Bin Hişam, Velid Bin Utbe, Safvan ve Übey Bini Helf nâmında dört şahıs bu cümledendir.

Işmi'zaz; Böbürlenmek, kalbin gam ile, nefret ile, kin ile dolup ile sıkılmış olması demektir.

Istibşar; da kalbin sevinç ile dolması, ferahlık eserinin yüzde parlamaya başlaması demektir.Demek ki müşrikler için nazil olan bu ayet Allah'ın tek olduğu başkaca ilah olmadığını izah ediliyor.Yoksa Allah'ı sadece tek başına zikredilir anlamında değildir.O, cemaat halinde de zikredilir.Cemaatle namaz kılmak bunun en bariz delilidir.Yanlış anlaşılmalardan Allah'a sığınalım kardeşim...



http://www.tahavi.com/tefsir/039b.html

sitesinde
45. meal tefsirine bakınız...

neyse, benim haksız uslubuma karşı sürekli alttan alan fedakar arkadasımıza karsı anlaysızca ve acımasızca yorum yapmıs olmayalım.
Daha doğru yaklasım ve metodu, bu konuda daha bilgili arkadaslara bırakıyorum...

saygılar...

FEDAKARADAM
10. November 2011, 02:36 AM
FEDAKARADAM kardeşim sence ilgili ayetlere muhatap olan müşrikler her şeyi Allah'ın yarattığını bilmiyorlar mıydı? Açıklamana göre öyle bir sonuç çıkıyor. Halbuki durum tam aksi. Onlar Allahtan başka yaratıcı olmadığını biliyor ve ZATEN böyle inanıyorlardı. "Allah'a ortak koşmak" kavramını biraz araştır derim.


Seni iyi anlıyorum.Bakınız iyi niyetli olsalar bile Allah'a ortak koştuklarının yani müşrik olduklarının farkında olmadıkları apaçık meydandadır.Şirk işlemede iyi niyetli olmak bile asla caiz değildir.Mühim olan tam tevhid inancıdır.Bir ayetle bunu ispatlayalım...

ZÜMER SURESİ-3. Dikkat edin, halis din Allah'ındır; O'nu bırakıp da putlardan dostlar edinenler: "Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz" derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Allah şüphesiz yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola eriştirmez.

Bir de Sabiin denilen kimselere de dikkat edin.Onların bir çoğu Allah'tan gafildirler.Bir yaratıcı olduğunu sezmişlerdir.Ama iman konusunda tam müslüman değillerdir. İmanla küfür arasında mekik dokurlar.Bunların akibetinin ne olacağını Ancak Allah bilir.Hakkında aşağıda ki ayetlere bir göz atalım..

A'RAF SURESİ-46. İki taraf (cennetlikler ve cehennemlikler) arasında bir perde ve A'râf üzerinde de herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır ki, bunlar henüz cennete giremedikleri halde (girmeyi) umarak cennet ehline: "Selâm size!" diye seslenirler.
47. Gözleri cehennem ehli tarafına döndürülünce de: Ey Rabbimiz! Bizi zalimler topluluğu ile beraber bulundurma! derler.
48. (Yine) A'râf ehli simalarından tanıdıkları birtakım adamlara seslenerek derler ki: "Ne çokluğunuz ne de taslamakta olduğunuz büyüklük size hiçbir yarar sağlamadı.

İŞTE AYETLERDE Kİ SABİİNLER BUNLARDIR.

Anonymous
10. November 2011, 04:01 AM
Sevgili FEDAKARADAM kardeşim;

Göstermek istediğim noktayı atlamışsın o yüzden konuya farklı bir açıdan tekrar dikkatini çekmek istiyorum.

Bu "Allaha ortak koşan" müşrikler HERŞEYİ Allahın yarattığını ve putlarının yaratamadığını da biliyorlardı. Şu ayetler ONLAR için indirilmedi mi?:

(Müminûn: 84–89) De ki: "Eğer biliyorsanız, bu yeryüzü ve onun içindeki kimseler kime aittir?" Onlar; "Allah'a aittir" diyecekler. "Öyle ise siz düşünüp taşınmaz mısınız?" de. Peki, "Yedi göklerin Rabbi ve azametli Arş'ın Rabbi kimdir?" [Onlar] "Allah'ındır" diyecekler. "Öyleyse takvalı davranmayacak mısınız" de. "Peki, eğer biliyorsanız, her şeyin melekûtu [mülkiyeti ve yönetimi] kendisinin elinde olan ve kendisi her şeyi koruyup kollayan; fakat kendisi korunmayan kimdir?" Onlar "Allah'ındır" diyecekler. "Öyle ise nasıl büyülenirsiniz?" de.

(Ankebût: 61) Yine andolsun ki onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim kontrol altına aldı?" diye sorsan kesinlikle, "Allah" derler. O halde nasıl çevriliyorlar?

(Ankebût: 63) Ve andolsun, eğer onlara sorsan: "Kim gökten suyu indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?" Mutlaka, "Allah" diyeceklerdir. De ki: "Hamd Allah'a özgüdür". Bilakis onların çoğu akıllarını kullanmazlar.

(Zuhruf: 87) Yine andolsun ki, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, kesinlikle: "Allah" derler. O halde nasıl çevriliyorlar!

(Lokmân: 25) Yine andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, kesin "Allah" diyeceklerdir. De ki: "Allah'a hamd olsun!" Aslında onların çoğu bilmezler.


Kardeşim ayetlerden gördüğün gibi bu müşrikler oldukça Allah'çılar. Fakat yanlış bir durum var ki Allah onları sevmemiş ve peygamber göndermiş.

Ben sana Kuran'da müşriklerle ilgili gösterilenlerden gördüğüm yanlışı söyleyeyim. Sen de söylediklerimi Kuran'dan araştır. Müşriklerin hatası birilerini Allaha yakın bilmek ve o birilerinden yardım ve şefaat ummak. Böyle umdukları için onlara özel saygıda kusur göstermemek, "özel" ihtimam göstermek. İşte şirk buna deniyor. Müşriklerin hiçbirisi Allaha saygıda kusur etmezler, her şeyi onun yarattığını bilirler, diğerlerinin yaratamadıklarını bilirler ve Allahtan yüce kimseyi görmezlerdi.

Fakat Allah diyor ki yardımı yalnız benden isteyin, duayı yalnız bana edin, şefaati yalnız benden umun,isteyin. Yani bu amaçlarla yaptığınız her şeyi Allaha özgüleyin. Çünkü herşeyin sahibi (hatta medet umulanların da sahibi) o ve birinci elden istemek gibisi yoktur.

(Fatiha: )Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz.

(Zümer; 44) De ki: "Tüm şefaat Allah'a aittir."

(Secde; 4) Sizin için O'nun astlarından bir veli ve şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almaz mısınız?

(Sebe': 22–23) De ki: "Allah'ın astlarından yanlış inandığınız kimselere yakarın. Onlar, göklerde ve yeryüzünde zerre ağırlığına mâlik olmazlar. Onlar için bu ikisinde [gökler ve yeryüzünde] herhangi bir ortaklık yoktur. O'nun için onlardan bir yardımcı da yoktur." O'nun nezdinde şefâ'at, sadece O'nun izin verdiği kimseye fayda verir. Nihayet kalplerinden dehşet giderildiği zaman: "Rabbiniz ne dedi?" derler. Onlar: "Hakkı" derler. Ve O, çok yücedir, çok büyüktür.

(Ahkâf: 3–4) Biz gökleri, yeryüzünü ve ikisi arasındakileri ancak "hakk" ile ve "adı konmuş bir süre" ile yarattık. Şu inkâr eden kimseler ise uyarıldıkları şeylerden/uyarılmaktan yüz çevirenlerdir. De ki: "Allah'ın astlarından yakardığınız şeyleri gördünüz mü? Onlar, yeryüzünde neyi yaratmışlar bana gösterin. Yoksa onların göklerde bir ortaklıkları mı var? Eğer siz doğru kimseler iseniz bana bundan [Kur'an'dan] önce bir kitap veya ilimden bir eser [kalıntı] getirin."

(Hacc: 73) Ey insanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi ona iyi kulak verin: Sizin Allah'ın astlarından şu yakardıklarınız bir araya gelseler, bir sineği bile asla yaratamazlar. Ve sinek onlardan bir şey kapsa onu kurtaramazlar. İsteyen ve istenen güçsüzdür.





FEDAKARADAM kardeşim müşrikleri hem Kuran'dan hem tarihten bir araştırmanı rica ediyorum. Cahiliye devri şiirlerine ulaşmaya çalış. Müşrik ne demek onu da araştır. Sen hiç bir insanın ağaç veya taş heykel yapıp da "bu benim Tanrım" demesini aklın alıyor mu? Bu kadar salak insan olabilir mi? Kendi yaptığın bir nevi senin yarattığın bir şeye güç atfeder misin?


Zaten müşrikler de öyle yapmamışlar.


Putlar müşriklerin Allaha ortak koştukları güçleri, varlıkları temsil etmeleri için sadece birer "sembol".



Üzerinde Muhammed yazısı olan hediyelik bir porselenin "Muhammed peygamberi temsil ettiğini" düşünmek ve ona sahip olduğu düşünülen bir takım tanrısal güçlerden (dirilik, şefaat, işitme vb.) dolayı kutsallık atfetmek gibi bir davranış bu.

Örneğin peygamberimizden kalan hırkayı taksim meydanına korunmasız olarak bıraksan nasıl görüntüler oluşacağını düşün. Kısacası yeri gelir bir porselen tabak put olur, yeri gelir bir hırka, yeri gelir kara bir taş.

Eğer söylediklerime kuru kuru itiraz etmeden önce bir araştırırsan hem gerçek tevhidin ne olduğunu görür hem de Cbbeli ve onun gibilere neden müşrik dediğimizi anlarsın zira bu bizim onlara taktığımız lakaplar değil "kitab"a göre "tanım"ları.

Anonymous
10. November 2011, 04:12 AM
Bir de Sabiin denilen kimselere de dikkat edin.Onların bir çoğu Allah'tan gafildirler.Bir yaratıcı olduğunu sezmişlerdir.Ama iman konusunda tam müslüman değillerdir. İmanla küfür arasında mekik dokurlar.Bunların akibetinin ne olacağını Ancak Allah bilir.Hakkında aşağıda ki ayetlere bir göz atalım..

Sevgili kardeşim Kuran'da bahsi geçen Sabiiler Allahtan gafil olmadıkları gibi peygamber ve kitap sahibi olan EHLİ KİTAP sınıfındaki insanlardandırlar. Akibetlerini bilemeyeceğimiz bir gerçek ama Araf 46 ayetinin Sabiiler ile görünürde bir ilgisi yok.

Kuran'daki sabiilerden yüzyıllar sonra başka sabiiler de ortaya çıkmış. Bu yüzden günümüzde Sabiiler iki çeşit: Birisi putperest inanışlara sahip olduğu halde muhtemelen topraklarına gelmiş Müslüman askerler onları doğramasınlar diye ölümden kurtulmak için "biz SABİİYİZ" diyerek kendilerini sabii olarak tanıtmış olanlar, bir de Kuran'ın bahsettiği ehli kitap olanlar. Bunların birbirleri ile bağlantısı yoktur. Fakat ne yazık ki Sabii diye araştırmaya kalksanız ilk bahsettiğim ehli kitap olmayan sabiileri görürsünüz.

Gerçek olan Sabiiler muhtemelen Yahya peygamberin takipçileri.

FEDAKARADAM
10. November 2011, 06:52 PM
Allah dilediğine şefaat hakkı izni verecektir.Kuldan medet umulmaz ama Allah, sevdiği kullar hatırına diğer günahkar müslümanlara şefaat etme izni verecektir.Dikkat ediniz şefaat edilme izni sadece müslümanlaradır.

MÜDDESİR SURESİ

41. Günahkârların durumunu:
42. "Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?" diye
43. Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik,
44. Yoksulu doyurmuyorduk,
45. (Bâtıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk,
46. Ceza gününü de yalan sayıyorduk,
47. Sonunda bize ölüm geldi çattı.
48. Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.
49. Böyle iken onlara ne oluyor ki, öğütten yüz çeviriyorlar?

Bu altını kırmızıyla çizdiğim ayetten anlaşılıyor ki kafirler için şefaat yoktur.

(AYET-EL KÜRSİ'NİN MEALİ) BAKARA SURESİ-255. Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O'nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O'nun dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O'nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O'na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür.

ÖMER NASUHİ BİLMEN (KUR'AN-I KERİM MEALİ VE TEFSİRİ'NDEN)
YUNUS SURESİ-18. Ve onlar. Allah Teâlâ'yı bırakıp kendilerine ne zarar ve ne de fayda veremiyecek olanlara ibâdet ederler ve derler ki: Bunlar Allah Teâlâ'nın yanında bizim şefaatcilerimizdir. De ki: Allah Teâlâ'ya ne göklerde ve ne de yerde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?. O -Yüce Yaratıcı- onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.

18. Bu âyeti kerime müşriklerin hiçbirşeye güçleri yetmeyen bir takım putlara ne kadar ahmakça bir kanaatle tapınmakta olduklarını bildiriyor. Mevcut olmadıklarından dolayı Allah'ın ilminin teallukuna mahal olmayan asılsız şeyleri var sanarak ne yanlış lâkırdılarda, ne müşrikçe hareketlere bulunduklarını teşhir ediyor. Şöyle ki: (Ve onlar) O müşrikler (Allah Teâlâ'yı bırakıp kendilerine ne) ibâdet edilmediği takdirde (zarar ve ne de) ibâdet edildiği takdirde (menfaat veremiyecek olanlara) bir takım putlara (ibâdet ederler) öyle ibâdete lâyık olmayanları mabut edinirler, (ve) O ibâdet ettikleri şeyler hakkında (derler ki, bunlar Allah Teâlâ'nın yanında bizim şefaatcilerimizdir.) Biz bunlara tapıyoruz ki, yarın âhirette bize şefaat etsinler. Resulüm!. O cahillere (de ki: Allah Teâlâ'ya ne göklerde ve ne de yerde bilmediği bir şeyi mî) yani: Hiç bir yerde mevcut olmayıp vehm edilmiş bulunan, asla vücudu bulunmayan bir şefaatçi mi (haber veriyorsunuz?.) o putlar öyle bir şefaate kaadir selâhiyetli değildirler ki, onların yapacakları şefaate ilâhî İlim lâyık olsun. Böyle bir şefaat asla olamaz, (o) Yüce Yaratıcı (onların) o müşriklerin Yüce Allah'a (ortak koştukları şeylerden) ve onların küfr ve şirkinden (uzaktır, yücedir.) Evet... Cenâb-ı Hak'kın o kendisine ortak kabul edilip şefaatleri beklenilen putlardan ve bütün noksanlık lekelerinden yüce olduğu apaçıktır. Onun bütün kâinattan yüce olduğu hakikatin kendisidir. Bütün insanların en önde gelen vazifesi de o Yüce Yaratıcı Hazretlerini böyle bilip böyle inanmaktadır, ondan başka hiç bir şeye ibâdet etmenin caiz olmadığını kesinlikle bilip ancak o ezelî ve kerem sahibi mabuda ibâdet ve taatte bulunmaktır.

Tefsiri Kebirde ve Essiracül Münir'de bildirildiği üzere bir takım müşrikler, şu gibi bâtıl ihtimallerden dolayı putlara, heykellere tapmakta, onları kendileri için şefaatçi kabul eylemektedirler.

(1) Bir kısım müşriklere göre bu âlemin çeşitli iklimlerinden her biri için eflâk âleminin ruhlarından belirli bir ruh vardır. Artık bu ruh için bir put tayin etmişler, bu ruha ibâdet etmek maksadıyle o puta ibâdetle meşgul olmuşlardır. Sonra da şöyle inanırlar ki, o ruh. Yüce Allah'ın kuludur, ona ibâdette bulunur.

(2) Bir kısım müşrikler, yıldızların da Cenab'ı Hak gibi ) I ah lığa lâyık olduklarına kaani bulunmuşlar, sonra yıldızların doğduğu, battığı ve dâima karşılarında bulunmadıkları için yıldızlar için muayyen putlar yapmışlar, bu putlara ibâdet ederek bununla o yıldızlara ibâdet kasdinde bulunmuşlardır.

(3) Bir kısım müşrikler de yapmış oldukları putların üzerine tılsımlar = sihir nevinden kuruntu şeyler koymuşlar, sonra onlara bu şekilde yaklaşmak isteyerek tapınmışlardır.

(4) Bir takım müşrikler de putlarını kendi Peygamberlerinin, büyüklerinin birer sureti olmak üzere tertib etmişler ve iddia eylemişler ki, bu heykellere ibâdetle meşgul olurlarsa o büyükleri kendileri için Allah katında şefaatçi olurlar.

(5) Bir takım müşrikler de Cenâb-ı Hak'kın bir en büyük nur, meleklerin de birer nur olduklarına inanmışlar, artık Allah'ın zatı için en büyük bir put, meleklerin suretleri için de birer başka suretler vücude getirmişler, bunlara tapınmakta bulunmuşlardır.

(6) Bir kısım müşrikler de ihtimâl ki, Hululiye mezhebinde bulunmuşlar, Allah Teâlâ'nın bazı yüce, şerefli cisimlere girdiğine inanmışlar, o cisimler adına putlar yaparak onlara tapınıp durmuşlardır.

Müslümanların bazı din büyüklerinden şefaat beklemeleri, onların kabirlerini ziyaret ve imar eylemeleri ise onlara bir ibâdet maksadıyle değildir. Allah'ın izni olmadıkça onların şefaatte bulunamıyacaklarını bilirler. Artık öyle din büyüklerine sadece sahip oldukları dinî faziletten dolayı hürmet etmek, Cenâb-ı Hak'kın müsaadesi ile onların şefaatde bulunabilmelerini ümit eylemek, elbette ki putperestlerin o cahilce halleriyle mukayesesi asla mümkün değildir. Her müslüman bilir ki, hiçbir mahlûka karşı ibâdet maksadiyle saygıda bulunmak asla caiz olamaz.

Müşriklerin putlara, mahlûklara karşı ibâdette bulunmalarının ne kadar bâtıl bir kanaat neticesi olduğunu bu âyeti kerime göstermiş bulunuyor. Şöyle ki:

(1) Putlar, heykeller bütün cansız varlıklar kabilinden şeylerdir. Bunlar bir kimseye ne fâide ve ne de zarar verecek bir mahiyette değildirler. Kendilerini parça parça edenlere karşı bile müdafaaya asla kaadir olamazlar. Artık bunlardan ne beklenir?.

(2) Mâbud olan, ibâdet edenden daha ziyade kudretli bulunmalıdır. Halbuki putlara tapanlar, o putlardan daha kudretlidirler. O putları kendileri yapıyorlar, kendileri yürütüyorlar, kendileri muhafaza ediyorlar. Kendileri böyle harekete, faaliyete, nefislerini muhafazaya kaadir oldukları halde taptıkları putlar bundan mahrumdurlar. Artık böyle âciz şeylerden ne beklenebilir?.

(3) İbâdet, saygı türlerinin en büyüğüdür. Böyle bir saygıya ise kendisinden en büyük nimetlerin sâdır olduğu zâttan başkası lâyık olamaz, insanlara hayatı, akıllı, kudreti, hayat ve âhirete ait faydalan ihsan eden ancak Allah Teâlâ Hazretleridir. Artık ondan başkasına öyle son derece bir saygı nasıl yapılabilir?. "Ondan başka ilâh yoktur..."

KISACASI ALLAH'IN İZNİ OLMADAN MÜSLÜMANLARA DA ŞEFAAT EDİLMEYECEKTİR.KAFİR VE MÜŞRİKLERE İSE ASLA ŞEFAAT EDİLME YOKTUR.KİMSE "BİRİLERİ BANA ŞEFAAT EDER "DİYE GÜNAHLARA DALIP GÜVENMESİN.ALLAH'IN HESAP SORMASI ÇOK ÇETİNDİR.

yeşil
10. November 2011, 08:35 PM
“ŞEFAAT KAVRAMI”:
شفع - şef’ı” kökünden türemiş olan “شفاعة - şefaat” sözcüğü-nün sözlük anlamı “Bir şeyi benzeri olan başka bir şeye eklemek, onu desteklemek, bir şeyi çiftlemek ve esirgemek”tir. Sözcük zaman içerisinde “Yüksek mevkide bulunan birinin düşkün birine yardım etmesi, onu koruması, onun korunmasına aracılık etmesi, onu yalnız bırakmayıp ona destek olması” anlamında kullanılır olmuştur.
Sözcüğün terim anlamı ise “Bir kimsenin bağışlanmasını istemek, bir kimseden başka biri için iyilik yapmasını, onun zararına olan davranışlardan vazgeçmesini rica etmek, başkası hesabına yalvarmak, rica etmek, birinin önüne düşüp işinin görülmesi için dua ve niyazda bulunmak” demektir.
Kısaca şefaat “aracı olmak, yardım etmek ve öncülük etmek” anlamlarına gelir.
Arapça’da başkası lehine talepte bulunana [şefaat edene] “الشّافع - eş-şafi” veya “الشّفيع - eş-şefi” denir.
“Şefaat” kavramının doğru anlaşılabilmesi için konunun aşağıdaki başlıklar altında incelenmesinde yarar görmekteyiz.
1.Allah’tan başka şefaatçi yoktur: Şefaat sadece Allah’a aittir. Bu konuda ilk öğrenilmesi gereken husus, şefaat yetkisinin sadece Allah’a ait olduğudur.
De ki: “Tüm şefaat Allah’a aittir.” Zümer; 44.
Sizin için O’nun astlarından bir veli ve şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almaz mısınız? Secde; 4.
2.Yüce Allah, kendilerinden razı olduğu kulları için, dilediğine şefaat/yardım izni verebilir: Allah’ın izni ve emri olmadan kimsenin kimseye şefaat/yardım etmesi söz konusu değildir. Allah’ın izni ile şefaat/yardım edecekler de ancak Allah’ın kendilerinden razı olduğu kulları için şefaat edebilirler.
O’nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez. Yûnus; 3.
Onlar “Rahmân çocuk edindi” dediler. Hâşâ, bundan münezzehtir O. Onlar lütuflandırılmış kullardır. Onlar O’nun sözünün önüne geçemezler; onlar yalnız O’nun emriyle iş yaparlar. O, onların önündekini de arkalarındakini de bilir. O’nun hoşnutluk verdiklerinden başkasına da şefaat [yardım] etmezler. Ve onlar O’nun haşyetinden titrerler. Enbiyâ; 26–28.
Bu konuda dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Allah’ın kendilerinden razı olduğu kimseler şefaat [yardım] edemezler, ancak şefaat [yardım] edilirler.
3.Yüce Allah, güzel bir şefaatle şefaat edene izin verdiği gibi, kötü bir şefaatle şefaat edene de izin verebilir:
Kim güzel bir şefaatle [hayır ve iyiliklere aracı, vasıta olmakla] şefaat ederse, bundan kendisine bir sevap [hisse] vardır. Kim de kötü bir şefaatle [kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle veya kötülük çığırını açmakla] şefaatte bulunursa, ondan kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye kadirdir. Nisâ; 85.
İyi ve güzele aracılık ve yardım etme anlamındaki “şefaat-ı hasene”, iman edip Allah’ın ve kullarının haklarına riâyet ederek müminlerin iyiliği ve yararı için uğraşmak, onları kötülüklerden ve uğrayabilecekleri zararlardan korumaya çalışmak demektir. Kötü ve zararlıya aracılık ve öncülük etmek anlamına gelen “şefaat-ı seyyie” ise müminlerin ve insanların zarara uğramaları ve kötülüklere düşmeleri için çalışmak ve kötülük çığırları açmak demektir. Kur’ân, gerek “şeffat-ı hasane”de ve gerekse “şeffat-ı seyyie”de bulunanların dünyada ve âhirette bu davranışlarının sonuçlarından pay alacaklarını bildirmektedir.
4.O gün şefaat yoktur, kimseden şefaat kabul edilmeyecektir:
Ve hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir kimseden şefaatin kabul edilmediği, kimseden fidyenin alınmadığı ve onların yardım olunmadığı günden sakının. Bakara; 48.
Kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden fidye kabul edilmeyeceği, şefaatin hiç kimseye yarar sağlamayacağı ve onların yardım olunmayacağı günden sakının. Bakara; 123:Görüldüğü gibi âhirette kimseye şefaat ettirilmeyecektir. O gün sadece Allah’ın izin verdikleri, bildikleri gerçeğe tanıklık edebilirler.
O’nun astlarından yakardıkları şefaate sahip olamaz! Hakka tanık olanlar müstesna. Onlar biliyorlar da. Zühruf; 86.
Yukarıdaki Kur’ân âyetleri ışığında anlıyoruz ki, konumuz olan 26. âyette geçen “meleklerin şefaati”, bu dünyaya yönelik şefaattir ve bu şefaat, müşriklerin şans tanrısı, bereket tanrısı, yağmur ve rahmet tanrısı, onların melek şefaatçisi, insanların Allah’a yaklaştırıcısı gibi inançları ile asla bağdaşmaz. Âyette sözü edilen şefaat, Yüce Allah’ın kendilerinden razı olduğu ve haklarında yardım takdir ettiği kulları için doğadaki melekleri/güçleri harekete geçirerek bu kullara yardım ettirmesidir. Bunun örneklerini bir kısmını “Melek kavramı” başlığı altında da verdiğimiz şu âyetlerde görmek mümkündür: Âl-i Imran 123-126, Enfal 9-12, 50, Tövbe 25, 26, Ahzab 9, 26, Şûra 5, Zümer 43, 44, Müddessir 48, Bakara 255, En’âm 51, Yunus 3, 18, Secde 4, Sebe 23.
Halk arasında yaygın olarak “ümmetinden günahkâr olanların günahlarının affedilmesi için peygamberimizin Allah katında aracılık etmesi” şeklinde tanımlanan şefaat anlayışının Kur’ân’a ters olduğu özellikle belirtilmelidir. Peygamberimizin günahkârlara destek olup hatırını kullanarak günahkârların kurtuluşunu sağlaması, tabir yerinde ise “Allah nezdinde torpil yapması” anlamına gelen bu anlayış, “Sen ateştekini kurtarabilir misin ?” diyen Zümer sûresinin 19. âyetine terstir. Bu anlayış sahipleri bilmelidirler ki, bu anlayışlarını değiştirmedikleri takdirde peygamberimizin şefaat değil, şikâyet ettiği ümmetine dâhil olacaklardır:
Elçi de: “Rabbim, halkım Kur’ân’ı terk etti” der. Furkân; 30.
(Tebyinu'l Kur'an- Necm Suresi Tahlili)


Dikkatlice bir okuyun FEDAKARADAM kardeşim ve kaynak aldığınız yazınızla karşılaştırın.. Selametle..

Anonymous
10. November 2011, 08:45 PM
FEDAKARADAM Ağzını kitapla eğip bükenleri hiç duydun mu sen?

O tefsir de güya Kuran'ı açıkladığını iddia ediyor fakat tam aksine Kuran'a aykırı açıklamalar içeriyor. KAynağını tekrar gözden geçir derim tefsir diye saptırılmış cümleler okuyorsun.

Şu an vaktim yok ama gece açıklama cümlelerini yalanlayan ayetleri yazacağım. Anafikir olarak arkadaş diyor ki güya müşrikler "var olmayan şeylerden şefaat bekledikleri için" yanılıyorlarmış. Varolan şeylerden şefaat bekleselermiş sorun olmayacakmış :))) Ben çok güldüm ama içim acıyarak. Eminim okuyanlar da acı acı gülmüşlerdir. Gece yazarım.

hiiic
10. November 2011, 08:54 PM
Şefaat haktır, gerçektir...
Şefaati inkar Allahı inkardır, hayatı inkardır, gerçekleri inkardır. Körlük ve kafirlik etmektir.
Dünyada şefaat olduğu gibi ahirette de şefaat olacaktır.

Örn; Güneş tüm insanlara şefaat eder, ısıtır, D vitaminini aktive eder v.s.
Bitkiler canlılara şefaat eder, hava ve su yine canlıların en temel besini ve şefaatcisidir.
Doktorlar hastalarına, öğretmenler öğrencilerine şefaat eder.
Askerler sivillere, polis mazlumlara şefaat eder.

Bu gerçekleri inkar etmek DİNDEN çıkmak, küfre düşmek, kafirliğe düşmektir. Şefaati kimse red edemez.
Şüphesiz ahirette de şefaatler vardır. Nice melakut orada insanlara özellikle çaresiz kaldıklarında şefaat edecektir ama bu şefaatten mahrum kalacaklar vardır. Şefaat kaynağını ve şefaat olayını yaratıp kime isabet edeceğini belirleyen Allahtır. Örneğin Somaliye yeteri kadar şefaatçi olmadı.

Bu ilahi gerçekleri rededebilecek bir kafir aranızda var mı? yoktur zannediyorum..


:p


***

Necm 26
Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz.

hiiic
10. November 2011, 08:57 PM
Sayın FEDAKAR adam arkadaşım.

yazınızı huşu içerisinde okurken, baz (temel) aldığnız MANTIĞI derince sorguladım. Sonra defalarca düşündüm ve en uygun cevabın şu olacağı kanasında karar kıldım.


Aşağıda ki ayet sizce ne manaya gelmektedir?

Yâsîn 23
"O'ndan başka tanrılar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse onların (putların) şefaati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramazlar."

Bu ayete göre, yazınızda belittiğiniz temel mantığa göre;;; Putlar şefaat edebilebilmektedir ama ve ancak Allah dilerse. Allah dilemezse putlar şefaat edemez.

:p

FEDAKARADAM
10. November 2011, 09:04 PM
Sayın FEDAKAR adam arkadaşım.

yazınızı huşu içerisinde okurken, baz (temel) aldığnız MANTIĞI derince sorguladım. Sonra defalarca düşündüm ve en uygun cevabın şu olacağı kanasında karar kıldım.


Aşağıda ki ayet sizce ne manaya gelmektedir?

Yâsîn 23
"O'ndan başka tanrılar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse onların (putların) şefaati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramazlar."

Bu ayete göre, yazınızda belittiğiniz temel mantığa göre;;; Putlar şefaat edebilebilmektedir ama ve ancak Allah dilerse. Allah dilemezse putlar şefaat edemez.

:p

İnsanın içinde ki nefis putunu da incelediniz mi?Onun uğruna ne haltlar işleyenleri de hesaba katın!Heykel gibi putlardan mı şefaat dilenilecek?.Sübhanellah, putların şefaati mi olurmuş?..

Allah, kendi nezninde hatırı sayılır kullarına şefaat etme yetkisi dışında kimse şefaat edemeyecek.Konuyu saptırmayın.Şefaat mevzusu çok te'vil ister.Olduğu gibi meallerle yola çıkmayın.

En büyük put nefs putudur.Onu içinden söküp parçalayan, kıran ve atan hidayete kavuşur.Meselenin özü budur birbirimize dua edelim ...

hiiic
10. November 2011, 09:14 PM
ama dikkat edin, ayette putların şefaati yoktur demiyor.
Putların şefaati fayda vermez diyor. tıpkı sizin Müddesir suresindeki 48. Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez. ayetine yaptığınız yorum gibi.

di mi?

FEDAKARADAM
11. November 2011, 01:21 AM
ama dikkat edin, ayette putların şefaati yoktur demiyor.
Putların şefaati fayda vermez diyor. tıpkı sizin Müddesir suresindeki 48. Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez. ayetine yaptığınız yorum gibi.

di mi?

ŞUARA SURESİ

91. Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir.
92. Onlara: Allah'tan gayrı taptıklarınız hani nerede? denilir.
93. Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine (olsun) yardımları dokunuyor mu? .
94. Onlar ve azgınlar oraya tepetaklak (cehenneme) atılırlar.
95. İblis bütün orduları da.
96. Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler:
97. Vallahi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.
98. Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk.
101. ''Ne de yakın bir dostumuz''.
102. Ah keşke bizim için (dünyaya) bir dönüş daha olsa da, müminlerden olsak!
103. Bunda elbet (alınacak) büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.
99. Bizi ancak o günahkârlar saptırdı.
100. ''Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var''.

Evet,hiiic kardeşim .İşte, Allah kendisinden başka şeyleri tapınanların cehennemde ki hali apaçık ayetlerinde bildiriyor.Allah bizi müşrik olmaktan muhafaza buyursun.

pramid
18. November 2011, 01:30 PM
şefaat iki çeşittir.

1- dünyada şeffat

bu şefaat allahın izin verdiği ve sözünden hoşlandığı kulları Allah yoluna iletmede olur.
2 çeşidi vardır. iyi yönde ve kötü yönde

2- ahiretteki şeaat olup Allah dışnda ne şefaatci vardır nede şefaatin fayda verdiği bir gün vardır.

ben bu zihin tutlmasını anlayamıyorum. hiçmi aklederak kuran okuyan yok...

galipyetkin
18. November 2011, 08:33 PM
Dağılın!...,Sen!....,Koçum...., Gel bakim yamacıma....,Yak bi cıgara!...diyecek bir allah benim Allah'ım değildir.

Torpil yapsın diye yukarıdakileri söyleyip-yapacak birisini seçip, kendisine sıkı sıkıya bağlı bu hakları ve yetkileri bir faniye devreden allah benim Allah'ım değildir.

Benim Allah'ım Adil'dir ve, adet ve sünnetinde de bir değişiklik yoktur.

Kur'an öyle yazıyor. Ben müslümanım ve Kur'an'a inanıyorum.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

hiiic
19. November 2011, 02:57 AM
Bırakın şefaati, bu gün anlaşılan anlamda bir tevbe yada günah silinmesi de yoktur. Bir suçu ancak mağdurun kendisi affedebilir. Özellikle kul hakkı ve hırsızlık/dolandırıcılık yada dolaylı aldatma gibi haksız yollarla yenen hakların AFFI söz konusu bile değildir. Allah affetmeyecektir.

Öyle bir zihniyet vat ki; gençlerin, milletin, devletin ve ülkenin istikbali olan, ehil kişi seçme sistemi; sınav sorularını çalıp satıp hatta şifrelerle malum kesimlere sınavlar kazandırıp diğerlerinin istikbalini yakıyorlar. Ve zannediyorlarki şeffatci hoca efendileri şefaat edecek affettirecek.

KUL HAKKININ AFFI OLMAZ, OLAMAZ. Hem Allahın kanununa ters hem de gerçek adalet ilkesine ters. Ancak hiçbir bağlayıcı unsur olmaksızın mağdur affedebilir. Zorla affettirme gibi bir durumda söz konusu değil.

Tevbe yada bugün anlaşılanın tersine Affolmak, günahları affettirmek, 2 türlüdür.

-Ya günahı bilmeden işlersin daha doğrusu; farkında olmadan (bilmeyerek demiyorum, çünkü bilmeyerek iyi niyet adı altından işlenen her sonucu kötü amelden insan sorumludur, yani niyetin temiz olması bir af kapısı değildir. o nedenle bilmediğin, hakkında kesin delil inmemiş şeyin peşinden koşmayacaksın,,, Örneğin, iyi niyetle beraber tarikatta şeyhten medet umma şirkine düşmek gibi... SORUMLUSUN! ve bu günahın affı yok... Bu nedenle bilmediğin şeyi araştırmakla sorumlusun. Yoksa kesin olarak bildiğin şeylere iyi niyetle işleyenlere sonucu kötü olsa bile günah yazılmayacak, başarısız dahi olsa sırf niyet ve çabasından dolayı sevaplar var)
-Ya da işlediğin günahın karşısında pişmanlık duyarak, onun aksine iyi amel yaparsın, Kuranın tabiriyle; kötülükleri iyilikle örtersin... ki iyilik yaptıkça sevap tarafı artar ve böylece terazide günah tarafındaki günahlardan fazla olursa diğer günahların giderilmiş olur.

Asla ve ASLA!!! ama ASLA günahın silinmesi, iptal olması, hesap günü getirilmemesi, gizlenmesi (mağfiret adı altında inanılan kafirane inanç) yada sebepsiz zenginleşme sağlayacak bir şefaat yada yardım söz konusu değildir. Eğer söz konusu olsaydı bize bu dünya hayatının çilesi çektirilmez, onca belaları sıkıntıları yaşattırmazdı. Direk affedip cennete giderdik... İnsan sadece yaptığının karşılığını görecek. Tek torpil var, O torpilde şahıs seçmiyor herkese eşit olarak yararlandırılacak, işlenen suç tam karşılığını alırken, yapılan iyilik ise kat kat artırılacak... Bu halde bile çağlar boyunca ateşlerde yanacak insanların olması ilginçtir. Yapılanın karşılığı alınacak, asla torpil yada özel muamele söz konusu değil. İnsan yapması HUKUK sisteminde bile böyle adaletsizlikler engellenmeye çalışılırken, Allahın hukukunu ve adaletini nasıl torpilci yada çifte standartçı zannedebilirler?

Ama dileyen bu sözlerden ibret alsın, dileyen kendi aklı yada din adamlarının (ki pek çoğu tarih boyunca dinden çıkarmıştır) aklınca bir yol tutsun. Dileyen de şu eğreti dünyanın kandırıcı zevk ve gösterişine aldanıp ölümü de ahireti de, Allahı anmayı da unutsun... Keza biz ahireti hatırladıkça derin kagı ve endişelerden psikolojimizi bozulurken, insanların akıllarına bile getirmeyip boş şeylerle gülüp eğlenmesi şaşılacak bir durum...

Tâ-Hâ 102
O günde Sur'a üflenir ve biz o zaman günahkarları, gözleri (korkudan) gömgök bir halde mahşerde toplarız.

Enbiyâ 109
Eğer yüz çevirirlerse de ki: (Bana emrolunanı) hepinize açıkladım. Artık size vadolunan şey (mahşerde toplanma zamanınız) yakın mı uzak mı, bilmiyorum.

FEDAKARADAM
20. November 2011, 07:16 PM
Ahzab 36. Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.

neden altını çizdiğiniz bölümde Allahın ismini çıkardınız,?? nede her defasında ALllahın ismini ve hükümlerini silip araya resulu koyma gayreti varki onu anlamadım hiç...

Allah ver resulu diyor ki bu hükümün adı; KURAN dır..
Dikkat ediniz, Sadece KURAN dır...

ama resul hükmü diye kendisi de yasaklamış olduğu halde 300 yıl sonra uydurulan hureyre v.b. rivayetlerini baz alacaksanız, buna Kurandan delil bulamazsınız...

Dikkat edin,,, Gerçekleri olduğu gibi görelim,,, kilise papazından farkımız olsun,, onlarda Allahın kitabını tevrat ve incili yanlarında taşıyorlar... sizlerde taşıyorsunuz...


Cum’a 5
Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.

Ahzab suresi 36.ıncı ayete göre ;Kur'an'a kafanız çalışmıyor.Bilmeden ve araştırmadan kafanıza göre te'vil ediyorsunuz.Allah, Kur'an'ı ve resulünü birbirinden ayırarak anlatıyor.Yani hem Kur'an'dan ayetlere hem de peygamber sözlerine dikkat ediniz.

Birçok ayetlerde "Allah ve resulüne itaat edin!" ayet cümleleri bunun kesin delilleridir.Sizler peygamberi dışlayan zavallı insanlarsınız."Resulüne itaat edin" cümlesini hala anlayamamışsınız.Aşağıda ki ayetlere de de dikkat edin bakalım siz mi isabet ediyorsunuz biz mi? İşte ayetler:

NİSA SURESİ-59. Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.

HAŞR SURESİ-7. Allah'ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir.


AL-İ İMRAN SURESİ-31-De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız hemen bana uyun ki Allah da sizleri sevsin ve suçlarınızı bağışlasın; Allah, daima bağışlayan ve esirgeyendir.

NASIL, BU AYETLERDEN ŞÜPHE EDİYOR MUSUNUZ?. YOKSA HOŞUNUZA GİTMEDİ Mİ?. BU AYETLER SİZİN ÇÜRÜK FİKİRLERİNİZİ NASIL DA ALLLAK BULLAK EDİYOR?ŞAYET BİRAZ MANTIĞINIZ VARSA BUNU ANLAMA DA ZORLANMAYACAKSINIZ.?..

Resûlüne imân ve itâat olmadan Allah'a imân ve itâat olmaz. Çünkü Allahu Teala, kendine itaati, bir çok ayette, Resûlü ile birlikte zikretmiştir.Allahü Teala , Peygamber efendimize itâati emrettigi gibi, ona muhâlefeti, isyânı da yasaklamıştır.

Haklılığımızı bir başka ayetler de ispatlıyorum.

NİSA SURESİ-14. Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.

80. Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!

EVET, "SADECE KUR'AN BİZE YETER" DİYEN MEZHEPSİZLERE VERDİĞİM AYETLER, ONLARA OKKALI TOKATLAR ATIYOR.İTİRAZ ETMEYİN.BU AYETLERİ BAŞKA MECRALARA SÜRÜKLEMEYİN. BAŞKA SAVUNACAK HİÇBİR DELİLLLERİNİZ KALMAMIŞTIR.BUNDAN SONRA CEVAPLARINIZIN GERİSİ LAF-I GÜZAFTIR

yeşil
21. November 2011, 05:27 PM
Ya hu kardeşim Allah ve Peygamberin yollarını ayırmak için bu mübarek ayetleri de buldunuz da eğip büküyorsunuz yazıklar olsun diyorum artık! Bu ayetlerin sizin uydurma sünnetle alakası bile yok hele ki haşr suresi.. artık pes diyorum..

80. Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!

Allah ve resulünün yolu ayrı değil zaten, Resullerin hiçbiri Sünnetullah'tan ayrı olmadığı için Resule uyan Allah'a uyar, çünkü Allah'ın kelamı ile hükmetmeye yetkilidir kendi kafasından hüküm vermeye değil işte buyur:
44. İçinde hidâyet ve nûr bulunan Tevrât'ı, şüphesiz Biz indirdik. Müslümanlaşmış kişiler olan peygamberler onunla Yahûdilere hükmederler, rabbânîler [kendilerini Allah'a adamış kişiler] ve ahbar [âlimler] da, Allah'ın kitabından kendilerinden korumaları istenilen ve kendilerinin de üzerine tanıklık ettikleri şeylerle hükmederler. İnsanlara saygı duyup ürpermeyin Bana saygı duyup ürperin. Benim âyetlerimi de az bir paraya satmayın. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.(Maide 44)

FEDAKARADAM
22. November 2011, 12:45 AM
Ya hu kardeşim Allah ve Peygamberin yollarını ayırmak için bu mübarek ayetleri de buldunuz da eğip büküyorsunuz yazıklar olsun diyorum artık! Bu ayetlerin sizin uydurma sünnetle alakası bile yok hele ki haşr suresi.. artık pes diyorum..

80. Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!

Allah ve resulünün yolu ayrı değil zaten, Resullerin hiçbiri Sünnetullah'tan ayrı olmadığı için Resule uyan Allah'a uyar, çünkü Allah'ın kelamı ile hükmetmeye yetkilidir kendi kafasından hüküm vermeye değil işte buyur:
44. İçinde hidâyet ve nûr bulunan Tevrât'ı, şüphesiz Biz indirdik. Müslümanlaşmış kişiler olan peygamberler onunla Yahûdilere hükmederler, rabbânîler [kendilerini Allah'a adamış kişiler] ve ahbar [âlimler] da, Allah'ın kitabından kendilerinden korumaları istenilen ve kendilerinin de üzerine tanıklık ettikleri şeylerle hükmederler. İnsanlara saygı duyup ürpermeyin Bana saygı duyup ürperin. Benim âyetlerimi de az bir paraya satmayın. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.(Maide 44)

O kadar hadis ve ayetler gösterdiğimiz halde peygambere itaatın farz olduğunu inkar etmeniz sizi sapıklığa düşürmüştür.Bizler asla Kur'andışı konuşmayız ve ayetleri de inkar etmeyiz..

Sünnetullah, Allah'ın doğa kanunları yani şeriat-ı fıtratiyedir,yaradılış gerçekleridir, yarattığı işlerdir....Şeriat-ı garra ise Kur'an'da ki koyduğu kanunlardır, yani kesin hüküm sayılan muamelat emirleridir..

PEYGAMBERİMİZİN SÜNNETİ İSE, ONUN BİZZAT KENDİ YAPTIĞI VE "YAPIN!" DEDİĞİ İŞLERDİR.YANİ HADİSLERDEN ÖĞÜTLERDİR.

AYETLERİN SADE MEALLERİYLE AMEL ETMEK BÜYÜK BİR EKSİKLİKTİR.PEYGAMBERE UYMAK VE ONA İTAAT ETMEK FARZDIR.PEYGAMBERİ DIŞLAMAK KÜFÜR VE SAPIKLIKTIR.

hiiic
22. November 2011, 06:04 PM
Allahın sınavı ne de derin

Hep düşünmüştüm hristiyan ülkede doğan bir kafirin suçu nedir diye... doğduğunda anadan babadan atadan hristiyanlık öğreniyor oysaki biz hazır islam inancıya doğluyoruz bu torpilin sebebi nedir diye.
Hatta bir tarikat sohbetinde evliyanın birisine sormuştum da bana "müslümanlar seçilmiş, biz tarikattakiler ise seçilmişlerden seçilmiş ruhlarız" demişti. Bırakın Yüce Allahın adalet kavramını, benim adalet anlayışıma bile ters geldi.

Meğer durum çok açık :) ha müslüman ülkede doğmuşsun ha hristiyan yada yahudi yada diğer geleneksel atalarına bağlı bütün inançların yaşandığı kabileler. Hepsi eşit.
Ayette belirten üzere, bütün şirk ve zanlardan sıyrılıp Mutlak Olan Allaha saygı ve huşuyla yönelebiliyor, ona çağırabiliyor musun? işte bütün mesele bu, Kuran da tevratta yada yazılmış gönderilmiş diğer bütün gerçeklerin insanlara umduk yada ummadıkları yerden yaklaşması Allaha göre çok kolay...

Meğer müslüman ülkede doğan müslüman ile hristiyan ülkede doğan hristiyanın amel ve iman açısından bi farkı yokmuş. Ötede İsa ve diğer azizleri Allaha yaklaşma vesilesi arayanlar Burada Muhammet peygamberi ve evliyaları kendisine vesile arıyor. Ve aslında Muhammet peygamberle olan tek alakaları diğerlerinin İsa ile olan alakaları gibi. Peygamberlerle değil, ardlarından gelen uydurmacılarla muhataplar ve peygamberin getirdiğinden uzaklaşıyor, insanları da uzaklaştırıyorlar. Bütün hepsi içerisinden Allaha ve ahiret gününe inanıp, salih amel işleyenler Cennete gidecektir.

Şu dünya hayatı, şu imtahan küresi ne, şu doldur boşalt durağı ne ince hesapla ne fitnelerle hesaplanmış.

FEDAKARADAM
22. November 2011, 07:54 PM
Allahın sınavı ne de derin

Hep düşünmüştüm hristiyan ülkede doğan bir kafirin suçu nedir diye... doğduğunda anadan babadan atadan hristiyanlık öğreniyor oysaki biz hazır islam inancıya doğluyoruz bu torpilin sebebi nedir diye.
Hatta bir tarikat sohbetinde evliyanın birisine sormuştum da bana "müslümanlar seçilmiş, biz tarikattakiler ise seçilmişlerden seçilmiş ruhlarız" demişti. Bırakın Yüce Allahın adalet kavramını, benim adalet anlayışıma bile ters geldi.

Meğer durum çok açık :) ha müslüman ülkede doğmuşsun ha hristiyan yada yahudi yada diğer geleneksel atalarına bağlı bütün inançların yaşandığı kabileler. Hepsi eşit.
Ayette belirten üzere, bütün şirk ve zanlardan sıyrılıp Mutlak Olan Allaha saygı ve huşuyla yönelebiliyor, ona çağırabiliyor musun? işte bütün mesele bu, Kuran da tevratta yada yazılmış gönderilmiş diğer bütün gerçeklerin insanlara umduk yada ummadıkları yerden yaklaşması Allaha göre çok kolay...

Meğer müslüman ülkede doğan müslüman ile hristiyan ülkede doğan hristiyanın amel ve iman açısından bi farkı yokmuş. Ötede İsa ve diğer azizleri Allaha yaklaşma vesilesi arayanlar Burada Muhammet peygamberi ve evliyaları kendisine vesile arıyor. Ve aslında Muhammet peygamberle olan tek alakaları diğerlerinin İsa ile olan alakaları gibi. Peygamberlerle değil, ardlarından gelen uydurmacılarla muhataplar ve peygamberin getirdiğinden uzaklaşıyor, insanları da uzaklaştırıyorlar. Bütün hepsi içerisinden Allaha ve ahiret gününe inanıp, salih amel işleyenler Cennete gidecektir.

Şu dünya hayatı, şu imtahan küresi ne, şu doldur boşalt durağı ne ince hesapla ne fitnelerle hesaplanmış.

Müslüman bir ülkede doğmuş bir kimse ateist oluyorsa bu da gelenekten midir?Nice aileler vardır ki müslüman kardeşlerin içinde 1 tane ateist çıkabiliyor.İman meselesi geleneğe göre değil, o bir Allah'ın hidayetindendir.ANCAK KÖRÜKÖRÜNE GELENEKSEL İSLAM ANLAYIŞINI ALLAH'DA KABUL ETMEZ.İSLAM'I KAYNAĞINDAN ÖĞRENİLMELİ YANİ KUR'AN VE SÜNNETTEN ÖĞRENİLMELİDİR.iTİKADİ MESELELERDE AYNEN BU OLMALIDIR.KUR'AN'A UYMAYAN İTİKAD BİD'ATTIR,SAPIKLIKTIR SAPMADIR,KÜFÜRDÜR.

Mesajında ki "Muhammet peygamberi" kelimesi müslümanın ağzına yakışmayan gizli bir terbiyesizliktir, onu küçük gözle görmek demektir."Allah'ın resulü Muhammed" deseydiniz sizi takdir edecektim.Lakin sizin İslam anlayışınız laikçilerin kıt İslam anlayış gibidir.Y.Nuri öztürk'ün dediği gibi; "Kur'an müslümanı, Kur'an peygamberi, Kur'an İslam'ı" demesi gibidir.Bu ise sanki İslam'a karşı yabanileşmiş, imanı zayıf veya aklı kıt anlayışı olan geri kafalı müslümanların ağızlarında ki sözcüklerdir.İslam'ı islamla Kur'an'ı kur'anla hitap edilir.başka uyduruk sözcükler takmaya da gerek yoktur.KUR'AN VE PEYGAMBERİMİZİ HAKKIYLA YÜCELTMEK VE ONU ANMAK BİR MÜSLÜMANIN ŞİARINDAN OLMALIDIR.ONA İTİBARI OLMAYAN, İTİKADI BOZUK OLANIN KONUŞMALARININ KIYMETİ YOKTUR, BU BÖYLE BİLİNE!..

yeşil
22. November 2011, 08:34 PM
O kadar hadis ve ayetler gösterdiğimiz halde peygambere itaatın farz olduğunu inkar etmeniz sizi sapıklığa düşürmüştür.Bizler asla Kur'andışı konuşmayız ve ayetleri de inkar etmeyiz..

Sünnetullah, Allah'ın doğa kanunları yani şeriat-ı fıtratiyedir,yaradılış gerçekleridir, yarattığı işlerdir....Şeriat-ı garra ise Kur'an'da ki koyduğu kanunlardır, yani kesin hüküm sayılan muamelat emirleridir..

PEYGAMBERİMİZİN SÜNNETİ İSE, ONUN BİZZAT KENDİ YAPTIĞI VE "YAPIN!" DEDİĞİ İŞLERDİR.YANİ HADİSLERDEN ÖĞÜTLERDİR.

AYETLERİN SADE MEALLERİYLE AMEL ETMEK BÜYÜK BİR EKSİKLİKTİR.PEYGAMBERE UYMAK VE ONA İTAAT ETMEK FARZDIR.PEYGAMBERİ DIŞLAMAK KÜFÜR VE SAPIKLIKTIR.


Ya hu ne meali? En çok kızdığım bir şey varsa şu mealle amel etmeyi bahane ederek kendi görüşlerini sağlamlaştırmak isteyenlerdir.. Arkadaş senin o gelenek dinini öğrendiğin fıkıh kitapları da orijinal değil meal! O rivayetler de meal! Kim mealden dinini öğreniyor acaba siz mi biz mi?? Hadi biz arapça bilmeyen geri zekalının tekiyiz bu forumda, peki arapça da dahil olmak üzere fıkıh olsun kelam olsun hadis olsun ne varsa hepsini orijinalinden tahlil eden kendini Kur'an'a adayan ve hiçbir ilim adamı/alim arasında taraf tutmadan hepsini inceleyerek sonuca ulaşan Hakkı Yılmaz(örnek veriyorum) da mı senin o iğrenç niteliklerine sahip biri? Bu nasıl bir şey? Allah adına hüküm vermek size mi kaldı? Sana bir şey diyeyim mi en kötü insan münafık insandır ama daha kötüsü de var ki bu da din adamı diye ortada dolaşanlardır(çoğunluğu).. Dinden çıkar sağlayanlardır.. Bu işe kendini adayan (karşılıksız-menfaatsiz) çok azı hariç çoğunluğunun münafık olduğunu ben değil Kur'an söylüyor.. Yetmedi tarih söylüyor..
Ortaçağ tarihini aç bak bakalım din adamlarının yaptıkları pislikleri oradan da okuyabilirsin.. Kendi yazdıklarını kutsal kitab diye yutturan din adamları.. Menfaatleri uğruna neler yapmazlar ki... Aynını biz de yaşıyoruz.. Demez mi Kur'an önceki milletlerin düştüğü tuzaklara düşmeden(onlarla imtihan edilmeden) kolayca cenneti hak edeceğinizi mi sandınız?..

FEDAKARADAM
23. November 2011, 02:09 AM
Ya hu ne meali? En çok kızdığım bir şey varsa şu mealle amel etmeyi bahane ederek kendi görüşlerini sağlamlaştırmak isteyenlerdir.. Arkadaş senin o gelenek dinini öğrendiğin fıkıh kitapları da orijinal değil meal! O rivayetler de meal! Kim mealden dinini öğreniyor acaba siz mi biz mi?? Hadi biz arapça bilmeyen geri zekalının tekiyiz bu forumda, peki arapça da dahil olmak üzere fıkıh olsun kelam olsun hadis olsun ne varsa hepsini orijinalinden tahlil eden kendini Kur'an'a adayan ve hiçbir ilim adamı/alim arasında taraf tutmadan hepsini inceleyerek sonuca ulaşan Hakkı Yılmaz(örnek veriyorum) da mı senin o iğrenç niteliklerine sahip biri? Bu nasıl bir şey? Allah adına hüküm vermek size mi kaldı? Sana bir şey diyeyim mi en kötü insan münafık insandır ama daha kötüsü de var ki bu da din adamı diye ortada dolaşanlardır(çoğunluğu).. Dinden çıkar sağlayanlardır.. Bu işe kendini adayan (karşılıksız-menfaatsiz) çok azı hariç çoğunluğunun münafık olduğunu ben değil Kur'an söylüyor.. Yetmedi tarih söylüyor..
Ortaçağ tarihini aç bak bakalım din adamlarının yaptıkları pislikleri oradan da okuyabilirsin.. Kendi yazdıklarını kutsal kitab diye yutturan din adamları.. Menfaatleri uğruna neler yapmazlar ki... Aynını biz de yaşıyoruz.. Demez mi Kur'an önceki milletlerin düştüğü tuzaklara düşmeden(onlarla imtihan edilmeden) kolayca cenneti hak edeceğinizi mi sandınız?..

Hakkı Yılmaz, tv.lere neden çıkmıyor, madem iddiasında samimi ise?Demek ki cesareti yok çıkmaya..Cübbeli Ahmet hoca bir tv. sohbetinde mezhepsiz geçinenleri yanına davet etti kimse gelmedi...

Fitneden eser kalmayıp ve din de tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” (Enfal Suresi- 39)

“Eğer sana cevap veremezlerse bil, ki onlar sırf heveslerine uymaktadırlar. Halbuki Allah’tan bir yol göstericisi olmaksızın kendi heveslerine uyandan daha sapık kim vardır?Allah zâlimler güruhunu hidayete erdirmez.” (Kasas Suresi-50)

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, İslâm’ın yalnız ismi, Kuran’ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mamur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak.

Onların âlimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı, yine onlara dönecektir.” (Beyhâkî)

Ahir zaman uleması gök kubbe altında niçin en şerli insanlardır?

Bir hıristiyan, dininin icabını yapar, bir kâfir küfrünün icabını yapar.

Gerçek müslüman küfrü sevmediği gibi, küfürde olan da hiç bir zaman iman edeni sevmez, bu tabiidir. Ve fakat bunların tahribatı sınırlıdır, çünkü hedefleri vardır.İçtekinin tahribatı ise çok büyüktür. Aslında küfrünü icra ediyor, fakat gizliyor. Başka isim taktığı için, bu başka isim sebebiyle saf müslümanlar onu hakikaten müslüman zanneder ve bazı faaliyetlerini görerek yardımda da bulunur. Ancak bütün yapılan bu yardımlar, İslam dininin yıkılmasına vesile olur.

Hakiki âlimler ise bütün hal ve ahvallerini dine uydururlar, Resulullah Aleyhisselâm’ın izinde bulunurlar.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Allah’ın âyetlerini az ve önemsiz bir pahaya değiştirmezler. Onların mükâfâtı da Rabbleri katındadır.” (Al-i İmran Suresi- 199)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde:

“Âlimler peygamberlerin vârisleridir.” buyurmuşlardır. (Buharî)

Nübüvvetin üstünde hiç bir rütbe olmayacağına göre, bu rütbeye vâris olmaktan daha büyük bir şeref tasavvur edilemez.

Allah-u Teala kötü alimleri “İlmi ile dünyalık elde edenler” diye vasıflandırarak şöyle buyuruyor:

“Onlar ise bunu arkalarına attılar ve az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kötü!” (Al-i İmran Suresi- 187)

Zira onlar hem kendileri yoldan çıkmış, hem de başkalarını yoldan çıkarmışlardır. Onların zararları yalnız kendilerine değil, başkalarının küfürlerine sebep oldukları için, zararları umuma sirayet etmektedir.

hiiic
23. November 2011, 08:21 AM
Allah-u Teala kötü alimleri “İlmi ile dünyalık elde edenler” diye vasıflandırarak şöyle buyuruyor:

“Onlar ise bunu arkalarına attılar ve az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kötü!” (Al-i İmran Suresi- 187)

efendi dediğin mahmutun servetinden haberin var mı?
En son güneydoğudan bir nakşibendi şeyhinin ölümünün ardından 20 milyon dolar nakti para ve bir o kadar yatırımı çıktı, varisleri halife ben olacağım diye birbirine girdi...
cübbeli ahmetin havuzlu villası gibi bir "eğreti dünya konağına" ben daha önce girme bile girmedim.
geçenlerde mahmut ve diğer din tacirlerine "insanlığa üstün hizmet" ödülü verdiler. İnsanlığa ve insan haklarına özellikle düşünce özgürlüğü ve insanların ekonomik, sağlık gibi sosyal ihtiyaçlarına yönelik bir hizmet olsa gerek :) İnsanlığa üstün hizmet etmiş birisinin oturduğu yerden cincilik tarzı, himmetçilik yapacak bir sahtekar olması beklenmez (!) elbette. nede olsa sadece bir hizmet değil, üstün hizmet... ödül törenine katılanlar arasında jet-fadıl ve aynı mesleği yapan daha niceleri vardı...

sen hangi alimden bahsediyorsun?


***

dini mahvedecek, onu mahrum bırakacak hocaları felan yazmışsın, şimdi o saydıklarının kimler olduğunu akledebilir misin?.. bu dini bahsettiğin gibi hocalar mahvetti. Hanifler ise temizlemeye, peygamberin getirdiği gibi ilk günkü tazeliğiyle müminlere sunmaya gayret ediyor.

keşke sağdan soldan buraya kopyaladığın bilgileri, yazmadan önce oturup dikkatli dikkatli okusan :) Yüce Allah dilemedikçe ne anlatabiliriz ki?

FEDAKARADAM
23. November 2011, 12:44 PM
efendi dediğin mahmutun servetinden haberin var mı?
En son güneydoğudan bir nakşibendi şeyhinin ölümünün ardından 20 milyon dolar nakti para ve bir o kadar yatırımı çıktı, varisleri halife ben olacağım diye birbirine girdi...
cübbeli ahmetin havuzlu villası gibi bir "eğreti dünya konağına" ben daha önce girme bile girmedim.
geçenlerde mahmut ve diğer din tacirlerine "insanlığa üstün hizmet" ödülü verdiler. İnsanlığa ve insan haklarına özellikle düşünce özgürlüğü ve insanların ekonomik, sağlık gibi sosyal ihtiyaçlarına yönelik bir hizmet olsa gerek :) İnsanlığa üstün hizmet etmiş birisinin oturduğu yerden cincilik tarzı, himmetçilik yapacak bir sahtekar olması beklenmez (!) elbette. nede olsa sadece bir hizmet değil, üstün hizmet... ödül törenine katılanlar arasında jet-fadıl ve aynı mesleği yapan daha niceleri vardı...

sen hangi alimden bahsediyorsun?


***

dini mahvedecek, onu mahrum bırakacak hocaları felan yazmışsın, şimdi o saydıklarının kimler olduğunu akledebilir misin?.. bu dini bahsettiğin gibi hocalar mahvetti. Hanifler ise temizlemeye, peygamberin getirdiği gibi ilk günkü tazeliğiyle müminlere sunmaya gayret ediyor.

keşke sağdan soldan buraya kopyaladığın bilgileri, yazmadan önce oturup dikkatli dikkatli okusan :) Yüce Allah dilemedikçe ne anlatabiliriz ki?

Son noktayı koyuyorum.

Bilmediğiniz şeylerin arkasına düştüğünüzden ve önyargılı olduğunuzdan dolayı sizi Allah'a havale ediyorum.İsmail Ağa cemaati Türkiye'nin en bilgili cemaatidir.İçlerinde cahil bulamazsınız.Bütün talebeleri bir İslam alimi olarak yetiştirilmeye çalışılıyor.Sizler Mahmud efendinin eline abdest suyu bile dökemezsiniz.İslam dünyasınca tanınmış bu alime verilen ödülü hazmedemiyorsunuz ve bilmeden utanmadan ona iftira yapıyorsunuz.İslam dünyasında çok sevilen bu hocayı yakından siz tanıyamadınız.

Kuru bilgilerle nereye kadar varacaksınız?.Yolumuz ehli sünnet ve Kur'an yoludur.Mezhepsizler bu ülkenin çakıl taşlarıdır.Onları İslam yolundan temizlemek boynumuzun borcudur.Bunlar İslam'a destek değil, köstek olanlardır.Ateizme yardım ettiklerinin farkında değillerdir.İslam camiasında hep yalnız kalmışlardır.Bunlarda sünnete riayet etmek ve peygambere itaat etmek diye bir şey yoktur.Bunlar bu ümmetin yüzkarasıdırlar. Bunlarla İslam asla yücelemez yerinde sayar, vesselam.

yeşil
23. November 2011, 04:57 PM
Son noktayı koyuyorum.

Bilmediğiniz şeylerin arkasına düştüğünüzden ve önyargılı olduğunuzdan dolayı sizi Allah'a havale ediyorum.İsmail Ağa cemaati Türkiye'nin en bilgili cemaatidir.İçlerinde cahil bulamazsınız.Bütün talebeleri bir İslam alimi olarak yetiştirilmeye çalışılıyor.Sizler Mahmud efendinin eline abdest suyu bile dökemezsiniz.İslam dünyasınca tanınmış bu alime verilen ödülü hazmedemiyorsunuz ve bilmeden utanmadan ona iftira yapıyorsunuz.İslam dünyasında çok sevilen bu hocayı yakından siz tanıyamadınız.

Kuru bilgilerle nereye kadar varacaksınız?.Yolumuz ehli sünnet ve Kur'an yoludur.Mezhepsizler bu ülkenin çakıl taşlarıdır.Onları İslam yolundan temizlemek boynumuzun borcudur.Bunlar İslam'a destek değil, köstek olanlardır.Ateizme yardım ettiklerinin farkında değillerdir.İslam camiasında hep yalnız kalmışlardır.Bunlarda sünnete riayet etmek ve peygambere itaat etmek diye bir şey yoktur.Bunlar bu ümmetin yüzkarasıdırlar. Bunlarla İslam asla yücelemez yerinde sayar, vesselam.


Evet çok bilgili cemaattir doğru dersin, tüm cemaatler toplansa bir japonyanın tırnağı kadar bilgili olamaz bu böyle biline! Sizin ilim dediğiniz kendinizin çalıp kendinizin oynadığı çoğunluğu hurafe dolu şeylerdir.. Bize bilmediğimiz şeyin arkasından gittiğimizi söylemişsiniz asıl daha önceden bilmediklerimizin peşindeydik ve bu nasıl bir din nasıl bir inanç ki bu kadar skolastik olabilir mi İslam diyorduk ve neyin ne olduğunu bize başta Kur'an olmak üzere her objektif delil gösterdi.. İslamı hurafelere boğanlar gün gibi ortada, tabi gözlerini kapatana ne anlatsan boştur Yasin Suresi tam sizler gibilerini anlatıyor.. Yazıklar olsun ki dini oyuncağa çevirdi sizin gibiler ve asıl sizler apaçık deliller gelmesine rağmen ayrılığa, ihtilaflara düştünüz neden geldi bu Kur'an? Daha öncekiler gibi dinde ihtilaflar ayrılıklar yaşamayalım diye, Kur'an tastamam apaçık her şeyi içermekte yeter ki din adamı kılıklı şarlatanlar Kur'an'ın apaçık manasını halktan gizli tutmasın, mübin olan Kur'an'a üzeri örtük meal ve mufassal Kur'an üzerine bir de Allah kelamıyla dalga geçercesine tefsir yazmasınlar, kendi yazdıklarını hak diye yutturmasınlar millete..
Yazık sizlere dilerim bir gün anlarsınız bu dünyada da diğer tarafa kalmaz, zira böylelerine helak olmak müstehaktir, ama Allah çok sabırlıdır..

galipyetkin
23. November 2011, 05:08 PM
Dün yazdığım yazıdan sonra konunun dışında kalmak istiyordum ama Sayın FEDAKARADAM'ın son yazısı beni şu yazıyı asmama mecbur etti. Bu yazı Sayın İlhami Çetin'dendir. Buyrun:

''İdeal Millet olma vasfı; akıl ederek, düşünerek ve kendisini yeniden yapılandırarak bir inanç/fikir sahibi olmak ve ona göre yaşamanın adıdır. Bizzat millet olmanın tanımıdır bu. Başkasının milletine uyarak milletleşmek ve başkasının ümmetine uyarak ümmetleşmek başka şeylerdir. İbrahim, hakikati arama ve emin olarak inanma konusunda akıl yürüten tarihin ender insanlarındandı. Bunun için, onun din, ahlak, toplum anlayışlarına “İbrahim Milleti” denilmiştir. Ve örnek gösterilmiştir. Kuran’da bu konuda ki ayetlerden bazıları şunlardır: Bakara suresi 130,135. Ali imran 95. Nisa 125. Enam 161. Nahl 120, 123 ayetler. Ayetlerde, onun kişilik ve kimlik kazanması, bilgi sahibi olduktan sonra fikir sahibi olması ve hakikatin bilgisine varıp, eski fikir ve inançlarını en güzel olanla değiştirip, kendisini dönüştürmesi ise, “Milleti İbrahim’e hanifâ” cümlesi ile tanımlanır. İbrahim ismi, ayrıca rahmet babası anlamına gelir. İmanın temeli zaten rahmet ehli olmak, yaratanı ve yaratılanları sevmek ve yaratılanlara karşı yufka yürekli olmaktır. Sünnetli kalp budur. Kalp katılığı ise hüsrandır. Önce Adalet, sonrada merhamete sarılmak ve öylece bir ömür geçirmektir salaha ermek.

Burada belirleyici kavram “Hanif” kavramıdır. Kısa anlamı putperestlikten dönen anlamına gelir. Yerleşmiş anlamı “Putperest’likten” dönmektir. Putperestliğin hangi dünya görüşü ile örtüştüğünü bilmeyenler, İbrahim’in neyi terk ettiğini bilemezler. Bu kişinin Istıfası dönemidir. Yani, önce kendisini hesaba çekme lüzumu duyar. Seçmeyi ve seçkinliği önce kendini kınayarak başlar daha iyisini, daha güzelini aramaya. Bu dönem ve düşüncenin insanına Fityan ehli denilmiştir. Bunu baştan savmacılar “Genç” olarak tefsir etseler de Ahmed Hambel bunu gerçek manasıyla ortaya koymuştur. Ahmet Hambel’in değerli sözlerinden alıntı yapalım ki, tevbe suresinin 108. ayetinde geçen Fityan kavramını yüzeysel olarak tefsir edip geçenler, dikkat etsinler. Şöyle ki;

İslam Alimleri Ansiklopedisi cilt 3 de İbn Hanbel’in güzel bahsinden…

“İlim insana ekmek ve su kadar lazımdır. İlim, rivayet ve kuru ma’lumat çokluğu değildir. İlim faydalı olan ve kendisiyle amel edilen şeydir.”

Ahmet İbn Hanbel’e sordular ki, Züht nedir? “ Züht üç türlüdür. Cahil’in zühd’ü, haramı terk etmektir. Alim’in zühd’ü helal olanların fazlasından sakınmaktır. Arif’in zühd’ü, Allah teâlâyı unutturan şeyleri terk etmektir.”

Ahmed bin Hanbel’in oğlu Abdullah, Baba fütüvvet nedir? Sorusuna; Korktuğun şey için, arzu ettiğin şeyi terk etmendir.”

İşte, kendisine hidayet edilip Resullük verilmeden ve Allah dostluğuna ulaşmadan önce böyle bir geçmişten geliyordu. Allah’ın hikmetle hidayet etmesi için insanın aklını kullanması ve mülk tutkusunu içinden atarak anti liberalist bir güzel ahlaka sahip olması gerekir. Firavn’a hidayet edilmemesinin sebebi toplumculuktan nefret etmesi ferdiyetçiliği taparcasına sevmesidir.

Kötülükten hicret, öncelikle bilgi ve fikir dünyasında yapılır. Artık o, gönül gözü açılmış, yetersiz bilgiden ve geleneklerden gelen fikirlerini, kabullerini, inanç ve imanını sorgulamış ve sonunda bu fikirlerini çürük bulmuş ve batıl fikirlerini, ilme dayanan ispatlı ve hak olanlarıyla değiştirmiştir. Zaten Kuran, İbrahim’in bu aşamayı geçirdikten sonra seçildiğini ayetle bildirir. O bir hakkı arayandır, arayış içindedir. Hidayet de böylelerine edilir. Yanaşmacılara, hidayeti Allah dışında, zanlarıyla kutsayanlardan arayanlara Allah hidayet etmez. Onun sapkın yolunu ona süsleyerek şirk ve putperestlik (Egoizm ve mülk şehveti) batağına yuvarlanmasını kolaylaştırır. Onu önce şeyhine, sonra dünya Firavunlarına uşak yapar. Çünkü körlerin kör itaatçisidir o. Zaten şirk de, putperestlik de kör itaatten başkası değildir. Zaten Allah’ın kimleri sağır ve kör ederek basiretini bağladığı bellidir. Çünkü onlar, başka kişilerin sevgi ve hürmetini Rableri olan Allah'a ihtiram ve sevgisine denk yaparak müşrik olmuşlardır. Yine maddi varlık ve güzellikleri Allah’ı sever gibi sevmiş ve sevgileri eşitleyerek putperest olmuşlardır. İşin tuhafıysa, halen hak üzerinde olduklarını zannederler. Körlüğün en kötüsü de zaten budur.

Dikkat edin, sözde mürşidin o müride verdiği belli zikirler değildir. Onu Allah hidayetinden mahrum etmesidir. Bunun dışında ki öğretisi ve onu sorgulamayan kör itaat taraftarı yapmasıdır. Bunun yanında hak din öğretisini tersine çevirerek “Allah rızası ve Allah için iş işleme” (kâr ve menfaat için değil) hak dinin esası olmasına rağmen, dini kullanan tarikatın yaygınlaştırmaya çalıştığı öğreti “Allah’a ulaşma” safsatasıdır. Kur'an'da ne kadar rucu kavramı varsa, bunu Allah zatına insanın ulaşıp eklemlenmesi olarak açıklarlar. Oysa İhlâs suresi buna müsait değildir. İnsan gibi bir yaratığın Allah’la yekvücut olmak gibi bir saçma manâya uygun değildir vahiy. Din de bunun için gelmemiştir. Kamil insan projesinin gerçekleşmesi için insan dünyaya getirilmiş ve vahiy bunun için indirilmiştir.

İnsan güzel ameller işleyecek ve bu güzel amelleri yeryüzünde Kıst’ın ayağa dikilmesini sağlayacak. Allah ta “Ben bu kulumdan razıyım” çünkü ahlaken kemâle erdi, insanlara ve insanlığa yararlı oldu, adaleti ( Kıst) ayağa dikti yolundaki rızasına kavuşmak içindir yeryüzüne getiriliş amacı. Allah kulunun iyi işlerinden razı ( memnun) olunca onu Melekût’ta överek anar. ''Ben bu abidimi sevdim sizde seviniz'' der. Onlarda onu severler ve iyi ahlaklı insanlara da onu sevdirir. Ahzab suresi 56. ayeti de benzer anlam taşır. Resulullah Yüce katta hayırla anılmaktadır. Allah müminleri de hayırla yad eder. Müminlerde birbirileri için iyilik dilemek zorundadırlar. Bunun için işlerin ve sosyal, siyasal, ekonomik faaliyetlerin çıkar gözetmeksizin onun rızasını kazanmak için yapılması şartı vardır. Zaten Ankebut suresinin tamamında verilen mesaj, örümceğin evine sığınmamak için yapılması gereken sosyo ekonomi politik yolun bulunup ona devam edilmesi emredilmektedir. Zamanın örümceği (Ankebutu) A.B.D'de karargâh kurup vakıf şirketlerinin tatlı karları ile yaklaşık iki bin yıl önce, Hıristiyanlığı da mahf eden “Mistik” tarikatçılık anlayışı ile milli mutabakatı bozmak ve kör itaatçiler yetiştirerek yabancı şirket ortakları ve Dünya Tâğutları ile uyuşan ve milletini emperyalizmin güdümüne sokanların keyfi yorumlarla insanları örümcek ağına takma çabaları artık fark edilmelidir. Fark edilerek Mustafa Kemal’in sorunun çözümünde gösterdiği yol olan ilmin mürşit yapılması yolunu devam ettirmek gerekmektedir. Kişiye değil ilkelere bağlılık önemlidir. Bu ilkeler nereden gelirse gelsin hakka, adalete, merhamete yönelikse bunlara uymak salih ameldir. Başkalarına ve insanlığa zararlı ise, işler zulüm, faili de zalimdir.

Bu yol ise, Laikliği hak dine karşı lakaytlık değil, hak olanı mükemmel bir şekilde ve yeterli ve yetenekli öğretmenlerce çok güzel bir şekilde öğretip, batılına geçit vermemektir. Yani Laikliği paravan yapıp dinin hak olanına da, batıl olanını da cepheden saldırmak yerine, idealist yorumunu ortaya koyup, hak olan sosyo ekonomi politiğe davet etmek gerekir. İdeal değerlere davet te sosyal psikolojiye uygun olan, her insanın çelişkisini kendi değerlerinden referanslar vererek ortaya koymaktır bilimsel olan. Hak ve adaletin ayağa kaldırılması için de olsa, hak dinden referans vermemekte inatlaşanları anlamak mümkün değildir. İşte lakayt olanlar bunlardır. Bu kesim Ankebut suresinin 45. ayetin hakkında çeşitli bakış açılarını sunan merhum Hamdi Yazır, çok önemli bir manasını da şöyle kayıt etmiştir.

“…Yahut Allah Taala’nın sizi anması, sizin onu anmanızdan daha büyüktür”

Ayetle örtüşen iki önemli anlamdan biriside budur. Anlamın birisi, kâr-kazanç ve meleleşmek için değil, sınaî ticari v.s faaliyetlerin Allah rızasını kazanmak için yapılmasıdır. İkinci önemli anlamı ise, böyle bir iş Allah'ı memnun edeceği için, sizi yüce katta anar. İşte bu, sizin onu anmanızdan daha hayırlıdır. Çünkü insanın kemâl projesi, yeryüzünde Allah’ı memnun edecek şeyleri sergilemektir. Salât ve Salâvat’ın sosyal ve ekonomik anlamı ayette önemle vurgulanmakta ve tarif ve tanımı yapılmış olanın doğru sosyo ekonomi politik, bunun dışındakinin güzel olmayıp, mani olunması ile kötülükten sakının emri ile oluşacak erdemli insan toplulukları oluşturmak tavsiyesidir. Bunu ancak münkerin bâhillik(cimrilik) olduğunu bilenler anlar. Bu tema ayrıca cümlenin sonunda kullanılan özel kavram “Sana’a” (sanayi, hatta fend v.s gibi onlarca anlamı olan zengin bu kavram. Hıristiyanların ahitlerini bozduklarını açıklayan Maide suresi 14. ayette de geçmektedir) kavramı ile pekiştirilmiştir. Eğer amaç insanların sosyo ekonomik faaliyetleri dışında bir şey için olsa idi, genel bir kavram olan “Amel” say gibi onlarca kavramdan birisi kullanılırdı. Zaten son kısmın anlamı da, yaptığınız cari olanın da, idealist olacak olanın da Allah farkındadır. Sizi buna göre değerlendirecektir gerçeği vurgulanarak “ Allah yapmakta olduğunuzu bilmektedir” diye söz bitirilmektedir. Şimdi mistik uyutucu bunda bulunmayan anlamı niçin öğretisine dayanak yapar da, namazın-saâtın, insanlar için güzel ve hayırlı işler yaparak rıza kazanmaya giden anlamını örterek, pasifist bir toplum yaratmak ve yandaşları ile malı götürmeyi gözden kaçırarak örtmek istemektedir? Tabi ki insanlar, Allah’larını dilleri ile de yâd (Zikr) edeceklerdir. Bunun için bir piramitsel tahakküm kurup, akıllarını ipotek altına almaya ne gerek vardır. Maksat, eşitliksiz düzeni fark etmeyecek, insanın kör itaatini pekiştirerek her alanda ki müstevlinin nüfuzu altına girmeye hazır tutmaktır denilebilir

İşte İslam da vahi’nin amacı “Allah’a ulaşmak “ değil, Allah tarafından iyilikle yâd edilmesi ve Melekût’ta anılması için güzel ahlaklı olması ve böyle bir sosyo ekonomi politik tavır sergilemesini hedeflemiştir. Her işte, Allah’ın zikredilmesi; iş yaparken, ticari, siyasi, ekonomik faaliyetlerde bulunurken, Allah rızasının daima hatırda tutulması, Allah’ı zikretmenin en üstün biçimidir. Bu ise, Salât-Salâvat ehli olarak, hem ihtiramını yerine getirerek ulûhiyette kıst üzere olmak, hem de insani ilişkilerde kıstı sistemin temeline oturtarak, emri bil marufa (İlim ve aklın yüksek faaliyeti ile tarif ve tanımı yapılmış şeyleri) sosyal siyasete hâkim kılmak, ahlaka, iffete, kavama, hayaya yönelerek, insanların sosyal, siyasi ve ekonomik açıdan dosdoğru olmasıdır. Rabbim Allah’tır deyip, sonra dosdoğru olmak ibadetin ta kendisidir.Bu tanımla biliriz ki,”Millet” kavramı, tekâmülün başını oluşturur.

Millet kavramı ile tanımlanan şey, kendini fikir dünyasında yenilemek ve bir miktar da bireysel yaşama uygulamaya çalışmaktır. Ama hâlâ amorf veya hetorejen bir toplum içindedir, henüz ilkeli bir toplum oluşturmak ve homojen bir toplum yapısına kavuşmak aşamasına gelememiştir. Bireysel çapta ilkelidir. Erdemi ilke edinmiştir. Çevresinde yeteri kadar güç birliği edecek insan yoktur veya erdemlilerin çoğunlukta bulunduğu coğrafyadan uzaktır. Bunun için de idealini dışa yansıtamaz, çevresini değiştirip dönüştüremez. Bunun için de, doğru düşünür ama mücbir sebeplerden dolayı bunu hayata yansıtamaz, örnek bir toplumu kuramaz. Yani bireyleşmiş, millet olmuş ama milletleşememiş, hukukun üstünlüğünü ilke edinerek ümmetleşememiştir veya milletleşememiştir. Yani, aynı düşüncede olanlarla milletini toplumsallaştıramamıştır. Aynı idealist değer yargılarına sahip bireyler oluşturup, toplumlaştıramamıştır.

Oysa Ümmetleşmek milletleşmeden sonraki Kemâl safhasıdır. Tabi ki doğru ümmetleşmek böyledir. Eğer yerel değişim ve dönüşümlü bir toplum kurup ayakta duracak kadar değişim ve dönüşümü gerçekleştirememiş ve bu imkânsızsa, çözüm yollarından birisi o coğrafyadan göçüp, kendisine bağımsız bir yurt edinmesi gerekir. Göçün istikameti ise, halen kurulmuş bir erdemli toplum varsa, ona doğrulur. Veya halen yeryüzünde sahipsiz ve vatan olmaya müsait arz parçaları varsa, orasının idealist topluma vatan yapılmasıyla mümkündür. Önce gelenek ve görenekten gelen fikirlerden hicret etmiş, milletleşmişti. Şimdi ise, bağımsız bir toprak parçası edinmek, erdemli hayat sürmesine engel olacaklardan sâlim olmak gerekir. İşte kendisi gibi erdemlilerle özgür bir toprak parçası üzerinde doğru ilkelere göre yaşamak için, ilkeli birlik için yapılan ahitten sonra oluşacak erdemli toplum safhasına ümmetleşme, güruhluktan kurtulan bu insan toplumuna da ümmet denilir. Yinede milletleşme ile ümmetleşme iç içedir. Çünkü “Ümm” kavramı doğal yapı ve fıtratla da ilintilidir. Öyle ise ümmetleşme bir anlamda milletleşerek varılan milli mutabakatı devam ettirme iradesinin kuşaklara aktarılması sonucunda devamı safhası diye de tanımlanabilir.(İstiklâl savaşında böyle yapılmıştı.)......

Bu amaçla yapılan, fikren kendini yenileme ve erdemli toplumu kurmak için verilen çabayı da kapsayan gayrete cihat denilir..... Onlar düşünen akıl edenlerdir. Bu öncelikle bilinçlenip taakkul, tezekkür, tefekkür etmekle başarılacak bir sürece girmektir. Onun için, öncelikle kendini hesaba çekme ve kendisiyle hesaplaşma ile işe başlanır. Kavramlar yeniden ele alınır, önceki kabuller, gelenekler, görenekler sorgulanır. Her şey yerli yerine oturtulur. Bu bir Istıfa işidir. Failine de MUSTAFA denilir. Yani hicret önce iç âlemdedir. İyilikler ve kötülükler yeniden ele alınır. Bunun için de âlemlerin Rabb’inden sadır olan ilimden yararlanılır. Çünkü âlemleri yaratan da, İnsanı yaratan da O’dur. En iyinin ve en güzelin bilgisi ve buna dayalı erdemli hayat onun katındadır. O, doğru yolu kolayca bulalım diye bize gerçek değerlerin tam listesini vahiylerle vermiştir. Dikkat edilecek şey ise, aslı ile yorumları bir tutmamaktır. Yoksa Talmud kafası ile körleştiriliriz bazı malum kişi ve gruplar gibi. Sadece atalarınıza ümmet olur Atavist ismini alırsınız.

Buradaki bitmez tükenmez ilmi ancak Faruk ve mümeyyiz olanlar, seçmesini bilenler, öz eleştiri yapabilenler alırlar. Bunlardır ki, evrendeki mikro düzeydeki denge ile makro düzeydeki denge arasındaki ahengin farkında olanlar. Önce asıl kaynağından ve gerçek ilimden bilgi sahibi olurlar. Sonra bunu fikir olarak depolarlar. İşte Atavist olmayanlar da, günü taklit etmeyen(çağdaş veya görenekçi) olmayanlar da bunlardır. Çünkü ideal olan, çağı aşmaktır. İlkeli olmak bireyleşmek de budur işte. Önce aklı ipotekten kurtarmak gerekir. Bunun için de, atacı olmak ve de taklitçi olmak belâlarından arınmak, bağımsız akıl etme yeteneği kazanmaktır. Kişilik ve kimlik kazanmaktır. Sebep sonuç arasında bağıntı kurmak, ilk sebebe kadar gidebilmektir. Analiz ve yeniden sentezleme yapabilmektir. MUSTAFA olmak, yakın sebeplerde kalmamak, parçanın bilgisiyle(bilimle) yetinmemek, bütünü aramak ve bütüne varmak için daima İLİM aşamasında ilerlemektir. İlkelerden hareketle, ilkelere varmaktır. Kavramları doğru tanımak, içlem ve kaplamını keşfetmek ve fikir dağarcığına depo ederken de, kavramı iyi sağabilmek yetisi kazanmaktır. Sonra sentezleyerek evrensel konumunu kavramak gerek.

Bu ise her gün biraz daha bilgisizliğinin farkına varmaktır. Bunu keşfeden birey narsis ve hedonist olamayacağı gibi, Allah dışında kimseyi de Rab edinmez. Kimseye de rab (Efendi) olmaya kalkışmaz. Aklını ve kendini kimsenin köleliğine terk etmez. Var ve mevcut olanın(Rayiç veya cari) dışında bir mükemmellik, bir kendinden güzel, kendinden iyi olduğunu fark eder ve onun kendisinde ve yakın çevresinde olmayan olduğunu fark etmiştir. İşte idealite de budur. Bir başka deyimle çevresindekilerin de mükemmel olmadıklarını ve mükemmele muhtaç olduklarını fark etmiştir. KEMÂL'e yönelmek, kendisini bütünleyecek parçayı aramaktır bilinçlenmek. Bu benzerleri ile sıkı fıkı ilişki kurmaya yönelişi gerektirir. Sonra, eksiği olmayana dayanıp inanmak gelir ardından. O ise Hakk’dır. Bu sadece ihtiyaçtan değil, aynı zamanda KEMÂL’e hayranlıktan doğan bir yöneliştir. Evrende mutlak erdem ve bununla Ahlaklanan biricik var, Allah’tır. Allah’a yönelmek, erdeme ilgi ve yöneliştir. Erdemli olmayı sevmeyen veya işine gelmeyenin böyle bir ilgisi olamaz. Kör ve sağır olanlar da bunlardır. O bozuk olan geçerli olana razıdır. İçinde iyilikten kırıntılar taşıyanlar ise başkadır. Güzele yönelme isteğini içinde duyanlar da bunlardır.

(Bizim neden Gazi MUSTAFA'ya, neden Gazi KEMÂL'e Yani GAZİ MUSTAFA KEMAL'e bağlı olduğumuzu ve onun Rahman'ın ahlâkı ile 'donanmış olan ortaya koyduğu fikirlerine' bağlı olduğumuzu ve neden O'na ATATÜRK dediğimizi, senin gibi ''Peygamber ve sünnet tesettürü'' gerisinde şeyhine tapanlar, neden ATATÜRK'e tapmadığımızı, neden Millet olarak onun fikirlerine yöneldiğimizi anlayamazlar. Meczublar anlayamazlar. İstersen son iki paragrafı bir daha, bir daha, bir daha oku bakalım beyninin zincirlerini kırabilecek misin? Sen T.B.M.M. ifadesindeki BÜYÜK MİLLET ile ne anlatılmak istediğini bile bilemezsin.)

Yönelmek için de, önce erdem nedir, sorusuna doğru yanıt bulmak gerekir. Sonra hangi fikir ve eylem erdemdir. Bu soruların doğru yanıtını ancak, akıllarını gelenekçi ve görenekçiliğe ipotek etmemiş gerçek akıl sahipleri, akıl etmenin yol ve yöntemini bilmek ve bulmak sureti ile başarırlar. İşte Istıfa budur. Önce kişi kendinden başlar eksiklikten huzursuz olup, mükemmellik ihtiyacı duymaya. Kendisini yeniden yapılandırmak ve gerçeği arama lüzumu duymak eğilimidir bu. Modernizm insanı işte bunu terk etti. Hakikat nedir arayışını bıraktı ve faydalı nedir, fırsatçılık daha iyidir ilkesizliğine kapıldı. Seçici olmak insanlaşmaya çalışmaktır. Belleğindeki fikirleri yeni ve doğru bilgi eşliğinde tekrar analiz ve sentezler, böylece bilgiye ve doğru bilgiye dayanan yeni kazanımlarla fikir oluşturur. Bunu kendini yenilemek için yapar. Şeylerin cüzi ve kopuk bilgisi anlamına gelen bilimin içinde bulunduğu ''evrensel bilim'', yani ilim, ölçü alınarak yeniden yapılandırmaktır. Bir başka deyişle bilim gereklidir, ama yeterli değildir, ilkelerine sadık kalma işidir bu. Parçadan bütüne varmak kemâl arayışının gereğidir. Bir anlamda da bilim fazilet içindir, ilkesinin kabulüdür. Bunun içinde, bilimin ona sahip olan kişiye sağladığı fayda ile yetinmeyip, evrensel faydası nedir ile meşgul olmaktır. Bu fayda herkes için midir sorularını sorup, olumlu cevap alma istek ve iradesidir. Çünkü bilim ona sahip olana güç verir. Ancak bu güç, güçsüzler için de zararınadır. Güçsüzlüklerinin daha da zaafa uğraması sonucunu doğurur. Öyle ise, bilimin ilimle denetlenmesi, yani evrensel fayda ve zararlarının göz önün de tutulup, herkes için iyi herkes için faydalı ilkesi sınırları için de kullanılmasının düzenlenmesinin ismidir erdemli düşünmek ve erdemli olmak.

(''Hayatta en hakiki mürşit ilimdir'' diyen GAZİ MUSTAFA KEMEL ATATÜRK'ü neden ATA olarak kabul attiğimizi belki yukarıdaki satırları okurken sezebilmişsindir.Ama zannetmem.)

Bu, en güzelin, en iyinin aranması “köküne inmek” olarak isimlendirilebilir. Yani ilke ''kök bilimi'' ve ''ilke bilimi''dir. Ümmet olmanın bir başka anlamı da “Ümm” kökünün bilimi, şeyin köküne-esasına inmek, ilkeleri belirleyip onları benimsemektir. Onun literatüründe, görenekçi ve gelenekçi olmayan, bilimsel analizler yaparak bilimi esas alan, ilimle, biliminin denetimini yapmayı akıl eden ve böyleleri ile bir birlik oluşturma ve itidal üzere yaşamayı mefkûre edinen kişiye ümmet denilir. Yani Milleti (fikri ve ahlakı ) güzel olanların, idealistlerin milletleşmesi İbrahim milletliğidir. Çünkü onlar Rahmet babalarıdır. Erham’dırlar. Mübalağa ile sever, Mübalağa ile acırlar. İdeal olan ve kandaşlığın fanatik çemberini kıranlar ve onu aşanlarda bunlardır. Errahmanerrahimin’in ahlakı ile ahlaklanmışlardır... Bunlar (Çok merhametliler) parçanın detaylı bilgisi anlamına gelen bilime inerler, ama burada kalmayıp ürettiklerini tekrar sentezleyerek ilimle bunu evrenselleştirenlerdir. Bilimde kalanlar erdemi önemsemezler. Onlar, bilimin günlük getirisi ile yetinir, gerçeği araştırmazlar. Bu ikisi arasındaki en belirgin fark, yasalaştırma alanında, kanun yapanla hukuk yapan arasındaki fark kadar derindir. Kanunla yetinip, evrensel ilkeleri(ilmi) ihmal eden, bir pozitivist gibidir bilimde kalan. Böyle birisi nasıl adaleti yakalayamazsa, bilimde kalanda hakikati yakalayamaz. Bilim gereklidir, ancak yeterli değildir.

Bilimle ilim arasındaki farka, hukuk alanından örnek vermemiz tesadüfî değildir. Sözü vahyi asıllarıyla onların yorumlarının kanunlaştırılmasındaki yetersizliğine değineceğimiz için örneği oradan verdik. Bir başka deyişle kanunda kalan, iyi bir kural resmileştiricisidir, kendisine fıkıhçı denilebilir. Ama, hukuku ihmal ettiği, evresellikten bihaber olup, erdemle ilgilenmediği için, iyi bir şeriatçı(evrensel hukuku bilen ve erdemi cari kılan) değildir. Kanuncu herhangi bir davranışı resmileştirdiği ve bunu maksat edinip, bununla yetindiği, ilme ulaşıp hukuku hesaba katmadığı için, hayrın hizmetinde olabileceği gibi, pek ala,şerrin hizmetinde de olabilir.Çünkü erdem şartı, ilimle denetlenmemiştir. İlimsellikten habersiz ve bu alana ilgisiz olanların bir kesimine, felsefe alanında “görgücüler” denilir.Yine bir kısmı, gnostik, bir kısmı agnostik, bir kısmı materyalist düşünce yapısına sahiptirler. Hepsi de çıkar açısından Maddeci, yani egoist materyalisttirler. Üzüm peşindedirler, bağcıyı sormazlar. Fikir dünyaları pragmatist, Makyavalist, oportünisttir..Üzümü yer bağını sormazlar. Bağcıya vefaları yoktur. Başkalarının ne yiyip, ne yiyemedikleri onların ilgi alanında değildir....

Oysa realite hakikat değil göreceli gerçekliktir. Hakikat kavramı ise çok kapsamlı olup, ayrıca gerçek üstücülük deyimini kullanmayı gerektirmez. Çünkü göreceliliğin ötesini zaten kendiliğinden içermektedir. Anti idealist oldukları için, idealizmi hayalcilik olarak niteleyip akıl etmeyenlere yuttururken, bununla yetinmeyip, geçmiştekini ve halen mevcut olanı idolleştirmek gayelerini pekiştirmeye çalışırlar. Oysa bu kesimin kasıtları “Gayb”(idealite)yi inkârdır. Yani kasıtları erdemi yok saymaktır. ''İnsanın idealize olması mümkün değildir'' fikrini yerleştirmeye çalışlar. Onun hayvani yönleri baskındır, öyle ise, ''doğal temayülü istikametinde onu serbest bırakmak ve teşvik etmek, bunu kısıtlayan ilke ve kuralları değerden düşürmek gerekir'' fikrini yerleştirmektir amaçları. Bütün özelleştirmecilerin görüşleri budur. Bu tezi savunmanın, ''ahlak ve din iflas etmiştir'' demekten başka anlamı mı vardır? Bir kısmı bir de sıkılmadan dindar olduklarını iddia ederler. Bu ise nefse tapım dinini teşvik etmektir. Bu ise eski bir pagan dinidir. Promosyonla verimliliği artırmak diyebiliriz. Prometheusçuluk budur. Başka bir deyimle, ''insanın koşarcasına yarışması için, maddi getiri karşılığında gayrete getirmek gerekir'' ön kabulüdür. İnsan Allah için değil, çıkar için gayret gösterir demektir bu. Bu ise Sekuler düşünceden başkası değildir. İster kendilerine maddeci, ister faydacı ve fırsatçı deyiniz, idealiten uzak insanlardır. Kendilerini gnostik veya agnostik olarak tanımlamaları hiç önemli değildir. Buna çok tipik bir örnek Türkiye gnostik, agnostik, materyalist ve realitecilerini misal verebiliriz. Geleneksel dini inançlarını sorgulamayan bir kısım muhafazakâr kesimin gnostiği de agnostiğide özelleştirmeden yanadır. Yani insanlar Allah rızası, vatan sevgisi, Sıla-ı rahim-halkçılık ilkesine göre motivize edilemezler, onlar ancak maddi çıkarlarda serbest bırakılarak gayrete getirilebilir tezini benimsemekten başka şey mi söylemektedirler? Bunun dini ve Allah için iş yapmanın dini ilke olduğunu inkâr etmekten ne farkı vardır? Ya ahmaktırlar, yada milleti ahmak yerine koymaktadırlar.

(Allah, ateistlerle uğraşmayıp bunlara yüklendiğinden, bakışları kendi üzerlerinden onlara yöneltmek için de ağızlarından ateist lafını düşürmezler. Parmakları hep onları gösterirken cambaza bak cambaza oyunu bunların en hoşlandıkları oyundur. Herkesle kavgalıdırlar, hakaret en başat hitap sitilleridir ve bunu ''hitabette sanat'' olarak sunarlar)

Böylece, maddi gelişmenin sağlanacağını ve ”dünyada cennet yaratmak” olarak özetlenecek yemlerini tuzaklara yerleştirirler. Oysa cennet, ot ve et tutkunlarının aradıkları ve sandıkları maddi zevkler galaksisi ,(göğüsleri yeni tomurcuklnmışların sunulduğu yer) değildir. Bundan daha güzel olan bir şey vardır ki, oda güzel ahlaklı insanlarla birlikteliğidir. Kendileriyle olunmaya, hakiki dostluk yarenliklerine doyulamayan canların birlikteliğidir. Bunu Materyalist kindarlar, hasetçiler, kavgadan, ezip yok etmekten haz duyan ilkel libido mecnunları asla bilemezler.

Zaten aklın zevkleri(sevinçleri), onlara göre değildir. Bunlardır, atomu parçalayanlar ama, halen atomcuların materyalist tezlerini uyduruk felsefelerini atomla birlikte parçalanıp yıkıldığı görmezden gelenler. Bunlardır, parçalanan atom biliminde kalıp, onun ilmine ulaşıp, maddenin mutlak olmayıp arka planı bulunduğunu idrak etme yerine, onu silah haline getirip yüz binlerce insanı yok etmek için kullananlar. İlme geçemeyip, bilimde kalmanın acı sonuçları bununla da bitmez. Bununla da yetinmeyip, tüm dünyayı ve insanlığı toptan yok edecek açık ve gizli plan ve projeler yapanlar da insanın ilkel libidosunun mülksel ve cinsel zevklerini serbest bırakmanın ismi olan, serbest yer ve serbest piyasa doktrinini savunan etçi ve otçu güruhtur bunlar. Globalleşen şey de işte bu insanlık dışı olma halidir''.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

FEDAKARADAM
23. November 2011, 06:20 PM
Evet çok bilgili cemaattir doğru dersin, tüm cemaatler toplansa bir japonyanın tırnağı kadar bilgili olamaz bu böyle biline! Sizin ilim dediğiniz kendinizin çalıp kendinizin oynadığı çoğunluğu hurafe dolu şeylerdir.. Bize bilmediğimiz şeyin arkasından gittiğimizi söylemişsiniz asıl daha önceden bilmediklerimizin peşindeydik ve bu nasıl bir din nasıl bir inanç ki bu kadar skolastik olabilir mi İslam diyorduk ve neyin ne olduğunu bize başta Kur'an olmak üzere her objektif delil gösterdi.. İslamı hurafelere boğanlar gün gibi ortada, tabi gözlerini kapatana ne anlatsan boştur Yasin Suresi tam sizler gibilerini anlatıyor.. Yazıklar olsun ki dini oyuncağa çevirdi sizin gibiler ve asıl sizler apaçık deliller gelmesine rağmen ayrılığa, ihtilaflara düştünüz neden geldi bu Kur'an? Daha öncekiler gibi dinde ihtilaflar ayrılıklar yaşamayalım diye, Kur'an tastamam apaçık her şeyi içermekte yeter ki din adamı kılıklı şarlatanlar Kur'an'ın apaçık manasını halktan gizli tutmasın, mübin olan Kur'an'a üzeri örtük meal ve mufassal Kur'an üzerine bir de Allah kelamıyla dalga geçercesine tefsir yazmasınlar, kendi yazdıklarını hak diye yutturmasınlar millete..
Yazık sizlere dilerim bir gün anlarsınız bu dünyada da diğer tarafa kalmaz, zira böylelerine helak olmak müstehaktir, ama Allah çok sabırlıdır..

Asıl size yazıklar olsun diyorum..Beni illa zorla yazdıracasksınız.

İslam'da hurefa yoktur.Tassupluk yoktur.Bid'at yoktur. Riyakarlık yoktur.Sizler kendi re'ylerinizle Kur'an'dan hüküm çıkarmaya çalışıyorsunuz..Ben size öyle ayetler gösterirdim ama sizler bu ayetlerin anlamlarının sırlarını bilemeyeceğinizden dolayı yazışmak istemiyorum.Siz, mezhepsizler sayesinde nice cahil cühela gençler ateist oldular.Bunun vebalini kıyamet gününde çekeceksiniz.Dinde şüphe edecek şeyler yoktur, Çözüm yolları vardır.Kur'an'ın ve sünnetin önünü tıkamayın.Dikkatli konuşun.Kur'an'da aklı zorlayan ayetler vardır bundan gafilsiniz.

GİDECEĞİNİZ YOLDA PİLOTSUZ ŞOFÖRSÜZ GİTMEYE ÇALIŞIYORSUNUZ.EĞER O PİLOT VEYA ŞOFÖR SARHOŞ VE ACEMİ İSE YOLCULARINA VE KENDİLERİNE ZARAR VERİR CANINDAN OLUR,ÇOK CANLAR YAKAR.İŞTE BU PİLOT VEYA ŞÖFOR SAĞLAM GÜVENİLİR OLMALI YOLUNU, İZİNİ, ROTASINI İYİ BİLMELİDİR.İŞTE BİZ; DİNDE UZMAN, ÜSTAD, ALİM, MÜCEDDİD, OLANLARIN YOLUNDAYIZ.BİZ DE TAASSUPLUK YOKTUR.YANLIŞLARDAN GERİ DÖNERİZ.."BENİM ŞEYHİM HER ŞEYİ BİLİYOR" DEMEYİZ.BİZ; ADALETLİ, DOĞRU VE DÜRÜST,AKILI KİMSELERİN PEŞİNDEN GİDERİZ.UNUTMAYINIZ Kİ SÜRÜDEN AYRILAN KOYUNU KURT KAPARMIŞ.ÇOBAN SAĞLAM VE CESUR OLURSA KOYUNLARA ZARAR GETİRMEZ.HERŞEYİN BİR USTASI VARDIR.ÇIRAK USTADAN İŞİNİN MAHARETİNİ ÖĞRENİR.ŞAYET O ÇIRAK USTASINI DİNLEMEZ VE HAYLAZLIK EDERSE KAPI DIŞARI EDİLİR.TASAVVUF DA BUNA BENZEMEKTEDİR."EDEP YA HU!" DEMEYEN İÇERİ GİREMEZ.EDEBE RİAYET FARZDIR.TASAVVUF BİR EDEP METODUDUR.YOLU İSE TARİKATTIR.GEÇMİŞTE NİCE ALİM, VELİ OLANLARIN HEPSİNİN TASAVVUF HOCASI VARDIR.ERENLER, EVLİYALAR BU YOLDADIR.TASAVVUF, PEYGAMBER EFENDİMİZ ZAMANINDA ADI VERİLMEYEN İSLAMİ YAŞAMA HAYAT TARZIDIR.OLMAZSA OLMAZLARDANDIR.TEK KANATLA KUŞ UÇMAZ.KIRIK KANATLARLA DA KUŞ UÇAMAZ.

SİZLER İSLAM'I BİR KAVANOZA KOYMUŞ ONU BEKLETİLEN TURŞULARA KONSERVELERE ÇEVİRMEYE ÇALIŞIYORSUNUZ..İSLAM MADDİ VE MANEVİ ALANLARDA HER YERDE HÜKÜM SAHİBİDİR.BUNU O KIT VE BAĞNAZ AKILLARINIZLA KEŞFEDEMEZSİNİZ.İLİM ÖĞRTENMEK İSTEMEYENİN DİNDE YERİ YOKTUR.

YUNUS EMRE HZ.LERİ DE TASAVVUF EHLİNDENDİR.İŞTE ONUN DİVAN EDEBİYATINDAN, İLAHİLERDEN BİR KISMINI AŞAĞIDA SİZE NAKLEDİYORUM BUYRUN OKUYUN...

“Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
yaratılanı hoş gör
Yaradandan ötürü

Dört kitabın ma'nisi
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır

Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
elin yüzün yumaz değil.

Yetmiş iki millete bir
Göz ile bakmayan
Şer'in evliyasiyle
hakikatte âsidir.



Şeriat, tarikat yoldur varana

Hakikat, marifet ondan içeri



Sen sana ne sanırsan
Ayrığa da, onu san
Dört kitabın manası
Budur eğer var ise”

yeşil
23. November 2011, 07:38 PM
Asıl size yazıklar olsun diyorum..Beni illa zorla yazdıracasksınız.

İslam'da hurefa yoktur.Tassupluk yoktur.Bid'at yoktur. Riyakarlık yoktur.Sizler kendi re'ylerinizle Kur'an'dan hüküm çıkarmaya çalışıyorsunuz..Ben size öyle ayetler gösterirdim ama sizler bu ayetlerin anlamlarının sırlarını bilemeyeceğinizden dolayı yazışmak istemiyorum.Siz, mezhepsizler sayesinde nice cahil cühela gençler ateist oldular.Bunun vebalini kıyamet gününde çekeceksiniz.Dinde şüphe edecek şeyler yoktur, Çözüm yolları vardır.Kur'an'ın ve sünnetin önünü tıkamayın.Dikkatli konuşun.Kur'an'da aklı zorlayan ayetler vardır bundan gafilsiniz.

GİDECEĞİNİZ YOLDA PİLOTSUZ ŞOFÖRSÜZ GİTMEYE ÇALIŞIYORSUNUZ.EĞER O PİLOT VEYA ŞOFÖR SARHOŞ VE ACEMİ İSE YOLCULARINA VE KENDİLERİNE ZARAR VERİR CANINDAN OLUR,ÇOK CANLAR YAKAR.İŞTE BU PİLOT VEYA ŞÖFOR SAĞLAM GÜVENİLİR OLMALI YOLUNU, İZİNİ, ROTASINI İYİ BİLMELİDİR.İŞTE BİZ; DİNDE UZMAN, ÜSTAD, ALİM, MÜCEDDİD, OLANLARIN YOLUNDAYIZ.BİZ DE TAASSUPLUK YOKTUR.YANLIŞLARDAN GERİ DÖNERİZ.."BENİM ŞEYHİM HER ŞEYİ BİLİYOR" DEMEYİZ.BİZ; ADALETLİ, DOĞRU VE DÜRÜST,AKILI KİMSELERİN PEŞİNDEN GİDERİZ.UNUTMAYINIZ Kİ SÜRÜDEN AYRILAN KOYUNU KURT KAPARMIŞ.ÇOBAN SAĞLAM VE CESUR OLURSA KOYUNLARA ZARAR GETİRMEZ.HERŞEYİN BİR USTASI VARDIR.ÇIRAK USTADAN İŞİNİN MAHARETİNİ ÖĞRENİR.ŞAYET O ÇIRAK USTASINI DİNLEMEZ VE HAYLAZLIK EDERSE KAPI DIŞARI EDİLİR.TASAVVUF DA BUNA BENZEMEKTEDİR."EDEP YA HU!" DEMEYEN İÇERİ GİREMEZ.EDEBE RİAYET FARZDIR.TASAVVUF BİR EDEP METODUDUR.YOLU İSE TARİKATTIR.GEÇMİŞTE NİCE ALİM, VELİ OLANLARIN HEPSİNİN TASAVVUF HOCASI VARDIR.ERENLER, EVLİYALAR BU YOLDADIR.TASAVVUF, PEYGAMBER EFENDİMİZ ZAMANINDA ADI VERİLMEYEN İSLAMİ YAŞAMA HAYAT TARZIDIR.OLMAZSA OLMAZLARDANDIR.TEK KANATLA KUŞ UÇMAZ.KIRIK KANATLARLA DA KUŞ UÇAMAZ.

SİZLER İSLAM'I BİR KAVANOZA KOYMUŞ ONU BEKLETİLEN TURŞULARA KONSERVELERE ÇEVİRMEYE ÇALIŞIYORSUNUZ..İSLAM MADDİ VE MANEVİ ALANLARDA HER YERDE HÜKÜM SAHİBİDİR.BUNU O KIT VE BAĞNAZ AKILLARINIZLA KEŞFEDEMEZSİNİZ.İLİM ÖĞRTENMEK İSTEMEYENİN DİNDE YERİ YOKTUR.

YUNUS EMRE HZ.LERİ DE TASAVVUF EHLİNDENDİR.İŞTE ONUN DİVAN EDEBİYATINDAN, İLAHİLERDEN BİR KISMINI AŞAĞIDA SİZE NAKLEDİYORUM BUYRUN OKUYUN...

“Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
yaratılanı hoş gör
Yaradandan ötürü

Dört kitabın ma'nisi
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır

Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
elin yüzün yumaz değil.

Yetmiş iki millete bir
Göz ile bakmayan
Şer'in evliyasiyle
hakikatte âsidir.



Şeriat, tarikat yoldur varana

Hakikat, marifet ondan içeri



Sen sana ne sanırsan
Ayrığa da, onu san
Dört kitabın manası
Budur eğer var ise”




Ya hu arkadaş şaka mısın sen? Nerede ateist gördüysem Geleneksel İslam'ın getirilerinden yakınıyor. Hala daha ilgili forumlara göz gezdiririm ve bizzat üzülmekteyim. Aslında onlar çok haklı, iki arada kalmak ne kadar zordur.. Peki biz miyiz bu vebale sebep olan? Bu ne çirkin bir iftira böyle?? Ya hu bizler ne kadarız toplumda zaten çoğunluk siz değil misiniz Allah aşkına? Kimin sözü geçmekte? Hurafeler bizden mi çıktı? Mezhebleri biz mi törettik? Dinde aklın sözü geçmez diyen biz miyiz? Dinde akıl işlemez diyen biz miyiz? Kur'an meallerinin yarısı örtük biz mi örttük yoksa sizin fetva aldığınız hocalar mı? Kur'an apaçık olduğu halde ilgili birçok manayı örterek saçma sapan açıklamalar getirerek insanları dininden eden biz miyiz? Arkadaş sana samimi söylüyorum, ben de sırf bundan dolayı az kalsın dinimden oluyordum ki çeken bilir, bunca yılı boşa geçirmişim, hurafe gafletine dalmışım, din diye birilerinin fetvalarına sarılmışım.. Misal Kur'an'a temiz olanlar dokunabilir diyen ayeti bile sırf bedensel temizliğe indirgeyen(oysa ayetin maksadı şirk pisliğinden arınmış olanlardır ve mecazidir) meşhur din adamlarına kulak asmışım, Yasin Suresi'nin 69. 70. ayetleri bu kitabı bizzat diri olanları uyarmak ve öğüt olsun diye indirdik demesine rağmen ölülere okutturan(Allah ile dalga geçer gibi), bu kitab gönüllere(akıllara) şifa derken (Yunus 57) ayetleri kağıda yazdırıp muska diye gezdiren, ilaç olsun diye baş ağrısına, diş ağrısına şifa olsun diye ayet yazılı kağıtları suya batırarak mürekkepli suyu şifa niyetine içtiren biz miyiz siz misiniz? Böyle olursa doktora ilaca ne hacet? Bu mu Kur'an'ın sizden istediği? Bunu mu öğüt aldınız Kur'an'dan? Bu mudur aklını işletmek? Böyle çoook ilerlersiniz siz var ya.. İslam'ı cahiliye devrinden beter hale getirdiniz yazık..
Şimdi kime yazıklar olsun? Allah'ım sana havale ediyorum.

FEDAKARADAM
23. November 2011, 08:31 PM
Ya hu arkadaş şaka mısın sen? Nerede ateist gördüysem Geleneksel İslam'ın getirilerinden yakınıyor. Hala daha ilgili forumlara göz gezdiririm ve bizzat üzülmekteyim. Aslında onlar çok haklı, iki arada kalmak ne kadar zordur.. Peki biz miyiz bu vebale sebep olan? Bu ne çirkin bir iftira böyle?? Ya hu bizler ne kadarız toplumda zaten çoğunluk siz değil misiniz Allah aşkına? Kimin sözü geçmekte? Hurafeler bizden mi çıktı? Mezhebleri biz mi törettik? Dinde aklın sözü geçmez diyen biz miyiz? Dinde akıl işlemez diyen biz miyiz? Kur'an meallerinin yarısı örtük biz mi örttük yoksa sizin fetva aldığınız hocalar mı? Kur'an apaçık olduğu halde ilgili birçok manayı örterek saçma sapan açıklamalar getirerek insanları dininden eden biz miyiz? Arkadaş sana samimi söylüyorum, ben de sırf bundan dolayı az kalsın dinimden oluyordum ki çeken bilir, bunca yılı boşa geçirmişim, hurafe gafletine dalmışım, din diye birilerinin fetvalarına sarılmışım.. Misal Kur'an'a temiz olanlar dokunabilir diyen ayeti bile sırf bedensel temizliğe indirgeyen(oysa ayetin maksadı şirk pisliğinden arınmış olanlardır ve mecazidir) meşhur din adamlarına kulak asmışım, Yasin Suresi'nin 69. 70. ayetleri bu kitabı bizzat diri olanları uyarmak ve öğüt olsun diye indirdik demesine rağmen ölülere okutturan(Allah ile dalga geçer gibi), bu kitab gönüllere(akıllara) şifa derken (Yunus 57) ayetleri kağıda yazdırıp muska diye gezdiren, ilaç olsun diye baş ağrısına, diş ağrısına şifa olsun diye ayet yazılı kağıtları suya batırarak mürekkepli suyu şifa niyetine içtiren biz miyiz siz misiniz? Böyle olursa doktora ilaca ne hacet? Bu mu Kur'an'ın sizden istediği? Bunu mu öğüt aldınız Kur'an'dan? Bu mudur aklını işletmek? Böyle çoook ilerlersiniz siz var ya.. İslam'ı cahiliye devrinden beter hale getirdiniz yazık..
Şimdi kime yazıklar olsun? Allah'ım sana havale ediyorum.

Şu yazıyı okur musun lütfen...

MEZHEPSİZLİK FİTNESİ NASIL ÇIKTI?.

Müslümanlar arasındaki dehşet verici kafa karışıklığının başlangıcı 1970'lere dayanır. O tarihlerde Diyanet'e hakim olan zihniyet, Osmanlı idaresindeki Suriye'den Mısır'a kaçmış olan reformcu ve yenilikçi Reşid Rıza'nın Telfik-i Mezahib (Mezheplerin fıkıh hükümlerini karışık olarak uygulamak) lehindeki kitabını Osmanlıca'dan bugünkü Türkçeye çevirtip yayınlamıştı.

Bendeniz o zaman Almanya'da sürgünde bulunuyordum. 1974'te Af Kanunu çıktıktan sonra vatanıma döndüğümde şöyle bir vak'a anlatmışlardı: Bir cami, kürsüde turfa bir vaiz haykırıyor "Ey Müslümanlar! Problemlerimize çare ve çözüm getirecek çok değerli bir kitap ayınlandı. Ankara'dan yeterli miktarda getirttik, camiden çıkarken birer nüsha alınız..." Bu kitap Telfik-i Mezahib kitabıymış...

Zehi gaflet!... Farmason, taqiyyeci, yalancı, Müslümanları aldatan, Halife-i Müslimîn Gazi Sultan Abdülhamid-i Sanî hazretlerini bir İngiliz ajanı ile birlikte tahttan indirme planları yapan Cemalüddin Efganî'nin talebesi Abduh'un şakirdi bir adamın yanlış bir tezi savunan kitabını okuyarak Müslümanlar kurtulacakmış...

Bu zihniyet, ictihad yapmaya ehliyeti olmayan kimselerin işkembeden ictihad yapmalarını tavsiye ediyordu. Eskiden ümmet dört büyük müctehide bağlıydı. Şimdi bozukların ve bid'atçilerin sayesinde yüzbinlerce naylon müctehidimiz oldu.

"Kur'ân Yahudileri ve Hıristiyanları İslâm'a çağırmıyor..." diyenler bile çıktı.

Vah vah, ne günlere kaldık!..

Kıyamet'e kadar kapanmayacak bir fitne fesat, nifak şikak, çekişme, verimsiz tartışma kapısını açtılar.

Birtakım mezhepsizlerin iddia ettiği gibi dört hak mezhep bir bölünme değildir. Asıl bölünme mezhepsizliktir. Ehl-i Sünnet içinde dört fıkıh sistemi vardır. Mezhepsizlikte ise on binlerce, yüz binlerce sistem değil, sistemsizlik, kafa karışıklığı bulunmaktadır.

Artık bu işler kolay kolay düzelmez.

Mezhepsiz bid'atçiler ictihad yaptıklarını, dini doğrudan doğruya Kur'ân'dan öğrendiklerini, Kutsal Kitabımızı doğru şekilde tefsir ettiklerini sanıyorlar. Bu zan onları gururlandırıyor, kendileriyle iftihar ediyorlar, kibre düşüyorlar.

Birtakım Rafizîler de bu toz duman, bu kargaşa içinde pür ümid bekliyor. Ehl-i Sünnet Müslümanları kendi fıkıhlarını bırakacak ve onların mezhebine girecek.

Zehi gaflet... Zehi gaflet...

Mezhep ve fıkıh lehindeki bir yazımı iktibas etmiş olan internet sitesine bir okuyucu şu mail'i göndermiş: "İbn Arabî'yi destekleyenin imanından şüphe ederim."

Ne kadar aşırı fikirlerdir bunlar.

Mezhepsizlik Arap ülkelerinde Müslümanları yüceltti ve kurtardı mı ki, Türkiye'de kurtarsın?

Mezhepler putmuş... Ne hezeyanlar ne hezeyanlar...

Bu konuları Şiî kardeşlerimle tartışmak istemem. Onları kendi hallerine bırakırım. Benim sözüm Ehl-i Sünnet Müslümanlarınadır. İslâm'ı doğru anlamak ve uygulamak istiyorsanız, dört mezhepten birinin fıkhını kabul edeceksiniz ve (istisnaî ve zarurî) haller dışında bütünüyle uygulayacaksınız.

İtikatta İbn Teymiyye ve onun gibi aşırılara tâbi olmayacak, Ehl-i Sünnet imamlarına ve gerçek ulemaya tâbi olacaksınız.

Kur'ân'ı kendi re'yinizle ve hevanızla yorumlamayacaksınız.

Dinde reformculuktan ve yenilikten ateşten kaçar gibi kaçacaksınız.

Resulullah Efendimiz'in (sallalahu aleyhi ve sellem) sünnetine sımsıkı sarılacaksınız.

Ashab-ı Kiram'ın tamamını sevip sayacaksınız.

Onların bazısının arasında bundan 1400 sene evvel cereyan etmiş bazı üzücü hadiseleri dinin esası olarak kabul etmeyecek ve bunlar hakkındaki hükmü Âdil-i Mutlak olan Yüce Rabbimiz'e bırakacaksınız.

Velhasıl din konusunda tartışmayacaksınız, çekişmeyeceksiniz.

Bilmeyenler bilenlere tabi olacak. Yüce Kur'ân'da "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" buyurulmuştur.

İslâmî hiyerarşiye riayet edeceksiniz. Mezhebi, fıkhı inkar etmek bir ordudaki rütbeleri, hiyerarşiyi, disiplini inkar etmek gibidir.

Bizi Resulullah'a, O'ndan, Yüce Rabbimiz'e ulaştıran nuranî bir silsileye bağlanmak zorundayız.

Bu silsile gerçek fakihlerin ve mürşidlerin silsilesidir.

Mezhepsizlikte silsile milsile, icazet micazet yoktur. Mezhep devamlılıktır, mezhepsizlik kopukluktur.

Bazı mezhepsiz kardeşlerimi uyarıyorum. Bendenize sövüp sayarak, hakaret ederek, saçma sapan konuşarak bir yere varamazsınız.

Tefsir ve fıkıhta Resulullah Efendimiz'in iki büyük talebesi vardı. İbn Abbas ve İbn Mes'ud (radiyAllahu anhüma) hazretleri. Onlar Tabîi'nden talebe yetiştirdiler. Onlar da tebe-i Tabiî'nden... Böylece karnen ba'de karnin (bir nesilden öteki nesle) icazetli gerçek müfessirler ve fukaha yetişti. Bu devirde gerçek İslâm'ı onlar anlatıyor, öğretiyor. Bu muhterem zevata tabi olmakta büyük yararlar vardır.

Resulullah'a geçerli ve sahih bir silsile ile bağlı icazetli gerçek ulemaya, fukahaya, müfessirlere, muhaddislere ve diğer din bilginlerine bağlananlar Mevlalarını bulurlar. Bunları inkar edip, dini kendi nefs, heva ve cehaletleriyle yorumlamaya yeltenenler ise, yanlış yorumları yüzünden korkarım belalarını bulacaklardır.

Seçim bize aittir.

Mehmet Şevket EYGİ

yeşil
23. November 2011, 08:54 PM
Konuyu nereye çektiniz tebrikler.. Sanki itikatta mezheb hakmış gibi (kesin ayetlere rağmen- hakla batılı ayıran kitab geldi bölünmeyin, parçalanmayın diyen ayetlere rağmen ve daha ilgili birçok ayete rağmen, peygamberin kafadan hüküm veremeyeceğini bildiren ayetlere rağmen, Allah'ın hükmünden Peygamberlerin dışarı çıkamayacaklarını, Allah adına kafadan hüküm veremeyeceklerini aksi halde Hakka Suresi 42,43,44. ayetlerdeki tehdidin işleyeceğini apaçık görmemize rağmen daha birçok apaçık kesin hüküm bildiren ayete rağmen hala mezhebler hakmışmış vay be..) bir de ilgili ilim adamlarına iftira atmakta üstünüze yok! Yok masonmuş yok ajanmış yok bilmem neciymiş başka bir şeyle suçlayamazlardı zaten! Sen de şunu bir oku:

Bu Kadar İftira Neden Veya Mehmet Akif Yalancı mı ?

Hepimiz biliyoruz. Çoğu zaman bazı insanlar hakkında “mason, yahudi, mürted” gibi iftiralar üretilir. Bazıları bunu samimiyetle yapar. Ama bir kısım ikiyüzlüler var ki, onlar bu kirli ve çirkin kampanyaları çıkar doğrultusunda yürütürler. Ne yazık ki, bu karanlık ruhlu insanların “Türkiye” kolu var. Bunlar, iki yüzlülükleri, dolandırıcılıkları ve Müslümanları kandırmalarıyle şöhret bulmuşlardır. Allah-u Alem kalplerinde “İhlas” namına bir şey kalmamış olacak ki, bu kadar biperva davranıyorlar.





Uzun zamandır kendilerinin nerede durduğuna, battıkları çirkefe bakmadan sözde yazdıkları kitaplarda, İslam’ın en güzide ilim, fikir ve aksiyon erbabına ağza alınmayacak hakaretler ediyorlar. Bu insanlar, kurdukları finans kurumuyla Müslümanların paralarını alıp, şarkıcı, dansöz ve mankenlerin peşinde çarçur ettiklerine bakmadan , Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Seyyid Kutub, Muhammed İkbal gibi hayatını Din-i İslam’a adamış insanlara ağıza alınmayacak hakaretler ediyorlar. Aslında, Bediuzzaman ve Mehmed Akif’den de nefret ederler. Bu düşünceleriyle Müslümanları kandıramayacaklarını bildikleri için. Akif ve Bediüzzamanı sever görünürler. Bu davranışları bile tam bir iki yüzülük örneğidir. Şimdi sever göründükleri Merhum Akif’in, Merhum Cemaleddin Afgani hakkında yazdığı bir makaleyi sadeleştirerek aşağıya alıyorum. Cemaleddin masondu iftiralarına bir cevaptır.



Cemaleddin Afgani



Doğunun yetiştirdiği fıtratların en yükseği olmasa bile en yükseklerinden biri olduğu şüphe götürmeyen merhum Cemaleddin Afgani hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. İçimizde merhumu görmeyen çoksa da zannederim bilmeyen duymayan yoktur. Büyük ihtimalle sevgili okuyucularımız bu satırlarda Cemaleddin’in özel hayatına, ilmi hayatına veya siyasi hayaına ait bilgi göreceklerini zannediyorlar. Hayır, öyle etrafli bir hayat hikayesini inşallah ileride yazarız. Benim bu gün yapmak istediğim bir şey varsa o da Hazret’in temiz hatırasına sürülmek istenilen lekeyi, iğrenç iftirayı göstermek, onun özelliklerini, nereden geldiğini incelemektir.



Cemaleddin’in basılmış ve basılmamış birçok yazıları, makaleleri, konuşmaları varsa da merhumun en büyük, en ölümsüz eseri merhum Şeyh Muhammed Abduh’tur. Evet, Şinasi milletine en mükemmel hizmetini Namık Kemal’i yetiştirerek yerine getirdiği gibi, Cemaleddin de İslam alemine en kıymetli bir hatıra olarak merhum Müftüyü bırakmıştır.

İnsanın ruhuna güzellik üfleyen sihirli ve etkileyici sözleri, o feyzi hangi kaynaktan alıyordu?



Cemaleddin’in İstanbul’a birinci gelişi Ali Paşa’nın vezirliğine rastlamıştı. Merhum, Afganlılara özel o meşhur kiyafet içinde paşanın meclisine girer, kimsenin kolay elde edemeyceği, en yüksek iltifat ve hürmeti görürdü.. bu arada Cemaleddin'i takdir eden sadece Ali Paşa değildi. İstanbul’un bütün amirleri, yetkilileri, nazik davranışları, güzel giyimi, düzgün konuşması ve derin ilmi insanları kendisine hayran bırakıyordu.



Aradan altı ay kadar bir zaman geçince Cemaleddin, Eğitim meclisi üyeliğine tayin edildi. Bu memuriyeti sırasında Eğitim için düşüdüğü şeyleri hiçbir şeyden çekinmeden ortaya koymuş fakat arkadaşları bu düşüncelere katılmıyordu. Zamanın Şeyhül İslam’ı olan zat, Cemaleddin’in bu düşüncelerini kendi menfaatine aykırı bulduğu için çok kızıyor ve zavallıyı gözden düşürmek için bahaneler arıyordu.

1287 yılının ramazanındaydı ki, Üniversitenin idarecesi Tahsin Efendi (Mösyö Tahsin) Merhum Cemaleddin’den üniversite ve sanaiye teşvik etmek için bir konuşma istemişti. Cemaleddin, kuvvetli bir Türkçeye sahip olmadığını ileri sürerek, özür beyan ettiyse de Tahsin Bey’in ısrarı üzerine mecbur kalarak geniş kapsamlı bir konuşma hazırlamış ve zaman-zemine uygun olup olmadığını anlamak için ilimlerine güvendiği, bu konularda bilgi sahibi insanlara göstermişti.



Üniversitenin açılacağı gün, Cemaleddin’in konuşmasını dinlemek için İstanbul’un önemli şahsiyetleri, alimler, amirler toplanmıştı. Şeyhül İslam’da gelenler arasındaydı. Cemaleddin konuşmak için kürsüye çıkıp konuşmaya başlayınca Şeyhül İslam’da bütün dikkatini komuşmanın içinde kötüye yorumlayacağı bir iki cümleyi bulmaya vermişti.



Cemaleddin konuşmasında diyor ki; “İnsan hayatı, bir bedenin uzuvlarına benzer. Sanayinin her biri, hayat için önemli olan bedenin bir uzvu gibidir, bu ölçüdedir. Mesela; yönetici, tedbirin ve iradenin merkezi olan beynin aynıdır.



Demircilik kol,çiftçilik ciğer,gemicilik ayak gibidir…’’Cemaleddin bu gibi basit benzetmelerle bütün organları saydıktan sonra şu sonucu veriyordu: “İnsanlığın mutluluğu gözle görülür bir şekilde, cismen meydana gelir. Cismin hayatının ruh ile olabileceği yani ruhla ayakta durabileceği, hayat bulacağı göz önüne alınırsa, bu cismin, yani insanlığın mutluluğunun ruhu, nübüvvet veya hikmettir. Fakat bunlar başka başka şeylerdir.

Nübüvvet Allah’ın bir lütfudur. Çalışmakla elde edilemez. Cenab-ı Hakk yarattıklarının arasından kimi isterse bu şerefe eriştirir. Hikmete gelince, fikir üreterek, çalışarak ve bilgi elde ederek kazanılabilir. Sonra, nebi hatanadan masumdur. Halbuki hakim, hikmet elde eden kişi hataya düşebilir. Bir de nübüvvete ait hükümler, ilahi kattan indirilmiştir. Dolayısyıla batılın bütün hücumlarından kendini korur. Buna inanmak imanın olmazsa olmazlarındandır. Hikmet sahibine gelince, ona uymanın bir farzı veya mecburiyeti yoktur. Allah kelamına muhalif, aykırı olmaması şartıyla akla uygun gelen fikirleri kabuledilebilir.

İşte Cemaleddin, nubuvvetle alakalı söylediği sözler bundan ibaretti.Zaten İslam alimlerinin de bu konudaki görüşleri aynıdır. Şeyhül İslam, Merhumdan intimak almak, onu küçük düşürmek için Cemaleddin “Nübüvvet bir çeşit sanattır” diyor yalanını yaydı. Şeyhül İslam, bu iftirasını desteklemek için de; “Nübüvveti, sanayiyle iligi yaptığı konuşmada dile getirdi” dedi.



Daha sonra camilerdeki vaizlere, hatiplere Şeyh’in aleyhinde konuşmalarını emretti.Zavallı Cemaleddin aleyhindeki sözlerin kuru iftiradan ibaret olduğunu, gerçeğin anlaşılması için Şeyhül İslamla muhakeme edilmesi gerektiğini söylediyse de kimse onu dinlemedi. Olay gazetecilerin ağzına düştü. Gazetelerin bir kısmı Şeyhül İslamı bir kısmı da Cemaleddin’in leyhinde yazdılar, çizdiler…



Nihayet sevenleri Üstad Cemaleddin’e sukünet tavsiye ettiler. “Zaman bu gibi haksız iftira ve şaibeleri siler ve gerçeği meydana çıkarır” dediler. Fakat dini gayreti kadar ilmi de üst seviyede olan Cemaleddin duramadı. Şeyhül İslamla ısrarla mahkeme olunmasını istedi. Sonuç olarak bu olaylar suküta erinceye kadar İstanbul’u terketmesi gerektiği ona tebliğ edildi. Sonra isterse yine gelebileceği söylendi. Cemaleddin her yönüyle zulme uğramış bir halde İstanbul’u terk edip Mısır’a gitmeye mecbur kaldı.

İşte merhumdan ne zaman söz edilse; “ilimine, irfanına, fazlına ve siyasetine söz söylenemezse de ne yazık ki, dinden dönmüş ve Peygamberlik müessesine inanmazdı” derler. Anlamadan, dinlemeden söylenen şu sözlerin nereden çkıtığı görülüyor;

İki hasiyyet eder batıl ü hakkı temyiz!

Biri tedkik-i haberdir,biri ta’miki nazar.

.İşte Milli şair, Kamil insan Akif, Afgani ve Abduh hakkında böyle söylüyor. Peki onlara bu iftiraları atanlar kimler, milletin parasını dini alet ederek çalanlar. Haram parayla basıp dağıttıkları ve isimlerine Tam İmihal, faideli bilgiler vs. gibi isim koydukları kitaplarını almayalım. Çünkü onlar asla samimi değiller.

Fiemanillah

Yazar : A.Nusret ÇAVUŞOĞLU

FEDAKARADAM
23. November 2011, 09:13 PM
Konuyu nereye çektiniz tebrikler.. Sanki itikatta mezheb hakmış gibi (kesin ayetlere rağmen- hakla batılı ayıran kitab geldi bölünmeyin, parçalanmayın diyen ayetlere rağmen ve daha ilgili birçok ayete rağmen, peygamberin kafadan hüküm veremeyeceğini bildiren ayetlere rağmen, Allah'ın hükmünden Peygamberlerin dışarı çıkamayacaklarını, Allah adına kafadan hüküm veremeyeceklerini aksi halde Hakka Suresi 42,43,44. ayetlerdeki tehdidin işleyeceğini apaçık görmemize rağmen daha birçok apaçık kesin hüküm bildiren ayete rağmen hala mezhebler hakmışmış vay be..) bir de ilgili ilim adamlarına iftira atmakta üstünüze yok! Yok masonmuş yok ajanmış yok bilmem neciymiş başka bir şeyle suçlayamazlardı zaten! Sen de şunu bir oku:

Bu Kadar İftira Neden Veya Mehmet Akif Yalancı mı ?

Hepimiz biliyoruz. Çoğu zaman bazı insanlar hakkında “mason, yahudi, mürted” gibi iftiralar üretilir. Bazıları bunu samimiyetle yapar. Ama bir kısım ikiyüzlüler var ki, onlar bu kirli ve çirkin kampanyaları çıkar doğrultusunda yürütürler. Ne yazık ki, bu karanlık ruhlu insanların “Türkiye” kolu var. Bunlar, iki yüzlülükleri, dolandırıcılıkları ve Müslümanları kandırmalarıyle şöhret bulmuşlardır. Allah-u Alem kalplerinde “İhlas” namına bir şey kalmamış olacak ki, bu kadar biperva davranıyorlar.





Uzun zamandır kendilerinin nerede durduğuna, battıkları çirkefe bakmadan sözde yazdıkları kitaplarda, İslam’ın en güzide ilim, fikir ve aksiyon erbabına ağza alınmayacak hakaretler ediyorlar. Bu insanlar, kurdukları finans kurumuyla Müslümanların paralarını alıp, şarkıcı, dansöz ve mankenlerin peşinde çarçur ettiklerine bakmadan , Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Seyyid Kutub, Muhammed İkbal gibi hayatını Din-i İslam’a adamış insanlara ağıza alınmayacak hakaretler ediyorlar. Aslında, Bediuzzaman ve Mehmed Akif’den de nefret ederler. Bu düşünceleriyle Müslümanları kandıramayacaklarını bildikleri için. Akif ve Bediüzzamanı sever görünürler. Bu davranışları bile tam bir iki yüzülük örneğidir. Şimdi sever göründükleri Merhum Akif’in, Merhum Cemaleddin Afgani hakkında yazdığı bir makaleyi sadeleştirerek aşağıya alıyorum. Cemaleddin masondu iftiralarına bir cevaptır.



Cemaleddin Afgani



Doğunun yetiştirdiği fıtratların en yükseği olmasa bile en yükseklerinden biri olduğu şüphe götürmeyen merhum Cemaleddin Afgani hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. İçimizde merhumu görmeyen çoksa da zannederim bilmeyen duymayan yoktur. Büyük ihtimalle sevgili okuyucularımız bu satırlarda Cemaleddin’in özel hayatına, ilmi hayatına veya siyasi hayaına ait bilgi göreceklerini zannediyorlar. Hayır, öyle etrafli bir hayat hikayesini inşallah ileride yazarız. Benim bu gün yapmak istediğim bir şey varsa o da Hazret’in temiz hatırasına sürülmek istenilen lekeyi, iğrenç iftirayı göstermek, onun özelliklerini, nereden geldiğini incelemektir.



Cemaleddin’in basılmış ve basılmamış birçok yazıları, makaleleri, konuşmaları varsa da merhumun en büyük, en ölümsüz eseri merhum Şeyh Muhammed Abduh’tur. Evet, Şinasi milletine en mükemmel hizmetini Namık Kemal’i yetiştirerek yerine getirdiği gibi, Cemaleddin de İslam alemine en kıymetli bir hatıra olarak merhum Müftüyü bırakmıştır.

İnsanın ruhuna güzellik üfleyen sihirli ve etkileyici sözleri, o feyzi hangi kaynaktan alıyordu?



Cemaleddin’in İstanbul’a birinci gelişi Ali Paşa’nın vezirliğine rastlamıştı. Merhum, Afganlılara özel o meşhur kiyafet içinde paşanın meclisine girer, kimsenin kolay elde edemeyceği, en yüksek iltifat ve hürmeti görürdü.. bu arada Cemaleddin'i takdir eden sadece Ali Paşa değildi. İstanbul’un bütün amirleri, yetkilileri, nazik davranışları, güzel giyimi, düzgün konuşması ve derin ilmi insanları kendisine hayran bırakıyordu.



Aradan altı ay kadar bir zaman geçince Cemaleddin, Eğitim meclisi üyeliğine tayin edildi. Bu memuriyeti sırasında Eğitim için düşüdüğü şeyleri hiçbir şeyden çekinmeden ortaya koymuş fakat arkadaşları bu düşüncelere katılmıyordu. Zamanın Şeyhül İslam’ı olan zat, Cemaleddin’in bu düşüncelerini kendi menfaatine aykırı bulduğu için çok kızıyor ve zavallıyı gözden düşürmek için bahaneler arıyordu.

1287 yılının ramazanındaydı ki, Üniversitenin idarecesi Tahsin Efendi (Mösyö Tahsin) Merhum Cemaleddin’den üniversite ve sanaiye teşvik etmek için bir konuşma istemişti. Cemaleddin, kuvvetli bir Türkçeye sahip olmadığını ileri sürerek, özür beyan ettiyse de Tahsin Bey’in ısrarı üzerine mecbur kalarak geniş kapsamlı bir konuşma hazırlamış ve zaman-zemine uygun olup olmadığını anlamak için ilimlerine güvendiği, bu konularda bilgi sahibi insanlara göstermişti.



Üniversitenin açılacağı gün, Cemaleddin’in konuşmasını dinlemek için İstanbul’un önemli şahsiyetleri, alimler, amirler toplanmıştı. Şeyhül İslam’da gelenler arasındaydı. Cemaleddin konuşmak için kürsüye çıkıp konuşmaya başlayınca Şeyhül İslam’da bütün dikkatini komuşmanın içinde kötüye yorumlayacağı bir iki cümleyi bulmaya vermişti.



Cemaleddin konuşmasında diyor ki; “İnsan hayatı, bir bedenin uzuvlarına benzer. Sanayinin her biri, hayat için önemli olan bedenin bir uzvu gibidir, bu ölçüdedir. Mesela; yönetici, tedbirin ve iradenin merkezi olan beynin aynıdır.



Demircilik kol,çiftçilik ciğer,gemicilik ayak gibidir…’’Cemaleddin bu gibi basit benzetmelerle bütün organları saydıktan sonra şu sonucu veriyordu: “İnsanlığın mutluluğu gözle görülür bir şekilde, cismen meydana gelir. Cismin hayatının ruh ile olabileceği yani ruhla ayakta durabileceği, hayat bulacağı göz önüne alınırsa, bu cismin, yani insanlığın mutluluğunun ruhu, nübüvvet veya hikmettir. Fakat bunlar başka başka şeylerdir.

Nübüvvet Allah’ın bir lütfudur. Çalışmakla elde edilemez. Cenab-ı Hakk yarattıklarının arasından kimi isterse bu şerefe eriştirir. Hikmete gelince, fikir üreterek, çalışarak ve bilgi elde ederek kazanılabilir. Sonra, nebi hatanadan masumdur. Halbuki hakim, hikmet elde eden kişi hataya düşebilir. Bir de nübüvvete ait hükümler, ilahi kattan indirilmiştir. Dolayısyıla batılın bütün hücumlarından kendini korur. Buna inanmak imanın olmazsa olmazlarındandır. Hikmet sahibine gelince, ona uymanın bir farzı veya mecburiyeti yoktur. Allah kelamına muhalif, aykırı olmaması şartıyla akla uygun gelen fikirleri kabuledilebilir.

İşte Cemaleddin, nubuvvetle alakalı söylediği sözler bundan ibaretti.Zaten İslam alimlerinin de bu konudaki görüşleri aynıdır. Şeyhül İslam, Merhumdan intimak almak, onu küçük düşürmek için Cemaleddin “Nübüvvet bir çeşit sanattır” diyor yalanını yaydı. Şeyhül İslam, bu iftirasını desteklemek için de; “Nübüvveti, sanayiyle iligi yaptığı konuşmada dile getirdi” dedi.



Daha sonra camilerdeki vaizlere, hatiplere Şeyh’in aleyhinde konuşmalarını emretti.Zavallı Cemaleddin aleyhindeki sözlerin kuru iftiradan ibaret olduğunu, gerçeğin anlaşılması için Şeyhül İslamla muhakeme edilmesi gerektiğini söylediyse de kimse onu dinlemedi. Olay gazetecilerin ağzına düştü. Gazetelerin bir kısmı Şeyhül İslamı bir kısmı da Cemaleddin’in leyhinde yazdılar, çizdiler…



Nihayet sevenleri Üstad Cemaleddin’e sukünet tavsiye ettiler. “Zaman bu gibi haksız iftira ve şaibeleri siler ve gerçeği meydana çıkarır” dediler. Fakat dini gayreti kadar ilmi de üst seviyede olan Cemaleddin duramadı. Şeyhül İslamla ısrarla mahkeme olunmasını istedi. Sonuç olarak bu olaylar suküta erinceye kadar İstanbul’u terketmesi gerektiği ona tebliğ edildi. Sonra isterse yine gelebileceği söylendi. Cemaleddin her yönüyle zulme uğramış bir halde İstanbul’u terk edip Mısır’a gitmeye mecbur kaldı.

İşte merhumdan ne zaman söz edilse; “ilimine, irfanına, fazlına ve siyasetine söz söylenemezse de ne yazık ki, dinden dönmüş ve Peygamberlik müessesine inanmazdı” derler. Anlamadan, dinlemeden söylenen şu sözlerin nereden çkıtığı görülüyor;

İki hasiyyet eder batıl ü hakkı temyiz!

Biri tedkik-i haberdir,biri ta’miki nazar.

.İşte Milli şair, Kamil insan Akif, Afgani ve Abduh hakkında böyle söylüyor. Peki onlara bu iftiraları atanlar kimler, milletin parasını dini alet ederek çalanlar. Haram parayla basıp dağıttıkları ve isimlerine Tam İmihal, faideli bilgiler vs. gibi isim koydukları kitaplarını almayalım. Çünkü onlar asla samimi değiller.

Fiemanillah

Yazar : A.Nusret ÇAVUŞOĞLU

Mezhepsiz adamın yazısıyla mezhepsiz adamları savunuyorsunuz ama müctehidleri yerden yere vuruyorsunuz.Siz bu kadarsınız işte!.Dini parçalayan asıl sizsiniz.Mezhepsizlerin kitabını alınca bu millet tam müslüman mı oluyor mu beyefendi?Hani nerde ehli sünnet itikadı ve fıkhı?Sünneti seniyyeyi nasıl yaşayacaklar?."Kur'an bize yeter" diyenler Kur'an'ı yaşamayanlardır.Bunlar uyurgezer takımlarının figuranlarıdır.Bu millet mezhepsizlerin aklıyla mı yaşayacak?.Gidin işinize din anlayışınız kalıplaşmış ve de dar pencereden bakıyorsunuz.Merak etmeyin ictihad kapısı henüz kapanmış değildir.Ateistlerin sayısı arttıkça sizlerin hanesine kıyamete kadar günah yazılacaktır.İslam'da haram ve helal meselesini mezhepsizlerin çözdüğü görülmüş müdür?Neye göre amel ediyorlar?.Kur'an'da tam olarak belli olmayan hükümlerde neye göre fetva veriyorlar?.

Tartışmalar bitmeyeceğe benziyor.Yıllar geçtikçe ictihada ihtiyaç duyuluyor.Mezhepsizlerin verdiği karar batıldır sapıklığa yol göstermektedir.Samimi Allah korkusundan soyutlamaktır.Uyuşuk, korkak ve miskin müslüman tipi yaratmaktır.Yolunu şaşıran, önünü göremeyen zavallı insanların önünde takoz olmaktır, mezhepsizlik.

Merhum mehmed Akif'in mezhepsiz olduğuna dair rivayetler vardırŞimdi kısa bir şiiriyle onu sana havale ediyorum.Hakkında ileri geri konuşmayacağım.

ASIM isimli çok uzun bir şiirinin son kısmında diyor ki:

Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh,
Konuşurken neye dairse Cemaleddinle,
Der ki Tilmizine Afganlı,
Muhammed dinle,
İnkılab istiyorum hem çabucak,
Öne bizler düşüp İslam’ı da kaldırmazsak,
Nazariye ile bir şeyler olur zannetme,
O berahini de artık yetişir dinletme.
İnkılab istiyorum ben de, fakat Abduh gibi.

Berahin, burhan = hüccet, delil kelimesinin çoğuludur. Teselsülün butlanı demek, her şey bir sebebe bağlıdır yani her şeyi bir yaratan vardır, yaratanın da yaratanı vardır şeklindeki silsile bâtıldır. Bunları reddeden delilleri bana söyleme diyor. Yani inkılap (reform) isteyen bu reformcu, dine aykırı konuşuyor.

İslam’ı kaldırmak tabiri de hoş değildir. Yere düşmüş olan Müslümanlardır. İslam yücedir, yerde değildir. Yerdeki Müslümanlar da, İslam’a yapışıp yükselebilirler.


EY MUHTEREM KARDEŞİM.BU MEZHEPLİ -MEZHEPSİZ TARTIŞMALARI BURADA NOKTALAYACAĞIM.FAYDASI OLMAYAN BİR TARTIŞMA BEYHUDE EMEKTİR.SEN ALLAHIN YOLUNDAN GİT! HARAMLARA HELALLERE DİKKAT ET İTİKADINDA DOĞRU VE DÜRÜST OLSUN GERİSİNİ DÜŞÜNME .SİZLERİ ALLAH'A EMANET BIRAKIYORUM.BEN ÇEKİLİYORUM.

ESSELAMÜ ALEYKÜM...

yeşil
23. November 2011, 09:51 PM
Komik olmayın arkadaş! Mezhebli birinin yazısını mı aktarmamı bekliyordunuz o zaman siz de zıddını yapın bakalım :) Ya hu bu kadar olur işte artık mezhebler arasındaki kavgalarınız bitti sırada mezhebsizlere ağzınıza ne gelirse söylemekte üzerinize yok! yok Kur'an'ı yaşamıyormuşuz siz çok yaşıyorsunuz ya bak ne demişsin Allah'ın o muzazzam kelamına karşı kınıyorum sizi!

(Kur'an'da tam olarak belli olmayan hükümlerde neye göre fetva veriyorlar?.)-FEDAKARADAM

Bunu ahirette Allah'a karşı da söylersiniz, yazıklar olsun ki Allah'ın kelamına bu iftirayı atıyorsunuz! Allah'ın hükümleri eksik sizinkiler tamamlayacak peki neyle? Çoğunluğu uydurma/batıl rivayetlerle onlar da yetişmeyince sizinkiler tamamlayacak ictihad bahanesiyle! Oysaki Allah helali haramı bildirdiğini belirtiyor kelamında ve hakkında serbest bıraktıklarına da araştırmayın diyor.. Kim Allah hükmü üzerine hüküm verebilir? Al sana rivayet:


Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım.
İbni Hişam Siret 4 sayfa 332

Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın.
Mahmud Ebu Reyye,
Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403

Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir.
Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6
İbni Mace K. Etime 60/El-Müracaat sayfa 20

Ben ancak bir insanım. Sizler aranızdaki davaları bana getiriyorsunuz, umulur ki bazılarınız delillerini diğerlerinden daha iyi dile getirirler de ben duyduğum üzere onlar lehinde bir hükme varırım. Kime (haksız yere) kardeşinin hakkından hüküm verirsem, o kardeşinin hakkı olan bu şeyi kesinlikle almasın. Haksız yere alan için ancak ateşten bir parça ayırırım.
El Kadı Iyaz, Eş Şifa, c.2 sf.179

-Selman el-Farisî ve İbnu Abbas anlatıyorlar: “Resulullah buyurdular ki:”Helal, Allah Teala hazretlerinin kitabında helal kıldığı şeydir. Haram da Allah Teala hazretlerinin kitabında haram kıldığı şeydir. Hakkında sükut ettiği şey ise affedilmiştir. Onun hakkında sual külfetine girmeyiniz.” Rezin tahric etmiştir. [Tirmizî, Libas 6, (1726); İbnu Mace, Et'ime 60, (3367).]

Hz. Peygamber:” Allah’a yemin ederim ki, aleyhimde söyleyebileceğiniz hiçbir şey kalmadı. Kur’an’ın helal kıldığı hiçbir şeyi de haram kılmadım. O’nun haram kıldığı hiçbir şeyi de helal kılmadım.” İbn Hişam-Es-Sireh c.4 s.332

Hz. Aişe’ye, Hz. Peygamberin ahlakı hakkında sormuştu, Hz. Aişe validemiz şöyle dedi: “Sen, hiç Kur’an okumuyor musun?” Sahabi: “Evet, okuyorum.” deyince, Hz. Ayşe şöyle devam etti: “İşte, Allah’ ın elçisinin ahlakı, Kur’an idi.” Muslim, Musafirin, 139; İbn Hanbel-Musned c.6/188

“Bana isnad edilen hadisler çoğalacaktır. Size benden gelip de Kur’an’a uygun olanlar bana aittir. Benden gelip de Kur’an’a aykırı olanlarsa bana ait değildir.” Buhari-İsti’zan/13 Müslim-Edeb/32-37 İbn Mace-Edeb/17

...

İşte rivayetler, hele ki en sonuncusu ne kadar da güzel özetliyor durumu..

Kur'an'da her emsal var her konuda bunun aksi ise sizlerin/sizinkilerin uydurması.. Her detay mevcut, ister amelde ister öğütte..(Hele ki objektif tahlilde ne kadar ayrıntı olduğu da mevcut) Ne varsa hepsi akla uygun ve huzur verici.. Lakin sizinkiler insanları bu devirde bile bu kelamın apaçıklığından uzak tutuyor, her kalktığım gün lanet okuyorum üzerlerine. Allah'ın kelamına her yaklaştığım gün huzur buluyorum oysa ve orada Rabbin anlattıkları asla sizin din diye yaşadığınız hurafelere kıyıdan köşeden yaklaşmıyor.. İnsan anlıyor dinin ne kadar yozlaştığını 14 asırdır.. Allah da üzerlerine pislik yağdırmakta(Yunus Suresi 100) dinden çıkar edinen kimler varsa ve bu pislik içerisinde gidecekler bu dünyadan.. Dini hafife almak, dinden rant sağlayarak, dine dayalı finansman kurumları işleterek halkı parmağında oynatanlar kendi açtıkları çukurda boğulacaklar, tıpkı eski kavimler gibi..

hiiic
24. November 2011, 12:19 AM
OO yeşil, hadis yazmışsın.
Ama bu fedakar işine gelen hadisleri gerçek diye muhataba alıyor :)
buraya astıklarından ibret alır mı sence... sanmam... daha öncede astık ama o konuyu değiştirip farklı alanlara çıkış bulup bir şekilde seni KAFİR kendisini ise ÖZ MÜSLÜMAN hatta ŞEFAATE NAYİL OLACAK MÜMİN sıfatına sokacaktır.

Hamdolsun ki insanların ne olduğunu belirleyen zanları değil, amelleri gereği Allahın vereceği hükümdür. Mahşer günü mehmet şevket eygi (ki samimiyetsizliği çok bariz sırtarıyor) ve onun müridi fedakaradam gibilerin nasıl hesap vereceğini gerçekten merak ediyorum. Ayette, size yemin ettikleri gibi Allaha da yemin edecekler diyor. Gerçekten o hesap verişlerini izlemek isterdim. Çünkü mşe gibilerin amacı din iman değil, dini kullanarak insanları kışkırtmak ve samimi müslümanları üzmek onları karalamak onlara çirkin iftiralar ve yakışıksız sözler sarfetmek...

Artık inanmadıkları ama hep kullandıkları mahşer günü gelecek elbet...

Anonymous
30. November 2011, 12:29 AM
Sevgili FEDAKARADAM;

Kardeşim diyemiyorum çünkü son yazdıklarınla hiç değişmemiş olduğunu, foruma ilk geldiğin sorgulamayan FEDAKARADAM'la aynı olduğunu göstermişsin. Sen değişmediğin, sorgulamaya başlamadığın sürece seni muhatap almam yalnızca "SELAM" der geçerim. Sizin yaptıklarınız size bizim yaptıklarımız bize...

Boş lakırdıyı duyduklarında, ondan yüz çevirir şöyle derler: "Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size. Selam olsun hepinize. Biz cahilleri önemsemeyiz." Kasas 15



Konuyu okuyan diğer arkadaşlara ise biraz bilgi vermek istiyorum.

Cübbeli ve hocaları, müşriklerin önde gideni/piridirler. "TV'de Cübbeli müşriğinin karşısına kimsenin çıkamadığı" PALAVRASI ile ilgili olarak söyleyeceğim onun kimsenin karşısına çıkmaya cesaretinin olmadığıdır. Onu İMSAK tartışmasına çağırmışlardı hem TV ye hem gözleme ama hiç birisine gitmedi çünkü giderse palavraları uydurdukları ortaya çıkar.

Burada insanlar Cübbeli müşriği veya onun kaynakları gibi bir tarafından atıp tutmuyor Kuran ayetleri ile konuşuyorlar.

Milyonlarca hurafeyi, binlerce uydurma hadisi ezberlemek ve binlerce alim kılıklı cahilin kitabını okumakla İLİM SAHİBİ Olunmuyor. Kafalarını çöple doldurup Kuranı arkalarına atan böylelerine Allah "kitap yüklü eşekler" der.

Aşağıdaki videoda GERÇEK ilim nasıl yapılır belki fikir edinebilirsiniz.
4ye0M9diA4Y






İtaat konusuna gelirsek itaat çok açık bir kelimedir. Canlı olmayan birisine itaat etmeniz mümkün değildir. İtaat edilen Allahın elçisidir Muhammed'in kendisi değildir. Ona itaatin sebebi Allahın elçisi olmasıdır. Müslümanlar Allahın elçisine itaat etmek zorundalardı çünkü o Muhammed değil Allahın elçisiydi.

İtaat ayetlerinin ana fikri "Allahın sözünü söyleyenlere" yani "Allahın sözüne" itaat etmelisinizdir. Ölüye değil yaşayan kişiye itaat edilir.




Şefaat konusu ise aslında zihin cimnastiği ile çözülebilecek bir meseledir. Peygamberimizin Allaha dua ederek bizi affettirmesi mümkün olacak olsaydı bile Peygamberden ŞEFAAT istemek sağlıklı bir akla ve mantığa aykırıdır. Allah "şefaatin tümü Allaha aittir" demişken Allahtan peygamber şefaati istemek saçmalığın daniskasıdır. Bu Allahtan araba dilemek yerine peygamberin duası daha makbuldur diye düşünerek "Allahım bana araba bağışlaman için peygamberimizin sana benim için dua etmesini sağla" demek kadar saçmadır. Doğrudan peygambere yönelerek "Şefaat ya resulullah" demek ise apaçık şirktir.




Mezhepler de tıpkı tarikatler gibi ümmetin yüzkarasıdırlar. "Dinlerini bölüp parça parça olanlar gibi olmayın" ayeti nedeniyle Allahın APAÇIK emrine karşı gelmektir.



Ayrıca unutmayın ki melekler gibi insanlar da put edinilebilir. Bir insanı tartışma ve sorgulama üstü görüyorsanız bu peygamber bile olsa bunu yaptığınızda putperest olmuş olursunuz. Put'un latincesi/ingilizcesi/Fransızcası İDOL'dür. Eğer peygamberin hırkası gelse onu kutsal sayıp öperseniz siz de putperest olmuş olursunuz. Mesele hırka değil hırkanın temsil ettiği peygambere biçtiğiniz rol'dür. Bu müşriklerin dinidir. Peygamberlerin hiç biri Allaha kulluktan gocunmamış, yalnız Allaha kulluk etmiş insanlardır. Selam olsun hepsine. Eğer mümin isek bize kullara "kul" olmak onları Rab edinmek yakışmaz. Peygamberleri ve alimleri Rab edinmememiz için Allah Kuran'da uyarmıştır ve bu "bilmeden yaptık, uyarılmadık" diyemeyiz doğrudan cehenneme gideriz demektir.



Rahman ve Rahim olan Allah, karanlıklardan aydınlılara çıkaran nuru olan Kuran'ı rehber edinen bizleri nimet verdiği salih kullarının dosdoğru yoluna iletsin.

FEDAKARADAM
30. November 2011, 04:05 PM
Mezepsizlerle uğraşmak ateistlerle uğraşmaktan daha zormuş da bilememişiz.Yahu tasavvuf erbabı olan bütün eliyaların hepsi bir kamil-i mürşit bulup hidayete ermişlerdir.Bakın bütün evliyaların, İslam büyüklerinin hayatına, hepsinde tasavvuf vardır.İmam-ı Azam efendimiz bile "2 senem olmasaydı Numan helak olmuştu" demiştir.Bu 2 sene dediği tasavvufa girmesidir.Size ne oluyor ki tasavvufu yalanlıyorsunuz?

Cübbeli hocaya ve diğer hocalara böyle pislik atmanız sizi bir yere götürmez.O herkesi davet ediyor kimse gelmiyor.Onun davet ettiği yere o mezhepsiz sözde alim geçinen kimseler neden madem cesaretleri varsa bu davetine icabet etmemişlerdir?..

Mezhepsizlikte fıkıh ilmi ile meşgul olmak yoktur.Fıkıh ilmini bilmeyen zındıktır yolca sapık ve gafil olmaya davet çıkarmaktadır..Mezhepsizler Kur'an'ı kendi kafalarına göre te'vil edip konuşurlar.Tutturularsa ne ala, tutturamazlarsa yanında kâr kalır.Hangi bir mezhepsiz sözde alim kişi veya kişiler bir ateistle mücadele etmişlerdir?.Mezhepsizler hep ehli sünnet yolunda gidenlerle mücadele etmeye devam ederler.Bunların mücadelesi havanda su dövmek gibidir.Ehli sünnet uleması delilsiz bir fetva vermez.Oysa mezhepsizler kafalarına göre fetva vermeye cesaretli olurlar.Fetva vermek herkesin işi değildir.Onu,derin fıkıh ilminde kaim olanlar ancak verebilirler.İmam-Azam demek ki size göre çok halt etmiştir.

Yahu mezhepsizlerden hacca gidenleri var mı?Varsa neye göre, ve nasıl hac farizatını yerine getiriyorlar?.Hacta bazı durumlar hariç hep hanefi fıkhına göre tüm müslümanlar ibadet ederler.Bunların hepsi de mi müşriktir.

Be hey gafil mezhepsizler!Yolunuz kendi yolunuzdur, Kur'an yolu değildir.Sünneti ihya etmeyenler yarın hesap gününde Allah resulünün yüzüne nasıl bakacaklar?. "Benim bir sünnetimi kasden terkeden benden değildir,şefaatim ona haramdır." hadisin hükmünce sizler ümmet-i Muhammed olamıyorsunuz.Siz sadece kendi başına çölde kalmış kimseler gibisiniz.Bilmediğiniz çöl yollarında saplantıda kalıyorsunuz.Ehli sünnet ulemesına hiçbir zaman dil uzatmanıza hakkınız yoktur.Mezhepsizler çıkmaz sokaktan geri dönmeye yanaşmadıkları için hesaba çekileceklerdir.Ve onlara şu soru sorulacaktır."SİZLER BENİM KUR'AN'IMI DEYE DAYANARAK TE'VİL ETİNİZ HESABINI HEMEN ŞİMDİ VERİN!" denilecektir.Vay o mezhepsizlerin haline ki artık onlar kendi kafalarından uydurdukları fetvalarla başbaşa kalacaklardır.Bir ictihad Kur'an'a ve sünnete uymuyorsa o kabul edilmez.İşte biz bu yoldayız, vesselam...

yeşil
30. November 2011, 05:49 PM
Bu FEDAKARADAM gelenekçisi abimiz yine döktürmüş.. Tasavvuf erbabı demiş misal bakalım önüne tasavuf erbabından en ünlü isimlerin ünlü şiirlerini sunucam ne diyecek:

“ Müslümanımsı mistiklerce evliyâ denilen bu insanlar hakkındaki inanışlardan bazıları şunlardır.
1- Bunlar masum, günahsız, yüce ve yanılmaz şahsiyetlerdir; kutsal birer kişiliğe sahiptirler.
2- Gizliyi ve özellikle gönüllerden geçenleri bilirler.
3- Duaları makbûldür; ne dilerlerse Allah o dileği yerine getirir.
4- Aynı anda birkaç yerde bulunabilirler.
5- İslam ordularının ön saflarında düşmana karşı çarpışır ve zafer sağlarlar.
6- En uzak mesafeleri en kısa bir zamanda kat ederler.” V.b. (Tarikatta Rabıta ve Nakşibendilik, Yazan Ferid Aydın, Ekin Yayınları, kasım 1996 baskısı, sayfa 286- 287 ).
İnsan-ı kâmil yani şeyhin bu alemde istediği gibi tasarrufta bulunabileceğini söylemeleri.

“İnsan-ı kâmil de bu âlemde İlâhi isimler aracılığıyla dilediğince tasarrufta bulunur.” (Muhyiddin İbn el-arabi, Nakş El-Füsus Şerhi, İsmail Ankaravi, Ribat Yayınları, hazırlayan İlhan Kutluer 1981 Ocak baskısı, sayfa 14).

Şeyh Abdulkâdir Geylani’nin bazı söylevlerinden seçmeler :

Şeyh Muhyiddin Abdulkâdir Geylani’ye ait olduğu kabul edilen Füyûzât-ı Rabbâniyye adlı eser, Kadirilerden Seyyid Muhammed Said’in oğlu Seyyid İsmail tarafından kaleme alınmış olup, müellif, “Gavs-i A’zam’a ait zikir, fikir, vird ve manzumelere, duâ ve niyazlara olan ehl-i tarikatın ihtiyacını ve bu hususta kendisine birçok defalar baş vurulduğunu, böyle bir eserin hazırlanması için kendisini teşvik edenlerin istek ve ısrarlarının kesilmediğini söyler ve buna bilhassa dikkati çekmek ister.” ( Füyûzât-ı Rabbâniyye, Şeyh Abdulkâdir Geylâni, Çeviren Celâl Yıldırım, önsözden, Bedir Yayınevi 1975 ).

Bu eser Kadiri tarikatinde kabul görmüş olması dolayısıyla, pirleri konusunda tarikat zihniyetini belirtmesi açısından önemlidir. Eserde şu ifadeler yer almaktadır;

“Benim emrim, Allah’ın emridir; eğer ol! dersem oluverir.”
“Hepsi de Allah’ın emriyledir, ama sen benim kudretime hükmet!”
“Benim kabrim Beytullah’dır, gelen onu ziyaret eder.”
“Ona seğirtir de izzet ve Rıfat ile yüce makama erişir.”
“Benim ocağımı tavaf et yedi defa, emânıma sığın!
Her yıl beni ziyâret için meşguliyetten sıyrıl!”
“Bana doğru haccedip gelin, evim kurulu bir kâbe.
Beytin sâhibi yanımdadır, koruluğu haremimdir.”
“Her KUTUB tavaf eder Beytullah’ı yedi defa.
Ben ise Beyt’in kendisiyim çadırımı tavaf ediciyim.”
(Alıntılar, Füyûzât-ı Rabbâniyye, Şeyh Abdülkadir Geylâni, Çeviren Celâl Yıldırım, sayfalar, 57-67-68-69. Bedir Yayınevi 1975 ).
Yukarda ki iddialarda, Allah gibi “Ol” emrine sahip olduğu söylenmekte. Kâbe’nin tavaf edilmesine alternatif olarak, evinin tavaf edilmesi istenmekte. Namaz kılmaması konusunda da şöyle denmektedir.
“Bana dediler ki: “Ey filan! Namazı terk ettin.”
Bilmezler ki ben Mekke’de namaz kılarım...”
( Füyûzât-ı Rabbâniyye, sayfa 73. )

Peygamberlerden üstün olduğunun söylenmesi:

“Mûsa Rabbine münacaat ederken beraberinde idim,
Mûsâ’nın ASA’sı benim asamdan medet gördü.”
“Yakub’un gözü kapanıp kör olduğunda onunla beraberdim,
Yakub’un gözleri ancak benim nefesimle iyileşip şifa buldu.”
( Füyûzât-ı Rabbâniyye, sayfa 74. )
Ve bunun gibi birçok sözleri var veya ona mal edilmektedir.


VAHDET-İ VÜCÛD İDDİALARI VE BUNA İLİŞKİN SÖZLERİ :
Daha öncede belirtildiği gibi, Vahdet-i Vücûd anlayışında olanlar için kainatla, Allah bir bütün ve aynı şeydir. İslam’a göre kainatla, Allah ayrı ve tamamen farklıdır, bir birlerine benzerlikleri yoktur, ve bütün kainat Allah tarafından yoktan var edilmiş olup, İlâh’lıktan pay almamıştır, yani kainattaki hiç bir şeyde İlâh olma özelliği yoktur. İlâh olarak yalnız Allah vardır. Bunun aksini iddia etmek İslâm’a göre şirk koşmak demektir. Kainatı yok saymakta, Allah’ın Kuran’da yaratmayla ilgili bildirdiği bütün ayetleri inkardır bu da küfrün ta kendisidir. Allah’ın kainatı yaratmış olması gerçek bir olay olup, bu durum Allah’ın tek İlâh olmasına aykırı değildir.
“Örneğin: Nakşibendilerin kendisinden saygı ve övgü ile söz ettikleri, Abdülkerim el-Ciyli, El-insan’ul - Kâmil, adlı kitabında aynen şunları kaydetmektedir:
“Kâfirlere gelince, onlar bizzat Allah’a kulluk etmişlerdir. Çünkü, Cenab-ı Hak bütün varlıkların gerçeği (yani özü ve ta kendisi) olduğuna göre-ki kâfirler de varlıkların bir bölümüdürler - öyleyse Cenâb-ı Hak onların da gerçeğidir. (Yani onların da ta kendisidir.) Tabiatıyla O’nun ayrıca bir tanrısı yoktur. Mutlak rab (yani kesin genel anlamdaki ) ilâh O’dur. Dolayısıyla kâfirler, Allah’ın bizzat kendisi oldukları için varlıklarının kaçınılmaz gereği olarak O’na tapmış oldular.”
“Bu sözleri biraz daha açmak gerekirse Abdulkerim el Ciyli aslında daha ilk cümlede şunu demek istiyor:”
“Kafirler, (yani Kur’an’a göre Allah’ı inkâr edenler, ya da O’na ortak koşanlar), Allah’ın (Haşa!) ta kendisi oldukları için öz varlıklarını inkâr edemeyeceklerinden, (sonuç olarak) O’nu da dolaylı şekilde tanımış sayılırlar.”
(Tarikatta Râbıta ve Nakşibendilik, ekin yayınları 1996 Yazan Ferit Aydın, sayfa 107).
Görüldüğü gibi, Sofulara göre kafirler bile (Haşa!) bizzat Allah’ın kendisidirler. Ve bu sözleri bir dil sürçmesi veya eleştirilere karşı kendilerini savunma ihtiyacı hissettiklerinde söyledikleri gibi sarhoşlukla ortaya atılmış iddialar olmayıp, kabul etmiş oldukları Vahdet-i Vücûd inancının gereğidir. Ve bunu örneklendirmek suretiyle sıklıkla açık açık söylemekten de çekinmezler., örneğin :
“(Allah Teâlâ’nın Zatı da dahil) kâinatta ne varsa hepsi bir Vücûdun parçalarıdır, şeklinde özetlenebilen “Vahdet-i Vücûd” inancının üzerindeki kapalılığı büsbütün kaldıran bazı tasavvufçular. “Köpek ve domuz da ilâhımızdır.” diyecek kadar daha da ileri gitmek sûretiyle bu bu düşüncenin üzerindeki maskeyi tamamen kaldırmış ve onu bütün çıplaklığıyla ortaya koymuşlardır.” (Tarikatta Râbıta ve Nakşibendilik, ekin yayınları 1996 Yazan Ferit Aydın, sayfa 352).
Abdülkadir Geylâni’den :

“Hakla hak (Allah’la, Allah ) olmak makamına eresin ki, buna mahfiyat ve fena hâli derler, büyük bir mertebedir. Allah hepimize nasip etsin...”
“Sen artık eşsiz bir cevher hâline gelmişsin..
Tekle tek, birle bir olmuşsun... Gizlinin gizlisi, sırrın sırrı oldun; yetmez mi ?..” (Fütûh’ül - Gayb. Bahar Yayınları 1983, Yedinci Baskı, çeviren, Abdulkadir Akçiçek, sayfa 17 - 37 den alıntılar.)


Abdulkadir Geylaniye ait olduğu kabul edilmiş bazı sözler:
“İbrahim ateşe atılınca onunla beraber idim.
Ateş ancak benim duam ile soğuyup yakmaz oldu.

İsmâil’e bedel getirilen koç ile beraber idim.
Koçlar ancak benim gönül cömertliğimle indi.

Yakub’un gözü kapanıp kör olduğunda anunla beraber dim.
Yakub’un gözleri ancak benim nefesimle iyileşip şifâ buldu !

Yüceye çıkarken İdris ile beraber idim,
Onu Firdevs’e en güzel CENNETİME oturttum !

Musâ Rabbine munacaat ederken beraberinde idim,
Musâ’nın asa’sı benim asamdan meded gördü !”

( Füyûzât-ı Rabbâniyye, Şeyh Abdülkadir Geylâni, Çeviren Celâl Yıldırım, sayfa 74. Bedir Yayınevi 1975 ). Ve bunun gibi daha başka sözler.
Sofuların Muridlerine vermiş oldukları bir takım İslâm dışı güvence örnekleri :

“Ben hakikaten varlığın kutuplarının kutbuyum.
Diğer bütün kutuplar üzerinde izzet ve saygıdeğerliğim vardır.
Bütün tehlike ve korkunç hallerde bize tevessül et,
Varlık ve eşya içinde himmetimle senin imdadına koşarım.
Ben müridim için korktuğu şeylere karşı koruyucuyum,
Onu her türlü şer ve fitneden muhafaza ederim.
Muridim ister doğuda, ister batıda olsun,
Hangi beldede bulunursa bulunsun onun yardımına uzanırım.
(Füyûzât-ı Rabbaniye, Bedir Yayınevi 1995 baskısı, sayfa 59 , Abdulkadir Geylani )

İslam dininde, dua ancak Allah’a yapılır. Allah dışında dua yoluyla bir kimseden bir şey istenmesi, o kimseyi ilâh kabul etmek demektir. Hele bir insanın, ölüp gitmiş bir insandan dua yoluyla bir şey istemesi aynı zamanda boş bir rezalettir. Kuran’dan mealen :
- (Rabbımız!) Ancak sana ibadet eder ve ancak senden medet isteriz. 1/4

Kafirlerin, Allah dışında bir takım kimselere duâ edip yalvarmaları muhakkak boşunadır. Bu konuda Kuran’dan mealen :

- Hak olan duâ, yalnız O’na (Allah’a) yapılır. O’ndan başkasına duâ edenlere (yalvarıp yakaranlara), onlar hiçbir şekilde cevap veremezler. Bu, ağzına gelmesi için suya avuç açan kimse gibidir ki, su, ona aslâ gitmez. İşte kâfirlerin duâsı da, böyle boşunadır. 13/14

- De ki : “Allah’tan başka yalvardığınız ortaklarınızdan haber verin; yer yüzünden neyi yaratıklarını bana gösterin”. Yoksa onların, göklerin yaratılışında ortaklıkları mı var? Yoksa onlara bir kitap verdik de, o kitaptan bir delilleri mi var? Hayır, o zâlimler, birbirlerini aldatmaktan başka bir va’dde bulunmuyorlar. 35/40
Bu konuda en çok vaadte bulunanların başında sofular gelir, Neler Va’d etmiyorlar ki, örneğin :

“Ey müridim aramızda ahdi koruyucu ol!
Olayların meydana döküleceği gün ben de terazi başında hazır olayım!..
Eğer terazi cimrilik yapacak olsa, Allah’a and olsun ki o,
İnayetimin ta kendisiyle, hakikat lütfuyla (cömertliğe) nail olacak!
(Füyûzât-ı Rabbaniye, Bedir Yayınevi 1995 baskısı, sayfa 74 - 75 , Abdulkadir Geylani )

Bur da, Ahiretteki hesap terazisinden bahsederek, terazinin kendi hakimiyetinde olduğunu ileri sürüyor, ve bu güvenceyle, Ahirette hesaba çekileceğine ihtimal veren ve aynı zamanda Kuran konusunda cahil kimseleri avlamaya çalışıyor.


Oysa terazinin yanilması yani cimrilik yapması mümkünmü ? Allahü teaala buyurur:

- Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz. (Enbiya47)

- O gün, her ümmet içinden ayetlerimizi yalan sayanlardan bir cemaat toplarız da onlar toplu olarak (hesap yerine) sevkedilirler. (Neml 83)

- Nihayet, (hesap yerine) geldikleri zaman Allah buyurur: Siz benim ayetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan saydınız öyle mi? Değilse yaptığınız neydi? (Neml 84)


Bir müridi ölmekten mi korkuyor, bu konuda ona güvence vermek sofu için sıradan işlerdendir. Örneğin :
“(Veli diye tanımladığı kimseler konusunda) Yer onların hürmetine durur.. Sema onların duasıyla açılır... Ölüm, onların kararıyla olur... Bu salahiyeti onlara Mevlâ vermiştir.” Fütûh’ül - Gayb, Bahar Yayınları, Abdülkadir Geylani S.46).
Hal bu ki ecel konusunda Kuran’da şöyle denmiştir, mealen :
- Allah, süresi geldiği zaman hiçbir canı ertelemez. Allah, yaptıklarınızı haber alandır. 63/11
Görüldüğü gibi bu iddia Kuran’a aykırıdır ve sofistlerin bu gibi daha birçok boş vaatleri vardır. Abdülkadir Geylani şöyle demektedir :
“ŞEYTANLA BİR KONUŞMA”
“Rüya gördüm.. Büyük bir topluluk içindeydim.. Şeytan da orada idi.. Onu öldürmek istedim, bana şöyle söyledi :
- << Beni neden öldürmek istiyorsun?.. Benim ne günahım var?.. Eğer bir şey şer olacaksa, onu hayra çeviremem.. Yine bir şey hayır olarak kalacaksa onu da şer yapmağa gücüm yetmez.. Benim elimde ne var? >> .” (Abdülkadir Geylani, Fütûh’ül - Gayb, Bahar Yayınları 1983 sayfa 63. )

Görüldüğü gibi, onlara göre iyilik ve kötülük mukadderatın eseri olup, iyi ve kötü, suç ve suçlu yoktur, aslında bu iddia sofizmin temel mantığına da uygundur, zira onlara göre hakikat diye bir şey yoktur, her şey birdir.
Hal bu ki, İslâm dininde, iyi ve kötünün varlığı, sabit bir gerçeğin ifadesidir. Bu konuda Kuran’dan mealen :

- Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve yaşamlarında kendilerini, İman edip iyi amaller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar! 45/21

- De ki : “İyi ve temiz olan şeyle, kötü ve pis olan şey, tuhafına git sade (bu böyledir). Bu itibarla, ey akıl sahipleri, Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz. 5/100

- Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. 16/90

- Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter. 4/79

- Onlar bir kötülük yaptıkları zaman : “Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti” derler. De ki : Allah kötülüğü emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? 7/28

(Devamı diğer yorumda)

FEDAKARADAM
30. November 2011, 06:09 PM
Bu mesajım artık son mesajımdır.Daha da bir şey yazmayacağım.Herşey anlaşılmıştır.

Tasavvufta bazı sözler vardı ki onu ancak onun gibi olanlar anlar.Zahiri alimler ancak yüzeysel sözleri yorumlaybilirler.Hallac-ı Mansur'un "ENEL HAK" demesi gibi.Bu sözünden dolayı o devirde yanlış anlayan alimler katledilmesine fetva vermişlerdir.Bir de Muhyiddin-i Arabi hz.leri bir hutbe okunduğu sıralarda Şam' da bir camiinde "Sizin taptığınız Allah (haşa)benim ayaklarımın altındadır" demiştir.Oysa bu olaydan 30 sene sonra Kanuni Sultan Süleyman Suriye'yi feth edince bu olayı araştırmış ve gerçek olarak, o hutbenin altında bir hazinenin var olduğunu cemaatin onu ele geçirmek için camiiden çıkmadığını anlamış ve söylemiştir.Buna benzer nice tasavvuf alimleri zahiri anlamda küfre götürecek sözler söylemişse de aslında o sözlerin mecazi anlamları çok derin olduğu için zahiri alimler ve avvam-ı nas, anlamadan bielemeden hakkında idam fetvası vererek ölmelerine sebep olmuşlardır.

Sizler bu gibi şeyleri anlamaktan aciz olduğunuz için burada bir takım kendinizi haklı çıkarmak için bütün tasavvuf erbabını eleştirmiş oldunuz.Şu ayete dikkat edin bu ayet sizin gibileri aynen uyarıyor ve sizin ne kadar cahil olduğunuza işaret ediyor.İşte ayet;


İSRA SURESİ-36. "BİLMEDİĞİN BİR ŞEYİN ARDINA DÜŞME!.ZİRA BUNDAN, KULAK, GÖZ VE KALP MES'ULDÜR.

Kur'an'ın yüzeysel anlamıyla mana anlamı aynı değildir.Sizler yüzeysel anlayanlardansınız.Bunu ben sizin aklınıza yerleştirmek çok zordur.Anlamayan konuşmasın tasavvufla ilgili şeyleri.Daha sizin bilmediğiniz çok şeyler vardır.Allah adamları kendilrini Allah'a adamış ve evliyaullah olmuştur.Sizler bu evliyaları bilmezsiniz.

Ben asla geleneksel İslam'a tabi değilim.Taassup ehi de değilim.Ancaak, Kur'an ve sünnete aykırı olan ne varsa ona karşı gelmek ve doğruları söylemek hakkımdır.Dileyen kendine bir yol edinir.

Allah'ın şeriatına sımsıkı sarılın!.Peygamberimizin o mübarek sözlerine de itaat edin, sünnnetlere yapışın!.

Yarın hesap gününde beraber olacağız.Bakalım o zaman ne diyeceksiniz.Biz mi dosdoğru yolda, yoksa siz mi; onu Allah hükmedecektir.Bu siteyi tamamen terk ediyorum artık başka bir şey yazmayacağım.Siz kendi kendinize yazın.Allah dostlarına, eviyalara ve müctehid imamlara dil uzattığınız için sizi Allah'a havale ediyorum.

Herkes bildiği ve söylediği ile mes'ul olunacaktır.Burası mezhepsizler sitesi olmuş.Hadi bana eyvallah bir daha görüşmemek üzere Allah'a emanet olun.

yeşil
30. November 2011, 06:13 PM
BEYAZİDİ BİSTAMİ VE YUNUS EMREYE ATFEDİLEN ESERLERDEKİ TEVHİD İNANCINA AYKIRI BÖLÜMLER

(AÇIKLAMA: Değerli Kardeşlerim, bu bölümü hazırlarken ben çok üzüldüm, çok zorlandım. Çünkü biz Türkiyeli müslümanlar Yunus Emrenin şiirleriyle, ilahileriyle büyüdük. Yunusu, Mevlanayı hep iyi insanlar bildik. İnşallah öyledirde. Fakat onlara atfedilen eserlerde ve beyitlerde İslama uymayan görüşler oldukça fazla. İnşallah bunları onlar yazmamışlardır. Çünkü Şeytan ve dostları insanları yoldan çıkarmak için devamlı bir uğraş içindedir. Biz Yunusa, Mevalanaya hüsn-ü zan beslemekle beraber, günümüzde onlara atfedilen Eserlerin yanlışlarla dolu olduğuna inanıyoruz. Bu yüzden bu bölümü hazırladık. Niyetimiz yanlış anlaşılmasın inşallah)
Bayazidi Bestami’nin bazı söylevlerinden seçmeler :

“Allah’a andolsun ki benim bayrağım Muhammed (S.A.V)’in bayrağından daha büyüktür! Benim bayrağım nurdur. Altında bütün insanlar ve cinler ve peygamberlerden olanlar bulunuyor.”

( Bayazidi Bestami ve İslam Tasavvufunun özü, Celal Yıldırım, Demir Kitabevi, Aralık 1978 baskısı, sayfa 263 ).


“Benim bir benzerim ne gökte bulunur; ne de benim sıfatlarımın bir benzeri yeryüzünde bilinir!” (Yukarıda adı geçen kitap, sayfa,sayfa 265 ).

“Musa Peygamber, Allah’ı görmek istedi. Ben ise Allah’ı görmeyi değil, Allah beni görmeyi irade buyurdu!” (Yukarıda adı geçen kitap, sayfa 320 ).


VÜCÛD İDDİALARI VE BUNA İLİŞKİN SÖZLERİ

Daha öncede belirttiğim gibi, Vahdet-i Vücûd anlayışında olanlar için kainatla, Allah bir bütün ve aynı şeydir. İslam’a göre kainatla, Allah ayrı ve tamamen farklıdır, bir birlerine benzerlikleri yoktur, ve bütün kainat Allah tarafından yoktan var edilmiş olup, İlâh’lıktan pay almamıştır, yani kainattaki hiç bir şeyde İlâh olma özelliği yoktur. İlâh olarak yalnız Allah vardır. Bunun aksini iddia etmek İslâm’a göre şirk koşmak demektir. Kainatı yok saymakta, Allah’ın Kuran’da yaratmayla ilgili bildirdiği bütün ayetleri inkardır bu da küfrün ta kendisidir. Allah’ın kainatı yaratmış olması gerçek bir olay olup, bu durum Allah’ın tek İlâh olmasına aykırı değildir.
“Örneğin: Nakşibendilerin kendisinden saygı ve övgü ile söz ettikleri, Abdülkerim el-Ciyli, El-insan’ul - Kâmil, adlı kitabında aynen şunları kaydetmektedir:
“Kâfirlere gelince, onlar bizzat Allah’a kulluk etmişlerdir. Çünkü, Cenab-ı Hak bütün varlıkların gerçeği (yani özü ve ta kendisi) olduğuna göre-ki kâfirler de varlıkların bir bölümüdürler - öyleyse Cenâb-ı Hak onların da gerçeğidir. (Yani onların da ta kendisidir.) Tabiatıyla O’nun ayrıca bir tanrısı yoktur. Mutlak rab (yani kesin genel anlamdaki ) ilâh O’dur. Dolayısıyla kâfirler, Allah’ın bizzat kendisi oldukları için varlıklarının kaçınılmaz gereği olarak O’na tapmış oldular.”

“Bu sözleri biraz daha açmak gerekirse Abdulkerim el Ciyli aslında daha ilk cümlede şunu demek istiyor:”
“Kafirler, (yani Kur’an’a göre Allah’ı inkâr edenler, ya da O’na ortak koşanlar), Allah’ın (Haşa!) ta kendisi oldukları için öz varlıklarını inkâr edemeyeceklerinden, (sonuç olarak) O’nu da dolaylı şekilde tanımış sayılırlar.”
(Tarikatta Râbıta ve Nakşibendilik, ekin yayınları 1996 Yazan Ferit Aydın, sayfa 107).
Görüldüğü gibi, Sofulara göre kafirler bile (Haşa!) bizzat Allah’ın kendisidirler. Ve bu sözleri bir dil sürçmesi veya eleştirilere karşı kendilerini savunma ihtiyacı hissettiklerinde söyledikleri gibi sarhoşlukla ortaya atılmış iddialar olmayıp, kabul etmiş oldukları Vahdet-i Vücûd inancının gereğidir. Ve bunu örneklendirmek suretiyle sıklıkla açık açık söylemekten de çekinmezler., örneğin :

“(Allah Teâlâ’nın Zatı da dahil) kâinatta ne varsa hepsi bir Vücûdun parçalarıdır, şeklinde özetlenebilen “Vahdet-i Vücûd” inancının üzerindeki kapalılığı büsbütün kaldıran bazı tasavvufçular. “Köpek ve domuz da ilâhımızdır.” diyecek kadar daha da ileri gitmek sûretiyle bu bu düşüncenin üzerindeki maskeyi tamamen kaldırmış ve onu bütün çıplaklığıyla ortaya koymuşlardır.” (Tarikatta Râbıta ve Nakşibendilik, ekin yayınları 1996 Yazan Ferit Aydın, sayfa 352).

Bayezid-i Bestami’nün Sözlerinden :

“Kendimi (noksanlıklardan) tenzih ederim, şanım ne de yücedir !”
“Eşyanın ta kendisi olduğu halde eşyayı izhâr eden Allah’ı tenzih ve tesbih ederim.”
“Doğrusu sonradan meydana gelen mahlûkatın vücudu, Yaradanın vücudunun aynıdır.”
“Kul Rab’dir; Rab de kuldur. Keşke bilseydim mükellef olan kimdir ?”
“Bayezid-i Bestemi (K.S.) Hazretlerine sorulmuş :
- Hakk’ı bilmenin manası nedir ?
Cevap vermiş :
<< Hiçbir Hak yok, mutlaka ben oyum! >> “
( Bayazidi Bestami ve İslam Tasavvufunun özü, Celal Yıldırım, Demir Kitabevi, Aralık 1978 baskısı, sayfa 18- 239 dan, alıntılar ).


Yunus Emre vahdeti vucut düsüncesi:

“Dutulmadı Yûnus canı geçdi tamudan uçmağı
Yola düşüp dosta gider ol aslına uyukmağa”
(Yunus Emre Divânı, Kültür Bakanlığı Yayınları Seri.380 - B. 1989, Hazırlayan Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş, sayfa 1.)

Yunus Emre bu sözleriyle Cennet ve Cehennemle ilgilenmediğini, aslı olduğuna inandığı Allah’ta batmak yani fenafillah olduğunu söylüyor. Zira ona göre hem kendisinin hem de herkesin aslı Allah’tır. Allah olduğuna inanan bir kimsenin cennet ve cehennem umurunda olmaz, onda böylece diğer sofistler gibi bu inancını dile getirmiş oluyor. Bir kimse Kuran’a dolayısıyla İslam Dinine inanmaya bilir, kendisine ait inançları da olabilir, fakat bunları İslami değerleri küçümsemek suretiyle dile getirmesi hiç hoş değildir.
Kendisinin ve herkesin İlah olduğu konusunda şöyle diyor.
“Yûsus’dur eşkere nihan Hak toludur iki cihan
Gelsün berü dosta giden hûr u kusûr burak nedür”

“Ol bi - nişandur cihandan ne diyelim dölümüz andan
Ol âlem-i deyyân zat her zât içinde zât olur.”
(Yunus Emre Divânı, Kültür Bakanlığı Yayınları Seri.380 - B. 1989, Hazırlayan Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş, sayfa 25-35 den.)
Bu sözleriyle, dünya ve ahiretin Allah’la dolu olduğunu yani Allah’tan ibaret olduğunu, bu yapı içerisinde, cennetteki hûriler, köşkler ve burakların anlamsız birer hiç olduğunu söylüyor.

Bu sözlerinin Kuran’a göre yanlış olduğunu söylemek isteyenlere, İlim diye söylenen sözlerle Kuran’ın manasız bir gözbağı olduğunu, asıl kitabın Aşk kitabı olduğunu, dolayısıyla Kuran’ın onu ilgilendirmediğini ifade ediyor. Şöyle ki :
“İlim hod göz hicâbıdur dünya ahret hisâbıdur
Kitab hod ışk kitabıdur bu okunan varak nedür.”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 25. )
Bu gibi sözleriyle ne demek istediğini anlamak için kendisinden nişan (işaret) isteyenlerin. Hallâc-ı Mansur zihniyetini ölçü almalarını şu beyitleriyle söylüyor:

“Bunda beli diyen kişi andâ tamâm olur işi.
Bizden nişân isteyene ol Hallâc-ı Mansûr nedür.”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 37. )

“Sen seni bırak dost yüzine sensüz bak
Mansur’layın “ene’l - Hak” dahı sebükbar gerek.”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 73. )

“Bin yıl toprakda yatursam ben komayam “ene’l - Hakk’ı”
Ne vakt gerek olurısa ışk nefesin urıgelem”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 101. )

“Yunus’a kadeh sunan “ene’l - Hak” demin uran
Bir cur’a sundu bana içdüm ayılamazam”.
(Yunus Emre Divânı, sayfa 103. )

“Bizim meclis mestlerinin demleri “ene’l - Hak” olur
Bin Hallâc-ı Mansur gibi en kemine divanesi.”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 226. )
Diyor ki : “Bizim meclislerimizin her an konusu Allah olduğumuzu söylemektir, bizim zayıfımız bu konuda bin Hallâc-ı Mansur gibidir.”
Hani, Mevlânâ bütün kainatta meydana gelen olayların aslında, Allah’ın kendi kendisiyle huzur tavlası oynamasından ibaret olduğunu söylemişti. İş böyle olunca, emr edende emr edilende, iman edenle, iman etmeyen, iyi ile kötü hepsi bir olmuş olurlar. Sofizmin bu zihniyetine inanan ve kendisini Allah sanan Yunus Emre bu inancını şu sözlerle anlatmaya çalışıyor.
“Tangrı kadim kul kadim ayrulmadum bir adım
Gör kul kim Tangrı kimdür anla iy sâhip-Kabûl
“Bize birlik sarâyın toğru beşâret ayın
Geç ikilik fikrinden kağıl benliği yâ kul.”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 81. )

“Nemrûd adın İbrahim’e ben bağ u bostan eyledim
Küfür yüzinden toğuban gine odu yakan benem.”
“Ol Hallâc-ı Mansur’ıla söyleridüm “ene’l-Hakk’ı”
Benem gine onun boynuna dar uryanın dakan benem.”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 102. )

“Cercis olup basıldum Mansur oldum asıldum.
Hallâc panbuğu gibi bunda atılup geldüm.”
“Zekeryâ oldum kaçdum irdüm ağaca geçdüm.
Kanum dört yana saçıp depem deldirüp geldim”
“Yolumuz Sübhânıdı peygamberler cânıdı
Yûnus hod pinhânıdı Sûret değşirüp geldüm.”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 107. )

“Gah hâlis gâh muhlis olam us Fûrkan’ıla
Gâh Rahmânu’r-rahim yâ Hayyu yâ Mennan olam.”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 113. )
Anlattığı şeyler, İlâh’lıkta halden hale geçerek tam bir huzur tavlası oynamak, iddiasındadır.

Sofistlerin en ısrarlı söyledikleri şeylerden bir tanesi birer Hallac-ı Mansur örneği olduklarını söylemeleridir. Onlarca “Enel Hak” yani ben Allah’ım diyen Hallac-ı Mansur vazgeçilmez bir semboldür.
Hallac-ı Mansur mantığıyla sözler söylediler, yazılar yazdılar; şiirler söyleyip onlara kafiyeler dizdiler. Bütün bunlara biri çıkıp ta samimi olarak dil sürçmesidir sarhoşluktur diyemez, zira söylenen bu sözler böyle bir müdafaa kalıbına sığmaz, binlerce küfür söz iddia ettikleri gibi olsaydı kitaplara geçirilip belgelenmezdi. Onları bu şekilde müdafaa edenler; kendileri de ya sofist’tir, yada sofistlere zihnen av olmuş meczup mürittir. Zira bütün bunlar sofizim sisteminden başka bir şey değildir. Bilerek ve isteyerek kaleme alınmışlardır.
Yunusun, Allah’lık iddiasıyla kaleme alınmış aşağıdaki menzum sözlerine aklı başında olup ta, kim kasıtsız ve amaçsızdır diyebilir

“Ol kadir-i kün feyekûn lutf idici Rahman benem
Kısmedin rızkını viren cümlelere sultân benem

Nutfeden âdem yaratan yumurtadan kuş düreden
Kudret dilüni söyleyen zikr eyleyen sübyan benem

Kimini zâhid eyleyen kimini fâsık eyleyen
Ayıblarını örtüci ol delil ü bürhân benem

Bir kulına atlar virüs avrat u mal çiftler virüs
Hem yok birinün bir pulı Rahim ü Rahmân benem

Benem ebed benem beka ol Kadir-i Hay-mutlak’a
Hızır olan yarın sakka anı kılan gurân benem

Dört dürlü nesneden hâsıl bilün benemüşde delil
Odıla su toprag u yil; bünyad kılan Yezdân benem

Ete deri sünük çatan ten perdelerini dutan
Kudret işim çokdur benüm hem zâhir ü ayân benem

Hem bâtınam hem zahirem hem evvelem hem âhıram
Hem ben ol’am hem ol ben’em hem ol kerim ü han benem

Yoktur arada tercümân andacı iş bana ayân
Oldur bana viren lizân ol denize ummân benem

Bu yiri gök’ yaradan bu arş,u kursi; durduran
Bin bir adı vardur Yûnus ol sâhib-i Kur’an, benem.”



(Başlangıçtan Günümüze Tasavvuf, Timaş Yayınları-1996, Doç Dr.Ahmet Kırkkılıç, sayfa 184-185 ).

yeşil
30. November 2011, 06:19 PM
İSLAM DİNİNE UYMAYAN SÖZLERİNE ÖRNEKLER

Sofistlerin kullandıkları metotlarından biride, kendi yollarını yürütebilmek ve insanları doğru yolda gidenlerin yollarından alıkoymak ve dolayısıyla kendilerine bağlamak için Peygamberleri ve Müminleri kötülemektir. Böylece kendilerinin ve gittikleri yolun iyi olduğunu insanlara yutturmayı amaçlamaktadırlar. Ayrıca bu tuzaklarını tuttura bilmek için kullandıkları diğer bir metotta “Sağlam akla ve Sağlam duyularla bunların açık ve net olarak yaptıkları öğrenme ve tespitlere karşı çıkmaktır.” Bundan dolayı “Batıniliği” şiddetle savunurlar. Onların batın anlayışına göre örneğin; minare dense, muhakkak bunu kuyu olarak anlamak lazımdır. Birisine bunu yutturdular mı artık ona kabul ettiremeyecekleri hiçbir şey kalmaz. Öyle ki, İslam Dininde Allah bir mi deniyor, sofist buna karşılık her şeyin Allah olduğunu kabul ettirmeye çalışır ve etiket olarak kendisinin Allah olduğunu hemen iddiasının üzerine yapıştırır. İslam dinide Cennet güzelliğiyle mi övülüyor, sofist bunun iyi bir şey olmadığını, ahmakları kandırmak için kurulmuş bir tuzak olduğunu kabul ettirmeye çalışır. İslam dininde cehennem kötü bir yer olarak mı bildiriliyor, sofist onun iyi bir şey olduğunu içindekilerin ondan çıkmak istemediklerini kabul ettirmeye çalışır. Şöyle ki :

Yunus Emre’nin cennet için söylediklerinden :

“Âşık mı direm ben ona Tanrının uçmağın seve
Uçmak hod bir tuzak durur eblehler canın tutmağa”
(Yunus Emre Divânı, Kültür Bakanlığı Yayınları Seri.380 - B. 1989, Hazırlayan Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş, sayfa 1.)

KELİMELER :
Uçmağı, uçmak: Cennet
Hod : Esasen, zâti; bizzat.
Ebleh : Pek akılsız, ahmak, bön.

Böylece Yunus Emre, şöyle demektedir.
“Allah’ın Cennetini sevenler aşık değildirler.
Cennet, özellikle ahmakların canını tutmak için kurulmuş bir tuzaktır.”

Ona göre doğrusu şöyle olmalıdır.
“Dutulmadı Yûnus canı geçti tamudan uçmağı
Yola düşüp dosta gider ol aslına uyakmağa.”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 1.)

KELİMELER :
Uyakmak : Gurup etmek, batmak
Tamu :Cehennem.

Yani şöyle demektedir.
“Yunusun canı tutulmadı, cehennemden, cennetten geçti.
Yola düşüp dostu ve aslı olan Allah’la birleşmeğe gider.”
Bir kimsenin, cenneti red edip kendisini Allah’ın bir parçası olarak görmesi ve aslının Allah olduğunu söylemesi. İslâm’a göre minarenin kuyu olarak tarif edilmesinden çok daha ters bir durumdur. Ve Yunus Emre bu iddialarında ısrarlıdır. Şöyle ki :

“Yûnus’dur eşkere nihan Hak toludur iki cihan,
Gelsün berü dosta giden hûr u kusur burak nedür.”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 25.)

Yani diyor ki; Dünya ve Ahiret, Allah doludur. Allah’la birleşmek isteyenler beri gelsin, cennet hurileri, cenet köşkleri ve buraklar ehemmiyetsiz şeylerdir.

Onun bu görüşünde yanlış olduğuna dair Kur’an’dan delil mi getirmek istiyorsun, sofistin buna cevabı hazırdır. Şöyle der :

“İlim hod göz hicâbıdur dünya ahret hisâbıdur.
Kitab hod ışk kitabıdur bu okunan varak nedür.”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 25.)

Yani diyor ki: İlim gerçek bir göz perdesidir, hakikatleri görmeyi engeller, dünya ahret hesabıdır. Gerçek kitap aşk kitabıdır. Senin okuduğun bu sayfalar, yani Kuran sayfaları da neyin nesi oluyor. Her ne kadar, söz olarak cennet, cehennem söz ediyor ise de, söz etmesi bunların varlığını kabul ettiğinden değildir; sadece İslami değerleri eleştirmek içindir, yoksa sofiler böyle şeyleri var olarak kabul etmezler.



Yunus Emre’nin bazı sözlerinden örnekler :

“Adem yaratılmadın can kalıba girmedin
Şeytan la’net almadın arşıdı seyran bana”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 7.)

Bu sözlerle, Allah olduğunu vurgulamak istiyor, bu sözünün Kuran’a aykırı olduğunun söylenmesine karşın, Şöyle demektedir :

“Şeriat ehli ırak iremez bu menzile,
Ben kuş dilin bil üren Süleyman söyler bana”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 7.)

“Dost yüznü görecek şirk yağmalandı
Anunçün kapuda kaldı şeriat”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 11.)

Bu sözleriyle, Kuran’a ihtiyacı olmadığını, şeriatın dışlanması gereken bir öğreti olduğunu, buna karşılık şirk’in yağma edercesine kapış, kapış alınması gereken bir meta olduğunu söylemektedir.

Kendisinin İslam dışında hakikati bulduğunu, onun için İslam şeriatını kabul etmediğini ve buna ihtiyacı olmadığını şu sözlerle söylüyor :

“Şeriat oğlanları nice yol ide bize
Hakikat deryâsında bahrı oldum yüzerem”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 93.)

Farzlar ve ibadetler konusunda ise şöyle diyor :

“Oruç namaz gusl hac hicabdur aşıklara
Âşık ondan münezzeh hâlis heves içinde”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 164.)

“Oruç namâz zekât hac cürüm’ü cinayet durur
Fakir bundan azadur hâss-ı havâs içinde”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 94.)
(Yunus Emre Divânı, sayfa 165.)

Dediğine göre, Oruç, namaz, gûsl, hac, zekat, gittiği yolda onu cürüm ve cinayet derecesinde engelleyecek bir perdeymiş, hal bu ki kendisi, hasların hası içinde bundan kurtulmuş, azad olmuştur inancındadır.

Sofistlerin bu şekilde düşünmelerinin nedeni, hakikat diye bir şey kabul etmemeleri, iyi ile kötünün ak ile karanın, doğru ile yanlışın onların gözünde aynı ve bir olmasından dolayıdır. Örneğin : Mevlana, kendisinin hakikatler ve dinler konusundaki görüşünü anlatırken, kendisinin böyle şeylere bağlı olmadığını, mızrağın kalkanı deldiği gibi, böyle şeylerden kurtulup uzaklaştığını anlatmaktadır. Ona göre, geceyle gündüz birdir, dolayısıyla aydınlıkla karanlık da birdir ve kesin hakikat diye bir şey yoktur. Kesin hakikat kabul etmemekle de, bütün dinler ve bütün şeriatların aynı olduğunu yani herhangi bir gerçeği temsil etmediklerini söylemektedir. Daha öncede belirttiğim gibi, bu düşünce Sofizmin temel inancını temsil etmektedir.

Yunus Emre’nin Kuran karşıtı sözlerinden bazı örnekler:


“İlim hod göz hicâbıdur dünya ahret hisâbıdur.
Kitab hod ışk kitabıdur bu okunan varak nedür.”
(Yunus Emre Divânı, sayfa 25.)

Yani diyor ki: İlim gerçek bir göz perdesidir, hakikatleri görmeyi engeller, dünya ahret hesabıdır. Gerçek kitap aşk kitabıdır. Senin okuduğun bu sayfalar, yani Kuran sayfaları da neyin nesi oluyor. O ancak göze perdedir diyor.
Ve diyor ki :
“Ben bir kitâb okudum kalem anı yazmadı
Mürekkeb eylerisem yetmeye yedi deniz.”

Onun okuduğu kitab, güya kalem onu yazmamış ve yazmaya kalkarsa yedi deniz kadar mürekkeb ona yetmezmiş.
Ayrıca :
“Işkıla çalındı kalem ışka yesirdurur âlem
Âşıklar arasında Cebrail dahi hicabdurur.”

“Medreseler müderrisi okumadılar bu dersi
Şöyle kaldılar âciz bilmediler ne babdurur.”

İddia ettiği aşk kitabını, medrese müderrislerinin anlamaktan aciz kaldığını, bu kitabı anlamaya Cebrail’in perde yani mania olduğunu, Cebrail’den kastı ise Cebrail’in getirdiği Kuran’dır. Böylece Kuran’ı zararlı sayarak öğretisine karşı çıkıyor.
Kendisi için en büyük rakip olarak “Şeriati” yani Kuran’ı görmektedir.
“Işk erinin gönli tolı padişahdan nevâledür
Işksuz âdem nice_ anlasun çün şeriat havaledür”
Bur da da şeriati, doğru anlamaya perde yane engel olarak tanımlıyor.
Ve Sofizmin ana zihniyetini tanımlayan şu sözleri söylüyor :
“Yitmişiki millete suçum budur hak didüm
Korku hiyânetedür ya ben niçin kızarım.”
Şeriat oğlanları nice yol ide bize
Hakikat deryasında bahrı oldum yüzerim.”
Bütün milletlerin inançlarının ne olursa olsun bir olduğunu iddia ederek, şeriatın yol gösterici olamayacağını, zira kendisinin hakikat deryasında yüzdüğünü söylüyor.

Kuran yerine, iddia ettiği aşk kıtabını önermesinin neticesinde :
“Zühd ü tâat usûl-i din ışk haddinden taşra durur
Nisbet değil durur bana secde vü rükû’u kıyam.”
Dediğine göre, Zahitlik, ibadet, din usulu aşk sınırından, dışta durur, secde ve ruku ona din ölçüsü veya gereği değilmiş.

Namaz ve oruç yerine ise :
“Ben oruç namâziçün seci içdüm esridim
Tesbih u seccâdeyçün dinledim çeşte kopuz.”

Oruç ve namaz yerine şarap içip sarhoş olmuş, tesbih ve seccade yerine, tanburla kopuz dinlemiş.
Ve eğer bu sözleri anladınsa; diyerek;

“Yunus’un bu sözünden sen mani anlarısan
Konya minâresini göresin bir çuvaldız.”
Konya minaresi artık sana bir çuvaldız, yani batmasıyla rahatsız eden bir şiş gibi gelir diyor.
(Yunus Emre Divânı, sayfa 25, 31, 38, 57, 93, 118.)

“Sûfilere göre, kul, Kur’an’ın her harfine bin mânâ verse, Allah’ın o harf de bulunan ilminin sonuna varmış olamaz.” Tefsir Tarihi Cilt 2 Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, sayfa 21. )
“Ne elif okudum ne cim ne varlıktandır gelicim.
Okumaz yüz bin müneccim tâli’im yıldızdan gelür’ diyen Yûnus’un Divânında bu hurûf meselesine dair bâzı mühim işaretler vardır. Şu parçalarda olduğu gibi :”


“Yigirmisekiz hece okursun ucdan uca
Sen elif dersin hoca mânası ne demektir”

“Dört kitâb’ın manası tamamdır bir elifte
Bâ dedirmeniz bana ben bu yoldan azarım”

“Yedi Mushaf mânasın okudum tamam kıldım
Ya ne için karayı ak üstünde yazarım”
(Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını 1991 baskısı, Ord. Prof. Dr. Fuat Köprülü, sayfa 328.)
Kuran’ın bir harften ibaret olduğunu, okunup öğrenilmesinin gereksiz olduğunu iddia eden bu gibi sözler, Kuran’a yapılabilecek en büyük saldırılardandır.

hiiic
30. November 2011, 06:30 PM
Peygamberin şefaatle affettirmesinin Kurandan delili; Artık şeyhlerin şefaatini siz düşünün

Tevbe 80
(Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resulünü inkar etmelerinden ötürüdür. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.

Yetmedi mi? İşte Allahtan başka şefaatçilerin sığınılacak yerlerin Kurandan delili;

Şûrâ 47
Allah'tan, geri çevrilmesi imkansız bir gün gelmezden önce, Rabbinize uyun. Çünkü o gün, hiçbiriniz sığınacak yer bulamazsınız, itiraz da edemezsiniz.

Bunlarda mı yetmedi?
Hani fedakaradam ne dedi? bir çok insal şeyhler sayesinde doğru yolu (!) bulmuş. tıpkı hristiyanların papazlar ve azizler sayesinde babayı bulması gibi (12. mezmur)

İşte peygamberin hidayete erdirmesi ve doğru yolu erdiren o nurun Kurandan delili;

Bakara 272
(Ya Muhammed!) Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lakin Allah dilediğini doğru yola iletir. Hayır olarak harcadıklarınız kendi iyiliğiniz içindir. Yapacağınız hayırları ancak Allah'ın rızasını kazanmak için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa; karşılığı size tam olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.

Bunlar yeter sanırım :)
Birde Allahın izniyle bir şeyi daha açıklamak istiyorum. fedakaradamın size karşı yaptığı şey, yani Kuranın çok ötesinde birkaç sapığı Allaha ortak koşma yarışını ayetten biliyorum. İşte karşılığı budur;

Nisâ 51
Kendilerine Kitap'tan nasip verilenleri görmedin mi? Batıla (tanrılara) iman ediyorlar, sonra da kafirler için: "Bunlar, Allah'a iman edenlerden daha doğru yoldadır" diyorlar!

***

araya aracı sokma sevdasındaki bu yoldan çıkmışlar Allahı ne ZANnediyorlar? Oysa Allah bizzat kendi elleri bizzat kendi iradesi bizzat kendi dilemesiyle hayata müdahale eder. Cübbeli gibi Allahı baraja benzeten onu aciz kılan bu inancın kaynağı kesinlikle Kuran değil. Artık sizin dininiz size bizimki bize.

Mâide 16
Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir.


KISACA fedakaradam. ya sen yalancısın ya da Kuran. Bence nefsinin belini kır inadı bırak ve Allahın vahyi karşısında tevbe et. Aynı yoldan pekçoğumuz geçtik ve biz hatalı olduğumuzu kabul ettik. Çünkü Kuranla çelişkide kalmaktansa, bütün bilgimi ve inancımızı yerle bir edip boyun bükerek, şu melet egoyu (nefsi) yere vurarak, dosdoğru yola Allahın belirttiğine emrettiğine dönmeliyiz.

Lütfen dikkat edelim, çok dikkatli okuyalım... Bu bilgi maddeyi yaratan Allahın bildirisi. Mubarek sözü, bu manaya varalım lütfen.

Mâide 68
"Ey Kitap ehli! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyle uygulamadıkça, (doğru) bir şey (yol) üzerinde değilsinizdir" de. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır. Kafirler topluluğuna üzülme.

yeşil
30. November 2011, 06:33 PM
Ya hu bu mu kendini Allah'a adamak? Bunlar olsa olsa bu zatlara ya bir iftira olur(eğer arkalarından onlara isnad edilerek yazıldıysa) ya da tasavvuf yoluyla şirk. Ayrıca tasavvuf ve islam ne alaka desem? Tasavvuf başlı başına İslam'dan kopuk sofizm mantığıyla kurulu bir düzendir. Tabi bunu bir bizim insanımız yutuyor ne de olsa ataları ya mübarek oluyor bu insanlar yani kutsal kabul ediyorlar aman dokunmayın şeyhime! Onlar Allah dostudur evliya onlar evliya :) Halbuki Rabbimiz kelamında esas evliyanın kimler olduğunu bildirmekte, özelliklerini bildirmekte ama nedense bu özellikler arasında tasavvufu ve sofizmi göremiyoruz :)

Allah aracılık(şirk) batağından hepimizi uzak tutmaya çalışıyor, ben sizlere şah damarınızdan daha yakınım diyor ne istiyorsanız benden isteyin vereyim diyor kelamında, doğrudan kendisine dua yoluyla yaklaşmamızı istiyor, ara yok ki aracı olsun ama araya girenler her zaman oldu ve olacak tabi koyu taraftarları da(fanatikleri).

Bilmediğinin peşinden(efsaneler, atalarının eserleri ve birçok beşeri uydurmalar) giden biz değiliz, bizler Kur'an yolcusuyuz kendimizi Kur'an'a ve sadece Allah'a adayanız, yalnız Allah'ı dost bildik ve yalnız O'ndan yardım dileriz, sapmışlardan(kim olur olsun) değil. Peygamberimizi ve tüm diğer peygamberleri de aynen bu gibi iğrençliklerden(Onlara atfedilmiş -hadis vs yoluyla- sözlerden) arındırmak ve diğer kavimler gibi Peygamberleri putlaştırmamaktır, putlaştıranlara da karşı olmaktır amacımız. Peygamberlerin hiçbirini birbirinden ayırmaz, birini diğerine üstün tutmayız diğer kavimlerin yaptığı gibi(Onların hepsini eşit sever ve kabul ederiz- Rabbimizin kelamında bizlerde istediği de budur). Atalarının peşinden koşanlardır asıl bilmediğinin peşinden gidenler!

hiiic
30. November 2011, 07:37 PM
Müminler müminlerin dostu ve yardımcısı olup birbirlerine Kuranın ışığında yol gösterirler.
Birileri kendisi ve taraftarlarının daha mümin olduğunu idda ediyorsa diyecek birşey yok. Allahın hesabını beklemekteyiz. Ama o zamana kadar birbirimize yol göstermeye devam edeceğiz. Allah haniflerden ve hanif inanca sahip şirksiz ibrahimin dinine yönelen ve onun öğretilerini payaşanlardan razı olsun.

yeşil
30. November 2011, 08:21 PM
FEDAKARADAM abimiz demiş ki: ''Tasavvufta bazı sözler vardı ki onu ancak onun gibi olanlar anlar.''

Abimize şu yazıyı armağan ediyorum:

TASAVVUF EHLİNİN "ANLAŞILAMAZLIK" MİT'İ [1]

Tasavvuf erbabı, kendilerine yöneltilen bütün ciddi eleştirilere, "bizi anlamazsınız" zırhına bürünerek karşı koymuşlardır. Bizi, tasavvufçu olmayanlar anlamaz demek, iyi bir savunma mekanizmasıdır.

Füsusül Hikem mütercimi M. Nursi GENCOSMAN, İbnül Arabi'yi red ve inkar edenlerin "rüsum uleması, fıkıh bilginleri" olduğunu, oysa bunların Ibnül Arabi'yi anlayamayacaklarını ileri sürer. Zira onların farklı ıstılahları, ayrı lisanları varmış. Tasavvuf terminolojisini bilmeyenlerin tasavvuf bahsinde söz ve salahiyet sahibi olmalarına imkan yokmuş! [2]
A. Avni KONUK ise savunmasında aynı üslubu kullanır: "Bu ulûm ve hikemi anlamayanlar kendi istidatlarına kusur bulmalıdır." [3]
Ona göre "akıllı adamlar" (erbabı ukûl) Ibnül Arabi'yi anlayamazlar. [4]

Celaleddin Rumî, "biz Kur'an'ın özünü, ruhunu, içini ve cevherini aldık, postunu kufuryoklerin önüne attık" derken [5] "bizi herkes anlamaz" psikozu ile savunma geliştirmiş oluyordu.

Said Nursi'ye göre de Risaie-i Nur'a itiraz edilemez [6] çünkü onlar Tanrısaldır. Hatta risalelere "Kutb-u Azam"dan itiraz gelse yine de dikkate alınmaz! [7]
Çünkü Kutb-u Azam{!) yanılabilir. (Kutb-u Azam meğer pek de cahilmiş!)

Şüphesiz C. Rumî de, İbnül Arabî de, S. Nursî de, tasavvuf epistemolojisi bağlamında gayet haklıdırlar. Bu iddialar tasavvufun temel âmentülerine gayet uygundur. Birileri, yazdığı şiirlerinin, risalelerinin, tevillerinin ALLAH tarafından kendisine vahyedildiğine, doğrudan Allah'dan geldiğine inanmışsa, kendileri bu işde yalnızca mütercim rolünde iseler, bunlara itiraz edilemez olması doğal bir sonuçtur. Mütercimin bu işde bir kabahati olmayacağına göre, anlayamayanlar kendilerini kontrolden geçirmeleri gerekecektir!

Tasavvuf erbabının, "bunu ancak yaşayanlar anlar" tezleri tamamen bir manipülasyondur. Zira, eğer ki, bir sözü anlamak için mutlaka o sözün ait olduğu yaşam tarzını tecrübe etmek gerekli olsaydı, hiç bir müşrikin müslüman olmazdan evvel vahy'i anlamamış ve de anlayamaz olması gerekirdi! Örneğin, Nemrud'un, İbrahim'i hiç anlamadan öldüğünü kabul etmemiz mantıken zorunlu olurdu; çünkü müslüman olmamıştı! Böyle kalın kafalı bir adamın nasıl kral olduğu; ama aynı zamanda bu kalın anlayışının, İbrahim (a.s.)ı ateşe attırmayı düşünecek kadar da nasıl inceldiği, makul bir izahı gerektiren paradoks olurdu. Halbuki bir müşrik, anladığı için müslüman olur, yahut da yine anladığı için müslüman olmaz!

En azından vahiy, ilkesel olarak "anlaşılır" özelliktedir. Ve anlaşılsın diye vahiy inzal edilir. Eğer vahiy anlaşılabiliyor da, İbnül Arabi'nin, S. Nursi'nin v.s. felsefeleri anlaşılmıyorsa bu durum, anlamayanlarla ilgili bir sorun olmaktan ziyade, ilgili felsefelerin doğasıyla alakalıdır. Kısacası, bu felsefeler bir çelişkiler yumağı, hurafeler bütünü ve herhangi bir realiteye dayanmayan, havaî söylemler olduğu için anlaşılmazdırlar.

Tasavvuf felsefesi, şeyhin lâyuhtî, lâ-yüs'el mutlak otoritesine mutlak teslim olmayı merkeze alan mutlak kabul esasına, yani kula kulluk esasına dayandığı için, bu felsefeyi kabul edenler, anlıyor değiller, sadece körü körüne teslim oluyorlar. Yani, "

Bu bağlamda, "erbab-ı ukûl"ün, tasavvufu "anlamamaları" kadar normal bir şey olamaz. Ve dahi "anla-mamalıdırlar"...

Kendilerinden başka bütün insanları panteist felsefelerini anlamamakla suçlamak, tasavvuf ehlinin, sadece kendilerini akıllı, alemi kör sanmak gibi bir megalomani belirtisidir.

Kendilerini İslam'a nisbet eden insanlar sadece Allah'ın vahyi olan Kur'an'dan sorumludurlar. O'nu anlamak ve O'na göre yaşamak zorundadırlar. Kendilerini Allah'a değil de, İbnul Arabi'ye, C. Rumi'ye veya S. Nursi'ye nisbet edenler ise Allah'ı veli olarak bulamayacaklardır. Hesap gününde hesabı görecek olan, bu şahıslardan biri değil, Allah'ın kendisidir.
DEĞERLENDİRME

Görüldüğü üzere, tasavvufta bilgilenmenin kaynağını rüya, keşif İlham, doğrudan Allah'dan vahiy alma gibi temalar oluşturuyor. Söz konusu kavramların her biri geniş çaplı inceleme-araştırma alanları olup, bu makale sınırlarına sığmayacak çaptadırlar.

Bu incelemeyle şunu gördük ki, tasavvufta bilgiler, doğrudan gayb aleminden alınmaktadır. Bu da sonuçta Allah tarafından (vahy ile) bilgilendirilme anlamına gelmektedir. Ve mistik filozof ve şairler, gaibten aldıklarını iddia ettikleri bu bilgilerini doğrulayabilme, akli ölçütlerle izah etme, nedenini-niçinini açıklama gibi bir kaygıyı asla taşımıyorlar. Kendilerinin sadece mütercim olduklarını, bu bilgilerin onlara Allah tarafından verildiğini öne sürüyorlar.

Ortaya konan ürünler ise din adına sunulmakta ve bu ürünler dinin kaynağı olan Kur'an'la, onun pratiği olan sünnetle uyuşmamakta, hatta çatışmaktadır. Adeta, Kur'an'a alternatif yeni Kur'an'lar; dîne alternatif yeni dinler ve peygambere alternatif yeni peygamberler ortaya çıkmaktadır. Bunun İslâmî literatürdeki adı şirk'ten başka bir şey değildir.

Tek tek insanların müşrik olanını, mü'min olanını belirlemek gibi bir görevimiz yok. Fakat, şirk olan bütün düşünce, ideoloji ve zihniyetleri tanımak görevimizdir. Biz şu ilkeden asla taviz vermemek azmindeyiz: Hz. Muhammed'(a.s.)den sonra günümüze kadar ölmüş olan hiçbir İnsan Kur'an'ın fevkinde olamaz Müslümanların anlayışı Hz. Muhammedin (a.s.) tebliğ ettiği din anlayışından farklı olamaz. Her kim olursa olsun, ortaya koyduğu din anlayışı Kur'an'a uygun olmak zorundadır. Uygun değilse İslam çerçevesinde değerlendirilemez.
Rüyalarla, mitoslarla, "gaybdan geldi" gibi uyduruk referanslarla din anlayışı olamaz. Aksi takdirde, rüya gören sadece İbnül Arabî, C. Rumi, S. Nursî v.b. olmadığı için, yüzbinlerce hatta milyonlarca din ortaya çıkar. Dolayısıyla din adına söz söyleyen, iş yapan herkes, sözünü ve işini Kur'an'ın tanıdığı meşruiyyet zemini üzerinde söylemek ve yapmak zorundadır.
Tamamen idare-i maslahatcı bir anlayışla tasavvuf ehlinin hep hayra yorulduğu, en olmadık tevillerle aklandığı, onların da İslam'ın bir başka boyutunu oluşturduğu şeklindeki yorumların kesinlikle ciddiye alınır bir tarafı yoktur. Zira, İslam'ın bütün akidelerine tamamen ters akideler geliştiren bir öğretinin, "bir başka boyutla" v.s. alakası yoktur. Belki "bir başka dinle alakası vardır. Herkes hangi dinden olduğuna da iyice dikkat etmelidir.

bunları tasavvufcu olmayanlar anlamazlar" tezi, dayatmacılığın, mutlak mûtî "kullar" edinmenin bir biçimidir. Bu "anlaşılmazlık" dayatmasını yutanlar, perdelerini indirip, dışa kapanıyorlar, akıl ve iz'an dışı söylemlerle akıllarını ipotek ettirip ruhsal dengelerini sarsıyorlar. Dolayısıyla tasavvuf akideleri anlamakla değil, dogmatik olarak teslim olmakla alakalıdırlar.

[1] Mehmet Durmuş
[2] (Gencosman, X.). Muhyiddin-I Arabi, Füsusül Hikem, Tere. M. Nuri GENCOSMAN, 5. bşk. İst-1981.
[3] (A. Konuk, 95). Ahmed Avni KONUK, Füsusül Hikem Tercüme ve Şerhi, Dergah Y. lst-1987.
[4] (A. Konuk, 1). z
[5] (Uludağ, 141), Süleyman ULUDAĞ, islam Düşüncesinin Yapısı, Dergah Y. lst-1979.
[6] (Sikke, 56) Said NURSl, Sikke-i Tasdîk-i Gaybî, Sinan Matbaası-1960.
[7] (Kastamonu L. 145). Said NURSl, Kastamonu Lahikası, Sözler Y. lst-1993.


(Daha geniş bilgi için http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2625 )

Anonymous
1. December 2011, 07:43 AM
İçlerinde sana kulak verenler de vardır. Peki, sağırlara sen mi işittireceksin? Hele bir de akıllarını kullanmıyorlarsa!

Ve içlerinde sana bakanlar var; ama, eğer göremiyorlarsa, sen hiç körlere doğru yolu gösterebilir misin?

Yunus 42-43

hiiic
2. December 2011, 01:23 AM
Şu’arâ 213
O halde sakın Allah ile beraber başka tanrıya kulluk edip yalvarma, sonra azap edilenlerden olursun!

hiiic
3. December 2011, 12:51 PM
En’âm 41
Bilakis yalnız Allah'a yalvarırsınız. O da (kaldırılması için) kendisine yalvardığınız belayı dilerse kaldırır; ve siz ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz.

pramid
7. December 2011, 05:53 PM
O kadar hadis ve ayetler gösterdiğimiz halde peygambere itaatın farz olduğunu inkar etmeniz sizi sapıklığa düşürmüştür.Bizler asla Kur'andışı konuşmayız ve ayetleri de inkar etmeyiz..

sadece ayetlere eş koşarsınız. kitaba eş koşmadan iman edin lütfen...

_mustafa_
21. January 2012, 01:07 AM
iki konuda dusunce belirtmek isterim
Kuran 'ın Peygamber efendimizi takip etmemizi emrettiği doğrudur. Doğru olmadığını dusundugum nokta ise hadisler=peygamber eslemesidir. Hadisler peygamber degildir, Peygamberimiz yaklasik 1400 yıl once vefat etmistir. Cuma namazlarında ve pek cok yerde duydugum "peygamberimiz soyle demistir" yerine " soyle dedigi rivayet edilr" cumlesi kullanilirsa, Peygamberimize iftira atma riski de ortadan kalkabilir kanaatindeyim.

diger mesele icin once su ayetleri vermek isterim
Âl-i İmrân / 139
Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.
Nisa/90
Ancak sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınmış bulunanlar, yahut ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sığdıramayıp (tarafsız olarak) size gelenler başka. Eğer Allah dileseydi, onları size musallat kılardı da sizinle savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmayıp size barış teklif ederlerse; Allah, onlara saldırmak için size bir yol (yetki) vermemiştir.
BAKARA - 148*
Herkesin yöneldiği bir kıblesi vardır. (Ey müminler!) Siz hayır işlerinde yarışın. Nerede olursanız olun sonunda Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.

Burada 3 kelimenin altı cizilebilir: ustunluk, ozgurluk, yarisma.
Tespit kesindir ki dunyanin yonetimi asirlardir musluman olmayanlarin elindedir. Ustun olan onlar, bizler degiliz. Bundan daha vahim olarak, biz muslumaniz diyenleri hep horlanirken, itilip kakilirken, fakirlik ve pislik icinde gormekteyiz. Durum boyleyken hangi musluman gurup gercek dogru yolda oldugunu idda edebilir?
ozgurluklerin korundugu bir yarisma ortami bunu saglayabilir, yoksa kimin daha dogru oldugunun ispati ancak hesap gununden sonra mumkun gozukuyor.

hiiic
26. January 2012, 10:12 PM
Mâide 66
Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden onlara indirileni (Kur'an'ı) doğru dürüst uygulasalardı, şüphesiz hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından yerlerdi (yeraltı ve yerüstü servetlerinden istifade ederek refah içinde yaşarlardı). - Onlardan aşırılığa kaçmayan (iktisatlı, mutedil) bir zümre vardır; fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür!

Oysa kendisini müslüman yaptığı saçmalıkları da islam diye adlandıran doğu yabanilerinin üzerine sürekli Allahın pisliğinin yağdırılmaının nedeni nedir?
Yoksa onların vahyi arkaya atıp onu çarpıtmaları ve onda olmayanları islam diyerek kendilerini ve insanları yoldan çıkarmarları olmasın???...

günümüz avrupası daha müslümanca yaşıyorlar.
Özellikle hristiyanlıktan kurtulup kafirliği rededen ve BİLİMsEL verileri (Allahın sünnetini) tek cevaplayıcı yol seçenler...

galipyetkin
27. January 2012, 04:21 PM
Allah, Kur'an ile islama dönebilme özelliklerini, döne döne defalarca anlatmış ve genel af çıkartmış, fakat bir güruh ''Hayır!.. Sen yalnışsın. Bizim koyduğumuz 5 şart var; doğrusu bu.'' demişler ve karşısına ''kutsal hadisler''le çıkmamışlar mı?...

Bu 5 şart dışında kalan eylemler, bu güruh tarafından af edilmiş olmuyor mu?... En basiti de Bakara-219/2 ve Nahl-71 karşında %2,5=1/40 ile yer almak.

Niye papazlar kınanıyor ki.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

merdem
9. November 2012, 09:43 PM
Bir de Sabiin denilen kimselere de dikkat edin.Onların bir çoğu Allah'tan gafildirler.Bir yaratıcı olduğunu sezmişlerdir.Ama iman konusunda tam müslüman değillerdir. İmanla küfür arasında mekik dokurlar.Bunların akibetinin ne olacağını Ancak Allah bilir.



Selamun Aleykum Fadakaradam,

Bakara Suresi 62. Şüphe yok ki, mü'minler ile Yahudilerden ve Hıristiyanlar ile sabiîlerden her hangi kimseler Allah Teâlâ'ya, âhiret gününe İman edip salih amellerde bulunmuş olurlarsa onlar için rabları katında mükâfatlar vardır. Ve kendilerine asla korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmayacaklardır.

Bu Ayet'ten ne anlasiliyor?

dost1
9. November 2012, 09:56 PM
Selamun Aleykum! Değerli Merdem Kardeşim!

Tefekkürümüze ışık tutması dileğiyle:

SÂBİÎLER
Âyetlerde bir de, الصّابئين'den [sâbiîn'den/sâbiîlerden] söz edilmektedir. Bunların kimliği ötedenberi tartışmalıdır. Bu hususta klasik kaynaklardaki açıklamalar şu şekildedir:

1) Mücâhid ve Hasan Basrî, bunların kestikleri hayvanlar yenilmeyen ve kadınları ile evlenilmeyen Mecûsî ve Yahûdilerden olan bir tâife olduğunu söylemişlerdir.

2) Katâde, bunların meleklere tapan ve hergün beş kere güneşe doğru ibâdet eden kimseler olduğunu söylemiş; sözüne devamla şöyle demiştir: “Beş türlü din vardır. Dördü şeytânın, biri Allah'ın dinidir. Meleklere tapan Sâbiîlerin, ateşe tapan Mecûsilerin, putlara tapan müşriklerin ve Ehl-i Kitab'ın dini şeytânın dinidir.

3) Doğruya en yakın olan bu görüşe göre, Sâbiîler, yıldızlara tapan bir tâifedir. Sâbiîlerin bu hususta iki değişik görüşleri vardır:

A) Kâinatın yaratıcısı Cenâb-ı Allah'tır. Ancak O, bu yıldızlara tazim edilmesini ve onların ibâdet, duâ ve tazim için kıble kabul edinilmesini emretmiştir.

B) Allah felekleri ve yıldızları yaratmıştır. Fakat, âlemdeki hayır, şerr, sıhhat ve hastalık gibi şeyleri idare eden, düzenleyen ve yaratan bu yıldızlardır. Bundan dolayı insanların, onlara tazim etmesi gerekir. Çünkü bunlar âlemi idare eden ilâhlardır. Hem bu yıldızlar da Cenâb-ı Hakk'a ibâdet ederler. Bu mezheb, Hz. İbrâhîm'in (a.s) itikadlarını reddetmek ve iptal etmek için geldiği, Keldânilere âit bir mezhebdir.

Sâbiîler; Mecûsîler, Yahûdiler ve Hristiyanlar arasında bir kavim olup dinleri yoktur. İbn Ebî Nûceyh de böyle rivâyet eder. Keza Atâ ve Sa‘îd ibn Cübeyr'den de böyle rivâyet edilmiştir. Ebu'l-Âliye, Rebî ibn Enes, Süddî, Câbir ibn Zeyd ve Dahhâk, Sâbiîlerin Ehl-i Kitabtan bir fırka olup Zebur'u okuduklarını söyler.

Heşîm Mutraf'tan nakleder ki o şöyle demiş: “Biz Hakem ibn Uteybe'nin yanında bulunuyorduk. Basralının biri Hasan'dan nakletti ki o, Sâbiîlerin Mecûsîler gibi olduğunu söylemiş. Hakem, ‘Ben size bunu haber vermedim mi?’ demişti.”
Abdurrahmân ibn Mehdi de Muâviye ibn Abdulkerîm'den nakletti ki o şöyle demiş: Ben işittim ki Hasan, Sâbiîleri anlatıyordu. “Onlar, meleklere tapınan bir kavimdiler” dedi.
Ebû Ca‘fer er-Râzî dedi ki: “Bana ulaştığına göre Sâbiîler meleklere tapınan, Zebur'u okuyan ve kıbleye doğru ibâdet eden bir kavim imiş. Sa‘îd ibn Arûbe, Katâde'den aynı şekilde rivâyet eder.

İbn Ebû Hatim der ki: Bana Yûnus... Ebû Zenâd'dan nakletti ki o şöyle demiş: “Sâbiîler Irak'ın ötesinde bir kavim olup Kûsâlıdırlar, bütün peygamberlere inanırlar ve her yıl otuz gün oruç tutarlar, Yemen'e doğru günde beş vakit namaz kılarlar.”
Vehb ibn Münebbih'e, “Sâbiîler kimdir?” diye sorulduğunda, o “Allah'ı bir olarak tanıyan, fakat amel edecekleri bir şeriatı bulunmayan ve küfür sözü söylemeyenlerdir” demiştir.

Abdullah ibn Vehb der ki: Bana Abdurrahmân ibn Zeyd şöyle dedi: “Sâbiîler dinlerden bir dinin mensubudurlar. Onlar Musul el-Cezire'sinde bulunurlardı ve ‘lâ ilâhe illallâh’ derlerdi. Ancak ne amelleri, ne kitapları, ne de peygamberleri vardı. Sadece Allah'tan başka ilâh bulunmadığını kabul ederlerdi.”

Abdurrahmân ibn Zeyd dedi ki: “Onlar bir peygambere de inanmazlar, bunun için müşrikler Hz. Peygamber ve arkadaşlarına, ‘Bunlar Sâbiîlerdir’ diyorlardı.” Yani, Allah'dan başka ilâh olmadığını söyledikleri için onlara benzetiyorlardı.

Sözlerin en açığı –Allah en iyisini bilir– Mücâhid ve onun ardından gidenlerden Vehb ibn Münebbih'in sözüdür ki buna göre; Sâbiîler ne Yahûdi, ne Hristiyan, ne Mecûsî ne de müşrik olan bir kavimdir. Onlar kendi fıtratları üzere oldukları gibi kalmışlardır. Tâbi olup uyguladıkları bir dinleri yoktur. Bunun için Araplar, müslüman olanlara Sâbiî ismini veriyorlardı. Yani, o gün yeryüzünde mevcûd olan dinlerden dışarı çıkmışlar, diyorlardı. Bazı ilim adamları da dediler ki: “Peygamber'in çağrısının kendisine ulaşmadığı kimselerdir.”

Mücâhid, Hasan ve İbn Ebî Necih de der ki: “Bunlar dinleri Yahûdilik ve Mecûsilikten meydana gelmiş bir topluluktur, kestikleri yenmez.”

İbn Abbâs da, “Onların kadınlarıyla da evlenilmez” demiştir.

Yine el-Hasen ve Katâde şöyle demiştir: “Bunlar meleklere tapan, kıbleye doğru namaz kılan, Zebur'u okuyan ve beş vakit namaz kılan kimselerdir.”

Ziyad b. Ebû Süfyân bunları görmüş ve onların meleklere taptıklarını öğrenince üzerlerinden cizyeyi kaldırmak istemiştir.

İlim adamlarımızın anlattıklarına göre, görüşlerinin hülasası şudur: Bunlar muvahhid kimselerdirler, bununla birlikte yıldızların etkisine ve faal olduklarına inanırlar. Bundan dolayı Ebû Sa‘îd el-İstahrî hakklarında soru soran, el-Kâdir Billâh'a kâfir olduklarına dair fetva vermiştir.

Sâbiîler, Yahûdilik ile Hristiyanlık arasındaki tek tanrılı bir dinî grup olarak bilinmektedir. İsimleri (bu isim, “kendini (suya) daldırdı” anlamındaki Ârâmîce tsebha‘ fiilinden türetilmiştir), onların Hz. Yahyâ'nın takipçileri olduklarına işaret etmektedir, ki bu durumda, bugün hâlâ Irak'ta yaşayan ve Mandeliler diye tanınan bir topluluğa mensup olabilirler. Ancak onları, İslâm'ın ilk çağlarında mevcut olan ve Müslümanlarca bütün tek tanrılı din sâliklerine tanınan avantajları elde etmek için gerçek Sâbiîlerin ismini bilinçli olarak kabullenmiş olmaları muhtemel bir irfânî/bilinirci [gnostic] mezhep olan “Harran Sâbiîleri” ile karıştırmamalıyız.


Biz bu konuya sözcüğün anlamından hareket ederek yaklaşmayı tercih ediyoruz:
صبئين[sabiîn] sözcüğü, “devenin, davarın tırnağının, çocuğun dişinin çıkması, yıldızın doğması anlamlarını ifade eden ص ب ا[s-b-e] kökünden türemiş, çoğul ism-i fâil olup, anlamı “çıkanlar” demektir. Bunlar kendilerinin Nûh peygamberin dini üzere olduklarını kabul eden bir topluluktur. Sıhah'ta ise bunların Ehl-i Kitaptan oldukları, kuzey yönünü kıble edindikleri yer alır. Tehzib'de Leys'in, bunların Hristiyanlara benzedikleri, yalnız güneyi kıble edindikleri ve bunların Nûh dini üzere olduklarına inandıkları, ama yalancı olduklarını söylediği yer alır. Rasûlullah zamanında, Müslüman olanlara Mekkelileler قد صبأ[qad sabe’e/bir dinden başka bir dine geçti] derlerdi. Ebû İshâk ez Zeccâc, Kur’ân'daki Sâbiîlerin, “bir dinden başka bir dine geçenler” olduğunu söylemiştir. Araplar Rasûlullah'ı da Kureyş'in dinini terkedip İslâm'a girdiği için Sâbiî ismini takmışlardı.

Bu açıklamalardan sonra vardığımız kanaat şudur: Bunlar, Allah'ın lütfuna mazhar olmaları hasebiyle şirkten uzak bir gruptur. Hristiyan, Yahûdi ve mü’minlerden ayrı bir grup olarak sayıldıklarından bunların, Rasûlullah'ı tanımayan-bilmeyen bir grup olduğu anlaşılıyor.
Bizce bunlar, akıllarıyla Allah'ın varlığı-birliği ve âhiret hakikatine ulaşan, fakat kendilerine elçi ve vahiy ulaşmayan “doğal dindarlar”dır.
Kaynak: İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

merdem
9. November 2012, 10:04 PM
Dini tek başına öğrenebiliriz diyen adam acaba dini kitapları kim eser olarak bırakmış onu da düşünemiyor mu?Siz bir çocuğa dini öğretmeden o tekbaşına ve hiçbir hoca ve kitap yüzü görmeden nasıl öğretilirmiş izah etsinler?.

Veya Kur'an'ı tekbaşına öğrenmiş bir kimse var mıdır?Unutmayın ki bir aliminde hocası vardır ve bu kıyamete kadar bu şekilde devam edecektir.Peygamberlere dini öğreten Allah'tır.O bir vesile idi.Şimdi ise peygamber gelmeyeceğine göre dini ne ve nasıl öğrenilir anlatın bana!.

Ister gülün ister aglayin isterseniz alay edin. Allah en iyisini biliyor, görüyor ve isitiyor, yorumlariniza sizin dikkat etmeniz gerekir bu durumda.Yetim ve öksüz büyüdüm. Din hususunda akraba tarafindan bir sey ögretilmedi bana. Ne ögrendiysem yuvalarda (6 sene yuvada kaldim)ve yatili okullarda (kisa bir müddet yatili kaldim) ögrendim. Normal okullardaki derslerden, hususi olarak ne camii, ne hoca nede Kur'an kurslari gördüm. Evlendigimde de (eski) kocamdan ne din hususunda ne de ahlak hususunda bir sey görmedim.

Ayrildiktan sonra, hic bir almanca kursu görmedigim halde bir meslek yaptim, hem de üstün bir basariyla. Hic bir bilgisayar kursu görmedigim gibi, kendime bir bilgisayar aldim ve bilgimi kendim arttirdim.

Hic bir sekilde bir kurs, bir ögretim görmedigim halde ben almanca mesleksahibi olabildigime göre, bilgisayarla basa cikabildigime göre neden Kur'an ögrenemiyeyim. Demekki kabiliyetim var. Ve de ögreniyorum.

Allah'ima sirk kosmamanin önemini kavramis durumdayim. Okuyorum, arastiriyorum ve aklimi kullaniyorum. Bu yüzden bu sitede bulunuyorum.

Allah'in esit yarattigi mahluklar arasinda en degerlisi olan ademoglu iman bakimindan degerlendirilir, ölcülür. Beni yaradan Rabbimin bana verdigi degeri elimden almaya kalkan bir mezhebe ben nasil olurda uyarim, kendimi kücük düsürürüm.

Yüce Rabbimin bana va'dettigi bana yeter, O'nun sözünün yaninda bir beserin sözüne ben nasil kanarim.

Kalin saglicakla. Allah'in rahmeti üzerinize olsun.

merdem
9. November 2012, 11:49 PM
genis aciklamanizdan dolayi cok tesekkür ederim.

Allah'in rahmeti ve selami üzerinize olsun sayin dost1 kardesim.

merdem
10. November 2012, 12:19 AM
iki konuda dusunce belirtmek isterim
Kuran 'ın Peygamber efendimizi takip etmemizi emrettiği doğrudur. Doğru olmadığını dusundugum nokta ise hadisler=peygamber eslemesidir. Hadisler peygamber degildir, Peygamberimiz yaklasik 1400 yıl once vefat etmistir. Cuma namazlarında ve pek cok yerde duydugum "peygamberimiz soyle demistir" yerine " soyle dedigi rivayet edilr" cumlesi kullanilirsa, Peygamberimize iftira atma riski de ortadan kalkabilir kanaatindeyim.

diger mesele icin once su ayetleri vermek isterim
Âl-i İmrân / 139
Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.
Nisa/90
Ancak sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınmış bulunanlar, yahut ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sığdıramayıp (tarafsız olarak) size gelenler başka. Eğer Allah dileseydi, onları size musallat kılardı da sizinle savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmayıp size barış teklif ederlerse; Allah, onlara saldırmak için size bir yol (yetki) vermemiştir.
BAKARA - 148*
Herkesin yöneldiği bir kıblesi vardır. (Ey müminler!) Siz hayır işlerinde yarışın. Nerede olursanız olun sonunda Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.

Burada 3 kelimenin altı cizilebilir: ustunluk, ozgurluk, yarisma.
Tespit kesindir ki dunyanin yonetimi asirlardir musluman olmayanlarin elindedir. Ustun olan onlar, bizler degiliz. Bundan daha vahim olarak, biz muslumaniz diyenleri hep horlanirken, itilip kakilirken, fakirlik ve pislik icinde gormekteyiz. Durum boyleyken hangi musluman gurup gercek dogru yolda oldugunu idda edebilir?
ozgurluklerin korundugu bir yarisma ortami bunu saglayabilir, yoksa kimin daha dogru oldugunun ispati ancak hesap gununden sonra mumkun gozukuyor.


Bunda anlasilmayacak bir sey yok, hersey apacik. Neden Rabbimiz biz cekistigimiz müddetce bizleri batila karsi üstün kilsin?
Kendi aramizda cekistigimiz müddetce ilerlemeye zaman olmayacaktir. Seytan sözünde duruyor, ama karsi duran kim. Ehl-i Sünnet kendilerinin (yalniz Ehl-i Sünnet degil, tüm bütün mezhebciler ayni fikirdeler) dogru yolda olduklarini, cennetlik olduklarini savunup duruyorlar, ayni yahudilerin ve hristiyanlarin iddiasi gibi. Unuttuklari önemli bir nokta var:


Uzun lafi kisasi:

Furkan Suresi 30: Resul de şöyle der: "Ey Rabbim, benim toplumum, bu Kur'an'ı terk edilmiş/dışlanmış halde tuttular."

Hangi yüzle bizlere kafir diyebiliyorlar hayret dogrusu :confused: Gözleri kör ise 3D gözlük taksinlar :cool:kulaklari sagir ise yeni yeni bin bir cesit aletler var, her derde bir care var :rolleyes::rolleyes: Kalbleri kilitliyse ////İLK KALP AMELİYATI. ... Doğrudan kalbi ilgilendiren ilk ameliyat, 9 Eylül 1896 günü, Frankfurt kent hastanesinde. Doktor Louis Rehn tarafından gerçekleştirildi.//// tze, ondanda bir haberler...:D

aorskaya
10. November 2012, 12:36 AM
Bu açıklamalardan sonra vardığımız kanaat şudur: Bunlar, Allah'ın lütfuna mazhar olmaları hasebiyle şirkten uzak bir gruptur. Hristiyan, Yahûdi ve mü’minlerden ayrı bir grup olarak sayıldıklarından bunların, Rasûlullah'ı tanımayan-bilmeyen bir grup olduğu anlaşılıyor.

Bizce bunlar, akıllarıyla Allah'ın varlığı-birliği ve âhiret hakikatine ulaşan, fakat kendilerine elçi ve vahiy ulaşmayan “doğal dindarlar”dır.
Kaynak: İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Selamun aleyküm,

Sevgili dost1,

İlk defa sizin bana göre ciddi hata olduğunu düşündüğüm bir yazınıza tanık oluyorum.

Ama, bütün yazılarınızda zaten imza olarak kullandığınız "Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır." diyen sözleriniz nedeniyle tenkit etmeye hakkım olmadığını, fakat sizinde görmeniz ve hata olduğunu kabul ederseniz, sözlerinizi düzeltmenizi sağlamak için hata kabul ettiğim hususları yazıyorum.

1- Sabiiler hakkında, kuranda verilen bilgi ile yetinmeyerek, sanki bunların bilinmesi dini zorunlulukmuş gibi, bunların kimliğini anlamak ve anlatmak için çaba harcamış, bu çabalarınız esnasında da bazı kimselerden rivayetleri de kaynak olarak kullanmışsınız.

Bu kısımda iki sorun ortaya çıkmaktadır.

a- rabbimiz, biz insanlar için gereken bilgiyi kuranda vermiştir. Kurandaki bilgi dışında varacağımız her bilgi en fazla tarihi bilgi olabilirki, buda % 100 doğru olduğunu kabul edebileceğimiz bir bilgi olmaz. O halde, kuranda verilmeyen bilginin peşine düşmek anlamsızdır, faydası yoktur.

Şimdi samimi olarak düşünelim:

-Sabiilerin kimler oldukları, neye taptıkları bilinince bize ne faydası olmuştur? -Dini yaşamak için gerekli hangi bilgi açığımızı kapatmıştır?
-Bu bilgi olmazsa, dini eksikmi yaşamış oluruz?
-Bu bilgi bize gerekli olsaydı, rabbimiz zaten ya aynı ayette detaylara girip anlatırdı, yada başka ayette bu bilgiyi mutlaka verirdi, vermediğine göre, sabileri bilip öğrenmemize din açısından gerek yoktur dememiz gerekmezmiydi?
-Rabbimiz, öğretmediğine göre, bunu öğrenmek ancak bizim magazin yönümüzü tatmin etmek için olabilir, bunu yapmaya gerek varmıdır diye düşünüp, faydası olmadığını görünce, peşini bırakmamız gerekirdi diye sonuca varmamız gerekmezmiydi?

İşte bunlar düşünülünce, bunu öğrenmeye çalışmanın boşa zaman kaybı olduğunu görebiliriz.

b- Kuranda verilmeyen bu bilgiyi illaki öğrenmek hevesimizi bastıramadığımız zaman, bu bilgiyi verdiğini düşündüğümüz başka kaynaklara başvurmamız da kaçınılmaz olmaktadır.

İşte, burada da böyle olmuştur ve bu bilgiye ulaşmak için bazı kimselerin rivayetlerinden faydalanılmıştır, o rivayet edenin doğru olduğu dolaylı yoldan da olsa kabul edilmiş konumuna düşülmüştür.

Şimdi, burada (kurana tastikletmeden) rivayetini kullandığınız ravi, bu bilgiyi kullanan sizin için emin, rivayet ise doğru varsayıldığına göre, başka konuda aynı ravinin yanlış bir bilgi taşıyan rivayetini size karşı başka birisi delil olarak kullandığında, o kimseye diyecek sözünüz, yapacağınız itirazınız olamaz.

Çünkü, siz onu doğru kabul etmeyip, reddetmeye çalışırsanız, bu defa onu delil olarak sunan karşı taraf, sizin aynı ravinin burada kullandığınız rivayetini (kurana tastikletmeden kullandığınız için ayağınıza dolaşacaktır) kabul ettiğiniz halde, aynı ravinin öteki rivayetini neden kabul edemediğinizi soracak ve öncekinden farkı olmadığından siz bu defa red gerekçenizi açıklayamayacaksınız, yada gerekçeniz kabul edilmeyecektir.

c- Yine, kuranda verilenle yetinmeyip, başka kaynaklardan bilgilenmeye çalışılınca, farkında olmadan kuranı terk etmişde olduğumuz durumu ortaya çıkıyor.

Kuranla yetinmemenin, çok basit bir bilgi yada anlama için bile olsa, gerçekten çok büyük sakıncalar doğurduğunu sanırım anlatabilmişimdir.

2- Sabiiler hakkında, kuranda verilen bilgi ile yetinmeyerek, sanki bunların bilinmesi dini zorunlulukmuş gibi, bunların kimliğini anlamak ve anlatmak için çaba harcamak için yoğunlaşınca, bu defa; "Bizce bunlar, akıllarıyla Allah'ın varlığı-birliği ve âhiret hakikatine ulaşan, fakat kendilerine elçi ve vahiy ulaşmayan “doğal dindarlar”dır.

deme hatasına düşmüşsünüz.

Halbuki, "insanları, bana kulluk etmeleri için (ve imtihan üzere) yarattım" diyen rabbimizin, sabilere elçi ve vahiy ulaştırmaması mümkün değildir.

a- Aksi halde, vahiy ulaşan diğer kimselere göre sabiler kulluk görevini nasıl yapacağını bilemeyecek ve imtihan dışı kalmaları gerekecektir. Bu durumda her şeyden önce rabbimizin adaletine ve sünnetine ters düşer.

b- Yine, kimseye elçi (vahiy) ulaştırmadıkça, azap edilmeyeceğini yani cehenneme atılmayacağını söyleyen rabbimizin, bunlara sizin dediğiniz gibi elçi ulaştırmaması halinde, bunları cehennemden muaf tutmuş olurki, yine adaleti ve sünneti ile çelişmiş olur.

SONUÇ:

Kuranda verilmeyen bir bilgiyi edinmek için girişilen masum çabalar, dolaylı da olsa kurandan ayrılmayı doğurduğundan, başka hatalar yapmamızda kaçınılmaz oluyor (kuranı terkin karşılığında, bunu isteyen şeytanın tesiri olabilir) ve gerçekten de büyük kayıplara yol açabiliyor.

Sevgili halil ay,
yazılarımda aceleyle yazıdğım için anlatım düşüklükleri olabilir, bunu gözardı edin. Ancak; anlatılanlara rağmen beni hatalı bulabilirseniz bunu mutlaka benimde görmem ve anlamam için üşenmeden yazınız.

Not: sizin gibi birine yazımda ayet yazma gereği duymadım. Siz, zaten sözleri okuduğunuzda ayetleri hatırlayacaksınızdır.

saygı ve selamlarımla...
aorskaya

aorskaya
10. November 2012, 11:51 AM
es-Selamun Aleykum
Arkadaşlar yukarıda verilmiş içtihadlar hadis kaynaklıdır.Yapılması zorunlu şeyler değildir.
Yani mesaiye kalmak gibi.
Kimi insan zorlanmamak adına normal iş saatini doldurup gider kimiside daha fazla para kazanmak adına fazla mesaiye kalır.
Fazla mesaiye kalan insanları rencide etmek doğrumudur acaba?

Sevgili kardeşlerim,

Rivayetlerle yaşam fazla mesai ise; fazla mesaide, asıl yapılması gereken işler bırakılıp, bu işlerin tersine işlermi yapılmalıdır.

Normal mesai de (kurandan yaşayarak) üretilen ürünleri bırakıp fazla mesaide (rivayetle yaşam) fabrikanın üretimine ters ürünlermi üretilmelidir?

Bunlar düşünülmeden mesai ile anlatılması rivayetçilerin/gelenekselcilerin durumunu kurtarmıyor.

Ya, raviler yanlış, rivayetler yanlış idiyse?

Lütfen, aklımızı biraz daha kullanalım.

selamlar,
aorskaya

dost1
10. November 2012, 06:10 PM
Selamun Aleykum! Değerli Aorskaya Kardeşim!

Sabiilerin geçtiği Kur’an ayetlerine birlikte bakalım ki, “Sabiiler”hakkında verilen bilgiyi de birlikte görelim inşaAllah.

Hacc;17: İnnelleziyne amenu velleziyne Hadu vesSabiiyne venNesara vel Mecuse velleziyne eşrekû* innAllahe yefsılu beynehüm yevmel kıyameti, innAllahe alâ külli şey'in Şehiyd;
Bu ayetten öğrendiğimiz: Kıyamet gününde “İman edenler” ile “Sabiinlerin “ aralarında ayrım yapılacağının bildirilmesidir.

Bakara;62: İnnelleziyne amenu velleziyne Hadu venNesara vesSabiiyne men amene billahi velyevmil’ahıri ve amile salihan felehüm ecruhüm ınde Rabbihim* ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun

Bu ayetten öğrendiğimiz: Sabiiler’den Allah’a ve ahiret gününe iman edip salih amel işleyenlerin karşılıklarının Rableri katında olduğu; bunlar için korkunun olmayacağı gibi mahzun da olmayacakları bilgisidir.

Maide;69: İnnelleziyne amenu velleziyne hadu vassabiune vennesara men amene Billahi vel yevmil ahıri ve amile salihan fela havfün aleyhim ve la hüm yahzenun.

Bu ayetten öğrendiğimiz: Sabiiler’den Allah’a ve ahiret gününe iman edip salih amel işleyenler için korkunun olmayacağı gibi mahzun da olmayacakları bilgisidir.

Sabiilerden olup Allah’a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için ne yapılacağını öğrendik.
Peki Sabiiler kim? Bunu biz biliyor muyuz? Bilmiyoruz.

Sabiilerin kim olduğunu bu ayetlerin tebliğ edildiği toplum biliyor mu? Evet biliyor.

Bilip bilmediklerini nereden öğreniyoruz?

Arap dilinin yapısından öğreniyoruz. Her üç ayette de “Sabiin” marife/belirlilik takısı ile kullanılarak “EsSabiin” olarak kullanılmış. Bu takı Arap dilinde bilinenler için kullanılır.

Peki biz “EsSabiin”i biliyor muyuz? Bilmiyoruz. Çünkü o dönemde o toplumun bir üyesi değildik.

O toplumun üyesi değiliz diye hiç bilemeyecek miyiz? Bilemezsek sorumlu olabilir miyiz?

Vahye muhatap olanlar bunları çevrelerinde bulunanlara -Dili Arapça olmayanlara- bildirmek zorunda değil midirler?

Maide;3:"...Bana saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyun. Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak da İslâm'a razı oldum. Artık kim son derece açlık içinde, günaha istekle yönelmeden zorda kalırsa, bilsin ki şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir."

Cumua; 2-3: “O, Anakentliler/Mekkeliler içinde, kendilerinden olan ve Anakentlilere ve henüz onlara katılmamış olan onlardan başkalarına Allah'ın âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitabı ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğreten bir elçi gönderendir. –Onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde olsalar da.– Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.”

Bugün İslamla tanıştırılmamış olanların veballeri müslümanların üzerinde değil midir?
Bu İslam dini tanıtılmış mıdır da insanlar gelmemiştir?

Dili Arapça olmayanlara Kur'an ulaştırılmış mıdır?
Mealler Arap dil yapısına uygun olarak verilmiş midir?
Günümüzdeki meallerin çoğu Arap diliyle hiç de örtüşmeyen çelişkilerle dolu değil midir?

Sabiin kelimesinin geçtiği ayetlerde nekre olarak belirtilen "hâdu" bile çoğu mealde "Yahudi" olarak çevrilmemiş midir?

Değerli Kardeşim!

Bizler bu “EsSabiiin” kimler olduklarını öğrenmek durumundayız ki,ayeti daha sağlıklı değerlendirebilelim.
Bu öğrenme işini nasıl yapacağız?
Bunu tarihçilerden öğrenebileceğimiz gibi Kur’An’ın Arabiyyen olması nedeniyle Fasih Arap dil yapısına bakarak da öğrenebiliriz.

Biz ne yapmışız?

Biz de her iki yolu izleyerek bu "EsSabiini" öğrenmeye çalışmışız.
Sonuçda da: “Bu açıklamalardan sonra vardığımız kanaat şudur: Bunlar, Allah'ın lütfuna mazhar olmaları hasebiyle şirkten uzak bir gruptur. Hristiyan, Yahûdi ve mü’minlerden ayrı bir grup olarak sayıldıklarından bunların, Rasûlullah'ı tanımayan-bilmeyen bir grup olduğu anlaşılıyor.
Bizce bunlar, akıllarıyla Allah'ın varlığı-birliği ve âhiret hakikatine ulaşan, fakat kendilerine elçi ve vahiy ulaşmayan “doğal dindarlar”dır.” Diyerek fikrimizi beyan etmişiz.


Buradan bizim alacağımız ders ne olmalıdır? Diye tefekkür ettiğimizde alacağımız dersin: Kendilerine Allah’ın vahyi ulaşmamış ulaştırılmamış olduğu halde fıtraten Allah’ı bilip güzel davranışlar sergileyen insanların olabileceğinin bilinmesidir.
Rum; 30: “O hâlde sen yüzünü, eski inançlarını terk eden biri olarak dine, insanları üzerine ilk olarak yoktan yaratmış olduğu Allah'ın fıtratına doğrult. Allah'ın oluşturuşunda değişiklik söz konusu değildir. Dosdoğru/ ayakta tutan din, budur. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. “

Değerli Kardeşim!

Tefekkürlerimizde,Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'ın;
Fussilet;53 de: "Onun hak olduğu ortaya çıkıncaya kadar, afakta ve enfüste/hem dış dünyada, hem kendi bünyelerinde âyetlerimizi/alâmetlerimizi/ göstergelerimizi onlara göstereceğiz. Rabbinin şüphesiz her şeye tanık olmuş olması da yetmedi mi?"

Nisa;82,83 de: Onlar hâlâ, Kur’ân'ı gereği gibi düşünmezler mi? Eğer ki o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, kesinlikle onun içinde birçok karışıklıklar bulurlardı.
Ve kendilerine güvenden veya korkudan bir emir geldiğinde onu hemen yayıverirler. Hâlbuki onu Elçi'ye ve kendilerinden olan yetkili kimselere götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya gücü yeten kimseler, onu bilirlerdi. Ve eğer Allah'ın üzerinizdeki armağanları ve rahmeti olmasaydı, –pek azınız hariç– kesinlikle şeytana uymuştunuz."

şeklinde belirtttikleri asla aklımızdan çıkmamalıdır.

Çabalarınız için sağolun. Allah Razı olsun.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

merdem
18. February 2013, 01:02 PM
MİSYONERLİK

Avrupalılar, hıristiyanlık inancını yaymak ve milletleri hıristiyanlaştırmak için misyoner teşkîlâtını kurdular. İktisâdî (ekonomik) bakımdan dünyânın en kuvvetli teşkîlâtı hâline gelen kilise ve misyoner teşkîlâtları akıl almaz bir çalışmanın içine girdiler. Hıristiyanlığı İslâm memleketlerinde yayabilmek için korkunç bir İslâm düşmanlığı başlattılar. İslâm memleketlerinin her yerine hıristiyanlığı öven binlerce kitap, mecmûa ve broşür gönderdiler. Bugün de güzel memleketimizde durmadan hıristiyanlığı anlatan kitap, mecmûa (dergi) ve broşürler, misyonerlik teşkîlâtı tarafından dağıtılmakta, posta ile yurt dışından adreslere gönderilmektedir. (Muhammed Sıddîk bin Saîd)

Târih göstermiştir ki, misyonerler gâyelerine erişmek için her türlü vâsıtayı mübâh (sakıncasız) gören bir zihniyete sâhib olmuşlardır. Asya ve Afrika milletlerini, asırlar boyu sömüren devletlerin en büyük yardımcıları misyonerler ve misyonerlik teşkîlâtları olmuştur. Misyonerler, girdikleri memlekette sâdece kendi dinlerini yaymakla meşgûl olmazlar. O memleketteki milleti meydana getiren maddî ve mânevî değerleri tahrib ederler. Tahrîb ettikleri millî duyguların enkazı üzerine kendi inançlarını binâ etmeye çalışırlar. Ellerinde bulunan bütün imkânlarını bu yolda kullanırlar. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)

Degerli kardeslerim, bir karsilastirma yapacak olursak, misyonerligin nerden nasil geldiginin, örnek alindiginin anlasilacagini zannediyorum.

Allah'in resulünun ölümünden sonra Islam'i yaymada, son halifeden sonra, nasil bir yola gidildigini bilmiyor degiliz.

Dinde zorluk yoktur. Fakat bu görüs ve inanc suistimal edilmistir.

Dinde irk ve kavimciligin degeri yoktur, degeri olan takvadir, bu da hayli suistimal edilmistir.

Baris icinde olan, müminleri yurtlarindan cikarmayan müsriklerle, kafirlerle savas edilmez. Bu hepten suistimal edilmistir.

Islam dinini yayma amaciyla muhakkak ki hos olmayan bir kac olay vukuu bulmustur.

En önemlisi, Islam Kur'an isiginda iletilmemistir. Sonradan Islam'a girenler atalarindan gelme olan hurafeleri beraberlerinde getirmisler ve Islam'i tamamladiklari inanciyla hareket etmisler. Bu da Allah katindandir diyebilmislerdir.

Islam dan önceki milletlerin tarihi incelenecek olursa, iranlilarin misirlilarin her bir bilim ve ilim ( ilim ile bilim aynidir deniliyor ) dallarinda ne kadar üstün calismalarinin oldugu görülür. Hurafeler dolusu Islam anlayisiyla tüm bilim dallarinda gerileme olmustur. Astronomi, fizik, tibbi alanlarda bir gelisme kaydedilmemistir.

Allah pisligini yagdirmaya devam ediyor.

Icat ve buluslar hakkinda inceledigimiz kitaplardan gördügümüz ve tespit edebildigimiz gibi, son asirlarin tüm icatlati ve buluslari gayrimüslim tarafindan ortaya konulmustur.

Rabbimiz neden yalniz bunlara ilhamlar veriyor?

Dogru yolda olmus olsaydik herhalde Islam bugün sayilir hürmet edilir bir durumda olurdu. Islam dini gericiliktir diye tanimlaniyor. Bunun sebebi müslümanlarin kendileridir.

Elhamdülillah müslümanim deyip ya bir kenara cekiliyorlar, yada haddi asip boyunlarina bombalar asip sivillerin icerisine atiliyorlar.

Hurafeler hurafeler hurafeler. Yikti tertemiz olan Islam inancini, yikti Islamin getirmis oldugu baris inancini, yikti insanlarin bir arada huzur icinde yasamalari lazim geldigi inancini, yikti Islamin emrettigi yardimlasma inancini.

Iste Islami yaymak amacina yaptiklari hiristiyan misyonerlerin yaptiklarindan baska birsey olmamistir.

Yeryüzünde Islamin yayilmasinin müslümanlarin sayilarinin artmasinin önemi yok,
önemli olan tertemiz saf bir inancla Rabbimize yönelik olmamizdir.

Türkcemizde nasil diyoruz: Nerde cokluk orda b.....!


Kur'an'in korunmusluguna inandigim gibi, suna da inaniyorumki: " Bu kitabi degistir bize baska kitap getir" diyenler, Allah tarafindan KORUNAN'i degistiremiyeceklerini anladiktan sonra, kendi dillerinde bir takim kelimer degistirmekle arzularina ulasmis olduklaridir.

Kur'an indirilmege basladiginda herhalde araplarin ellerinde LUGAT diye bir sey bulunmuyordu o zamanlar. Her ascinin kendine has bir yemek pisirme usulu oldugu gibi, her insanin kendine has bir iman anlayisi vardir.

Asci nasil pisirirse pisirsin yemegi, yemek tarifindeki malzemeler degismez, her iman sahibi nasil anlarsa anlasin Kur'an'in bildirdikleri degismez.

Allah'in sünnetullahinda bir degisiklik olamaz.