PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : hakkı yılmaz KURAN I KERİM yetmedimi


nuh
30. July 2009, 09:56 AM
(Taha)61. Musa onlara: Yazık size! dedi, Allah hakkında yalan uydurmayın! Sonra O, bir azap ile kökünüzü keser! İftira eden, muhakkak perişan olur.(İsra)9. Şüphesiz ki bu Kur'an en doğru yola iletir; iyi davranışlarda bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler. 43. Allah, onların söyledikleri şeylerden münezzehtir; son derece yücedir ve uludur. 88. De ki: Andolsun, bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere insü cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler(Tur)38. Yoksa onların, üzerine çıkıp gizli sırları dinledikleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyenleri, açık bir delil getirsinler. 41. Yoksa gayba ait bilgiler kendi yanlarında da, onlar mı yazıyorlar? 34. Eğer doğru iseler onun benzeri bir söz getirsinler(Hud)13. Yoksa, «Onu Kur'an'ı kendisi uydurdu» mu diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi yardıma çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin. 18. Kim Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim olabilir? Onlar kıyamet gününde Rablerine arz edilecekler, şahitler de: İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki, Allah'ın lâneti zalimlerin üzerinedir! 22. Şüphesiz onlar, ahirette en çok ziyana uğrayanlardır. 55. O'ndan başka taptıklarınızın hepsinden uzağım. Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana mühlet vermeyin! 98. Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları çekip ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir!

Barış
30. July 2009, 02:21 PM
SUNUŞ

اعوذ باللّه من الشّيطان الرّجيم = Eûzü billâhi mine'ş-Şeytâni'r-racîm.

Kur'ân'ı Arapça aslından okuyup anlamak ve anladıklarımı Türkçe anlatmak üzere, Şeytânıracîmden, onun telkin ve iğvalarından Allah'a sığınıyorum. Allah'ın izniyle bu kitapta hevâ, heves ve kuruntudan kaynaklanan ham düşünce üretimine yer verilmemiştir. Açıklamalar Kur'ân'cadır, yani Rabbimizin açıklamalarıdır. Bir Âyetteki kısa ve öz ifadeler, daha ilerideki Sûrelerde detaylandırılmış olan Âyetler ile açıklanmıştır.

بسم اللّه الرّحمن الرّحيم = Bismillâhirrahmânirrahîm.

Kur'ân'ın Türkçe açıklamasına Rahmân ve Rahîm Allah adıyla ve O'nun adına başlamış bulunuyoruz. Bu çalışma, kesinlikle maddî ya da dünyevî bir beklenti söz konusu olmadan, sadece Allah'ın rızasını kazanmak dileği/duası ile yapılmıştır.

الحمد للّه ربّ العالما = Elhamdü lillâhi rabbi'l-âlemîn.

Tam olarak yalnız kendisine malum olan özelliklerini bilemediğimiz için Yüce Allah'ı layığı ile övemesek de, bilebildiğimiz ve tahayyül edebildiğimiz tüm övgüleri âlemlerin Rabbi, Rahmân ve Rahîm Allah için özgülüyor, bilhassa bize Kur'ân'ı Türkçe olarak okuyucuya sunma nimetini bahşettiği için O'na sonsuz şükranlarımızı arz ediyoruz.

والصّلوة والسّلام علينا = ve's-Salâtü ve's-selâmü 'aleyna.

Yüce Rabbimizden, peygamberi Muhammed'i, yakınlarını ve arkadaşlarını destekleyip kolladığı gibi, bizlerle birlikte Allah'ın dinine hizmet edenlerin tümünü de korumasını, kollamasını ve desteklemesini niyaz ediyoruz.

Bu kitap tefsîr değil, tebyîn'dir.

التّفسير - tefsîr sözcüğü, terim olarak Kur'ân'ı, Yüce Allah'ın muradına delâlet etmesi yönünden beşerî takat oranında açıklamak demektir.

تفسير - tefsîr sözcüğünün kökü فسر - fesr sözcüğüdür. Açıklamak, örtülü şeyi açmak anlamına gelen bu sözcük, ilk defa tıp alanında "doktorun suya bakması" anlamında kullanılmıştır. Nitekim bu kökün başka bir türevi olan تفسرة - tefsîra sözcüğü, "hastalığın tespiti için üzerinde araştırma yapılan sidik" demektir. [0-1] Lisânü'l-Arab; Fesr maddesi, cilt 7, sf. 101.

Hekimler getirilen "tefsîra'ya" bakarak hastalıkların sebeplerini bulup açıkladıkları için fesr sözcüğü de zamanla yukarıda verilen "açıklamak, örtülü şeyi açmak" anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Fesr sözcüğünün tef'il babından mastarı olan tefsîr sözcüğü de bu anlama paralel olarak "iyice araştırmak, çok açıklamak" anlamında kullanılmaktadır.

Bütün bunlar, tefsîr sözcüğünün filolojik olarak şu anlamlara delalet ettiğini göstermektedir: "Anlaşılamamış, kapalı, müşkül, müphem bir sözü, konuyu, ya da meseleyi anlaşılır hâle getirmek." Böyle bir tarif, sözcüğün terim anlamı için verdiğimiz tanımla da uyumludur. Ragıp da el-Müfredât adlı eserinde tefsîr sözcüğünü Lisânü'l-Arab'a uyumlu olarak açıklamıştır. [0-2] El-Müfredât, Fesr maddesi, sf. 380.

Bu bilgilere göre "Kur'ân tefsîri" diye yazılan eserler, müellifleri böyle düşünmeseler de, Kur'ân'ın kapalı, müphem ve örtülü olduğunu peşinen kabul etmiş olmaktadırlar.

Bu nedenle, elinizdeki bu çalışmanın bir Kur'ân tefsiri olmadığını özellikle belirtmek gerekir.


Bizim anlayışımıza göre Kur'ân'ın insanlar tarafından tefsirine ihtiyaç yoktur. Çünkü Kur'ân'ın bizzat kendisi yüceler yücesi Rabbimiz tarafından yapılmış en güzel tefsirdir. Nitekim Furkân Sûresinin 33. Âyetinde, Onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, sana hakkı [doğrusunu] ve en güzel açıklamayı getirmeyelim denilerek Kur'ân'ın en iyi tefsir olduğu, ele aldığı meseleleri en güzel şekilde açıkladığı ve problemleri tamamen çözdüğü bildirilmektedir. Ayrıca Kur'ân'da ايات بيّنات - âyâtün beyyinâtün, كتاب مبين - kitâbün mübîn, بيّنه - beyyenehü, مبيّنات - mübeyyinât, تبيان - tibyân ve بيان - beyân gibi aynı kökten türetilmiş kavramlarla Kur'ân Âyetlerinin apaçık olduğu bildirilmiş, Kur'ân'ın kapalı, müşkül, anlaşılmaz olmadığı yüzlerce kez vurgulanmıştır. Yüce Allah kitabındaki mesajlarının açıkça anlaşılabilmesini sağlamak için her türlü anlatım tekniğini kullanmış, bir anlatım aracı olarak sivrisinek gibi en basit şeyleri bile örnek vermekten çekinmemiştir. Böylece ilâhi mesajlar üniversitedeki akademisyenden dağdaki çobana kadar herkes tarafından anlaşılabilecek bir açıklığa kavuşturulmuştur.

Kur'ân'ın herhangi bir tefsire gerek duyulmayacak kadar açık ve anlaşılır olduğunu gösteren bu gerçekler ortada iken Kur'ân'ı tefsir etme iddiasıyla yola çıkmak, en hafifinden cüretkârlık olarak nitelendirilecek bir yaklaşım olsa gerektir.


تبيين - tebyîn sözcüğü, iki zıt anlam için de kullanılan بين - beyn sözcüğünün türevlerinden olup tef'il babından mastardır. Saklama anlamına gelen كتم - ketm sözcüğünün zıt anlamlısı olan tebyîn, "açığa koyma" demektir. Ancak bu, iyi anlaşılmamış bir şeyi açıklama anlamında değil, var olan bir şeyi ortaya koyma, gözler önüne serme anlamında bir açığa koymadır. Meselâ Araplar بيّنالصّبح لذى العينين - beyyene's - subhu li zi'l – ayneyni = Sabah, gözü olanlara her şeyi ortaya koydu şeklinde bir deyim kullanmaktadırlar. Bir benzetme yaparak anlatmak gerekirse; Tebyîn buzdolabında, kilerde veya herhangi bir yerde durmakta olan yiyeceklerin yenmek üzere masanın üzerinde hazır duruma getirilmesi, "yani zaten var olan yiyeceklerin bulundukları yerden alınıp ortaya konulması"dır. Ketm ise tam tersine, "ortada durması gereken bir şeyin ortadan kaldırılıp bir yerlere saklanması"dır.



Tebyîn sözcüğünün bu anlamı Kur'ân'da net olarak vurgulanmıştır:

(Bakara: 159-160) İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti Biz, insanlara apaçık gösterdikten sonra gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder. Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve [açık delilleri ve hidayeti] açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira Ben onların tövbelerini kabul ederim. Ben tövbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim.

(Âl-i Imrân: 187) Ve hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanların önüne apaçık koyacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir bedel karşılığı sattılar. Yaptıkları alış- veriş ne kadar kötü!

Tebyîn sözcüğünün ism-i mef'ul kalıbına konulmuş bazı türevleri Kur'ân'da فاحشة مبيّنة - fâhişetün mübeyyinetün (Nisâ Sûresinin 19; Ahzâb Sûresinin 30; Talâk Sûresinin 1. Âyetleri) ve ايات مبيّنات - âyâtün mübeyyinâtün, (Nûr Sûresinin 34-46; Talâk Sûresinin 11. Âyetleri) şeklindeki ifadelerle yer almıştır. Beyân sözcüğünün türevlerinden olup "apaçık" anlamına gelen sözcükler ile "açığa koyma" anlamındaki tebyîn sözcüğü ve onun ism-i mef'ul kalıbındaki türevleri bazıları tarafından anlamdaş olarak kabul edilse bile, her bir sözcüğün anlamı bulunduğu kalıp itibariyle bir diğerinden farklıdır.

Kur'ân konteksti içinde تبيين - tebyîn, "her biri gayet açık ve seçik olan Kur'ân Âyetlerinin ortaya konularak gözler önüne serilmesi" anlamına gelmektedir. Bu ortaya koyuş, Kur'ân'ı vahyeden ve onu açıklamayı kendi üzerine borç alan Rabbimizin yaptığı bir iştir. Peygamberlerin Allah'tan aldıkları vahyi kendi toplumlarına aktarmalarına "tebliğ" denmekle birlikte, sonraki yinelemeleri de mahiyeti bakımından birer "tebyîn" faaliyetine dönüşmektedir. (Nahl Sûresinin 39. 44.64; Zuhruf Sûresinin 63; Mâide Sûresinin 19, 15; İbrâhîm Sûresinin 4. Âyetlerine bkz.) Kavram bu bağlamda ele alındığında, müminlerin görevinin sadece tebyîn olduğu anlaşılmaktadır.

Bizim yapmaya çalıştığımız da budur. Kur'ân'ı kapalı, anlaşılmaz olmaktan tenzih eder, "onu tefsîr ettik" deme cüretinden Rabbimize sığınırız.

Görevi sadece tebyîn olması gereken müminlerin Kur'ân'ın apaçık olma özelliğine gölge düşürme ihtimalleri bulunan diğer bir önemli konu da müteşâbih Âyetlerin te'vîli konusudur.

Zümer Sûresinin 23. ve Âl-i İmrân Sûresinin 7. Âyetleri, Kur'ân'ın محكم - muhkem ve متشابه - müteşâbih Âyetlerden oluştuğunu açıkça belirtmektedir. Mekke'de inen ve iniş sırasına göre 59. sırada yer alan Zümer Sûresinin 23. Âyeti bir ipucu olarak değerlendirildiğinde, o ana kadar inmiş olan bütün Âyetlerin müteşâbih oldukları öne sürülebilir. Muhkem ve müteşâbih kavramlarının ne anlama geldiklerini açıklama gereği duyan sözlük, ansiklopedi ve terim kitaplarının neredeyse tümünde muhkem sözcüğünün açık, anlaşılan, sağlam; müteşâbih sözcüğünün ise kapalı ve anlaşılmaz anlamlarına geldiği belirtilmektedir. Söz konusu lügat ve ansiklopedilerin işlediği ortak yanlış, bu iki sözcüğün birbirinin karşıt anlamlısı olarak gösterilmesidir.

Bu satırları yazan, söz konusu kavramların zıt anlamlı iki sözcük olduğu şeklindeki yerleşik kanaati paylaşmamaktadır. Ayrıntıları yeri geldiğinde verilecek olmakla birlikte, Kur'ân Âyetleri hakkında yerleşmiş bulunan bu yanlış ön kabulü düzeltmek üzere her iki kavramın özü hakkında kısaca bilgi vermeyi yararlı görmekteyiz.

محكم - muhkem sözcüğü "hüküm içeren" demektir. Dolayısıyla muhkem Âyetler, "içerisinde insanları kargaşa ve zulme düşmekten engelleyen ilkelerin bulunduğu Âyetler" anlamına gelir. Bu Âyetler açıktır, nettir ve tek bir anlam ifade ederler. Bu Âyetlerden, ifade ettikleri birincil anlamlardan başka anlamlar çıkarılmaz.

Müteşâbih Âyetler ise "birden çok, birbirine benzer, birbirinden güzel anlamlar içeren ve her bir anlamı da açık olarak anlaşılan Âyetler" demektir. Bu Âyetler mecaz, kinaye ve diğer edebî sanatların da kullanıldığı ama yapılan benzetme ve örneklemelerden dolayı kültür seviyesi en alt düzeyde olanların bile anlayabilecekleri Âyetlerdir. Onlar da tıpkı muhkem Âyetler gibi açık, seçik, anlaşılır Âyetler olup kesinlikle kapalı, müşkül ve anlaşılmaz değildirler. Müteşabih Âyetler kapalı, müşkül ve anlaşılmaz Âyetler olarak kabul edildiği takdirde Zümer Sûresinin 23. Âyetinde Sözün en güzeli olarak nitelenen Kur'ân, aynı zamanda kapalı, anlaşılmaz Âyetler de içeriyor olacaktır. Bu ise kapalı, anlaşılmaz Âyetlerin "sözün en güzeli" olması anlamına gelir ki, Kur'ân ile böyle bir tuhaflığın bağdaşması mümkün değildir.

İşin doğrusu, müteşâbih Âyetler anlaşılır, birden çok ve birbirinden güzel anlamlar içeren, kim hangisini anlarsa anlasın bu anlamların hepsinin de doğru olduğu Âyetlerdir.

Kur'ân, Al-i Imrân Sûresinin 7. Âyetinde bu Âyetlerin tevilinin mümkün olduğu bildirilmektedir. Belirtmek gerekir ki, تأويل - te'vîl sözcüğü kimilerinin "yorumlama", kimilerinin de "tefsîr etme" anlamında kullandığı, dolayısıyla anlamı çarpıtılmış sözcüklerden biridir. Aslında sözcük الرّجوع – rücû = geriye dönüş anlamındaki اول - evl sözcüğünün tef'il babından mastarıdır. Türkçedeki "evvel ve ilk" sözcükleri de bu sözcükten gelmektedir.

Te'vîl sözcüğü, geriye dönüş şeklindeki kök anlamından değişerek tedbir [arkalaştırma] yani birinci, ikinci, üçüncü şeklinde ardı ardına dizmek, sıralamak, öncelik sırasına koymak anlamlarında kullanılır.

Bu anlamlara göre müteşâbih Âyetlerin te'vîli demek, "o Âyetlerin birbirinden güzel, birbirine benzeyen açık seçik anlamlarının arka arkaya sıralanması, bu anlamların öncelikli bir sıraya tabi tutulması" demektir. Yoksa anlamları sadece Allah tarafından bilinen kapalı ve anlaşılmaz Âyetlerin ancak "râsihûn" denen ehil kimselerce yorumlanabilmesi değildir.

Karşıt anlamlı oldukları iddia edilen muhkem ve müteşâbih ile müteşâbih Âyetlerin te'vîli konularındaki daha ayrıntılı bilgiye bu kelimelerin geçtiği Kur'ân Âyetleri incelenirken değinilecektir. Yine de unutulmamalıdır ki, Âyetteki muhkem ve müteşâbih kelimeleri birer terim olmayıp sözlük anlamlarında kullanılmış normal sözcüklerdir.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN LİNK:

http://www.tebyinulkuran.com/index.php?page=Sunus

Barış
30. July 2009, 02:36 PM
Selam Nuh,

Gördüğüm kadarıyla, ayet yazmak dışında konuşmuyorsun. Ancak açtığın konulara seçtiğin başlıklarla ayetlerden başka birşeyler söylemiş oluyorsun zaten. Söylemekten öte ithamlarda bulunuyorsun. Yukarıya alıntıladığım yazı, Hakkı Yılmaz'ın tebyin çalışmasının girişine aittir. Esasen kendisinin çalışmalarını okuyan ve bilgisi olan bir kişinin, Hakkı Bey'in Kuran konusundaki hassasiyetlerini bilmemesi mümkün değildir. Bu konuda bilgilenmeden fikir sahibi olmamak ve iftira ve hakarete varacak ithamlardan kaçınmak gerekir. Öncelikle bu hususta bilgilenmeniz gerekir.

Ayrıca sizin bu ithamınıza göre, Kuran meali de yapılmaması gerekir. Çünkü tebyinül kuran, benim görüşüme göre, Hakkı beyin Kuran mealinin gerekçesini oluşturmaktadır. Meal/tercüme yapan kişiler elbette ki Kuran kavramlarını inceliyorlar ve onlara türkçe karşılıklar buluyorlar. Bu çalışmanın ise Kuran'ın rehberliğinde ve Kuranın kendini açıklaması çizgisinde yapılması gerekir. Sonunda ortaya çıkan meali okuyan insanlar ise, şu ayetin şu kelimesi neden böyle çevrilmiş diye sorduklarında, Hakkı beyin çalışmasından ilgili bölümü açarak gerekçe hakkında da bilgi sahibi olabilecekler. Bence bu büyük bir hizmettir ve inanıyorum ki, şimdiye kadar Kuran çevirisi yapan kişiler de bu yolu izleselerdi, hem okuyanlar hem de ileride Kuran çevirisi yapacak olan kişiler için güzel ve faydalı bir hizmet
sunmuş olurlardı.

Sizin mantığınıza göre ise, Kuran'ın meali yapılmamalı, meal yapılsa bile bununla ilgili gerekçeler ve açıklamalar yazılmamalı. Kuran kavramları hakkında dahi konuşmamalı.
Hatta sizin mesajlarınızda kullandığınız tercüme kime aitse, ona da seslenelim. Sayın .......,Kuran size yetmedi mi, neden tercüme yaptınız?Neden Kuran üzerinde çalıştınız,mesai harcadınız? Arapçanızla okuyun geçin, sonra sizin çalışmanızdan ve mealinizden faydalanıp, Kuran'ı bırakıyoruz böyle.(!!)

Hele bir de, Kuran kavramlarını Kuranla ortaya koyanlar yok mu? (!!!!)

Mantıksız oldu değil mi?

Allah, Kuran'ı Kuran'la ve Kuran'ca açıklama gayreti içinde olan, Allah rızası için çalışmalarını bizlerle paylaşan ve insanları Kuran'a çağıran Kuran erlerinden razı olsun.Yollarını açık etsin, ilimlerini artırsın.

Toslunba
31. July 2009, 12:07 AM
Nuh kardeşim size 2 sorum olacak izninizle:

1 Kuran ayetlerinden sizin anladıklarınızı anlamak gibi bir mecburiyetimiz var mı?
2 Ayetleri bulundukları NECMden kopararak nefsimize uygun bir NECM haline getirmek -kendimizce birleştirerek bir paragraf elde etmek sağlıklı mı?
3 Ayetlerin bulundukları NECM içerisinde değerlendirilmesi gerekmez mi?
4 Kuran ayetlerini silah olarak kullanmak -Kuranı mızrakların ucuna takmak- sağlıklı bir yaklaşım mıdır?