PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : kandiller üzerine


akılkitap
26. September 2009, 11:22 PM
KANDİLLER ÜZERİNE
Kutsal günler, geceler, saatler, sayılar, kişiler, yerler, eşyalar gerçekte ilahi mesaj kaynaklı değildir. Zorlama yorumlarla bunlara kapı aralanır. Allah'tan ve O'nun sözünden başka hiç kimse ve hiçbir şey kutsal değildir. Zaten günlerini doğru değerlendirenlerin geceleri, gecelerini doğru değerlendirenlerin de gündüzleri için hayır beklentileri boşa çıkmaz. Özel kutsallar İslam kaynaklı değildir.

Popüler kültürü ve popüler dini anlayışları ancak bilimsel kitap araştırmasından yoksun mitoloji düşkünü insanlara anlatılabilir ve onları bir süre uyutulabilir. Ancak araştırmaya dayalı, Kur'an'ı ve rasyonel düşünmeyi esas alan kimseye bunları anlatması zordur.

Kandiller yetmedi, bir de 10 yıl önce Kutlu Doğum Haftası çıkardılar. Halkı kitaptan koparacak daha yeni günler icat edeceklerdir.

Unutmayın Allah'a ait din, Allah'ı ve O'nun bildirdiği değerleri öne çıkarır. Peygamberler de bu değerlere en fazla sahip çıktıkları değerlidirler. Ancak kişileri, isterse peygamber olsunlar, evliyaları, pirleri, şeyhleri öne çıkaranlar değer merkezli, ahlak merkezli değil kişi merkezli bir yaşamı esas alıp krallar yaratmak ve bu arada kendi güçlerine güç katmak istemektedirler. İstemektedirler ki peygamberleri ilah konumuna getirsinler ve böylece onlar örnek alınamasın ve böylece kendi efendilerine peygamber gibi davranmanın yolu açılsın.

Yoğun hurafe bombardımanın yaşandığı ve efendilerini putlaştırdıkları bir dönemde ve ortamda Peygamberler mücadelelerini Allah'ın sınırlarını zorlayanlara karşı vermişlerdir. Allah'tan rol çalmak isteyenlere karşı vermişlerdir. Önce haramların terki, sonra farzlara güç ölçüsünce uymak gibi.
Şimdi bütün mesele Peygamberin farz oruç dışında bazen (ama düzenli değil) tuttuğu diye rivayet edilen(YÜZDE YÜZ DEĞİL, ZANNA DAYALI BİR BİLGİ) nafile oruçlar için midir bunca mücadele?

Her türlü sahteliğin, yalanın, ikiyüzlülüğün, din istismarının, şirkin yoğun yaşandığı bir durumda sizler nafile ibadet yapmak istiyorsanız biliniz ki nafile (ekstra) ibadetler gizli yapılır. Uluorta her yerde kişinin kendisinin yaptığı nafilelerden söz edilmez, hele bunun yapılması gerektiği gibi yeni farzlar türetilmez. Çünkü farzları belirlemek, Allah'ın yetkisindedir.

Rivayet kültüründe de nafilelerin Peygamber tarafından gizlice yapıldığı, düzenli yapılmadığı, kimseden istenmediği aktarılır. Peygamberi sevmenin ve hele ona itaat etmenin nafilelerle kesinlikle hiçbir ilgisi yoktur. Namazlar ve oruçlar peygamberler için tutulmaz, yalnızca Allah için tutulur.

Nafile ibadetlerin propagandasını yapmak, hem İslam'ın önceliklerini değiştirerek onun temellerini oymaktır hem de riyakarlıktır. Bir işyerinde tuttuğu nafile oruçları açığa vurarak kendisini bununla tanıtmak isteyen ve bu yolla nafile propagandasını yapan ve bununla kendisini tam, diğerlerini eksik Müslüman gören bir kafa riyakar bir kafadır.

Yahudi din adamları Hz. İsa'yı nafile oruç tutmamakla kınayınca, "Ne günah işledim ki oruç tutayım" cevabını vermiştir. Vücudundaki yoğun potansiyel enerjiyi kontrol edemeyen ve bunun sonucu kontrolsüz davranan biri ekstradan oruç tutabilir, ama kimseyi buna zorlayamaz. Farz oruç dışında Kur'an'da, kişi bazı günahları (hacdaki bazı görevleri eksik yapma veya eşini küçük düşürme gibi bazı durumlarda) işleyince farz oruç dışında da oruç tutması istenmiştir.


Bu noktada bazıları sünneti öne getirmektedirler. Oysa sünnetin savunucuları bir şeyi göz ardı ediyorlar. Kur'an'da "ilahi adalet" anlamında Allah'ın sünnetinden söz edilir. Peygambere özgü bir sünnetten söz edilecekse bilinmelidir ki Peygamberi sünnet vahyin takip ettiği değişmez çizgidir. Tüm peygamberler aynı çizgiyi izlemişlerdir. Peygamberler yapay kutsallara karşı mücadeleye hayatlarını adamışlardır. Hz. Muhammed hayatında bir kez bile kandil diye bir şeyi kutlamadığını yine aynı kaynaklar yazmaktadırlar. Diyanet, İslam Ansiklopedisi, Kandil maddesine göz atarsanız bu geleneğin Peygamberin vefatından 700 yıl sonra ortaya çıktığı referanslarıyla ortaya konmaktadır.

Peygambere itaat edilmesi konusundaki ayetleri getirenler de Kur’an’ı doğru bir okuyuşla okumak yerine popüler kültürle hareket etmektedirler. Oysa bilinmelidir ki inanç konularında itaat edilmesi değil iman edilmesi istenir. Nitekim başkana, komutana itaat edilir. Ancak sosyal alanda uygulama gerektiren konularda itaattan söz edilmiştir. 4Nisa, 80-“Elçiye itaat edin…” 4Nisa, 81-“Senin söylediğinden (dediğinden) başkasını kuruyorlar…”

Peki, elçi ne dedi? Kur'an'da, "De ki:" diye başlayanların tamamını, açıklaya açıklaya, örnekler vererek, ta ki muhataplarını anlayıncaya kadar söyledi. İtaat konusu kandil gecelerinin mübarekliği veya mehdi, mesih ya da hızır konusu, büyü konusuyla asla ilgili değildir. İtaat, inananlardan sosyal yaşamdaki işlerle ilgili uygulamalarda istenen bir eylemdir.

Evet, Kandillere kanıt bulamayanlar SÜNNETİ tartışmaya açtılar.
Kendileri sünnetli olduğu halde yürekleri sünnetsiz olanlar, dinin mitolojiye dönüştürülmesinden rahatsızlık duymuyorlar.
Konu sünnet değildir. İtaat da inanç ve ibadet konusunda değil sosyal alandaki işlerle ilgilidir. Örnek;

Allah'ın Elçisi yöneticidir; yol, çeşme, okul, hastane yapılacaktır, emreder ve Müslümanlar da ona itaat ederler.

Allah'ın Elçisi komutandır; savaşa gidilecekse emreder, Müslümanlar da ona itaat ederler.

Allah'ın Elçisi uzmandır; eğer şeker ve kolesterolden anlıyorsa, tatlı ve hamurlu yiyecekleri yasaklar, Müslümanlar da ona itaat ederler.

Allah'ın Elçisi yargıçtır; onun yargıçlığını kabul edenlerin dünya işleriyle ilgili uyuşmazlıklarında Kur'an ve aklı ışığında yargılama yapar, bu yargılamayı kabul edenler itaat ederler. Çünkü yargılama yapılanlar arasında Yahudiler de olmuştur.

Allah'ın Elçisi toplumsal liderdir; mü'minlerin dostudur, onun dostu da mü'minlerdir. İyi, doğru, güzel, ahlaki ve rasyonel olanı öğütler, mü'minler de ona itaat eder. Bu itaat konusunda hayır ve hasenat, sosyal yardım, dürüstlük ve adalet gibi ahlaki konular egemendir.

Allah'ın Elçisi dini anlama konusunda uzmandır; Müslümanlar bazı konularda anlaşmazlığa düştüler ve sorunlarını kendi başlarına çözemedilerse o, devreye girer, vahiy ışığında konuyu çözer, Müslümanlar da ona itaat ederler.

Allah'ın elçisi bir insandır; gaybı bilmez, doğaüstü bir gücü yoktur, kutsal (ilah) değildir. Din (haram) ve yeni kutsallar ortaya koyamaz, inanç konularını belirleyemez. Çünkü o sadece bir insan elçidir. (17İsra, 93,94,95) O, Allah'a ait özelliklere de sahip değildir. Günlerin, gecelerin, eşyaların, yerlerin, sayıların, insanların kutsallığını ilan etmek onun görevi, işi ve yetkisi dahilinde değildir. Çünkü elçi, kendisini görevlendirene tabidir. Kendisine görevlendirenle eşdeğer olmadığı gibi ona yakın özelliklere de sahip değildir. Görevlendiren sorumluluğun yerine getirilmediğini görürse elçiyi görevden alma ve yerine başkasını atama yetkisine sahiptir. Böyleyken elçinin görevlendirenle yetki paylaşımına girme iddiası, eğer peygamberler böyle yapmadılarsa ki yapmadılar, hem onları İslamdışı ilan etmedir hem de onlara iftiradır.
Kutsal (insanüstü, doğaüstü güce sahip, erişilmez, ulaşılmaz, gaybı bilme, sorgulanamaz, eşsiz-benzersiz, yanılmaz-unutmaz gibi üstün niteliklere sahip) olan yalnızca Allah’tır. Vahyin taşıyıcısı da taşıdığı sürece geçici olarak kutsallık kazandırılmıştır. Ama asla kutsal değildir. Mutlak kutsal (el-kuddûs) olan yalnızca Allah’tır. (59Haşr, 23)


DİYANET, İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, KANDİL MADDESİ
“Osmanlı padişahı II. Selim döneminde (1566-1574} camiler aydınlatılıp minareler¬de kandiller yakılarak kutlandığı için bu gecelere kandil geceleri denilmiştir. Bun¬lar Mevlid, Regaib, Mi’rac, Berat ve Kadir geceleridirm.
Bu gecelerin kutlanma tarihleri kamerî takvime göre şu şekilde belirlenmiştir: Mevlid kandili rebîülevvel ayının on ikinci, Regaib receb ayının ilk cuma, Mi’rac aynı ayın yirmi ye¬dinci, Berat şaban ayının on beşinci. Ka¬dir ise ramazan ayının yirmi yedinci ge¬cesi.
Mevlid kandili Hz. Peygamber’in doğu¬mu münasebetiyle kutlanır. Mevlid kut¬lamalarını ilk ihdas eden zatın Erbil Ata¬beği Muzafferüddin Kökböri (ö. 629/1232) olduğu kabul edilir. Bu kutlama için top¬lananlara mevlid kıssaları okumayı ilk başlatan kişinin ise Mısır Çerkez hüküm¬darlarından biri veya Mısır Fâtımîleri ol¬duğu söylenir (Ca’fer Murtazâ ei-Âmilî, s. 20). Makrîzî’nin Fatımî bayramlarıyla il¬gili yazdıkları bu konuda onların önceliği¬ni teyit eder mahiyettedir (el-Hıtât, 1,490). Osmanlı döneminde mevlid kandillerinde çeşitli kutlama faaliyetleri icra edilirdi. İbnü’l-Hâc gibi bazı fakihler, mevlid mü-nasebetiyle yapılan eğlencelere ve israf olduğu gerekçesiyle çok sayıda kandil ya¬kılmasına karşı çıkmıştır.
Bir kısmı zayıf veya uydurma(mevzu) olmakla be¬raber receb ayının faziletine dair nakledi¬len rivayetlerden Resûl-i Ekrem’in bu aya ayrı bir değer verdiği anlaşılmaktadır. Za¬manla Müslümanlar üç ayların ilk cuma gecesine rağbet gösterip ihya etmeye başlamışlardır. Bu gecenin Regaib diye adlandırılmasında Hz. Peygamber’e iza¬fe edilen, fakat hadis âlimlerince uydurma(mevzu) olarak değerlendirilen rivayetin de (Süyû¬tî, el-Le3âli’l-maşnû.ca, 11, 56) etkisi olmuş¬tur. Regaib namazıyla ilgili rivayeti 412 (1021) veya 414(1023) yılında vefat eden AH b. Abdullah b. Cehdam’ın ihdas ettiği söylenir (Zehebî,V, 172; İbn Kesîr,XII, 18; bk REGAİB GECESİ).
III. (IX.) yüzyılda ya¬şayan Fâkihî Mekke’de Berat gecesinin kutlanmasıyla ilgili bilgi vermektedir. Bu¬na göre Mekke halkı Mescid-i Harâm’da namaz kılmak, Kabe’yi tavaf etmek ve Kur’an okumak suretiyle geceyi ihya eder¬di {Ahbâru Mekke, III, 84). Fâkihî’den üç asır sonra Mekke’yi ziyaret eden İbn Cübeyr de benzer bilgiler verir [er-Rihle, s. 119-120). V. (XI.) yüzyılın ortalarından iti¬baren Şam’daki Emeviyye Camii’nde Berat gecesinde kandiller yakılmış, bunu bid’at olarak değerlendiren birtakım fet¬valara rağmen bu âdet bir süre devam et¬miştir (İbn Kesîr, XIV, 247). İbn Kesîr, Be¬rat gecesinde halka tatlı dağıtma gele¬neğini ilk başlatan kişinin Selçuklu Veziri Fahrülmülk olduğunu kaydeder [a.g.e., XII, 7).
Müslüman toplumlar tarafından farklı şekillerde algılanan beş kandil gecesinden Regaib ile Berat’ın kutsallığı kesin olma¬dığı gibi bu gecelerde ifa edilecek ibadet¬ler hakkında kaynaklarda sahih bilgilere rastlanmamıştır (bk. BERAT GECESİ). Hz. Peygamber’in doğumu şüphe yok ki önemli bir olaydır. Mi’rac da hem naslarla hem de tarihî kayıtlarla sabittir. Ancak bu olaylarla bağlantılı olarak kay¬naklarda gerek Resûlullah gerekse as¬hap döneminde kutlama niteliğinde her¬hangi bir etkinliğe rastlanmamıştır… Du¬hân süresindeki âyetlerle birleştirildiği takdirde (44/2-6), Kadirin vahyin inmeye başladığı yılda ramazan ayına denk gel¬diği yolundaki bilgiden başka kesinlik arzeden bir sonuç çıkarmak ve belli bir za¬man belirlemek mümkün görünmemek-tedir.
Müslümanların cuma ve bayramlar dı¬şında bazı gün ve gecelerde dinî-tarihî olayları hatırlayarak heyecanlarını taze-lemeleri ve bu münasebetle bazı etkin¬liklerde bulunmaları tabiidir. Ancak doğ¬ruluğu sabit olmayan veya uydurulan ri-vayetlere dayanan bazı ibadet şekillerini ifa tasvip edilemez. Dinî hayat süreklilik ve kararlılık isteyen zihnî ve kalbî bir yat¬kınlıktır. Yılın birkaç gün veya gecesinde dinî hayatı yaşayıp belli davranışları tek¬rarlamak dindar olmanın dünyevî ve uhrevî sonuçlarını doğurmaz. Bu açıdan ba¬kıldığında kandiller münasebetiyle göste-rilen faaliyetler doğrudan İslâm’ın bir emir veya tavsiyesi değil çeşitli müslüman top¬lumların gelenekleri konumundadır.” (Diyanet, İslam Ansiklopedisi, Kandil maddesi)




DİYANET, İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, MEVLİD
“Sözlükte “doğum yeri ve zamanı” an¬lamına gelen mevlid kelimesi, Hz. Pey¬gamberle ilgili asıl kullanımı yanında za¬manla tasavvuf çevrelerinde Mısır başta olmak üzere Arap dünyasında velîlerin doğum yıl dönümlerini de kapsayacak şe¬kilde geniş bir anlam kazanmıştır.
Resûl-i Ekrem, İslâm tarihçilerinin ço¬ğuna göre Habeşistan’ın Yemen valisi Ebrehe’nin Kabe’yi yıkmak üzere Mekke’ye saldırdığı ve Fil Vak’ası denilen olayın meydana geldiği yıl doğmuştur. Bu hu¬susta görüş ayrılığının bulunmadığı riva¬yet edilir. Araplar’da “nesî” geleneğini göz önüne alanlara göre bu tarih milâdî 569, diğerlerine göre ise 570 veya 571 *dir. Yi¬ne genellikle kabul edildiğine göre Rebîülevvel ayının 12’sinde ve gündüz dünyaya gelmiştir. O yıl ilkbahar mevsimine rast¬layan bu ayın iki, sekiz, on veya on yedinci gününde doğduğuna dair rivayetlerle sa¬baha karşı dünyaya geldiğine dair riva¬yetler de vardır. Ayrıca doğum gününün milâdî takvime göre 20 Nisan’a denk geldiği söylendiği gibi bu¬nun doğru olmadığını ileri sürenler de bulunmaktadır (İbn Kesîr, I, 201; Şâmî, 1, 405).
Hz. Peygamber’in sağlığında onun do¬ğum yıl dönümü kutlanmadığı gibi Hulefâ-yi Râşidîn dönemiyle Emevî ve Abbasî devirlerinde de mevlidle ilgili bir uygula¬maya rastlanmamaktadır… Mısır’da Şiî Fatımî Devleti kuru¬lunca, soyundan geldiklerini söyledikleri Hz. Peygamber’in doğum yıl dönümü Muiz-Lidînillâh döneminden (972-975) itibaren resmen kutlanmaya başlanmış¬tır. Bunun yanında Hz. Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin ve o günkü halifenin mevlidleriyle (mevâfid-i sitte) receb, şaban ve ramazan aylarındaki kandiller, ramazan ve kurban bayramlarıyla diğer bazı kutlamalar bu dönemde zengin bir şölen geleneği oluş¬turmuştur.

Fâtımîler zamanındaki törenlerde ön¬ceden gerekli hazırlıklar yapılır, rebîülevvel ayının 12. gününde sabahtan başla¬mak üzere öğleye kadar 300 tepsi helva kâdılkudât ve dâidduât başta olmak üze¬re kurrâ, hatipler ve diğer görevlilere da¬ğıtılırdı… Hutbelerden sonra hali¬fe törendekileri tekrar selâmlayınca res¬mî kutlama tamamlanmış olurdu. Diğer beş mevlid de bu şekilde kutlanırdı. Bu kutlamaların üst düzey görevli¬lerin katıldığı bir devlet töreni çerçevesin¬de yapıldığı ve halkın geniş bir katılımının olmadığı anlaşılmaktadır (Shinar, s. 373). Özellikle Sünnî çoğunluğun kutlamalara iştirak etmediği bilinmektedir (ER, IX, 292). Fâtımîler zamanında Hz. Peygam¬ber’in ve Ehl-i beyt’in doğum yıl dönüm¬lerinin kutlanması dinî hassasiyet yanın¬da siyasî meşruiyet açısından da önem ta-şıyordu… Hz. Hasan ve Hüseyin’in mevlidleri dışındaki dört mevlidi yasak¬lamış, ancak Efdal’in ölümüyle vezirliğe gelen Me’mûn el-Batâihî, Âmir-Biahkâ-millâh devrinde 517 (1123) yılında bu tö¬renleri tekrar başlatmıştır.
Eyyûbîler zamanında birçok bayram ve tören kaldırıldığından mevlide de özen gösterilmediği ve halkın bunu evlerinde kutladığı anlaşılmaktadır. Ancak Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin kayınbiraderi Erbil Ata¬beği Begteginli Muzafferüddin Kökböri (1190-12 3 3) mevlidi büyük törenlerle ye¬niden kutlamaya başlamıştır… Ulemâ ve tasavvuf ehlinin ileri ge¬lenleri bu törenlerde hazır bulunur, Kök-böri kendilerine hil’atler giydirir ve hedi¬yeler verirdi. Sûfîler de öğle vaktinden fec¬re kadar zikir ve semâ meclisleri düzen¬lerdi. Hankahta 800-1000 kadar sûfî top¬lanır, Kökböri de aralarında yer alırdı. Her yıl mevlid törenleri için harcanan pa¬ranın 300.000 dinarı bulduğu kaydedil¬mektedir... Hz. Peygamber’in doğum günüyle ilgili farklı gö¬rüşler sebebiyle bir yıl rebîülevvelin seki¬zinde, bir yıl da on ikisinde kutlanan mevlidden iki gün önce çok sayıda kurbanlık hayvan meydana getirilerek kesilir ve ka¬zanlar kaynatılırdı…
Kökböri zamanındaki kutlamaların Fâtımîler’den farklı olarak hazırlıklarıyla bir¬likte uzun bir zaman dilimine yayıldığı, bir şenlik havası içinde halkın geniş katılı¬mıyla gerçekleştiği ve merasimlerde özel¬likle tarikat mensuplarının rolü dikkat çekmektedir. Ebû Şâme el-Makdisî, mev¬lid kutlamasını ilkönce Musullu sûfi Ömer b. Muhammed el-Mellâ’ın kendi zaviye¬sinde yaptığını, Kökböri’nin de bunu ör¬nek alarak mevlid törenlerini başlattığını belirtir ki (el-BâQiş, s. 96; Şâmî, I, 443) bu husus söz konusu törenlerde tasavvuf er¬babının rolünü de açıklar…
Memlükler döneminde Mısır’da mev¬lid kutlamaları bütün ihtişamıyla devam etmiştir… Önce Kur’an tilâvet edilir, ardından vaazlar verilir, tarikat mensupları tarafın¬dan zikir ve evrâdlar okunur, daha sonra yemek yenirdi. Bu sırada sultana tebrik¬ler sunulur, o da devlet ricaline, ulemâ ve tasavvuf ehline hil’at ve hediyeler verir, muhtaçlara da sadaka dağıtılırdı…

Memlükler’den itibaren başta Ahmed el-Bedevî ve İbrahim ed-Desûki gibi böl¬genin tanınmış velîleri olmak üzere diğer önde gelen şahsiyetlerin doğum yıl dö¬nümleri için de mevlid terimi kullanılma¬ya başlanmıştır (Geoffroy, s. 106). Çoğu¬nun ölüm tarihi bilinmediğinden bu mev¬lid törenlerinin önemli bir kısmı velîlerin ölüm yıl dönümünde yapılırdı. Velînin şah¬siyetine bağlı olarak törenler bir gece, bir gün, bir hafta veya sekiz gün devam ettiği gibi bir kısmı küçük bir semtte ya¬hut yerleşim merkezinde, bazıları da bü¬yük şehirlerde ve bölgesel çapta icra edi¬lirdi. Meselâ Ahmed el-Bedevî’nin Tanta*-daki mevlidi, tarikat mensuplarının uzak memleketlerden gelerek katıldıkları en kalabalık merasimlerden biriydi (Winter, s. 179-180). Evliya Çelebi, başta Ahmed el-Bedevî, İbrahim ed-Desûki, İbrahim Gülşenî ve İmam Şafiî’nin mevlidleri olmak üzere birçok mevlid hakkında bilgi ver¬mektedir...

Kuzey Afrika’da (Mağrib) önceleri mev¬lid kutlama âdeti yokken bunlar ilk defa kadı ve muhaddis Ebü’I-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Hüseyin es-Sebtî el-Azefî (ö. 633/1236) tarafından halkın hıristiyan bayramlarını kutlamasını önlemek ama¬cıyla icra edilmeye başlanmıştır…

Alevîler hanedanına mensup hükümdarlardan Mevlây Abdurrahman (1822-1859) ve Mevlây Hasan’ın da (1873-1894) göste¬rişli kutlamalar düzenledikleri kaydedilir (Shinar, s. 381-382). Fâtımîler’de olduğu gibi Fas’taki Sa’dîler ve Alevîler gibi şerif sülâlesinden gelen hükümdarlar için de mevlid kutlamaları aynı zamanda siyasî bir prestij unsuruydu. Mevlid kutlamala¬rı, Mâlikî fukahasının sert muhalefeti se¬bebiyle Tunus’ta Hafsîler sarayında Fastakinden yaklaşık bir asır sonra Sultan Ebû Fâris Abdülazîz el-Mütevekkil devrin¬de (1394-1434) yapılabilmiştir... Mevlid kutlaması 1910 yılından itibaren Osmanlı Devleti’nde resmî bay-ramlara dahil edildiyse de Cumhuriyet’in ilânından sonra kaldırılmıştır…

Günümüzde mevlid, Suudi Arabistan hariç Kuzey Afrika’dan Endonezya’ya ka¬dar İslâm ülkelerinde -bazılarında resmî, bazılarında gayri resmî olarak- yaygın biçimde kutlanmaktadır…

Mevlid kutlamaları sırasında Resûl-i Ek¬rem’in doğumunu anlatan, bu vesileyle methini de içeren ve genel olarak “mev¬lid”, Kuzey Af rika’da ise “mevlidiyye” ola¬rak anılan şiirlerin okunması gelenek ha¬lini almıştır. Bunların en meşhurları ara¬sında Arap dünyasında Kâ’b b. Züheyr’in Kaşîdetü’î-bürde’si, Bûsîrî’nin aynı ad¬la da anılan eî-Kevâkibü’d-dürriyye fî medhi hayri’l-beriyye ve eI~Kaşîde-tü’1-hemzıyy e’sı ile Şemseddin ibnü’l-Cezerî’nin Meviidü’rı-nebî, Ca’fer b. Ha¬san el-Berzencî’nin el-İkdü’l-cevhefı (Meolidü’n-nebî); Türk dünyasında Süley¬man Çelebi’nin Vesîletü’n-necât’ı anıla¬bilir…

Fıkhî Hükmü. Hz. Peygamber zamanın¬da ve ondan sonraki birkaç asır boyunca kutlanmayan mevlidin dinî açıdan meşru¬iyeti ulemâ arasında tartışılmıştır. Mâliki fakihi İbnü’1-Hâc el-Abderî (ö. 737/1336) bid’at konularına geniş yer verdiği eî-Medhaî adlı eserinde mevlidin Resûlullah devrinde ve ona son derece bağlı olan ashap ve tabiîn (Selef) zamanında kutlan¬madığını, dolayısıyla bid’at olduğunu söy¬leyerek mevcut uygulamalara şiddetle karşı çıkar... İba¬det yapılması, ziyafet verilmesi, hadis vb. okunması halinde bile bunların mevlid ni¬yetiyle icrasının bid’at olduğunu kayde¬den İbnü’1-Hâc buna karşılık kutlama ni¬yeti taşımaksızın oruç tutulmasını ve Hz. Peygamber’in doğduğu bu ayın saygınlı¬ğına uygun davranılmasını tavsiye eder (11,2-33).

İbnü’l-Hâcc’ın çağdaşı olan bir diğer bir Mâliki âlimi Tâceddin Ömer b. Ali ei-Lah-mî el-Fâkihânî de mevlidi bid’at-ı seyyie kabul ederek ona karşı çıkmış ve ei-Mev-rid ü’1-kelâm cameh’l~mevlid adıyla bir risale kaleme almıştır. Venşerisî, son¬raki Mâliki ulemâsından mevlide karşı çı¬kanların görüşlerine yer verirken genellik¬le olumsuz uygulama örneklerine atıfta bulunmuştur…
Bid’atlan hasene ve seyyie diye ikiye ayırmayan İbn Teymiyye [el-Fetâva’l-kübrâ, I, 372), onu takip eden Vehhâbî ulemâsı ve Muham¬med Abduh gibi çağdaş ıslahatçı âlimler de mevlid kutlamalarına karşı çıkmışlar¬dır. M. Reşîd Rızâ, Mısır’da mevlidlerde görülen çirkin uygulamaları eleştirir ve ulemâyı bu konuda sessiz kalmaları yü¬zünden kınar…

Vehhâbî geleneğine mensup çağdaş âlimlerden Suudi Arabistan müftüsü Muhammed b. İbrahim Âli Şeyh, Abdülazîz b. Abdullah b. Bâz, Hammûd b. Abdullah et-Tüveycirî gibi şahsiyetler her çeşit mevlid kutla¬masına karşı çıkarak bu konuda risaleler kaleme almışlardır...

İbnü’l-Hâcc’ın Mısır’¬daki uygulamalara yaptığı atıflar yanın¬da tarihçi Cebertî’nin (ö. 1240/1825) kendi zamanındaki mevlid kutlamalarının evli¬yanın kabirlerini ziyaret yanında ticaret, gezi ve eğlence gibi amaçlar taşıdığını {cAcâHbü’l-âşâr, IV, 3), her meşrepten bid’at ve tarikat ehlinin katıldığı tören¬lerde şiir, zikir ve çalgı seslerinin birbirine karıştığını, camilerin âdeta alışveriş, soh¬bet, oyun ve eğlence mekânı haline geti¬rildiğini, bu mekânların yenilip içiien şey¬lerle kirletildiğini, erkeklerle kadınlar ara¬sında hoş olmayan davranışlar görüldü¬ğünü belirtmesi de {a.g.e., III, 39-40) ule¬mânın Mısır’da mevlid kutlamaları konu¬sundaki eleştirilerini haklı çıkaracak mahi-yettedir…” (DIA İslam Ansiklopedisi, Mevlid maddesi.)


BERAT GECESİ: Şaban ayının on beşinci gecesi. Gazzâlî, bu gece her rek’atında Fâtiha’dan sonra on bir İhlâs okunmak suretiyle kılınacak yüz rek’at veya her rek’atında Fâtiha’dan sonra yüz İhlâs okunan on rek’at namazın çok se¬vap olduğuna dair bir rivayet nakletti¬ği halde [İhya3, I, 203), İhya ulûmi’d-dîn’deki hadisleri tenkide tâbi tutan Zeynüddin el-Irâkî ile Nevevî bunun aslının olmadığını söyle¬mişlerdir. Bu namazın bir bid’at oldu¬ğunu kaydeden Nevevî, bu konuda Kü-tul-kuîûb ve İhyâ’ü ulûmi’d-de geçen rivayete aldanılmaması gerektiği¬ni söylemekte, Ali el-Kârî de bu rivayetin uydurma olduğunu belirterek Berat gecesi namazının 400 (1010) yılından sonra Kudüs’te ortaya çıktığını kaydetmektedir. Bu namazın ilk defa 448 (1056) yılında Kudüs’te Mescid-i Aksâ’-da kılındığına ve zamanla yaygınlık ka¬zanarak sünnet gibi telakki edildiğine dair bir rivayet de nakledilmektedir.
Duhân sûresinde (44/3) Kur’an’ın “mü¬barek bir gecede” nazil olduğu ifade edilmektedir. İslâm âlimlerinin çoğun¬luğuna göre burada işaret edilen ge¬ce Kadir gecesidir. Çünkü diğer âyetler¬de Kur’an’ın ramazan ayında (el-Baka-ra 2/185) ve Kadir gecesinde {el-Kadr 97/1) indirildiği belirtilmektedir. (Diyanet İslam Ansiklopedisi, Beraat maddesi)