PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kur'anda zekat


TUĞÇE DENİZ AKIN
4. October 2009, 05:12 PM
Kuranda zekat birçok ayette emredilen[Nur-56; Beyyine-5; Bakara-110], İslamdan önce de diğer peygamberlerin vahiylerinde de olan ve bilinen bir ibadettir. Kelime manası olarak temizlenme anlamına gelmekte olan zekatın Kurandaki ayetler bütünüyle incelendiğinde ortaya çıkan tabloda insanın sahip olduklarını temizlenmek ve arınmak için Allah rızası için vermesi anlamını içerir. Ayrıca müminlerin özelliklerinden bahseden ayetlerde de zekat vermek vurgulanan bir uygulamadır[Neml-3; Lokman-4; Beyyine-5; Nur-37; Muminun-4].

İslamdan önce Musa, İbrahim, İsa, İshak, Yakup peygamberlerin de zekatı getirdikleri bildirilir[Meryem-31,55; Bakara-43,83; Maide-12; Enbiya-73]. İslamdan öncede bilinen ve uygulanan zekatın bir diğer önemli özelliği ise namaz kılmak ve zekat vermek fiillerinin birçok ayette yanyana bulunmasıdır [Neml-3; Lokman-4; Beyyine-5; Nur-37,56].

Zekatların karşılığı olarak Allah insanlara Allah katında ödüller, kat kat artırma, daha büyük bir karşılık vaadetmiştir [Bakara-110; Rum-39; Müzzemmil-20].

Kimlere verileceği konusunda ise; anne-baba, yakınlar, yetimler, yoksullar, fakirler, düşkünler, zekat işinde görevli olanlar, dine kalpleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolundakiler ve yolda kalmışlar geçmektedir [Tevbe-60; Bakara-215]. Bir ayette ise namaz kılanların mallarında yoksul ve yoksunların belirli bir haklarının olduğu ifade edilir [Mearic-24,25]. Bu ayetteki belirli bir ifadesinden kasıt ise insanların vicdanına bırakılmıştır.

Kuranda zekat dışında sahip olunanların Allah rızası için verilmesi ile ilgili iki farklı kelime daha bulunmaktadır. Bunlara Zekat konusunda değinmemizin sebebi içiçe kavramlar olmalarındandır.

Sadaka (doğrulamak)

İnfak (vermek)

Sadakanın temizlenmeye araç olduğu bildirilen ayetten yola çıkarak zekatla bütünleştiği söylenebilir [Tevbe-103]. İnfak etmek(vermek) diye geçen kavram ise kelime manasıyla zaten zekat ve sadaka ile aynı olayı ifade eder. Sadaka,Hac ile ilgili ayetlerde bir arınma ve diyet (karşılık) olarak, peygamberle yapılacak gizli konuşmalar öncesinde verilen olarak veya borçlunun darlık içinde olması durumunda borcuna karşılık olarak geçmektedir [Bakara-196,280; Mücadile-12].

Sadakaların karşılığını Allah artıracağını belirtmektedir [Bakara-276]. Bir diğer ayette ise güzel bir sözün ve hoşgörünün dahi peşinden onur kırıcı davranışlar gelen sadakadan daha hayırlı olduğu ve gösteriş için yapılan veya bu tarz sadakaların geçersiz olduğu söylenmektedir [Bakara-263,264]. Sadakaların herkesin bildiği bir şekilde verilmesinin iyi olduğunu; gizli verilenlerin ise daha hayırlı olduğunu belirten Kuran ayrıca bu sayede insanların günahlarının da bağışlanabileceğine işaret etmektedir [Bakara-271]. Ayrıca ölmeden önce pişmanlık yaşamamak için sadaka verip iyilerden olmanın gerekliliği de bildirilmektedir [Münafikun-10].

İnfak etmeye ilgili ayetler ise zekat ibadetinin temel olarak nasıl ve neyle yapılacağı hakkında inananlara eksiksiz bilgiler verir. Neyi infak etmeyle ilgili olan ayette "Helal kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin" geçmekte [Bakara-219]; bir diğerinde ise size verdiğimiz rızıktan verin bulunmaktadır[Bakara-254]. Kuran, mallarını Allah yolunda verenlerin durumunu her başağında yüz dane bulunan yedi başak çıkarmış bir daneye benzetme yaparak verilenlerin karşılığının oldukça fazlasıyla geri geleceğine işaret etmektedir [Bakara-261]. Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için verilenin durumunu ise kendisine bol yağmur isabet edip iki kat ürün veren bahçeye benzetir[Bakara-265].

Verilecek şeylerin, inananların kazandıklarının veya yerden Allah tarafından çıkarılanların temiz ve güzelleri olduğunu; göz yummadan verilebilecek pis ve bayağı şeylerin verilmemesi gerektiğini bildirmiştir[Bakara-267]. Buradan anladığımız verdiklerimizin samimi bir niyetle, gerçek bir fedakarlık içinde yapılsı gerekliliğidir. Diğer bir ayette "Sevdiğiniz şeylerden Allah için vermedikçe zafer ve mutluluğa asla ulaşamazsınız" diyerek verilenlerin gerçek bir özveri olması gereği tekrar vurgulanmakta ve bunların Allah tarafından çok iyi bilindiği söylenmektedir[Aliimran-92].

Allah için verme olayının nimet ve imkan olarak olabileceği de insanlara bildirilerek sadece malla sınırlandırılmış olmadığı ve Allah'ın insanların verdiklerini çok iyi bildiği vurgulanmıştır[Bakara-276]. Ayrıca bollukta ve darlıkta yapılmasının inananların bir özelliği olduğu geçmektedir[Aliimran-134]. İçlerinden gelmeyerek verenler Kuranda yerilmektedir[Tevbe-54].

Kuranda güçsüzlere, hastalara, infak edecek bir şey bulamayanlara, Allah ve resulüne içten bağlı olup hayra çağırdıkları takdirde bir günah olmadığı bildirilir[Tevbe-91].

Allah yolunda vermenin yanlızca isteyerek olması gerektiği, bunu bir ceza gibi algılayanların eleştirildiği ayetten çıkarılabilecek bir gerçektirr[Tevbe-98].

Bir ayette "Geniş imkâna sahip olan bu geniş imkânından harcasın, rızkı kendisine ölçü ile verilmiş olan da Allah'ın kendisine verdiğinden Allah için versin. Allah hiçbir benliği, kendisine verdiği şey dışında yükümlü tutmaz" diyerek insanların ellerinde olan imkanlarla orantılı olarak sorumluluğa sahip olduklarını söylemiştir[Talak-7]. Herkesin vicdanıyla ve bu sorumluluğun da farkında olarak samimi bir şekilde hareket etmesi gerekir.




özet ile şudur;

Zekat Allah için elinde olanların verilmesidir. Belirli bir zamanı veya belirli bir miktarı yoktur. Allah bunu insanların vicdanına bırakmış; verilenlerin çok iyi bilineceğini ve karşılıklarının fazlasıyla verileceğini söylemiştir.

Helal kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını vermek gerekir.

Kazanılan veya yerden Allah tarafından çıkarılanların temiz ve güzellerinin verilmesi gerekir; göz yummadan verilebilecek pis ve bayağı şeylerin verilmemesi emredilir.

Zekat sadece malla sınırlı diil, imkan, zaman gibi olguların fedakarlığıyla da olur.

Sevilen şeylerin Allah için verilmemesi durumunda zafer ve mutluluğa ulaşılmayacağını söyleyen Allah insanların vicdanına büyük sorumluluk yüklemiştir.

Zekat verilecekler:

anne-baba

yakınlar

yetimler

yoksullar

düşkünler

zekat işinde görevli olanlar

dine kalpleri ısındırılacaklar

köleler

borçlular

Allah yolundakiler

yolda kalmışlar

Verilenler gösteriş yapmak için verilmemeli ve verildikten sonra da verilene onur kırıcı davranışlarda bulunulmamalıdır. Aksi taktirde geçersiz olur.

Verilenler gizli ve açık şekilde verilebilir; fakat gizli olanlar daha hayırlıdır.

Bollukta da darlıkta da verilmesi övülür. İçlerinden gelmeyerek verenler ve bunu bir ceza gibi algılayanlar yerilir.

Güçsüzler, hastalar, verecek bir şey bulamayanlar Allah ve resulüne içten bağlı olup hayra çağırmalıdırlar (öğüt vermelidirler).

galipyetkin
8. October 2011, 01:41 PM
Hak dinin şartı ihtiyaçları karşılamak olduğundan ve alanı ve vereninin kim olduğu belli olmayan sosyal/kollektivist devlet kurulmamışsa zaman bakımından, olanaklı kişi, ihtiyaç periyotları içinde muhtacı devamlı infak için vermeyi tekrarlamalıdır. Bu akış her gün ve hatta üç öğün beslenme yanında devam eden barınma, giyinme, eğitim, sağlık gibi günlük giderler hesap edildiğinden anında ödendiği bir uygulama gerektirir.Gelirin elde edilmesi günlük, haftalık, aylık, senelik her ne ise gelirin elde edildiği periyotta geciktirilmeden, sabah ise sabah,akşam ise akşam, gece ise gece derhal muhtaçlara ulaştırılması gereklidir. Çünkü miskinler ve mustaazaflar (işinden gücünden edilip zayıf bırakılmışlar) aç. Artı olanak sağlanamasa bile eşitlik yaşam şartı olmalıdır. Bu anlatılmasına rağmen bazı ayetlerde belirlenen zamanlar, uluhiyete daha fazla önem verildiğinden, namaz vakitleri olarak meal edilmektedir. Hud-114'ü, ayetin devamına baktığımda böyle anlıyorum.
Devlet kurulduğunda, temizliğinin/işe uygunluğunun değil, iş hacminin ve buna göre verdiği zekat/verginin denetimi için ruhsata bağlanma dışında, ahi ocakları gibi katılımın mecburi olduğu denetim yapan kurumlar ve maide-38 gibi ağır cezai tehdit ile mesleki ve toplumsal kınanma, meslekten men yanında vicdan ve cehennem tehdidi ve sevgisinin yerini alan Allah korkusu, miktarı belirlemede yeterli etkenlerdir zannediyorum.

Hürmetlerimle.
Galip Yetkin.

hiiic
8. October 2011, 03:18 PM
Zekat daha sağlıklı Salat ikame etmek için verilir.
Sosyal sorunları çözmenin en etkili ve kalıcı yolu Salattır. Bireysel yardım ve harcamalar çoğu yerde bir değer sağlamaz. Tek başınıza evinizde yetim besleyemez, insanlara eğitim veremez yada sokaktan adam alıp eve getiremezsiniz.

Ancak Salat ile yani cemaatin desteği ve zekatlar (vergiler) verilerek küçük yardımlar büyür ve yoksullar için bakım evleri kurumlar (mescitler) açılır.

Allahın emrettiği de budur. Bu şekilde kötülükler engellenir.

Zekat Salatın bir parçası olduğu için devlete verilen vergidir. Dünyada gelişmişlik düzeyi ile vergi kaçırma oranları listelendiğinden en gelişmemiş ülkelerin en çok, en gelişmişlerin ise en az vergi kaçırdığı ülkeler olduğu görülmüştür (kaynağı hatırlamıyorum googleden aratabilirsiniz)

Yani Allah zekatı veren ülkeleri ödüllendiriyor. kaçıranları ise helaka yönlendiriyor...

Zekat toplanan gelirler zaten mescitler aracığıyla (makaleden aynen kopyalıyorum) şunlara gidecektir...


****

Zekat verilecekler:

anne-baba ; çalışamayacaklara emekli maaşı (SSK)

yakınlar ; İş güvenliği ve iş bulma kurumları, iş imkanları

yetimler ; çocuk esirgeme kurumları

yoksullar ; yoksun olduğu yere göre... ücretsiz destek veren kurumlar. yemek ve barınma çadırları v.s.

düşkünler ; Huzur evleri, akıl hastaneleri v.s.

zekat işinde görevli olanlar ; devletin diğer kurumları (finans, denetleme v.s.)

dine kalpleri ısındırılacaklar ; İslami çalışma yapan kurumlar (diyanet işleri(bugün amacının dışında) gibi)

köleler ; asgari ücret ve diğer çalışanlar

borçlular ; Devletin kredi ve hibe kuruluşları (satılan kurumlarda dahil, sümerbank, deniznank, etibank, v.s.)

Allah yolundakiler ; akademisyenler, askerler, araştırmacılar vs. ve dernek ve kurumları

yolda kalmışlar ; ulaşmak istediği hedefe bağlı yardımcı kurumlar

hepsine ek olarak daha ; kızılay, akut, hastaneler, ve diğer sosyal destek kurumları... liste uzun

Bunlara ek olarak Allahın tavsiye ettiği gibi kim gönlünden daha fazlasını yapmak isterse ona da yaptığının karşılığında daha büyük güzellikler vardır...

****


Verilenler gösteriş yapmak için verilmemeli ve verildikten sonra da verilene onur kırıcı davranışlarda bulunulmamalıdır. Aksi taktirde geçersiz olur.

Verilenler gizli ve açık şekilde verilebilir; fakat gizli olanlar daha hayırlıdır.

Bollukta da darlıkta da verilmesi övülür. İçlerinden gelmeyerek verenler ve bunu bir ceza gibi algılayanlar yerilir.

Güçsüzler, hastalar, verecek bir şey bulamayanlar Allah ve resulüne içten bağlı olup hayra çağırmalıdırlar (öğüt vermelidirler).

denmiş... vergi şeklinde bahsettiğim gibi yardımın bir gösterişi olur mu? bu şekilde yapılan desteğin gösterişi nasıl olur???

işte Allahın emrettiği budur, vergi malın çok olsada az olsada kazancına göre verdiğin şeydir.
Kazancına göre vermekte budur bu anlama gelir. varlıkta ve yoklukta verirler. gösterişsiz devlet kanalıyla yardım yapılır ve küçük birikimler ihtiyaç sahiplerinin işini gayet iyi görür...
Ayrıca vermeyenler cezaya hatta halkın nezdinde dışlanmaya tabidir... Bakın o alıntıda yazılanların hepsi nasıl oturdu şimdi...


****



ŞİMDİ bırakın zekat vermeyi, zekat kaçıran hatta onu da geçtim, devleti dolandıran, kurumları batıran ve yahudilere (liderliği yasaklanmış olanlara) satanları MAHŞERDE kim kurtaracak??? zaten inandıkları yok inanıyorum demeleri de gösterişten öte değik ama heleki devlet malını saçıp savuran hatta çalanın midesine doldurduğu ne? Kor Ateşten başkası değil,, ne olurdu anlasaydı keşke... kendisi bilir, yediği hakların karşılığında ahirette ona yemek için kan ve irinden başka kaynar su ve yanında bile geçmek istemeyeceği bir ağacın çirkin meyveleri var... ve peşlerinden gelenlerinde veballerini çekecekler...

ne olurdu anlasalardı...

galipyetkin
9. October 2011, 11:54 AM
Sadaka.

Nedense gerek meallerde gerek öğretide bu konuya pek değinilmiyor ve mealler yalnışlıklar taşıyor. Bu yazı, konuya uluhiyet yönünden değil, sosyo-ekonomik yönden bir bakış getiriyor.

Bilindiği gibi İbrahim Peygamber sosyo-ekonomik düzenini kendisinden de evvel var olan düzenin temelleri üzerinde yükseltmiş, yani bir değişikliğe uğratmamış, ve bu düzen ''Beyt'' ismini almıştır. Bu sistem dışarıdan nemalanmayan (bekkede/çorak arazide kurulmuş, yani çevresi bereketli olmayan, yani ticaret(alım-satım) ağırlıklı olmayıp üretime dayanan) içe kapanık, kapalı bir ekonomik ve sosyal bir yaşam) içeriden bereketlenen, idman yapar gibi sırf kendi emek ve yetenekleriyle ve kendi kendilerini geliştirerek yürüyen, üretim ve dağıtıma dayanan bir düzendir. Bu günkü ifadeyle birbirlerine çare olan, koyu bir devletçilik uygulayan ortak bir yaşam, kollektivizmdir. Bu düzen "havra" ve "manastır" olarak devam ettirilmiş ve daha sonra bu yaşam düzenine "mescid"(mescidi'l haram) denmiş; Muhammed Peygamber zamanında da "Beyt" işte bu ortak yaşam yani "mescidi'l-haram"dır.

Gerek zamanla ortaya çıkan yenilikler, nüfusun artması, değişen ihtiyaçlar, gerek bu passif yaşam sebebi ile müşrik ve kafirlerin çoğalması, dolayısı ile bunların karşısında etkisiz kalma, aktif bir düzen gerektirdiğinden, İsa Peygamber'in bu yaşamda bazı değişiklikler yapmasını gerektirmiş ve Beyt yaşamı dışında ihramdan (harim-harem-ortaklıktan ve karşılıklı yardımlaşmaktan) çıkma (veya ihramı çıkarma), yani Beyt toprakları dışında fakat Beyt şartlarında "(Bakara-219/2) Mu'minun:4-5 ve Nahl-71" ayetleri ilkeleri içerisinde yeni bir ekonomik ve sosyal yaşam başlatmıştır (çevresini bereketlendirmiştir).

Biliyoruz ki kendi nam ve hesabına iş tutulan bu yeni ekonomik yaşamdaki yükümlülük, zekat vermeye ve kazançları "kat kat riba" ve sair hırsızlık ve hırsızlık türlerine girmemek koşuluyla ve infâkını üzerine aldığı kişi ve kişileri kendi yiyip içtiği, giyinip barındığı, tahsil ve tedavi ettirdiği, ...., gibi ihtimam göstermesine, bunları gece/gündüz, sabah/akşam ve bir hayat boyu devam ettirmesine dayanır. Veya ihtiyacı aşan miktarı, kuruldukları andan itibaren aynı görevi gören beyt'e, yani mescide/havraya/manastıra/Devlete vergi olarak vermelidir.

İnfak, götürülüp alacaklısının eline verilecek borçlardandır. Fakat maalesef, zamanla nafaka alacaklıları bu haklarını borçlunun kapısına gidip dilenerek almak zorunda bırakılmışlardır. Alacaklısına elden yapılan bu nafaka ödeme şekline ''açık '', fakat her alacaklıya teker teker gitmek, nafaka miktarını hesap etmek ve bunu her gün veya gece yerine getirerek tekrar işe gitmek ''zor'' bir görevdir. Bu yükümlülük yerine borçlu borçlu olduğu miktarı Beyt/havra/manastır/Devlet'e vergi olarak verir ve bu defa sorumluluk bu kurumların yetkililerine geçer ve bu da infak sorumlusu için ''kolaylık'' ve verenin kimliği belli olmadığından ''kapalı'' zekâttır.

İhramı çıkartmayan yani Beyt (mescid-havra-manastır)/devlet çatısı altında (mesela memurlar) çalışma hayatına devem edenler ise ürettikleri veya yaptıkları hizmet karşılığında '' maişet'' alırlar. Bu gün devlete çalışanlara, yani İbrahim Makamından bir salat yeri edinmiş olanlara ödenen ise ''maaş''tır.(Barem uygulaması adil midir? Değil midir? konumuz dışı). Çalışma karşılığı alınan maişetten artıp da, devlete kalan ''artık değer'' de bir bağıştır, isterseniz peşin kesilmiş vergidir diyelim. İşte kurumlara kalan bu artı değer SADAKAdır.

(Bağış, gönülden terk anlamında olan sadakanın toplumca bilinen türleri de Sayın dost tarafından şurada: http://hanifler.com/showthread.php?t=3135 de anlatılmıştır.)

Sadakaların aynı enfal-41'de de belirtildiği gibi nerelere harcanacağı bildirildiğinden, bu Peygamber'e bir bütçe ve bütçede ayrı bir kalem/fasıl konusu yap emridir.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin
22. October 2011, 03:06 PM
Sadaka-2

HER SEBİL İYİ BİR SADAKA'DIR.

ÇÜNKÜ SEBİL, YOL, KÖPRÜ, SULAMA KANALI GİBİ HERKESİN İSTİFADESİNE AÇIKTIR. ZATEN KAVRAM KAMUCULUĞU ANLATIR. ALLAH BUNA "YOLUM" DEMİŞ VE KURANDA "TARİK"İ DEĞİL, "SEBİL"İ KULLANMIŞTIR.

3704. [6.184, Hadîs No: 8873]

Ebu'd-Derda'dan rivayetle:

“Kim bir ağaç diker de ondan bir insan veya yaratıklarından her hangi bir yaratık yerse bu mutlaka onun için sadaka olur.”(Suyuti- Camius sagir)

Hal böyle olunca demek ki, güçlü sermayeler biriktirerek işlerin özel teşebbüs tarafından yapılması hak din açısından imkânsızdır. Küçük ölçekli ve birisi mal sahibi olmak üzere, bir de yardımcının eşliği ile yapılabilecek küçük işler mümkündür. Bu halde de bu yardımcıyla usta, kârı nısfet’e göre paylaşırlar. Yani yaratılan değerin yarısı çalışan iş yeri sahibinin, diğer yarısı da ona yardımcı olan çırak veya kalfa nitelikli işçindir. Çünkü servet ve sermaye biriktirmek yasaktır. Elde edilen karı sermayeye eklemek de yasaktır. Topluma geri iade edilmesi gerekmektedir. Oysa Liberal-Kapitalizm karı topluma iade etmemek(infakı durdurmak), bunu sermayeye ekleyerek yeniden üretime sokmak ilkesi üzerine yürür. Bu ise artanı(zekâtı) vermemek ve kat kat riba yemektir. Mu'minunSuresi4-5. ayetlere karşı gelmek, iffetli davranmamaktır. Bu ise Allah ve resulüne savaş açmaktır(Bakara 279). Demek ki geçimlik dışındaki büyük işler kamu eliyle yapılması gerekmektedir. Çünkü geriye bu seçenek kalmıştır. (Nisa-3 ayetinin tarafımızdan yapılan açıklamasıyla biz bu kısıtlanmış ekonomiye karşıyız.G.Y.)

BEN LİBERALİST SİSTEMDE YAŞARIM VEYA BATI SOSYO EKONOMİ POLİTİĞİNE DAHİL OLUR, YİNE DE MÜMİN KALIRIM DİYENLERE İŞTE DOĞRU CEVAP.

3828. [6: 354, Hadîs No: 9592]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

“Suda yürüyüp de ayakları ıslanmayan var mı? Dünyaperest de böyledir; günahlardan uzak kalamaz.”(Suyuti-Camius sagir)


Hak din literatüründe “Birr” sahibi olmak takvanın ta kendisidir. Zulmetmeyen ve zulme de uğramamak için önlem alan adamdır. Bütün insanlık için esaret zincirlerini Kıran kimsedir. Buna İşeya peygamber “Oruç ehli” der. Yeryüzünde Allah için ve ona layıkıyla kulluk etmek için dolaşan kimse anlamına da geldiği için gezici dervişler ve “Mesih” sıfatıyla isimlenmede bu niteliktekileredir. Bunlar her türlü imtiyazlılık ve farklılığın bir zulüm olduğunu iyi bildikleri için, köleci sistemden nefret ederler. Mülk’ün üç şehvetinden de kaçınırlar. Zahid olarak ta anılabilirler. Bakara suresi 177. ayette nitelikleri sayılmıştır. Bunlar hakkıyla oruç kavramının etimolojik temeline sadık kalanlardır. Takva ve Vera sahidirler. Zühd ehlidirler. Ne zenginleşip başkasına cahillerin fark edemediği gölgede bırakarak zulüm yaparlar, ne de başkalarının kendilerine gölge yapmasına müsaade ederler. Bunu ise Anti Liberalist hayat anlayışlarıyla sistemleşerek gerçekleştirirler. Malâk-ı Sıdk, bu oruç ehlinin yerleşik düzende medeni toplumu kurup, sınıfsız bir erdemliler toplumu oluşturanlarına örnektir. Şimdi bu haşyet ehlinin yüksek ahlaki niteliğine ilişkin bir rivayet verelim. Bunlar, Bakara suresi 286. ayette Rablerinin tavsiyesine uyarak, Allah rızkına vasıtasız ulaşmayı, hami-mahmi sisteminin hiçbir zaman tutulmayan terkide adalet vaatlerine kulak asmayanlardır. İşte rekabetin zulüm haline geldiği Neo Liberalist dünyada kim kimin yükünü çekmeye, imkânı olmayanları her gün kendisiyle eşit miktarda infak etmeyi hakkıyla yerine getirip verdiği sözü yerine getirebilir? Önce buna ilişkin hak din ilkesini verelim.


ÖNEMLİ BİR SOSYO EKONOMİ POLİTİKTİR. İŞ-AŞ VERİYORUZ DEYİP HAMİ-MAHMİ SİSTEMİNİ ÖVENLERE BİR DERSTİR.

2248. Ebû Muâviye, İbrahim b. Edhem'in şöyle dediğini nak*leder: "Allah ile arana başka nimet veren sokma. Aksi takdirde borcun çoğalır."(Kitap-ül Zühd, Ahmed Hambel)

Bu borç minnet borcudur. Zaten fitne kavramının bir anlamı da minnettir. Fitne ortadan kalkmadan din Allah’ın olmayacağını Kuran bize bildirmiştir. Demek ki, ilk yapılacak iş, rızkıyla insanın arasına kimsenin giremediği bir sistemin kurulmasıdır hak olan.


HAK DİNİN TASVİP ETTİĞİ SOSYO EKONOMİ POLİTİK BİRİLERİNİ FAKİRLEŞTİREREK KENDİNE MAHKÛM ETMEK DEĞİL, SOSYAL DEVLETİ KURARAK GEÇİM KAYNAĞI EDİNDİRMEKTİR.

1806. Ebû'l-Ahves, Abdullah'tan naklen Hz. Peygamberin (sav) şöyle dediğini bildirir; "Bilir misiniz hangi sadaka daha efdaldır?" "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediklerinde: 'Kardeşine para getiren bir kazanç, binek veya koyun yahut SÜT İNEĞİ VERMEK “ diye karşılık verir.(Kitap-ül Zühd, Ahmed Hambel)

EYLEMİ SÖZÜNE UYGUN VE DOĞRU OLMAK, YOLLARIN EN EMİNİNİ SEÇMEK.

1782. Recâ b. Ebî Seleme der ki: "Yunus b. Ubeyd'in Hasan Basrî ve İbn Sîrîn'i şöyle tavsif ettiğini işittim: 'Ben Hasan Basrî gibi sözü, davranışıyla uyuşan bir adam görmedim. İbn Şîrîn ise dini konusunda kendisine iki yol gösterilince en güvenilir ve şüp*heden uzak olanı seçerdi.'"(Kitap-ül Zühd. Ahmed Hambel)

Daha sonra sırası geldikçe değineceğimiz gibi, Deccal şüpheli alanlara aldırış ekmeyen sistemlerin ismidir. Takva dinini terk edip, fetva dinine geçenler bu taifeyi ve onların sistemini mümin zannederek peşlerine düşerler. Oysa Deccal ve onun yoluna davet edenler münafıklardır. Züht, Verâ ve takvadan, onun pozitif şekli olan mülkün iştirak halinde kullanılmasından iğrenen güruhun uluslar arası sermayenin savunucularıdır bunlar. Zalime destek olduklarından, milletlerini ona mahkûm ettiklerinden cehennemin en dibindedirler. Çünkü münafık parayla imanı birlikte götürmek ister. Bunun için liberalizmi sosyal devlete tercih eder.
Adalet ve Rahmet Sitesi'nden.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

hiiic
23. October 2011, 11:47 AM
http://a6.sphotos.ak.fbcdn.net/hphotos-ak-snc7/304061_144530992306096_100002475892038_246907_1881 76968_n.jpg

galipyetkin
25. October 2011, 09:29 AM
Fatiha suresinde geçen ''sırat'' kavramı iki zıt anlama gelir. Birisi geniş cadde, diğeri ise gittikçe daralan ve patikaya dönüşen yol.

Gazap yolu dar ve patika yoldur; hırs, tamah, kin, öfke, haset gerektiren rekabetçi sistemlerin yoludur. Bu yolda işler ayrı ayar ve insanlar rekâbete, giderek savaşıp birbirlerini alt edip bir üsteki yeri kapmaya mecbur bırakılmıştır. Çünkü patika yol iki kişinin beraber/yanyana yürümesine müsait değildir. Biri uçuruma düşmeye mahkumdur. Bir üstteki yeri kapmazsa peşinden gelenlerin ayakları altında ezilir, yok olur gider, ya da maymun veya domuz olur. O nedenle önündekini uçuruma atmalı veya diğeri peşinden geleni tökezletip, ayağını kaydırıp uçuruma yuvarlamalıdır. O nedenle ''durmak yok'', çalmaya çırpmaya devam!
Serbest yer ve serbest piyasa olan bu yolda sıla-i rahim terk edilmiş, işler bazı kişilere bırakılmış(imtiyaz), rekabet, yarış, savaş ve göz yaşı bu yolun karekteri ve özelliğidir. Haliyle haset, kin ve düşmanlık serbest bırakılmalıdır ki rakipler alt edilerek ayakta kalınabilsin; düşen ezilir. Bu nedenle ''vahşi'' sıfatı verilmiştir: "Vahşi Kapitalizm".
Çaldığı için, ezdiği için vahşidir.
Tarikatler gibi hiyerarşik bir düzendir.

Mümin müstakim olan geniş caddeye ulaştırılmayı ister. Aynı amaca, aynı yol ve yönde işleri birleştirerek yürür. İleri geçeni, geri kalanı yanına çektiği için geri kalanı ileri çıkanı olmadığından kol kola, aynı bir tarağın dişleri gibi aynı hizada bir yürüyüştedir; temkinli ve emin. Saf tutmuştur; camideki saf bunu sembolize eder. Siyasi, sosyal(şûra ve Bakara- 104) ve ekonomik(Mu'minun:4-5 ve Nahl-71) yönde, hep bir sıra ve hizada, aynı yönde (kıble) gitmeye müsait yol. Amaçlar bir ve iştirak halinde, kol koladır. Ferdiyatçılık ve egoizm yok edilmiştir. Toplumculuk severek ve istenerek benimsenmiştir ki bunun yani islamın grafik ifadesi-göstergesi dümdüz bir çizgi olmalıdır.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

hiiic
25. October 2011, 01:44 PM
Bu dünyayı kapitalist olarak, güçlünün güçsüzü ezeceği, büyük balığın küçüğünü yutacağı şekilde ve acımasız rekabet şartlarında yaratan Allahın ta kendisidir.

Bu dünyaya bütün bu sıkıntı ver zorlukları o verdi. bizleri bu zorluk ve rekabetin, kaynak çatışmasının içerisinde o yarattı. Kimilerini güçlü kimilerini güçsüz, kimilerini sağlıklı kimilerini çirkin ve sakat yarattı...

feryat eden yavru hayvanlara saldıran aç yırtıcıları, ne olduğunu bile anlamadan avlanan kuşlar ve balıkları, bir başka canlıya potansiyel olmayı canıyla ödeyen diğer bütün canlıları ve tüm sistemi yaratan Allah...

İnsanlar arasında fark var, eşitlik yok... hiç bir zaman da olmayacak. Elbette ahirette dereceler bakımından daha büyük farklar ve eşitsizlikler var.
Tek sorun, olması gerekenin olması gerektiği yerde olmaması, tepede olması gerekenin aşağıda, sistemden uzaklaştırılması (elleri sistemen kesilmesi) gerekenin tepede olması. İş ehlin verilmeyince de işte bugünün dünyası ortaya çıkıyor...


Ama dediğim gibi iş ehline verilmezse, ayaklar, işçiler, köleler yada diğer hangi ismi verirseniz onlar eziyet çekiyor... enver paşanın sarıkamış'ta dondurduğu 100 bin'e yakın askeri hatırlayalım... böyle ehil olmayan birisi alt tabakaya zulmetti. Bir de Mustafa Kemalin komutasındaki erlere, yokluklar içerisinde vatanın bağrından çıkardığı düzenli ve sistemli orduya teşkilatlanmaya bakın, hem düşmanı alt etmenin sevincini tattılar hem bağımsızlığın, hemde aralarından nice Şehitler ölümsüzlüğe kavuştu.

Birileri üstte birileri altta olmak zorunda...yaratılış böyle.... Bu hayatın şartları tüm atomlarına kadar bunu destekliyor. Dua edelim de Allah bize uğruna çalışmaktan keyif alacağımız önderler liderler ulul elbablar göndersin. aramızda adeletle hükmedecek, bilimsel bilgi ve hayatın gerçekleriyle karar karar verecek ve Allahın vicdanları temizleyen ayetlerini görmezden gelmeyecek (kafirlik edip bu kuralları çiğnemeyecek) önderler göndersin.

Ancak ilk iş şurdan başlar; Din adamı ve siyasetçilerin susturulması... İnsanları laflarıyla değil, yaptıkları icraatlar ve davranış biçimleriyle (vechinden, alınlarındaki secde izlerinden) değerlendirmemiz gerekli. yoksa bazı laf cambazları, peygambere sizi düşman eder, onu kafi ilan ettirip, dindekinden kurandakinden çok farklı bir peygambere, OZ büyücüsünün peşine sizi takar, hayatın gerçeklerini inkar ettirdiği gibi, Kuranın çok ötesindeki saçmalıklara sürükler de sürükler..
Ve kötü tarafı, kendimizi bir hakikat üzerinde ZANNEDERİZ...

öteden beri gelen sünnet (doğa kanunu) budur...

ates demir
25. October 2011, 02:47 PM
Öncelikle ademoğulları arasında bir eşitsizlik var evet kabul ama bir zamanlar insanlar tek bir ümmetti. Ne zamanki hakikatı şaşırdılar, Allah yol göstericilerini, haberci ve müjdeleyicilerini yolladı. Hakkı batıldan ayırmak için. O halde doğruyu ve yanlışı net bir biçimde ayırmak gerekir. Ayırma işlemi tamalandıktan sonrası ise sorumluluk gerektirir. Yani furkan-ı kemale erişmek sorumluluk ister. Yani Kibriti ahmer olmak gerekir. Bu bilginin salatıdır. Kibriti ahmer, kibri ahmer değildir :)

Allah insanları eşit yaratmamıştır doğrudur bu sadece fazlalığı olanı sınamak içindir. Fazlalıklı olmakta sorumluluk gerektirir. Fazlalıklarda elbette miskinin payı vardır. Allah eşit yaratmasa da varlığı eşit bölmese de bölünmesini önerir. Allah ın katına yaklaşmak isteyenler ancak böyle yaklaşabilirler. Allah borcuna sadıktır. Kim Allaha borç vermek istemezki?

Tüm yollar, tüm şartlar herkes için eşit olmalıdır. Ancak bundan sonra akletme veya çaba ile ulaşılanlar arasında adaletten bahsedilebilir. Soruları çalınan bir sınav nasıl hükümsüzse, eşit olmayan yollarda dolaşanlarda o derece hükümsüzdür.
Sevgiyle

kuman
11. May 2013, 05:48 PM
Hud 114 ve sonrasına hiç bu şekilde bakmamıştım güzel bir bakış açısı

ates demir
11. May 2013, 09:57 PM
"Soruları çalınan bir sınav nasıl hükümsüzse, eşit olmayan yollarda dolaşanlarda o derece hükümsüzdür"
Adalet, Allah ın adaleti...
İster okuma yazma bil ister bilme, ister Afrikada yaşa istersen Antarktikada. İster kızılderili ol ister moğol, ister erkek ister dişi.
Adalet, Allah ın adaleti...