PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Zekatta 40 da 1 Saçmalığı


TUĞÇE DENİZ AKIN
4. October 2009, 05:14 PM
İçinde bulunduğumuz ramazan ayı sebebiyle, insanlar, zekat ve fakiri doyurma konusunda daha hassas oluyorlar. Fakat çoğu konuda olduğu gibi burada da Kuran`a gidilmediği için ortaya komik durumlar çıkabiliyor. Kuran mallarımızı nasıl harcayacağımızı, zekatımızı nasıl ve kimlere vereceğimizi açıklamıştır. Kuran dışında din adına hüküm vermenin olayı nerelere götürdüğünü isterseniz beraber inceleyelim. Gelenekçi islama göre zekat oranı 40 ta 1 dir, oysa Kuran`da Allah böyle bir ölçü koymamıştır (Allah istediği zaman çeşitli ölçüler verir, örneğin mirasla ilgili ayetlerde bunları görebiliriz). İşin kötüsü halkın büyük çoğunluğuda doğrusunu 40 ta 1 zanneder. Mezheplerde zekat ölçüleri ve verilme durumlarıda farklı farklı ele alınır. İşte size birkaç örnek; mezheplere göre, tarladaki ürünün zekatının oranı 10 da 1 dir... Devesi olanla koyunu olanın zekatları da farklıdır, altın ve gümüşü olanların zekat oranları 40 da 1 dir.. Borçlu olan zekat vermez, mal üretiminde kullanıln mallardan da zekat verilmez, krediyle iş yapanlar zekat vermez, binek zekatı verilmez(arabası olan zekat vermeyecektir). Bu ve buna benzer bir sürü uydurmalar Kuran`da olmamasına rağmen gelenekçi islamın din diye insanlara anlattıklarıdır.
Şimdi birazda zekat meselesi Kuran `da nasıl geçiyor ona bakalım; Kuran`da zekatla ilgili geçen kelimelerden biri infaktır ki anlamı; sahip olunan mallardan, Allah yolunda ve bunun dışındakilere harcamalara(bunları aşağıda aktaracağım) denir. Sadaka kelimesi, kökünde doğrulama anlamında olup Allah yolunda yapılan harcamalardır. Zekat kelimesinin anlamı ise temizlenmedir, sahip olunan değerlerden başkalarınada verilerek yapılan bir temizlenme. Kuran`ın ibadetler içinde çok önem verdiği zekatla ilgili birçok ayete rastlayabiliriz. Birkaç örnek vermek gerekirse; Bakara Suresi 215te "Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki; hayır olarak infak edeceğiniz anne, baba, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak yaptıklarınızı Allah bilir. "der. Yine sadaka ile ilgili ayette Tevbe 60 ta "Sadakalar Allah`tan bir farz olarak yalnızca şunlar içindir, yoksullar, düşkünler, görevli olanlar, kalpleri ısındırılacaklar, özgürlüğünü kaybetmişler, borçlular, Allah yolundakiler, yolda kalmış kişiler... "Sadakaların miktarıyla ilgili olarak Bakara 219 da "Ve sana neyi infak edip harcayacaklarını, vereceklerini sorarlar. De ki, Bağışladığınızı. Böylece Allah size ayetlerini açıklar, umulur ki düşünürsünüz". Görüldüğü gibi Kuran`da mezhepçilerin verdiği ölçüler yoktur, Allah`ın verdiği ölçüler vardır. Bu son ayette(Bakara 219) geçen afv kelimesinin manası bağışladığınızıdır. Bu da Allah`ın zekatla ilgili durumlarda insanın insiyatifine kaldığını ve gönlünden geçenin ortaya çıkması için yapıldığını görürüz. Bunu destekleyen bir diğer ayettte şudur; Talak Suresi 7 "Geniş imkanı olan bu geniş imkanından harcasın. Rızkı kısıtlı tutulanda Allah kendisine verdiği kadarını versin". Allah, Kuran`da zekat ölçülerini vermez, bunu insanın kendine bırakır, tıpkı Kuran`ın başka ayetlerinde Allah`ı çok anın deyipte ne kadar anacağımızı bize bıraktığı gibi. Yoksa Allah sayı vermekten çekinecek değil ya.

Ali Rıza Borazan
30. October 2009, 04:11 PM
Zekat:İslamın otorite haline gelmesiyle islam toplumlarından alınmış olan verginin adıdır. Bu değişkendir şartlara göre %10 da alınabilir %25 de alınabilir %50 de alınabilir Bu Vergi günün şartlarına göre otoritenin belirlediği bir vergi türüdür. Hıristiyan ve yahudilerde bunun adı cizye ve haraçtır. İnfakla alakası yoktur. İnfak kişinin özgür iradesine bırakılan bir tasattuktur. zekat devletin vermeyenlerden, veya vermek istemeyenlerden caydırıcı güç kullanarak zorla alır.

Toslunba
30. October 2009, 05:39 PM
İnsanlar açlıktan ölürken 1/40 cimrilik ,insanlar bolluk içerisinde iken 1/40 savurganlık olabilir. Geliri yüksek olanın 1/40 ı ile düşük gelirli birisinin 1/40ı da aynı olmaz. Ancak benzinden %409 vergi alınırken Doğan yayın holding seçimlerde destek olması karşılığı milyonlarca liralık vergisi affedilirse bunun İslam açısından adını koymayı kişilere bırakarak "şeriat isterük ,baş örtüsüne özgürlük" diye ortalığı yıkan arkadaşların dikkatini biraz da buralara kaydırmasını önemle rica ederiz.
Selametle kalınız.

galipyetkin
21. June 2012, 10:03 PM
BAKARA-270 VE SADAKA ZEKATTAN ÇOK MAKBÜL VE BÜYÜKTÜR.

Sadaka bedenen çalışarak hem kendisini, hem iyalini(bakmakla yükümlü olduğu aile afradını) ve hem de infak edilmesi gerekenlerin infak edilmesi havarilerin(zamanın kollektivistlerinin) uyguladığı infak yöntemidir. Öyle bir sosyal devlet ve topluculuk uygulamasıdır ki, buna gizli infak denilir. Herkes herkesi infakla yükümlüdür, ama karşılıklı verip alma yerine kamu nam ve hesabına maişet(ihtiyaca yeterli hak ediş) karşılığı çalışıldığı için maişetten artan artık değer aynı havuzda toplanarak her dara düşeni bu havuzdan geçimlik seviyesine ulaştırarak imdat olma özelliği taşır.

İnsanlar ferdiyetçi sisteme geçince bu hak dinin mükemmel kurumu ihmal edildi. Bu kez, mülkten alınan bir tür emlak(Taşınır taşınmaz servet) vergisi zekat adını alırken, servet, sermaye, rant, irat gelirleri olmayıp da yalnızca bedensel çalışmasıyla kazananların muhtaçlara yaptığı yardıma dar anlamda sadaka denildi. Halbuki havra kollektivizminde sadece emekle kazanmak ve üretim yerlerini ve üretim araçlarını müşterek kullanma esası geçerli olduğu ve kişilerin buradan maişetin üzerinde yarattığı değerler herkese imdat olarak kamuya bırakıldığı ve bu bırakılanın niteliği sadaka cinsinden olduğu için sonraki sapmada, emek dışı elde edilen gelirden verilen yardıma da sadaka dendi. Yani sadakanın geniş ve dar anlamda infak özelliği bundandır.

Sadakanın bedensel çalışmanın infak vergisi olduğunun en önemli kanıtı sahabelerin “biz bedenen çalışır sadaka verirdik” hadisidir. Farz olan budur. Ama madem ki miras diye bir kurum vardır, zekat tamamen dışlanamamıştır. Çünkü miras bir mükteseptir ve mutlaka vergilendirilmesi gerekir. Ama hak din varsa, değer kamu adına üretildiği için kamunun kendisine vergi(Zekat) vermesi akıl dışı olacağından, zekat özel emlaklerı özel servetlerin, özel iratların olduğu toplumlarda sadakanın yerini almıştır. Bu ise ideal değildir. Çünkü Saf-14 bize havarilerin sosyo ekonomi politiğini uygulayın demektedir. Ne demişti İsa havari olmak isteyen kişiye "neyin var, neyin yoksa ondan kurtul da gel". Yani ancak geçimini sağlarsın miras bırakamaz, miras edinemezsin.

Yine nema ve riba genel artmadır. Zekatın da kavramsal anlamı artmadır. İkisi arasındaki fark, nema ve riba gelir ve servette kabarma, zekat ise nema ve riba denilen genel artmadan kişinin ve iyalinin geçim masrafları çıktıktan sonra artandır. Yani anlaşılır bir şekilde ifade edersek, nema ve riba masraflar düşülmemiş artma, zekat ise geçim masrafları düştükten sonra geriye kalandır. Bunun-zekatın infak edilmesi hak dinin emridir. Zekat vermek, bu geri kalanı vermek(İnfak etmek)tir. Şu halde nema veya ribadan zekatın verilmemesi ''Kenz''i meydana getirtir, bu da haramı doğurur. İnsanlara gerçeği böyle ifade etseler, bunun kolay yolu olan sosyalizm ve kollektivizmden insanlar kaçma yerine kendileri koşacaklardır. Çünkü diyeceklerdir ki, mademki ne kadar çok gelir sağlarsam sağlayayım, bana benimle iyalimin infak ve ihtiyacı kadarı bırakılıp fazlası çekip alınacaktır. Ben enayi miyim ki, başkalarını bakmak için gecemi gündüzümü heba edip yorulayım riske gireyim diyecektir. Çünkü bunu angarya saymayacak çok az insan vardır. Onun için zamanın muttakileri, İbrahim Peygamberin Beytinden(Beyt-i Atiyk'ten) esinlenerek/aklederek havra,manastır kollektivizmi olan Beytü’l Atik’i meydana getirmişler kollektif çalışma sistemini kurmuşlardır. Onun için Yesir kavramı solda olmanın yanında kolaylık olarak kavramlaşmıştır; ki asıl Ashabü’l Yemin, muhsin oldukları için yeminlerine sadık olanlar bunlardır.

Bilindiği gibi infak muhtacın geçim masraflarının karşılanmasıdır. Barınma, giyinme, yeme içme, eğitim, kültür, sağlık v.s giderlerinin karşılanmasıdır. Kişinin hak dinde üç değişik zatı infak etmesi gerekir:
Birincisi kendisini infak edip başkalarına yük olmayacak.
İkincisi iyalini(geçimi üzerinde olan şahısları) infak edecek.
Üçüncüsü Hak dinin üzerine farz olarak yüklediği geçimliğini sağlayacak kadar kazançları olmayanları kendi geçimlik seviyesinde infak edecek, yani eşitlenecekler.
Dördüncüsü dinin zorunlu saydığı devletini kurup ilkellikten kurtulmasıyla ortaya çıkan kamu görevlerinin yapılması için gereken masrafları karşılayacak.

Eğer bedevilik, aşiretçilik gibi ilkel bir konumundan kurtulunamamışsa muhtaçlara elden geçim masraflarını verecektir. Hak din emri olan devleti kurmuşsa, tek bir vergiyle hem devletin masraflarını karşılayacak ve hem de özel fonda biriktirilip (Enfal-41) muhtaçları ÖNCE İŞ ve mümkün olmadığında aş sahibi yapacak şekilde ayrı fonda biriktirilmek üzere infak görevini yerine getirecektir.

Sosyal hukuk devleti Hak dinin olmazsa olmaz şartıdır. Sadakanın gizli verilmesi gerekir ve makbul olan da budur. Çalışan sadakasını devlete(havraya, manastıra...) bırakıp muhtaca da devlet(havra, manastır...) verdiğinden, veren kime verdiğini, alan da kimden aldiğini bilmediğinden bu yönden sadakada gizlilik sağlanmıştır. Bunu yapanlar sıdıklardır. Sosyal hukuk devletinin bu görevini inkar edenler münkir, onu kurmayan veya kurulmuşken yıkmaya çalışanlar, sosyal hukuk sistemi yerine kapitalizmi getirenler zalim ve fasıktırlar. Sadaka infak ve zekatı da içine alan farzlardandır. Kim ki, zekat farz, infak nafile derse, o Muhammed Peygamber ile gelen vahiyi inkar etmiştir. Allah onlarda bir hayır görmediği için onlara hikmetle hidayet etmemiştir.

İnfakın en eksiksizi havra-harem ortaklığında yerine getirildiği için buna sadakat mastarından olma sadaka denilmiştir. O zekattan daha büyük ve medeni toplumun idrak edeceği, bütün toplumun maişet karşılığı kamuya çalışması ve artık değerlerin özel şahıslar israf etsin diye değil, devlet çaresize çare olsun diye bırakılması sadaka cinsindendir. Böyle bir toplumda zaten zekat söz konusu değildir.

Zekat, muttakiler kollektivizmi dışında kalan toplumlarda Mu'minun:4-5. ayette infak olarak geçen hükümdür. Yani artık değerler kamuya bırakılmadığı için, kamunun veya fertlerin hakkı olan infak alacağının mülk veya kazanç sahibinden tahsilidir. Kamuya çalışmada fazlalık zaten kamuda meydana gelmiş, fert bundan maişetini almış ve bakiyesini kamuya bırakmışsa, elinde artan yoktur ki zekat verilsin. İşte gizli vermek de, infak etmek de, sadaka denilenin hem dar anlamı ve hem de geniş anlamı ile bunlardır. Vermede en ideal olan sadık dostlar örgütlenmesi olan havralar, manastırlar, mescidi'l haramlar, sosyal ve kollektivist devletler( Namazın dosdoğru kılındığı yerler) olduğu için sadaka kavramı hem genel hem de en ideal verme türüdür. Maldan değil, candan, emeğinden, hayatından, ömründen, göz nurundan vermedir. Çünkü üretmektedir. Farzın en makbul ödeme şekli olduğu gibi kirden arındıran ve hayırda yarıştıran ideal verme biçimidir. Onun için ayet, infakta ideal olanın nezrederek(Fi Sebilullah olarak)-kendisini havraya... vakfederek eksiksiz sadaka veren gerçek müslümanları da, zekatı kuşa çevirip, infakı farz olmaktan çıkartan ve bir öğün yemek vermeye yoran zalimleri de Allah'ın gördüğünü de bildiğini de söyler Bakara-270. ayet. Şöyle ki:

“Her ne nafaka verdiniz veya ne adak adadınızsa her halde Allah onu bilir fakat zalimlerin yardımcıları yoktur.(Bakara-270)

Kendisine hikmet verilenler zühde(kollektivizme) yöneldikleri için infakların karşılıklı olduğu mülkte iştirak ''karye''leri olan Mescid el haram, Havra, manastır Beyt’ül Atıyk hariminde(İştirak halinde mülkiyetinde) sadakalarını verirler. Allah’a da, Beriyye’ye(halka-insanlara) de sadakat ve vefalarını isbat ederler. İşte hikmet böylelerine, yani anti feodalist, antiliberalist, anti kapitalist olanlara verilir. Diğerleri zalim olduğu için onlardan esirgenir. Bunun için bu iki ayet peşipeşine verilmiştir ki, kim ki temizlenmenin yolunun sadaka statüsünde infak etmeyi ve edilmeyi istem yapmışsa, ona hikmetle hidayet edilmiştir. Kim ki, bunu kerih görür, o da zulme yönelmiş müsriflerdendir. Ayetlerin böyle sıralanmasının hikmeti budur. Bu ayeti iyice deşifre etmek için, nema, riba, infak, zekat ve sadaka tanımları ve mahiyetleri hakkında ön bilgi vermek gerekir. Bilhassa ayette geçen nezr bir malı adamak değil, kendisini Allah yoluna, halkın eşitliğine, refahına adamaktır. Bunlar mülkleşmedikleri için verdikleri vergi(Artık değerlerini kamuya bırakma ve içinden sadece maişetlerini geriye alma) şeklindeki uygulama infakta zekat türü değil, sadaka türüdür. Bilindiği gibi zekat serbest çalışanların (Bakara:219/2)''Mu'minun:4-5 ve Nahl-71''e göre artanı vermesidir.

Zaten bunların ibadeti ve verme türleri hem gizli ve hem de en makbul olduğu için havra kollektivistlerinin kendini sebilullaha adamaları(kurban kesmeleri-kendilerini nezretmeleri) en makbuldür. Bire yedi yüz sevap alacaklar da yalnız bunlardır. Çünkü üzerlerinde insan haklarının zerresi kalmadığı gibi allah emrini doğru anlayıp doğru uygulayan ve mülk şehvetine gerçekten direnerek fitneyi ortadan kaldırarak dini Allah’ın dini yapan yiğitler bunlardır. Hem de mülkperestlikten kurtulmakla putperestlikten kurtularak hanif ismini hak etmişlerdir.

MERHUM YAZIR BAKARA-270 AYET İÇİN NE DEMİŞTİR?

“270- Cenab-ı Allah'ın lütuf ve rahmeti işte böyle geniştir. Fakat Allah Teâlâ'nın bu irşadlarını ancak "ülü'l-elbâb" olan, yani ilmiyle âmil olan hikmet ehli ve derin düşünceliler anlar. Bunlardan başkası ilâhî telkinler ile şeytanî telkinlerin arasındaki farkı anlayıp ayırdedemezler. Allah'ın İNFAK emrindeki ve diğer emirlerindeki incelik ve hikmetleri, ilâhî ihsan ve ikramların genişliğini takdir edemezler. Onlar şeytanın vesvesesine aldanabilirler; çünkü kalbleri bozuktur, düşünceleri çürüktür, lübsüzdürler, yani işin özünü kavrayamazlar. Ayrıca Allah, "alîm" olduğu için, az veya çok, iyi veya kötü, gerek Allah yolunda, gerek şeytan yolunda her ne niyyetle, her ne türlü nafaka harcar veya infak ederseniz veya ister ibadet ve taat, ister masiyet ve günah uğruna ne adak adarsanız, nezir yaparsanız, onu da şüphesiz Allah bilir. Ona göre ne yapacağını da bilir; iyiye iyi, kötüye kötü ecir ve ceza verir. Bundan dolayı Allah'dan bir şey gizlenir sanıp da kötülüğü ibadet ve taat, ibadet ve taatı da masiyet yerine koymamalıdır.

Allah'ın hakkını, kulların hakkını hiçe sayarak ve çiğneyerek insan, ne başkalarına, ne de kendi kendine zulüm ve haksızlık etmemelidir. Çünkü genellikle zalimler çıkarına yardımcı cinsinden bir kişi, bir şefaatçi yoktur. Allah'ın azabı o zalimleri yakaladığı gün, hiçbir taraftan bir kimse çıkıp da onlara yardımcı olmaz ve olamaz. Zulüm herhangi bir şeyi, hakkı lâyıkı olan yerin dışına koymak demek olduğundan, iyilik tohumu ekmek için yapılması gereken infakları günah ve kötülük uğruna harcayarak şer tohumu ekmek veya ibadet ve taata harcanması lazım gelen adakları, masiyetlere harcamak, mal varlığını gizleyip borcu olan vergileri ve zekâtları vermemek veya adayıp da adağını yerine getirmemek veya kötü ve işe yaramaz şeyler infak etmek veya daha başka yollarla insanların haklarını yemek suretiyle zulmedenler en çok kendilerine yazık etmiş ve zulmetmiş olurlar. Allah'ın kurduğu hikmetli düzen, bir gün bunları elbette yakalar ve cezaya çarptırır.

İşte o gün onlara bir taraftan bir yardımcı çıkıp da el uzatmasına ihtimal bile yoktur. Allah'ı saymayan o zalimlerin, her şeye gücü yeten Allah Teâlâ'dan imdat beklemeye de hakları yoktur. Allah'ın herşeyi kuşatmış olan bilgisi, onların hiçbir niyetini, hiçbir hareketini kaçırmayacağından, hikmet gereği olarak lâyık oldukları cezalarını bulurlar. Burada, "Hikmetin başı Allah korkusudur." hadisinin anlamına işaret vardır. Zira Allah'dan korkmayanlar her zaman korkulacak akıbete uğrarlar. Hikmetin, iyiliği elde etmek mânâsı, Allah sevgisine bağlı olduğu gibi, ondan daha önce gelen kötülüğün önlenmesi mânâsı da Allah korkusuna bağlıdır. Saygısız bir ilişki; severken sevilmek arzusundan ve sevilmemek korkusundan etkilenmeyen, kaybolmasından korkulmayan ve endişe duyulmayan, laubali ve ciddiyetsiz bir ilişki; sevgi değil, bir eğlencedir. Sevdiğinin rızasını gözetmeyen ve onu her fenalığa razı olur sanarak, hiçbir hareketten nefret ve iğrenmesini hesaba katmayan ve bütün bu tarz düşüncelerinden dolayı, ona karşı hiçbir edepsizlikten korkup çekinmeyen bir kimsenin seviyorum iddiasında bulunması, bir oyun ve eğlenceden başka ne olur? En yüksek, en hassas sevgi, en küçük bir karşı gelmeye meydan vermemek için titreyen ve bu titreyişten en yüksek bir edep ve terbiye ilhamı alan kalbin sevgisidir.

Ayrıca izzetinefsi olmayan sevgilinin ne seveninde, ne de sevgisinde bir değer ve anlam yoktur. İzzet ve şerefin ilk hükmü ise heybet, vakar, saygı ve korku telkin etmesidir. Sevginin gereğini yerine getirmeye lâyık, muhabbeti küstahlığa çevirmeye engel olacak böyle bir ihtişam ve korkudan yoksun olan muhabbet iddiaları, yalandan ve tahakküm etme duygusundan başka bir şey değildir. Hiçbir sevgi tasavvur edilemez ki, onda en derin elemlerin ve lezzetlerin çatışmasından çıkan ateşli bir heyecan bulunmasın. Gerçek aşığın kalbi en büyük savaş meydanlarından daha fazla heyecanlı, en büyük zevk meclislerinden daha neşelidir. Hicran (ayrılık) ile visâl (kavuşma)ın çarpışmadığı hiçbir sevgi anı düşünülemez. Elektrikte müsbet (artı) ve menfi (eksi) iki zıt akım birleşmedikçe faydalı bir akım meydana gelmediği gibi, kalbde de elem ile haz, korku ile muhabbet kaynaşmadıkça sevgi akımı meydana gelmez. Göz yaşıyla temizlenmedikçe hikmet nuru hasıl olmaz. Bundan dolayı Allah sevgisi, hem bilgiyi, hem ameli güzel bir sonuca ulaştıran hikmetin bir kanadı olduğu gibi, Allah'ın terk etme korkusu da ilim ve ameli her türlü kötülükten ve bozukluktan koruyan hikmetin başıdır.

Ayrıca aşkta sevgi ve muhabbet yükseldikçe korku ve endişe de yükselir. Yükselmenin zevk ve heyecanı, düşmenin korkusuyla orantılıdır. Huzurun şartı, gıyabın şartından ayrı olduğu gibi, yakın olmanın şartları ile uzak olmanın şartları da başka başkadır. Bunun içindir ki Allah sevgisine mazhar olan ve yalnızca sevmiş değil, ayrıca sevilmiş olduklarını da bilen büyükler, "Onlar için hiçbir korku yoktur, mahzun da olmayacaklar." (Yunus, 10/62) müjdesini aldıkları halde, "İyiler için hasenat sayılan birtakım hâl ve hareketler vardır ki, bunların en yakınlardan sudur etmesi kabahat sayılır." endişesinden dolayı onlar, her an hasenatlarının kabahat sayılması tehlikesini bildiklerinden, söz konusu yakınlığın gereği olan en yüksek terkedilme korku derecesinde bulunurlar. Öyle işler vardır ki, küçüklerden sudur etmesi onlara derece kazandırırken, büyüklerden sudûr etmesi -Allah korusun- büyük bir cinayet sayılır. İşte Cenab-ı Allah hikmeti açıkladıktan sonra, bu korku mertebelerine işaret etmek üzere önce, "Bunu üstün akıllılardan başkası anlamaz." sonra, "Muhakkak ki, Allah onu bilir." daha sonra da "Zalimlere hiçbir yardımcı bulunmayacak." diye işaret ve delâletten sarahata doğru üç dereceli birer ihtar ve uyarıda bulunmuştur.”

Dikkat edilirse Bakara-269. ayet infakın önemini ve zekat gibi fazla maldan değil, sadaka gibi candan verenlerin mukayese edildiği Bakara-261-280 ayetleri arasında yer almaktadır. Ulul elbab olan hikmetle hidayet edilenler de mülkperestlikten alakasını kesmiş gerçek muhsinlerdir. Bunlar ister mecbur kaldıkları için yaşadıkları ferdiyetçi sistemde mizanda vezin gereği zorunlu ihtiyaç fazlasını vermek emrine direnerek az vermekte israr edenlerden olmayarak muhsin sıfatını kazansınlar. İsterse de tertemiz olmak ve Beriyye’ye en çok faydalı olmak için Fi sebilullah olarak canının insaniyet uğruna allah için allah yoluna nezreden kollektivist muttakiler sadık dostlar toplumunu kursunlar, bunlar sadaka veren sıdıklardır. Hayırda yarışanlar da bunlardır(Fatır-29 ve 32/son).

Fatır-29 ayetin devamı olan ve hak dinin en önemli kurumu olan infaka ilişkin ayetler arasında yer alan Hikmet, açıklandığına ve onların mülk tutkusunu kalplerinden ve mülkü mülkiyet ve zimmetlerinden çıkartanlar ve bunun için beytleri, havraları, manastırları kuran gani gönüllüler olduklarını idrak ettikten sonra, Kuran'da infakın yoğun ve kalabalık ayetlerle verildiği burası gibi bir alan yoktur.

“Mallarını Allah yolunda infak edenlerin meseli bir tâne meseli gibidir ki yedi başak bitirmiş her başakta yüz tâne, Allah dilediğine daha da katlar, Allah vası'dır alîmdir(Bakara-261)

Bu infak türü Havra havarilerinin-kollektivist yaşayanların nezretme türüdür. Bütün malları ve canlarıyla sebile katılmışlardır. Bundan bir derce daha az güzel olan ise, havra kollektivizmi dışında kalan komşuluk statünde bulunup, ihtiyaç fazlasını Bakara-219/2 ayetine uyarak tamamen verenlerdir.

Bunun dışında ister zekat ve isterse sadaka adı altında verilenden hayır yoktur. Onlar hem kendilerine dünyada verilen fırsatı heba ettikleri, hem ömürlerini boşa harcadıkları ve hem de yaptıkları şey başkaları için zulüm niteliğine büründüğü için çok yönlü müsrif olmuşlardır. Çünkü nemalandıklarının fazlasını hak sahiplerine aktarmadıkları için, o ana kadar hakkında haram-helal diye bir karar verilemeyecek “nema” ihtiyaç fazlasıyla birlikte elde tutulduğu için riba niteliği kazanmıştır. Aynı zamanda irtikap ve ihtilasa dönüşmüş, kısacası hırsızlık malına dönüşmüştür(Maide-38).

Bütün mallarıyla ve canlarıyla Allah yoluna girenlerin mülkte iştiraki seçenlerin hali bu bakımdan haklardan arınmakta en garantili temizlik açısından en temiz olan uygulama biçimidir. Hayrı sadaka cinsinden idman gibi çalışarak, artık değeri hem devletlerinin ve hem de çalışmaya güç yetiremeyen engellilerin harcamalarını karşılamak için kattığı değerden geçimliğini almak için sosyal hukuk devletini(Sosyalizm veya kollektivizm) sistemlerini sırf allah rızası ve insan sevgisi için kuranları bize iyice açıklamak için sonraki ayet “Fi-sebilullah” deyim ve terimini kullanır. Bu bir menfatin, hakkın ve canlı emeğin kamunun tümüne tahsis edilmesidir. Mekke karyesi(Beytü’l Atıyk), Havra veya manastır pozitif zühdü(Mülkte iştirak) seklinde yapılan nezretme biçimidir. Yalnız burada salt allah rızası olduğu, içine riya ve hile karışmadığı için bu veriş salt Allah rızası anlamını da taşır. Yani Fi-Sebilullah’a bu iki anlam da dahildir. Dikkat edilmesi gereken şey ise, bu iki özellikten birine anlam verip diğerini atlamamaktır. Veya sanki bunun bir tarik anlamında yol olduğu intibaını verecek şekle sokmamak gerekir.

“Fisebilillâh mallarını infak eden, sonra verdiklerinin arkasından başa kakmayi gönül incitmeyi reva görmeyen kimseler, rablerinden de onların ecirleri vardır, onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır(Bakara-262)

Hiçbir havra ve manastır muttakisi bu kusurları işlemez. Çünkü verenle alan zaten karşı karşıya değildir. Vücuden sıhhatli ve çalışma gücü yerinde olan herkes maişet fazlasını devlete bıraktığı için hem veren ve devlete çalıştığı için hem de devletten maişet alandır. Özrü olanlar, çocuklar ve yaşlılar ise alan durumundadır. Sosyal devlet verenle alan arasındadır. Kimse bu yüzden kimseden almaz ve minnet altında değildir; toplumsal bir olgudur.

Şu kadar ki, bu toplumun insanları siyasi iktidarı kullananların istismarına yüz vermeyecek kemal sahipleridir. Aldığını iktidar vermemiştir. İktidarın elinde bir hurma çekirdeği bile olsa vermez, bana Allah emrini iyi anlayan ve tam dayanışmalı sosyal devleti kuranların Allah emrine uyarak ''kurdukları sistem bana bunu veriyor'' bilincinde olması gerekir. Yine eğer Allah bunu şeriat yapmasaydı kimse böyle bir devlet de kurmazdı; öyle ise bana bu hakkı Allah tanıdı ve veren de odur bilincine varmalıdır. O zaman ancak minnetten kurtulur. Bende yoksa olandan zorla da alırım” diyebilecek kadar İslam ekonomisini bilmelidir. Çünkü vermeyen Allah emrine isyan etmiş veren ise muhtaca allah hakkını vererek borçtan ve çok ağır vebalden kurtulmuştur.

Adeta alan kimse onu temizleyerek cehennemden kurtaran kurtarıcısıdır. Veya idrarı tutulup azaplar içinde yanan bir hastanın işemesine yardım eden bir imdat edicidir alan. Muhtaç bunu bilmeli ve kimden alırsa alsın minnet içinde olmamalı. Teşekkürü Allah’a yapmalı ki, adalet ve rahmeti şeriat yapmıştır.

Önce açıklamaya buradan başladık ki, manastır kollektivizmine en yakın sistem sosyalizmdir. Bunu kurmuş olsanız dahi, yönetime seçilen kadro da, sosyal yardımlardan yararlanan kadro da bunu Allah lutfu olan adil düzenin nimeti olarak görmezlerse, minnet altında koyarak vermek ve minnet altında kalarak almak devam eder. Oysa mümin aldığı şeyden sadece Allah’a minnet duymalıdır.

Bunu toplumuna aşılamayan ve aşılamakta da kendisi için yarar görmeyen yöneticiyi seçmeyen gerçek müminler bulunmalıdır. Kim ki seçim zamanı birşeyler vererek oy veya empati avcılığına çıkmışsa, müslüman ümmet odur ki, onu cezalandırmalı, onlara oy vermemelidir. Böyle bir özde dindar değil de, batıl bir dini İslam zannedenler varsa, sistem hami mahmi minnet düzeni de olsa, havra sebilullah’ı da olsa sonuç değişmez. Alan da veren de rüşvet almış ve rüşvet vermiştir ki, ikisi de cehennemdedir. Çünkü çoğunun geliri ya kat kat riba, ya rant geliri, ya icar, ya da işçi emeği artık değerlerine el konulmuş olan cinsindendir.

Hani bazen açlık sınırının altında çalışan işçilere ve masrafını kurtaramayan köylülere “nankörler” derler ya. Sanki adamların ellerindekini de alıp iflas ettirmemişler de bir nimet vermişler gibi azarlayanlar. Hani onların gözdesi “iş ve aş verenler” var ya, işte bunlarda kendilerini kayyum yerine koyarlar da, iş ve aş veriyoruz derler. Oysa işçiler-köylüler-üretenler olmasa bu servetleri yapamazlar. Onların artık değerlerine el koyarak alış-verişte kazanan onlar olduğu için çalışanlara minnet duymaları gerekirken, onları minnet altına koymaya çalışırlar. İşte bu saydıklarımız ve çokluklarından dolayı sayamadıklarımız sömürgen ve istismarcıların palavracılarıdır.

Demek ki, önce sosyal devleti çökerterek insanları kendine veya kendi hizbine muhtaç kılan her Şerrü’l Beriyye insandan çıkacak bu kesimden ancak tam teşekküllü devlet kurularak ve yönetici seçerken çok dikkatli olunarak kurtulunur. İşte hikmetle hidayet edilecek insan ne kadar çoksa o toplum nur yolundadır. Bu eksikse zulümat kapıda, lanetlenme cezası da hemen onun arkasındadır. Bunun için mülkten verilen ve ismi zekat olan fazla malın başkalarına infakından, mülkte iştirak içinde gizliden vermek ve mülkten, ranttan v.s den değil, candan, canlı emekten, bu emeğin artık değerinin ''işveren devlete'' bırakılarak maişet almak şeklindeki dini minhaç çok efdal ve amelleri riya ile ifsad etmeyen cinstendir. Hem de tam bir temizlenme ve kul haklarının ahiretteki çok ağır vebalinden beraat etme yoludur, sadaka vererek temizlenmek yöntem ve sistemi.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.
(Adalet ve rahmet sitesinden)

seckin
16. November 2012, 04:50 PM
Evet Kuranda 1/40 oran geçmemektedir. O dönem için bunun yeterli bir oran olduğunu hiç düşündünüz mü?

1/40 oranı saçmalıktan ziyade günümüze uymamaktadır derseniz daha iyi olur. O dönem için 1/40 yeterli olabilir. Günümüzde devlet masrafları çoğalmıştır.

Uslübunuzu kotrol ediniz. İyi niyetinizi algılıyorum ama diliniz keskin.

merdem
16. November 2012, 05:56 PM
Allah'in Rahmeti ve Selami hepimizin üzerine olsun Kardeslerim,

en büyük hatamiz herhalde kaliplastirmakta oluyor. Imandan ibadete kadar herbir bölümü her bir hareketi kaliplastiriyoruz.

Islam bir kalip icerisinde kalmamali.

Her insanin mutlaka ayri ayri görüsleri vardir, bu görüsler hayat sartlarina, ülkenin cografi ve tarihi durumuna, ilim ve bilimdeki anlayislarina vb. göre degisiyor..

Alt tarafi bir "EV" sözcügünü ele alalim, tek bir bu sözcükten ciltler dolusu kitaplar yazilir.

Evet "EV", bildigimiz üstünde dam dört duvarla cevrili bina, bir yuva. Kimi ülkelerde dama ichtiyac yok dört duvar yeterli, kimi ülkelerde dört direk ve dam yeterli, kimi ülkelerde ne dama catiya ihtiyac var nede dört duvara. "EV" gökdeleni var, magra oyuntusu var, gecekondusu var....var da var, saymakla bitmez.

Bu durumda kalkip baska kültürlerle "EV" ne demektir diye tartismaya lüzüm yok, herkes kendi anlayisina, kendi kasasina, kendi hayat görüsüne göre bir ev bir yuva canlandirir. Kus yuvasi, ayinin ini, balarisinin da yuva anlayisi, kurusu bir baskadir.

Araba, tasit araci, motorlu tasitlar anlayisi da ayni sekilde uzarda uzar.

"INSAN", akillisi cahili, genci yaslisi, ustasi usagi, kisasi uzun boylusu, siyahi beyazi, avukati cöpcüsü, zengini fakiri, hastasi saglami....ayni sekilde saymakla bitmez. Tek bir cümleyle, kaliplastirilarak tarif edilmez.

Kur'an'da da ayni, Arapca dili de ayni bir cok diller gibi bir kelimesinin binbir tarifi, binbir anlayisi var. Herzaman bir kelimeyi illede bu anlama geliyor diye kaliplastiramayiz.

Buda demekki, insanlarin bulundugu ülkeye, iklime, imkanlarina, yasam sartlarina göre anlayislar hep ayri ayri oluyor. Buda yüce Rabbimizin bir hikmetidir, buyurdugu gibi; Isteseydik sizi bir ümmet kilardik..... demek arzu etmemis.

Biz de ozaman ümmetleri zor durumda birakmiyalim. Kur'an'i herkes istedigi gibi yasasin, yeterki Allah'a sirk kosulmasin ve insanlar arasindaki yardim ve anlayis ahlakli bir bicimde yasansin.

ALLAH Tek'tir, ama ümmetler tek degildir.

Sevgi ve saygilarimla.

aorskaya
19. November 2012, 12:27 AM
Allah'in Rahmeti ve Selami hepimizin üzerine olsun Kardeslerim,

en büyük hatamiz herhalde kaliplastirmakta oluyor. Imandan ibadete kadar herbir bölümü her bir hareketi kaliplastiriyoruz.

Islam bir kalip icerisinde kalmamali.

Her insanin mutlaka ayri ayri görüsleri vardir, bu görüsler hayat sartlarina, ülkenin cografi ve tarihi durumuna, ilim ve bilimdeki anlayislarina vb. göre degisiyor..

Alt tarafi bir "EV" sözcügünü ele alalim, tek bir bu sözcükten ciltler dolusu kitaplar yazilir.

Evet "EV", bildigimiz üstünde dam dört duvarla cevrili bina, bir yuva. Kimi ülkelerde dama ichtiyac yok dört duvar yeterli, kimi ülkelerde dört direk ve dam yeterli, kimi ülkelerde ne dama catiya ihtiyac var nede dört duvara. "EV" gökdeleni var, magra oyuntusu var, gecekondusu var....var da var, saymakla bitmez.

Bu durumda kalkip baska kültürlerle "EV" ne demektir diye tartismaya lüzüm yok, herkes kendi anlayisina, kendi kasasina, kendi hayat görüsüne göre bir ev bir yuva canlandirir. Kus yuvasi, ayinin ini, balarisinin da yuva anlayisi, kurusu bir baskadir.

Araba, tasit araci, motorlu tasitlar anlayisi da ayni sekilde uzarda uzar.

"INSAN", akillisi cahili, genci yaslisi, ustasi usagi, kisasi uzun boylusu, siyahi beyazi, avukati cöpcüsü, zengini fakiri, hastasi saglami....ayni sekilde saymakla bitmez. Tek bir cümleyle, kaliplastirilarak tarif edilmez.

Kur'an'da da ayni, Arapca dili de ayni bir cok diller gibi bir kelimesinin binbir tarifi, binbir anlayisi var. Herzaman bir kelimeyi illede bu anlama geliyor diye kaliplastiramayiz.

Buda demekki, insanlarin bulundugu ülkeye, iklime, imkanlarina, yasam sartlarina göre anlayislar hep ayri ayri oluyor. Buda yüce Rabbimizin bir hikmetidir, buyurdugu gibi; Isteseydik sizi bir ümmet kilardik..... demek arzu etmemis.

Biz de ozaman ümmetleri zor durumda birakmiyalim. Kur'an'i herkes istedigi gibi yasasin, yeterki Allah'a sirk kosulmasin ve insanlar arasindaki yardim ve anlayis ahlakli bir bicimde yasansin.

ALLAH Tek'tir, ama ümmetler tek degildir.

Sevgi ve saygilarimla.

Kur'an'i herkes istedigi gibi yasasin, denilen kısım dışında anlatılanlara katılmak gerek.

Ancak bu cümle yanlış olmuş. Çünkü, herkes kuranı istediği gibi yaşarsa, kuran yaşamış olmaz. Kuranın yaşanması, kuranda anlatıldığı şekliyle olur.

"Cümlenin doğrusu, herkes kurandan anladığı gibi yaşasın" olabilir. Sizin de bu şekilde yazmak isterken, "anladığı gibi" yerine hata ile "istediği gibi" yazdığınızı düşünüyorum.

Rabbimizin arzusu da zaten herkesin kuranı anladığı gibi yaşamasıdır. Ancak bir farkla!

Bir konuda, bizim kurandan belli bir anlayışımız varken, aynı konuda aklımıza yatan başka bir görüş varsa, bu görüşü yaşamak yerine, sırf kendi anladığımızı yaşamak için inatlaşmamak gerekir.

Çünkü, artık aklımızın kurandan anladığı, başkasının koyduğu görüştür. Önceki görüşümüz akıllı olmaktan çıkmıştır ve bu akıllı bulunmaktadır. Öyleyse en son akıllı bulunan yaşanması gerekir.

selamlar,
aorkaya

aorskaya
19. November 2012, 12:35 AM
Zamanın tüccarlarından 1/40 alınıp, ziraat ve hayvancılıkla uğraşanlardan 1/10 yada 1/20 alınması, günümüz şartlarına göre bize ters gelsede, o zaman ve o coğrafyada, hayvancılık ve ziraat, tüccarlıktan daha karlı olduğundan bugün ters gelen oranlar belirlenmiş olabilir.

Bugün islam ülkesi olsaydı, islami yönetim, ülkedeki, bu zamandaki ticaret ve tarım-hayvancılık gibi kollarda, hangisi daha karlı ise ona göre zekat ölçüleri belirlemeliydi.

Ama, islam ülkesi de yok, zekat ta yok... Çoğunluğu müslüman diye kendini kandıran bizimki gibi ülkelerde ise kişilerin ödeme güçleri dikkate alınmadan, güçleri imkanlarıyla orantılı olmasına bakılmadan alınan vergiler zekat yerine geçmezler.

Bir yerlerde gerçekten islam ülkesi olabilirse, olması gereken zekat, o dönemde o coğrafyanın kazançlı sektörlerine göre belirlenebilir...

selamlar,
aorskaya

merdem
19. November 2012, 01:27 AM
Cok haklisiniz Aorskaya kardesim,

yanlis bir terim kullanmisim, sagolun uyarinizdan dolayi.

Kur'ani' herkes anladigini gibi yasasin.

Kur'an'dan anlamayanlarda (okuma yazmasi olmayanlar, arapcadan haberi olmayanlar vb.), hic bir para ve gelir karsiligi olmadan, kendilerini Allah'in emirlerine ve ilmine adamis olan saygideger hürmetli sahislarin hic bir ard niyet gütmeden, Ayet'leri örtmeden, sirf Allah rizasi icin tüm samimiyetlerinle bizlere izah ettikleri sekilde yasasinlar :)

Saygi ve selamlarimla

gavs
8. January 2013, 10:33 AM
Yorumlarınıız beeğendim.İsterseniz bunu pratiğe dökelim...
Beş bin tl maaşım var.bir dairem kendimin,2 daireyede borçlanmışım.İstanbuldan deden kalma yerim son beş yıldır %300 PİRİM YAPMIŞ..
BEN NASIL ZEKAT VERECEĞİM?

merdem
8. January 2013, 10:59 AM
Yorumlarınıız beeğendim.İsterseniz bunu pratiğe dökelim...
Beş bin tl maaşım var.bir dairem kendimin,2 daireyede borçlanmışım.İstanbuldan deden kalma yerim son beş yıldır %300 PİRİM YAPMIŞ..
BEN NASIL ZEKAT VERECEĞİM?

ne kadar cömert bir soru günümüzün yasantilari arasinda.

Degerli Gavs Kardesim,

sorunu bizler degil Kur'an cevaplandiriyor. 1 araba 1 ev 1 yillik gecim senin ve gecindirmek mecburiyetin oldugun kisiler dahil tüm ihtiyaclarin haricinde artan yardima muhtac kimselere veriliyor.

Nefsine sözünü gecirebilirsen ne ala.

Sormasi ayip ama sorayim bir kere neden 2 daireye borclanmissin acaba, bir tane yetmedimi? Iste böyle Kardesim biri alinir gerisi borclanir mal üzerine mal böyle yüklenmis olur.

Allah yardimcin olsun kararlarinda.

Saygi dolu selamlar ve dualarimla.

Ihsan Eliacik araba kullanmiyorum otobüslerle oraya buraya giyorum diyor, yazilarindan kazandiklarini yaninda calisanlarla paylasiyormus ve kirada oturuyormus. Asagidaki satirlar Ihsan Beyin sitesinden alinmadir örnek olarak sunmaktayim:

Yaptığım araştırma ve karşılaştırmaya göre 2008 AĞUSTOS ayında 4 kişilik bir ailenin asgari şartlarda geçinebilmesi için harcaması gereken tutar 2.238,52 YTL olarak belirlenmiş. Asgari Geçim Haddi (Yoksulluk Sınırı) gıda, giyim, sağlık, barınma ve eğitim başta olmak üzere, vazgeçilmesi mümkün olmayan 14 zorunlu harcama kalemi esas alınarak tespit edilmiş.

Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin görüşüne göre, ihtiyaç fazlası (afv) ortalama asgari ihtiyaç olan yıllık 4 bin dirhemdir. Hesapladığımızda bugün için aşağı yukarı yıllık 55-60 bin YTL oluyor. Biz yıllık değil aylık hesapladığımıza göre bunu aya bölünce aylık 5 bin YTL civarında oluyor. Bunu yukarıdaki asgari geçim sınırı ile kıyasladığımızda demek ki aylık 5 bin YTL’den yukarısı fazlalık oluyor. Bu, normal şartlara, yaşadığınız ülkeye ve kendi halkınızın genel durumuna göredir. Ortalamalar esas alındığında üç aşağı beş yukarı durum budur. Burada amacımın başınıza hesap uzmanı ve ekonomist kesilip kılı kırk yaran hesaplar yapmak değil; Kur’an’da verilmek istenen eşya, mal ve mülke dair bakış açısını günümüze taşıyarak gözler önüne sermek olduğunu lütfen unutmayalım.

bartsimpson
8. January 2013, 02:36 PM
Zekat eğer "adil bir şekilde kamu adına" devlet masraflarını karşılamak için ise, bunun çözümü basit.
Kafa yormayınız...
Herkes yaptığı gibi devlette bütçe yapar...
Daha geçenlerde meclisten geçti...
Böl 70.000.000 kişiye yada herneyse kişi başı o kadar vergi toplarsın...
Gerisi teferruat...

bartsimpson
8. January 2013, 03:11 PM
ne kadar cömert bir soru günümüzün yasantilari arasinda.

Degerli Gavs Kardesim,

sorunu bizler degil Kur'an cevaplandiriyor. 1 araba 1 ev 1 yillik gecim senin ve gecindirmek mecburiyetin oldugun kisiler dahil tüm ihtiyaclarin haricinde artan yardima muhtac kimselere veriliyor.

Nefsine sözünü gecirebilirsen ne ala.

Sormasi ayip ama sorayim bir kere neden 2 daireye borclanmissin acaba, bir tane yetmedimi? Iste böyle Kardesim biri alinir gerisi borclanir mal üzerine mal böyle yüklenmis olur.

Allah yardimcin olsun kararlarinda.

Saygi dolu selamlar ve dualarimla.

Ihsan Eliacik araba kullanmiyorum otobüslerle oraya buraya giyorum diyor, yazilarindan kazandiklarini yaninda calisanlarla paylasiyormus ve kirada oturuyormus. Asagidaki satirlar Ihsan Beyin sitesinden alinmadir örnek olarak sunmaktayim:

Yaptığım araştırma ve karşılaştırmaya göre 2008 AĞUSTOS ayında 4 kişilik bir ailenin asgari şartlarda geçinebilmesi için harcaması gereken tutar 2.238,52 YTL olarak belirlenmiş. Asgari Geçim Haddi (Yoksulluk Sınırı) gıda, giyim, sağlık, barınma ve eğitim başta olmak üzere, vazgeçilmesi mümkün olmayan 14 zorunlu harcama kalemi esas alınarak tespit edilmiş.

Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin görüşüne göre, ihtiyaç fazlası (afv) ortalama asgari ihtiyaç olan yıllık 4 bin dirhemdir. Hesapladığımızda bugün için aşağı yukarı yıllık 55-60 bin YTL oluyor. Biz yıllık değil aylık hesapladığımıza göre bunu aya bölünce aylık 5 bin YTL civarında oluyor. Bunu yukarıdaki asgari geçim sınırı ile kıyasladığımızda demek ki aylık 5 bin YTL’den yukarısı fazlalık oluyor. Bu, normal şartlara, yaşadığınız ülkeye ve kendi halkınızın genel durumuna göredir. Ortalamalar esas alındığında üç aşağı beş yukarı durum budur. Burada amacımın başınıza hesap uzmanı ve ekonomist kesilip kılı kırk yaran hesaplar yapmak değil; Kur’an’da verilmek istenen eşya, mal ve mülke dair bakış açısını günümüze taşıyarak gözler önüne sermek olduğunu lütfen unutmayalım.

İhsan Eliaçık'ın hesaplaması günümüze göre mantıklıdır.

Hatta fazladır bile, misal ben 2500 ile geçinirim, başkası 3000 ile, başkası asgari ücret ile.

Fakat günümüzde ben ve benim gibi insanlarda ihtiyaç fazlasını tasarruf ve birikime yönlendirme gayreti tamamen mevcut yönetime ve devlete güvenmemekten kaynaklanmaktadır.

42 yaşındayım son işimden çıkarıldığımdan beri 3 yıldır iş bulamıyorum.
Neden ??? (Bana git limon sat felan gibi garip ütopyalarla gelmeyin, yiyen varsa gitsin satsın tezgahın haftalık kirası 400TL)

Devlet bile KPSS'de 35 yaş sınırı koymuş.
Birde utanmadan emekliliği 65 yaş yapıyorlar.
Sonrada emekli olup çalışanlardan, bildirmedi diye SGK primlerini "utanmadan" haciz yolu ile tahsil ediyor.

Allah'a şükür rızkımız çıkıyor ama gelecek ümitsiz...
İnsanlar korkuyor...

Bence bunları beyhude konuşuyorsunuz.
Günümüzde kamu harcamalarının Zekat sayılması ve ne kadar verileceği gibi "çok su götürür" bir konu yorumlara bırakılamaz.

Öncelikle yönetimin adil olması ve toplanan "ZEKAT"ın (vergilerin) adil dağıtılması gerekir.

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=22216397

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=22210903

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=22206956

Var olanlar dışında kamuya 6 BİN 822 ARAÇ ALINACAK'mış.
Eliaçık'a söyleyinde "bizim adımıza iş yapanlar" yani kamu yöneticileri toplu taşımaya binsin, biz özel araçlarla gezelim...

Devlet benim refahımı düşünmüyorsa ben ne yapayım???

İşte bu can alıcı sorunun bu günkü cevabı maaleesef "BANA NE" ci bir zihniyetten öte gidememektedir.

Devlet adil olmadıkça "ZEKAT" konusu beyhude konuşuluyor olur.

Ben 17 yaşımdan beri çalışıyorum, 25 yıl bu devlete vergi verdim ve hizmet ettim.
Hala hastanede ve eczanede ilaç parası veriyorsam...
Kamu masrafları adına "NAH" zekat veririm ben devlete bundan sonra...
İhtiyaç sahibi fakir fukara'ya da elimden ne gelirse Amenna...

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=22103272

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=22264433

Yukarıdaki haberleri iyi okuyun...

Bizi yönetenler diyor ki...

Bundan sonra ben... sizden topladığım paraları istediğim gibi harcarım ve siz bana "NAH" hesap sorarsınız...

E benim de buna vereceğim cevapta bellidir....

Taze bilgi;

http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=8+ocak+2013+redhack+yolsuzluk+dokUmanla rI&utm_source=twitter&utm_medium=tweet&utm_campaign=social&utm_content=8+ocak+2013+redhack+yolsuzluk+dokUmanl arI

Bizden alınan vergilerle kurulan üniversitelerin başına "bizi yöneten yöneticilerin atadığı" idarecilerin yaptıkları.... Yorum sizin...

bartsimpson
8. January 2013, 03:34 PM
Bu ve bunun gibi konularda bir şeyin çok önemli olduğunu hissediyorum.

"Yaşanan dönem ve realiteler"

Kuran bile yaşanan dönemin realitelerine ve toplumuna yönelik olarak indirilmiştir.

Peygamber bile yaşadığı dönemin realitelerine göre stratejiler üretmiş ve toplumu yönlendirmiştir.

Yanlış anlaşılmasın ama "Ali şunu dedi, Ömer bunu dedi, Hasan öyle söyledi" demenin realitede pek bir anlamı yok.

Bizim bile, çok değil 50 yıl sonra söylediklerimize "Oho amma cahilmiş bunlar diyecekler"

(Oğluma bundan 10 yıl önce internete dial up bağlanıyorduk dediğimde "o ne?" dedi. Anlatınca da "oha amma ilkelmişsiniz" diyor, iyi mi.)

Eğer peygamberde de dahil olmak üzere "Gaybı bilen yanlız ALLAH ise" bizim derdimizden de ALLAH'tan başka anlayan olmaz diye düşünüyorum.

Sanırım Kuranda bazı ayetlerin "müteşabih" olarak değerlendirilmesi bundan dolayı olmaktadır.

Ama bunda bile realitelere ve toplumlara göre yorumlar farklılık göstermekte.

Dolayısı ile insanlar "Araba inen arapça Kurandan bana ne" diyebilmekte.

Bizde kendi realitelerimize ve toplumumuza yönelik bir yöntem belirleyemez miyiz acaba?

Bu Kuranın, her topluma ve tüm insanlığa hitab etmesi ile de evrenselliği ile de çelişmez sanırım.

Yoksa elimizde vicdansızların hüküm sürdüğü bir dünyada "az sayıdaki temiz vicdanlarımızdan başka" hiç birşey kalmayacak...

merdem
8. January 2013, 09:38 PM
Kiymetli Kardesim Bart,

ne diyebilirimki, biz henüz kendimiz nefsimizi yenmeyi nefsimize hakim olmayi becerememisiz ki, kaldi baskalarina anlatmak.

Benim anladigim kadariyle, sayet bir mü'min kendini ALLAH yoluna yönelttiyse, zaten dünya malinda zevkinde gözü yoktur, görmez bunlari, aklinin ucundan gecmez, hesabini tutmaz.

Diyeceksinki bos laf karin doyurmaz, inanki cok haklisin.

Ama Allah'in göndermis oldugu Peygamberleri ( hepsine selam olsun ) bir inceleyecek olsak, ne sikintilar, yoksulluklar, hastaliklar, kitliklar vb. yasamislardir. Düsünebiliyormusun bunlar bilhassa Rabbimizin sectigi KULLAR, bu mübarek insanlar Rabbimiz tarafindan sevilen övülen kullardir, ki onlar böyle zorlu bir hayat gecirdiklerine göre bizim yasam seklimiz bir luxusdur.

Ne kitlik cektigimiz var, ne susuzluk, nede her yanimizdan irinler akan yaralarimiz. Demekki bizlerde Allah'in sevgili kullariyiz, ki bizleri yok ettigi eski kavimler gibi bir tutmuyor. Eh rahat batiyor olmali bizlere ki hayatimizdan hicte memnun olmuyoruz.

Tabiiki bugünlerdeki sartlar altinda halen memnun degiliz, cünkü herzaman daha fazlaya ihtiyac duyuyoruz, gercekten ihtiyacimiz var mi orasi bir baska mesele.

Derdi olmayan kendine dert yaratiyor, üzüntüsü olmayan bos yere üzülecek bir cok seyler buluyor. Rahat bize batiyor. Bir lokma ekmek bir bardak icecek sikintisi cekenler ekmek ve su bulduklarinda bizden daha mutlu oluyorlar.

Bir hanif olarak yüzümüzü Allah'a cevirmemiz yeterli gelmiyor. Tüm kalbimizle ruhumuzla benligimizle kendimizi Rabbimize cevirmemiz lazim. Yoksa kaldir basini göge bak, Rabbime yüzümü cevirdim bir hanif olarak, oldumu?

Tüm ictenlikle rahat ve huzur dolu nice anlar dilerim sana.

khaos
9. January 2013, 02:52 AM
İhsan Eliaçık'ın hesaplaması günümüze göre mantıklıdır.

Hatta fazladır bile, misal ben 2500 ile geçinirim, başkası 3000 ile, başkası asgari ücret ile.

Fakat günümüzde ben ve benim gibi insanlarda ihtiyaç fazlasını tasarruf ve birikime yönlendirme gayreti tamamen mevcut yönetime ve devlete güvenmemekten kaynaklanmaktadır.

42 yaşındayım son işimden çıkarıldığımdan beri 3 yıldır iş bulamıyorum.
Neden ??? (Bana git limon sat felan gibi garip ütopyalarla gelmeyin, yiyen varsa gitsin satsın tezgahın haftalık kirası 400TL)

Devlet bile KPSS'de 35 yaş sınırı koymuş.
Birde utanmadan emekliliği 65 yaş yapıyorlar.
Sonrada emekli olup çalışanlardan, bildirmedi diye SGK primlerini "utanmadan" haciz yolu ile tahsil ediyor.

Allah'a şükür rızkımız çıkıyor ama gelecek ümitsiz...
İnsanlar korkuyor...

Bence bunları beyhude konuşuyorsunuz.
Günümüzde kamu harcamalarının Zekat sayılması ve ne kadar verileceği gibi "çok su götürür" bir konu yorumlara bırakılamaz.

Öncelikle yönetimin adil olması ve toplanan "ZEKAT"ın (vergilerin) adil dağıtılması gerekir.

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=22216397

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=22210903

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=22206956

Var olanlar dışında kamuya 6 BİN 822 ARAÇ ALINACAK'mış.
Eliaçık'a söyleyinde "bizim adımıza iş yapanlar" yani kamu yöneticileri toplu taşımaya binsin, biz özel araçlarla gezelim...

Devlet benim refahımı düşünmüyorsa ben ne yapayım???

İşte bu can alıcı sorunun bu günkü cevabı maaleesef "BANA NE" ci bir zihniyetten öte gidememektedir.

Devlet adil olmadıkça "ZEKAT" konusu beyhude konuşuluyor olur.

Ben 17 yaşımdan beri çalışıyorum, 25 yıl bu devlete vergi verdim ve hizmet ettim.
Hala hastanede ve eczanede ilaç parası veriyorsam...
Kamu masrafları adına "NAH" zekat veririm ben devlete bundan sonra...
İhtiyaç sahibi fakir fukara'ya da elimden ne gelirse Amenna...

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=22103272

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=22264433

Yukarıdaki haberleri iyi okuyun...

Bizi yönetenler diyor ki...

Bundan sonra ben... sizden topladığım paraları istediğim gibi harcarım ve siz bana "NAH" hesap sorarsınız...

E benim de buna vereceğim cevapta bellidir....

Taze bilgi;

http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=8+ocak+2013+redhack+yolsuzluk+dokUmanla rI&utm_source=twitter&utm_medium=tweet&utm_campaign=social&utm_content=8+ocak+2013+redhack+yolsuzluk+dokUmanl arI

Bizden alınan vergilerle kurulan üniversitelerin başına "bizi yöneten yöneticilerin atadığı" idarecilerin yaptıkları.... Yorum sizin...

bart kardeşim,
yazdıkların konusunda sana katılıyorum.Maalesef sosyal adalet sadece ülkemizde değil gezegenin hiç bir yerinde yok.Emeği sömüren kaymak tabaka sistemini öyle bir kurmuş ki nereye gidersen git karşılaşacağın durum birbirinden farklı olmayacaktır

http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Kapitalist_Sistem_Piramidi.gif

galipyetkin
9. January 2013, 11:42 AM
Sayın Bartsimpson.

Haksızlığa karşı feveranlarını anlamamak mümkün değil. Fakat önce bir zihni değişim geçirmek sonra da bu şikayeti doğuran sistemle mücadele etmek gerekir. ''Alak suresi'' Peygamber'in zihni tedavisini anlatır. Kapitalist bir sistemde, kapitalistlerin ekonomik ve sosyal yaşama yön verdikleri bir düzende, onların getirdiği kurallarla onlara karşı mücadele etmek hayal kurmaktır.

Aşırılıkların ''vergi'' adı ile alınan haraç ile törpülenmesi, alınan vergilerin size hizmet olarak geri gelecek palavra anlatımları ise aldatmacanın daniskasıdır. Çünkü kapitalist iktidar toplumdan aldiğı haraç'ı ihaleler, kredi, imtiyaz, vergi iadesi vs...., olarak kapitalist taraftarlarına dağıtmakta, sömürünün katmerli devamını sağlamaktadır.

Şu halde kapitalizmle savaş için ona karşı bir görüş ve bu görüş üzerine oturtulmuş ekonomik ve sosyal bir sistem gereklidir. Kur'an gerek ferden gerek toplumsal, gerek benliğimize(bencilliğimize) gerek topluma(toplumsal bencilliğe) karşı mücadele sistemlerini bize gayet açık bir şekilde anlatmaktadır. Bizler ise Kur'an'ın bu felsefesine karşı ne yazık ki kendimizi bir türlü kurtaramadığımız ''nasıl cennete gidebilirim'' bencil hesapları içinde, Allah'a yaranma hesapları içinde kaldığımızdan, ''beyt''in, ''salat-ı ikâme''nin, ''zekât-ı ita''nın ,''salatı ikâme ve zekât-ı ita''nın, ''oruc''un, ''bakara 177''nin, ''bakara:219/2 - nahl:71''in ..... vs'nin ne ifade ettiklerini anlıyamıyor, anlamlarına ulaşamıyoruz.

Bakın şurada aydınlatıcı bir-iki düşünce, görüş var .Hepsini, bilhassa Yılmaz Yunak'ı dikkatlice okur musunuz? Tıklayın:

http://www.hanifler.com/showthread.php?t=664&page=2

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

gavs
9. January 2013, 01:02 PM
ne kadar cömert bir soru günümüzün yasantilari arasinda.

Degerli Gavs Kardesim,

sorunu bizler degil Kur'an cevaplandiriyor. 1 araba 1 ev 1 yillik gecim senin ve gecindirmek mecburiyetin oldugun kisiler dahil tüm ihtiyaclarin haricinde artan yardima muhtac kimselere veriliyor.

Nefsine sözünü gecirebilirsen ne ala.

Sormasi ayip ama sorayim bir kere neden 2 daireye borclanmissin acaba, bir tane yetmedimi? Iste böyle Kardesim biri alinir gerisi borclanir mal üzerine mal böyle yüklenmis olur.

Allah yardimcin olsun kararlarinda.

Saygi dolu selamlar ve dualarimla.

Ihsan Eliacik araba kullanmiyorum otobüslerle oraya buraya giyorum diyor, yazilarindan kazandiklarini yaninda calisanlarla paylasiyormus ve kirada oturuyormus. Asagidaki satirlar Ihsan Beyin sitesinden alinmadir örnek olarak sunmaktayim:

Yaptığım araştırma ve karşılaştırmaya göre 2008 AĞUSTOS ayında 4 kişilik bir ailenin asgari şartlarda geçinebilmesi için harcaması gereken tutar 2.238,52 YTL olarak belirlenmiş. Asgari Geçim Haddi (Yoksulluk Sınırı) gıda, giyim, sağlık, barınma ve eğitim başta olmak üzere, vazgeçilmesi mümkün olmayan 14 zorunlu harcama kalemi esas alınarak tespit edilmiş.

Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin görüşüne göre, ihtiyaç fazlası (afv) ortalama asgari ihtiyaç olan yıllık 4 bin dirhemdir. Hesapladığımızda bugün için aşağı yukarı yıllık 55-60 bin YTL oluyor. Biz yıllık değil aylık hesapladığımıza göre bunu aya bölünce aylık 5 bin YTL civarında oluyor. Bunu yukarıdaki asgari geçim sınırı ile kıyasladığımızda demek ki aylık 5 bin YTL’den yukarısı fazlalık oluyor. Bu, normal şartlara, yaşadığınız ülkeye ve kendi halkınızın genel durumuna göredir. Ortalamalar esas alındığında üç aşağı beş yukarı durum budur. Burada amacımın başınıza hesap uzmanı ve ekonomist kesilip kılı kırk yaran hesaplar yapmak değil; Kur’an’da verilmek istenen eşya, mal ve mülke dair bakış açısını günümüze taşıyarak gözler önüne sermek olduğunu lütfen unutmayalım.

Azizim yorumun için teşekkurler.:)Fakat bu yoruma göre benim bir takke bir cübbe anlayışında yaşamam lazım.gerisini nifak etmem lazım..Hacısından hocasından mal biriktirme hastalığı hepimizde var.1/40 zekatı verdiğimde aklanmıyormuyum?
sahabede hem bir takke bir cubbe yaşayanda vardı zenginde vardı.Senin bakış açından bakarsak sanki kominizm kokuyor gibi,rekabeti ,kaliteyi engeller gibi bir durum ortaya çıkıyor.
Her insan ahde vefa deyip,kalite peşinde yatırım peşinde koşmazsa ,ekonomik gelişme neden olsunki?
İki ev aldım ,yatırım amaçlı aldım.ihtiyacımda yoktu.Almiyimmmi?parayı bol keseden dağıtımmi?sence bu anlayış miskinliği teşvik etmezmi?
slm

bartsimpson
9. January 2013, 03:49 PM
Mücadele (13) Başbaşa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da, sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Resülüne itaat edin. Allah bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

Sadakada "versende vermesende sana kalmış" gibi bir durum seziyorum çünkü vermesen bile Allah affediyor, affediyor ama salatını ikame et ve zekatını ver diyor.

Sanırım kişi, Allah yolunda harcanacağını bilerek, vermiş olduğu yada yapmış olduğu zekat faaliyyetlerinden sonra, hani devletin eli yetişmemiş yada görmemişse diye bir düşkün yada ihtiyaç sahibi görmüşse "onu da boşverme derdini vicdanen giderebilirsen gider ama sen zaten vazifeni yaptıysan bunu da yapamıyorum diye üzülme" demeye getiriliyor.

Burada, merkeezinde "insana, İnsanca değer vermenin" esas olduğu bir dinin mensuplarına (vicdanlarına) sesleniliyor.

Bakara (280) Eğer borçlu darlık içindeyse ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.

Sosyal anlamda yapılması gereken ve Vicdanen yapılması gereken ayrımı net olarak izah edilmiş.

Vicdanlı olanlara 2 kat bonus...

bartsimpson
9. January 2013, 03:57 PM
Kapitalist bir sistemde, kapitalistlerin ekonomik ve sosyal yaşama yön verdikleri bir düzende, onların getirdiği kurallarla onlara karşı mücadele etmek hayal kurmaktır.


Saygıdeğer abim, Allahına kurban olayım...

Madem elimizden bir şey gelmiyor, madem birşey yapamıyoruz ve yapamayacağız, bırakta hayallerimizde buluşalım... :)

İnsan doğası... "etkiye tepki doğar", canım yanıyor.... bağırıyorum....

Hani bir elin nesi var iki elin....

Belki sesimi duyan canı yanmış başkaları da sesini yükseltirde...

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Gönderdiğiniz yazıda ki konu "Sağ ve sol (Meymene ve meşeme)" klasik anlamdaki ayrım ise buna kesinlikle katılamam.

İnsanları fırkalara bölmek islam ile bağdaşmaz....

Ama yazınızı okudum;

"'Rızkı ben veririm ve bu rızkı edinmekte de herkes eşittir. Kimse benim sizlere verdiğim bu rızıkları sahiplenip de, benim yerimi alıp kendi düşüncesine göre benim rızıklarımı dağıtma hakkı yoktur. Sizin, yani yönetime getirilmiş kişilerin görevi benim adaletimi yerine getirmek değil midir? Bu adalete de ancak size peygamberlerin vasıtası ile gönderdiğim iradem olan ayetleri uygulamakla ulaşırsınız'' diyen ve Beyt sistemini ve kollektivizmi öneren Allah'ın sistemini ortadan kaldırmak için para babaları kapitalistlerin islama ait ortak yaşamı ortadan kaldırmak için ortaya attığı komünizmin bir bulandırıcılık olduğunun farkını anlayabilmelisiniz. "

yazdıklarınız, benim bahsettiklerimden pekde farklı değil. Ha.. ben sesimi biraz daha yükseltiyorum o ayrı...

merdem
9. January 2013, 04:03 PM
Degerli Kardesim Gavs,

sayet iyi niyetinle bilmek istiyorsan hanifdostlardan bir link veriyorum, cok güzel aciklama yapilmis.

http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=3902

Ben kimseye akil vermiyorum ne zaman ne dagitmasi gerekir diye. Ben kirada oturuyorum. Ehliyet ihtiyacini bu güne kadar hissetmedigimden dolayi, sahsi arabam hic olmadi. Gecirdigim bir trafik kazasindan dolayi elime gecmis olan aciparasindan devamli öksüzlere, kisin yakit parasi olarak kullanmalari icin, suya ihtiyaci olan bölgelerdeki insanlarin faydalanmalarina yariyacak ödemeler, okul cocuklarina yazi malzemeleri gibi bir takim yollarla elimden cikardim. Herkesin kendi bilecegi bir sey. Zorlukla olacak bir sey degil, Allah rizasi icin yapilmalidir. Kazadan bu yana calismiyorum. 60 yasindan sonra meslek ögrenip yeni bir isme bulma imkanim varmi yokmu o ayri mesele, ben yerimi genclere birakmayi tercih ediyorum, onlarin sanslarina engel olmak gibi bir ardniyetim yok.

Ve yine bir iki AYET sunuyorum sana, arzu edersen oku arzu edersen atla gec.


“Pisliğe (ahlaksızlığa, hırsızlığa, yolsuzluğa, istismara, kokuşmuşluğa) bulaşma! Servet yığma hayallerine kapılma! Daima Rabbinle birlikte ol ve güçlüklere göğüs ger...” (Müddessir; 74/5-7).



Beled suresi, insanlara sarp yokuşa çıkmak gibi zor gelen şeylerin ne olduğunu açıklar. Bunların ne olduğuna baktığımızda yine mal ve mülkün ölçü olarak konduğunu görürüz:


“İnsan kendisine hiç kimse güç yetiremez mi sanıyor?

“Sadece harcadıklarım yedi sülâleme yeter” diye böbürleniyor.

Kimsenin kendini görmediğini mi sanıyor?

Biz insana iki göz vermedik mi?

Bir dili ve iki dudağı yok mu onun?

Ona yürüyeceği iki yol gösterdik.

Fakat o zor olana yanaşmadı.

Bilir misin, nedir zor olan?

Bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak…

Zor zamanda vermek…

Öksüzün başını okşamak…

Düşmüşün elinden tutmak…

İman etmek, göçlüklere göğüs gerip acıları paylaşmak; sevgi ve merhamet yumağı olmak.” (Beled; 90/5-17)…


Tekâsür suresi ise zenginlik yarışı, biriktirme, mal ve mülk hırsının hayatı nasıl bir cehenneme çevireceğini hatırlatır ve çağları aşıp gelen evrensel mesajlar verir. Sanki bugünkü “küresel krizi” haber veriyor sanırsınız. Şifreciler biraz da bunlara kafa yorsalar çok iyi ederler. Dinleyin:


“Bir zenginlik yarışıdır oyalanıp duruyorsunuz.

Mezarlarınıza girinceye kadar süren bir oyun ve oynaş…

Fakat hayır! Yakında bileceksiniz.

Fazla uzak değil; çok yakında bileceksiniz.

Evet, daha derinden bakabilseydiniz,

Ateşe yuvarlanmakta olduğunuzu görürdünüz.

Kendi gözlerinizle onu apaçık göreceksiniz.” (Tekâsür; 1-7)


Yani: 1- Uhrevî açıdan: “Bu aç gözlülüğün, zenginlik yarışının, mal mülk hırsının, sizi ateşe (cahîm) yuvarlamakta olduğunu bizzat içine girerek “ahirette” göreceksiniz…” 2- Dünyevî açıdan: “Bu aç gözlülüğün, zenginlik yarışının, mal mülk hırsının, hayatı çekilmez hale getiren bir ihtiras yarışına, çalma, çırpma, alıp satma dışında hiçbir insani değerin kalmadığı vahşi bir pazara dönüştürdüğünü, kendi ellerinizle yarattığınız bir kaosun, krizin ve ateş çemberinin (cahîm) içine yuvarlanmakta olduğunuzu bizzat yaşayarak “dünyada” göreceksiniz...”


Öyle ya seyirlik değeriniz yoksa, “piyasa” da fiyatınız yoksa, “para” dışında hiçbir geçer akçe kalmamışsa, insanlara zengin olup olmadıklarına göre bakılıyorsa, yegane ölçü bu olmuşsa, bilin ki, eski çağların verimlilik, başarı, altın ve gümüş (sahte) tanrısı “Mammon” geri gelmiş, dünyaya o hakim olmuş demektir. Kapitalizm dediğiniz bundan başka bir şey midir!


“Mammon’dan başta tanrı, paradan başka değer yoktur” diyorsanız kelime-i şehadet getirip bu dine girmişsiniz demektir. Artık her işe onun adıyla başlarsınız. Her şeye “Kaç lira, fiyatı ne?” diye sorarsınız. “Bunun fiyatı yok, bu para ile ölçülmez” derseniz Mammon’u inkar ediyorsunuz demektir. İşte Kur’an önce bunun yapılmasını istiyor. Çünkü satılık meta olmaktan ancak böyle kurtulursunuz. “İnsanlık erdemine” ancak böyle ulaşabilirsiniz. Zira insan diye “satılık olmayana” denir, öyle değil mi?


Fecr suresinde ise eşyaya, mala, mülke bakışı değiştirme yönünde şu uyarıları görürüz:


“İnsanoğlu Rabbi onu ne zaman imtihan edip de kendisine cömertçe verse “Rabbim bana cömertçe verdi ” der.

Fakat ne zaman da sınayıp rızkını daraltsa “Rabbim bana ihanet etti” der.

Hayır! Bilakis asıl siz öksüze vermiyorsunuz.

Birbirinizi yoksulu doyurmaya teşvik etmiyorsunuz.

Her şeye açgözlülükle saldırıyorsunuz.

Mala mülke gözünüz doymuyor; yığdıkça da seviyorsunuz…” (Fecr; 89/15-20)


Yani: “Şu insanoğlu ne kadar garip? Nimet içinde yüzerken “Allah’ın eli geniş, veriyor işte..” diyerek Allah’ı emrine amade bir hazine sanır. Sıkıntıya girince de “Nerede bu Allah? Bu nasıl ilâhî adalet?” diye şikayetlenmeye başlar… iki durumun da zorluklardan geçerek kendini kanıtlama (imtihan) olduğunu anlamaz. İlk durumda şükredip bu nimeti başkalarıyla paylaşmak yerine, Rabbim beni tercih etti diyerek kendini ayrıcalıklı zanneder. Diğer durumda ise sıkıntıyı ve zorluğu ilahi adaletsizliğin kanıtı olarak görür…



Saygi ve selamlarimla

NOT: Kur'anda desdeklenmeyen cesitten zenginlik sahsi zenginlik hususundadir.

bartsimpson
9. January 2013, 04:52 PM
Tüm bu mihvalde ne zamandır yazılanlara ek olarak farklı bir konu dikkatimi çekmekte. Ekonomide hep para, zenginlik, mal mülk vb. değerlerden bahsediliyor.

Bildiğim kadarı ile o dönemdeki mekke ve medine ticaretin merkezi idi. Ticaretin olduğu yerde para (altın, gümüş) da olur.

Ama ilginçtir ki zenginliğin değeri ve ölçüsü ne kadar altının gümüşün olduğu değil, hayvanın, hurma ağaçların (tarla) ve kölelerinin miktarı ile ölçülüyordu.

Peki Kuran geldikten sonra ne oldu... Köleler azat... Hayvanlar belli miktarda kurban belli miktarda beytül maale bağış... Hurmalar ve ağaçlar paylaşım... geri kalanı geçimlik...

Ortada altın ve gümüş gibi iki referans maden varken ki lidyalılar bu referansa dayanarak parayı icad etti, neden bağış, sadaka, zekat ve diğer konularda bununla ölçüye gidilmez.

İnsanlık var olduğundan beri altın ve gümüş değerli madenlerdir.

Öyle ya diyanet bile zekatı altın gümüş miktarına göre belirliyor.

Allah diyanet kadar düşünemedimi de ölçü olarak altın veya gümüşü koymadı.

Bence bunun altında yatan sebep gayet basit. Ekonomi para temelleri üzerine inşa edilemez. Para pek çok kötülüğün merkezidir. Dolayısı ile ekonomi de olamaz.

Para miktarı belli adette basılmış bir emtia olarak, birinde mutlaka çok birinde ise az olmak zorundadır. Ekonominin temeli budur. Arz ve talep. Aksi olursa ekonomi olmaz.

Otelin birine bir müşteri gelir odalara bakmak ister ve kaç para diye sorar "100$" cevabını alır. Parayı öder ve odayı kiralar yukarı çıkar. Parayı alan otel sahibi koşarak kasaba gider ve et borcunu öder, parayı alan kasap çiftçiye gider ve hayvan parasını öder, çiftçi tarla sahibine gider saman parasını öder, tarla sahibi restorana gider geçen ay yediği yemeklerin parasını öder, restoran sahibi program yapan sanatçı bayana parasını öder, sanatçı bayanda kaldığı otele oda parasını öder, 1 saat sonra odadaki musluklar bozuk olduğu için müşteri aşağı iner ve odayı beğenmediğini kalmayacağını söyler, parasını geri ister. Otelci de müşteriye 100$ iade eder... E ne oldu şimdi... herkes herkeze borcunu ödedi ortada para yok...

İslam toplumunun temelinde de para ekonomisi olmamalıdır. Tüm kaynaklar insanlara eşit ve adil dağıtılmalıdır. Toplum statü ve mevkilerden arındırılmalıdır. Tek amaç, bilim ve insanlığın gelişimi olmalıdır. Bu durumda hala eski ekonomik mantıkla düşünenlerin bahsettiği girişimciler ve patronlarda olmayacaktır. Herkes patron, herkes girişimci. Tek amaç, tek ideal. İnsanlığın tekamülü ve gelişimi olmalıdır.

Bak böyle yap, bir harf kuran okuma yine de cennettesin yeminle...

galipyetkin
10. January 2013, 12:48 AM
Arz ve talep.
Bunlar kapitalist sistemin sömürü araçları olup insanlara ''ekonomi'' veya ''ekonomi prensipleri'' diye yutturulmaya çalışılan ''fitne'' ve ''bencilliğin'' ta kendileridir.

İslam ise kapitalizme karşıdır, hatta insani değerleri yok ettiğinden düşmandır ve, getirdiği ekonomik ve sosyal sistem kollektivist bir sistem olup, birim olarak ''Beyt'' dediği birliği kabul edip, bu birlik Yahudilerde ''Havra'', Hristiyanlarda ''Manastır'', Muhammedilerde ise ''mescid'' ismini alan komünal, harim ve haram bir üretici oluşum olup, ''salat-ı ikâme'' bu prensibi ifade eder ve ''zekât-ı ita'' da üretici dışında kalan girişimcinin kazancının ''(bakara:219/2), Muminun:4,5 -Nahl:71''e tâbi olarak birliğe katıldığını ifade eder ve bu ekonomik ve sosyal toplum ''Sosyalizm'' benzeri bir sisteme dönüşür ve değer değişimi ve ihtiyaç ekonomisi bu sistemin özelliğidir. Ekonomik ve sosyal eşitlik bakımından ''mizanda vezin'' prensibini kabul etmiştir. Bu sistemin gelişmişi ise ''Medine''dir.
Pek âlâ da organize bir toplum olarak, meselâ devlet kurulduğunda veya beyt yaşamı içerisinde sadaka ve zekât nedir; nasıl ve ne işlev görür?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

merdem
10. January 2013, 04:32 PM
Arz ve talep.
Bunlar kapitalist sistemin sömürü araçları olup insanlara ''ekonomi'' veya ''ekonomi prensipleri'' diye yutturulmaya çalışılan ''fitne'' ve ''bencilliğin'' ta kendileridir.

İslam ise kapitalizme karşıdır, hatta insani değerleri yok ettiğinden düşmandır ve, getirdiği ekonomik ve sosyal sistem kollektivist bir sistem olup, birim olarak ''Beyt'' dediği birliği kabul edip, bu birlik Yahudilerde ''Havra'', Hristiyanlarda ''Manastır'', Muhammedilerde ise ''mescid'' ismini alan komünal, harim ve haram bir üretici oluşum olup, ''salat-ı ikâme'' bu prensibi ifade eder ve ''zekât-ı ita'' da üretici dışında kalan girişimcinin kazancının ''bakara:219/2-Nahl:71''e tâbi olarak birliğe katıldığını ifade eder ve bu ekonomik ve sosyal toplum ''Sosyalizm'' benzeri bir sisteme dönüşür ve değer değişimi ve ihtiyaç ekonomisi bu sistemin özelliğidir. Ekonomik ve sosyal eşitlik bakımından ''mizanda vezin'' prensibini kabul etmiştir. Bu sistemin gelişmişi ise ''Medine''dir.
Pek âlâ da organize bir toplum olarak, meselâ devlet kurulduğunda veya beyt yaşamı içerisinde sadaka ve zekât nedir; nasıl ve ne işlev görür?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Saygideger Galip Kardesim,

yazinizi bir kac kere okudum, en bastaki yazinizida, Allah'inizi severseniz arasina yabanci kelime karistirmadan öz bir türkce ve bir kac satir ile bana "ZEKAT" ve "SADAKA" nin anlamini ve kimlerin nerede ve nezaman ve nerelere ve kimlere verilebilir cevaplarmisiniz.

1. Zekat nedir, kimlere farzdir, nerelere, kimlere ve ne zaman ödenir.

2. Sadaka nedir, kimlere farzdir, nerelere, kimlere ve ne zaman ödenir.

3. Müsriflik nedir, hangi durumlarda zekat ve sadakada müsriflik olur?

Sokakta bir yol kenarinda Allah'in kisinda alis-veris arabasi icindekilerden baska bir mali bulunmayan bir Allah'in kuluna aciyip bes on kurus vermekle ile Allah'a karsimi gelmis olurum. Nüfus cüzdanina bakarak müslüman mi degilmi diye bakiptami yardim etmem lazim. Adam dilenmiyor, ben kendiligimden haline aciyip veriyorum. Hepimiz aclik ve susuzluk söz konusu olunca Allah'in bir kulu degilmiyiz, yardimlarda hep ayirim mi yapmak gerekir?

Kimileri kendi özbeöz evlatlarina acimaz iken iste kimileride ben gibi her bir kula acir. Elimden geldigince, her zaman icin imkanlarim yettigince yardimlarda bulunmak istiyorum, hata mi isliyorum?

Elbette ki dünyanin gelmis ve gelecek tüm varliklari bir araya gelseler Rabbimiz kadar merhametli olunmaz. Ve Rabbimiz bu dünyada müslüman olmayanlara da veriyor, müslümanlardan kistigi da oluyor.

Saygi ve selamlarimla.

galipyetkin
11. January 2013, 10:16 PM
Sayın Merdem.

Serbest meslek erbabının, yani kendi nam ve hesabına iş tutanların ve bu kişilerin yanındaki yardımcıların ürettiklerinin veya sattıklarının kazançları serbest meslek kazancı olup bu faaliyet sonucu elde edilen kazanç doğrudan bu kişilerin ellerine geçtiğinden bu hasılat faiz, nema , semere vs.. adlarıyla anılan brüt gelirlerdir. Bu gelirler üzerindan işletme masrafları ile kendisinin ve bakmakla yükümlü olduklarının ihtiyacına yeter kısmı diye hatalı olarak adlandırılan, "mizanda vezin" kısmı ayrıldıktan sonra kalan net artma zekattır ve zimmette tutulan bu zekat insanı kirletir: kul hakkıdır, kat kat Ribadır ve de haramdır. Derhal zimmetten çıkartılarak ihtiyacı olanlara verilmelidir. Bu verme işlemi eğer devlet düzeni kurulmamış ve kendisi de Nuh ve İbrahim Peygamberin beyti'nin devamı olan Yahidilerin havrası, Hristiyanların manastırı, Muhammedilerin mescidi gibi kuruluşlara da bağlı olmayan bir müslümansa bu fazlalığı kendisinin tayin ve tesbit ettiği muhtaçlara adil bir şekilde elden dağıtacaktır. Eğer devlet kurulmuş ise devlete vergi olarak; devlet kurulmamiş ise bağlı bulunduğu beyt adı ile anılan havra manastır veya mescide bu fazlalığı verir ve bundan sonra da zekatın adil ve uygun dağıtılmasının sorumluluğu o yerlerin idarecilerine geçer. ''Zekât-ı ita'' budur ve serbest meslek erbabına hitap eder.

Salat biliyoruz ki karşılıklı yardımlaşma, el birliğidir. Eğer devlet kurulmuşsa bazı işler fabrika, veya devlet çiftlikleri vs... adı altında elbirliği ile yapılır. Devlet kurulmamiş olmasına rağmen insanlar beyt dediğimiz havra, manastır veya mescidlere bağlı dindar kişilerse, buralarda işler elbirliği ile yapılır, yerine getirilir. buraya bağlı olanların meydana getirdikleri ekonomik değer üzerinde bütün herkes iştirak halinde malik olup üzerlerinde kişilerin tek tek tasarruf yetkisi yoktur. Bu yetki idarecilerindir. Çalışanlar çalışmalarının karşılığını ihtiyaca göre ''maaş'' veya ''istihkak'' adı altında alırlar ve bu aldıklarının üzerindeki ürettikleri ''artı değer'' devlete veya beyte kalır ve beyt yöneticileri ihtiyacı olanları bunlarla infak eder. İşte bu alınmayan ve devlete veya beyt'e terk edilmiş artı değere ''sadaka'' denilir. Bu düzene de ''salat-ı ikâme etmek'' denilir.

Beyt içinde elbirliği ile üretim yapanlara ''beyt ehli' ''yoldaş''; beyt içinde üretime katılmayıp da beyt ekonomisine dışarıdan zekatı ile katılanlara da ''komşu'' denilir. Kur'an'da bu iki kesimin işbirliği şöyle anlatılır: ''karşılıklı akaretler'' veya ''aynı avluya bakan karşılıklı evler'' gibi.

Sayın Merden .
Diğer sorularınızı verdiğim bilgiler dahilinde siz cevaplayın veya sorular doğru mudur, değil midir siz karar verin. Çünkü İslam devletinde itidal dışında, itidal seviyesinin altında yaşayan bir tek müslüman dahi olmaması gerekir. Eğer yaşanıyorsa orada zulum vardır ve derhal siyasi değişiklik yapılıp ekonomik ve sosyal yönden adil bir düzen, ''kıst''a dayalı bir düzen ve o düzeni getirecek yönetimlerin görevlendirilmesi gerekir.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

merdem
11. January 2013, 10:59 PM
Kiymetli Galip Kardesim,

günümüzde hic bir yoksulu olmayan bir islam devleti zaten yok, zaten dogru dürüst tam bir islam devleti yok. Sacma, sözüm ona dinsel kanunlariyla kendilerini islam devleti kabul edenlere her bir yönden itiraz var.Hic bir ülkede de havra manastir ve mescid Islam'a uygun bir sekilde ( yahudiler ile hristiyanlarin klubleride (!) dahil ) yürütülmüyor. Ben rastlamadim.

Serbest meslek sahibleri olsun, diger islerine bagli isciler, memurlar vb. olsun ki hepsi devlete vergi ödemek zorundadirlar, az veya cok orasi ayri bir sey. Sayet vergi toplayan devletlerde hastahaneler, okullar, cocuk yuvalari vb. hayir kurumlari var ise, tabiiki devlet aldigi vergilerden bu kurumlara ödemeler yapar. Yapmasi da lazim.

Devlet her zaman zalimce :p davranmiyor, yani vergi olarak ihtiyactan fazlasini kesmiyor. Demek yinede calisip kazanc elde edenlerin ellerinde ihtiyactan fazla olani ihtiyaci olanlara devretmesi gerekiyor.

O "beyt" denilen sey evvelden Osmanli devrinde de vardi diye duydum. Ama BEYT olarak benim anladigim peygamberimizin ( selam olsun ona ) soyundan gelenler olup, onlara maas baglanirdi. Hz. ALI aynen Hz. Aise'ye ( Allah onlardan razi olmustur ) zamaninda maas baglattigi gibi.

Benim Türkiye hayatindan haberim yok, en asagi 40 senedir bilmem nasil bir hayat ortami vardir Türkiye'nin. Günümüzde beytlik bir makam varmi, makamdan bahis öyle taninanlar demektir.

Meseleyi fazla kurcalamak istemiyorum, sonuc ne olursa olsun beni sahsen ilgilendirmiyor ( bana soruldugunda bir cevabim olsun diyedir ögrenmekten maksadim ) ben her zaman elimden geleni hesapmakinesine vurmadan dagitiyorum, az oldugunda az cok oldugunda cok, yeri geldimi cüzdanimda ne varsa.

40 ta bir diye hesaplayanlar düsünsün. Kimse kimsenin yaptigindan sorumlu degil.

Galip Kardesim, yeri gelmisken söyliyeyim, zamaninda bende cok sasirmistim, tanidiklarimden birisi, ki kendisi müslümandir, evlenipte tasinacagi an klisenin birinden yardim aldi. Mainz sehrinde oldugunu iyi hatirliyorum. Acaba Türkiye'de de camiiler böyle yardimlarda bulunuyorlamidir halkin ihtiyaci oldugunda?

Böyle yerler varsa lütfen bana adreslerinle bildirirseniz cok memnun olurum.

Saygi ve dua ile.

bartsimpson
12. January 2013, 02:37 AM
Ben zekatımı devletime veriyorum... güle güle harcasınlar...

http://yorgoangelopoulos.wordpress.com/2013/01/11/52-000-tl-maas-alan-sumeyye-erdogan-kim/

merdem
12. January 2013, 03:12 AM
Ben zekatımı devletime veriyorum... güle güle harcasınlar...

http://yorgoangelopoulos.wordpress.com/2013/01/11/52-000-tl-maas-alan-sumeyye-erdogan-kim/


52.000 tl aydami kazaniyor, senedemi yoksa bir ömür boyu olarak bir kerelegine mi? Yaziyi tam okumak istemedim dogrusu.

Edip Yüksel'in bir yazisini okumustum, Erdogan'a sesleniyor:
1- Basörtüsü konusunu hallet.
2. Kürtler sorununu hallet diyordu.

Erdogan bey anlasilan baska haltlar pesinde oldugundan bu iki konuyu henüz halledememis :D

Ben onu bunu bilmem kesesine yontmayan politikaci yoktur velhasil, adi ne olursa olsun, kim olursa olsun hepsinin yolu ayni.

Bart kardesim sen gibi kac milyon türk yardim ediyor erdogan beye?