PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Üç Nefis


TUĞÇE DENİZ AKIN
3. November 2009, 03:42 PM
Nefse dair üç ayrı tavsifle karşılaşır insan Kur’ân’da. Kur’ân-ı Hakîm bize üç ayrı nefisten daha doğrusu nefsin alabildiği üç ayrı kıvamdan haber verir: nefs-i emmâre nefs-i levvâme nefs-i mutmainne. Yani insana kötülükleri emreden nefis kendini kınayıp ayıplayan nefis ve itmi’nana ulaşıp Rabbine teslim ve hakikate râm olmuş nefis.

Bu Kur’ânî sıralama ‘nefs’in ille de kötü birşey olmadığını ve kötülük olsun diye insana verilmediğini insana bildirir. Nefis evet bir imtihan vesilesidir; eğer ona uyulacak olsa adımlarını ona uydurarak insanı şeytanların yol arkadaşı yapar. O yüzdendir ki Yusuf aleyhisselam gibi bir peygamber bile “Ben nefsimi tebrie etmem. Rabbimin esirgediği müstesna nefis daima kötülüğü emreder” diyerek nefsin ‘emmâre’ halinden Rabbine sığınır. O yüzdendir ki Yunus aleyhisselam “Seni tenzih ederim. Muhakkak ki ben zalimlerden oldum” diyerek Rabbinden medet ister.

İki kudsî nebi ‘nefs-i emmâre’nin insanı sevkedeceği kötülüklere karşı Rablerine sığınırken apaçık ‘nefs-i levvâme’nin de tarifini verirler bize. Yusuf aleyhisselam nefsini tebrie etmemesi aklamaya kalkmaması temize çıkarmaması ile nefsini o ‘emmâre’ halinden ‘levvâme’ düzeyine yükseltir. Yunus aleyhisselam ise bir noktada emr-i ilâhîye uymayışına karşılık “Ben zalimlerden oldum” diyerek suçunu itiraf ederek nefsinin ‘emmâre’ değil ‘levvâme’ olduğunu isbatlar.

Bu iki Kur’ânî örnekten de anlarız ki kusurunu görmek kendini sigaya çekebilmek yöneldiği ve hatta bilfiil yaptığı şey yanlış ise bu noktada kendini ayıplayıp kınayabilmek yani bugün dillerimize yerleşmiş tabiriyle ‘özeleştiri’ yapabilmek ‘nefsanî’ terakkimizin bir göstergesi niteliğindedir. İçtenlikle özeleştiri yapabilen kişi nefsini ‘emmâre’ düzeyinden ‘levvâme’ düzeyine çıkarabilme imkânına sahip demektir.

‘Levvâme’ olabilen nefis ise Yusuf ve Yunus aleyhisselam örneklerinin de gösterdiği gibi hakikati olduğu gibi alıp olması gerektiği gibi ona ittibaya açık hale gelir ve ruhun hizmetkârı ve yoldaşı olur. Akıl görür kalb hisseder ruh ise zevkeder yani tadar. Nefsin kullandığı dil de lezzet dilidir. Emmâre nefis şeytanın himmetiyle tadına kandırarak insana zehirli günah ve isyan balını yedirir. Levvâme nefis günah ve isyanın zahirî tatlı haline karşılık esasen ‘zehirli’ ve acı olduğunu itiraf ederek bu ‘zehirli bal’dan çekinir. Mutmainne nefis ise emr-i ilâhîye ittibanın ne kadar da tatlı ve şifalı bir bal hükmünde olduğunu bizatihî tatmış haldedir.

Bu sıralamaya bakıldığında nefs-i levvâmenin ayırdedici niteliği olarak ‘özeleştiri’nin ne kadar önemli ve değerli olduğu ayan beyan görülür. Özeleştiri nefsin ‘emmare’liğini aşmanın asgarî şartı ve ‘nefs-i mutmainne’ mertebesine uzanan yolun başlangıcıdır. Buna karşılık ‘levvâme’ olamayan bir nefis ‘emmâre’ kalıyor ve asla ‘mutmainne’ olamıyor.

Şahıslar kadar ‘şahs-ı manevî’lerin de bir nevi ‘kollektif nefis’ taşıdığı gerçeğini gözönüne aldığımızda ise özeleştiri erdeminin ve eleştiri ahlâkının aileler sülâleler gruplar cemaatler toplumlar ve milletler için ne kadar önem taşıdığını görmemizi sağlar bu sıralama. Eleştiri ahlâkının yerleşmediği özeleştiri erdeminin oturmadığı toplumların kollektif nefsi ‘emmare’liğe daha yatkın ‘mutmainne’liğe ise bir o kadar uzaktır. Türkiye toplumunda ‘sorun üreten’ odaklara bakmak bunun böyle olduğunu anlamak bakımından herhalde yeterlidir.

Sözün kısası hem kendi namımıza hem aidiyet hissettiğimiz topluluk adına bir manevî terakkinin derdine düşmüş isek eğer özeleştiri erdemini içtenlikle kuşanmamız ve eleştiri ahlâkını içselleştirmemiz gerekiyor.

Kendi kusurunu bilip hakikate râm olan nefislere selam olsun!