PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Asırlık Tozlar


TUĞÇE DENİZ AKIN
3. November 2009, 03:45 PM
“Sattım..” derken ağzından tükürükler savuran adam kalkan yüklü tabelayı görünce hızlıca tokmağı eline aldı. Kazanacağı para ile akşam kuracağı çilingir sofrasını düşünürken gözleri parlıyordu.

Hemen yanı başına sertçe inen tokmakla sayfalarının arasında bulunan toz zerrecikleri titremişti. Fakat o vakarından hiç taviz vermeden kürsünün kenarında olduğu gibi duruyordu. Üzerinde asırlık bir cilt ve kapağında binlerce parmak izi barındırıyordu. Şimdi bir kere daha yeni tecrübelere gebeydi. Yeni sahibinin adı ise hiç fark etmezdi. Bu türe kısaca “insan” deniyordu. Unutan unutulan… satan satılan… gülen ağlayan… hasılı muhteva zengindi.


O neler görmüş neler geçirmişti. Fakir sofralarında yer alan tabaklar misali; her türlü kütüphanede bulunmuştu. Gizli açık boş dolu bir çok konuşmaya şahit olmuştu. En çok zorlandığı da unutulduğu kütüphanelerdi. Böylesi raflarda kendini hep Ashab-ı Kehf’e benzetir kendince telkinde bulunurdu. Bazen hatırına geçirdiği depremler gelirdi. Unutulduğu için üzerinde biriken toz toprak yetmezmiş gibi bir de yıkıntıların içinde kalırdı. Sonrasında harabeden onu çekip kurtaran eli hatırlar aynı el tarafından bir antika dükkanına satıldığını da hiç unutmazdı. Geçirdiği tamirler yenilemeler… tezhiplerinin en ince ayrıntısına kadar sayfalarını inceleyenler… neler neler. Meraklıydı şimdi. Kim bilir yeni sahip kimdi. Okur muydu kendini. Bilir miydi değerini. Belki de onu şatafatlı ışıkları bulunan bir gümüşlüğe hapsedecekler ve zaman zaman başına gelip; güzelliğinden özelliğinden nasıl bir sanat zevki ile yazıldığından dem vuracaklardı. Üzerine akan nice gözyaşlarına rağmen ah ederdi hep ağlayamadığına. Derdine Hızır gibi yetişirdi hafızası ve annesini hatırlayan bebekler gibi kendini yazanı hatırlardı. Kendini yazan Hattat Osman Efendi’nin döktüğü tefekkür gözyaşları teselli olurdu derdine. Sabahlara kadar yumulmayan gözleri yorulmayan elleri mürekkeple yoğrulan varakları hayal ederdi. Şimdilerde kendisi için biçilen değerlerde var mıydı karşılığı? Güldü kendince. Bütün bunlar sayfalarının arasında eserken bir çantaya koyulduğunu fark etti. Karanlık ve sıkışık bir çanta. Ya koleksiyonerdi ya da iş adamı. Ne de olsa herkesin parası yetmezdi kendini satın almaya. Ama o rahattı. Lakin cümlelerin maverası her kişiye açılmazdı. Zira aranan şart para değildi. Oldukça uzun geçen bir seyahatten sonra biraz sallanarak biraz da zorlanarak çıkartıldı sıkışık çantadan. Çok konuşmadı yeni sahibi sadece birkaç cümle: “Üstadım oldukça zor buldum. Ama buldum. Tahminimce başına gelmeyen kalmamış. Artık size emanet efendim.” Şefkatli bir el kavramıştı kapağını. Rahleye gayet nazik bir şekilde yerleştirilmişti. Uzun zamandır bu kadar rahat etmemişti. Nihayet ilk sayfası açıldı. Karşısında feraset sahibi gözler ilk cümleleri süzmekteydi. Davudi bir ses asırlık toz zerreciklerini bile mesrur etmişti:



“Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla.”