PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Metinleri algılama/ anlama noktasında mutlaklaştırma


dost1
11. November 2009, 12:54 AM
Selamun Aleykum Değerli Kardeşlerim!

Değerli Araştırmacı Yazar Naci CEPE Bey'in makalesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

METİNLERİ ALGILAMA/ ANLAMA NOKTASINDA MUTLAKLAŞTIRMA
ANLAYIŞLARI
Değişim; Sünnetullahtır.Allah’ın yasasıdır.
İnsan, ontolojik olarak aşkın gücün takdirine bağlı bir irade ile yaratılmıştır.Kulluğun
icrası için var kılınan insan, akıl sahibi bir varlık olarak bir çok varlıktan daha ayrıcalıklıdır.
Yeryüzünde mevcut olan bütün nimetler insanın emrine musahhar kılınmış olarak bulunmaktadır.

İnsan, yeryüzü evreninde özgür iradesi ile yaşar.Tercihlerini yaparken de özgür bırakılır.
İnsan, kainatta yaratılan varlık olarak ne varsa onlarla ilgi kurar ve evrenin imarını inşa eder.
Hayatının idamesi için de gerekli olan her şeyi yapmaya çalışır.

İnsan, aklın dışında beş duyu, hissi selimden başka sezgi, varsayım (ilimde deneme yanılma) ve ilham dediğimiz yeteneklerle de donatılmıştır.

İnsanlık, yaşam yolculuğuna çıktığından bu yana sürekli olarak değişim ve gelişim çizgisinde yol alarak yürür. Keşifler, buluşlar ve yeni yönelişler ile birlikte yaşanılır hayat.

İnsanlık, bütün kazanımlarını ontolojik yetenek ve çabalarına dayanarak elde eder.

İnsan, ister pozitif bilim ister sosyal bilim çatısı altında tüm kazançlarını yüce Allah’ın izniyle yapar.İlmi ilerlemedeki bütün kazanımlar Allah’ın yardımı ile gerçekleşir. İnsan, bir keşif ya da buluş yapacaksa çalıştığı konularda ne kadar emek yoğunluklu çaba gösterirse göstersin Allah’ın ilham verici desteği olmadan hiçbir şey yapamaz.Çünkü insan, kul olarak sınırlı bir varlıktır.

Evrende yaşanılan insanlık medeniyetlerinin ilerlemesinde, gelişmesinde bilmin katkıları her ne kadar olmuşsa da bilim kutsanılacak bir fenomen olmamalıdır.İnsanlık bilgi bakımından maksimum düzeye ulaşsa bile bilginin ve bilmin verileri insanlık medeniyeti için bir kazanımdır. Ancak bilgi ve bilim her şey değildir.

İnsanın hedefi, her çeşit bağdan kurtulmak ya da kendisini yaratan bir güç gibi bir değişim ile ödevli olmak için “ her şeyi bilmek” değilse, o zaman varlığının ne değeri olabilir ve yaşamasının bu evrendeki anlamı nedir? Böylesine var olabileceğini düşünmekse olmamamak daha iyidir.

Buluşlar, keşifler, yenilikler ve yazılan, çizilen her şey Allah’ın çaba gösteren her insana ilham vermesi ve sonsuz lutfuyla gerçekleşebilir.Yüce Allah emek gayreti olan hiçbir insanın çabasını boşuna çıkarmaz.Temel yasalar (Yer çekim, suyun kaldırma yasası vs.) bir araştırmanın neticesinde insanlığa bahş edilmiştir. Elektiriğin icadı tam beş yüz deneme/ yanılma çalışmasının sonunda Allah’ın izin vermesi ile gerçekleşmiş ve insanlığın kullanımına arz olunmuştur.Müspet bilimlerdeki bütün buluşlar ve keşifler hayatı yaratan, yaşatan ve yöneten aşkın paradigmanın inisiyatifinde olduğu tartışılmaz bir gerçeklıktir.

Bu nedenle sosyal bilimlerde yazılıp çizilerek verilen her özgünlüğü olan eser yine aşkın iradenin sevk ve idaresindedir.Bir şair şiirini,bir bestekar bestesini , bir edebiyatçı romanını, bir düşünür düşüncelerini, bir felsefeci veya sosyolog aşkınlık içeren alanlardaki araştırmalarına özgün eserler katabilmek için ilhamını aşkın güçten alır. İnsanın en ilginç teşbih, mecaz,istiare, kinaye, telmih ve zengin metaforlarını da muhayyile kurgusu ve düşünce yetisi olmadan elde etmesi söz konusu olabilir mi? Bu yetenekleri kullanılır kılma adına emek verilerek elde edilen çıkarımlar hangi hayal fabrikasından üretilebilir ? Bu bağlamda ontolojik, epistemik ve fenomolojik imkanlarda bütün varlık donanımlarının hakikate dair olmadığı nasıl yadsınabilinir ? En güzel sözler, engüzel cümleler, en güzel edebi dizeler ve en güzel söz lirizmi hakikatin menbaından yararlandırılmıyor mu? Özgün bir söz, mantıklı düşünceler, fikirler, aforizmalar, çeşitli betimlemeler ve imgelerin ortaya çıkması hakikatin kapsama alanı içinde değil mi?

Böylesine güzel söz ve manzum edebi deyişler ancak aşkınlığa bağlı ilahi mantığın ve ilahi nutkun kapsam alanı içinde olabilir.Bu çerçevede insan ruhunu besleyecek ve ihya olunabilecek güzel eserler vucuda getirebilir.

Yazılı hayata geçtikten sonra insanlığı etkileyebilecek edebi eserlerin ortaya çıkması bir zenginlik olarak günümüze değin ulaşır. Söz konusu eserlerdeki metinlerin retorik gücü insanı, büyüleyici ve etkileyici ruh iklimlerine taşır.Duygularımızı beslemede öylesine bir ilgi alanı oluşturur ki mezkur metinler aşırı ilgiden dolayı ne yazık ki zamanla sözleri naslaştırma evresine vardıracak kadar teveccüh görür.Yücelterek değer verilir sevilen bu eserlere. Aşırı bir sevgiyle algıları ve anlayışları yoğunlaştırıp eser baş tacı edilir ve bir müddet sonra farkında olmadan eseri”Tek doğru” eksenine oturtarak yegane esere bile dönüştürülmesi sağlanır. Aşkın söylem içeriği taşıyorsa eğer bu mezkur eser maazallah söz konusu durum esas temel öğretiyi ikincil plana itme ya da gözardı etme meyline varabilecek bir sakınca da taşıyabilir. İşte o, zaman beşer sözü olan bu gizemli metinle, nas gibi kelime kelime ezberlenerek hayatlara mal edilebilir.Beşer lafzı olan bu metinler sadeleştirilmez, dokunulmaz ve eleştirilmez kılınarak dondurulabilir de. Nas gibi kutsanılır bir kültüre dönüştürülmeye çalışılır.Malesef kutsallaştırılmaya çalışılmış bu mezkur eserler günümüze kadar taşınmış kimi elli kimileri yüzyıllarca sürdürülmüş bir ömürle günümüze uzanan efsane eserler olarak bırakılmış bulunuyor.

Bazen kişilerin görüş ve yorumlarıyla ( Metodolijik çalışmalar hariç) Kur’an tefsir adı altında yürütülen çalışmalarda bile sözünü ettiğimiz durumla karşı karşıya gelebiliyoruz.Bir tek tefsire verilen aşırı önem ve takınılan duyarlı tutumlar nedeniyle tefsir çalışmalarında edebi , soyolojik ve felsefi yorumlar bile nas gibi algılanabiliyor. Tabir yerindeyse belağat gücü yüksek olan tefsir çalışması bile neredeyse kur’anlaştırılmaya çalışılıyor.Bu tür çalışmalardan hangisi bir hizbin elinde kabul görmüşse o muteber sayılıyor. Oysa Kur’an ‘ın okuma biçimleri ve anlam alanları metodoljik olarak o kadar çok ki. Ama bazen bir eserde işlenen bazı konular öyle etkileyici bir yorumla anlatılıyor ki bu yorum çalışması da bir muteber yorum çalışması olarak kabul edilerek maalesef tek doğruya indirgenip herşeyleştirilmeye kadar vardırılıbiliyor.Anlamın hikmeti bir tek yorum üzerine sabitlenip ilmin ilerlemeci ve hikmet arayıcı özelliğini de darmadağın edebiliyor. Metne dayalı bu çizgideki öğretilerin tartışılmaz hale getirilmesi şirk dahil kebair günahlara kadar insanı götürebileceğini düşünmemiz gerek.

Burada gerek Kur’an tefsirlerinde gerekse retoriği etkileyici beşer sözü ile meydana getirilmiş eserlerde sakınılması gereken şey; aşırı tutkulara bağlı akidevi büyük hatalar yapmamaktır.Fani olan dünyadaki hayatı boşa geçirmemek için gerçek kaynakla yüz yüze gelinmesini sağlamamız gerek. Tutucu körleştirici bağnazlıklardan, tekçi , hizipçi anlayışlardan kurtulmamız gerek.

Allah’ın sünnetullah yasası , ilmi ilerlemeyi değişimle tavsiye etmesine rağmen beşer sözü olan edebi gücü etkileyici metinleri ne her zaman tekrar ederek zamanımızı israf etmeli ne de mutlaklaştırma yanlışına düşmemeliyiz.Metne dayalı yazılı eserler, edebi formları bozulmasın diye sadeleştirilemez dokunmazlığından çıkarılmalı en azami surette yararlanabilecek hale getirilip okuyucunun istifadesine sunulmalı.

Bu gün kültür dünyamızda Kur’an meali çalışmalarını bile nasıl daha yaygın nasıl daha iyi anlaşılır hale getirebiliriz diye özel bir çaba sarfedilerek dilimize ve dünya dillerine özenle çevirmek için( hatalarımıza rağmen) bir gayret veriliyorsa, metinlere dayalı eserlerin anlaşılması için de aynı gayretin verilmesi gerekir.

İlim adamlarının tarih içinde yazdıkları eserler bügünün insanının anlama seviyesine uygun söz kalıplarıyla sadeleştirilerek arı bir dil zenginliği içine geleceğe yönelik katkılar sağlanabilirse hem İslam alemi hemde dünya insanlığı bu durumdan yararlanacaktır.Düşüncenin gelişmesini, aklın işlevsel bağlamda kullanılmasına engel olan anlayışlar beşer sözünün edebi gizemine kapılmış demektir.Bu tür anlayışlarımız var kılındığı müddetçe elde bulunan mevcut eserler hala ve ısrarla hiç tükenme bilmeyen eskimezlik yaftası içinde okunmaya devam edilecektir şüphesiz.Bu tür duruşlar ne yazık ki görüş mesafemizi daraltacak, engelliyecek anlayışlar olacaktır.

Bu nedenlerle bu günün İslam dünyası artık yüzünü aşkın paradigmaya tam olarak çevirdiği ve yüz yüze geldiği vakit işte o, zaman anlama ve kavrayışlarımız özgür olacaktır.Aşkın paradigmanın temel öğretisi ile yeniden tanışılacak insanlık ailesi yeniden doğacaktır.Zihinler, pırl pırıl aşkın gerçeğin dayanılımaz hikmeti ile o’ na meftun olacaktır.

Bu gün özellikle islam dünyasında kişi ve kişiler üzerinden din algısı bir akıl tutukluğuna yol açıyor.Tek tipçi, yerinden oynatılmaz üslübun kullanılması ısrarcılığı , statükocu bir disiplinde zihinsel uyuşukluklara, körlüklere, tembelliklere ve ufuksuzluklara yol açıyor. Düşünmenin, düşüncenin önü kesilerek akim bırakılıyor.Akıl ve Vahiy ilişkisinin birbiriyle olacak irtibatı engellenerek kültselleştirilecek hale getirilen metinlerle de tıkandırılmaya çalışılıyor.Tabir yerindeyse zihin dünyası bir harabeye dönüştürülüyor.İnsanın zihni böylesine ufuk daraltıcı ortamlarda nefes alması da zorlaşıyor. Velud ve devingen bir dinamizm yakalanamıyor. Akıl ,durağanlaştırılarak örseleniyor.Ef’al durumda insanın kullanımına arz olunan akıl işlevsiz bırakılıyor.Deyim yerindeyse insan zihnsel olarak böylesi anlayışlarla göz altına alınıyor ve hayatlar tutuklanıyor.

Bu tek tipçi tradisyonalıst öğreti biçimi insana “ Yerinde say” komutu veren bir öğreti olmakla belki daha pürütenleştiriliyor.İnsanları kolonileştirmeye ve sürüleştirmeye yönelik zihinsel öğretilerden sakınmak gerek.Ontolojik yaşamın değişmez kurallarını şekilsiz kılmaya yönlendiren makul ve objektivitesi olmayan bu tür dayatma disiplinlerini hayatımızdan çıkarmak gerekiyor.

Değişmezliği tartışmalı öğretilere kim kendi içinden bir eleştiri yaptıysa bütünden kopmaları ve parçalanmaları meydana getirmiş ya da getirilmesine göz yumulmuştur.Başlangıçta bir bütün olan doktriner disiplinler aynı metodolojik çalışmaları terk edemedikleri için bölünmeler kaçınılmaz olmaktadır.Başlangıçta bir bütün olarak yola çıkmış doktriner düşünce disiplinlerinin elli yıllık süreç içinde otuz parçaya bölünebildiklerini müşahade edebilmekteyiz. Beşer sözü içeren aşkınlık havzasında bulunarak geçmişlerini günümüze kadar taşıyan doktriner disiplinler aşkın öğretiyi içselleştiremedikleri ve bu ana kaynaktan uzak hareket ettikleri için parçalanma akibeti ile karşı karşıya gelmiş olabilirler.Belkide aşkınlık görüntüsünü külliyat olarak sergilemiş mezkur öğretiler zamanla ideolojik yörüngede bir seyir almış olduğu için parçalanmalar artmış olabilir.Her parçalanma ise ya bir enaniyetin bir baş kaldırısı ya da bir güç kaybının işaretlerini verir.

Aşkın öğretiyi yaşam kılavuzu olarak temel almayıp şiar edinmeyen doktriner disiplinler kendilerini hangi kriterler ile oto kritik edebilir.Retoriği tartışılmaz bir fikri disiplinden yola çıkarak hayat tarzı oluşturmaya çalışanlar gerçek anlamda bir müşavere yapamadıkları ve statükocu yapılarına sıkı sıkıya tutundukları için kendi içinde katı ama kendi dışında ise başkalarına kapalılık içinde bir tavır aldıkları gözlemlenmektedir.Aynı görüş çizgisinde parelel anlayış disiplinleri ile ne bir uzlaşı ne de bir konsensüs sağlayamamaktadırlar.Sürdürülen diyaloglar kendi aidiyetlerine mensup olanlarla değil de bilakis tamamen öteki olanları muhatap alarak yani içeriye dönük değil , bilakis dışarıya yönelik bir tavır sergilemektedirler.

Bu tarz zihin tutuklusu formel yapılar ne kadar potansiyel donanım içinde olsalar da ne kadar nicel çoğunluk içinde bulunsalar da hakikatin aydınlanmasına yönelik bir inşa süreci içinde kalıcı ve temelli katkı sağlayamazlar. Temeli, aşkın paradigmanın öğretisi ile atılamayan adımlar, yol almada inisiyatiflerini kaybedebilir. Kişi ve kişilerin görüşleri üzerine kurulu fikri disiplinler ne kadar güçlü görünseler de etkili olamayacaklarını tarih bir gün gösterecektir. (Hudeybiye sözleşmesinde müslümanlar güçsüzdü ama inisiyatif sahibiydiler)

Çokluğun ya da çoğulculuğun aldatıcı yanılsatmalarına dikkat etmek gerek.Niceliğin üzerine kurulu ve başat kimlikle yönetilen disiplinlerde kişilerin görüş ve kanaatleri bir irade gösteremeyip kararlarda ortak katkılar sağlayamıyorlarsa sözü edilen disiplinin yapısal sorunları var demektir.Çokluğun ve çoğunlukçuluğun mantığı içinde en çok barınan şey vesvese dolu fitne tehlikesidir.Çokluğun steril saflaşması ancak niteliğin keşfedilip içselleştirilmesiyle olur. Niteliksiz niceliğin egemenliği uzun soluklu olamaz ama belki hormanlanmış yapay konjonktürel bir plan çerçevesinde yapay yaniltıcı geçiciliği olabilir.Oysa niteliğin egemenliği ise ruhları fethedici olma özelliği ile kalıcıdır.

Nicel çoğunluklar (Özcü ve özgünlük temeli olmayan) üniform,monoton kalıplara bağlı oldukları müddetçe bölüne bölüne (Amip gibi) üremeye devam ederler.Bütünden kopan her bir kopma statükoculuğu benimsemiş aynı öğreti ile kendi tarzına uygun şekilci geleneği ile baş başa kalmaya yeni adaylar olurlar.

Dominant bir kimliğin etrafında bir araya gelip ismi var kendisi olamayan kimlikler dünyada olup biten ne varsa bırakın karşı durmayı kayıtsız, tepkisiz, duyarsız bir hayat tarzına (bağlı değil) bağımlı olarak dışa kapalı yaşamaya devam ederler. Şekilci, çizgiden çıkmayan, ipotekli kimlikli kimliksizler olarak…

Yüzyıllardan beri bu tür gelenekselleşmiş asketik anlayışlar dış dünyaya kapalı vaziyetleriyle ne yazık ki ber taraf olmuyor.İçe kapanık geleneksel asketik disiplinlerin içinde otoriteryenler var olduğu sürece… Dış dünyaya yönelik yönetim anlayışlarına sahip otoriter oligarklar var olduğu sürece…Kalıcı durumun sürgit devam edeceği izlenimini veriyor.

Aklını kullanmayı 744 yerde beyan eden aşkın öğretiye kulak asmayanların niceliksel varlığı, nitelik mücadelesini verenlerin azlığından dolayı bu günün dünyasında bile uyutulmuşluğun, uyuşturulmuşluğun anaforundaki prangalar kırılamıyor.

Sorgusuz sualsiz teslimiyet mutlak hakikate yapılacağına maalesef statükocu, donuk, tek tipçi aymazlığı olan otoriter zihin dünyalarının başatlarına yapılmaya çalışılıyor.

Bu gün için bir insan bir beraberlik olgusunun içinde hala reyini verebilecek ve varlığına yaraşır biçimde bir bilinç oluşturamamışsa bu olgu içinde kişi kendini tanımlayamıyor demektir.Akidesine ve aidiyetlerine mensubiyetini ifade edip kendini kanıtlayamamış bir kimlik ise işte o zaman kanaat sahibi olarak reşit olamamış demektir.Aşkın öğretinin kul insandan istediği şey sorumluluk taşıyabilecek bir bilinçle rüşt sahibi biri olmasıdır.Akıl varlığını koruyan her insan akıl sahibi olarak toplum içinde bir görüş(Rey) sahibidir. Görüş sahibi olan her insan ise karar ve irade sahibidir. Yüce Rabbimiz akıl, karar ve irade sahibi her insanı kulluğuna muhatap ya da kulluğuna aday olması için yaratmıştır.

Konuyu toparlayacak olursak insanlık alemi için eserler vermeye çalışmış bilge insanların eserleri elbette okunmalı. Ancak eserlerin retoriksel/söylemsel anlamlarının tutucu etkisinde kalınmamalı. Edebi gücü etkileyici bu manzum eserlere hak ettiği kadar değer vermeliyiz. Bu eserlerdeki bilgilerden bir öğrenci gibi yararlanmalı fakat nas gibi algılayıp anlamaktan kaçınmalıyız.Yazıda niyetimiz ne eserelere ne de yazanlara düşmanlık değildir. Sadece abartı yapma vasıfları olan insana yönelik bir hatırlatmadır.İnsanlık kutsallaştırılmış beşeri sözsel metinlerin ve nesnelliklerin tehlikeli sahalarından uzaklaşmalı.

Allah’a kullukta kulca arınarak aklanmalıyız.Hakkı ve hakikati idrakle itaat etmeli.Aşkınlığı içselleştirmiş kendilikleri biraraya getirerek bilinç işıklarımızı bizliğin içine almalıyız. Biz olmalıyız…

Bu dünyaya Allah’ın kulluğuna muhatap alınıp gönderilmişsek eğer hayatlarımızı vahyi ilkeler bağlamında terbiye etmeliyiz.Başkalarının görüşlerinden asgari ölçülerde istifade etmeliyiz . Ancak başkalarının kanaatleriyle hayatlarımızı kurmamalıyız. Hakkın ve hakikatin mutlak ilkelerine teslim olunarak kulca Allah’a haşyet içinde itaat ederek kendimiz olmalıyız.
“BİLİNÇ IŞIKLARI YANMADAN ÖZGÜRLÜK IŞIKLARI YANMAZ”

NACİ CEPE_ İZMİR 20.07.2009